Cin Suresi

72 / Cin Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 28 âyettir. Cinler rûhânî, latîf varlıklardır. Zâriyât sûresinin 56’ncı âyetine göre bunlar da insanlar gibi sorumludur. Müslüman ve kâfirleri vardır. Kâfirleri şerlidir. Şeytan da kâfirler grubundandır. Bu sûrede, cinlerden bir grubun gelip Hz. Peygamber’den Kur’ân dinledikleri ve îman ettikleri anlatılmaktadır. (H. T. FEYİZLİ, 1/571)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 72/1-7 RABBİMİZE  ASL  ORTAK  KOŞMAYACAĞIZ

1, 2. (Rasûlüm!) De ki: “Cinlerden bir topluluğun (Kur’ân’ı) dinledikleri ve şöyle söyledikleri bana vahyolundu: ‘Doğrusu biz, doğru yola çağıran, hayranlık veren bir Kur’ân dinledik ve ona îman ettik. Artık Rabbimize hiçbir (şey)i aslâ ortak koşmayacağız.’”

  1. “‘Şüphesiz Rabbimizin şânı pek yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.’”
  2. “‘Şüphesiz bizim beyinsizimiz (İblis ve tâifesi) Allah hakkında (eş ve çocuk edindi diyerek) gerçek dışı / yalan yanlış şeyler söylediler.’”
  3. “‘Şüphesiz biz de insanların ve cinlerin, Allâh’a karşı aslâ yalan söylemeyeceğini sanmıştık.’”
  4. “‘Şu da bir gerçektir ki insanlardan birtakım erkekler (korkulu durum ve yerlerde) birtakım erkek cinlere sığınırlardı da onların azgınlık ve şımarıklıklarını artırırlardı.’”
  5. “‘(Ey müşrikler!) Şüphesiz kâfir cinler, sizin zannettiğiniz gibi, Allâh’ın hiç kimseyi aslâ diriltemeyeceğini sanmışlardı.’”

 1-7. (1, 2).Abdullah b. Abbas (r)’ın haber verdiğine göre, hicretten önceki günlerin birinde, Rasûl-i Ekrem (s) birkaç sahâbisi ile Ukaz semtine doğru gidiyordu. O günlerde şeytanların göklerden haber alması engellenmiş, göğe çıkmak istediklerinde üzerlerine alevler atılmaya başlanmıştı. Bunun üzerine kavimleri onlara: ‘Gökten haber almanızı engelleyen herhâlde yeni bir olay vardır; yeryüzünü dolaşın da bunun sebebini öğrenin’ deyince cinler, yeryüzüne dağılmışlardı. Ukaz’dan geçen bir grup şeytan, ashâbına sabah namazı kıldıran Efendimiz (s)’in okuduğu Kur’ân’ı dinleyince: ‘Gökten haber almanızı engelleyen işte budur!’ dediler ve kavimlerinin yanına gidince: ‘Biz harikulâde güzel bir Kur’ân dinledik. O her hususta doğru yolu gösteriyor; biz de ona îman ettik. Bundan böyle artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.’ (Cin 72/1-2) dediler. (Buhâri Tefsir 72/1, Müslim Salât 149’dan Ö. ÇELİK, 5/255)

Peygamber (s)’in Kur’ân okuyuşunu dinleyen cinler, kavimlerine dönünce şöyle demişlerdir: (S. HAVVÂ, 15/371) (Cinlerin konuşmaları 15’inci âyetin sonuna kadar aktarılmaktadır, M. SELMAN)

‘’‘Biz harikulâde güzel bir Kur’ân dinledik.’’’ ‘Kur’ânen aceben’ Aceb, ‘çok hayret verici, hayran bırakıcı, harikulâde güzel’ demektir.  Bununla gerek dil yönünden, gerek fesâhat ve belâgat cihetiyle,  gerek mânâ ve mevzu / konu itibâriyle Kur’ân’ın emsalsizliğini dile getirmişlerdir. Kur’ân hakkında ikinci tespitleri, onun ‘her hususta doğru yolu gösteren; itikatta, amelde, ahlâkta doğru olanı öğreten bir kitap’ olmasıdır. Cinler, anladıkları bu gerçeklere dayanarak îman ettiler, Allâh’ın birliğini anladılar ve O’na bir daha aslâ şirk koşmayacaklarını söylediler. (Ayrıca bk. Ahkaf 46/29-32; Ö. ÇELİK, 5/256, 257)

Terim olarak cin ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irâde sâhibi, ilâhi emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifâde eder. (…) İnsanlar gibi cinler de, kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nisbetle daha üstün bir güce sâhiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesâfeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri hâlde onlar insanları görür, insanların bilmediği bâzı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dâir yanlış inancı Kur’ân kesinlikle reddeder (bk. Sebe 34/14). Gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. (bk. Hicr 15/18). Kur’ân bâzı cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla berâber çalıştıklarını bildirmektedir. (bk. Sebe 34/12-13, KUR’AN YOLU, 5/472)

Câhiliye Araplarının bir kısmı, şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allâh’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. (bk. En’âm 6/100). Kur’ân-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allâh’a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir. (Zariyât 51/56). Onlara da Peygamber gönderilmiş, içlerinden îman edenler olduğu gibi, inkâr edenler de olmuştur. (En’âm 6/130). Hz. Peygamber ilâhi emirleri cinlere de tebliğ etmiştir. (Ahkâf 46/29, En’âm 6/100; Hicr 15/27; Kehf 18/50; KUR’AN YOLU, 5/473)

Kur’an’da fâiz yiyenlerin kıyâmet günü şeytanın çarptığı kimselerinkalkışı gibi kalkacakları bildirilmektedir. (2/275) İnsan bedeninde kanın dolaştığı gibi, dolaşabilirler. (Buhâri Ahkâm 21). Hz. Peygamber (s), cinlerin insanlar üzerindeki etkisinden kurtulmak ve onları etkisiz hâle getirmek için Felâk ve Nâs sûreleri ile Âyet’el Kürsi’nin okunmasını tavsiye etmiştir. (Buhâri Vekâlet 10, Tirmizi Fezâilü’l Kur’an 2, 3; İ. KARAGÖZ 8/244)

(3).“‘Şüphesiz Rabbimizin şânı pek yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.’” Allah Teâlâ eş ve çocuk edinmekten münezzehtir. Ben derim ki: Cinlerin bu sözü, onların daha önce hristiyan bir çevrede bulunduklarını gösterir. Selmân-ı Fârisi’nin rivâyetinde Nasibiyn’in eski bir hıristiyan ülkesi olduğuna işâret vardır. Çünkü cinler, Allâh’ın eş ve çocuk edinmekten münezzeh olduğunu, Kur’ân’ı sâdece dinlemekle açıkça anlamışlardır. (S. HAVVÂ, 15/372)

(4).“‘Şüphesiz bizim beyinsizimiz (İblis ve tâifesi) Allah hakkında gerçek dışı / yalan yanlış şeyler söylediler.’” Mücâhid’e göre cinlere Allah hakkında asılsız şeyler söyleyerek onları Allah’tan başkasına tapmaya dâvet eden ‘beyinsiz’den maksat İblistir. (Kurtubi) İblis, Allâh’a eş, ortak ve çocuk isnâdında bulunur, cinler de ona inanırlardı; ama Kur’ân’ı dinleyip bilinçlendikten sonra, artık ona inanmaktan vaz geçmişlerdir. (Taberi)  Beyinsiz yalnız İblis değil, ‘Cinlerin inkârcı ve itaatsiz olanlarıdır’ şeklinde açıklanmıştır. (Şevkâni, KUR’AN YOLU, 5/474)

(5).“‘Şüphesiz biz de insanların ve cinlerin, Allâh’a karşı aslâ yalan söylemeyeceğini sanmıştık.’” Cinlerin bu sözlerinde belirttikleri şey, insanlık târihinde sapıklığa düşmenin en önemli sebeplerinden biri kabul edilmektedir. Bu da insanın ehil olmayanlara yanılmazlık özelliği vermesi ve onlara güven duymasında aşırılığa kaçmasıdır. Cinler Kur’ân’la öğrenmiş oldular ki, güven ancak Kur’ân’a uygun düşen şeylere duyulur. Bu gerçek İslâm’ın en büyük gerçeklerinden biridir. (S. HAVVÂ, 15/372)

(6).“‘Şu da bir gerçektir ki insanlardan birtakım erkekler (korkulu durum ve yerlerde) birtakım erkek cinlere sığınırlardı da onların azgınlık ve şımarıklıklarını artırırlardı.’” Bir adam ıssız bir vâdide yatmak veya konup geçmek istediği  ve başına bir tehlike gelmesinden korktuğu zaman yüksek sesle: ‘Ey bu vâdinin azîzi! Ben senin itaatinde bulunan beyinsizlerden sana sığınıyorum’ der ve böylece o vâdideki cinninin kendisini koruyacağına inanırdı. Kuşkusuz bu inançtaki kişiler, başı sıkıldıkça veya herhangi bir amaca ermek istedikçe, işi önce cinne sığınmak olur. (ELMALILI, 8/376)

‘Onların şaşkınlıklarını arttırırlardı’ meâlindeki cümle, bu cinlerin kendilerine sığınılmasından dolayı kibirlenip azgınlaştıklarını anlatmaktadır. (KUR’AN YOLU, 5/474)

(7). Bu âyette cinlerin kâfirlerinin, Mekkeli müşrikler gibi Allâh’ın peygamber gönderdiğine inanmadıklarını beyan etmektedir. (İ. KARAGÖZ 8/248)

 72/8-17 BİZ  ALLÂH’I  ÂCİZ  BIRAKAMAYACAĞIZ

  1. “‘Şüphesiz biz (melekleri dinlemek için) göğü yokladık. Fakat onu çok güçlü bekçilerle ve akıp yakan alev (top)larıyla dolu bulduk.’”
  2. “‘Şüphesiz biz (önceden meleklerden haber) dinlemek için onların otur(ul)acak yerine otururduk. Artık kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev (topu) buluyor.’”
  3. “‘Yeryüzündekilere, bir fenâlık mı istendi, yoksa Rableri onlar için bir hayır mı diledi, doğrusu biz, bilmeyiz.’”
  4. “‘Şüphesiz biz (cinler)den (îman etmiş) iyi kimseler olduğu gibi, bunun dışında olan (kötüler) de var; biz çeşit çeşit yollar tutmuşuzdur.’”
  5. “‘Şüphesiz biz (Kur’ân’ı dinleyince) anladık ki yeryüzünde (kalsak) da Allâh’ı aslâ âciz bırakamayız, (göğe) kaçmakla da O’nu aslâ âciz bırakamayız (elinden kurtulamayız).’”
  6. “‘Hiç şüphesiz biz, hidâyet rehberini (Kur’ân’ı) dinleyince, ona îman ettik. Kim de Rabbine îman ederse, (hakkının) eksik verilmesinden ve zulme ve zillete uğramaktan endişe etmez.’”

14, 15. “‘Şüphesiz biz (cinler)den, müslüman olanlar da var, hak yoldan sapan (zâlim)ler de vardır. Müslüman olanlar ise, işte onlar, doğru yolu araştır(ıp bul)anlardır.’” 15. “‘Hak yoldan sapanlar ise, artık cehenneme odun olmuşlardır.’”

16, 17. (Ey Peygamberim!) (Cinlerin bu sözlerinden sonra Allah buyurur ki🙂 Eğer onlar (insanlar ve cinler) hak yol (İslâm’)da dosdoğru gitselerdi, bu hususta kendilerini imtihan edelim (îmanda sebat eden ve şükredenleri görelim) diye elbette onlara bol bir su (bereket ve rızık) verirdik. Kim de Rabbinin zikrinden (ibâdet ve itaatinden) yüz çevirirse, (Rabbi) onu (şiddeti) gittikçe artan çetin bir azâba sokar. [bk. 5/66; 7/69]

 8-17. (8).“‘Şüphesiz biz (melekleri dinlemek için) göğü yokladık. Fakat onu çok güçlü bekçilerle ve akıp yakan alev (top)larıyla dolu bulduk.’” ‘Biz îman ettik ki, ‘Allah kimseyi peygamber göndermeyecek, göndermez’ zannı yanlış imiş, biz yüce bir şahsın peygamber gönderildiğini anladık. Çünkü biz göğü, o yüksek âlemi yokladık da onu şiddetli bekçiler, kuvvetli muhâfız melekler ve atılmaya hazırlanmış ateş gibi alevler, korlarla doldurulmuş bulduk. (ELMALILI, 8/378)

Peygamberimiz (s) gönderilip Kur’ân inmeye başladıktan sonra cinlerin göğe çıkmaları engellenmiş, böylece daha önce çıkıp oturdukları yerlere oturma ve gök haberlerini dinleme imkânları kalmamıştır. Bunun asıl sebebi, cin ve şeytanların Kur’ân vahyine müdâhâlesini engellemek ve vahyin sağlıklı, arı duru, tertemiz bir şekilde Peygamber’e ulaşmasını sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. (Ö. ÇELİK, 5/259)

(9).“‘Şüphesiz biz (önceden meleklerden haber) dinlemek için onların otur(ul)acak yerine otururduk. Artık kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev (topu) buluyor.’” Bugün kim kulak hırsızlığı yapmak istese, kendini bekleyen bir alev bulur. O bu alevden kurtulamaz, alev onu yakıp helâk eder. Allah Teâlâ burada, Peygamber’i Muhammed (s)’i gönderdiği ve ona Kur’ân’ı indirdiği zamanki cinlerden haber veriyor. Gök güçlü bekçilerle doldurularak, diğer köşeleri korunarak, Kur’ân’dan hiçbir şeyi duyup kâhinlere bildirmesinler diye şeytanlar daha önce oturmakta oldukları yerlerden kovularak Kur’ân’ın muhâfaza altına alındığını bildiriyor. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 15/373)

Hadis: ‘Melekler bulutlara inerler ve gökte takdir buyurulan şeyleri söylerler, şeytanlar ise kulak hırsızlığı yapıp onlardan bâzı şeyleri duyarlar ve bunları kâhinlere bildirirler. Kâhinler de kendi kafalarından onların yanına yüz tâne yalan katarlar. (Buhâri Bed’ül Hâlk 6’dan, İ. H. BURSEVİ, 22/361)

(10).“‘Yeryüzündekilere, bir fenâlık mı istendi, yoksa Rableri onlar için bir hayır mı diledi, doğrusu biz, bilmeyiz.’” Bu âyetten, cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18’inci âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere, burada vahyin korunduğuna, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyi bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytâni güçlerin alev topuyla engellendiğine işâret edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 5/476)

Burada dikkat çeken husus, cinlerin kötülüğü kimin murad ettiğini belirtmemeleri fakat iyiliği Allâh’a nisbet etmeleridir. İbn Kesir şöyle der: ‘Bu onların ifâdelerindeki edeplerinden biridir. Çünkü onlar, kötülüğü isteyenin kim olduğunu belirtmemişler, fakat iyiliği Allah Teâlâ’ya nisbet etmişlerdir.’ (S. HAVVÂ, 15/374)

(11).“‘Şüphesiz biz (cinler)den (îman etmiş) iyi kimseler olduğu gibi, bunun dışında / bundan aşağı olan (kötüler) de var; biz çeşit çeşit yollar tutmuşuzdur.’” Bundan aşağı olanlar ile ya salah ve takvâda kâmil olmayan orta seviyedeki cinleri yâhut da sâlih olmayan cinleri kastetmişlerdir. ‘Biz türlü türlü yollara ayrılmışız.’ Biz değişik mezhep ve çeşitli din sâhipleriyiz. (S. HAVVÂ, 15/374)

(12).“‘Şüphesiz biz (Kur’ân’ı dinleyince) anladık ki yeryüzünde (kalsak) da Allâh’ı aslâ âciz bırakamayız,’  Yeryüzünün neresinde olursak olalım, ne kadar gizlenirsek gizlenelim, gerek böyle ihtilâf içinde kalalım, gerekse birleşelim, her ne yapsak Allâh’a karşı koyup da ondan kurtulmamıza imkân ve ihtimal yok. ‘ve ondan kaçmakla da kurtulamayacağız.’’’ Yeryüzünde kalmayıp da göğe kaçacak olsak yine onu âciz bırakamayacağız. Ona îman ve itaat etmedikçe, nerede bulunsak bizi yakacak. Biz bunu tecrübeyle anladık. (ELMALILI, 8/379)

(13).“‘Hiç şüphesiz biz, hidâyet rehberini (Kur’ân’ı) dinleyince, ona îman ettik. Kim de Rabbine îman ederse, (hakkının) eksik verilmesinden ve zulme ve zillete uğramaktan endişe etmez.’” Yâni hakkı yenilmek, mükâfâtından bir şey eksiltilmek sûretiyle zulme de uğramaz; gerek insan gerek cin başka birisi tarafından hüküm altına alınıp zillete de düşmez. Bu korkuların hiçbiri kalmaz. Zîrâ Allâh’ın ortağı yoktur. Onun güç ve kuvvetine karşı gelecek kimse bulunamaz. Kısacası, insan ve cinne sığınanlar kendilerini kurtaramaz. Ancak Allâh’a îman edip de O’na sığınanlar esenliğe erer. (ELMALILI, 8/380)

(14).“‘Şüphesiz biz (cinler)den, müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da vardır.’’’ Müslüman olanlar Allah ve Rasûlüne îman eden, onlara boyun eğen ve İslâm dinine giren kimselerdir. Zâlimler ise, haktan sapan kişilerdir. ‘’’Müslüman olanlar ise, işte onlar, doğru yolu araştır(ıp bul)anlardır.’” Nesefi, ‘taharri’ kelimesi, öncelikli olanı aramak anlamınadır’ der. (S. HAVVÂ, 15/375)

(15).“‘Hak yoldan sapanlar ise, artık cehenneme odun olmuşlardır.’” Cehennemin kendileriyle tutuşturulacağı yakacak oldular. Nesefi der ki: ‘Bu âyette kâfir olan cinlere de cehennemde azap edileceğine delil vardır.’ (S. HAVVÂ, 15/375)

(16, 17).‘(Cinlerin bu sözlerinden sonra Allah buyurur ki🙂 Şâyet doğru yolda gitselerdi onlara bol su verirdik.’ ‘Bol yağmur’, nîmetlerin bolluğunu ifâde eder. Çünkü su hayattır. Bir yere ancak orada su varsa yerleşilir. Zîrâat, ekim, dikim su ile yapılır. Su olmazsa hayat devam etmez, hiçbir temel ihtiyaç elde edilemez. (Ö. ÇELİK, 5/260)

Kur’ân-ı Kerîm’de, inancı doğru, yaşayışı düzgün olanların nîmetlerle, güzel bir hayatla ödüllendirileceği (meselâ bk. Nahl 16/97; Nûh 71/10-12); fakat bu lütufların aynı zamanda bir sınav riski taşıyacağı (meselâ bk. Enfâl 8/28; Tâhâ 20/131; Zümer 39/49) başka yerlerde de bildirilmiştir. 16’ncı âyete şöyle de mânâ verilir: Eğer onlar, içinde bulundukları inkârcılığa devam ederlerse istidrac olarak onların rızıklarını çoğaltırız, sonunda zenginliklerine ve güçlerine güvenerek fitneye düşer,  büsbütün sapkınlaşırlarsa onları hem dünyâda hem âhirette cezâlandırırız. (KUR’AN YOLU, 5/479)

Diyeceksiniz ki dünyâda yüce Allâh’ın doğru yolunu izlemedikleri hâlde refah içinde yüzen nice zengin milletler var. Bu gözlem doğrudur. Fakat bu tür toplumlar başka âfetlerle cezâlandırılıyorlar. İnsanlıkları, güvenlikleri, psikolojik huzurları, değerleri ve onurları konusunda kayıplara uğratılıyorlar. Öyle ki bu kayıplar ve bunalımlar yüzünden refahları ve zenginlikleri anlamlarını yitiriyor, hayatları insanlıklarının, insan ahlâkının, insan onurunun, güvenliğin ve huzûrun aleyhine işleyen uğursuz bir lânete dönüşüyor. (S. KUTUB, 10/233)

‘Onları bu konuda imtihan edelim diye.’ Yâni öyle hepsi doğru yolu tuttukları hâlde de onları başıboş bırakıverecek değildik. Bu dünyâ imtihan dünyâsı olduğu için bunun darlığı da genişliği de bir imtihandır. Sıkıntı içinde bir gâyeye yürüyüştür. Fakat hep rızık darlığı içinde imtihan vermekle, bolluk içinde imtihan vermek arasında fark vardır. Onun için onlar o istikâmetle gitselerdi onları darlık içinde değil bol bol rızıklar içinde imtihan eder o yüzden yükseltirdik. Fakat onlar, o insan ve cinler öyle yapmadılar, çokları o öğüdü dinlemediler, yüz çevirdiler. (ELMALILI, 8/380)

‘Kim Rabbinin zikrinden’ O’na ibâdetten veya O’nun verdiği öğütten ya da O’nun vahyinden ‘yüz çevirirse Rabbin onu çetin’ çok zor  ‘bir azâba sokar.’ Bu azap, azap görene öyle baskın, öyle gâlip gelir ki, kişi o azâba dayanamaz. (İ. H. BURSEVİ, 22/371)  

 72/18-28  BEN  ANCAK  RABBİME  YALVARIRIM

  1. (Ey Peygamberim! De ki:) Şüphesiz (bütün) secde edilen yerler / mescidler Allâh(’a yaklaşmak ve O’na teslîmiyeti göstermek) içindir. O hâlde Allah ile berâber (başka) birine (sığınıp) kulluk etmeyin.
  2. Şüphesiz, Allah’ın kulu (Muhammed) kalkıp O’na duâ (ve ibâdet) ederken, (cinler hayretten, ya da müşrikler kötülük yapmak için) neredeyse etrâfında keçeler gibi (sımsıkı birbirlerine yapışık) oluyorlardı.
  3. (Rasûlüm!) De ki: “Ben sâdece Rabbime kulluk ederim ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.”
  4. (Ey Peygamberim!) De ki: “Doğrusu, size zarar ve fayda vermeye mâlik değilim.”

22, 23. (Ey Peygamberim!) De ki: “Doğrusu ben (saparsam) beni de Allâh’(ın azâbın)dan hiç kimse koruyamaz ve O’ndan başka, bir sığınak da aslâ bulamam.” 23. (Benim elimden gelen) ancak, Allah’tan geleni ve (onunla) peygamberlik (görev)lerini tebliğdir. Kim de Allâh’a ve Rasûlü’ne isyan ederse şüphesiz ona (ve benzerlerine) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır. [bk. 5/67]

  1. Nihâyet kâfirler, tehdit edildikleri (azâbı) gördükleri zaman, kimin yardımcılarının daha zayıf ve sayısının daha az olduğunu bilecekler.
  2. (Rasûlüm!) De ki: “(Ey kâfirler!) Tehdit edildiğiniz (azap) yakın mı, yoksa Rabbim ona uzun bir müddet mi belirler, kesin bilmiyorum.”

26, 27, 28. Bütün görülmeyeni bilen O’dur. O, gizli olanı, seçtiği peygamber dışında kimseye açıklamaz. Ancak onların da ardından gözetleyiciler koyar ki, Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin(ler). Çünkü O, onları(n hepsini ilmiyle) kuşatmış ve herşeyi sayısıyla (bir bir) saymıştır.

 18-28. (18).‘Şüphesiz ki (bütün) secde edilen yerler / mescidler Allâh(’a yaklaşmak ve O’na teslîmiyeti göstermek) içindir. O hâlde Allah ile berâber (başka) birine (sığınıp) kulluk etmeyin.’ El Hasen el Basri demiştir ki: Bu âyetteki ‘mesâcid’ ifâdesiyle ‘yeryüzünün tamâmı’ kastedilmiştir. Çünkü bir hadiste Allah Rasûlü (sav) ‘yeryüzünün kendisi için mescid kılındığını’ (Buhâri, Tirmizi, Nesâi) beyan etmiştir. (Zemahşeri, İbn Atıyye’den M. DEMİRCİ, 3/437)

(…) Söz konusu âyetin içerisinde yer aldığı Cin sûresi Mekke’nin orta dönemlerinde inmiş bir sûredir, dolayısıyla bu âyetin ilk muhâtapları için bugünkü anlamda bir ‘mescid’  algısını gündeme getirmiş olması uzak bir ihtimaldir. Zîrâ o dönemde müslümanların zihinlerinde henüz mescid fikri oluşmuş değildi. (…) Yeryüzü Yüce Allah tarafından yaratılmıştır ve mescidin her bir unsuru arzın bir parçasına işâret etmektedir. Böyle olunca arzın tamâmı mescid demektir. Buna göre ‘ve enne‘l mesâcide lillâhi…’ ifâdesi ‘yeryüzünde Allah’tan başkasına kulluk etmeyin’ anlamına gelmektedir. (M. DEMİRCİ, 3/438)

(19).‘Şüphesiz, Allâh’ın kulu (Muhammed) kalkıp O’na duâ (ve ibâdet) ederken, neredeyse etrâfında keçeler gibi (sımsıkı birbirlerine yapışık) oluyorlardı.’ El Hasen el Basri’nin (..) şöyle bir rivâyeti naklettiği ifâde edilmektedir: ‘Allah Elçisi Hz. Muhammed ne zaman hakkı tebliğ etmek için müşriklerin karşısına çıksa, onlar hemen Rasûlullah’ın etrâfını yoğun bir şekilde kuşatıverirlerdi. Amaçları, birbirlerine destek vermek sûretiyle Allâh’ın nûrunu söndürmekti.’ (M. DEMİRCİ, 3/439)

Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed’e karşı olan düşmanca tavırları aslında peygamberle berâber bütün müslümanlara yönelikti. Bunun sonucu olarak müşrikler Mekke’de müslümanları baskı altında tutmak sûretiyle yer yer onlara zulüm de yapıyorlardı. İşte Cin 72/19. âyeti, Mekke müşriklerinin, söz konusu düşmanca tavırlarından söz etmektedir. Bilindiği gibi esâsen amaçları da Hz. Peygamber’i dâvâsından vazgeçirmek ve İslâm nûrunu söndürmekti. (M. DEMİRCİ, 3/441)

Hz. Peygamber (s), birkaç sahâbe ile birlikte Ukaz Panayırına giderken Nahle denilen yerde sabah namazını kıldırdığı zaman (Buhâri Tefsir 72) namazda okuduğu âyetleri işiten cinler, Kur’ân’ı dinlemek için Hz. Peygamber’e sokulmuşlar, âdetâ üst üste yığılmışlardır. (İ. KARAGÖZ 8/259)

(20).‘(Rasûlüm!) De ki: “Ben sâdece Rabbime kulluk ederim!’ İbn Kesir der ki: ‘Rasûlullah (sa), getirdiği dîni geçersiz kılmak için kendisine eziyet ettikleri, kendisini yalanladıkları, aleyhine gösteriler yaptıkları ve aleyhine düşmanlıkta ittifak ettikleri zaman onlara: ‘Ben ancak Rabbime duâ ederim’ dedi. Yâni ben sâdece ortağı olmayan Rabbime ibâdet ederim, O’ndan kurtuluş isterim, O’na güvenirim ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmam. (S. HAVVÂ, 15/379)

(21).‘De ki: “Şüphesiz, size zarar ve fayda vermeye mâlik değilim.” Burada sanki şöyle demiş oluyor: ‘De ki ey müşrikler! Ben ne fayda vermeye ne zarar vermeye, ne saptırmaya ne de doğru yola iletmeye mâlikim. Bütün bunlar benim elimde değil, tam tersine Cenâb-ı Hakk’ın elindedir.  Zarar veren, fayda veren, doğru yola ileten ve sapıklığa sevk eden sâdece O’dur. (İ. H. BURSEVİ, 22/378, 379)

(22).‘De ki: “Şüphesiz ben (saparsam) beni de Allâh’(ın azâbın)dan hiç kimse koruyamaz’ Yâni Allah, ‘Allah’tan başka hiç kimseye duâ etme’ buyururken, ondan başkasına duâ ve ibâdet edecek, emrine uymayacak olursam Allah azap eder ve Allah’tan beni ne insan ne cin ne melek ne başka birisi, hiç kimse kurtaramaz. Bu nedenle, başkasına duâ ve ibâdet etmekte hiçbir fayda yok, büyük zarar vardır. (ELMALILI, 8/385)

‘ve ondan başka bir sığınak bulamam’ gerek kendi azametinden ve gerek başkalarının düşmanlık ve zararından sığınacak yer ve sığınılacak ancak O’dur. Herşey O’nun istediğini yapmak zorundadır. Duâ ve ibâdet ancak O’na olur. (ELMALILI, 8/385)

(23).‘(Benim elimden gelen) ancak, Allah’tan geleni ve (onunla) peygamberlik (görev)lerini tebliğdir. Kim de Allâh’a ve Rasûlü’ne isyan ederse kesinlikle ona içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.’ Burada ‘ebeden: ebedi olarak’ kaydı, bu isyânın Allâh’a ortak koşarak ve onu inkâr ederek isyan demek olduğunu anlatır. (ELMALILI, 8/386)

(24).‘Nihâyet kâfirler, tehdit edildikleri (azâbı) gördükleri zaman, kimin yardımcılarının daha zayıf ve sayısının daha az olduğunu bilecekler.’ Nesefi der ki: ‘Onlar mı, yoksa müminler mi? Yâni o gün kâfirin hiçbir yardımcısı yoktur. Ama mümine Allah, melekleri ve peygamberleri yardım edecektir.’ (S. HAVVÂ, 15/381)

Bu âyetin arka plânı şudur: O dönemde Allah Rasûlü’nün Allâh’a dâvetini duyduklarında Kureyşli’ler onun üzerine hücum ederlerdi. Kendi gruplarının kalabalık ve güçlü olduğunu ve Rasûlün yanında birkaç kişinin bulunduğunu ve dolayısıyla onu kolayca alt edebiliriz (kolayca alt edebileceklerini, M. SELMAN) zannediyorlardı. (MEVDÛDİ, 6/449)

(25).‘(Rasûlüm!) De ki: “Tehdit edildiğiniz (azap) yakın mı, yoksa Rabbim ona uzun bir müddet mi belirler, kesin bilmiyorum.” Kesinlikle olacağı bildirildi, fakat yakınlığı uzaklığı bildirilmedi. İşin bu yönü bilinmemektedir, bu yön gayptır. (ELMALILI, 8/386)

(26-28).‘(O) Gaybı bilendir.’ Gaybı sâdece Allah bilir. Bundan dolayı Kıyâmetin ne zaman kopacağını ve o kâfirlere ne zaman azap edeceğini de yalnız O bilir. ‘Fakat O kendi gaybını kimseye açmaz.’ Beğenip seçtiği bir peygamber müstesnâ yaratıklarından hiçbir kimseyi bilgi sâhibi kılmaz.  Allah ona gaybdan bâzı şeyleri, bununla ilgili verdiği haber kendisi için bir mûcize olsun diye bildirir. (S. HAVVÂ, 15/382)

‘Fakat O kendi gaybını kimseye açmaz.’ Açık ve kesin şekilde gösterecek kesin bir keşf ile gaybını kimseye açmaz. Onun için ne insan, ne cin, ne melek ne de bir başka varlık mutlak gaybı yakinen bilmez. Böyle olması izâfi gayb (göreli gayb)a dâir bâzı bilgiler edinilebilmesine aykırı olamayacağı gibi, rüyâ, ilham, kerâmet veya gizli bâzı sebeplerle mutlak gayba dâir bâzı şeyler sezilebilmesine de aykırı değildir. Bununla berâber bunların hiç biri zan ve kuruntudan arınmış tam bir keşif ve ortaya çıkarma anlamına kesin bir ilim olamaz. (ELMALILI, 8/387)

‘Ancak (bildirmeyi) dilediği peygamberler bunun dışındadır.’ Yâni Rasûl’ün kendisi bizzat gaybı bilici olamaz. Fakat Allah onları risâlet göreviyle seçtiği için gayb ilminin bâzı gerçeklerini istediği zaman onlara verebilir. (MEVDÛDİ, 6/449)

Allâh’ın peygamberlerini kıyâmet ve âhiret hâlleri gibi bâzı gayb konularından haberdar etmesinin bir amacı da mûcize mâhiyetindeki bu bilgilerle onların nübüvvetini kanıtlamaktır. Bu âyetler, astroloji yoluyla olağanüstü bilgilere ulaştıklarını söyleyenleri de yalanlamaktadır. Zemahşeri gibi mûtezile âlimleri bu âyetlere dayanarak kerâmetin imkânsızlığını, kerâmet olduğu söylenenlerin asılsız olduğunu söylemişlerdir. Ancak Râzi, burada özellikle âhiretle ilgili gaybî bilgilerden söz edildiğini belirterek Mûtezilenin bu âyetten bu anlamı çıkarmasını da dayanaksız bulmuştur. (KUR’AN YOLU, 5/481)

‘Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar,’ Burada muhâfızlardan kasıt, meleklerdir. Yâni, Allah (cc) vahiy vâsıtasıyla gayb ilmini Rasûlullah’a gönderdiği zaman tam olarak Rasûl’e ulaşması ve kimsenin ona bir dokunması olmasın diye her taraftan melekler onu muhâfaza altına alırlar. Aynı şey yukarıda 8. ve 9. âyetlerde de açıklanmıştı. Şöyle ki, Allah Rasûlü’nün bi’setinden sonra cinler için semâya yaklaşacak bütün kapılar kapandığında cinler, melekler tarafından çok sıkı bir kontrol olduğunu ve bir şeyler duyabilmelerinin mümkün olmadığını görmüşlerdi. (MEVDÛDİ, 6/449)

‘Bilsin diye ki,’ (..) Yüce Allah o gözetleyicileri şunun için dizer ki, o elçi (Peygamberimiz, sav, M. SELMAN)  şunu bilsin: bütün tanıklarıyla apaçık yakinen şunu bilsin. (ELMALILI, 8/388)

‘onlar Rablerinin elçiliklerini yerine getirmişlerdir.’ Ki, onu Allâh’ın gaybından ona getiren elçiler, gerçekten Rableri olan yüce Allâh’ın kelâmını, gönderdiği emânetlerini olduğu gibi, hakkıyla bildirmişlerdir. ‘Allah onlarda bulunan herşeyi kuşatmış’ Ve o kelâmı açıklayıp gönderen yüce Allah, gerek o gözetleyicilerin ve gerek o elçinin katında olan bitenin hepsini ilmiyle kuşatmış ‘ve herşeyi bir bir saymıştır.’ Ve herşeyi sayısıyla, bütün ayrıntılarıyla zabıt altına alıp saymıştır. İşte Allah, o elçi (Peygamberimiz, sav, M. SELMAN)  bütün bunları yakinen bilsin de ona göre görevini yerine getirsin diye, o gözetleyicileri kendisi dizer. (ELMALILI, 8/388)

‘Herşeyi saymıştır.’ Yâni, gerek Elçi’ler ve gerekse melekler Allâh’ın kudretinin kuşatması altındadırlar. Bir kıl payı kadar Allâh’ın emrinden dışarı çıksalar, hemen yakalanırlar. Allâh’ın gönderdiği mesajlar, noktası noktasına sayılmıştır. Ne meleklerde ve ne de peygamberlerde onun bir harfini bile çıkartmaya veya ilâve etmeye bir cesâret yoktur. (MEVDÛDİ, 6/449)