Âdiyât Sûresi

100 / Âdiyât Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir. Âdiyât kelimesiyle başladığı için adını bu kelimeden almıştır. Âdiyât, “nefes nefese koşarken tırnaklarıyla kıvılcım saçan atlar” demektir. (H. T. FEYİZLİ 1/599)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 100/1-11  İNSAN,  RABBİNE  KARŞI  PEK  NANKÖRDÜR

1-5. Andolsun (cihadda) o nefes nefese koşan (at)lara!  2. (Koşarken tırnaklarıyla) çakıp kıvılcımlar saçanlara!  3-4-5. Sabahleyin baskın yapanlara, (geçtiği yerde) tozu dumana katıp (düşman) bir topluluğun ortasına dalanlara ki!

6-8. Gerçekten (kâfir) insan, Rabbine karşı çok nankördür (âsîlik yapar), şüphesiz o (kendisi) de buna şâhittir. 8. Şüphesiz o (insan, dünyâ ihtirâsından ve) mal sevgisinden dolayı, cidden pek katı (ve cimri)dir.

9-11. Hâlâ bilmeyecek mi o, kabirlerin içindekilerin dışarı çıkarıldığı ve kalplerdekinin devşiril(ip ortaya kon)duğu zamanı?  11. Şüphesiz o gün Rableri onlar(ın her hâlin)den elbette haberdardır.

 1-11. (1).‘Andolsun (cihadda) o nefes nefese koşan (at)lara!’ Araplar için savaş atlarının ayrı bir kıymeti vardı. Değerli mallar arasında yer alırdı. Burada o devirlerdeki savaşların pek önemli savaş vâsıtası olan atlara yemin edilir. Yeminin maksadı ise, böylesine faydalı ve insanların çok sevdiği mallardan olan atları, onlara bağışlayanın Allah Teâlâ olduğuna işâret etmektir. Böylece yeminin cevâbı olarak gelen âyetlerde belirtildiği gibi, insanın nankörlük hastalığına dikkat çekmek ve onu hastalığını teşhis ve tedâviye yönlendirmektir. (Ö. ÇELİK, 5/562)

(2-5).‘(Koşarken tırnaklarıyla) çakıp kıvılcımlar saçanlara!’ ‘Sabahleyin baskın yapanlara, (geçtiği yerde) tozu dumana katıp (düşman) bir topluluğun ortasına dalanlara ki!’ Râzi’den: ‘İlgili sûrenin ilk beş âyetinde yer alan kelimelerden maksat atlardır. Çünkü ilk âyetteki ‘dabhan’ sesi atlardan başkası için kullanılmaz. Ayrıca ayakların taşlara vurduğu zaman kıvılcım çıkarması da sâdece atlara özgüdür. Aynı zamanda sabah vakti akın ederek toplulukların ortasına dalma şeklindeki kullanım da yine onlar için söz konusudur.’ Dolayısıyla bütün bunlar bize gösteriyor ki, burada ‘fe’l mûriyâti kadhan’ ifâdesiyle savaş atları kastedilmiştir. (M. DEMİRCİ, 3/616, 617)  (6, 7).‘Gerçekten (kâfir) insan, Rabbine karşı çok nankördür (âsîlik yapar),’ İbn Kesir der ki: ‘Yeminin cevâbı budur ve şu anlamdadır: Gerçekten o Rabbinin nîmetlerine karşı çok nankör ve pek inkârcıdır.’ (S. HAVVÂ 16/335)

‘Şüphesiz kendisi de buna hakkıyla şâhittir.’ Yâni vicdânı ve amelleri, pek çok kâfirin açıkça Allâh’a nankörlük ettiklerine şâhittir. Çünkü onlar Allâh’ın varlığını bile bile kabul etmezler. Dolayısıyla bu nîmetleri itiraf etmeleri ve Allâh’a şükretmeleri de söz konusu olamaz. (MEVDÛDİ 7/205)

(8).‘Şüphesiz o mal sevgisinden dolayı, cidden pek katıdır.’ Bu âyet-i kerîmede geçen ‘el hayr’ kelimesi ‘mal’ mânâsınadır, tıpkı Bakara sûresinin 180’inci âyetinde yer alan ‘in terake hayran’ ‘eğer bir mal bırakacaksa’ ifâdesinde olduğu gibi. ‘Dünyâyı tercih etmek ve talep etmek’ demektir. (İ. H. BURSEVİ 23/560)

(..) Yâni mal ve serveti mutlaka ‘hayır’ sanarak sevdiği için cimridir, sıkıdır. Allah için o malın hakkını vermek, hayıra sarf etmek, genel menfaatlere hizmet etmek istemez, kıskanır. Yâhut malı ve dünyâ menfaatini sevmekte çok kuvvetlidir. Onu kazanmak, eline geçirip toplamak husûsunda güçlüdür, hırslıdır. Fakat onun hakkını, şükrünü ödemeye, Allah için kulluk etmeye gelince zayıflığını ileri sürerek on para vermek istemez, kaçınır da kaçınır, nankörlük eder. (ELMALILI, 9/381)

Âyette, nîmetlere karşı nankör olan insanın, mala ve mülke çok düşkün olduğu, servet edinmeyi çok sevdiği ifâde edilmektedir. Meşru ve helâl olmak şartıyla yüce Allâh’ın nîmetlerinden faydalanmak, mal – mülk ve servet sâhibi olmak kötü bir şey değildir. Âyette yerilen insan, Allâh’a nankörlük eden ve cimrilik edip fakirlerin hakkını vermeyen kâfir insandır. (İ. KARAGÖZ 8/601)

(9-11).‘ya sonra bilmeyecek mi?’ Sonucu hatırlatmak sûretiyle korkutmak ve tehdittir. Yâni öyle servet hırsı, dünyâ menfaati sevdâsıyla cimrilik, pintilik, nankörlük yapmakla ne fenâ hareket etmiş, kendi gerçek menfaatinin nasıl tersine gitmiş olduğuna bugün şâhitlik etmiyorsa sonra da anlamayacak, itiraf etmeyecek, onun azaplarını çekmeyecek mi sanıyor? ‘kabirlerin içindekiler fırlatılacak.’ O zelzele, o kıyâmet günü yerin ağırlıklarını çıkardığı ve ‘kabirlerde gömülenler deşilip fırlatıldığı’ ‘ve sînelerdekiler toplandığı’ neticesi alındığı ‘zaman.’ Yâni gönüllerde saklanan bütün gizli sırlar, niyetler, gâyeler, olgun ürün gibi derilip toplanıp bütün neticesiyle meydana konduğu zaman şüphesiz o nankör insanlar dünyâda neler ettiklerini anlayacaklar. (ELMALILI, 9/381, 382)

‘Kabirdekiler dışarıya çıkarıldığı zaman’ (Bu) cümle, ölüler diriltildiği zaman anlamındadır. Hz. Peygamber (s)’in ilk muhâtapları olan Mekkeli müşrikler, öldükten sonra insanların diriltileceğine inanmıyorlardı. (50/3). Yüce Allah Kur’an’da yüzlerce âyette âhiretin varlığını, kıyâmet kopunca ölülerin diriltileceğini bildirdi. Zümer sûresinin 68’inci âyetinde bildirildiği üzere İsrâfil, Sûr’a ikinci defa üflediği zaman, ölüler diriltilir ve kabirlerinden çıkarılırlar: ‘Sûr’a (ikinci defa) üflenir. O zaman hemen insanlar, kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru giderler.’ (36/51, bk. 54/7, 79/13-14, 70/43, 69/13, 39/68, 27/87; İ. KARAGÖZ 8/602)

Yâni, zâhiri amellerini harekete geçiren kalplerindeki irâdelerini, niyetlerinin, maksatlarının,  düşüncelerinin ve fikirlerinin hepsini açığa vuracak ve onlar değerlendirilerek iyilik ile kötülük ayrılacaktır. Diğer bir ifâdeyle sâdece zâhiri amel üzerine karar verilmeyecektir. Onların bu dünyâda iken kalplerinde gizli kalan niyetleri ve irâdeleri de hesâba katılarak karar verilecektir.  Eğer insan düşünürse, gerçek adâletin ancak Allâh’ın huzûrunda kıyâmet günü gerçekleşeceğini kabul etmeye mecbur kalır. (MEVDÛDİ, 7/206)

‘o gün o Rableri onlardan,’ o nîmetlerine karşı nankörlük ettikleri âlemlerin Rabbi, o insanlara onların bütün varlıklarıyla, bütün yaptıklarından ‘elbette haberdardır.’ Hiçbir zerresinden gâfil değil, içlerini, dışlarını, hepsini bilir, önce de bilir, sonra da bilir. Fakat o gün hepsini kendilerine bildirecektir. Onlar unuttuysalar da O bilir. ‘Allah onların yaptıklarını sayıp tesbit etmiştir, onlar ise bunu unutmuşlardı.’ (Mücâdele, 58/6). O hakları ödenmeyen malları, servetleri, o hırsla biriktirilerek gömülen hazîneleri, defineleri o gün çıkaracak. ‘O gün cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır, bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: ‘İşte kendiniz için yığdıklarınız’ (denir). (Tevbe 9/35) âyeti delâletince cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla alınları, yanları, belleri dağlanacaktır. (ELMALILI 9/382)