Abese Suresi

80 / Abese Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 42 âyettir. Abese, “yüzünü ekşitti, Sûrat astı” demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/584)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 80/1-10  YÜZÜNÜ  EKŞİTTİ  VE  ÇEVİRDİ

1, 2. (Peygamber bir grup kâfire İslâm’ı anlatırken) ) âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve çevirdi.

3, 4. (Rasûlüm!) Sen ne biliyorsun, belki o, (senden öğrendiğiyle) arınacak (nefsini tezkiye edecek) veya öğüt alacaktı da o öğüt kendisine fayda verecekti!

5-7. Ama (zenginliğinden öğüde) ihtiyaç duymayana gelince, sen ona yönel(ip ilgi göster)iyorsun. Hâlbuki onun arınmamasından sana bir sorumluluk yoktur.

8-10. Fakat sana koşup gelen (mümin) kimse, (Allah’tan) kork(arak gel)mişken, sen onunla (habersiz gibi) ilgilenmiyorsun.

 1-10. (1, 2).‘(Peygamber bir grup kâfire İslâm’ı anlatırken) âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve çevirdi.’ Hz. Peygamber bir gün Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaç kişiyi İslâm’a dâvet ile meşgul olurken, âmâ bir müslüman olan Abdullah b. Ümmü Mektûm (ra.) da yanına gelip bunlardan habersiz olarak, “Yâ RasûlAllah! Allâh’ın sana öğrettiklerini bana da öğret.” diye birkaç defa tekrar etmişti. Rasûlullah Efendimiz de ona karşı iltifat etmeyip hafifçe yüzünü ekşitmişti ki bu sûre onun üzerine indi (Celâleyn). Bu aynı zamanda bütün mü’minlere bir ikaz niteliğindedir. (H. T. FEYİZLİ, 1/584)

Rasûlullah bundan sonra ona saygı duyar ve gördüğü zaman: ‘Merhabâ! Rabbimin hakkında beni kınadığı kimse’ der ve herhangi bir ihtiyâcı olup olmadığını sorardı. Rasûlullah (s) onu Medîne’de vekil bırakmış ve bu şahıs on üç defa oradaki insanlara namaz kıldırmıştır. (S. HAVVÂ, 16/44)

(3, 4).‘(Rasûlüm!) Sen ne biliyorsun, belki o, (senden öğrendiğiyle) arınacak (günah kirlerinden temizlenecek) veya öğüt alacaktı da o öğüt kendisine fayda verecekti!’ Yâni hemen temizlenemese bile öğüt ala ala belleyecek, iyiyi kötüyü öğrenecek ve yerine göre hatırlayıp gereğince amel etmeye çalışarak, bundan sonra olsun o sâyede günahtan korunup sevap işlemek sûretiyle faydalanacaktır. (ELMALILI, 8/530)

(…) Bir kısım insanlar (…), her ne kadar toplum içinde bir ağırlıkları varsa da, İslâm dâvetçisinin onların peşinden koşmaya ihtiyâcı yoktur. Çünkü apaçık bellidir ki, onlar hidâyete tâlip değillerdir. Bundan dolayı onların peşinden koşarak bir İslâm dâvetçisinin vakit kaybetmesine gerek yoktur. İslâm’ı kabul etmedikleri takdirde, zararda olanlar onlardır ve siz böyle kimselerden sorumlu değilsiniz. (MEVDÛDİ, 7/39)

(5-7).‘Ama ihtiyaç duymayan (kâfir kimsey)e gelince, sen ona yönel(ip ilgi göster)iyorsun. Hâlbuki onun arınmamasından sana bir sorumluluk yoktur.’  Senden ve Kur’ân’dan yararlanmak istemeyen o kendini ihtiyaçsız sayan kişinin temizlenmesinden, İslâm’a girmemesinden sana bir sorumluluk gelmez. Fakat ihtiyâcı olduğunu söyleyen, öğrenmek isteyen bir müslümandan yüz çevirmekte sorumluluk vardır. (ELMALILI, 8/530)

(8-10).‘Fakat sana koşup gelen (mümin) kimse, (Allah’tan) kork(arak gel)mişken, sen onunla (habersiz gibi) ilgilenmiyorsun.’ Burada Allah Teâlâ, Rasûlü Muhammed (s)’e uyarı konusunda kimseye özel muâmele yapmamasını; aksine ileri gelen kimselerle zayıfları, zenginlerle fakirleri, efendilerle köleleri, erkeklerle kadınları, küçüklerle büyükleri bir tutmasını emretmiştir. Ayrıca dilediğini doğru yola ulaştıran Allah’tır. Erişilmez hikmet ve ezici hüccet O’nundur. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 16/34)

Nesefi burada şöyle der: ‘Rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah (s) bundan sonra hiçbir yoksula aslâ yüzünü ekşitmemiş ve hiçbir zengini karşısına alıp özel olarak ilgilenmemiştir. Yine rivâyet olunduğuna göre istişâre meclislerinde fakirler danışman idiler.’ (S. HAVVÂ, 16/34)

 80/11-16  HAYIR!  ÖYLE  YAPMA

11-12. (Ey Peygamberim!) Hayır! (Böyle yapman doğru değil.) Çünkü o (Kur’an âyetleri) bir öğüttür; artık dileyen ondan öğüt alır.

13-16. (O Kur’ân) çok değerli, iyilik timsâli seçkin kâtip (melek)lerin elleriyle (yazılmış), çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifeler içindedir.

 11-16. (11, 12).‘Hayır’ Sakın öyle yapma, koşup saygıyla gelen istekliyi anlamazdan gelip de o ihtiyaç hissetmeyenin üzerine düşme. ‘Çünkü o’ birinin isteyip öbürünün ihtiyaç duymadığı o öğüt, yâni o nasihatları kapsayan bu Kur’ân ‘bir hatırlatmadır.’ Yüce Allâh’ı andırmak, hak ve görevi düşündürmek, hayrı ve yararı belletmek için bir öğüttür. ‘Artık onu dileyen düşünsün, dileyen bellesin,’ çünkü yararı ve zararı asıl kendine âittir. (ELMALILI, 8/531)

12’nci âyette şu iki noktaya dikkat çekilmiştir: (a) Bu uyarı yalnız Rasûlullah’a değil, onun şahsında bütün ümmetine ve insanlığa yöneliktir. (b) Uyarıyı dikkate alıp yanlışını düzeltmek de hiçe sayıp hatâlarında ısrar etmek de insanın kendi irâdesine bağlıdır, sonucunu da buna göre alacaktır. (KUR’AN YOLU, 5/556)

(13-16).‘O, çok şerefli sahîfelerdir.’ Bu Kur’ân çok şerefli sahifelerde bulunan bir öğüttür. O Levh-i Mahfuzda yazılmış sahîfelerde bulunmaktadır. (S. HAVVÂ, 16/36)

‘Kadri yüce ve tertemiz’ Yâni hâlis ve paktır. Bu kitabın içine ifsad edici ve bâtıl düşünceler karışamaz. Çünkü Kur’ân, diğer dînî kitaplar gibi değildir ve bu kitap insâni ve şeytâni vesvese ve düşüncelerden korunmuştur. (MEVDÛDİ, 7/39)

Nesefi şöyle der: ‘Meleklerden başkasının dokunmasından veya Allah kelâmı olmayan şeylerden temizlenmiş sahifelerdedir.’ (S. HAVVÂ, 16/36, 37)

‘Kâtiplerin eli ile.’ Yâni Levh-i Mahfuz’da yazan meleklerin elleri ile yazılmış, demektir. (S. HAVVÂ, 16/37)

‘Saygıdeğer iyi kimseler.’ ‘Yaratılışları değerli, güzel ve şerefli, ahlâkları ve davranışları iyi, temiz ve kusursuz. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 16/37)

 80/17-23  KAHROLASI  İNSAN!  NE  İNKÂRCIDIR!

  1. Kahrolası (kâfir) insan, ne nankördür!
  2. (Allah) onu hangi şeyden yarattı (hiç düşünmez mi)?

19-23. Bir nutfeden (spermadan) yarattı da onu (en güzel şekilde) biçime koydu.  20. Sonra ona (doğmasında, hayır ve şerri seçmesinde) yolu kolaylaştırdı.  21. Sonra onu öldürüp kabre koydu.  22. Daha sonra da dilediği zaman onu diriltip kaldıracak. 23. Hayır! (kâfir insan, Allah’ın) emrettiği şeyleri hâlâ yerine getirmedi.

 17-23. (17, 18).‘Kahrolası (kâfir) insan, ne nankördür!’ (…) Türkçede ‘kahrolası’ tâbiri gibi öfke ve yermeyi gösteren bedduâ sûretinde kınama ve ayıplamadan kinâyedir. Öyle fenâ bir durumda bulunuyor ki, ‘hayâta hakkı kalmayacak derecede’ demektir. (ELMALILI, 8/536)

‘ne kadar inkârcıdır o.’ Kâfirliği ve inkârcılığı ne de katıdır. Yaratılışının ve gelişmesinin gereklerini ne de çok reddetmektedir, tanımamaktadır. Eğer bu gereklere riâyet etseydi yaratıcısına şükreder, dünyâda alçak gönüllü olur, âhiretini hatırlardı. (S. KUTUB, 10/373)

Bu âyetin diğer bir anlamı, ‘onlar hangi nedenden ötürü küfre sarılıyorlar, yâni neye güveniyorlar?’ demektir. Küfür kelimesi, Hakk’ı inkâr etmek, kendisine ihsanda bulunana nankörlük etmek,  anlamında kullanılmıştır. Ayrıca insanın yaratıcısına ve rızık vericisine isyan etmesi anlamına da gelir. (MEVDÛDİ, 7/39)

Âyetler Ebû Leheb’in oğlu Utbe hakkında inmiştir. Dolayısıyla 17’nci âyetteki ‘insan’ ile maksat Utbe ve onun durumunda olanlardır. Peygamberimizin Rukıyye adlı kızı ile evlenen Utbe, önce îman etmiş, Necm sûresi inince irtidat etmiştir. Yüce Allah, bu mürted ve kâfir insanı kınamaktadır. ‘kutile / kahrolsun’ Lânet olsun, azap hak olsun anlamına gelen bir bedduâ cümlesidir. (İ. KARAGÖZ 8/415)

(19-22).‘(Allah) onu hangi şeyden yarattı?’ Onun yaratılışı hangi değersiz şeyden? (..) Daha sonra bu değersiz şeyi açıklamak üzere şöyle buyurur: (S. HAVVÂ) ‘Bir damla sudan onu yarattı da biçime koydu.’ Bir nutfeden yarattı da embriyon hâlinden doğumuna kadar nice aşamalardan geçirerek en güzel biçime koydu. (ELMALILI) ‘Sonra ona yolu kolaylaştırdı.’ Hayır ve şer yollarını ona açıklamıştır (S. HAVVÂ) ‘Sonra onu öldürüp kabre koydu.’ Yâni ona bir ikram olmak üzere kendisini kabre koyup orada defnettirdi. Diğer hayvanlar gibi yırtıcı hayvanlara, kuşlara yem olsun diye yeryüzüne atıp bırakmadı. (İ. H. BURSEVİ, 23/77) ‘Daha sonra da dilediği zaman onu diriltip kaldıracak.’ (..) Ölümünden sonra da o kabirde öyle bırakacak değildir. Dilediği zaman onu öldükten sonra diriltip yeniden hayat verecektir. Fakat bunun vakti belli değildir, dilediği zaman diriltecektir. (ELMALILI, 8/536)

(23).‘Doğrusu (kâfir insan, Allâh’ın) emrettiği şeyleri hâlâ yerine getirmedi.’ Rabbi için üzerine farz kılınan şeyleri edâ etmemiştir. (S. HAVVÂ, 16/38)

Burada ‘mâ emerehu’dan maksat, Allâh’ın bütün emrettikleridir. Yâni yükümlülüğün başlangıcından kabre gömülünceye kadar yâhut Âdem’in yaratılışından bu zamâna kadar bunca seneler, asırlar geçmiş olduğu hâlde insan cinsi yaratılışından beklenen ve istenen olgunluğa ermedi. Allâh’ın emirlerini tamâmıyla yerine getirmedi. Çünkü şükredici kullar pek az ‘Kullarım içinde şükreden pek az.’ (Sebe, 34/13) olduğu gibi, bir tür kusuru olmayan fert de yok gibidir. (ELMALILI, 8/537)

 80/24-32  İNSAN,  YEDİĞİNE  BİR  BAKSIN!

24-32. Bir de insan, yediğine (ibretle) baksın: Şüphesiz ki biz, suyu (yağmuru dilediğimiz kadar) döktükçe döktük. Sonra yeri (bitkileri çıkartmak için) yardık. Orada tâne(ler) bitirdik, üzüm ve yonca(lar), zeytin ve hurma(lar), iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyve(ler), çayır(lar, bitkiler ve sebze)ler yetiştirdik. (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın faydalanması içindir.

 24-32. (24).‘Bir de insan, yiyeceğine baksın’ Yediği nîmetlerin de nasıl bir kudret ve hikmet ile yavaş yavaş yükselerek yetiştirildiğine baksın. Böylece hem kendi içinde hem de dışında olmak üzere ne kadar nîmet içinde bulunduğunu ve onların hakkını ödeyerek yararlanmak için nasıl çalışmak gerektiğini düşünsün. (ELMALILI, 8/537)

‘baksınlar’ emri zorunluluk ifâde eder. Âyetteki ‘nazar’ incelemek, görmek, bakmak, anlamak, akıl ile kavramak, Allâh’ın nasıl yarattığını düşünmek ve bu nîmetleri var edeni bilmek ve bunu ikrar etmektir. (İ. KARAGÖZ 8/417)

(25).‘Şüphesiz ki biz, suyu (yağmuru) döktükçe döktük.’ Yâni yer kürede maddi hayat için, gerekli olan yiyecekleri yetiştirmek için ilk sebep ‘Canlı olan herşeyi sudan yarattık.’ (Enbiyâ 21/30) âyetinin gösterdiği gibi sudur. Bu ise herşeyden önce Allâh’ın bir lütfudur. Suyu yaratıp o yağmurları şarıl şarıl döken, yağdıran Allah’tır. (ELMALILI, 8/537)

(26).‘Sonra toprağı iyiden iyiye yardık.’ Hacc sûresinde ‘Yeryüzünü sönmüş kül hâlinde görürsün. Fakat biz ona suyu indirdiğimizde harekete geçer, kabarır.’ (Hacc 22/5) buyurulduğu gibi bu yarma, o sönük kupkuru yerküre, yağmurların inmesiyle harekete geçip kabarmaya sonra çatlayıp bitkiler çıkarmaya başladığı bir yarmadır ki, bunu da yapan Allah’tır. (ELMALILI, 8/538)

(27-31).‘Bu sûretle orada ekinler bitirdik. Üzümler, yoncalar, zeytinlikler, hurmalıklar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler, çayırlar bitirdik. Ki yerkürenin sürülüşünde, hububat ve bağların bakımında insanların çalışmalarının da bir kıymeti olmakla berâber o kara toprakta böyle dâneler, üzümler yetiştirecek derecede kabarma / canlanma ve olgunlaşma uyandıran hep yüce Allah’tır. (ELMALILI, 8/538)

(32).Ve bütün bunları ‘sizin ve hayvanlarınızın’ her türlü ihtiyaçlarının karşılanarak bu dünyâda rahat ve huzur içinde ‘yaşaması için’ yaptık. (Nâziât 79/33) İşte herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah, elbette sizi yeniden diriltip hesâba çekmeye de kâdirdir. (M. KISA, 1/623)

İnsanın yediği ve içtiği herşeyi yaratan yüce Allah’tır. İnsanın bunu bilmesi, ikrar etmesi ve şükretmesi; şükredebilmek için de îman edip Allah ve Peygamberine itaat etmesi, haram ve günahlardan sakınması gerekir. (İ. KARAGÖZ 8/417)

 80/33-42  İŞTE  O  GÜN

33-37. Kulakları sağır eden o ses geldiği (İsrâfil tarafından ikinci defa Sûr’a üflendiği) zaman. 34-36. (İşte) o gün, (zâlim) kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacak. [krş. 23/101; 31/33; 34/ 54; 70/11-14] 37. O gün, onlardan herkesin kendisine yetecek bir işi (derdi) vardır. [krş. 16/111]

38, 39. O gün müminlerin yüzleri nurlu ve güleç, parlak ve sevinçlidir.

40-42. O gün (kâfirlerin) yüzlerini toz duman kaplar, onları siyahlık ve zillet kuşatır. [krş. 3/106-107; 80/38-41] 42. İşte bunlar, inkârcıların, Hak’tan / hakikatten sapan (günaha dadanan ve haddi aşan)ların ta kendileridir.

 33-42. (33).‘Kulakları sağır eden o ses geldiği zaman.’ Bu âyet, Sûr’a son kez üfürüldüğü ânı tasvir etmektedir. Sûr’a son kez üfürüldüğünde tüm insanlar dirilecektir. (MEVDÛDİ, 7/42)

‘(İşte) o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacak.’ O gün insanoğlu bu saydığımız yakın akrabâlarından yüz çevirir, onlarla birlikte olmaz. Dünyâda olduğu gibi onların hâlini, durumlarını sormaz. Çünkü kendi başının derdine düşmüştür. Çünkü bilir ki onlar, kendisine hiçbir fayda veremeyeceklerdir. (İ. H. BURSEVİ, 23/90)  

(34-36).‘O gün, onlardan herkesin kendisine yetecek bir işi vardır.’   Hadis: Hz. Peygamber, Kıyâmet günü insanların çıplak ve boğazına kadar tere batmış bir hâlde toplanacaklarını söyleyince, eşi Sevde (r), Sevde, ‘İnsanlar birbirinin avret yerine mi bakacak?’ diye sormuş. Nebi (s) ‘İnsanlar bundan meşguldür’  demiş ve yukarıdaki âyeti okumuştur. (Buhâri Enbiyâ 8, 48; Müslim Cennet 56 ’dan H. DÖNDÜREN, 2/954)

(38, 39).‘O gün birtakım yüzler vardır, aydınlıktır.’ Nesefi şöyle der: ‘Geceleyin ibâdet etmenin veya abdest almanın sonucu o gün birtakım yüzler parlar.’ ‘güleç ve sevinçlidir.’ Kalplerindeki neşeden dolayı sevinçlidirler. Mutluluk yüzlerinden okunmaktadır. İşte bunlar cennetlik olanlardır. (S. HAVVÂ, 16/42) 

Hadis: ‘Kıyâmet günü ümmetimin alnında secde izi ve abdestin meydana getirdiği bir parlaklık olur.’ (Tirmizi Tahâret 422, Müslim Tahâret 35; İ. KARAGÖZ 8/421)

(40, 41).‘Birtakım yüzlerin de o gün üzeri tozludur. Üstelik onları bir karanlık bürüyecek.’  Yüzlerde böyle tor toz ile karanın bir araya gelmesi ise, korku ve zelillik ile elem ve azâbın en ürkütücü bir şekilde ortaya çıkışıdır. (ELMALILI, 8/542)

(42).‘İşte bunlar, inkârcıların, Hak’tan / hakikatten sapanların ta kendileridir.’ İbn Kesir şöyle der: ‘İşte bunlar kalplerinde îman bulunmayan amelleri bozuk kimselerdir.’ Nesefi şöyle der: ‘Onlar inkâra günahı ekleyince Allah da onların yüzlerinde tozu ve siyahlığı bir araya getirmiştir.’ (S. HAVVÂ, 16/43)