Alâk Sûresi

96 / Alâk Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir. İnsanın alak’tan yaratıldığını ifâde etmekte ve aynı kelimeyle adlandırılmaktadır. (H. T. FEYİZLİ, 1/597)

Baştan beş âyeti Hz. Peygamber’e gelen ilk vahiy olduğundan ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan ondört âyetinin ise sonraları Ebû Cehil hakkında indiği rivâyet edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 5/649)

Hadis: Buhâri ve Müslim’de Hz. Âişe’ye isnad edilen rivâyete göre Hz. Peygamber içinde yalnız kalmayı âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27’nci Gecesi (Pazar – Pazartesi)  tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamâna kadar hiç karşılaşmadığı bu nûrâni varlığın (Cebrâil) kendisine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: ‘Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra ‘oku!’  dedi. Ben yine ‘Okuma bilmem’ dedim. Beni tekrar kollarının arasna aldı, kuvvetle sıktı ve ‘oku!’ diye tekrar etti. Ben yine ‘okuma bilmem’ dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku; O, insanı alâk’tan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sâhibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir.’ (Buhâri Bed’ül Vahy 3, Müslim Îman 252’den KUR’AN YOLU, 5/649)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

96/1-8  YARATAN  RABBİNİN  ADIYLA  OKU

1, 2. (Ey Peygamberim!) Yaratan Rabbinin adıyla (Rabbin adına sana okunan şekliyle) oku (ve bildir insanlara). O insanı bir alâk’tan (rahim duvarına asılmış zigottan / aşılanmış yumurtadan) yarattı. [bk. 22/5; 23/13-14]

3-5. (Ey Peygamberim!) Oku, insana bilmediğini öğreten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem sâhibidir.

6-7. Hayır! Şüphesiz (kâfir) insan, kendisini müstağnî (Allah’a karşı ihtiyaçsız) görmesiyle azar (tâğûtlaşır, rablaşır/kendini tanrılaştırır).

  1. Şüphesiz dönüş ancak Rabbine (oalacak ve Allah onu cezalandıracak)tır.

 1-8. (1).‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’ Allâh’ın adıyla okunabilecek herşeyi oku! Allâh’ın kitabını oku! Allâh’ın âyetlerini oku! Kâinat kitabını oku! Doğru yolu bulmak ve sapıklıktan uzaklaşmak için oku! Îmânını kemâle erdirmek için oku! Öğrenmek için oku! Rabbine yaklaşmak için oku! Sebeplere bakarak o sebepleri yaratanı oku! Esere bakarak ilâhi müessiri oku! Kudret kaleminin bu âleme çizdiği her satırı oku! İnsana bilmediğini öğreten Allâh’ın adıyla oku! (Ö. ÇELİK, 5/526, 527)

Namazlarda Fâtiha sûresinden önce, namaz dışında Kur’an okunacağı zaman ve her önemli işin başında besmele okunması sünnet, bir hayvanı keserken ve av yaparken okumak farzdır. (6/118-121, 5/4; İ. KARAGÖZ 8/573)

Hz. Peygamber okuma yazma bilmemekle berâber, Arap müşriklerinde okuma yazma vardı. Hatta şiirlerindeki edebî sanat üst seviyede idi. Fakat öğrenimlerinin temelinde “Bismi’lLât ve’lUzzâ” gibi putlarını anma, onları yüceltme ve onlar adıyla okuma vardı. Bu âyet-i kerîme ile artık putlar ve onları yüceltme adına değil, Allâh’ın yüceliğini hâkim kılma ve O’nun adıyla okuma inkılâbı yapılmış oldu. Burada mef’ûl (nesne / okunacak şey) kaldırılmış olduğundan rızâsına uygun bütün okumaları da içine almaktadır. İnsanın aklını, düşüncesini aydınlatan fen bilimleridir. Gönlünü, duygularını aydınlatan ise din ilimleridir. Sâdece fen bilimleri ile beslenen insan genelde hîle, şüphe ve çıkarcılığa yönelir. Ancak din bilimleriyle birlikte insan yücelir, mutluluğa erer. (H. T. FEYİZLİ, 1/597)

(2).‘O insanı bir alâk’tan yarattı.’ Âyette sözü edilen ‘alâk’  kelimesi, insanın yaratılış aşamalarından bir devreye işâret eder. Hac sûresinin 5’inci âyetinde ve Mü’minun sûresinin 14’üncü âyetinde ‘nutfe’ aşamasından sonra ‘alâka’ aşaması geldiği ifâde edilmektedir. Dolayısıyla ‘alâka’ karışık nutfe oluşumundan sonraki aşamadır. Bu aşama ‘karışık nutfe’nin yâni ‘döllenmiş yumurta’nın rahme asılmasıyla başlar. (Ö. ÇELİK, 5/527, 528)  

(3).‘Oku,’ Tekrarı ifâde eden bu ikinci emir, okumak yeteneğinin tekrar ile meydana geleceğini uyarmak üzere birinci ‘ıkra’: oku’yu pekiştirmek için bir tekrar olduğu gibi, daha sonraki âyetlerden hareket ederek başkalarına tebliğ etmek veya yazdırmak için okumak üzere ikinci bir emir de olur. (ELMALILI, 9/324)

(4).‘Ki O kalemle öğretti.’ (..) İlmi faydalar verme lütfunun ötesinde bir lütuf yokmuşçasına, Allah Teâlâ lütfunun kemâline, kullarına bilmediği şeyleri öğretmeyi ve onları cehâlet karanlığından ilmin aydınlığına şıkarmayı delil getirmiştir. Ayrıca yazı ilminin üstünlüğüne de dikkat çekmiştir.  Çünkü yazı ilminde büyük faydalar vardır. Zîrâ ilimler, hikmetler,  öncekilerin haberleri ve Allâh’ın indirilmiş olan kitapları ancak yazıyla korunabilmiştir. Eğer yazı olmasaydı, din ve dünyâ işleri düzgün gitmezdi.  (Nesefi’den S. HAVVÂ, 16/286)

(..) Değersiz bir başlangıçtan sonra insana ilim vererek onu mahlûkatın en yüksek seviyesine çıkarması, Allâh’ın en büyük lütfudur. Sâdece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sâhip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve sonraki nesiller için muhâfaza etmesini de sağlamıştır. Eğer Allah, ilham yoluyla insana kalem ve kitabın ilmini vermeseydi,  o zaman insanın ilmi yetenekleri yayılmazdı. Gelecek nesillere ulaşamazdı. Böylece ilerleme mümkün olmazdı. (MEVDÛDİ, 7/175)

(5).‘O insana bilmediği şeyleri öğretti.’ (..) Allâh’ın insana bilmediğini öğretmesi, esâsen insanda olmayan kuvvetleri, yetenek ve kâbiliyetleri onda yaratmak sûretiyle ister çalışarak, isterse çalışmadan vehbî bir yolla olsun insana bilgiler vermesidir. Buna göre yeteneği olan her insan çalışarak bilgi edinir, ancak Yüce Allah bâzen de kendi lütfuyla dilediği kimselere bilgiler ilham edebilir. Allâh’ın lütfuna bu anlamda mazhar olanların başında peygamberler gelmektedir. Bunun içindir ki Allah Teâlâ, meselâ Hz. Peygamber (s)’e okuma yazma bilmediği hâlde katından bilgi vermiş, kaleme muhtaç olmadan ona bilmediklerini öğretmiştir. Nitekim ‘(Allah) Sana bilmediğini öğretti.’ (Nisâ 4/113) âyetiyle Yüce Allah bu husûsa işâret etmiştir. (M. DEMİRCİ, 3/599)

(6, 7).‘Hayır,’ Sûrenin bundan sonraki kısmının epeyce zaman sonra indiği anlaşılıyor. Ve inmesine sebep de Ebû Cehil olduğu rivâyet ediliyor. (ELMALILI, 9/327)

Hadis: Rivâyete göre Ebû Cehil, ‘Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun Muhammed’i namaz kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü toprağa sürteceğim!’ diyerek onun namaz kılmasını engellemeye karar vermişti. Hz. Peygamner namaz kılarken gördüğünde yeminini yerine getirmek isteyince hemen geri döndüğü ve garip bir şekilde elleriyle kendini korumaya çalıştığı görülmüş; niçin böyle tuhaf hareketler yaptığı sorulunca  ‘Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve bâzı kanatlı şeyler meydana geldi’ demiştir.  Hz. Peygamber, ‘Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi!’ buyurmuş, bu olay üzerine 6-19’uncu âyetler inmiştir. (Müslim Münâfikin 38, İbn Kesir’den KUR’AN YOLU, 5/653)

‘doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder,’ ‘kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.’ Mal ile ilim ile yâhut makam ve mevki ile kendisini müstağni görür de bunların Allâh’a âit olduğunu itiraf etmesi gerekirken etmez, Allah Teâlâ’ya ibâdet ve takvâ ile şükretme yerine O’na karşı nankörlük eder. (S. HAVVÂ, 16/290)

‘Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.’ Dönüp dolaşıp varılacak yer Allâh’ın huzûrudur.  O mal sâhibini ‘Nereden topladın ve nereye harcadın?’ diye hesâba çekecektir. (S. HAVVÂ, 16/290)

 96/9-19  NAMAZDAN  MENEDENİ  GÖRDÜN  MÜ?

9, 10. (Ey Peygamberim!) Gördün mü, namaz kılarken bir kulu engelleyeni(n hâli nice oldu)?

11-13. (Ey kâfir insan!) Düşündün mü? Ya o (namaz kılan kul) doğru yol üzerinde ise! 12. Yâhut takvâyı (Allâh’ı tanıyıp O’nu emirlerine uygun yaşamayı) emrediyorsa! 13. (Ey Peygamberim!) Düşündün mü? Ya o (biri de hakkı) yalan sayıyor ve (îmandan) yüz çeviriyorsa (hâli nice olur)?

  1. (Peygamberi namazdan engelleyen,) Allâh’ın (herşeyi) gördüğünü bilmiyor mu?

15-16. Hayır! (Durum müşriklerin zannettiği gibi değil!) Yok eğer (inkârından ve bu tutumundan) vazgeçmezse, andolsun ki (onu) perçem(in)den, o yalancı, günahkâr perçem(in)den yakalayıp (cehenneme) sürükleriz.

17, 18. Kâfir o (kendisine yardım edecek) taraftarlarını çağırsın. (Biz de) zebânîleri çağıracağız.

  1. (Ey Peygamberim!) Hayır! (Seni ibâdet ve taatten engelleyene) boyun eğme; (Allâh’a) secde et ve (O’na) yaklaş.

 9-19.(9, 10).Daha sonra Allah Teâlâ bize insanın azgınlığına dâir örnekler sunmuştur:

(a) ‘Gördün mü, namaz kılarken bir kulu engelleyeni(n hâli nice oldu)?’ Namaz kılan bir kulu özellikle namaz kıldığı sırada engellemek ne büyük cür’et, ne büyük azgınlıktır! İşte bu, o engellemeyi kendini zengin gördüğünden dolayı yapıyor. (ELMALILI, 9/328)

Bu azgınlık görüntülerinin ilkidir. Bir insanın başka bir insanı namazdan, Allah Teâlâ’ya ibâdet etmekten men etmesidir. (..) Bu insanın kendisini müstağni görmesinin sonucu olarak azgınlığa bir örnektir. (S. HAVVÂ, 16/291)

(11).(b) ‘(Ey kâfir!) Düşündün mü? Ya o (namaz kılan kul) doğru yol üzerinde ise! ‘Yâhut takvâyı emrediyorsa!’ (..) Bu iki âyet, doğru yolda gitmemenin ve takvâyı emretmemenin, azgınlığın bir göstergesi olduğunu göstermektedir. (S. HAVVÂ, 16/291)

(13, 14).(c) Ey Muhammed, ‘Düşündün mü? Ya o (Namazı engelleyen kişi, hakkı) yalan sayıyor ve (îmandan) yüz çeviriyorsa (hâli nice olur)?  ‘(Kâfir,) Allâh’ın (herşeyi) gördüğünü bilmiyor mu?’ İbn Kesir şöyle der: ‘Şu doğru yolda olan kulu men eden bu insan, Allâh’ın kendisini gördüğünü, sözlerini işittiğini ve ona davranışına göre eksiksiz karşılık vereceğini bilmez mi?’ (S. HAVVÂ, 16/291)

14’üncü âyetteki ‘Bilmedi mi?’ sorusu, Ebû Cehil ve onun konumunda olanları kınamaya yönelik bir hitap olup ‘bilmesi gerekir’ anlamındadır. Bilmesi gereken şey ‘Şüphesiz Allah görüyor’ olmasıdır. Cümlede Allâh’ın neyi gördüğü belirtilmemiştir. Yüce Allah, inkâr ve îman edenleri bilir ve yaptıklarını görür. Allâh’ın görmesinden maksat; kâfir ve müminleri, inkâr veya îman, itaat veya isyanlarına göre ödüllendirmesi veya cezalandırmasıdır. (İ. KARAGÖZ 8/579)

Burada zâlimin zulmünü ve mazlûmun mazlûmiyetini Allâh’ın gördüğü belirtilerek şu sonuca varılmıştır: Zâlim cezâlandırılacak ve zulme uğrayana da yardım edilecektir. (MEVDÛDİ 7/176)

Bu âyetler, Ebû Cehil’in şahsında din özgürlüğüne karşı çıkan, Allâh’ın kullarını O’na kulluktan vaz geçirip kula kulluğa zorlayan zorbaların, çirkin ve azgın tavırlarını çok güzel bir şekilde tasvir etmektedir. İnsanlık târihi, Firavun ve Nemrut mîsâli binlerce zâlime şâhit olmuştur. Bunların nesilleri de tükenmiş değildir. Her dönemin çağdaş Ebû Cehilleri olmuştur ve kıyâmete kadar da olmaya devam edecektir. Ancak herşeyi bilen Allah, bunların yaptıklarını yanlarına kâr bırakmayacak, er ya da geç cezâlarını verecektir. (Ö. ÇELİK, 5/531)

(15, 16).‘Hayır! Yok eğer (Kâfir kişi inkârından) vazgeçmezse, andolsun ki (onu) perçem(in)den, o yalancı, günahkâr perçem(in)den yakalayıp sürükleriz.’ Âyette bu cezânın dünyâda mı yoksa âhirette mi verileceğine dâir bir açıklama yapılmadığına göre her ikisini de kapsadığı düşünülebilir. Nitekim Ebû Cehil ve benzerleri müslümanlar karşısındaki yenilgileri ve tükenişleriyle bu dünyâda cezâlarını görmüşlerdir; ayrıca âhirette de cezâlandırılacakları birçok âyette haber verilmektedir. (KUR’AN YOLU, 5/655)

Ebû Cehil, Medîne döneminde, Bedir savaşında katledilmiş, onun kesik başını İbn Mes’ud (r) perçeminden tutarak  Nebi (s)’in önüne getirmiştir. (Râzi’den H. DÖNDÜREN 2/967)

(17, 18).‘Artık o taraftarlarını çağırsın. (Biz de) zebânîleri çağıracağız.’   ‘Nâdi’ hâlkın danışma vs. gibi bir şey için konuşmak üzere bir yere toplanmaları mânâsına ‘nedve’den gelir. Nitekim İslâm’dan önce Mekke’de Kureyş’in toplandığı parlamento binâsına ‘Dârü‘n nedve’ denilirdi. Nâdi orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki, eğlence meclisi, meclis, mahfel, kongre, parlamento terimleri gibidir. (ELMALILI, 9/332)

Hadis: Rivâyete göre Rasûlullah (s) Makâm-ı İbrâhim’de namaz kılmakta idi. Ebû Cehil yanına gelip: ‘Ey Muhammed ben seni bundan men etmedim mi?’ diyerek Efendimiz (s)’i tehdit etmeye başladı. Rasûlullah da ona sert bir şekilde karşılık vererek ‘Sen kim oluyorsun’ anlamında sözler söyledi. Bunun üzerine Ebû Cehil: ‘Sen de biliyorsun ki, bu Mekke vâdisinde taraftarı, yandaşları benden daha fazla olan kimse yoktur’ tehdîdini savurdu. Bunun üzerine ‘O zaman gitsin de yardıma çağırsın taraftarlarını! Biz de onu cehenneme sürmeleri için zebânileri çağıracağız.’ (Alâk 96/17, 18) âyetleri nâzil oldu. (Tirmizi Tefsir 96/2’den Ö. ÇELİK 5/532)

(19).‘Hayır!’ Sakındırma üzerine sakındırmadır. ‘Ona itaat etme!’ Öyle kendini zengin gören, yalancı, cinâyetkâr, namazdan alıkoyan azgını dinleme! Rabbine itaat etmekle okutmakta sebat eyle ‘ve secde et.’ Rabbinin emrine boyun eğmekle oku ve secdeye devam et ‘ve yaklaş.’ Secde ile, namaz ile ve yakınlığa sebep olan diğer ibâdet ve kulluk ile kulluk ederek Rabbine yaklaş. Çünkü sahih hadiste belirtildiği üzere: ‘Kulun Rabbine en yakın olabileceği durum secde ederkendir.’ (Müslim, Tirmizi, Nesâi’den ELMALILI 9/333)

Birçok âyette yüce Allah, kâfirlere itaati yasaklamaktadır. ‘Kâfirlere itaat etme.’ (25/52). Hadis:  Peygamberimizin beyânı ile ‘Allâh’a isyan konusunda insana itaat olmaz. İtaat ancak mâruf (İslâm’a ve akl-ı selîme uygun şeylerde) olur.’ (Müslim İmâre 39. Buhâri Ahkâm 4; İ. KARAGÖZ 8/580)

Kâfirlere itaat, onların İslâm’a aykırı inanç, düşünce, söz, eylem ve davranışlarını benimsemektir. Din konusunda Allah ve Peygamberden başkasınınİslâm’a uymayan inanç, düşünce ve sözlerini kabul eden, Allâh’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram kılan kimse, Allâh’a bunları ortak koşmuş olur. Çünkü dînî hükümler, helâl ve haram konusunda Allah’tan başkasını hâkim yâni hüküm verme, helâl ve haram koyma konumuna yükseltmiş olur. (İ. KARAGÖZ 8/581)

‘yaklaş’ emri, Hz. Peygamberin şahsında bütün müminlere yöneliktir. Yaklaşmak ile maksat; îman, ibâdet ve duâ ile Allâh’a itaat etmektir. Bir insan îman eder, Allâh’ın emir ve yasaklarına riâyet ederse Allâh’a yaklaşmış olur. (İ. KARAGÖZ 8/581)

Buhâri ve Müslim’de sâbit olduğu üzere Peygamber (sav) ‘İza ‘ssemâü nşakkat’ ve bu sûrede tilâvet secdesi yapmıştır. (ELMALILI 9/333)