Mekke döneminde nâzil olmuştur. 165 âyettir. En‘âm, kurbanlık hayvan cinsleridir. Araplar’ın bu hayvanlara karşı yanlış inanç ve gelenekleri 136, 138, 139 ve 142. âyetlerde kınanmış ve sûreye En‘âm (hayvanlar) adı verilmiştir. İbn Abbas’a (r) göre sûrenin 91, 93, 151 ve 153. âyetleri Medîne döneminde inmiştir. Diğer bir rivâyette 20, 21, 114 ve 141. âyetleri de Medîne döneminde inmiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/127)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
6/1-3 KÂİNÂTIN YARATICISI
1. Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allâh’a özgüdür. (Öyleiken) yine de küfre sapanlar (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.
2. O, sizi (önce) çamurdan yaratan, sonra (da) bir ecel belirleyendir. O’nun katında bir de ecel-i müsemmâ (kıyâmetleilgiliecel) vardır. (Bugerçekten) sonra, (ey müşrikler) siz hâlâ (Allâh’ın tek oluşundan) şüphe ediyorsunuz.
3. Göklerde de yerde de gerçek İlâh sâdece Allah’tır. (O) gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir. (Hayırveşerden) ne kazanacağınızı da bilir.
1-3. (1).‘Her türlü övgü, gökleri ve yeri taratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allâh’a özgüdür.’ En’âm, kurbanlık hayvan cinsleridir. Araplar, bu hayvanlar ile ilgili yanlış inanç ve geleneklere sâhiptiler. (136, 138, 139, 142 âyetler) Bu sûre, Fatiha sûresinde yer alan ‘âlemlerin Rabbi’ ifâdesinin geniş bir şekilde açıklaması anlamındadır. Sûrenin asıl konusu, yaratıcının ispâtı ve tevhid delillerini ortaya koymaktır. Peygamberimiz, çağrı görevine, Allah’tan başka ilâh olmadığı, egemenlik sâdece Allâh’a âit olduğu, Allah’tan başka hiçbir varlığa tapmamalarını bildirerek başlamıştır.
‘Hamd övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allâh’a özgüdür.’ Cenâb-ı Hak, bu sûreye, kullarının hamdetmesini, öğreterek başlamaktadır. Bütün hamdlere müstehak olan Allâh’ın ortağı yoktur, benzeri yoktur. Âyetin mânâsı: Sizlere ikramda bulunan, nimetler veren, yerleri, gökleri bütün güzellikleri yaratan Allâh’a hamdediniz. (M. A. SÂBÛNİ, 1/350-351)
‘Karanlıkları ve aydınlığı var eden’ Karanlıklar çoğul, aydınlık tekil olarak gelmiştir. Karanlıklar çoktur: gecenin karanlığı, denizin karanlığı, küfrün karanlığı, münâfıklığın karanlığı, fâsıklığın karanlığı gibi. Hidâyet nûru ise, (kaynağı) tektir / birdir. (S. HAVVÂ, 4/277)
(2).‘O sizi bir çamurdan yaratandır.’Yâni aslınız olan Âdem’i çamurdan yaratmıştır. (S. HAVVÂ) Ya da her insanın oluşumu, besinler yoluyla toprağa dayanır. Çünkü hayâtın temel öğesi olan kan, besinlerden alınır. Besinler de topraktan gelmektedir. (KUR’AN YOLU, 2/371, ELMALILI, 3/381)
Sonra da bir ecel belirleyendir. O’nun katında bir de ecel-i müsemmâ (kıyâmetle ilgili ecel) vardır.’ Burada iki ecelden söz edilmektedir: Birinci ecel, sona erdiği zaman öldüğünüz -takdir edilmiş- ecel, ikincisi ise, topluca (berzah âleminde) diriltileceğiniz eceldir. (M. A. SÂBÛNİ, 1/351, S. HAVVÂ, 4/278)
6/4-6 HAKKI İNKÂR EDENLER
4. (Böyleiken) o (müşrik)lere, Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeye görsün, kesinlikle ondan yüz çevirirlerdi.
5. İşte müşrikler, kendilerine Kur’an gelince onu yalan saydılar. Fakat kendisiyle alay ettikleri şeyin (acı) haberleri yakında onlara gelecektir.
6. (Müşrikler) Bizim, kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkânları onlara verdik ve üzerlerine gökten bol bol yağmur gönderdik, (evlerinin) alt tarafından akan ırmaklar yaptık. Fakat (âsîoldularda) günahları yüzünden biz de onları (azapla) helâk ettik ve onların peşlerinden başka bir nesil meydana getirdik. [bk. 8/25, 54; 29/40; 51/59]
4-6. (4).‘İşte o (müşrik)ler, kendilerine Kur’an gelince onu yalan saydılar. Fakat kendisiyle alay ettikleri şeyin (acı) haberleri yakında onlara gelecektir.’ Müşrik Araplar, Allâh’ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ediyorlar (46/87), fakat şefaatçi olurve kendilerini Allâh’a yaklaştırır inancıyla (39/3, 43) putlara tapıyor (53/19-23), bir tek ilâhın varlığını reddediyor ve putları Allâh’a ortak koşmakta ısrar ediyorlardı. ‘Muhammed ilâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu, çok tuhaf bir şeydir’ (38/5) diyorlardı. Çoğu, Allâh’a ancak ortak koşarak îman ediyordu. (12/106) Kur’ân’ın hak kitap olduğuna îman etmiyorlar, ‘Bu Kur’an bir büyüdür, biz onu kesinlikle inkâr edşyoruz’ (43/30). ‘Bu Kur’an evvelkilerin masallarıdır, Muhammed onları yazdırmış, sabah akşam onlar kendisine okunuyor’ (25/5) diyorlardı. (İ. KARAGÖZ 2/426)
(6).‘Sonra onları günahlarından dolayı helâk ettik.’ Âd ve Semûd ve diğerleri gibi kavimler bolluk, nehirler, bağlar, bahçeler, meyveler arasında yaşarlarken, günahları yüzünden helâk ettik.
Ümmetlerin ecellerinin gelmesinde, günahların ve hatâların sebep oluşu mühimdir. Bir ümmet, vazifelerinde kusur etmezse, onun pek uzun süre devam ve bekâsı mümkün olacaktır. (ELMALILI, 3/388)
Küfrettiler ve isyân ettiler. Biz de onları günahları nedeni ile helâk ettik. Bu, kâfirlere bir tehdittir. Yeryüzünde güç, kuvvet, ihtişamlarından sonra, eski kavimlerin başına gelen (musîbet)lerin kendilerinin de başına geleceğinin tehdit olarak bildirilmesidir. (M. A. SÂBÛNİ, 1/352)
6/7-11 MÜŞRİKLERİN BAHÂNELERİ
7. (EyPeygamberim!) Sana kâğıtta (yazılı) bir kitap gönderseydik de ona elleriyle dokunsalardı, yine inkâr edenler: “Şüphesiz bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.” diyeceklerdi.
8. (Müşrikler, Muhammed’e): “(Bizimdegörebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer bir melek indirseydik, elbette (yineîmanetmezler, fakathelâkolmalarıkonusunda) iş bitmiş olur, artık onlara hiç göz açtırılmazdı.
9. Eğer Peygamber’i bir melek yapsaydık, elbet onu da yine bir adam (şeklinde) yapar (gösterir)dik ve onları düştükleri şüpheye yine düş(melerline imkân verir)dik. [bk. 17/95; 23/24]
10. (EyPeygamberim!) Hiç kuşkusuz, senden önceki peygamberlerle de alay edildi. (Fakat) onlarla alay edenleri, alay ettikleri şeyler kuşat(ıpmahvet)ti.
11. (Ey Peygamberim!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da (peygamberleri) yalanlayanların sonlarının nasıl olduğuna bakın.”
7-11. (7).‘Eğer sana kâğıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık, elleriyle ona dokunsalardı küfretmiş olanlar, yine de derlerdi ki: Bu apaçık bir büyüden başkası değildir.’ Müşrikler, Hz. Peygamberin ilâhi kelâmı onlara duyurmasını yeterli görmemişler, gökten bir kitap (İsrâ 17/93), veya açılmış sahîfeler (Müddessir 74/52) indirilmesini istemişlerdi. Hz. Peygamberi zor durumda bırakmak istemişler, câhiliye inatçıları bahâneler uydurmuşlardır: Kur’ân’ın bir büyü (En’am 6/7), peygamberin bir kâhin ve mecnun (Tur 52/29) olduğu ithamlarında bulunmuşlardır. (KUR’AN YOLU, 2/378-79)
(8).‘Eğer bir melek indirseydik, elbette (yine îman etmezler, fakat helâk olmaları husûsunda) iş bitmiş olur(du.) Eğer melek, asli sûretinde gelip hakîkat ortaya çıksaydı, Hz. Peygamberin haber verdiği azap hemen uygulanırdı. Özellikle vahiy meleği Cebrâil’i, sıradan insanlar şöyle dursun, peygamberler bile pek azı asıl varlığı ile görebilmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/380, ELMALILI’ya atıfla)
Rasûlullâh’a Cebrâil çok defa (sahâbeden) Dihyetü’l Kelbî sûretinde inerdi. Bâzen de peygamberle birlikte sahâbeye de beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam şeklinde görünürdü. Üzerinde yolculuk alâmetleri görülmez, sahâbeden hiç biri de onu tanımazdı. Cebrâil’in bir Arap şeklinde geldiği, îmânı, İslâm’ı, ihsânı sorarak, İslâm’ı öğrettiği de meşhurdur. Hz. Meryem’e ‘doğru bir erkek’ (19/17) (Hz. Dâvûd’a önüne çıkan iki hasım –S. HAVVÂ, 4/288) şeklinde görünmüştü. Aynı şekilde Hz. İbrâhim’e ve Hz. Lût’a misâfir şeklinde gelmişlerdi.
‘Eğer bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur(du).’ (..) Ancakmeleğigerçeksûretiyle görmeye güçleri yetmez, yıldırım çarpmaktan daha müthiş bir şekilde helâk olurlardı. Özellikle ki o Kur’ân’ı getiren Cibrîl’dir. Ve onun bir bağırması bir memleketi mahvetmeye yeterli olmuştur. (ELMALILI, 3/389)
‘İş bitirilmiş olurdu’ cümlesi, tehdit edildikleri azap gerçekleştirilir, helâk edilirlerdi, demektir. Melekler, ancak Allâh’ın gazabına uğrayan bir topluma azap getirmek için inerler. Nitekim Lût kavminindurumu bunu göstermektedir. (7/80-84) (İ. KARAGÖZ 2/429)
(9).Âyette, ‘le cealnâhü racülen’ buyurulması dikkate şâyandır. Bununla meleğin kadın sûretinde gönderilme ihtimâlinin bulunmadığı anlatılmıştır. Zîrâ kâfirler, melekleri kadın olarak hayâl ediyorlardı. (ELMALILI, 3/390)
Eğer Allah, müşriklere melekleri gönderecek olsaydı, ancak orayı helâk etmek için gönderirdi. (15/51, 51/24) Nitekim Hz. İbrâhim ve Hz. Lût peygamberlere elçi gelen iki melek, insan suretinde gelmişti. (11/69, 77) Hz. Meryem’e (19/17) ve Peygamberimize de Cebrâil insan suretinde gelmişti. (Müslim, İ. KARAGÖZ 2/429).
(11).‘De ki, yeryüzünde gezip dolaşın da sonra bir görün, yalanlayanların sonu nice olmuştur.’ Bu buyruk, yeryüzünde ticâret ve başka maksatlarla gezip dolaşmanın mubah (Seyahat) olduğunu ifâde etmekte, helâk olanların bıraktıkları eserler ve izler üzerinde dikkatle durmanın vâcip olduğunu vurgulamaktadır. (S. HAVVÂ, 4/289)
6/12-18 KIYÂMET VE AHİRET
12. (Ey Peygamberim!) De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” De ki: “Allâh’ındır.” O, rahmet etmeyi bizzat kendi üzerine yazmıştır. Sizi elbette hakkında hiç şüphe olmayan kıyâmet gününde toplayacaktır. (Akl–ıselîminikullanmayarak) kendilerini ziyâna uğratanlar var ya, işte onlar îman etmezler.
13. Gece ve gündüzün içinde barınan (her)şey O’nundur. O, hakkıyla işiten, gerçek bilendir.
14. (EyPeygamberim!) De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, (yaratıkları) beslediği hâlde, beslenme ihtiyâcı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim?” (Yine) de ki: “Bana, müslüman olanların ilki olmam emredildi ve ‘aslâ müşriklerden olma’! (buyuruldu.)”
15. (Ey Peygamberim!) De ki: “Eğer ben Rabbime isyân edersem, o büyük günün azâbından korkarım!”
16. O (kıyâmet) günü, (azap) kimden giderilirse, (Allah) ona mutlaka merhamet etmiştir ki bu da apaçık bir kurtuluştur.
17. (Ey Peygamberim!) Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa, kendisinden başka onu giderecek hiçbir güç yoktur. Yine, sana bir hayır dokundurursa da (öyledir). Çünkü O, herşeye gücü yetendir.
18. Allah, kullarının üstünde eşsiz kudret ve yetki sahibidir. O, mutlak hüküm ve hikmet sâhibidir herşeyden hakkıyla haberdardır.
12-18. (12).Mekkeliler Rasûlullah’a: “Yâ Muhammed! Biz yahûdi ve hıristiyanlara seni sorduk, onlar da senin Rasul olmadığını haber verdiler. Öyleyse senin peygamberliğine kim şâhitlik edecek?” demişlerdi. Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerîmeler indi. (H. T. FEYİZLİ, 1/129)
‘O rahmeti kendi üzerine yazmıştır.’ Bütün varlıkları rahmetiyle yarattı ve bütün olayların olması onun rahmet satırları oldu. İlâhi ahlâkın zıddına gazabı gerektirecek şeyleri benimseyenler hakkında cezâ vermekte acele etmez, tevbe ve sığınmayı kabul eder. (ELMALILI, 3/393-94)
Âyet-i kerimede bildirilen rahmet, dünyâ ve âhiretteki bütün nimetleri kapsar. Şu hâlde kullarını marifetullâha erdirmesi, tevhid bilgisini öğretmesi, kitaplar indirmesi, küfürde ısrar edenlere mühlet vermesi O’nun rahmeti cümlesindendir. (İ. H. BURSEVİ, 5/241)
(..) O, mecbur olmamakla berâber bizzat kendi lütuf ve kereminden kullarına merhamet edeceğini va’detmiştir. O kullarına merhametli davranmakta, inkâr edenleri hemen cezâlandırmamakta, kendilerine dönmeleri için süre tanımakta ve pişman oldukları takdirde tevbelerini kabul edeceğini haber vermektedir. Çünkü O’nun rahmeti gazabını geçmiştir. (Buhâri, Müslim. Ö. ÇELİK, 2/68)
Yüce Allah kötülüğe sâdece hakettiği cezâyı verirken, iyiliğe karşılığının on katı kadar, hattâ dilediğinde daha yüksek katlarda ödül veriyor; bunu yanısıra kötülükleri iyilikler aracılığı ile siliyor, hesaptan düşürüyor. Bütün bunlar yüce Allâh’ın ayrı birer bağışıdır. Yoksa hiç kimse iyi amelinin karşılığığında cennete girmeyi hak edemez. Ancak yüce Allâh’ın rahmetinin kapsamı altına girdiği bahtiyar kullar cennete girebilirler. Bu kural Hz. Peygamber Efendimiz (s) için bile geçerlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz, insanın yetersizliğinin ve yüce Allâh’ın fazîletinin tam anlamı ile bilincinde olan bir kul sıfatı ile bu gerçeği bizzat kendisi dile getirmiştir. (S. KUTUB, 3/505)
Hadis: ‘Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin olsun ki, insanlardan hiç kimse ameliyle cennete giremez; ancak Allâh’ın rahmet ve l^tfuyla girer.’ (soru üzerine) ‘Benim amelim de beni cennete sokmaz, meğer Allah rahmetiyle beni korumuş ola.’ (Buhâri Rikak 18, Müslim Münâfikun 71; Ö. ÇELİK, 2/70)
Hadis: Muhakkak ki, benim rahmetim, gazâbımı geçmiştir. (Buhâri, Müslim)
Hadîs: ‘Allah rahmeti yüz parçaya ayırmış, sâdece bir parçasını yeryüzüne göndermiştir. Bunun sâyesinde anne, yavrusuna şefkat gösterir.’ (Buhâri, Müslim)
Hadîs: ‘İnsanlara merhamet etmeyenlere, Allah merhamet etmez.’ (Buhâri, Müslim; S. KUTUB, 3/505, 506, 507)
(14).‘Gökleri ve yeri yoktan var eden (yaratan)’ Fâtır: Yaratan. Fâtır’ın aslı, bir şeyi başlangıcında yarmaktır. Dilimizdeki yaratmak kelimesi bununla ilgilidir. Bir varlıktan diğer bir varlığın kopması, bir tohumdan bir çimenin çıkması, bir hücreden bir hücrenin doğması hep bir yarılmadır. (ELMALILI, 3/395-96)
Gökler anlamına gelen ‘semâvat’ kelimesine Güneş, Ay, yıldızlar, galâksiler, bulutlar, rüzgâr ve melekler; ‘yer’ kelimesine denizler, göller, ırmaklar, ormanlar, dağlar, ovalar, ağaçlar, bitkiler, kayalar, hava, toprak, hayvanlar, insanlar ve cinler kısaca, iki kelimeye küçük büyük bütün varlıklar dâhildir. Yüce Allah, yegâne yaratıcıdır, O’ndan başka yaratıcı yoktur. (İ. KARAGÖZ 2/434)
‘Allkâh’ın beslemesi’ O’nun kullarını yedirmesi ve içirmesi, canlıların ihtiyâcı olan temiz hava ve gıdâ maddelerini yaratması demektir. Yüce Allah, toprağa tahıl, sebze ve ağaçları yetiştirme özelliği vermeseydi, Güneşi, suyu, toprağı ve oksijesi var etmeseydi, hiçbir canlı yaşayamazdı. Canlıların yaşaması için Allâh’ın varlıklarına ve nîmetlerine ihtiyâcı vardır. (İ. KARAGÖZ 2/434)
‘Sakın müşriklerden olma’ Bana Müslüman olmaklığım emredildi. Şirke düşmem de bana yasak kılındı Bu ifâde, İslâm ile şirkin bir arada olamayacağının delilidir. (S. HAVVÂ, 4/296)
(14).‘De ki: Doğrusu ben Müslüman olanların ilki olmakla emrolundum ve sakın müşriklerden olma (denildi)’ İslâm olmanın ve müşriklerden olmamanın anlamı, Allah’tan başkasını dost edinmemektir. Allah’tan başkasını dost edinmek, doğrudan doğruya şirktir.
Tek ve kesin bir mesele karşısındayız. Yumuşamayı ve kaypaklığı kabul etmeyen son derece kesin bir mesele(dir). Bu yönelişte, mesaj almada, boyun eğmede, ibâdette, yardım istemekte yüce Allah, tek ve ortaksız bilinecek, bütün bu konularda mutlak egemenliği onaylanarak başka birinin bu alanların herhangi birinde O’na ortak olabileceği iddiâsı kökten reddedilecek, hem duygusal hem de ameli bağlılık gelenekte ve şeriatte O’nun râkipsiz otoritesine dayandırılacak; ya bütün bunlar olacak ki, bu İslâm’dır; ya da bu konuların herhangi birinde yüce Allâh’a, bir başkası ortak sayılacak ki, bu da müşrikliktir ve aslâ müşriklik ile İslâm aynı kalpte biraraya gelemez. (S. KUTUB, 3/513)
(17).‘Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa, kendisinden başka onu giderecek hiçbir güç yoktur. Yine, sana bir hayır dokundurursa da (öyledir). Çünkü O, herşeye gücü yetendir.’ Hadîs: Allah Rasûlü (s)’in terkisine aldığı İbn Abbas (r)’ya yaptığı şu öğütler âdeta bu âyetlerin bir tefsîri içeriğindedir. ‘Allâh’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allaâh’ın rızâsını her işte önde tut ki Allâh’ı önünde bulasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allâh’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allâh’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Tirmizi’den Ö. ÇELİK, 2/70, 71)
6/19-20 PEYGAMBERLİĞİN DELİLLERİ
19. (Ey Peygamberim!) De ki: “Şâhitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” (cevapolarak) de ki: (Ey müşrikler) “(Benimhakpeygamberliğime) benimle sizin aranızda, Allah şâhittir. Bu Kur’an bana, gerek sizi, gerek ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi. Siz, Allah ile berâber başka tanrılar olduğuna şâhitlik mi ediyorsunuz?” (Cevâben) de ki: “Ben şâhitlik etmiyorum.” “O, ancak bir tek ilâhtır. Muhakkak ki ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden de uzağım.” de.
20. Kendilerine kitap verdiklerimiz, o (Muhammed’inhakvesonpeygamberolduğu)nu, kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. (Fakathakktansaparak) kendilerini ziyâna uğratanlar var ya, işte onlar îman etmezler. [bk. 61/6; krş. 2/146]
19-20. (19).‘Ve O kullarının üzerinde kâhir olandır.’ O kullarına gâlip, onlar üzerinde muktedir ve üstün olandır. (S. HAVVÂ, 4/319)
‘Bu Kur’an bana sizi de, ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahyolundu.’ Demek ki, Kur’ân’ın hükümleri, onun indiği zamanda mevcut olanlara özgü değildir. Onlardan sonra, kıyâmete kadar gelecek olanları da tamâmen içine alır. Ancak, Kur’ân’ın yetişmediği, kulaklarına erişmediği kimseler, cezâlandırılmazlar. (ELMALILI, 3/401)
‘Bu Kur’an bana hem sizi hem de ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi’ meâlindeki ifâde, Hz. Peygamber’in ve Kur’ân-ı Kerîm’inbütüninsanlığagönderildiğini, dolayısıyla İslâm’ın evrensel bir din olduğunugöstermektedir. Bu âyet, insanları hem Allâh’ın birliğine hem de Hz. Muhammed’in peygamberliğine şehâdet etmeye çağırdığından, kelime-i şehâdeti anlam olarak içermektedir. (KUR’AN YOLU, 2/386)
Hadis: Rasûlullah (s) buyurdu ki: Bu Kur’an her kime ulaşırsa, onunla karşılıklı olarak konuşmuşum demektir. (İbni Abbas’tan, S. HAVVÂ, 4/321)
De ki, şâhit olarak hangi şey daha büyüktür. Bu âyet, Allah hakkında şey adının kullanılmasının câiz olduğuna delildir. Çünkü şey, var olanın adıdır. Yok olan hakkında kullanılamaz. (S. HAVVÂ, 4/323)
(20).‘Kendilerine kitap verdiklerimiz (Yâni Tevrat ve İncil’i verdiğimiz Yahûdiler ve Hıristiyanlar) Onu (Rasûlullah (s’ı) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.’
Kitap Ehli, önceki bütün peygamberlerin Hz. Muhammed’in geleceğini haber verdiğini kesin olarak bildikleri hâlde, bilmezden geliyorlardı. Çünkü İsrâiloğullarında olduğu gibi, kimisi onun, kendi milletlerinden çıkmasını bekliyordu. Önceki peygamberler, son peygamberin sıfatlarını, beldesini, göç edeceğini ve ümmetinin özelliklerine kadar her şeyi bildirmişti. (H. DÖNDÜREN, 1/249)
‘Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar.’ El Hasen el Basri ve Süddi’nin içinde yer aldığı müfessirlerin çoğunluğu ‘ya’rifûnehu’ ifâdesindeki zamirle Hz. Muhammed’in kasdedildiğni ileri sürmektedirler. (Mâverdi, Zemahşeri, Kurtubi) Onlara göre Ehl-i kitap özellikle de Hristiyanlar kendi kutsal kitaplarında Hz. Muhammed’in peygamberliği ile ilgili bâzı işâretlerin yer aldığını biliyorlardı. Ayrıca bu görüşü destekleyici içerikte bâzı rivâyetler de nakledilegelmiştir. (M. DEMİRCİ, 1/396)
6/21-24 ZÂLİM KİMDİR?
21. Allâh’a karşı bir yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Zâlimler, kesinlikle kurtuluşa eremezler.
22. Kıyâmet günü onların hepsini toplayacağız, sonra da ortak koşan (veputlaraveputlaştırdığışeyleretapan)lara: “Hani, eş (ilâh) sandığınız ortaklarınız nerede?” diyeceğiz.
23. Artık müşriklerin: “Rabbimiz Allâh’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik.” demelerinden başka (mâzeretve) çâreleri kalmadı.
24. (Ey Peygamberim!) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler! (Allâh’akarşılık) taptıkları putları da kendilerinden ayrılıp kayboldu.
21-24. (22).‘O gün onların hepsini toplayacağız, sonra da ortak koşan (veputlaraveputlaştırdığışeyleretapan)lara: “Hani, eş (ilâh) sandığınız ortaklarınız nerede?” diyeceğiz.’ ‘Şirk’ özü itibarı ile ilâhlığın özelliklerinden birini yüce Allah’tan başka bir varlığa yakıştırmaktır. İster bu yakıştırma o varlığın irâdesinin evrenin olayları ve gidişatı üzerinde etkili olduğuna inanılması, ister ibâdet amaçları ve adakları Allah dışındaki o varlığa sunma biçiminde ve isterse hayâtın kurumlarını düzenlemek amacı ile yine Allah dışındaki kaynaktan yasa ve mesaj almak şeklinde olsun, farketmez. Bunların hepsi ayrı birer şirk türüdür; hepsi de farklı türdeki müşriklerce benimsenen çeşitli düzmece ilâhlardır. (S. KUTUB, 3/528)
Eski Araplar arasında bunların yanısıra, şirkin üçüncü türü de yaygın idi. Bu şirk türünün sonucu olarak – kâhinleri ve kabile şefleri aracılığı ile – yüce Allâh’ın izninden kaynaklanmayan yasalar, değer yargıları ve gelenekler ortaya atarlar. Ve günümüzün bâzı kimseleri gibi bu insan ürünü hükümlerinin yüce Allâh’ın şeriatı olduğunu iddiâ ederlerdi. (S. KUTUB, 3/528, 529)
(23).‘Rabbimiz, Allâh’a and olsun ki, biz ortak koşanlardan değildik’ derler. Ancak, onların ağızları mühürlenir ve organları kâfir olduklarını ikrar eder. Kendileri aleyhinde şâhitlik eder. Böylece aslâ kurtuluşa eremezler. (İ. H. BURSEVİ, 5/260, M. A. SÂBÛNİ, 1/356)
6/25-32 MÜŞRİKLERİN DUYACAKLARI PİŞMANLIK VE HASRET
25. (Ey Peygamberim!) Müşriklerden seni, (Kur’anokurkenkasıtlı) dinleyenler vardır. Buna karşı (îman etmemekte ısrar etmeleri sebebiyle) biz de, onlar an(layıpkötüyeyorum)larlar diye kalplerinin üzerine perdeler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, her türlü mûcizeyi görseler de yine ona inanmazlar. Hattâ o küfre sapanlar / inkârcılar sana geldikleri zaman: “Bu (Kur’an), öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” diyerek seninle tartışırlar. [krş. 2/7]
26. Müşrikler, hem (insanları) ondan (Kur’an’dan) uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece ancak kendilerini mahvederler de hâlâ düşünmezler!
27. (Ey Peygamberim! Müşrikler) Ateş karşısında durdurulunca onların: “Keşke biz (dünyâya) geri döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamaz ve inananlardan olurduk” dediklerini bir görsen!
28. Hayır, bundan önce gizledikleri (şirk, küfürveisyangibi) şeyler artık açıkça karşılarına çıktı(ğındanböylesöylüyorlar). Eğer geri döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere geri dönerlerdi. Çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar. [bk. 32/12]
29. Müşrikler: “Hayâtımız, bu dünyâdakinden ibârettir. Biz, bir daha dirilecek de değiliz.” dediler.
30. (Ey Peygamberim! Müşrikler) Rablerinin huzûrunda durdurulmuş iken onları(n perişan hâllerini) bir görsen! (Ozaman, Allah🙂 “Bu (âhirethayâtı) gerçek değil miymiş?” diyecek. Onlar da: “Evet, Rabbimiz hakkı için gerçektir.” diyecekler. O da: “Öyleyse, küfre sapmanız yüzünden tadın azâbı!” buyurur.
31. Allâh’a kavuş(uphuzûraçık)mayı yalan sayanlar, gerçekten ziyâna uğradılar. Nihâyet kendilerine kıyâmet ansızın gelince, onlar kendi günahlarını sırtlarına yüklenerek (gelirlerve): “Orada (hayattaiken) işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!” derler. Dikkat edin, o yüklenip taşıdıkları şeyler ne kötüdür!
32. Dünyâ hayâtı bir oyun ve oyalanmadan ibârettir. Âhiret yurdu ise takvâlı olanlar (Allâh’ınemrineuygunyaşayanlar / aykırıdavranmaktansakınanlar) için elbet daha iyidir. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
25-32. (26).‘Müşrikler, hem (insanları) ondan (Kur’an’dan) uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece ancak kendilerini mahvederler de hâlâ düşünmezler!Kur’an ve müslümanlara gizli veya açık düşman olanlar, her devirde çeşitli adlar altında ayırımcılık yapmışlar, müslümanlara saldırılarını çeşitli şekilde gerçekleştirmişler, aynı zamanda Kur’ân’ın yaşanmasına giden yolların önünü kesip kapatmaya çalışmışlardır. (H. T. FEYİZLİ, 1/129)
‘O küfredenler derler ki: ‘Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir.’ Esâtir ‘ül Evvelin: Türklerin masal, Yunanlıların misus, Frenklerin mit dedikleri eski kahramanlık hikâyeleri, geçmiş zaman efsâneleri, destanları olarak düşünülmüş, uydurma ve hurâfeler anlamında kullanılmıştır. Kâfirler diyorlar ki: Kur’an, ilâhi bir kitap değil, Muhammed’in eski kitaplardan alıp yazdırdığı satırlardır. (ELMALILI, 3/409, 410)
Esâtir kelimesinin tekili olan üstûre kelimesi Grekçe Historia dan Arapçalaştırılmıştır. Eğlence ve şenliklerde hoşça vakit geçirmek için anlatılan, eski dönemlere âit abartılı, asılsız hikâyeler, masallar için kullanılır. (KUR’AN YOLU, 2/390)
Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Utbe bin Rebi, kardeşi Şeybe, Velid bin Muğire, Nadr bin Haris gibi müşriklerin ileri gelenleri, bir müddet Kur’an dinledikten sonra, Nadr bin Haris’e ‘Rasûlullah hakkındaki fikirlerini sormuşlar, o da ‘söylediklerinden bir şey anlamıyorum, sâdece dudaklarını kıpırdatıyor. Söylediği sözler, benim size anlattığım eski masallardan başka bir şey değildir’ demiştir. Bunun üzerine bu âyet inmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/390)
‘Ateş karşısında durdurulunca onların: “Keşke biz (dünyâya) geri döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamaz ve inananlardan olurduk.” dediklerini bir görsen!’ İnsanların dünyâda gizli veya âşikâr bütün yaptıkları ve bütün sırları ortaya çıkacak, (86/9) herkes yaptığını amel defterinde yazılı bulacak, (18/49) müşrikler cehenneme atılırken keşke Allâh’ın âyetlerini yalanlamasaydık, keşke müminlerden olsaydık, keşke bir daha dünyâyadöndürülmek mümkün olsa da döndürülseydik ve müminlerden olsaydık diye temenni edeceklerdir. (6/27, 18/42, 33/66) Ancak bu, mümkün olmayacak, dönseler bile yine îman etmeyeceklerdir. (İ. KARAGÖZ 2/445).
(28).‘Bundan önce gizledikleri şeyler artık açıkça karşılarına çıktı.’ Mâ kânû yuhfûne: Dünyâ hayâtında gizledikleri çirkin işleri, rezillikleri (açığa çıkacaktır.) (S. HAVVÂ, 4/327); İnkârları veya gizledikleri münâfıklıkları (KUR’AN YOLU, 2/391)
Diğer bir görüş: Ehl-i Kitâbın, Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğuna dâir gizli tuttukları bilgiler. (KUR’AN YOLU, 2/392)
(31).‘Nihâyet kendilerine kıyâmet ansızın gelince, onlar kendi günahlarını sırtlarına yüklenerek: ‘Orada işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!’ derler’ Âyet-i kerimede sözü geçen ‘bağteten: âniden’ bir şeyin ne zaman geleceğini bilmeksizin kişiye âniden gelivermesi demektir. İşte Kıyâmet onlara bu şekilde gelip çattığında ‘yüklerini’ günahlarını ‘sırtlarına’ kazanmak genelde eller vâsıtasıyla olduğu gibi, yüklerin sırtlarda taşınması da alışılagelen bir durum olduğundan dolayı – günahlarının onlardan ayrılmamak üzere onlarla birlikte bulunacağını anlatan mecâzi bir ifâde olmak üzere – özellikle ‘sırtlar’ zikredilerek şöyle buyurulmuştur.: ‘Yüklerini sırtlarına yüklenerek: ‘Orada yaptığımız eksikliklerden dolayı yazıklar olsun bize’ derler.’ (S. HAVVÂ, 4/329)
(32).‘Dünyâ hayâtı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir.’ Süresinin sınırlı olması ve lezzetinin geçici olması nedeniyle oyun ve eğlencedir. (M. A. SÂBÛNİ, 1/358)
Bu âyette, müşriklere cevap verilmektedir. Onlar, hayat ancak bu dünyâdaki hayâtımızdır’ iddiâsında bulunmaktadırlar. Oyun: Fayda vermeyen şeyler için faydalı işleri terk etmektir. Eğlence: Ciddiyeti bırakmak, ciddiyetsizliğe yönelmektir. (S. HAVVÂ, 4/329)
Dünyâya bu ismin verilmesi, ya âhiretten önce olduğu için yakınlığından (dünüv), ya da alçak (denâet) olmasındandır. Hakikatte dünyâ, seni Rabbinden alıkoyan her şeydir. (İ. H. BURSEVİ, 5/273)
Allâh’a, O’nun yaratıcılığına ve O’na hesap vereceğine inanmayanlar ve bunun için de hayâtı bu dünyâdan ibâret sayanlar, az da olsa her devirde bulunmaktadır. Bunlar, beş duyu ile algılanmayan şeyleri reddederler. Tabiatı (doğayı) yaratıcı kabul ederler. Bunlara, natüralist (dehriyyûn) denildiği gibi, her şeyde maddeyi esas aldıkları için materyalist de denilmiştir. Bunlar, gözleri madde sınırını aşmayan, gönülleri hidâyet ışığına ulaşamayan, aklı araç değil mutlak ölçü edinen, kalpsiz kafalara sâhip kimselerdir.) [bk. 44/35; 45/24] (H. T. FEYİZLİ, 1/130)
Hadis: ‘Eğer Allah katında dünyâ sivrisineğin kanadı kadar değere sâhip olsaydı, kâfirlere dünyâda bir yudum su içirmezdi.’ (TirmiziZühd13’den, İ.KARAGÖZ2/448)
Hadis: Dünyâ, müminin zindanı, kâfirin cennetidir. (Müslim, Zühd, İ. H. BURSEVİ, 5/274)
‘Dünyâ hayâtı bir oyun ve eğlenceden başka değildir.’ Hayâtı, dünyâ hayâtından ibâret sananlar anlamalı ki (dünyâ hayâtı) dipsiz, sonu karanlık bir gafletten faydasız oyuncaktan ibârettir. (ELMALILI, 3/412)
Dünyânın üç yüzü vardır: (1) Birinci yüzü; Allah Teâlâ’nın isimlerine bakar. Dünyâdaki her şey, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin neticesi olmakla, sıfatları ve isimleriyle Allâh’ın varlık, birlik ve sonsuz kudretine delildir, işârettir. (2) Âhirete bakan ikinci yüzüyle dünyâ, âhiretin tarlasıdır. Cennet ve cehennem, bu dünyâ tarlasında ekilen ya îman ya amel-i sâlih tohumlarının veya küfür ve günah tohumlarının boy vermiş şekli olarak karşımıza çıkacaktır. Dünyâ bu iki yüzüyle çok önemlidir. O kadar ki, ‘yer’, ‘gökler ve yer’ şeklinde Kur’an’da bir arada anılmakla göklere denk tutulmuştur. (3) Dünyânın üçüncü yüzü insanın nefsi arzularına, oyun ve eğlenceye, beşeri tutkulara bakar ki, işte Kur’an-ı Kerim’de yerilen dünyanın bu yüzüdür. Bu yüzüyle dünyâ fâni, boş, oyun, eğlence, mal biriktirip evlât ve mal çokluğu ile övünmeden ibârettir. (Ö. ÇELİK, 2/77)
6/33-36 HZ. PEYGAMBERİN TESELLİ VE İKAZ EDİLMESİ
33. (Ey Peygamberim!) Biz çok iyi biliyoruz ki müşriklerin söyledikleri elbette seni üzüyor. Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zâlimler aslında, bile bile Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. [bk. 48/28; 61/8-9]
34. (Ey Peygamberim!) Andolsun ki senden evvelki peygamberler de yalanlandı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar, eziyet edilmelerine ve yalanlanmalarına karşı sabrettiler. Allâh’ın kelimelerini (vaadini ve hükümlerini), değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Andolsun ki gönderilen (opeygamber)lerin haber(ler)inden bir kısmı sana geldi.
35. (Ey Peygamberim!) Eğer müşriklerin yüz çevirmeleri sana pek ağır geliyorsa, (onlarınmüslümanolmalarınıteminiçin) yere (inilecek) bir tünel veya göğe (çıkılacak) bir merdiven arayıp bulabilirsen, onlara kendin bir mûcize getir (yoksasabret). Allah dileseydi onları hidâyet üzere toplardı. O hâlde (onlarınlüzumsuztekliflerineuyarak) sakın cahillerden olma!
36. Ancak (isteyerek) dinleyenler senin davetini kabul eder; (kalpleri) ölülere / (Kâfirlere) gelince, onları Allah (âhirette) diriltir, sonra da (hesapiçin) ancak O’na döndürülürler.
33-36.(33).’Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz.’ Hz. Muhammed, müşriklerin kendisi hakkında sarfettikleri sihirbaz, mecnun, şâir, yalancı gibi sözlerden, Kur’ân’ın asılsız, İslâmiyet’in gerçek dışı olduğunu söylemelerinden dolayı son derece müteessir oluyordu / üzülüyordu. Nitekim başka bir âyette (Şuarâ 26/3) ‘Îman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!’ buyurularak onun hissettiği bu derin üzüntüye işâret edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/396)
‘Çünkü onlar, seni yalanlamazlar’. Ebu Cehil, ‘Biz seni yalanlamıyoruz, sen bizim kanâatimize göre, doğrusun, biz ancak senin getirdiğin (âyetleri) yalanlıyoruz’ demiş aynı şekilde Kureyş’ten Haris b. Amir, ‘Ey Muhammed, vallâhi sen bize yalan söylemedin, fakat biz sana uyarsak, yerimizden olacağız, bundan dolayı îman etmiyoruz’ demiş ve bu âyet, de bunlar sebebiyle inmiştir. (ELMALILI, 3/414)
(34).‘Allâh’ın kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.’ Peygamberler Allâh’ın koruması altında olup, onlara kesin yardım sözü vardır. (Bakınız, 37/171-173 ve 58/21) ‘Allah şöyle yazmıştır: and olsun ki, hem ben hem de peygamberlerin gâlip geleceğiz. (58/21; H. DÖNDÜREN, 1/250)
(35).‘Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, o zaman gücün yeterse yerde bir delik aç veya göğe bir merdiven kur da, onlara bir mucize getir.’ Bu âyette Allah Rasûlünü uyarmakta ve şöyle denmektedir: ‘İnatları karşısında sabırsızlık gösterme, görevini bizim çizdiğimiz yolda ısrarla yerine getirmeye devam et. Eğer bu görev, mûcizelerle yerine getirilecek olsaydı, bunu bizzat kendimiz yapmaz mıydık? Fakat, istenilen zihni ve ahlâki devrimin gerçekleşmesi ve senin oluşturmak üzere bir elçi olarak atandığın takvâlı toplumun kurulması için bu yöntemin uygun olmadığını biz biliyoruz.’ (MEVDÛDİ, 1/477)
‘Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzerinde toplardı.’ Yâni onları, hidâyeti seçecek duruma getirirdi. Ancak onların, küfrü seçeceklerini bildiği için onları hidâyet üzere toplamayı da murat etmemiştir. (S. HAVVÂ, 4/335)
Bu âyetten anlaşıldığına göre, mûcize göstermek, peygamberin elinde değildir. Onlar mûcize isterler, Allah da dilerse onlara mûcize gösterme imkânı verir. Bu da peygamberlerin hak ve doğru olduklarına delildir. Hidâyeti de ancak Allah, kulların iyi niyet ve hâllerine göre verir. (H. T. FEYİZLİ, 1/130)
Müşrikler, İslâm’ın hükümlerini çıkarlarına aykırı buldukları, itibarlarını zedelemesinden kaygı duydukları için, olumsuz tavır takınmışlardı. (KUR’AN YOLU, 2/396)
(36).‘Ancak (kendi isteğiyle) dinleyenler icâbet ederler.’ Yâni senin çağrını, dâvetini kalpleriyle işitip dinleyenler kabul ederler. Başkaları ise yâni kâfirlere gelince, onlar işitmezler, çağrını kabul de etmezler. İşte bundan dolayı yüce Allah ‘ölülere gelince’ yâni kalpleri ölmüş olduğundan dolayı Allâh’ın cesedleri ölmüş kimselere benzettiği kâfirlere gelince’onları Allah diriltir, sonra O’na döndürülürler.’ İşte asıl o vakit işitirler, bundan önce işitemezler. (S. HAVVÂ, 4/335)
İslâm dâvetine, inatla ondan kaçanlar değil, ancak kulağını ve kalbini ona açanlar, onu can kulağıyla ve samimiyetle dinleyenler icâbet ederler. Nitekim bir âyet-i kerimede: ‘Sen ancakKur’ân’a uyan ve görmediği halde Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin.’ (Yâsin 36/11) buyrulur. Kâfirler ise, akıllarını çalıştıramamak, hakkı kabul etmemekve hiçbir delile kulak vermemek bakımından ölüler gibidirler. Bunlar Allah ve Rasûlüne îman ederlerse, dünyâda mânen diridirler. Bugün îman etmeyenler, yarın îman edebilirler. (Ö. ÇELİK, 2/81)
6/37-39. MÜŞRİKLERİN İNATLA MÛCİZE TALEBİ
37. (Mekkemüşrikleri) dediler ki: “O’na Rabbi tarafından bambaşka bir mûcize indirilseydi ya!” (Ey Peygamberim onlara) de ki: “Şüphesiz Allah başka bir mûcize indirmeye kâdirdir.” Fakat onların çoğu (başlarınagelecekleri) bilmezler.
38. Yerde hareket eden hiçbir hayvan ve (havada) kanatlarıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (yaratılışveyaşayışta) sizin gibi bir toplum teşkil etmesinler. Kitap’ta biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihâyet (onlarınhepsi), ancak Rablerinin huzûruna toplanacaklardır.
39. Âyetlerimizi yalanlayanlar, (küfür, cehâlet, ihtirasgibi) karanlıklar içinde olan birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse (niyetveamellerinegöre) sapıklıkta bırakır, kimi de dilerse doğru yol (İslâm)a yöneltir.
37-39. (37).(Mekkemüşrikleri) dediler ki: “O’na Rabbi tarafından bambaşka bir mûcize indirilseydi ya!” Yüce Allah, her peygambere peygamberliğini ispat edecek mucizeler vermiştir. Peygamberimizin en büyük mucizesi Kur’an’dır. Ancak Arap müşrikler, başka mûcizeler meselâ, kendisine melek indirilmesini (6/8), yerden bir pınar fışkırtmasını, hurma ve üzüm bahçesi olmasını, aralarından ırmaklar akıtmasını, gökyüzünü üzerlerine indirmesini, Allâh’ı ve melekleri karşılarına getirmesini, altından bir evinin olmasını ve göğe çıkmasını istiyorlardı. (17/90-95; İ. KARAGÖZ 2/452)
(38).‘Hepsi sizin gibi topluluklardır.’ Sizin gibi yaratılmış tâifelerdir. Allah onları yarattı, âhiretini / durumlarını, rızıklarını, ecellerini takdir etti. (M. A. SÂBÛNİ, 1/361)
‘Biz kitapta (Kur’an-ı Kerim ya da levh-i mahfuz) hiçbir şeyi eksik bırakmadık.’ Âlûsi’ye göre, kitaptan maksat Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’da, insanların din ve dünyâ ile ilgili ne ihtiyaçları varsa, hepsinden söz edilmiştir. (S. HAVVÂ, 4/345)
Âlemde cereyan edecek olan bütün yaratıkların, iri, ufak, yüksek, alçak her şeyin durumları (rızıkları, ecelleri… ) levh-i mahfuzda tamâmen ve açık bir biçimde yazılmıştır. (ELMALILI, 3/418)
‘Sonra bütün bu ümmetler Rableri huzûrunda toplanırlar.’ âhirete sevk edilir, âlemlerin Rabbinin huzûrunda toplanırlar, o zaman birbirlerinden acılarını (haklarını) çıkarırlar. Hadiste geldiği gibi, boynuzsuzlar, boynuzlulardan öclerini (haklarını) alırlar. Hiçbir hayvan yoktur ki, hakkında bu yazılmamış bulunsun. (ELMALILI, 3/420)
Vahşi hayvanlar da haşrolunacaktır. Nitekim âyet-i kerimede, ‘vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman’ (Tekvir, 81/5) buyurulur. Ancak, hayvanlar arasında vuku bulacak bu kısas, mükellefiyet kısas’ı olmayıp, mukâbele (karşılık) kısasıdır. (İ. H. BURSEVİ, 5/289)
Hayvanlar arasında kısaslaşma gerçekleştikten sonra Allah, onlara ‘toprak olun’ diyecek ve toprak olacaklardır. Kâfirler de bu anda hayvanlar gibi toprak olmayı isteyeceklerdir. (78/40; İ. KARAGÖZ 2/453)
‘Bizim âyetlerimizi yalanlayanlar, türlü türlü karanlıklar içindedirler.’ Zulümat: Karanlıklar: Küfür, câhillik, inat, taklit, nefsin isteği ve ihtiras karanlıkları içinde önlerindekini görmezler. Karanlık (lar)da yuvarlanır giderler. (ELMALILI, 3/420)
‘Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.’ Âlemde cereyan edecek olan bütün yaratıkların, iri, ufak, yüksek ve alçak herşeyin durumları levh-i mahfuzda tamâmen ve açık bir biçimde yazılmış, hiçbiri ihmâl edilmemiştir. ‘Allâh’ın ilk yarattığı kalem (Ebû Dâvud, Tirmizi) ‘Olacak şeyleri kalem yazmış, bitirmiştir.’ (Buhâri, Nesâi). (ELMALILI, 3/418, 419)
‘Allah dilediğini saptırır, dilediğini ise dosdoğru bir yol üzere kılar.’ Bile bile yanlışta direten inatçı zâlimleri sapıklıkta bırakır, hakikate ulaşmak isteyen samîmî kullarını ise doğru yola iletir. O’nun bu konudaki dileğini sizin tercih ve davranışlarınız belirleyecektir. (M. KISA, 1/149)
(39).‘Gerçek şu ki, Allah insanlara zerrece kötülük etmez, fakat insanlar kendilerine kötülük ediyorlar.’ (Yûnus 10/44) Böyle olunca Allah, yalnızca hakka karşı direnenlerin dalâlete düşmesini ister. Bu, O’nun kötülüğü istemesinden değil, adâleti istemesinden ileri gelir. Buna karşılık, ‘O, dilediği kimseyi de doğru yola iletir’; sırât-ı müstakim üzere yaşatır. Her kim inattan, peşin hükümlerden ve kötü niyetlerden arınmış olarak kulağını hakkı dinlemeye açık tutar, dilini hakkı söylemeye âmâde kılarsa, yüce Allah böylelerinin de hidâyette olmalarını ister ve onları doğru yolda yaşatır. Bu da Allâh’ın adâlet ve lütfunun bir sonucudur. (KUR’AN YOLU, 2/400)
6/40-41 KİME YALVARIRSINIZ?
40. (Ey Peygamberim, müşriklere) De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, ‘bana söyleyin bakalım’ size Allâh’ın azâbı gelse ve size o (kıyâmet) saat(i) gelse, yine Allah’tan başkasına mı yalvarır (veduâedipsığınır)sınız?”
41. Hayır! Ancak O’na duâ edersiniz. O da dilerse, kendisine duâ ettiğiniz (belâvemusîbet)i açar (giderir). Siz de o anda ortak koştuklarınızı / yüceltip putlaştırdıklarınızı unutursunuz.
40-41. (40).‘Eğer üzerinize Allâh’ın azâbı gelse veya size Kıyâmet gelirse Allah’tan başkasını mı çağırırsınız?’ Şâyet Allâh’ın azâbı veya Kıyâmet saati gelecek olursa Allah’dan başka kime duâ edip yalvaracak, yardıma çağıracaksınız? Bu ifâdelerle onlar azarlanmaktadır. Yâni size herhangi bir sıkıntı gelip çatarsa ilâhlarınıza mı yalvarıp yakarırsınız, yoksa onları bırakıp Allâh’a mı duâ edersiniz? ‘Eğer sâdıklardan iseniz.’ Şâyet Allah’tan başkasının ilâh olduğu iddiâsında doğru söylüyorsanız, haydi sizi kurtarması için duâ ediniz. Ancak onlar bu iddiâlarında yalancıdırlar. (S. HAVVÂ, 4/347)
(41).‘Hayır, ancak O’na duâ edersiniz de, isterse yalvardığınız şeyi giderir. Ve siz de şirk koştuklarınızı unutursunuz.’ Yâni böyle bir durumda ilâhlarınızı terk eder veyâ onları hatırlamazsınız. Çünkü o sırada sizin zihinlerinizde sâdece Rabbinizin zikri yer almaktadır. Zîrâ başınıza gelen sıkıntıyı gidermeye kâdir olan sâdece O’dur, başkası değil. (S. HAVVÂ, 4/347)
Burada 40-41. Âyetlerde ise kâfirler bizzat kendi üzerlerinde görebilecekleri bir başka âyete çekilmektedirler. Başına bir musîbet geldiğinde veyâ tüm korkunçluğuyla ölümle karşılaştığında insan Allah’tan başka sığınacak hiçbir şey bulamaz. Böyle durumlarda en katı putperestler bile kendi tanrılarını unutarak, Allâh’ın yardımına can atarlar. (MEVDÛDİ, 1/479)
Çünkü zararı açmaya gücü yeten tek merci ancak Allah olduğu akılların yaratılışında ve vicdânın derinliklerinde mevcuttur. İşin ciddîliği ve korkunun dehşeti diğerlerini siler süpürür ve o zaman Allah’tan başkasının hiç olduğunu vicdanlar açıktan açığa duyar, akıllar idrâk eder; yeter ki akıl kalmış, vicdan donmamış bulunsun. (ELMALILI, 3/424)
6/42-45 ÖNCEKİ ÜMMETLERİN HELÂK EDİLMELERİ
42. (Ey Peygamberim!) Andolsun senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik (fakatdinlemeyipâsîoldular. Tevbeedipbize) yalvarsınlar diye onları ansızın (kıtlıkvehastalıkgibi) darlık ve sıkıntıyla yakalayıp cezâlandırdık.
43. (Kâfirler) Hiç olmazsa (sıkıntıvefelâketgibi) azâbımız geldiği zaman yalvarsalardı. Fakat kalpleri katılaştı, şeytan da yapmakta oldukları (şirk, inkâr ve isyanlarını)nı kendilerine câzip gösterdi.
44. (Kâfirler) hatırlatılan (ikazveöğüt)leri unutunca, onlara herşeyin (herimkânın) kapılarını açtık. Nihâyet kendilerine verilen (bol) şeylerle şımar(ıpgünahadal)dıkları sırada, ansızın onları yakalayıverdik de birdenbire ümitsiz kalıverdiler.
45. Böylece zulmeden (âfet ve musîbetlerle) toplumun ardı kesildi (kökükurudu). Her türlü övgü âlemlerin Rabbi olan Allâh’a özgüdür.
42-45. (42).‘And olsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından belki yalvarıp yakarırlar diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.’ Yâni, kıtlık, açlık gibi darlıklara, hastalık, sayıca ve evlat bakımından eksikliklerle sıkıntılara soktuk, belki Allâh’a karşı boyun eğer, Rabbine duâ edip yalvarırlar, günahlarından vaz geçer, tevbe ederler. (S. HAVVÂ, 4/350)
Bolluk da şiddet gibi bir tür imtihandır. Aynı zamanda şiddetin derecesinden daha zordur ve daha üstündür. Yüce Allah kullarını şiddetle imtihana tâbi tuttuğu gibi, bollukla da imtihan etmektedir. Emrine uyanları ve isyân edenleri aynı düzeyde, hem bununla hem de onunla denemektedir. Mümin şiddetle sınandığı zaman sabreder. Bollukla sınandığı zaman da şükreder. Her hâli iyiliktir onun. Bir hadîsta şöyle buyurulmaktadır: ‘Ne güzel, müminin her hâli iyilikten ibârettir. Ve bu durum sâdece mümin için geçerlidir. Kendisine bolluk isâbet ederse şükreder, bu onun için iyiliktir. Bir sıkıntıyla karşı karşıya kalırsa sabreder. Aynı şekilde bu da ‘Onun için iyiliktir.’ (Müslim; S. KUTUB, 4/13)
‘… kalpleri katılaştı da (yalvarmadılar)’. Bununla maksat, kişinin merhametsiz, duyarsız, îman etmez, tevbe etmez ve Allâh’ı zikretmez hâle gelmesidir. Kalpler, ancak Allâh’ı zikirle huzur bulur. (13/26)Îman etmeyen, Allâh’ı zikretmeyen, duâ etmeyen ve günahlarına tevbe etmeyen kimselerin kalpleri katılaşır, söz dinlemez ve öğüt kabul etmez hâle gelir. (17/67, 29/65, 31/32; İ. KARAGÖZ 2/456).
‘Şeytan da onlara yaptıklarını süslü göstermişti.’ Yaptıklarını fenâ diye değil, iyi yapıyoruz diye yapmaya, şerri hayır, günahı sevap saymaya başladılar. Artık tevbe ve dönüş ihtimâli kalmadı, vicdanlar dondu, akıllar tutuldu. (ELMALILI, 3/424)
(44).‘Onlar kendilerine hatırlatılan şeyleri unutunca’ kendilerine hatırlatılan vahyi, darlık ve sıkıntıları unutunca, yâni alınması gereken ibret ve öğütleri almayıp, kötülüklerden uzaklaşmayınca, ‘Biz de kendilerine her şeyin kapılarını açtık.’ Sağlık, bolluk, türlü nimetler, dünyâda rahat, makam, refah ve şeref gibi şeylerin kolaylıkla elde edilmesi gibi her şeyin kapılarını açtık. (S. HAVVÂ, 4/350)
Yüce Allah musibetler ve nîmetler ile imtihan ettiği toplumlar, ıslah olmadıkları için onları tamamen helâk etmiş, târih sahnesinden silmiştir. Bolluğun ve yokluğun, sağlığın ve hastalığın birer imtihan olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek gerekir. İsyan içersinde bolluk olması hayra alâmet değil, âfet ve musibetlerin habercisidir. (7/182) İnkâr ve isyan hâlinde gelen nîmetler, tevbe için fırsat vermektir. Bunu idrak etmek gerekir. (İ. KARAGÖZ 2/458).
Âyette söz konusu edilen kavimler, bu imkânların bir imtihan olduğunu düşünerek uyarılara önem verecekleri yerde, kendileri için bir istidrac (..) bir imtihan olan bu bolluk ve rahatlığa aldandılar; ‘sonunda kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları sırada’ Allah Teâlâ onları ansızın yakaladı. (KUR’AN YOLU, 2/404)
Hz. Peygamber: Allah, bir kula, isyan etmesine rağmen dünyâlıktan istediğini veriyorsa bil ki, o bir istidracdır. (azar azar azâba yaklaştırmaktır) buyurmuş ve bu 44. âyeti okumuştur. (Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 4/352, M. A. SÂBÛNİ, 1/362)
İstidrac ve mühlet bâzen kişi hakkında söz konusu olabileceği gibi, bâzen bir ümmet, bâzen bir kavim, bâzen bir devlet için de olabilir. O bakımdan insan, Allâh’ın gazabından sakınmalı ve kendi kendisini hesâba çekebilmelidir. (S. HAVVÂ, 4/353)
(45).‘…zâlimler gürûhunun arkası kesildi, soyu kurudu.’ Son fertlerine kadar helâk edildiler. Geriye onlardan kimse bırakılmadı, çünkü sonları kesildi mi, geriye onlardan kimse kalmadı, demektir. (S. HAVVÂ, 4/351)
Bununla berâber şu noktaya dikkat etmek lâzımdır: Yüce Allâh’ın bâtılı yok etmeye ilişkin kânunu yeryüzünde hakkın bir ümmet tarafından yaşanması şartına bağlıdır. Bundan sonra yüce Allah, hakkı bâtılın üzerine atar, onu paramparça eder. Dolayısıyla bâtıl yok olup gider. O hâlde hak taraftarları tembelce oturup hiçbir iş yapmadan, hiçbir çaba göstermeden Allâh’ın kânununun gerçekleşeceğini beklememelidirler. Çünkü onlar bu durumda hakkı temsil edemezler. Aynı zamanda hakkın taraftarları da sayılamazlar. Onlar sâdece yerlerinde oturan uyuşuk tembellerdir. (S. KUTUB, 4/16)
6/46-49 NİMETLER VE PEYGAMBER GÖNDERİLMESİNİN HİKMETİ
46. (Ey Peygamberim!) De ki: “Söyleyin bana; Allah, işitme (duyu)nuzu, gözlerinizi alırsa, kalplerinizin üstüne de mühür vurur (idrâkinizigiderir) ise, Allah’tan başka (onları) geri getirecek ilâh kimdir?” Bak nasıl âyetleri türlü türlü açıklıyoruz, sonra onlar yine de yüz çeviriyorlar.
47. (Ey Peygamberim!) De ki: “Bana haber verin; eğer Allâh’ın azâbı ansızın ya da açıkça size gelse, zâlimler toplumundan başkası helâk olur mu?”
48. Biz, peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. O hâlde kim îman eder ve (kendini) düzeltirse, onlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.
49. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlara da, fâsık olmaları (Allahyolundansapmaları) yüzünden azap dokunacaktır.
50. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ben size, ‘Allâh’ın hazîneleri yanımdadır’ demiyorum. (Benkendiliğimden) gaybı da bilmem. Size, ‘ben meleğim’ de demiyorum. Ben, bana vahyedilen (Kur’an’)a uyuyorum.” (Yine) de ki: “Körle, gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?”
46-50. (46).“.. Söyleyin bana; Allah, işitme (duyu)nuzu, gözlerinizi alırsa, kalplerinizin üstüne de mühür vurur ise, Allah’tan başka (onları) geri getirecek ilâh kimdir?” Yâni bunları Allah sizden alacak olursa, Allah’tan başka bunları size iâde edecek kimse var mıdır? Hayır, O^ndan başka hiçbir kimsenin buna gücü yetmez. ‘Bak âyetlerimizi nasıl’ tekrarlıyor, beyan ediyor, geniş geniş ‘açıklıyoruz.’ Bu âyetler ise O’ndan başka hiçbir ilâh olmadığına, onların Allâh’ı bırakıp taptıklarının bâtıl olduğuna, işlerinin sapıklık olduğuna delâlet etmektedir. Onlar bu âyetleri görerek bunun sonucunda îmâna ulaşacakları yerde, inat olsun diye ve akılları sıra işi yokuşa sürmek için, âyetlerin ve mûcizelerin gösterilmesini teklif ediyorlar ‘da, sonra onlar yüz çeviriyorlar.’ (S. HAVVÂ, 4/356)
(47).‘..“Bana haber verin; eğer Allâh’ın azâbı ansızın ya da açıkça size gelse, zâlimler toplumundan başkası helâk olur mu?” Zulüm iki çeşittir: Biri, kişilerin nefislerine zulümleridir ki onların günahları, şirke sapmaları, Allâh’ın emirlerine itaatten çıkmaları ve birbirlerine zulmetmeleridir. Diğeri de, idarecilerin zulmüdür ki halkının haklarını onların râzı olmayacağı yerlere harcamak, onları sıkıntı içinde yaşatmak ve düşmanların istîlâsına elverişli hâle getirmek şeklinde ortaya çıkar. Bundan dolayı aslâ zulmedenlerin yanında olunmamalıdır.) [bk. 6/129; 11/101, 102, 113; 18/59; 42/40] (H. T. FEYİZLİ, 1/132)
(50).‘..Allâh’ın hazineleri (yâni mahlûkâta âit kısmetleri, rızıkları) benim yanımdadır demiyorum.’ Ben onun hazînelerine sâhip değilim. Onlarda tasarruf sahibi de değilim. ‘Ben gaybı da bilmem. Ve size bir melek olduğumu da söylemiyorum.’ Kureyş müşrikleri öteden beri kâhin, sihirbaz, falcı vb. şahıslarda olağanüstü güçlerin mevcut olduğuna inanıyorlar. Peygamberliğini ilân eden Hz. Muhammed’de de bu çeşit güçlerin olması gerektiğini düşünüyorlar. Meselâ, bir dağı altın kütlesi hâline getirmesini, gökten melekler indirmesini ve onlarla konuştuğunu kendilerine göstermesini (6/8) istiyorlardı. (KUR’AN YOLU, 2/407)
‘… siz hâlâ düşünmüyor musunuz?’ Gerçekleri görebilmek, anlayabilmek ve idrak edebilmek için düşünme yeteneğinin kullanışması gerekir. ‘Siz hâlâ düşünmüyor musunuz?’ soru cümlesi, ‘düşünün’ anlamında bir emirdir. Bu itibarla gerçekleri tefekkür etmek Allâh’a itaat ve ibadettir. İnsan, eğer kendisini ve diğer varlıkların yaratılmasını düşünürse, yaratan ve yaşatan yüce bir varlığın olduğunu, hiçbir şeyin kendiliğinden var olamayacağını bilir ve îman eder. Bu varlık, yüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 2/462).
Allah, Rasûlünü bâzı gaybî hususları O’na bildirerek lütufta bulunmuştur. Allah, kimi zaman hak bir ilhamda bulunarak veya hak sözü söylemesini sağlamak veya hak rüya göstermek sûretiyle, Müslüman bir kimseye lütuf ve ikramda bulunabilir. Bir duâyı kabul etmek, ya da bâzı şeyleri emri altına vermekle, müslümanlara ikramda bulunabilir. Bu ikram, gaybî durumlarla da alâkalı olabilir. (S. HAVVÂ, 4/362)
Allâh’ın Rasûlü bir melek değildir. Allâh’ın Rasûlü gaybı bilen bir kimse de değildir. Allah Rasûlü önünde gaybın hazîneleri de yoktur. Böyle olmadığı için, O’na tâbi oluyoruz. Kimi zaman Allah, ona da, ona uyan kimselere de bâzı ihsanlarda / ikramlarda bulunabilir. Allah, gayb ilminden bâzı şeyleri ona öğreterek ikramda bulunabilir. (..) Yüce Allah, liderlik makâmında bulunan kimseye bir ilham ve lütufta bulunabilir. Ancak, liderliğin varlığı, ona itaatın farz oluşu, ona ilham verilmesi ya da bâzı şeylere bilgi sâhibi olmasından dolayı değildir. (S. HAVVÂ, 4/363)
6/51-55 MÜŞRİKLERİN HZ. PEYGAMBERDEN FAKİRLERİ YANINDAN KOVMASINI İSTEMELERİ
51. (Ey Peygamberim!) Rableri(ninhuzûru)na toplanacaklarından korkanları, Kur’an ile uyar. Çünkü onlar için (Allah’tan) başka hiçbir dost ve şefaatçi yoktur. Ola ki Allâh’ın emrine uygun yaşarlar / günahlardan sakınırlar.
52. (Ey Peygamberim!) Rablerine sırf O’nun rızâsını isteyerek sabah akşam yalvaran (fakir)leri, (müşriklerinarzusunauyarak) kovma! Onların hesâbından sana hiçbir sorumluluk yok, senin hesâbından da onlara hiçbir sorumluluk yoktur. Bu nedenle onları kovmakla (sen) zâlimlerden olursun.
53. Böylece onlardan bir kısmını diğeriyle imtihan ettik ki bu sebeple onlar: “Allah, (bizdururken) aramızdan (bulabula) bunlara mı lütufta bulundu?” desinler. Allah “şükrünü yerine getiren” (kimse)leri daha iyi bilmez olur mu?
54. (EyPeygamberim!) Âyetlerimize inananlar sana geldiği zaman de ki: “Selâmun aleyküm” (Allâh’ınselamıüzerinizeolsun), sizden kim bilmeyerek bir kötülük (vegünah) işler de sonra ardından tevbe eder ve kendini düzeltirse, Rabbiniz (ona) rahmet etmeyi kendi üzerine farz kılmıştır. Çünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
55. Böylece günahkârların yolu (mü’minlerinyolundan) ayırt edilsin diye, âyetleri (genişgeniş) açıklıyoruz.
51-55. (51).‘Rableri(ninhuzûruna) toplanacaklarından korkanları, Kur’an ile uyar’ Bu âyette, tamâmen inkâra saplanan muannit / inatçı kâfirleri, ateistleri uyarma çabasının yararsız olacağına işâret vardır. (KUR’AN YOLU, 2/408)
Dâvetçinin (tebliğcinin) öncelikle Allâh’a, Rasûlüne ve âhiret gününe îman konusu üzerinde dâvetini odaklaştırması, bu konuda insanlara karşı gereken delilleri ortaya koyması îcâb eder. (S. HAVVÂ, 4/364)
‘Çünkü onlar için (Allah’tan) başka hiçbir dost ve şefaatçi yoktur.’ Âyetin bu kısmını ‘Allah’tan başka şefaatçi yoktur’ şeklinde anlayanlar olmuşsa da, doğrusu, âyet ‘el kürsi (2/255) göz önünde tutularak Allâh’ın iznine bağlı olarak, peygamberler ve diğer Allah dostları şefaat etmesi câizdir. (KUR’AN YOLU, 2/408, 409)
Kur’an’da kâfir, müşrik ve münâfıkların dost ve şefaatçilerinin olmamasına karşılık (7/53, 33/64-65, 3/22, 21/39, 10/27, 26/100-101, 74/48) müminlerin dostları ve şefaatçileri olacağı bildirilmektedir. Melekler, Peygamberler Allâh’ın izin verdiği ve râzı olduğu sâlih müminler ve en başta Peygamberimiz (s) müminlere şefaat edecektir. (2/255, 43/86, 19/87, 21/28, 20/109, 34/23; İ. KARAGÖZ 2/464)
(52).‘Sabah akşam rızâsını dileyerek Rablerine duâ edenleri kovma’ Kureyş’in ileri gelenleri Allah Rasûlünün yanından geçtiler. Yanında Suheyb, Bilal, Ammar, Habbab ve diğer ezilmiş Müslümanlar da bulunuyordu. Müşriklerin, Müslümanları yanından uzaklaştırmasını istemeleri, köle veya yoksullarla bir arada bulunmayı istememeleri üzerine bu âyet inmiştir. (S. HAVVÂ, 4/360, KUR’AN YOLU, 2/409)
‘Sabah akşam yapılan duâ’ ifâdesine, namaz, Allâh’ı zikir ve Kur’an okumak dâhildir. Mekke’de beş vakit namaz farz kılınmadan önce akşam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz kılınıyordu. Sabah gündüzün, akşam ise gecenin başlangıcıdır. Müslüman sabah ve akşam, namaz, Allâh’ı zikir, Kur’an tilâveti ve Allâh’a duâ ile gündüz ve geceye başlangıç yapmış olur. (..) Fakirlikleri sebebiyle insanları aşağı, değersiz ve önemsiz görmek ve bir meclisten kovmak zulümdür. Zulüm ise haram ve büyük günahtır. (İ. KARAGÖZ 2/465)
Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Mücâhid’e göre âyette zikredilen ‘onlar duâ ediyorlar’ ifâdesiyle namaz kastedilmiştir. (..) Çünkü namaz ile duâ arasında bir anlam ilişkisi vardır. Buna göre denilebilir ki, esâsen namaz da bir nevi duâ yâni yalvarma ve yakarma demektir. Bilindiği gibi namaz, Arap dilinde salât kelimesiyle ifâde edilmektedir. Bu kelime de Kur’ân’ın inzal edildiği ilk yıllarda duâ olarak biliniyordu. Ancak daha sonra Kur’an onu özel bir ibâdete isim yaptı, böylece o andan itibâren salât, bilinen namaz anlamında kullanılmaya başlandı. (M. DEMİRCİ, 1/416)
Burada câhiliyenin iğrenç görünümü, komik ölçüleri ve basit değerleriyle belirginleşmektedir. Soy ve ırk taassubu… Mal ve sınıfsal farklılıklar gibi birçok değerler… Şu adamların bir kısmı Arap değildi. Bir kısmı da eşraf takımından değildi. Aralarında servet sâhibi bir kimse de yoktu. Her câhiliye toplumunda geçerli olan günümüz câhiliye toplumlarının ırk, renk ve sınıf çığırtkanlıkları arasında bunların üzerine çıkamadığı aynı değerler… Bu, câhiliye bataklığı… Erişilmez dorukta ise İslâm yer alıyor. İslâm şu komik değerler, şu basit hedefler ve şu kof çığırtkanlıklar için ölçüler koymaz. O gökten inmiştir, yerde bitmiş değildir. (S. KUTUB, 4/34)
Kovma: Bu emir, Allâh’a davet konusunda, en önemli irşadlardan biridir. Hatalı, kusurlu ve günahkâr bile olsalar, Allâh’a ibâdet eden kimselerin kovulması, uzaklaştırılması asla câiz değildir. (S. HAVVÂ, 4/365)
(53).‘Biz böylece onların bir kısmını bir kısmıyla denedik.’ Zenginleri fakirlerle, büyüklük taslayanları halk tabakası ile imtihan ettik. Çünkü Allah’ın dâvetini ilk kabul edenler fakirler, zayıflar (köleler) ve miskinler olmuştur. Bu durum, büyükler için de, zayıflar için de bir deneme ve bir imtihandır. ‘Ki, aramızdan Allah bunlara mı lûtfetti, desinler.’ Yâni, bizler önderler, liderler iken, Allah îman nimetini bunlara mı verdi? Fakir oldukları halde mi onlar bu nimete mazhar oldular? (S. HAVVÂ, 4/365)
Mekke’de İslâm’a ilk yıllarda îman edenler, çoğunlukla fakirler, garipler, kimsesizlerve köleler idi. Mekke’nin ileri gelenleri ve zenginler müminleri küçümsüyor, hakir, önemsiz ve değersiz görüyor, ‘Allah aramızdan îmânı bunlara mı nasip etti.’ , ‘Eğer o Kur’an iyi bir şey olsaydı onlar onu kabulde bizi geçemezlerdi’ (46/11, 19/73) diyorlar ve müminlerle alay ediyorlardı. Yüce Allah bunlara, ‘Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi?’ diye cevap verdi. Yüce Allah îmânı, gönlünü Allâh’a ve Kur’ân’a açanlara, aklını kullanıp kulak verenlere nasip eder. (29/69; İ. KARAGÖZ 2/466)
6/56-58 MÜŞRİKLERİN AZÂBI ACELE İSTEMELERİ
56. (Ey Peygamberim! Müşriklere) De ki: “Allah’tan başka (bağlanıp) taptığınız şeylere kulluk etmem bana yasak kılındı.” (Yine) de ki: “Sizin ‘hevâ ve hevesinize’ uymayacağım. Aksi hâlde gerçekten ben de sapmış ve doğru yolu bulanlardan olmamış olurum.”
57. (Ey Peygamberim! Müşriklere) De ki: “Şüphesiz ben Rabbimden (gelen) açık bir delil üzerindeyim (Kur’ân’adayanmaktayım), siz de onu yalanladınız. Sizin acele gelmesini istediğiniz (ilâhîazap), benim yanımda (elimde) değildir. Hüküm vermek ancak Allâh’a âittir. (Buhususta) gerçeği O anlatır. O, (doğruyueğriden) ayırt edenlerin en hayırlısıdır.”
58. (Ey Peygamberim! Müşriklere) de ki: “Acele gelmesini istediğiniz şey benim yanımda (elimde) olsaydı, benimle sizin aranızda iş, elbette (çoktan) bitirilmişti.” Allah, zâlimleri daha iyi bilir.
56-58. (56).(..) yüce Allah Rasûlüne üç şeyi ilân etmesini emretmektedir: (1) Birinciilân şudur: De ki; ‘Allâh’ı bırakıp da taptığınız başka şeylere ctapmak bana yasaklanmıştır.’ İslâm tevhid esâsına dayalı bir dindir. Bu sebeple birinci hedefi putperestliği ortadan kaldırarak insanların tek olan Allâh’a inanmalarını sağlamaktır. Tevhidin ilk temsilcisi olması gereken kişi de şüphesiz Peygamber (s)’dir. Dolayısıyla onun Allâh’ı bırakıp putlara ibâdet etmesine müsâade edilmesi söz konusu olamaz. Tevhid Allâh’ın emri, onun dışındaki anlayışlar ise nefsâni arzuların bir tezahürüdür. (Ö. ÇELİK, 2/92)
‘.. ‘Sizin hevâlarınıza aslâ uymam.’ Herhangibirdeliletâbiolmadan hevâya uymayı gerektiren dîninize uyarak sizin gittiğiniz yoldan gitmem. Bu buyrukta sapıklığa düşmelerinin sebebi de açıklanmaktadır ki, o da hevâya uymaktır. (S.HAVVÂ, 4/377)
‘..“Sizin ‘hevâ ve hevesinize’ uymayacağım.’ Hevâ ve hevesine göre hareket edenler, Allâh’ın gönderdiği din yerine kendi düşünce ve sistemlerini koyanlar ve onu esas alanlar, sahte ilâhlık yapmış ve şirk içinde olmuş olurlar.) [bk. 25/43; 45/23] (H. T. FEYİZLİ, 1/133
(57).(2) İkinciilânşudur: ‘De ki: Şüphesiz ben Rabbimden apaçık bir delil üzereyim.’ Hevâya uyulamayacağını açıkladıktan sonra uyulması gereken şeye dikkat çekmektedir ki, o da Allâh’ın şeriatıdır. (..) ‘Siz ise O’nu yalanladınız.’ ‘Ben Rabbimden gelmiş apaçık bir delile sahibim ki, o da Kur’ân-ı Kerim’dir. Siz ise bu apaçık delili yalanladınız. (S. HAVVÂ, 4/377)
(58).(3) Üçüncüilân: ‘De ki: Acele istediğiniz şey’ olan azap ‘benim yanımda olsaydı’ benim güç ve imkânlarım içerisinde olsaydı ‘benimle aramızdaki iş bitmiş olurdu.’ Rabbim rızâsı için gazaplanarak çarçabuk sizi helâk ederdi. (S. HAVVÂ, 4/377)
6/59-62 GAYBIN ANAHTARLARI
59. Gaybın anahtarları da O’nun katındadır, onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan (her)şeyi O bilir. Bir yaprak düşmez ki (Allah) onu bilmesin. Ne yerin karanlıkları içindeki bir tâne, ne yaş, ne kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Levh-i mahfûz da olmasın.
60. Geceleyin sizi öldür(ürgibiuyut)an, gündüzün ne kazandığınızı bilen, sonra belli bir ecel tamamlansın diye gündüzde sizi dirilt(ircesineuyandır)an O’dur. Sonra, dönüşünüz ancak O’nadır. Sonra (O,dünyâda) yaptıklarınızı size haber verecektir (sizihesâbaçekecektir). [krş. 39/42]
61. O, kulları üzerine mutlak galiptir (hâkimiyet sâhibidir). Size (bütünamelleriniziyazıpgözetmeye) bekçi (melek)ler gönderir. Nihâyet birinize ölüm gelince, elçilerimiz eksik ve fazla yapmaksızın onun canını alırlar.
62. Sonra onlar, gerçek Mevlâları olan Allâh’a döndürülürler. Haberiniz olsun ki hüküm ancak O’nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur.
59-62. (59).‘Gaybın anahtarları onun katındadır. O’ndan başka onları kimse bilmez.’ Bu gayblara ulaşabilen sâdece O’dur. Birtakım hazinelerin kilitlerine âit anahtarları yanında bulundurur. Azap ve rızık ile kulların gözünden uzak olan sevap, ikap, eceller ve haller gibi hususlar da gaybın kapsamı içerisine girmektedir. (S. HAVVÂ, 4/382, 383)
Göklerde ve yerde, ilimle insanın keşfedip, insanlığın istifâdesine sunamadığı nice hazîneler vardır ki, bunları ancak Allah bilir. Zamânı gelince, dilediği hazinelerini insanlığın istifâdesine açar. Rasûlullah (s) ‘Gaybın anahtarları beştir diyerek, Lokman sûresi 34. âyeti okumuştur. (H. T. FEYİZLİ, 1/133)
‘Ne yaş, ne kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir levh–i mahfuzda olmasın.’ Görünmeyen veya görünen, düşünülen ve hissedilen, bütünler ve kısımlar, büyük küçük, düşme ve karar kılma, hareket ve durgunluk, hayat ve ölüm hâsılı olmuş ve olacak, gizli açık her şey bütün genişliği, bütün inceliği ile gâyet açık ve düzgün bir kitaptadır. Yâni Allâh’ın ilminde ve levh-i mahfuzdadır. (ELMALILI, 3/438)
(60).‘Ve O, geceleyin sizi öldür(ür gibi uyut)an gündüzün ne kazandığınızı bilen…. O’dur.’ Yâni uykuda bütünüyle tasarrufta bulunmaktan, sizi uzaklaştırarak nefislerinizi kabzeden, ‘gündüzün de ne yaptığınızı bilendir’ (..) Bu âyetin birinci bölümü, yüce Allâh’ın geceleyin uykuda kullarının canını aldığını haber vermektedir ki, bu küçük ölümdür. Gündüzün yapılanları bildiğinden, söz edilmesi, kazanılan günahları da bildiğini ifâde etmektedir. (S. HAVVÂ, 4/387)
‘Size bekçi (koruyucu)lar gönderir.’ Sizi koruyacak melekler gönderir. Diğer bir kısmı ise, sizin amellerinizi muhâfaza eder. Bunlar kirâmen kâtibin diye anılırlar. (S. HAVVÂ, 4/397)
Allah, uykudan vefat diye söz etmektedir. Bir başka yerde ise, ölüm (mevt) diye söz etmektedir ki, bu da küçük ölümdür. Biz uykudan ölüm âlemine dâir bâzı şeyler öğrenebildiğimiz gibi, Berzah âlemi ile alâkalı bâzı hususlar hakkında da bir dereceye kadar bir şeyler öğrenebiliyoruz.
Hadis: Uyku, ölümüm kardeşidir. (S. HAVVÂ, 4/389)
Hadis: Her bir insan ile bir melek bulunur. O melek, kişi uyuduğu zaman, canını alır. (uyanınca da) ona geliverir. Eğer Allah, rûhunun kabzedilmesi içn izin vermişse, kabzeder, değilse iâde eder. (S. HAVVÂ, 4/388)
‘Geceleyin sizi öldüren…’ Bilindiği gibi insana canlılık veren ruhtur ve ondan ayrı bir hayat da söz konusu değildir. Böyle olunca ruhun bedeni terk etmesi hâlinde hayâtın devam ettiğini söylemek ve sabah uyanmayı rûha değil de hayâta bağlamak pek isâbetli görünmemektedir. O hâlde uyku durumunda bedeni terk edenin ruh değil, bilinç yeteneği olduğu söylenebilir. Zîrâ bedenin onarımı, çeşitli madde ve hormonların sentezi, hâfızanın yapılandırılması, psikolojik dinlenme uykunun belli dönemlerinde gerçekleşmektedir. Bu da bilinç faâliyetinin durmasıyla mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla uykuyu ruhla değil, bilinçle ilişkilendirmek daha doğru bir yaklaşım olsa gerektir. Ancak en iyisini Yüce Allah bilir. (M. DEMİRCİ, 1/423)
(61).‘ve size koruyucular gönderir.’ Allah kullar üzerine, bir taraftan onları çeşitli âfet ve belâlardan koruyan, diğer taraftan da yaptıkları her türlü amellerini kaydeden melekler gönderir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur: ‘Her bir insanın önünde ve arkasında Allâh’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan tâkipçi melekler vardır.’ (Ra’d 13/11) ‘Oysa yanıbaşınızda sizi sürekli gözetleyenler var; her söz ve davranışınızı kayda geçiren tertemiz, şerefli melekler. Yaptığınız her şeyi bilirler.’ (İnfitâr 82/10-12)
‘Nihâyet herhangi birinize ölüm gelince, elçilerimiz onun canını alırlar.’ Yaratılan her insanın sınırlı bir ömrü vardır ve mutlaka ölümü tadacaktır. Ona ölüm geldiği zaman, koruyucu melekler ondan elini çeker, Azrâil ve emrindeki melekler gelir ve ölecek kişinin canını alırlar. Ne koruyucu, ne amelleri kaydedici, ne de can alıcı melekler zerre kadar bir ihmal gösterirler. Onlar görevlerini tam yapar ve Allâh’ın emrini geciktirmeden îfâ ederler. (Ö. ÇELİK, 2/96)
(62).‘Allâh’a döndürülmek’le maksat, insanların ölümleri ile yok olmamaları, kıyâmet kopunca diriltilip ilâhi huzurda toplanmaları, hesap vermeleri ve neticede cennet veya cehenneme gitmeleridir. ‘.. hüküm sâdece Allâh’ındır’ Varlık âleminde hüküm, Allâh’a âittir. Allah, hâkimler hâkimidir. (11/45). Varlık âleminin yaratılması, yönetilmesi, kıyâmetin kopması ve âhiret hayâtı ile ilgili bütün kararları veren sâdece yüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 2/475)
6/63-67 MÜŞRİKLERİN AZAPLARLA UYARILMALARI
63. (Ey Peygamberim!) De ki: “‘Bizi bundan kurtarırsa, ancak şükredenlerden olacağız’ diye, gizli ve (açık) sızlanarak duâ ederken, karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kurtaran kimdir?”
64. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine de O’na ortak koşuyorsunuz.’
65. (Ey Peygamberim!) De ki: “O (Allah) size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya (karşı) gruplar hâlinde sizi birbirinize katıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yetendir.” Bak, âyetleri iyice anlasınlar diye nasıl türlü türlü açıklıyoruz.
66. (Ey Peygamberim!) O (Kur’an), gerçek olduğu hâlde, kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben, sizin üzerinize (biruyarıcıyım, azaptankurtaracak) vekil değilim.”
67. Her haberin, kararlaşmış / gerçekleşecek bir zamanı (vemekânı) vardır. Siz de onu artık yakında öğreneceksiniz. [bk. 38/88]
63-67. (65). ‘De ki (Allah,) size üstünüzden ve ayaklarınızın altından bir azap göndermeye gücü yetendir.’ Üstten azap, yıldırım düşmek, taş yağmak, tufan olmak gibi gök âfetleri, ayakların altından azap ta, zelzele olmak, yerin göçmesi, su ve ateş çıkmak gibi yer âfetleri hakkında açıktır. (ELMALILI, 3/442)
Önceki kavimlerden niceleri gönderilen peygamberlere karşı isyan ve taşkınlık yaptılar. Bu hâlleri devamlılık kazandığında Allâh-u Teâlâ, onlara gökten ve yerden felâketler verdi. Bâzılarının üzerine taş yağdırarak, bâzılarını suda boğarak, bâzılarını şiddetli zelzeleyle yere batırarak, bâzılarını da şiddetli kasırga göndererek helâk etti. Yine yüce Allâh’ı ve peygamberini dinlemeyen bir kısmını da karşıt gruplara ayırıp kiminin hıncını kimine tattırdı. İşte bu âyet-i kerîme, burada üç türlü cezâya işaret ederek Son Peygamber’in ümmetine, Allâh’ı, Peygamber’i ve emirlerini bırakıp sapıklık ve taşkınlığa düşmemeleri için yapılan bir uyarıdır. (H. T. FEYİZLİ, 1/134)
(..) İnsanoğlu Allâh’ın koyduğu kânunlardan sapmanın bedeli olarak tabii âfetler denilenlerin yanında, bizzat kendi eliyle ortaya çıkardığı umulmadık belâlara da dûçar olmaktadır. Nükleer felâketler, çevre kirlenmesi, tabiat düzeninin bozulması; ihtiraslardan veya ideoloji ayrılıklarından, din ve mezhep ayrılıklarından, ırkçılıktan ve bölgesel çıkar hesaplarından kaynaklanan ve kısa sürelerde yüzbinlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına, sakat düşmesine, aç ve açık kalmasına, ülkelerin harap olmasınayol açan savaşlar, bu belâlardan bâzılarıdır. (KUR’AN YOLU, 2/420)
(..) İnsanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihâyet hak yoldan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allâh’ı Rab bilip sâdece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin kânunlar olarak tanıyıp bunmları hayâta hâkim kılmadığı sürece âyetlerde işâret edilen bu tehlikelere müstehak olacak; bilinen veya bilinmeyen birçok felâkete, âyetteki deyimiyle azâba mâruz kalacak veAllah’tan başka hiçbir güç, hiçbir zekâ, hattâ Allah’ın kitâbında yer alan ‘hikmet’ten nasipsiz olan bilim ve teknoloji de bu felâketleri önleyemeyecek; aksine hikmetten mahrum kaldığı sürece bilim ve teknoloji yeni felâketlere yol açacaktır.Bu bakımdan yukarıdaki âyetler bütün insanlara, insanlığın selâmeti için mutlaka dikkate alınması gereken bir uyarıdır. Dolayısıyla 65. Âyetin sonunda ‘anlasınlar diye..’ buyurulmuştur. (KUR’AN YOLU, 2/421)
Hadis: Rabbimden üç şey diledim: Ümmetimi suda boğarak helâk etmemesini diledim, dileğimi kabul etti. Ümmetimi kıtlıkla helâk etmemesini diledim, kabul etti. Onların birbirlerinin hınçlarını birbirlerine tattırmamalarını diledim. Fakat bunu kabul etmedi. (Müslim’den, S. HAVVÂ, 4/401)
Ancak, bu ümmetin bir kısmına açlık isâbet etmeyeceği veya bâzılarının boğularak ölmeyeceği mânâsına gelmez. Bu olacaktır, ancak Müslümanların bütünüyle, toptan yok edilmesi söz konusu olmayacaktır. (S. HAVVÂ, 4/401)
Hadis: Ümmetim için Rabbimden dört şey istedim, bana üçünü verdi, birisini de vermedi. Ben ondan, ümmetimin toptan kâfir olmamasını diledim, onu bana verdi. Kendilerinden önceki ümmetlere azap ettiği şekilde ümmetime de azap etmemesini istedim, onu da bana verdi. Onlardan olmayan düşmanı kendilerine üstün getirmemesini diledim, onu da bana verdi. Birbirlerini kırıp geçirmemelerini O’ndan istedim, ancak bu isteğimi kabul etmedi. (S. HAVVÂ, 4/403)
‘Senin kavmin (Kureyş) Kur’ân’ı yalanladı.’ Kur’ân’ı yalanlamak inkârdır. Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğunu kabul etmemektir. (6/5). Peygamberimiz (s)’in ilk muhâtabı olan Arap müşrikler, Kur’ân’ı Allah sözü hak bir kitap olduğunu kabul etmediler. Kur’ân’a şiir, büyü ve eskilerin masalları ve Muhammed’in uydurması dediler. (İ: KARAGÖZ 2/479)
(66).‘..Ben sizin üzerinize bir vekil değilim.’ Allâh’ın kudreti bana tevdi ve havâle edilmiş değildir. Şu halde ne onun size yapacağı azâbı yapabilirim, ne de sizi ondan muhâfaza edebilirim. Ben ancak bir Rasûlüm, bir elçi, bir haberciyim, Allâh’ın vahyettiği emirleri, haberleri ve hükümleri O’nun adına nisbet ederek haber verir, tebliğ ederim. (ELMALILI, 3/442)
(67).‘Her haberin gerçekleşeceği bir zamânı vardır.’ (..) Kur’an’da verilen her haberin bir hakikati vardır. Dünyâ ve âhirete yönelik verdiği bilgiler, zamânı gelince mutlaka gerçekleşecektir. Kur’ân’ın hiçbir bilgisi, gerçek dışı değildir. Kıyâmetin alâmetleri ve kopması, mahşer yerinde hesap verme, cennet ve cehennem bu haberlere dâhildir. (İ. KARAGÖZ 2/479)
6/68-70 ZALİMLERDEN UZAK DURMAK
68. (Ey Peygamberim!) Âyetlerimiz hakkında (biçimsizvealaylısözlerle) münâsebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir konuya geçinceye kadar onlardan yüz çevir (tavırgöster, karşısavunmanıyapveyaoradadurma). Eğer şeytan, sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemenkalk) artık o zâlimler topluluğu ile oturma! [krş. 4/140]
69. Takvâlı olanlara, o (inanmaya)nların hesâbından dolayı hiçbir sorumluluk yoktur. Fakat belki onlar da (inanıp) ‘günahlardan korunurlar’ diye (yapmalarıgerekenleri) bir hatırlatmak (veöğütvermek) görevi vardır.’
70. (Ey Peygamberim!) Dinlerini bir oyuncak, bir eğlence edinen, dünyâ hayâtı kendilerini aldatan kimseleri (kendihallerine) bırak. O (Kur’an) ile şunu hatırlat ki bir kimse kazandığı (günah)tan dolayı felâkete / helâke düşmeye görsün; artık onun için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. (Kâfirler) her türlü fidyeyi verse de, yine ondan alın(ıpkabulolun)maz. İşte onlar, kazandıkları (günahları) yüzünden helâke atılan kimselerdir. Küfre sapmalarından dolayı onlara kaynar bir içecek ve acıklı bir azap vardır. [krş. 7/51]
68-70. (68).‘Âyetlerimizi (YâniKur’ân-ıKerim’i) çekişmeye dalanları gördüğün vakit (Kur’an ile alay ettiklerini ve onu yalanlayıp, yerdiklerini gördüğün takdirde) onlar başka bir söze geçinceye kadar kendilerinden yüz çevir. Helâl olan ve Kur’ân’ın dışında sözler konuşmaya başlayıncaya kadar, onlarla birlikte oturma, onların yanında bulunuyorsan kalk ve git. (S. HAVVÂ, 4/404)
Mekke döneminde savaşa izin verilmediği için, Allâh’ın âyetleri ile alay edildiği zaman müdâhale edilmeyip, oradan uzaklaşılması istenmiştir. Eğer, şeytan unutturursa, hatırlandığı zaman onlarla birlikte oturulmaması emredildi. Mesaj, genel olup, günümüzde de benzer olaylar karşısında engel olma imkânı ve gücü bulunmazsa, o meclisi terk etmek gerekir. (H. DÖNDÜREN, 1/251)
Bu âyet bize, Allâh’ın âyetlerine dil uzatmadıkları, İslâmi değerlere karşı saygısızca sözler sarf etmedikleri sürece, yanlış inanç ve görüşteki insanlarla birarada oturulup konuşulabileceğini göstermektedir. Düşmanlık duyguları ile kötü söz söyleyen ve davranışta bulunanları terk etmek gerekmektedir. (KUR’AN YOLU, 2/424)
‘Hatırladıktan sonra o zâlimler gürûhu ile berâber oturma.’ Bu âyette, bütün zâlimlerle oturmanın yasaklandığı açıklanmıştır. (ELMALILI, 3/444)
Bize göre öğüt vermek, hatırlatmak ve yoldan çıkmışların bozuk ve sapık görüşlerini düzeltmek amacıyla onlarla karışmayı âyet, açıkladığı sınırlar içinde müsâade etmektedir. Ancak yoldan çıkmışlarla içli dışlı olmak, ortaya koydukları söz ve davranışları takıyye / korku bahanesiyle sessizce karşılamak sakıncalıdır. Çünkü bu, -görünüşte – bâtılı kabul edip, hakkın aleyhine şâhitlikte bulunmaktır. Burada insanların hak ile bâtılı birbirine karıştırması söz konusudur. Allâh’ın dîni ve onu yaşayanların basite alınması anlamı çıkmaktadır. Yasaklama ve ayrılık bu durum için geçerlidir. (KURTUBİ^den, S. KUTUB, 4/72)
İbn-i Huveyz Mindad şöyle der: İster mümin, ister kâfir olsun, Allâh’ın âyetlerini dillerine dolayanların toplantıları terkedilir ve oradan uzaklaşılır. Yine şöyle der: Arkadaşlarımız düşman toprağına girmeyi, kiliselerine gitmeyi, alış veriş yapmayı, kâfirlerin ve bid’at ehlinin toplantılarına katılmayı yasakladılar. Onların sevgilerine inanmamayı, sözlerini dinlememeyi ve onlarla tartışmaya girmemeyi emrettiler. (..) Fudayl b. İyad şöyle dedi: Yüce Allah bid’atçıyı sevenin amellerini boşa çıkarır, İslâm’ı kalbinden alıp götürür, kim kızını bir bid’atçıyla evlendirirse akrabalık bağını koparmış olur. (KURTUBİ^den S. KUTUB, 4/72)
(69).‘Takvâ sahibi olanlara onların hesabından bir sorumluluk yoktur. Fakat o bir öğüttür. Olur ki sakınırlar.’ Belki böylelikle bu tür sözler söyleyen bu gibi kimseler Allah’dan korkar, küfrü terkeder, takvâ sahibi kimselerin hoşuna gitmediğini görerek utanır veya bu durumlarından kendileri de hoşlanmayarak Allâh’ın âyetlerine dalmaktan uzak kalabilirler. Bu günümüzde ise, Allâh’ın âyetlerine dalmak çokça görülen bir şey olduğundan dolayı, Müslümanların bu âyet-i kerimeyi hatırından çıkarmaması gerekmektedir. (S. HAVVÂ, 4/405)
Hadis: ‘Allah, ümmetimden hatâ, unutma ve zorla yaptırıldığı fiillerinden dolayı sorumluluğu kaldırmıştır.’ (İbn Mâce Talâk 15, İ. KARAGÖZ 2/481)
‘Takvâlıların hatırlatma ve öğüt verme görevi vardır.’ Her müminin iyiliği emredip, kötülükten men etmesi, İslâm’ı anlatmasıve insanlara öğüt vermesi gerekir. (3/110, 9/71). Âyetin bu kısmı bu anlamı ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 2/482)
(70).‘Sen onunla öğüt ver ki..’ Bir yardımcı ve bir şefaatçı olamayacağından ötürü kazandıkları sebebiyle her bir nefsin helâk olmaması için sen Kur’ân-ı Kerim ile öğüt ver. ‘Küfür edegeldiklerinden dolayı onlar kaynar sudan içecek…’ İşte bu şekilde helâk olacak kimseler için kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap vardır. Bunun sebebi ise onların kâfir olmalarıdır. Allâh’ın dinini oyun ve eğlenceye alan kimseler ise helâk olacak kimselerdir. (S. HAVVÂ, 4/406)
6/71-73 ALLAH YOLUNDAN AYRILMAMAK
71. (Ey Peygamberim! Müşriklere) De ki: “Allâh’ı bırakıp da, bize fayda ve de zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra, (biryandan) arkadaşları kendisini: ‘Bize gel’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde, (diğeryandan) şeytanların kendilerini ayartıp yeryüzünde şaşkın bir hâlde bıraktığı kimse gibi, ökçelerimiz üzerinde gerisin geriye (şirke) mi dönelim?” De ki: “Şüphesiz Allâh’ın yolu (İslâm) tek doğru yoldur. Biz, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emredildik.”
72. Bir de (emredildiki): “Namazı dosdoğru kılın ve O’nun emirlerine (ve yasaklarına) uygun yaşayın. (Hesap vermek üzere) O’nun huzûrunda toplanacaksınız.”
73. (Ey Peygamberim!) Gökleri ve yeri hak (, hikmet ve bir amaca yönelik) yaratan O’dur. “Ol” dediği gün (herşeyoanda) oluverir… O’nun sözü haktır. Sûra üfürüldüğü gün (bütün) mülk (vehükümranlık) O’nundur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, mutlak hüküm (vehikmet) sâhibidir, herşeyden hakkıyla haberi olandır.
71-73. (71).‘De ki: Allâh’ı bırakıp ta bize fayda ve zarar veremeyen şeylere mi yalvaralım (tapalım)’ Bu âyette, her dönemdeki Müslümanların, sapık inançlı insanlar, çevreler, kurumlardan gelebilecek, dinlerinden döndürebilecek bütün olumsuz girişimlere karşı bir uyarıdır. (KUR’AN YOLU, 2/427)
Müşrikler Müslümanlara, ‘Bizim yolumuza uyun, Muhammed’in dîni İslâm’ı terk edin’ diyorlar, kendi akrabâ ve dostları olan Müslümanları İslâm’dan dönmeleri için iknâ etmeye çalışıyorlar, hattâ onlara bu yönde baskı yapıyorlardı. (2/191, 217) Yüce Allah, bu çağrıya karşı Müslümanların, ‘Allah bizi doğru yola iletti, bizi faydası da zararı da olmayan putlara dönmemizi mi çağırıyorsunuz’ diyerek cevap vermelerini emretmiştir. İslâm’ı terk eden kimse mürted olur ve bütün güzel amelleri boşa gider. (5/5; İ. KARAGÖZ 2/485)
Bu âyet-i kerîme; doğru yol olan tevhîdi, Allâh’ın hâkimiyeti ve O’nun kulluğunu kabul ettikten sonra O’nun hâkimiyetini bırakıp hâkimiyeti kendinde gören çeşitli ilâh ve ilâh taslaklarına sevgi göstermenin ve onlara bağlanmanın / kulluk etmenin, şirke dönmek olduğunu belirtmekte ve insanları uyarmaktadır. (H. T. FEYİZLİ, 1/135)
(73).‘Ve O, yaratıcıdır ki, gökleri ve yeri hak ile (yerliyerince) yarattı.’ Gökler ve yer, gerçekleşmiştir. Yaratılmış oldukları kesindir, yaratıcılarının ancak Allah olduğu muhakkaktır. Ve bütün bunların Hak’la yakından ilgileri, Hakk’a delâletleri, Hakk’ın eseri oldukları kesindir. Şu hâlde bâtıl, hiçbir zaman sebep ve yaratılış gayesi olamaz. Ve bu gökler yerin yaratılışı, eğlence ve oyuncak, bâtıl, yersiz ve hikmetsiz olamaz. Hepsi, Hak’ta toplanacak ve Hak Teâlâ’nın huzûrunda haşrolunacaktır. (ELMALILI, 3/446, 447)
‘… O’nun sözü haktır.’ Yüce Allâh’ın sözü haktır, ne dedi ise doğrudur. Kur’an da Allah sözüdür, dolayısıyla Kur’ân’ın her emri ve her yasağı doğru ve isabetlidir. (İ. KARAGÖZ 2/487)
‘Sûra üflendiği gün de hükümranlık O’nundur.’ Sûr’a üfürüleceği günde, mülk ve egemenlik yalnız O’nundur. Mülk ve egemenlik her zaman O’nun olmakla birlikte, kıyâmet gününde hiç kimse bu konuda O’nunla ihtilâf halinde olmaz. (S. HAVVÂ, 4/407)
Dört büyük melekten biri olan İsrâfil, Sûr adı verilen boruyu iki defa üfleyecektir. İlk üflemede, kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir. Sûr hakkındaki bilgiler de insan aklının kapasitesini aşan, âyet ve hadislerde nasıl bildirilmişse öylece inanılması gereken hususlardır. (KUR’AN YOLU, 2/427, 428)
Bu günde, toplanma gününde… Sûra üfleneceği günde… Bugünde insanların mâhiyetini bilmediği bir şekilde diriliş ve meydana gelme olayları gerçekleşecektir. Bunlar, yüce Allâh’ın kendine özgü kıldığı ‘gaybın kapsamı’na girmektedir. Sûr’un kendisi de mâhiyeti, hakikatı ve ölülerin karşılık vermesi açısından ‘gayb’ın sınırları içine girmektedir. Tercih edilen rivâyetler bu konuda şöyle diyorlar: Bu, bir melek tarafından üflenen nurdan bir borudur. Kabirlerde olan herkes işitir ve dirilmeye başlar. Bu, ikinci üflemedir. Birincide ise, yüce Allâh’ın dilediklerinin dışında göklerde ve yerde bulunan her şey yok olur. Nitekim Zümer sûresinde yer alan bir âyette şöyle denmektedir: ‘Sûra üflenince Allâhın dilediğinin dışında, göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölür. Sonra sûra bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışıp dururlar.’ (Zümer 39/68; S. KUTUB, 4/79)
6/74-83 HZ. İBRAHİM (A.S.)’IN KAVMİ İLE MÜCADELESİ
74. (Ey Peygamberim!) Bir zaman İbrâhim, atası Âzer’e: “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve halkını apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” demişti. [bk. 9/114]
75. Böylece ‘kesin bilgi ve imâna’ erenlerden olması için İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşemvarlıklarınıvesırlarını) gösteriyorduk. [krş. 21/51]
76. (İbrâhim) gecenin karanlığı üzerine çökünce bir yıldız gördü. (Babasınınvekavmininputlara, yıldızlara, ayavegüneşetapmalarısebebiyle: “İddiânızagöre, demekki) Rabbim bu ha!” dedi. Yıldız batınca: “Ben, batıp kaybolanları sevmem.” dedi.
77. Doğmakta olan ayı görünce: “(Öyleyse) Rabbim bu ha!” dedi. O da batınca: “(Bunudabeğenmeyipkendisinintasarladığıveulaşmakistediğiyücevarlığıkastederek) Rabbim beni doğru yola eriştirmeseydi, andolsun ki (şimdi) ben de doğru yoldan sapan topluluklardan biri olurdum.” dedi.
78. Nihâyet güneşi doğarken görünce: “(Demek) Rabbim bu ha! Bu daha büyüktür.” dedi. (Oda) batınca dedi ki: “Ey kavmim! (Buvarlıklarfânîdir,) şüphesiz ki ben (Allâh’a) eş tanıdığınız şeylerden uzağım.”
79. (İbrâhim kavmine şöyle dedi:) “Doğrusu ben, yüzümü Hanîf (Allâh’ıbirleyici) olarak, tamâmen gökleri ve yeri yaratan (Allâh’)a çevirdim. Ben müşriklerden değilim.”
80. Halkı onunla tartışmaya kalkıştı. (İbrâhim) dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında siz benimle hâlâ tartışıyor musunuz? Ben sizin Allâh’a ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Ancak Rabbim dilerse fayda ve zarar verebilir. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyor musunuz?”
81. (Ey kavmim!) Siz, (hakkında) hiçbir delil indirmediği (putvediğer) şeyleri, Allâh’a eş tanımaktan korkmazken, ben nasıl sizin (O’na) eş tanıdığınız / O’nunla denk hâle getirdiğiniz şeylerden korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin: Allâh’ıbirleyenlerle, O’naeştanıyan) iki gruptan hangisi (korkudan) emin olmaya daha lâyıktır?
82. Îman edip de îmanlarını zulümle (şirkle) karıştırmayanlar (varya), işte (korkudan) emin olmak onların (hakkı)dır. Onlar doğru yolu bulmuşlardır.
83. İşte bu (şekildeAllâh’ıarayıpbulması), kavmine karşı İbrâhim’e verdiğimiz kesin delilimizdir. Biz dilediğimiz kimseyi (anlama, kavrama, ilim, hikmet gibi) derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin tam hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
74-83. Hz. İbrâhim, Allâh’ın birliğini ispat ve O’na ortak koşmayı yıkmak için bir çok yerde, Birinci olarak, babasıyla ‘Sen putları tanrı mı ediniyorsun’ (En’am, 6/74) ve ‘babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir şey kazandırmayacak olan şeylere niçin tapıyorsun (Meryem, 19/42) diye, ikinci olarak, kavmiyle, fe lemma cenne aleyhil leylü.. hemen yukarıda geçen En’am 76-81 âyetlerinde geçen mücâdelesi ile, üçüncü olarak, zamanınhükümdârıile ‘Benim Rabbim yaşatır ve öldürür’ (Bakara, 2/258) diye münâzara etmiş, dördüncü olarak, kâfirler ile, ‘Nihâyet, (İbrâhim) onları parça parça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı (Enbiya, 21/58) âyetinin delâletine göre putlarını kırarak, fiili bir şekilde tartışma yapmış, sonra kavmi, ‘Onu yakın, tanrılarınıza yardım edin’ (21/68) demişler, ateşlere atılmış, sonra, ‘Muhakkak ki, ben rüyamda seni kestiğimi görüyorum’ (Sâffât, 37/102) diye, Allâh’ın emrine oğlunu adamış, hâsılı kalbini irfâna, dilini burhâna, bedenini ateşe, çocuğunu kurbana, malını misâfir ve iyilik yapmağa teslim ve tahsis ederek, kulluk ve sevgide kahramanlığını ispat etmiş ve sonra, ‘Benden sonrakiler, içinde beni iyi dille anılanlardan eyle, beni naim cennetinin varislerinden kıl.’ (Şuarâ, 26/84-88) diye Rabbine yalvarmış, Allah da duâsına icâbet etmiştir. (ELMALILI, 3/450)
İbrâhim (as) gönlünde belirginleşen bu sahne, olağanüstü ve göz kamaştırıcı bir sahnedir. Kur’Ân’ın akışı bu büyük deneyimi şu kısacık âyetlerde ifâde edip geçiyor. Bu, fıtratın hak ve bâtıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir. Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınyıcının kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir. Bu konuda babaya, âileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek gibi bir endişesi yoktur. İbrâhim (as)’ın babasına ve kavmine karşı takındığı şu katı, kesin ve net tutum gibi. (S. KUTUB, 4/83)
(74).‘Hani İbrâhim babası Âzer’e dedi ki: ‘Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.’ Bu, İbrâhim’in diliyle konuşan fıtratın kendisidir. Çünkü İbrâhim henüz idrâkiyle, kavrama yeteneğiyle ilâhını bulmamıştı. Ancak onun bozulmamış fıtratı daha baştan kavminin kullukta bulunduğu putların ilâh olabileceklerini reddetmişti. –Irak Keldânileri olan İbrâhim’in kavmi putlara kullukta bulundukları gibi gezegenlere, yıldızlara da taparlardı. Çünkü kullukta bulunan, zorluk ve rahatlukta kulların kendisine yöneldiği, insanları ve tüm canlıları yaratan ilâhın… Evet, İbrâhim’in fıtratına göre bu ilâhın taştan bir heykel ya da ağaçtan bir put olması mümkün değildi. Mâdem ki yaratan, yarattıklarının rızkını veren, her şeyi işiten ve karşılık veren bu heykeller değildir -ki durumları da bunu açıkça göstermektedir. – O hâlde, kullukta bulunulmayı haketmemişlerdir ve gerçek ilâh ile kulları arasında aracı şeklinde de olsa ilâh edinilemezler. (S. KUTUB, 4/83)
(75).‘Aynı şekilde biz İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.’ Putlara tapan kavminin ve babasının dalâlette olduğunu gören, bu yüzden babasını ikaz eden İbrâhim’e biz göklerde ve yerde mülkiyet ve tasarrufumuz altında bulunan şeylerin mâhiyetlerini, hakikatlerini açık seçik gösterdik. Bunların bizden başka yaratıcısı ve yöneticisi olmadığı husûsunda onu bilgilendirdik ve bütün bunları, kuşku götürmez kesinlikte bir îmâna ulaşsın diye yaptık. (KUR’AN YOLU, 2/430)
(76).‘Gece basınca (İbrâhim) bir yıldız gördü, ‘işte bu benim Rabbim’ dedi; yıldız batınca ‘batanları sevmem’ dedi….’ (..) Hz. İbrâhimâyetlerde ifâde edilenbugözlemi, kendişahsıylailgilideğil, putperest olan kavminin tevhidle tanışması için gerçekleştirmiştir. Zîrâ Kur’ân-ı Kerim, Hz. İbrâhim’in yetiştiği ve zaman zaman içinde bulunduğu çevrelerdeki insanların yıldızlara, putlara ve şahıslara (firavunlara) tapındıklarını bize haber vermektedir. Târihi kayıtlar da bu durumu onaylamaktadır. Ancak Ehl-i sünnet inancına göre Allah Teâlâ peygamberlerini hem nübüvvet sonrasında mâsumiyet zırhına büründürerek şirk, hırsızlık ve zinâ gibi itikâdi ve ahlâki ilkelere uymayan hususlarda korumuş, hem de peygamberlik öncesinde korumuştur. (..) İşte koruma sebebiyledir ki, peygamberler hayatlarının hiçbir döneminde Allâh’a ortak koşmamışlardır. O hâlde Hz. İbrâhim ilgili âyette sözü geçen gözlem olayından önce de Allâh’ı birlemiştir. Dolayısıyla o, yıldızlar, ay ve güneşle ilgili gözlemini kendisi için değil, kavmi için yapmıştı. (M. DEMİRCİ, 1/434)
Hz. İbrâhim, Urfa yöresinden, toplumunu terk ederek Şam veya Filistin’e göçmüş, Harran’da evlendiği eşi Sâre’den, İshak (a.s.) ve diğer eşi Hacer’den de İsmail (a.s.) doğmuştur. (H. DÖNDÜREN, 1/252)
Milâttan önce 2100’lerde yaşadığı kabul edilen ve Hanif dini önderi Hz. İbrâhim’in kavmi ay, güneş ve yıldızlarla, bu gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı. (KUR’AN YOLU, 2/430)
(78).‘Ey kavmim! Ben sizin (Allâh’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım’ Hz. İbrâhim, bu gözleminitekbaşınayapmadığı, yanında kavminden bir grup insanın da bulunduğu (bu ifâdeden) sonucu çıkarılmıştır. (..) Bu ifâdeden, bu kavmin Allâh’ın varlığına inandıkları, fakat gök cisimlerini ve bunları sembolize eden putları O’na ortak koştukları ve böylece tevhid inancından saptıkları anlaşılmaktadır. Esâsen, Kur’ân’ın hâkim tavrı, tanrı tanımazlardan çok, şirkle mücâdeledir. (KUR’AN YOLU, 2/431)
Hz. İbrâhim’in 75, 76, 77, 78’nci âyetlerde geçen sözlerini tartışma konumunda söylemiş olmalıdır. Zîrâ Hz. İbrâhim, baştan beri putları reddetmiş, fıtratı şirke bulaşmamıştır. (S. HAVVÂ, 4/446) Hz. İbrâhim (a.s.), kavminin üzerinde olduğu bâtılın açıklama sadedinde münazara makamında bulunmaktadır. (M. A. SÂBÛNİ, 1/373)
(82).‘İman edip de îmanlarını zulümle (şirkle) karıştırmayanlar (varya) işte (korkudan) emin olmak onların (hakkı)dır.’’ Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür. Peygamber (s) de böyle tefsir etmiştir. Çünkü şirk, îmânı bitirir, amelleri boşa çıkarır. (H. T. FEYİZLİ, 1/136)
Hadis: İmam Ahmed rivâyet ediyor: Abdullah’dan dedi ki: ‘Îman edenler îmanlarını zulüm ile bulaştırmayanlar…’ âyeti nâzil olunca, bu, Rasûlullah’ın ashâbına ağır geldi. (ashab endişelendi) ve ‘Hangimiz nefsine zulmetmez ki? Dediler. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: Durum sizin anladığınız gibi değildir. Allâh’ın Sâlih kulunun dediği gibi ‘yavrucuğum, Allâh’a ortak koşma. Çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür’ (Lokman 31/13)buyurduğunuduymadınız mı? İşte o zulüm, şirktir. (Müslim Îman 197). (S. HAVVÂ, 4/447)
6/84-90 PEYGAMBERLERİN YOLUNA TABİ OLMAK
84. Biz ona İshâk’ı ve Yâkub’u bağışladık. Her birine hidâyete erdirdik. Daha önce Nûh’a ve onun neslinden Dâvûd’a, Süleyman’a, Eyyüb’e, Yûsuf’a, Mûsâ’ya ve Hârûn’a da hidâyete erdirdik. Biz, iyi davrananlara işte böyle mükâfat veririz.
85. Zekeriyâ’ya, Yahyâ’ya, Îsâ ve İlyâs’ı da (hidâyete erdırdik), hepsi de iyilerdendi.
86. İsmâil, Elyesa‘, Yûnus ve Lût’u da (aynışekildehidâyete erdirdik). Her birine âlemlerin üstünde (farklı) yüksek meziyetler verdik.
87. Onların babalarından, nesillerinden ve kardeşlerinden bâzılarını da (hidâyete erdirdik). Onları seçtik ve onları doğru yola eriştirdik.
88. İşte bu, Allâh’ın hidâyetidir ki O kullarından dilediğini ona eriştirir. Eğer onlar da şirke gitmiş olsalardı, yaptıkları herşey boşa giderdi. [bk. 39/65]
89. İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm (hikmet) ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. (Ey Peygamberim!) Eğer bu (Kur’ân’amuhâtapola)nlar da inkâr ederlerse, (bilsinlerkibiz) inkâr etmeyecek bir kavmi onların yerlerine getiririz. [bk. 5/54; 14/19-20]
90. Onlar (opeygamberler), Allâh’ın doğru yola eriştirdiği kimselerdir. O hâlde (Rasûlüm! Sende) onların (otevhidesâsınadayalı) yoluna uy ve de ki: “Ben (peygamberlikvazîfemekarşılık) sizden hiçbir karşılık istemiyorum. O (Kur’an) bütün âlemlere bir ‘irşad ve uyarı’dır.”
84-90. (85). ‘Zekeriyâ, Yahyâ, Îsâ ve İlyâs’ı da (hidâyete erdirmiştik) Hepsi de (sâlih) iyilerdendi.’ Hz. Îsâ’nın annesine nisbet edilerek anılması, zürriyetin kız çocuklarına da kapsadığına delâlet eder. Nitekim Hz. Hasan ve Hüseyin (r) peygamberimizin zürriyetinden sayılırlar. Halbuki Rasûlullah Efendi’mize soyca anneleri ile bağlanırlar. (İ. H. BURSEVİ, 5/391)
Haccac, Yahyâ b. Ma’mer’e haber göndererek şöyle dedi: Bize ulaştığına göre, senin Hasan ile Hüseyin’in peygamber (s)in zürriyetinden geldiğini ve bunu Allâh’ın kitabından delillendirdiğini ileri sürdüğün haberi ulaştı. Ben Kur’ân’ı baştan aşağı okuduğum hâlde, böyle bir şeye rastlamadım.
Yahyâ ona şöyle dedi: ‘Sen Yüce Allâh’ın En’am sûresinde yer alan ’Ve onun soyundan Dâvûd’u, Süleyman’ı, Yahyâ’yı, Îsa’yı ve İlyas’ı da’ buyruğunu hiç okumadın mı?’ ‘Evet, dedi Haccac., Yahya: ‘Peki, Îsâ babasız olduğu hâlde İbrâhim’in soyundan gelmiş olmuyor mu? Bunu üzerine Haccac, ‘Doğru söyledin, diye cevap verdi. (S. HAVVÂ, 4/451)
(90).‘De ki: Ben buna (peygamberlikgörevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum.’ Hanefiler, bu âyete dayanarak, : Bu buyrukta, Kur’an-ı Kerim’i öğretmek ve Hadis-i Şerif rivâyet etmek karşılığında ücret almanın câiz olmadığının delili vardır’ demişlerdir. Bu konu, ihtilâflı bir meseledir. Hanefi fıkhında, nihâyette fetvânın ‘caiz olduğu’ şeklinde verilmiştir. (S. HAVVÂ, 4/450, 451)
‘… peygamberlerin hidâyetine uy.’ Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği gerçekler aynıdır. Çünkü hepsi vahye dayanır. Dolayısıyla peygamberimizden önceki peygamberlerin tebliğ ettiği emir, yasak ve hükümler, daha sonraki peygamberlerin tebliği ile değişmemiş ise bağlayıcıdır, uygulanması gerekir. Peygamberimiz ve onun şahsında bütün müminlere yönelik ‘Peygamberlerin hidayetine uy’ emri, bunun delilidir. (İ. KARAGÖZ 2/497, 498)
6/91-94 ALLÂH’I GEREĞİ GİBİ TANIMAK
91. (Müşriklerde🙂 “Allah hiçbir insana bir şey indirmedi.” demekle, Allâh’ın kadrini gereği gibi takdir etme(mişol)dular. (Rasûlüm! Onlara🙂 “Öyleyse Mûsâ’nın, insanlara nûr ve doğru yol gösterici olarak getirdiği Kitab’ı kim indirdi? Hâlbuki siz onu birtakım kâğıtlara (yazıp) koyuyor, onu (oişinizegelenkısmını) açığa çıkarıyor, birçoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de, atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (İşteoKitab’ıindirende) Allah’tır.” de. Sonra bırak onları, daldıkları (bataklıklar)ında oynayadursunlar.
92. (Ey Peygamberim!) Bu (Kur’an), kendinden önceki (ilâhîkitap)ları doğrulayan ve şehirlerin anası (olanMekke) ve çevresindeki (yeryüzündekiinsan)ları uyarman için indirdiğimiz mübârek bir kitaptır. Âhirete inananlar, ona (Kur’ân’a) da inanırlar ve onlar namazlarına devam ederler.
93. Allâh’a karşı yalan uydurandan veya kendisine hiçbir şey vahyedilmediği hâlde, “Bana da vahyedildi.” diyenden ve “Allâh’ın indirdiği (âyetler / hükümler) gibi ben de indirir (söyler)im!” diyenden daha zâlim kim olabilir? (EyRasûlüm!) Ölüm sıkıntıları içinde (kıvranır) iken, meleklerin de ellerini uzatarak: “Haydi bakalım çıkarın (kurtarınelimizden) canlarınızı! Allâh’a karşı doğru olmayanı söylemeniz ve O’nun âyetlerin(ikabullenmey)e karşı büyüklük taslamanız sebebiyle bugün, hor ve hakîr edici bir azap ile cezâlandırılacaksınız!” (derler. Ovaziyette) zâlimleri bir görsen!
94. (Onlaraâhiretteşöyledenilecek🙂 “Andolsun ki (hayatta) size bahşettiğimiz şeyleri artık arkanızda bırakarak, ilk defa sizi yarattığımız gibi (hiçbirşeysiz) tek tek huzûrumuza geldiniz. Artık kendilerinin hakikaten ortakları(mız) olduğunu sanıp iddiâ ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz. Doğrusu, (Allahyerinekendisinebağlandıklarınızla) aranızdaki (bağ)lar kesildi. (Dünyâda) bir şey san(ıpdarağbetet)tikleriniz, sizden uzaklaşıp gitmişlerdir.”
91-94. (91).‘(Müşrikler) Allâh’ı hakkıyla takdir etmediler’ Celâl ve cemâl sıfatlarını lâyıkıyla tanımadılar. Her şeye gücünün yettiğine, rahmân ve rahîm olduğuna îman etmediler, nimet ve rahmetinin kadrini bilmediler. Hukûkuna riâyet, ilâhlık şânına hürmet etmediler, Hâsılı takdirsizlik ve nankörlük yaptılar. (..) ‘Allah beşere bir şey indirmedi’ sözü, bir müşrik sözü olduğu ve yukardan beri anlaşılageldiği üzere, Mekke müşriklerinin de bu fikirde bulunduğu açıktır. (ELMALILI, 3/461)
Müşrikler, büyük bir inatla ‘Allah insanlardan bir peygamber göndermemiştir, herhangi bir insana vahyettiği bir kitap indirmemiştir’ diye aptalca direniyorlardı. Oysa Arap Yarımadası’nda Ehl-i Kitap’tan Yahudilerle komşuluk yapıyorlardı. Üstelik onların Ehl-i Kitap olduklarını ve yüce Allâh’ın Mûsâ’ya (as) Tevrat’ı indirdiğini inkâr etmiyorlardı. Sâdece peygamberimizin * salât ve selâm üzerine olsun – peygamberliğini inkâr etmek için inatları ve diretmeleri yüzünden söylüyorlardı. ‘Allah herhangi bir insana birşey indirmemiştir’ şeklindeki sözlerinden dolayı Kur’ân-ı Kerim, onları kınayarak karşılamaktadır. Bu arada Kur’an onları, daha önce Mûsâ’nın getirdiği kitapla da yüzyüze getirmektedir: ‘Onlar ‘Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir’ derken, Allâh’ı gereği gibi tanıyamamışlardır.’ Câhiliye döneminde Mekkeli müşriklerin söylediği bu sözlerin benzerleri her zaman söylenegelmiştir. Bugün de aynı sözleri söyleyenler bulunmaktadır. (S. KUTUB, 4/95)
Dâvet edildiği ve açıklandığı hâlde îman etmeyen kimselerin, îmâna zorlanmaması, kendi hâllerine bırakılması gerekir. ‘Sonra onları içine daldıkları bataklıkta bırak, oyalanıp dursunlar’ cümlesi bu anlamı ifâde etmektedir. Çünkü dinde zorlama yoktur. (2/256), dileyen îman eder, dileyen de inkâr eder. (18/29; İ. KARAGÖZ 2/500)
(92).‘Bu (Kur’an), kendisinden önceki (ilâhikitap)ları doğrulayan ve şehirlerin anası (olanMekke) ve çevresindeki (yeryüzündekiinsan)ları uyarman için indirdiğimiz mübârek bir kitaptır.’ Kur’ân’ın, kendinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır: (a) Önceki Kitaplarda, Hz. Muhammed’in peygamberliği, müjdesi vardı. Kur’ân’ın indirilmesi ile bu, fiilen gerçekleşmiştir. (b) Kur’an başta Allâh’ın birliği, peygamberlik ve âhiret gibi itikadi konular olmak üzere, birçok esas ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. (KUR’AN YOLU, 2/440)
‘Çoğunu da gizliyorsunuz.’ Meselâ, Hz. Muhammed’in sıfatlarını bildiren âyetleri, recm / taşlama (cezâsı) âyetlerini ve başka Tevrat’ın hükümlerini gizliyorsunuz. (İ. H. BURSEVİ, 5/400)
Şehirlerin anası: Şehirlerin anasından kasıt, Mekke’dir. Ona bu adın verilmesinin sebebi, yeryüzünün tam göbeğinde olması, takvâ ehlinin kıblesi olması ve yeryüzünün en hürmete şâyan yeri olmasıdır. (..) Çevresindekiler: Diğer Arap kabileleri ve diğer Âdemoğullarıdır. Arap olsun olmasın, diğer bütün insanlardır. Mânâ şudur: Biz bu Kur’an’ı bereket olsun diye ondan önceki kitapları tasdik etsin, şehirlerin anasını ve etrafında bulunan diğer dünyâyı uyarasın diye indirdik. (S. HAVVÂ, 4/453)
‘…kendinden önceki kutsal kitapları onaylayan mübârek / kutlu bir kitaptır…’ Yüce Allâh’ın peygamberler göndemesi ve bu peygamberlere kitap indirmesi, O’nun evrene yerleştirdiği kânunlarından birisidir. Şu, Allah tarafından indirilmiş olmasını kabul etmedikleri yeni kitap da ulu ve kutlu bir kitaptır. Şüphesiz Allah doğru söylüyor. O, Allâh’a andolsun ki, kutlu bir kitaptır. Bu kitap, bereketin tüm anlamıyla bereketli, kutlu bir kitaptır. Kaynağı bakımından kutludur. Yüce Allah onu katından indirmekle kutsamıştır. Yüce Allâh’ın ona lâyık olduğunu bilerek indirdiği yeri açısından kutludur. Burasu Muhammed (s)‘in temiz, şerefli ve ulu kalbidir. Hacmi ve içeriği bakımından kutludur bu kitap. Kuşkusuz bu kitap, kalınlık bakımımndan insanların yazdığı kitaplara göre sayılı sayfalar konumundadır. Ancak, her bölümünde öylesine anlamlar, işâretler, etkenler ve direktifler içermektedir ki, hacim ve yer bakımından ondan kat kat büyük olan bu kitapların hiçbiri bu düzeye ulaşamaz. (..) Bu kitap etkisi açısından da kutludur. Doğrudan doğruya insan fıtratına ve oluşumuna oldukça tatlı, lâtif ve etkileyici bir tarzda hitap etmektedir. Her alanda, her alışkanlıkta ve her eğilimde karşısına çıkmakta ve hiçbir konuşmacının sözlerinin yapamayacağı etkiyi yapmaktadır. Çünkü bu kitapta, yüce Allâh’ın verdiği bir etkileme gücü vardır. (S. KUTUB, 4/98)
(93).‘Allâh’a karşı yalan uyduran… daha zâlim kim vardır?’ ‘Allâh’a karşı yalan uyduran kimse’den maksat, ‘Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi’ (6/91) ve ‘Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır’ (25/4, 69/44–46) diyen müşriklerdir. Allâh’a âit olmayan sözleri Allâh’a isnad etmek, Allâh’a karşı iftirâ ve büyük bir zulümdür. Peygamberimiz (s) böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir. Allâh’ın emretmediğini emretti, yasak etmediğini yasak etti demek, Allâh’a iftirâ etmektir. (İ. KARAGÖZ 2/502)
‘Allâh’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim’ demek, Kur’ân’ın benzerini ben de yazabilirim, demektir. Bu, ‘Müşriklere karşı âyetlerimiz okunduğu zaman, ‘Duyduk, istesek biz debunun benzerini elbette söyleriz’ (8/31) sözünün bir benzeridir. Âyetin bu cümlesi ile kasdedilen kimse, Peygamberimizin vahiy kâtibi olan, sonra irtidat edip müşriklere sığınan Abdullah . Sa’d b. Ebî Serh’tir. (İ. KARAGÖZ 2/503)
(94).‘(Onlaraâhiretteşöyledenilecek🙂 “Andolsun ki (hayatta) size bahşettiğimiz şeyleri artık arkanızda bırakarak, ilk defa sizi yarattığımız gibi (hiçbirşeysiz) tek tek huzûrumuza geldiniz.’
‘O gün ne mallar fayda verir ne oğullar! Allâh’a arınmış bir kalp ile gelen başka.’ (26/88, 89) ‘Ey insanlar! Ana babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, çocuğun da ana babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun.’ (31/33). Bu âyet-i kerîmeler, âhirette insanın malının, mülkünün, servetinin ve çocuklarının, anne ve babasının bir faydasının olmayacağını, ancak îman ve sâlih amellerinin fayda vereceğini beyan etmektedir. (İ. KARAGÖZ 2/505)
Hadis: Hasan Basri’den: Kıyâmet günü Âdemoğlu, bir kuzu imiş gibi getirilir. Yüce Allah ona, ‘Topladıkların nerede?’ diye sorar. O: Rabbim onu topladım, fakat en fazla olduğu bir zamanda da terk ettim. Yüce Allah, ona şöyle der: ‘Peki ey Âdemoğlu, kendin için önden gönderdiklerin nerede?’ der. Önden gönderilmiş hiçbir şey olmadığını görür. Bundan sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu: ‘Andolsun ki sizi, ilk defa yarattığımız gibi tek tek geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri ardınızda bıraktınız.’ (İbn Ebi Hatim rivâyeti, S. HAVVÂ, 4/459)
‘İlk kez yarattığımız gibi’ ifâdesinin anlamı doğduğunuz gündeki gibi, yalnız ve tek demektir.
Hadis: İnsanlar kıyâmet gününde, yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşr olunacaklardır. ‘ bunu işiten Hz. Âişe vâlidemiz ‘Eyvah, o gün kadınların ve erkeklerin avret yerleri açık mı olacak?’ deyince, Rasûlullah (s) şöyle buyurmuşlardır: ‘O günde, herkesin kendine göre bir derdi vardır’ (Abese, 80/37) Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere bakamazlar. Onlar, başkasıyla uğraşma imkânı bulamayacaklardır. (Müslim’den, İ. H. BURSEVİ, 5/414)
6/95-99 ALLÂH’IN VARLIĞININ KEVNİ DELİLLERİ
95. Şüphesiz ki tâneyi ve çekirdeği yar(ıpçıkar)an Allah’tır. Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran O’dur. İşte Allah (birvegerçekolanİlâh) budur. O hâlde nasıl (olupdaO’naîmanetmekten) çevriliyorsunuz?
96. Sabahı (geceninkaranlığından) yarıp ağartan O’dur. O, geceyi dinlenme (zamânı), güneşi ve ayı da (vakitleri) hesaplama (ölçüsüolmaları) için yaratmıştır. Bu, mutlak gâlip (herşeyi) hakkıyla bilen (Allâh’)ın takdîridir. [bk. 7/54; 36/37-40; 91/3-4; 92/1-2; 93/1-2]
97. Kara ve deniz(degecen)in karanlıklarında, kendileriyle yolu bulmanız için size yıldızları yaratan O’dur. Bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.
98. Allah, sizi tek nefis (Âdem’)den yaratandır. Sonra (siziniçindünyâda) bir süreli, bir de (âhirettedirilişve) süresiz kalış yeri vardır. Gerçekten biz, derin anlayış sâhibi bir kavim için âyetleri geniş geniş açıkladık. [krş. 2/28; 11/7; 40/11]
99. Gökten su indiren O’dur. İşte her şeyin bitkisini onunla çıkardık. Şöyle ki; ondan (ilkönce) bir yeşil (filiz) çıkardık. Ondan da birbiriyle benzeşen ve benzeşmeyen (başakvesalkımgibi) birbiri üzerine binmiş tâneler, hurma tomurcuğundan sarkmış salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar (bahçeleri) çıkarırız. (Herbirinin) meyvesine önce meyvenin ilk yetiştiği sırada, bir de olgunlaştığı sırada bakın. Şüphesiz bunlarda inanan bir toplum için elbette birçok ibret (Allâh’ın varlığına ve kudretini gösteren deliller) vardır.
95-99. (95).‘Ölüden diriyi çıkarır.’ Ölü topraktan canlı, büyüyüp gelişen bitkiyi çıkarır. ‘Diriden de ölüyü çıkarandır.’ O müminden kâfir, kâfirden de mümin çıkarır. Bu ifâde ile öldükten sonra, onları diriltmeye kâdir olduğuna dikkati çekmektedir. Bütün bunları yaratan, öldükten sonra onları diriltmeye de kâdirdir. (S. HAVVÂ, 4/485)
İlk insan Hz. Âdem’i su ve toprak karışımı bir süzmeden, diğer insanları döllenmiş yumurta nutfeden, bitkileri ve ağaçları tohum ve çekirdekten, tavukları yumurtadan, yaratan Allah’tır. Nutfe, tohum ve çekirdekte bir canlının kodlarını var eden, onlara bu özelliği veren, de yüce Allah’tır. ‘Ölüden diriyi çıkarır’ cümlesi, bu anlamı ifâde eder. Canlı olan bitki ve ağaçlarda tohumu, erkelerde spermi, kadında yumurtayı, tavukta yumurtayı yaratan yüce Allah’tır. ‘Canlıdan ölüyü çıkarandır’ ifâdesibuanlamıifâdeeder. Âyetin bu iki cümlesi, mümin bir anne babadan kâfir bir insan, kâfir bir anne babadan mümin bir insan yetişebileceğini ifâde ettiği gibi, erkeğin sperminin kadının yumurtasını döllemesi ile rahimde insanı yaratan yüce Allah, ölümden sönra insanı yeniden yaratacağını da ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 2/507)
İbrâhim (a.s.)’da olduğu gibi Allah mümini kâfirden, Nuh (a.s.)’ın oğluna olduğu gibi kâfiri müminden, itaatkâr kuldan âsi çocuğu veya bunun aksini çıkarır. (İ. H. BURSEVİ, 5/420)
(96).‘..sabahı yarıp çıkarandır.’ Gecenin karanlığından sabahı yarıp çıkartır ya da gündüzün aydınlığını yaratan O’dur. ‘Geceyi bir sükûn, güneşi ve ayı da hesap için bir ölçü kılmıştır.’ Geceleyin dinlenilir, yaratıklar geçim için çalışıp çabalamaya ara vererek uykuya çekilirler. Ayrıca onu sevenler halk ile yalnızlıktan uzaklaşıp hak ile ünsiyete çekilirler. Güneşi ve ayı da hesap için birer işâret kılmıştır. Yâni bir tür hesâbın işâretidirler. Çünkü zamânın hesâbı onların hareketleriyle bilinen bir şeydir. (S. HAVVÂ, 4/485)
Güneş ve Ay, gelişigüzel değil, Allâh’ın koyduğu bir kânuna ve programa göre hareket etmektedir. ‘Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir.’ (55/5) ‘Güneş ve Ay’ın her biri, bir yörüngede yüzüyor.’ (21/33). Bu kânun ve programın sâhibi, yüce Allah’tır. (..) Varlık âleminde hiçbir şey hesapsız, takdirsiz, gelişigüzel, keyfe göre oluvermiş bir tesâdüf ve tabiatın kendi kendine birbirini tâkip etmesi değil, bir bilgi ve kesin bir hesap iledir. Bu hesap, hiçbir şeye boyun eğmeyen eşsiz bie kudretin, gizli ve açığı gören, bilen, sınırsız bir ilmin sâhibi olan ve herşeye gücü yeten Allâh’ın işidir. (İ. KARAGÖZ 2/509)
(98).‘O sizi bir tek nefisten (yâniÂdem’incanından) yaratmış olandır. Sonra bir karar yeri, bir de emânet yeri vardır.’ Yâni, hepiniz bir nefisten meydana gelmiş olduğunuz hâlde, her birinizin bir istikrar hâliniz (yerleşme), bir istida (emânet, vedia) hâliniz var. Sırt omurgasından rahime, rahimden dünyâya, dünyâdan kabre, kâh yerleşme, kâh emânet olarak bırakılma, iki nöbetleşen hâl içindesiniz. (ELMALILI, 3/470)
Güneş, Ay, yıldızlar ve gezegenler Allâh’ın varlığının delilleridir. Güneş, Ay, yıldızlar, gezegenler ve bunların bir düzen hâlinde hareket etmeleri, hem Allâh’ın koyduğu bir düzenin sonucu olup, insanlar için bir nîmet, hem de Allâh’ın varlığının ve kâinatta bir düzen koyduğunun bir delilidir. Bunu ancak bilenler, anlayabilirler. Toprak ve denizde, yer ve gökte, bitkilerde ve hayvanlarda, hava boşluğu ve astronomide Allâh’ın varlığına ve gücüne delâlet eden o kadar çok detay vardır ki, anlamak ve bunlardanfaydalanmakbilginlere mahsustur. Bu itibarla Botanik, Zooloji, Aritmetik, Astronomi, Meteoroloji, Gökbilim ve Matematik ilimlerini öğrenmek Allâh’ı ve gücünü tanımaktır. (İ. KARAGÖZ 2/511) Yine Tıp, veterinerlik, Peyzaj mimarlığı da Allâh’ın gücü’ kudreti, ilminin sonsuzluğunu tanımakta birer aracı olabilecektir.
Bâzı eski ve yeni tefsirlerde belirtildiği gibi (..) bu iki kavramı, insanın birbirini takip eden iki belirli konumuyla sınırlamak yerine, bunların ilk yaratılıştan insanın varlığının devâmı süresince içinde bulunduğu ve intikal etmeye hazır olduğu bütün konumlarına işâret ettiğini düşünmek daha isâbetli olur. Buna göre insanoğlu başlangıcından itibâren varlığının her konumunda hem bir karar hem de intikâle aday olma emânet hâlinde bulunma durumlarını birlikte yaşar. Böylece o, cennet veya cehenneme varıncaya kadar, sırasıyla ilk nefsin özünde yâni insanı saklayan ilk cevherde, babanın sulbünde, annenin rahminde, toprağın üzerinde, yerin altında ve haşir yerinde hem bir karar hâlinde hem de gelecek intikâle namzet emânet hâlini birlikte yaşar. Müstekar bu hallerin ilkine, müstevda’ da ikincisine işâret etmektedir. (KUR’AN YOLU, 2/445)
‘Meyvesine, bir meyve verdikleri zaman bir de olgunlaştıkları vakit bir bakın.’ Siz bu meyveleri ilk olarak meydana geldikleri zaman da, onlara bakın. Sizin bu bakmanız, ibret almak ve bunları takdir eden, yöneten, miktarlarını tâyin eden, bir durumdan bir duruma aktaran kimsenin kudretine delil olarak görmek üzere bakın. (S. HAVVÂ, 4/486)
‘Şüphesiz ki bunlarda îman eden bir topluluk için âyetler vardır.’ Kadir, hikmeti sonsuz olanın varlığına ve birliğine delil olan işâretler / belgeler vardır. Çünkü, değişik türlerin,, farklı farklı çeşitlerin aynı asıldan meydana gelmesi, bunların teferruâtını bilen, kudretli gücün meydana getirmesiyle, var etmesiyle olur. (S. HAVVÂ, 4/487)
Bitki ve meyvelerin toprakta yetişmesi, su ile buluşuphavalar ısınınca ürün vermesi, aynı toprakta yetişen, aynı su ile beslenen, ve aynı güneş ışığı alan, fakat yaprağı, çiçeği, bitkisi, gövdesi ve dalı, meyvesinin şekli, kabuğu, çekirdeği ve tadı farklı olması, îman eden bir toplum için Yaratıcı’nın varlığına, gücüne ve nîmetlerine bir delildir. (İ. KARAGÖZ 2/514)
6/100-102 ALLÂH’A ÇOCUK İSNAD EDENLERİN REDDİ
100. (Müşrikler,) cinleri Allâh’a ortak koştular. Hâlbuki onları da O yaratmıştır. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O, onların (butürlü) nitelemelerinden uzaktır ve şânı yücedir.
101. Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O’nun bir eşi olmadığı hâlde nasıl (olurda) O’nun bir çocuğu olabilir! Herşeyi O yaratmıştır ve O, herşeyi bilendir.
102. (Ey insanlar!) İşte, sizin Rabbiniz olan Allah bu niteliklere sâhiptir. O’ndan başka hiçbir İlâh yoktur. Herşeyi yaratan O’dur. O hâlde O’na kulluk edin. Herşeyin himâyesi, yönetimi O’nun elindedir.
100-102. (100).‘Cinleri Allâh’a ortak koştular.’ Cin kelimesi, ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri olan varlıkları ifâde eder. (..) Kur’ân’a göre müşrikler, cinlere ve meleklere taparlar. (Sebe, 34/41) (Zuhruf 43/20) Allah ile görünmez varlıklar arasında nesep bağı kurarlar. (Sâffât 37/158), melekleri Allâh’ın kızları olarak düşünürlerdi. (Nahl 16/57, Sâffât 17/149) (KUR’AN YOLU, 2/446, 447)
Cin, sözlükte örtmek ve gizli kalmak anlamındaki ‘cenne’ fiilinden isim olup, gizli ve görünmeyen varlık demektir. Terim olarak cin, Allah’a kulluk etmesi için (51/56) İnsanlardan önce ve ateşten yaratılmış (15/27) duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irâde sâhibi, kendilerine peygamber gönderilen (6/130), ilâhi emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi müminleri ve kâfirleri, iyileri ve kötüleri bulunan (72/11,14,15) varlıklardır. Peygamberimiz (s), ilâhi emirleri cinlere de tebliğ etmiştir (46/29). (…) müşrikler cinlerde ilâhi güç ve birtakım yetenekler olduğuna inanıyorlar, zararlarından korunmaya ve hoşnutluklarını kazanmaya çalışıyorlar, bu amaçla cinler adına kurban kesiyorlardı. Cinlerin, kâhinlere gökten haberler getirdiğine, Allah ile cinler arasında bir bağ bulunduğuna inanıyorlardı (37/158). (..) Mekke müşrikleri, Allahın varlığını kabul ediyorlar, ancak şefaatçi olur (10/18) ve kendilerini Allâh’a yaklaştırır inancı ile (39/3) elleri ile yaptıkları putlara ilah diye tapıyorlar, Allâh’a ortak koşuyorlar ve tek ilâh olduğunu kabul etmiyorlardı (38/5). (…) Yahudi ve Hristiyanlar, Allah’tan ayrı olarak hahamlarını ve rahiplerini rabler edinmişlerdi (9/31). Hristiyanlar, Hz.Îsâ (as)’ı ve annesini ilâh ve rab edinmişlerdi (9/31, 5/72,73,116, 4/171) Bu söylem ve inançlar ve âyette “Allah noksan sıfatlardan uzaktır”, “ Allah kâfirlerin Allah hakkında söyledikleri nitelemelerden yücedir” cümleleri ile reddedilmektedir. (İ. KARAGÖZ 2/515, 516, 517)
‘… O hâlde O’na kulluk edin. Herşeyin himâyesi, yönetimi O’nun elindedir.’ Bundan anlaşılıyor ki kim, Allâh’ı bırakıp kime ve neye kulluk ederse, yâni taparcasına ona sarılırsa o, onun rabbi veya ilâhı durumundadır. Mü’min ancak Allâh’a kulluk eder, Rab olarak da ancak Allâh’ı tanır ve ancak O’nun emirlerine uygun yaşamakla hayat bulur. [bk. 1/4; 9/31; 40/62; 41/30; 46/13] (H. T. FEYİZLİ, 1/140)
6/103. RÜ’YETULLAH
103. Gözler O’nu idrak edip göremez. O ise bütün gözleri görür. O Latîf’tir (dünyâdagözlegörülmez, kullarınadalütufsahibidir), herşeyden haberi olandır.
103-103‘Gözler O’nu idrak edip göremez. O ise, bütün gözleri görür.’ İdrak, (kavramak) , görmekten (rüyet) farklıdır. Çünkü idrak, bir şeyin özüne vâkıf olmak, onu kuşatmak ve kavramak, rüyet ise, bir şeyi görmekten ibârettir. Görmek, idrak olmadan da olabilir. (İ. H. BURSEVİ, 5/437)
‘Arzulanan bir şeye ulaşma’ anlamına gele ‘idrak’ mecaz olarak ‘duyu organının duyulur şeyi algılaması veya aklın soyut bir varlık ya da anlamı kavraması mânâsında kullanılır. Buradaki kullanımda her iki anlamı da kapsamaktadır. Yâni ‘Gözler O’nu idrak edemez’ ifâdesiyle hem Allâh’ın gözle görülür maddi ve cismâni bir varlık olmadığı hem de zâtından başka hiçbir varlık tarafından O’nun gerçek varlığının ve mahiyetinin bütünüyle bilinip kuşatılamayacağı ortaya konmuştur. Bu ifâde ile özellikle maddi nesneleri, putları, heykelleri, resimleri tanrılaştıran, bunlara tanrısal aşkınlık ve kutsallık yükleyerek kendilerine sığınılan veya korkulan birer güç kaynağı gibi gören bütün dinler, inançlar ve bunlara dayalı tutumlar reddedilmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/448, 449)
İslâm’ın iki temel kaynağından biri olan Kur’an, ‘Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabbine bakar’ (Kıyâmet 75/22-23). ‘Hayır onlar (inkârcılar) o gün Rablerinden (O’nu görmekten) perdelenmişlerdir.’ (Mutaffifîn 83/15) âyetleriyle âhiret âleminde Allâh’ın görüleceğini belirtmektedir. İslâm’ın diğer kaynağı olan sünnette de Allah Rasûlü (s) ‘Siz ayın ondördüncü gecesinde dolunayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.’ (Buhâri, Müslim) şeklindeki sahih sözüyle müminlerin âhirette Yüce Allâh’ı göreceklerini açıkça beyan etmektedir. (M. DEMİRCİ, 1/441)
Bu buyruk ile ilgili olarak Mutezile ile ehl-i sünnet arasında kelâmi tartışmalar cereyan etmiştir. Mûtezile, bu âyet-i kerimeyi dünyâda da, ahrette de Allâh’ın görülemeyeceğine dâir delil gösterirler. Ehl-i sünnet ise, böyle bir anlayışı reddetmekte ve bunu sapıklık olarak değerlendirmektedirler. Çünkü bu konuda Peygamber (s)’den gelen tevâtür derecesindeki haberler müminlerin Allâh’ı hem arasatta, hem de cennet bahçelerinde göreceğini ifâde etmektedir. (S. HAVVÂ,4/494)
Hadis: Cerir b. Abdullah, ‘Biz Rasûlullah’ın yanında idik, dolunay hâlinde iken aya baktı ve ‘Siz Rabbinizi bu ayı gördüğünüz gibi ayan beyan göreceksiniz’ (Buhâri Mevâkit 16, İ. KARAGÖZ 2/519)
6/104-107 HAKKI GÖRMEK
104. (Ey insanlar!) Doğrusu size, Rabbinizden deliller (vehakikatianlamakâbiliyeti) geldi. Artık kim (gerçeği) görür (veîmaneder)se lehine, kim de kör kalırsa aleyhinedir. (Ey Peygamberim!) Deki🙂 “Ben de sizin üzerinize bir koruyucu değil (tebliğciy)im.”
105. (Ey Peygamberim!) İşte böylece âyetleri türlü türlü (üslûplarla) açıklamamız, (müşrikler🙂 “Sen Kur’ân’ı) birinden öğrendin.” demeleri, bir de onu (Kur’ân’ı) bilmeleri için âyetleri detaylı açıklıyoruz.
106. (Ey Peygamberim!) Rabbinden sana vahyedilene uy; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir!
107. (Ey Peygamberim!) Eğer Allah dileseydi (yâniirâdelerindeserbestbırakmasaydı) müşrik olmazlardı. Seni onların üzerine bir gözcü de yapmadık, sen onların üzerine (koruyucu) bir vekil de değilsin.
104-107. (105).‘İşte biz âyetleri böylece türlü türlü açıklarız. Ta ki onlar, sen okumuşsun desinler. Biz onu (Kur’ân’ı) bilen bir topluluğa apaçık gösterelim.’ Müşriklerin peygamberimize ‘Sen Kur’ân’ı birinden öğrenmişsin’ demeleridir. Çünkü Arap müşrikler, Peygamberimiz (s)’e ‘Sen birinden okuyup iyi öğrenmişsin, yoksa bu okuduğun şey, okumayı yazma bilmeyen birinin işi değildir.’ ‘Başka bir topluluk Muhammed’e yardım etmiştir.’ (25/4) ‘Bu okudukları Muhammed’e sabah akşam okunmaktadır.’ (25/5), ‘Bu ancak insan sözüdür’ (74/25) diyorlardı. (İ. KARAGÖZ 2/521)
‘dereste’: (1) sen okumuşsun. (2) karşılıklı olarak (dâreste) başkaları ile okumuşsun, (3) Geçip gitmiştir, geride kalmıştır. (..) Bu üç türlü sözü de, çağımızda kâfirlerden işitmemiz mümkündür. Onlar, ‘Din, insanlık hayâtının aşamalarından bir aşamadır. Ve bu aşama sona ermiştir, geçip gitmiştir’ derler. İşte bu, Kur’ân’ın îcaz tecellilerinden biridir. (..) Rasûlullah’tan tevâtüren gelen kıraetlerin birden fazla oluş hikmetini de anlamış oluyoruz. (S. HAVVÂ, 4/496)
(106).‘Rabbinden sana vahyolunana uy.’ ile maksat, âyetler ve âyetlerdeki emir ve yasaklardır. Yüce Allah, bu emir ve yasaklara Peygameri(s)’in uymasını emretmektedir. Bu emir aynı zamanda Peygamberin şahsında bütün müminler için de söz konusudur. Dolayısı ile aksine bir delil ve karîne olmadığı sürece Kur’an’daki her emir ve yasağa uyulması farzdır. (…) (İ. KARAGÖZ 2/522).
‘Allahtan başka hiçbir ilah yoktur’ cümlesi tek Allah inancını ifâde eder. Putları reddedip bir tek Allâh’a îman etmek farzdır, mümin olmak için olmazsa olmaz şarttır. (…) ‘müşriklerden yüz çevir’ demek, ne derlerse desinler aldırış etme, onlara karşı hoşgörülü ol, eziyetlerine tahammül et. Allâh’a ortak koşmalarına, aldırış etme, meclislerinde bulunma, aralarına karışma ve onlara karşı sevgi besleme, demektir. (…) Yüce Allah, insanlara inanç ve ibâdet özgürlüğü vermiştir. (İ. KARAGÖZ 2/522)
‘Müşriklerden de yüz çevir.’ Onları afvederek, cezâlandırmayarak, eziyetlerine katlanarak ve güzel bir şekilde uzaklaşarak, onlardan yüz çevir. Bu durum, Allah sana fetih ve zafer verinceye kadar böyle sürsün. Fetih ve zaferden sonra, Allâh’ın hükmünü onların arasında uygularsın. (S. HAVVÂ, 4/491)
(107).‘Eğer Allah dileseydi, onlar şirk koşmazlardı.’ Şâyet Allah, onların îmânı seçeceklerini bilmiş olsaydı, onları hidâyete iletirdi. Ancak, onların şirki seçeceklerini bildiğinden dolayı şirk etmelerini murad etti ve onun irâdesi ile şirk koştular. (S. HAVVÂ, 4/491)
Yüce Allah, insanlara inanç ve ibâdet özgürlüğü vermiştir. ‘Allah dileseydi insanlar, Allah’a ortak koşmazlardı’ cümlesi bu anlamı ifâde eder. Dileyen iman eder, dileyen inkâr eder (18/49). Eğer Yüce Allah isteseydi yeryüzünde her insan îman eder (10/99), hiç kimse inkâr etmez, müşrik ve kâfir olmazdı. (İ. KARAGÖZ 2/522, 523)
Allah, insana din seçmede zorlayıcı değildir, doğru yolu gösterir, seçme yeteneği ve izni verir, böylece sorumluluk da insana âit olur. (H. T. FEYİZLİ, 1/140)
‘Hem biz seni onların başına bekçi yapmadık.’ Peygamberimizin görevi sâdece İslâm’ı tebliğ ve tebyin etmektir (16/44), insanları îmâna zorlamak değildir (88/22). ‘Biz seni onların başına bekçi yapmadık’ cümlesi bu anlamı ifade eder. Tebliğ edilen hak karşısında dileyen îman eder, dileyen inkâr (18/29). Îman etmemenin vebâli peygambere değil îman etmeyenleredir (10/108). Hz. Peygamber (s)’in inkârcılar üzerinde koruyuculuk ve bekçilik görevi yoktur (42/48; İ. KARAGÖZ 2/523)
6/108 BAŞKALARININ TANRILARINA SÖVMEMEK
108. (Ey müminler! Müşriklerin) Allah’tan başka taptıklarına (hakâretedip) kötü söz söylemeyin. Sonra (onlarda) bilinçsizce hadlerini aşıp Allâh’a dil uzatırlar. Biz her ümmete yaptıklarını böylece süslü (câzip) gösterdik. Sonunda onların dönüşleri yalnız Rablerinedir. O, onlara (dünyâda) ne yapmakta olduklarını haber verecektir.
108-108.‘Allah’tan başkasına yalvaranlara kötü söz söylemeyin.’ Müşriklerin ilâhlarına sövmeyin. Bunda bir maslahat bulunsa bile, sizin sövmeniz, onların Allâh’a sövmelerine sebep oluşturmasın diye, bundan uzak durun ‘ki, onlar da bilmeyerek haddi aşıp, Allâh’a sövmesinler.’ (..) Putlara sövmek farz değil, mubahtır. Onlarla savaşmak ise farzdır. Tebliğ de böyle. Mubah olan bir şey, doğuracağı sebepler ve meydana getireceği olaylar sebebiyle engellenebilir. Farz olan bir şey ise, doğuracağı sonuçlar dolayısı ile engellenmez. (..) İtaat farz, vâcip, sünnet veya mendup ise, bizler onu yapar ve bunun doğuracağı sonuçlara aldırış etmeyiz. Ancak bu, mubah bir iş ise ve bunun sonucunda da fesat veya bir maslahat ortaya çıkacak olursa, işte o takdirde hükümde farklılık söz konusu olur. Şâyet, maslahat görülürse yapılır ve ecir alınır. Şâyet fesat görülürse, vaz geçilir, yine ecir alınır. (S. HAVVÂ, 4/492, 493)
Allah yoluna dâvet eden dâvetçinin hitap üslûbu, tavırlarının ve tartışmalarının gerçekten hassas ve inceliklere riâyet edilerek yapılması gerekmektedir. Çünkü doğrudan doğruya yaralayıcı söz söylemek, içinde bulunduğu durumdan, daha iyi duruma geçmeye katkıda bulunmaz. (S. HAVVÂ, 4/498)
Sebb: Terbiye ve nezâkete uymayan çirkin sözler demektir. Eleştirmek, yanlışı doğruyu söylemek zorunlu olmakla birlikte, hakaret etmek, sövüp saymak, İslâm ahlâkının hilim, edep, nezâket kuralları ile bağdaşmaz. Bu âyete göre başkalarının inançlarına, kutsal saydıkları değerlere hakâret etmek, İslâmi edep ve ahlâkla bağdaşmaz. Aynı zamanda İslâm’ın izzetine de zarar verir. (KUR’AN YOLU, 2/453)
6/109-113. İMAN ETMEK İÇİN MÛCİZE İSTEYENLER
109. O (müşrik)ler, eğer kendilerine (istediklerigibi) bir mûcize gelse, kesinlikle ona inanacaklarına (dâir), olanca güçleriyle Allâh’a yemin ettiler. (Rasûlüm!) De ki: “Mûcizeler ancak Allah katındadır.” Siz (mü’minler) farkında değilsiniz! O (istediklerimûcize) gelse (bileümitlenmeyin), onlar, yine de îman etmezler.
110. (Ey Peygamberim!) Biz müşriklerin (kötüniyetlerindendolayı) kalplerini ve gözlerini ters çeviririz de ‘ilk defâ ona inanmadıkları gibi’ (yineinanmazlar) biz de onları, azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakırız.
111. Eğer gerçekten biz, müşriklere melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve herşeyi onlara karşı (seninsöylediklerine) kefil olarak toplasaydık, Allâh’ın dilemesi dışında yine inanmazlardı. Fakat onların pek çoğu bilgisizdirler. [krş. 6/124; 17/92; 25/21]
112. (Ey Peygamberim!) İşte böylece biz, her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar,) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Eğer Rabbin dileseydi (imtihaniçinizinvermeseydi), onlar bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftirâları ile başbaşa bırak.
113. Bir de onlar (insan ve cin şeytanlar), âhirete inanmayanların gönüllerinin o (yaldızlısözleri)ne meyletmesi, ondan hoşlanmaları ve kazandıkları kadar (günah) işlemeleri için (vesvese verirler).
109-113. (109).‘(Müşrikler) Kendilerine bir mucize gelirse ona kesinlikle inanacaklarına dâir Allah adına kuvvetle yemin ettiler. (Ey Peygamberim!) De ki: Mûcizeler ancak Allah katındandır.’ Müşrikler Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğuna inanmadıkları, Hz. Muhhammed’in onu Tevrat ve İncil hakkında bilgi sâhibi olanlardan ders alarak öğrendiğini iddiâ ettikleri için ondan peygamberliğini kanıtlayacak başka mûcizeler istiyor; o takdirde bu mûcizeye, dolayısıyla Hz. Peygamber’e inanacaklarına dâir and içiyorlardı. Âyette Hz. Peygamber’den mûcizeyi gerçekleştirmenin ancak Allâh’ın dilemesine bağlıbulunduğunu açıklaması istenmektedir. Hz. Peygamberin de bu gerçeği her vesileyle ifâde ettiği, kendisinin ancak bir beşer olduğunu açıklıkla belirttiği görülmektedir. (Kehf 18/110; Fussilet 41/6; KUR’AN YOLU, 2/455)
Bâzı tefsirlerde işâret edildiği gibi, muhtemelen o dönemdeki Müslümanlar, iyi niyetleri sebebiyle inkârcıların mucize istemekte samîmi olduklarını düşündükleri için, Rasûlullah’tan bu isteklere olumlu karşılık vermesini beklemişlerdi. Bu sebeple âyette ‘Mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?’ buyurularak müşriklerin samîmiyetsizliğine dikkat çekilmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/455)
(110).‘… yine onların gözlerini ve gönüllerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içinde bırakırız.’ Allah Teâlâ inkârcıların kalplerini veya akıllarını ve gözlerini ters çevireceğini, böylece eğriyi doğru, doğruyu eğri gereceklerini, önceden olduğu gibi mûcize gösterildikten sonra da inanmamakta ısrar edeceklerini bildiriyor. Çünkü niyetleri, içtenlikle düşünmek ve hakikati bulmak değil, Hz. Peygamberi güç durumda bırakmaktır. (KUR’AN YOLU, 2/455)
‘Bize melekler indirilmeli değil miydi.’? Hicr 15/7: ‘Bize melekleri getirmeliydin’, diye istedikleri mûcizeyi göndersek, (6/111): ‘ve ölüler kendilerine söylese.’ (Duhan 44/36) ‘Babalarımızı diriltip getiriniz de şâhitlik etsinler’ diye istedikleri mûcize de yapılsa ‘ve üzerlerine her şeyi kefil olarak toplasaydık ta’ (6/111) İsrâ (17/92): ‘Allâh’ı ve bütün melekleri kefil olarak getir’ diye istedikleri mûcizeyi de göstersek, ‘Allah dilemedikçe hiçbir zaman îman etmeleri ihtimâli yoktur.’ Ve bundan dolayı, onlara âyet indirmek boşunadır. (ELMALILI, 3/496)
(112).‘İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine aldatmak için cazip sözler fısıldarlar.’ Cin, rûhânilerin bir kısmına denir. Çünkü rûhâniler üç kısımdır: (a) Hayırlılardır ki, meleklerdir. (b) Şerlilerdir ki, şeytanlardır, (c) Hayırlıları da, şerlileri de içine alan ortadakilerdir ki, özel mânâsıyla cin tâifesidir. (ELMALILI, 3/499)
Şeytan, insan ve cinden herhangi bir isyancı ve inatçıdır. Yâni gerek insan ve gerek cinden olsun, serkeş, kibirli, fitneci, inatçı, ele avuca sığmaz, kaypak, yola gelmez olanların hepsine, şeytan denilir. (2/14) (ELMALILI, 3/499)
İnsanların şeytanları, bâtılı ve şerri seçerler, peygamberler ve izleyenlerine düşmanlık yaparlar, cinlerin şeytanları insanların şeytanlarına destek olurlar, aldatıcı ve yıkıcı fikirler telkin ederler. Cinlerin mümini olduğu gibi, kâfiri de vardır. (KUR’AN YOLU, 2/458)
Cenâb-ı Hak, cin ve şeytanların telkinlerini aldatıcı, süslü püslü olmakla nitelendirmektedir. Allâh’a ve âhiret gününe îman etmeyenlerin, haberleşme organlarında yazdıkları ve ileri sürdükleri görüşler, allanmış pullanmış, boş sözler olduğunu görüyoruz. Müslüman, âhirete îman etmeyen kimselerin boş sözlerine kulak vermekten sakınmalıdır. (S. HAVVÂ, 4/507)
Hadis: ‘Sizden hiçbir kimse yoktur ki, kendisine görevlendirilmiş cinlerden bir arkadaşı, meleklerden bir arkadaşı olmasın. Sahâbe, ‘Sizin de mi ey Allâh’ın Rasûlü?’ diye sordular. Rasûlullah (s), ‘Evet, ancak Allah, ona karşı yardım etti de Müslüman oldu, bana sâdece hayrı emreder‘ buyurdu. (Müslim Sıfatü’l Münâfikin 67; İ. KARAGÖZ 2/530)
Hadis: ‘Ey Ebû Zer! İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden Allâh’a sığın.’ Ebû Zer diyor ki: ‘Yâ Rasûlallah! İnsanların şeytanları var mı’ dedim. Hz. Peygamber (s) “evet” buyurdu. (Ahmed No 21546; İ. KARAGÖZ 2/530,)
6/114-117 ALLÂH’IN KİTABI VARKEN BAŞKA HAKEM ARAMAMAK
114. (Ey Peygamberim! Müşriklere deki): “O, size Kur’ân’ı (herhükmüyle) açıklanmış olarak indirdiği hâlde Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?” Kendilerine kitap verdiklerimiz(denyahûdivehıristiyanâlimleri) de o (Kur’ân’)ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Bu hususta sakın şüpheye düşenlerden olma!
115. Rabbinin sözü (olan Kur’an) doğruluk ve adâlet bakımından tamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, (herşeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.
116. (Ey Peygamberim!) Eğer yeryüzündeki (insan)ların çoğuna (çoğunluğunİslâm’auymayangörüşvekararına) uyarsan, seni Allâh’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar ve onlar, ancak yalan yanlış söylerler.
117. (Ey Peygamberim!) Şüphesiz Rabbin, evet O, kendi yolundan sapan (kimseler)i çok iyi bildiği gibi, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.
114-117. (115). ‘Rabbinin sözü (Rabbinin söylediği sözler, yâni onun bildirdiği, emrettiği, yasakladığı, vaat ettiği ve tehdid ettiği her bir sözü) doğruluk ve adâlet yönünden eksiksizdir.’ Vâdinde, tehdidinde ve haberlerinde o dosdoğrudur; emrinde, yasağında ve indirdiği şer’i hükümlerde tam bir adâlet vardır. (S. HAVVÂ, 4/509)
Kur’an ihbâri (haberle ilgili), inşâi (emir ve yasaklar, Ö. ÇELİK 2/130) iki yönü içine alan bir Allah kelamıdır. Ki, birinde istenen doğruluk, birinde istenen de adâlettir. Kur’an, haberleri ve vaadleri yönüyle tamâmen doğrudur, yalandan, şüpheden uzaktır. Kânunları ve hükümleri yönüyle de tamâmen adâlettir, zulümden, eğri büğrüden uzaktır. (ELMALILI, 3/502, 503) (..) Böylece âyette Allah kelâmının diğer bütün üstün nitelikleri de kapsayan dört temel niteliğine işâret edilmiştir: (a) Tam ve mükemmel oluşu, (b) doğru ve gerçek oluşu, (c) âdil oluşu, (d) değiştirilemez ve tahrif edilemez oluşu. (KUR’AN YOLU, 2/460)
Kur’an, hak ve ayrıntılı bir kitaptır: Kurân’ın Hz. Muhammed (s)’in uydurması oludğunu söyleyen (25/4, 69/44-46) müşriklere Yüce Allah, Kur’an’ın hak, ayrıntılı ve açıklayıcı olduğunu bildirdi. İnsanın yaratılışı, âhiret hâlleri, âile hayâtı ve mîras başta olmak üzere Kur’an da birçok konu detaylı olarak açıklanmış, özet olarak zikredilen bir kısım konuların detayını da Peygamberimiz (s) beyan etmiştir (7/52).(İ. KARAGÖZ 2/532)
‘… sakın şüphecilerden olma’ Mümin olabilmekiçin, Kur’ân’ın Allah tarafından Hz. Muhammed (s)’e indirildğine, Allah sözü ve hak olduğuna, her emir ve yasağının, helâl ve haramının, geçmişe ve geleceğe yönelik verdiği bilgilerin doğru olduğuna kesin olarak îman etmek gerekir. Kur’ân’ın Allah sözü mü, değil mi diye şüphe eden kimse mümin olamaz ‘sakın şüphecilerden olma’ emri, peygamberin şahsında bütün insanlara yöneliktir. Çünkü Peygamber, aslâ şüphe etmez. (10/94) (…) ‘Kur’ân’ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur’ cümlesi, hem Kur’ân’ın Allah’tan geldiği gibi korunduğunu, hem kelime ve cümlelerini kimsenin tahrif edemeyeceğini, kimsenin Kur’ân’a ilâve ve ondan çıkarma yapamayacağını, hem emir ve yasaklarını, ilke ve hükümlerini, kimsenin değiştiremeyeceğini ifâde eder. Kur’ân’ın her hükmü, her emir ve yasağı uygulanabilir nitelikte, ferd ve toplumların yararına olacak özelliktedir. (İ. KARAGÖZ 2/532, 533)
(116).‘Eğer yeryüzündeki (insan)ların çoğuna uyarsan, seni Allâh’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar ve (bundandolayıda) onlar, ancak yalan yanlış söylerler.’ Farzları, helâl ve haramları tâyin, tespit ve uygulamada ilâhî hükümler esas alınır. İlâhî esaslara aykırı olan çoğunluğun verdiği hükümlere itibar edilmez. Yoksa haramlar serbest, farzlar yasak hâle gelir. Bunun içindir ki ilâhî hükümleri geçerli saymayan çoğunluğa itibar edilir ve onların arzularından çıkan dînî hükümlere uyulursa, farkında olmadan bunlar ilâhlık mevkiine getirilmiş olur. [bk. 2/256; 9/31; 33/36] (H. T. FEYİZLİ, 1/141)
Dünyâdaki insanların çoğu kâfirdir. Bu husûsu ‘Eğer yeryüzündeki kâfirlerin çoğuna itaat edersen’ cümlesi bu anlamı ifâde eder. Bu husus başka âyetlerde de açıkça bildirilmektedir. Meselâ şu âyetler bunun açıkça delilidir: ‘İnsanların çoğu buna îman etmezler.’ (40/5’). ‘Ey Peygamberim! Sen ne kadar arzu etsen de insanların çoğu îman etmeyeceklerdir.’ (12/103). ‘Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu sapmıştı.’ (37/71; İ. KARAGÖZ 2/534)
Hadis: ‘Allâh’a isyan konusunda insana itaat olmaz. İtaat ancak mâruf (İslâm’a ve akl-ı selîme uygun) şeylerde olur.’ (Müslim İmâret 39, Buhâri Ahkâm 4, İ. KARAGÖZ 2/534)
Kâfirlerin çoğu insanı Allah yolundan saptırır: Bu husûsu âyetin birinci cümlesi ifâde eder. Kâfirlerin İslâm’a uygun olmayan söz ve tavsiyelerini kabul eden kimse, hak yoldan uzaklaşmış olur. Kâfirlerin küfür, müşriklerin şirk, münâfıkların nifak olan söz ve inançlarını benimseyen kimse, kâfir, müşrik ve münafık olur. Bu husus Kur’an’da onlarca âyette ifâde edilmektedir. Şu âyet, bu konuda çok açıktır: ‘Ey müminler! Eğer müşriklere itaat ederseniz, siz de müşrikler olursunuz.’ (6/121). (..) İnsanları saptırmak’ Allâh’ın isim ve sıfatları, Peygamberler, Kur’an ve âyetler, âhiret hayâtı, îman esasları, helâl ve haram konularında söz konusu olabilir. İnsanları saptırmak, en büyük günahlardan biridir, bunu ancak kâfir olanlar yapabilir. (İ. KARAGÖZ 2/534).
6/118-121 HAYVAN KESİLİRKEN ALLÂH’IN ADINI ANMAK
118. (Ey müminler!) Eğer Allâh’ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allâh’ın ismi anılan (besmeleilekesilenhayvan)ların etinden yiyin.
119. Size ne oluyor da, üzerine (kesilirken) Allah adı anılan (helâl) şeylerden yemiyorsunuz? Hâlbuki çâresiz kalıp (yemeye) muhtaç olduğunuz şeylerin dışında, (Allah) size haram kıldığı şeyleri ayrı ayrı açıklamıştır. Kesinlikle (insanlardan) çoğu, bilgisizce kendi arzu (veheves)leriyle, (kendisaptığıgibihalkıda) saptırırlar. Hiç şüphesiz Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilmektedir.
120. (Ey İnsanlar!) Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Hiç şüphesiz günah işleyenler, o kazandıkları şeyler yüzünden cezâlandırılacaklardır.
121. (Ey müminler! Kesilirken) üzerine Allâh’ın ismi (kasten) anılmayan (Besmeleçekilmeyen) şeylerden yemeyin. Çünkü o(nuyemek) kesinlikle (Allâh’a) itaatsizliktir. Hakikaten şeytanlar sizinle mücâdele etmeleri için kendi dostlarına fısıldar (telkindebulunur)lar. Eğer onlara itaat ederseniz, elbette siz de (Allâh’a) ortak koşanlardan olursunuz.
118-121. (118).‘Üzerine Allâh’ın adı anılmış olanlardan yiyin, tabii onun âyetlerine inananlardan iseniz.’ Gerçekten îman etmişseniz, üzerine Allâh’ın adı anılarak kesilmiş olan hayvanları yeyiniz. Allâh’ın dışında adları anılarak kesilen şeyleri veya kesilirken Allâh’ın adı anılmayan şeyleri yemeyiniz. (S. HAVVÂ, 4/510, 511.)
Meyte (ölü) haramdır. Zarûret içerisinde olan kişinin durumu bundan müstesnâdır. Müşriklerin kestikleri haramdır. Müslümanın kesip de, Allah’tan başkasının adını andığı haramdır. (..) Eğer unutarak besmele çekmeyi terk edecek olursa, bunun bir zararı yoktur. Kasten terk edecek olursa, helâl değildir. Ebu Hanife ve İmam Mâlik’in görüşleri bu yöndedir. (S. HAVVÂ, 4/514)
Allâh’ın helâlini helâl, haramını haram bilmek farzdır. Haramı helâl saymak ne kadar yanlış ise, helâlı haram saymak da o kadar yanlıştır. Bu itibarla eti yenen bir hayvanı, Müslüman veya ehl-i kitap biri usulüne uygun olarak Allâh’ın adı ile keserse, bu hayvanın eti yenir, yenilmesi helâldir. ‘Kesilirken üzerine Allah adı anılan hayvan etinden ne diye yemeyesiniz?’ soru cümlesi, ‘yemelisiniz’, ‘yememenizi gerektiren bir yasak yok’ demektir. (İ. KARAGÖZ 2/537, 538)
Aç kalan ölmeyecek kadar haramdan yiyebilir. Açlıktan dolayı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan (..) kimseler, ölmemek ve hayâtını kurtarmak maksadıyla normal şartlarda haram olanyiyeceklerden yiyebilir. Bu ilke âyette, ‘..yemeye mecbur kaldığınız şeyler hâriç’ şeklinde, Bakara sûresini 173’ncü, En’am sûresinin 145’nci ve Nahl sûresinin 115’nci âyetlerinde ‘Kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa’, Mâide sûresinin 3’ncü âyetinde ‘Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır da, günaha meyletmeksizin haram etlerden yerse’ şeklinde ifâde edilmiştir. Bir insan, haramı ancak zarûret miktârı, açlığını giderecek ve ölmeyecek kadar yiyebilir. (İ. KARAGÖZ 2/538)
(120).‘Günahın açığını da, gizlisini de bırakın.’ Mücâhid ve Katâde’ye göre (..) alenî olarak yapılan günahlara açık, gizli şekilde yapılan günahlara da bâtıni /kapalı günah denilmektedir. Buna göre günahlar ister açıktan isterse gizli şekilde yapılmış olsun bu âyet müminlere her türlü günahtan uzak durmalarını emretmektedir. (..) Yüce Allah bu âyette esâsen açık ya da gizli günahınneler olduğunu ortaya koyma amacında değildir. Orada anlatılmak istenenher türlü günahtan uzak durulmasıdır. Onun için Allah müminlerden, kendilerini bu duruma düşmekten korumalarını, zinâ ve hırsızlık gibi açık; kibir ve kıskançlık gibi gizli günahlardan sakınmalarını istemektedir. (M. DEMİRCİ, 1/449)
Gizli veya âşikârherhangibir günah işleyen kimsenin, bu günahına tevbe etmesi gerekir. Kişi tevbe etmeden ölürse, işlediği günah sebebiyle cehennemle cezalandırılır. İşlenen günah; inkâr, şirk ve nifak ise, bu günahların cezâsı ebedi olarak cehennemde kalmaktır. İşlenen günah; namaz ve zekât gibi bir farzı terk etmek (9/34-35. 19/59) ve fâiz almak ve haksız yere yetim malı yemek gibi bir haramı işlemek ise(2/275, 4/10) bu günahların cezâsı Allah affetmezse (4/48, 116) belirli bir süre cehennemde kalmaktır. Cehenneme atılan günahkâr müminler, cezâlarını çektikten sonra veya Allâh’ın affı ile veya şefaat ile cehennemden çıkartılır ve cennete konulurlar. (İ. KARAGÖZ 2/539)
Hadis: Nevvas b. Sem’an dedi ki: Rasûlullah (s), günahın ne olduğu ile ilgili soru sordum, şöyle buyurdu: Günah, kalbini rahatsız eden ve insanların öğrenmelerinden hoşlanmadığın şeydir.‘ buyurdu. (İbn Ebi Hâtim’den, S. HAVVÂ, 4/514)
(121).‘(Kesilirken) üzerine Allâh’ın ismi (kasten) anılmayan şeylerden yemeyin. Çünkü bu bir fısktır. (günahtır)’ (..) ‘Eğer onlara itaat ederseniz,‘ Allâh’ın haram kıldığı şeyleri, helâl kılmak husûsunda onları dinleyecek olursanız ‘ şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz.’ (S. HAVVÂ, 4/511) Hanefîlere göre sâdece kasıtlı olarak Allâh’ı anmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. İmam Şâfiiye göre, (..) bilerek de olsa bilmeden de olsa, Allâh’ın adı anılmadan kesilen hayvanın eti, yenebilir, hükmündedir. (KUR’AN YOLU 2/463)
‘Eğer onlara itaat ederseniz siz de kesinlikle müşrikler olursunuz’ cümlesindeki ‘onlar’ ile maksat, insanlara vesvese veren cin ve insanların azgın, fâsık ve kâfir olanlarıdır. Haramı helâl veya helâlı haram kabul etme konusunda herhangi bir insanın sözünü tutan ve kabul eden kimse, bu kimseyi helâl ve haram belirleme konusunda Allâh’a ortak koşmuş olur. Bu konuda ilke şudur: İnanç konusunda müşrik kimseye itaat eden müşrik, kâfire itaat eden kâfir, münafığa itaat eden münafık olur. Amel ve iş konusunda itaat eden kimse ise fâsık ve isyankâr olur. (İ. KARAGÖZ 2/542)
Şeytanın dostları; fâsıklar, münâfıklar, inkârcılar ve tâğûtlardır. Hepsi de şeytanın isteği doğrultusunda Allâh’ın emir ve yasaklarının aksini yapmak ve yaptırmak ve kendi fikirlerine / ideolojilerine bağlılık isterler. Böyle iken onlara gönüllü itaat etmek, Allâh’a ortak koşmak olur. (H. T. FEYİZLİ, 1/142)
6/122 İMANIN NÛRU VE KÜFRÜN KARANLIĞI
122. (Mânen) ölü (durumunda) iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde yürüyebileceği bir nûr verdiğimiz kimse, (küfrün) karanlıklar(ı) içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere, yaptıkları yine de süslü göründü.
122-122. ‘(mânevi) ölü (durumunda) iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse (küfrün) karanlıklar(ı) içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu’? Yüce Allah, mümin ile kâfir kimsenin bir olmayacağını bildirmektedir. Ölü hükmünde olan kâfir, bütünüyle hayır ve faydadan yoksunkalmış kimsenin durumuna benzetilmiştir. Çünkü şirk ve inkâr, insanın hakkı bâtıldan ayırıpkurtuluş yolunu bulmasına engel olur. Allâh’ın kendisine îman nasip ettiği mümin kimse ise, bu ışık ile hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırt edebilen kimsedir. Dolayısıyla mümin aydınlıkta, kâfir ve müşrik karanlıkta yaşayan kimse gibidir. (İ. KARAGÖZ 2/543)
Hadis: Allah, mahlûkâtını karanlık içinde yarattı, daha sonra onlara nûrunu serpti. Kendisine bu nûrurn değdiği kişi doğru yola ulaştı, bu nûrun değmediği kimse de sapıttı. (S. HAVVÂ, 4/517, İmam Ahmed, Müsned)
6/123-124 GEÇMİŞ ÜMMETLERİN DURUMLARI
123. (Ey Peygamberim!) Böylece biz, (mevkiveservetçe) ileri gelenleri o yerde hilekârlık / düzenbazlık yapmalarından dolayı oranın günahkârları olmalarına fırsat verdik. Hâlbuki onlar, ancak kendilerine hîlekârlık (düzenbazlık) yaparlar da bunun farkında olmazlar.
124. Onlar (şehrin ileri gelenleri), bir âyet geldiği zaman: “Allâh’ın peygamberlerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar aslâ îman etmeyiz.” dediler. Allah, peygamberliği nereye (kime) vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere, hilekârlık yapmaları sebebiyle, Allah katından bir aşağılama ve çok şiddetli bir azap erişecektir.
123-124. (123).‘İleri gelenleri suçlular kıldık.’ Onlar, hüccet ve deliller bekledikleri için değil, aşırı kıskançlıkları yüzünden, inkârda ısrarcı olmuşlardır. İnkârcılık ve bâtıl inançlarında ısrar etmelerinin temelinde kıskançlık, gurur, kibir gibi sebepler bulunmaktadır. Velid b. Muğire, Ebu Cehil gibi kimseler, kendilerinin soylu, zengin olduklarını ileri sümüşlerdir. (KUR’AN YOLU, 2/466)
‘Allah, peygamberliği nereye (kime) vereceğini çok iyi bilir.’ Hadis: Allah, İbrâhim’in çocukları arasında İsmâil’i, İsmâil soyundan gelenler arasında Kinâne oğullarını, onlardan Kureyş’i seçti. (Müslim, S. HAVVÂ, 4/524)
Toplumun ileri gelenlerinin günah işlemelerine yüce Allah fırsat verdiği için âyette bu durum, ‘Hîlekârlık yapmaları için her beldede oranın günahkârlarını, ileri gelenleri yaptık’ şeklindeifâdeedilmiştir. Hayrı da şerri de yaratan yüce Allah’tır. (Müslim). Ancak Allah, şerre yâni inkâr, şirk, isyan, kötülük, fitne ve fesâda râzı olmaz. (39/7), fakat irâdelerini bu istikâmette kullanmak isteyenlere de engel olmaz, onlara imkân verir. Yüce Allah, helâk etmek istediği beldenin günahkârlarına fırsat verir: ‘Biz bir beldeyi helâk etmek istediğimiz zaman, oranın nîmet ile şımarmış zenginlerine itaati emrederiz, (dinlemezler, bizdefırsatveririz) onlar da orada itaatsizlik edip günah işlerler. Böylece o belde hakkındaki hükmümüz gerçekleşir, o beldeyi yerle bir ederiz.’ (17/16; İ. KARAGÖZ 2/545)
Hadis: ‘Ben Âdemoğullarının peşpeşe gelen nesilleri arasından, içinden gönderildiğim şu nesle gelinceye kadar en hayırlıları arasından seçilerek gönderildim.’ (Buhâri, S. HAVVÂ, 4/524)
Velid b. Muğîre, ‘Peygamberlik hak olsaydı, ben ona daha layık olurdum. Çünkü ben, senden zenginim’ demişti. Ebu Cehil, ‘Ona gelen vahiy, bize de gelsin (ELMALILI) demişti. ‘Hayır, onlardan her biri, kendisine apaçık sahifeler verilmesini istiyor.’ (Müddessir, 74/52; ELMALILI, 3/512)
6/125-127 HAK DİN İSLÂM’DIR
125. Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de (niyetveamelinegöre) sapıklıkta bırakmak isterse, (İslâm’ıkabûlekarşı) sanki göğe çıkıyormuş gibi onun göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Böylece Allah, îman etmeyenlere azap ve sıkıntı verir.
126. (Ey Peygamberim!) İslâm, Rabbinin dosdoğru yoludur. Düşünen (veöğütalan) bir toplum için biz âyetleri detaylı olarak açıkladık.
127. O (öğütalıpyerinegetire)nlere, Rableri katında ‘esenlik’ yurdu (cennet) vardır. O, yapmakta oldukları (hayırlıişleri)nden dolayı onların dostudur.
125-127. (125).‘Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar.’ Allah kime doğru yolu takdir ederse – doğru yola ulaşmayı isteyen ve deneme amacıyla kendisine verilen seçme özgürlüğü arasında O’na yönelen kişiye ilişkin geçerli kural uyarınca – ‘göğsünü İslâm’a açar’, ufkunu genişletir, kolaylıkla ve istekle İslâm’ı kabul etmesini sağlar. Onun hareketlerini yönlendirir, ona güven verir. Böylece İslâm’la huzur ve rahata kavuşur. (S. KUTUB, 4/168)
Kimin için de sapıklık dilerse – doğru yoldan kaçan ve fıtratımı ona kapatan kimsenin sapmasına ilişkin geçerli kural uyarınca – ‘göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi, dar ve tıkanık yapar.’ O doğru yola kapalıdır, duyu organları körelmiştir, bu yüzden İslâm’ı kabul etmekte zorlanır. (S. KUTUB, 4/168)
‘Allah kimi de yolundan şaşırtmak ve saptırmak dilerse, göğsünü sıkar, daraltır’ (Bu âyeti) ‘Allah kimi saptırmak isterse’ şeklinde anlamakdoğru değildir. Yüce Allah, peygamberleri vâsıtasıyla îman ve İslâm’a dâvet ettiği (10/25) ve bu dâvete icâbet edip mümin ve Müslüman olan kimseyi, kendisi istemeden îman İslâm’dan uzaklaştırıpkâfir yapmaz. Çünkü Allah, kulunun küfrüne râzı olmaz. ((39/7). Bu itibarla bu cümleyi, henüz îman etmemiş kimseye hidâyet etmeyip küfür hâlinde bırakması veya mümin iken irtidat edip kâfir olmak isteyen k,msede sapıklığı ve küfrü yaratması şeklide anlamamız gerekir. (Beyhaki). Çünkü şerri de hayrı da yaratan Allah’tır. Yüce Allah istemezse, kâfir mümin, mümin de kâfir olamaz. (İ. KARAGÖZ 2/548, 549)
Rabbimiz, bu âyet-i kerimede, yaratmış olduğu kâinattaki kânûna işâret ederek örnek veriyor, insan göğe doğru yükseldikçe nasıl oksijen azalıp basınç düştüğünden göğsü daralıp nefea alması güçleşiyorsa ( ki bu Kur’ân’ın mûcizesidir. (El Esas 4/526) İslâm’ı içine sindiremeyenlerin de İslâm’a karşı içlerinin daralacağı, İslâm’ı yaşayanlar çoğaldıkça daha da bunalacağı anlatılıyor.) (H. T. FEYİZLİ, 1/143)
‘İslâm, Rabbinin dosdoğru yoludur. Düşünen bir toplum için biz âyetleri geniş geniş açıkladık.’ Doğru yol için ölçü, Allâh’ın kitâbı ve Rasûlü’nün örnek hayâtıdır. Onlara uymayan ve onları esas almayan bütün fikir, görüş ve sözler, kimin olursa olsun alınmaz, itibar edilmez. [bk. 6/153; 14/1; 26/24] (H. T. FEYİZLİ, 1/143)
(127).‘Onlar için Rableri yanında emniyet ve selâmet yurdu olan cennet vardır.’ İslâm Allâh’ın, kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru yoludur. Bu yolda yürüyenler sonuçta selâmet yurduna yâni her türlü nîmetin bulunduğu, fakat hiçbir kötülüğün bulunmadığı esenlik diyârı olan cennete gireceklerdir. Selâmet yurdu dünyâda dilini gıybetten, gönlünü gafletten, organlarını her türlü günahtan, aklını bid’atten, davranışlarını haram ve şüpheden, amellerini riyâ ve yapmacıklıktan, hâllerini ucub ve kibirden koruyanlara ihsan edilecektir. (Ö. ÇELİK, 2/137)
‘Esenlik yurdu’ ile maksat, cennettir. ‘Allah esenlik yurduna çağırır’ (10/25). Cennete esenlik yurdu denilmesi, orada müminlerin güven ve huzur içerinide olmaları, maddi ve mânevi herhangi bir sıkıntıya ve zarara mâruz kalmamalarıdır. Şüphesiz cennet, esenlik yurdudur. Gerçek esenlik ancak cennette söz konusudur. Çünkü ölümsüz hayat, ihtiyaç bırakmayan zenginlik, zillete yer vermeyen şeref ve üstünlük, sağlıklı bir hayat, insanın arzu ettiği herşey, güven ve huzur sâdece cennette mevcuttur. (İ. KARAGÖZ 2/550, 551)
‘Allah müminlerin velisi’ demek, müminleri sever, amellerinin karşılığını tam verir, onları kötülüklerden korur, onlara yardım eder, îman üzere sâbit kılar, onlardan râzı ve hoşnut olur, demektir. Müminlerin gerçek dostu, Allah’tır. Bu konuda Kur’an’da birçok âyet vardır: ‘Allah müminlerin dostudur.’ (3/68). ‘Ey müminler! Sizin için Allah’tan başka ne bir veli ne de bir yardımcı vardır.’ (2/107). ‘Allah îman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.’ (2/257). ‘Allah müttakîlerin velisidir.’ (45/29, 9/116, 29/22, 42/28; İ. KARAGÖZ 2/551).
6/128-135 HAŞR VE HESAP, İLAHİ ADÂLET
128. Âhiret günü (Allah), onların (insanların ve cinlerin) hepsini (huzûrunda) toplayacak: “Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! İnsanlarla (onlarıazdırmaksûretiyle) çok uğraştınız.” (diyecek). İnsanlardan onların dostları da: “Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden etkilendik ve bize belirlediğin ecelimize eriştik.” diyecek. O’da buyuracak ki: “Öyleyse Allâh’ın dilediği (süre) dışında yeriniz, içinde sürekli kalmak üzere ateştir. Şüphesiz ki Rabbin, tam hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
129. İşte kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden zâlimlerin bir kısmını, diğerlerine dost yaparız.
130. (Kıyâmet günü Allah şöyle seslenir) Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden, size âyetlerimi tebliğ eden ve (kıyâmette) bugününüze kavuşmak husûsunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Onlar: “(Kabahatbizde, biz) kendi aleyhimize şâhidiz” (ki biz Peygamberleri yalanladık) derler. İşte dünyâ hayâtı onları aldattı; gerçekten onlar inkârcı olduklarına (dâir) kendi aleyhlerine şâhitlik ettiler.
131. Bu (peygamberlerigöndermehusûsu), şunun içindir ki: Senin Rabbin, halkı habersiz iken (uyarılmamışken), memleketleri haksız yere helâk edici değildir.
132. Herkes için yaptıklarına göre (Allah katında) dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
133. (Ey Peygamberim!) Rabbin, hem hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hem de merhametli olandır. Dilerse sizi ortadan kaldırır; sizi başka bir toplumun soyundan yarattığı gibi, sizden sonra da dilediğini yerinize getirir.
134. (Ey insanlar!) Size vaadedilen (isyânınızdandolayısizihelâkedipyerinizedilediğibaşkamilletigetirmesi, kıyâmetinkopması, tekrardirilme, haşrvehesapgünügibi) şeyler kesinlikle gelecektir. Siz, onun önüne geçemezsiniz.
135. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey kavmim! Gücünüzün yettiğini sonuna kadar yapın; kesinlikle ben (görevimi) yapmaktayım. (Dünyâ) yurdun(un) sonu kimin lehine olacak yakında bileceksiniz. Kesinlikle zulmedenler kurtuluşa eremezler.”
128-135. (128).‘Onların dostları olan insanlar da diyecek ki, Rabbimiz kimimiz kimimizden etkilendik.’ Yâni insanlar, şeytanlardan faydalandılar çünkü onlara arzularını ve arzularını gerçekleştirme yollarını gösterdiler. Onlar da insanlardan faydalandılar, çünkü insanları saptırmak şeklindeki maksatlarının gerçekleşmesinde onlara hem itaat ettiler hem de yardımcı oldular. (S. HAVVÂ, 4/522)
Cinler, insanlara şehvet yollarını ve vasıtalarını gösterdiler: Hîle, tuzak, yalan söyleme, yalan haberler, sihir ve efsun usullerini, yalan – dolanla iş yapmak, fesat saçıp gizlenmek çârelerini öğrettiler. Bu şekilde insan, cinlerden faydalandı. (ELMALILI, 3/516)
‘Buyurdu ki, devamlı kalmak üzere duracağınız ateştir. Allâh’ın diledikleri bunun dışında.’ ‘İllâ mâ şâellah’ buyurulmasından anlaşılır ki, cehennemde ebedi kalmaktan bu istisnâ bâzı şahıslara değil, bâzı zamanlara âittir. (..) Ve beyan olunduğuna göre, Allâh’ın dilediği bâzı zamanlar kâfirler, ateşten çıkarılıp soğuğa, çok soğuğa atılacak, sonra yine ateşe döndürüleceklerdir. (ELMALILI, 3/517)
(129).‘İşte kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden zâlimlerin bir kısmını, diğerlerine dost yaparız.’ Benimsedikleri inançlar, tuttukları yollar aynı olanlar, birbirlerinin dostlarıdır. Âkıbetleri de aynıdır. Mümin müminin, münkir münkirin, zâlim de zâlimin dostudur. Âyetin beyanına göre bu, ilâhi bir yasadır. Buna göre bir mümin, bir münkire, bir zâlime, dostluk kurmak için değil, onu inkâr ve zulmünden vaz geçirmek için yaklaşmalıdır. (KUR’AN YOLU, 2/470)
Yâni onları birbirine musallat eder, bir zâlimi başka bir zâlimle cezâlandırırız. (İ. H. BURSEVİ, 5/513)
Bu âyet zâlimler için bir açık tehdittir. Gerek günahlarla nefse zulüm gerek yönetimde, gerek ticâretinde insanlara zulüm; yâni zulmün her türlüsü bu âyetin içine girmektedir. Zâlimler de kurtulacak değillerdir.) [bk. 6/45, 47, 135] (H. T. FEYİZLİ, 1/143)
(130).‘Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden, size âyetlerimi tebliğ eden ve (kıyâmette) bugününüze kavuşmak husûsunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi’? İbn-i Kesir’e göre, Rasuller sâdece insanlardandır. Cinlerden resul gönderilmiş değildir. Bu konu, kelâm (ilmi ile ilgili) bir tartışma konusudur. İbn-i Abbas’a göre, Resuller, âdemoğullarındandır. Cinlerden ise nezirler (uyarıcılar) vardır. Başka bir iddiâya göre cinler arasında da resuller bulunduğudur. (S. HAVVÂ, 4/529)
Hz. Muhammed (s)’in hem cinlere, hem de insanlara peygamber olarak gönderildiği husûsunda icmâ vardır. (İ. H. BURSEVİ, 5/517)
(131).‘Gerçek şu ki, halkı habersizken (uyarılmamışken) Rabbin haksızlıkla, ülkeleri / kalabalıkları helâk etmiş değildir.‘ O haksız yere kasabaları, ülkeleri helâk etmez. Yâni eğer Yüce Allah, onlara bir kitap ve bir peygamber ile uyarmaksızın, gaflet içerisindeyken, helâk edecek olsa, zulmetmiş olur. O ise, zulmetmekten münezzehtir / uzaktır. (S. HAVVÂ, 4/528)
İlâhi uyarı vuku bulmadan önce, hiçbir kavim helâk edilmemiştir. Eğer öyle olmasaydı onlar, ‘Bize bir peygamber gönderseydin de senin âyetlerine uysaydık’ (Tâhâ20/134) diyerek Hakka karşı bahâne ileri sürerlerdi. (İ. H. BURSEVİ, 5/518)
(132).‘Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır.’ Hayırehliiçin cennette dereceler vardır. Bu derecelerin bâzısı bâzısından üstündür. Müşrikler için de derekeler (aşağı doğru inen basamaklar) vardır. (..) Dereceler kelimesi, mertebeler olarak tefsir edilmiştir. (İ. H. BURSEVİ, 5/521)
Hadis: ‘Kul Allâh’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, sonra ona sabretme gücü ihsan eder ve böylece onu kendisi için takdir ettiği mertebeye ulsştırır.’ (Ebû Dâvud Cenâiz 1; İ. KARAGÖZ 2/556)
‘Allâh’ın gâfil olmaması’ , insanların gizli – âşikâr, az – çok, iyi – kötü bütün ysptıklarından ve söylediklerinden haberdar olması (59/18), insanların yaptıkları bütün fiil ve davranışları görmesi (41/40), şâhit olması (3/98), bilmesi ((6/101) ve Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalmamasıdır. İnsanların bütün söz, fiil ve davranışlarını muhâfaza etmesi ve görevli meleklere tespit ettirip yazdırmasıdır. (11/57, 45/29). Allâh’ın gâfil olmadığını bildirmesinde, uyarı ve müjde vardır. Allah, hiçbir kimsenin yaptığını karşılıksız bırakmaz. Îman edip sâlih amel işleyenleri dünyâ ve âhirette ödüllendirdiği gibi, inkâr ve isyan edip tevbe etmeyenleri, lütfu ve keremiyle bağışladığı müminler hâriç dünyâ ve âhirette cezalandırır. (İ. KARAGÖZ 2/556, 557)
(133).‘Rabbin Ganî ve rahmet sâhibidir.’ Fahrettin Râzi, Allâh’ın kullarını mükellef kılmasını onun ihsan ve rahmetine bağlar. Târih boyunca Allah, haktan ve iyilikten uzaklaşan nice kavimlere, merhametinin eseri olarak, ıslah olmaları için mühlet vermiş, islah olmayanları ortadan kaldırarak, yerlerine başka nesiller getirmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/473)
‘.. Rabbin çok zengindir….. ve rahmet sâhibidir.’ Herşey ve herkes O’na muhtaç; O, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye muhtaç değildir. (47/38, 35/15-17) Allah, bütün varlıklardan müstağnidir, onların îman ve ibadetlerine ihtiyâcı yoktur. Allâh’ın bu ismi, onlarca âyette geçmektedir. ‘Kim inkâr ederse bilsin ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir (kimseye muhtaç değildir).’ (3/97, 14/8, 27/40, 29/6, 31/12, 39/7) (..) Yüce Allah dünyâda mümin – kâfir, itaatkâr ve isyankâr herkese ve bütünyaratııklara merhamet eder. Âhirette sâdece mümin kullarına merhamet edecektir. Allâh’ın merhameti herşeyi kuşatmış, (7/156), O, rahmeti kendisine farz kılmıştır. (6/12, 54; İ. KARAGÖZ 2/557, 558).
‘… Zâlimler kurtuluşa eremezler.’ Allâh’ın vaadi ve yardımı(40/51,52; 58/20), gerçekleşti, müşrikler Müslümanlara yenildiler, târih sahnesinden silindiler. Hicaz diyârı bütünüyle Müslümanların hâkimiyetine girdi, Allâh’ın vaadi yerine geldi. (14/13,14; 24/55) Müşrik ve kâfirler, âhirette cehenneme gidecekler ve burada ebedi kalacaklardır. (4/48; İ. KARAGÖZ 2/560)
6/136-140 MÜŞRİKLERİN BÂZI BÂTIL ÂDETLERİ
136. Müşrik)ler Allâh’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O’nun için bir pay ayırdılar da kendi boş zanlarınca: “Şu Allâh’ın, şu da (O’na) ortak yaptığımız (putlar)ın.” dediler. Ortakları için ayrılanlar Allâh’a ulaşmaz ama Allah için ayrılan o ortaklarına gidiyor. Verdikleri hüküm ne kötüdür! [bk. 5/103; krş. 16/56]
137. Bir de onların ortakları (olanoputlarahizmetlegörevlikâhinler), onları helâke sevketmek ve dinlerini karıştırıp bozmak için, müşriklerden çoğuna (kız) çocuklarını öldürmeyi hoş (birşeygibi) gösterdiler. (Ey Peygamberim!) Allah dileseydi bunu yapmazlardı. O hâlde onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.
138. Müşrik)ler, (boş) zanlarına göre: “(İlâhlarımızaâitolan) bu hayvanlar ve ekinler haramdır. Onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez, birtakım hayvanların sırtları(nabinmekveyayükvurmak) da haramdır.” dediler. Birtakım hayvanlar da vardır ki (Allahemrediyordiye) O’na iftirâ ederek, üzerine Allâh’ın ismini anmazlar (besmelesizkeserveyaöldürürler). O da, onları iftirâ ettikleri şeyler yüzünden cezâlandıracaktır.
139. Müşrikler) dediler ki: “Bu hayvanların karnındakiler (canlıdoğarsa) erkeklerimize helâl, kadınlarımıza haramdır. Eğer o ölü (doğar) ise hepsi on(uyeme)de ortaktırlar.” Allah onlara, böyle nitelendirip ayırt etmelerinin cezâsını verecektir. Şüphesiz ki O, mutlak ilim ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
140. Bilgisizlik yüzünden beyinsizce (kız) çocuklarını öldürenler ve Allâh’ın kendilerine (helâlolarak) rızık verdiği şeyleri Allâh’a iftira ederek haram yapanlar, kesinlikle (dünyâveâhirette) ziyâna uğradılar. Onlar gerçekten saptılar ve doğru yolu da bulacak değillerdir.
136-140. (136). ‘Ve onlar Allah için O’nun yarattığı ekin ve davarlardan bir pay ayırdılar.’ Câhiliye Araplarından kimileri, ekinlerden ve hayvanlardan bir bölümünü, Allah ile putlar arasında paylaştırırlar, Allah için ayrılanı konuklara ve yoksullara harcarlardı. Putlar için ayrılanı ise, huzûrunda yapılacak âyin ve hizmetlere sarf ederlerdi. Allâh’a ayrılan paydan artanı da yine putların tarafına yönlendirirlerdi. Ancak putlar için ayrılandan, Allah tarafına aktarma olmazdı. Buna gerekçe olarak da, ‘Allah zengin, putlar ise yoksuldur’ derlerdi. (H. DÖNDÜREN, 1/273, 274)
‘Ve kendi zanlarına göre: Bu Allâh’ındır’ dediler.’ Bu payın Allâh’a âit olduğunu zannettiler, Halbuki Allah onlara bu konuda ne bir emir vermiştir, ne de böyle bir paylaştırmayı yapabileceklerine dair şer’i bir hüküm indirmiştir. (S. HAVVÂ, 4/531, 532)
‘Ne kötüdür, hükmedegeldikleri.’ Putlarını Allâh’a üstün tutmak, Allâh’ın onlar için koymuş olduğu şer’i hükümler gereğince amel etmemek şeklindeki hükümleri, yargı ve yönetim düzenleri ne kadar kötüdür. (S. HAVVÂ, 4/532)
(..) İşte bu âyete göre, put ve benzerlerini Allâh’ı sever gibi sevme (2/165), ona bağlanma, tapınma, aynı zamanda kendi menfaatlerini güvenceye almak için de onları ayakta tutmaya yarayan bu tür âdet ve harcamalar, şirk ve müşrikliktir. İşte müşriklerin en belirgin vasıfları görünürde Allâh’ı tanımalarına rağmen fiilen putları, Allâh-u Teâlâ’dan öncelikli ve önemli saymalarıdır. 28/63. âyete göre, aslında bunlar, kendilerine tapmaktadırlar. (H. T. FEYİZLİ, 1/144)
(137).‘’Şirk koşanlardan birçoğuna çocuklarını öldürmelerini süslü göstermiştir.’ Câhiliye Araplarının sapkınlıklarından biri de, çocuklarını öldürmeleridir. Bâzı Araplar geçim sıkıntısı ya da savaşlarda esir düşerek, fuhşa sevk edilebilir endişesi ile kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürüyorlardı. (..) İkinci Akabe bîatında, Medîne’li Müslümanlar, câhiliye döneminde yaygın olarak işledikleri günahlardan vaz geçtiklerine dâir söz vermişlerdi. Bunlar arasında evlât öldürme suçunu da saymaları ve Mümtehine 60/12 âyette söz edilmesi evlâtlarını öldürme olayının pek nâdir olaylardan olmadığını göstermektedir. (KUR’AN YOLU, 2/476)
Müşrikler, kız çocuklarına değer vermez, birçoğu toprağa gömerek çocukları öldürürlerdi. Bu, büyük günah ve haramdır. Yüce Allah, çocuklarıaçlık korkusu ile öldürmeyi yasaklamaktadır. ‘Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.’ (17/31; İ. KARAGÖZ 2/562)
(138).‘Allah yapmakta oldukları iftirâları yüzünden onları cezâlandıracaktır.’ Müşrikler, bahîra, sâibe ve vasile dedikleri deve ve koyunların et ve sütlerini kendi istediklerinden başkalarına haram kılmışlardı. Yine hâm diye niteledikleri develerin sırtına binmeyi yasakladıkları gibi, kimi hayvanları keserken Allâh’ın adını değil, putların adını anıyorlardı. (H DÖNDÜREN, 1/274)
Âyette, bu tür uygulamalar şirk dininin kalıntıları sayılmakta ve ilga edilmekte, müşriklerin bu bâtıl uygulamaları nedeniyle cezâlandırılacakları belirtilmektedir. (KUR’AN YOLU, 2/477)
İnsan, kendisi için yasalar koymaya kalkınca, hayret verecek şeyler ortaya koyar. Bizler, ancak Allah’tan ve Rasûlü’nden hüküm alırız. İnsanın bağımsız şekilde yasamalarda bulunması kesinlikle söz konusu olamaz. İnsan, Allâh’ın bir kuludur. Ona düşen, Allâh’ın çizdiği şeriatın dâiresi içinde kalmak, bu dairenin dışına çıkmamaktır. (S. HAVVÂ, 4/535)
6/141-150 ALLÂH’IN BAHŞETTİĞİ NİMETLER
141. O bağlı ve bostanlı bahçeleri, tatları çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, (yapraklarıvemeyveleri) birbirine benzeyen ve birbirinden farklı zeytin ve narları yaratıp yetiştiren O’dur. (Onlar,) meyve verince meyvesinden yiyin. Toplandığı ve biçildiği günde de, hakkını (öşrünü, zekâtvesadakasını) verin; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
142. Gerek yük taşımak, gerek (kesmekveyününden) döşek (veyaygı) yapmak için (kullanılandeve, sığır, koyunvb.) davarları (yaratanO’dur. (Ey insanlar!) Allâh’ın size rızık (olarak) verdiği şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin (haramyemeyinvegünahişlemeyin). Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. [krş. 2/168-169]
143. (Allah, ohayvanları) sekiz eş (yarattı), koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “(Allah) iki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana, ilme dayanarak haber verin.”
144. Deveden de iki, sığırdan da iki (çiftyarattı). (Ey Peygamberim!) De ki: “(Allah) iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa (bu) iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı haram etti?” Yoksa Allah size bunu tavsiye ederken, siz şâhit (olarakorada) mıydınız? Böyle bilgisizce insanları saptırmak için Allâh’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimse bulunabilir mi? Şüphesiz Allah o zâlimler gürûhunu doğru yola eriştirmez.
145. (Ey Peygamberim!) De ki: “Bana vahyedilenler arasında (Allâh’akarşıolantavrınızdandolayıharamdediklerinizden) yiyen bir kimseye haram edileni bulamıyorum. Aksine (helâldediğiniz) ölü veya akıtılmış kan veya domuz eti -ki zaten murdardır- yahut da bir fısk, yâni Allah’tan başkası adına (kesilenhayvan)lar haramdır. Kim de çâresiz kalırsa, (başkasınınhakkına) saldırmamak ve (zarûret) sınırı(nı) aşmamak üzere (isteksizolarakyerse), şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok acıyandır.”
146. Yahûdilere tek tırnaklı (hayvanlar)ın hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram ettik. Yalnız bunların sırtlarının veya bağırsaklarının (yapışmışolarak) taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar bunun dışındadır. İşte onları azgınlıkları yüzünden böyle cezâlandırdık. Biz, elbette hep doğru söyleriz.
147. (Ey Peygamberim!) Eğer (getirdiğinhükümlerde) seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş bir rahmet sâhibidir, ama O’nun azâbı (birindimi), artık suçlular topluluğundan geri çevrilmez.”
148. (Ey Peygamberim!) Müşrikler (putayâhuthevâsınatapanlar) diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de babalarımız müşrik olurdu, üstelik (helâl) hiçbir şeyi de haram yapmazdık.” Hâlbuki onlardan öncekiler de azâbımızı tadıncaya kadar (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda (bizeaçıklayacağınız) bir bilgi mi var? (Varsa) onu bize çıkarı(pgösteri)n. Siz, ancak zanna uyuyorsunuz ve siz, sâdece uyduruyorsunuz.”
149. (Ey Peygamberim!) De ki: “Kesin delil, ancak Allâh’ındır. Eğer O dileseydi, elbette hepinizi doğru yola kavuştururdu. (AmaO,sizesorumlulukverdiveimtihaniçinsiziirâdenizebıraktı.)”
150. (Ey Peygamberim!) De ki: “Haydi (haramsaydıklarınızhakkında) Allâh’ın bunu haram ettiğine şâhitlik edecek olan şâhitlerinizi getirin!” Şâhitlik etseler bile, sen onlarla berâber şâhitlik etme (sözlerinikabullenme). Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete inanmayanların heves ve arzularına uyma! Onlar, putlarını Rablerine denk tutuyorlar.
141-150. (141).‘Her biri mahsul verdiği zaman mahsûlünden yiyin.’ (yukarıda) sözü geçen meyvelerin (hurma, zeytin, nar..) her birisinden yiyin. Buradaki emir, mubahlık ifâde eder. Âyetteki ifâde, olgunlaşmadan yenilmez mânâsına gelmez, aksine olgunlaşmadan önce de sonra da, onlardan yararlanmanın mubah olduğunu ifâde eder. (S. HAVVÂ, 5/19)
‘Hasat edildiği gün de hakkını verin.’ Üzüm, hurma vb. şeylerin hasat zamanında bir miktârını fakirlere tasadduk etmektir. Bu, bir ölçüye bağlanmaksızın vâcip kılınmıştır. (İ. H. BURSEVİ, 5/540)
(..) ‘hasat günü hakkını veriniz’ direktifiyle zekâtın kastedilmiş olması kesin değildir. Çünkü âyete ilişkin bâzı rivâyetlerde burada amaçlananın sınırları belirsiz sadaka olduğu ifâde edilmektedir. Oysa belirlenmiş oranlarıyla birlikte zekât, hicretin ikinci senesinde Peygamberimizin (s) uygulaması (sünneti) ile belirlenmiştir (..). (S. KUTUB, 4/195)
‘israf etmeyiniz’ İbn-i Kesir’e göre bu buyruk, yemekteki isrâfa dâirdir. Aklınıza ve bedeninize zararlı olduğundan dolayı yemekte aşırı gitmeyin, demektir. (S. HAVVÂ, 5/23)
Mekke’de nâzil olan bu âyetteki hakkın (zekâttan) başka bir vâcip sadaka olduğu ve miktarının belirlenmesinde israftan kaçınma kaydıyla kendi takdirine bırakıldığı görülüyor. Bu durum, sâdece hayırseverlik gereği nâfile sadaka değil, bir yükümlülük bulunduğu açıklanmıştır. (ELMALILI, 3/529)
Âyette servetin, mal, mülk, para ve ekonomik değerlerin israf yapılması yasaklanmaktadır. ‘Malı israf etmek’ yerli yerinde harcamamak, faydasız yere harcamak, gerektiğinden çok harcamak anlamına geldiği gibi, Allâh’ın uygun görmediği yerlere harcamak anlamına da gelir. İhtiyâcı gidermeyen, güzel olmayan, yararsız, boş yere ve gayr-i meşru harcamalar, ihtiyâcın ötesinde hakkı olmayan alanlara nîmetlerin aktarılması israftır. (..) (İ. KARAGÖZ 2/568)
Hadis: Bir haberde (tasadduk etmeye) geçimini sağlamakla mükellef olduklarından başla (Müslim, Zekât) buyurulmuştur. (İ. H. BURSEVİ, 5/540)
Ebû Hanîfe, bu âyet-i kerimeyi topraktan biten her şeyden zekât olarak onda bir veya onda birin yarısının farz olduğuna delil göstermektedir. (S. HAVVÂ, 5/22)
Küfrün bir başka çeşidi (141’nci âyet): Câhiliye Arapları, bir takım davar türlerini haram kabul etmişlerdi. Burada hitap, öncelikle onlara yöneliktir. İkinci olarak da, çağlar boyunca onlara benzeyen, meselâ inekleri haram kabul eden Hindular, deveyi haram kılan bâzı kesimler, koyun sığır ve keçi türünün dişilerini haram kılan bâzı gruplar da bunlar gibidir. Şüphe yok ki, Allâh’ın helâl kıldığı şeyi haram kılan herkes kâfirdir. (S. HAVVÂ, 5/22)
‘… şeytanın adımlarına uymayın.’ ‘Şeytanın adımlarını izlemek’ ile maksat, Allah ve Peygamberine isyan etmektir. Günah işleyen her insan, şeytanın adımlarını izlemiş olur. Çünkü insandaki günah işleme isteği, şeytanın bir dürtüsüdür. Şeytanın musallat olupisyâna düşürücü duygu, düşünce ve davranıştelkin etmediği hiçbir insan yoktur. İnsan, içindeki günah ve kötülük duygusundan Allâh’a sığınması gerekir. Yüce Rabbimiz ‘eğer şeytandfan bir kışkırtmaseni dürterse, hemen Allâh’a sığın’ (7/200) buyurmuştur. (İ. KARAGÖZ 2/570)
(142).‘Allâh’ın size rızık (olarak) verdiği şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin.’ Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden yiyin. Câhiliye insanlarının yaptıkları gibi, siz de bunları kendinize haram kılmayın. (..) ‘Şeytanın adımlarını izlemeyin.’ Haram ve helâl kılmak konusunda onun yolundan gitmeyin. (S. HAVVÂ, 5/20)
(143).‘Allah erkekli dişili çiftler hâlinde sekiz hayvan yarattı: Koyundan iki, keçiden iki. De ki: Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi?..’ Sekiz adet olarak sayılan koyunun, keçinin, devenin ve sığırın erkeğin de dişisini de, dişilerinin rahimlerinde bulunan yavruları da yaratan Allah’tır. İstediği hükmü koyma yetkisine sâhip tek varlık olan Allah, bunlardan hiçbirini haram kılmamıştır. Kimseye de bunları haram kılma yetkisini vermemiştir. (Ö. ÇELİK, 2/147)
Müşriklerden Mâlik b. Avf, Hz. Muhammed’e ‘Sen atalarımızın helâl saydığı ölü, kan ve domuz eti gibi şeyleri haram kılıyormuşsun’ deyince, Allâh’ın Rasûlü, sekiz çiftin et, süt, yün ya da gücünden yararlanmak için yaratıldığını belirtmiştir. Buna göre helâlı ve haramı belirleyen Allah’tır. İnsanlar, kendi değer yargılarına göre helâlı haram, haramı helâl kılamaz. (H. DÖNDÜREN, 1/274)
‘Deveden de iki, sığırdan da iki (çiftyarattı). De ki: “(Allah) iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa (bu) iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı haram etti?” Bir önceki âyette keçi ve koyunun haram olmadığı bildirilmişti. Bu âyette ise, deve ve sığırın erkeği, dişisi ve dişinin rahmindeki yavrunun etlerinin yenmesinin haram olmadığı bildirilmektedir. ‘Allah size bunları haram kıldığında orada hazır mıydınız?’ cümlesi, istifhâm-ı inkâri olup ‘Allah böyle bir haram kılmadı’ demektir. (..) Arap müşriklerin, deve, sığır, koyun ve keçinin erkek ve dişilerinin ve dişilerin rahimlerinde olan yavrularına haram demeleri ve bunun Allâh’ın hükmü olduğunu söylemeleri yalan, iftirâ ve zulümdür. Çünkü Allâh’ın böyle bir hükmü yoktur. Allah bu hayvanları, insanların istifâdesi için yaratmıştır. (İ. KARAGÖZ 2/572)
(145).‘De ki, Bana vahyedilenler arasında (Allâh’a karşı olan tavrınızdan dolayı haram dediklerinizden) yiyen bir kimseye haram edileni bulamıyorum.’ (..) ‘Dedi ki, bana vahyolunanlar arasında’ yâni bu âyet-i kerimenin nüzûlü esnâsında, anlamındadır. Çünkü bundan sonra, başka şeyler de haram kılındı. Bu ifâdede haram kılmanın ancak Allâh’ın vahyi ve şeriatı ile sabit olacağına, kişilerin nefsi istekleri ile olamayacağına dikkat çekilmekterdir. (S. HAVVÂ, 5/24)
‘Aksine (helâldediğiniz) ölü veya akıtılmış kan veya domuz eti – ki zâten murdardır- yâhut ta bir fısk, yâni Allah’tan başkası adına (kesilenhayvan)lar haramdır.’ ‘meyte: ancak leş olması: Yâni tezkiyesiz, besmelesiz ölmüş olması, kendi kendine ölmüş, boğulmuş, taşla veya odunla vurularak öldürülmüş, yüksekten düşmüş, boynuzlanmış, canavar parçalayarak ölmüş hayvanların hepsini içine alır. (..) ‘yâhut dökülmüş kan olması’ ki, ciğer, dalak ve kesimden sonra damarlarda kalmış olan kan kalıntısı bunun dışındadır. (..) Yâhut ‘domuz eti’ olması; (..) ‘çünkü domuz eti pistir’ Yâni mutlaka necistir, pistir. Bu gerekçeden anlaşılır ki, ne kadar pis şeyler varsa hepsi öncelikle haramdır. Yalnız, dış görünüşüyle pis olanlar değil, bâtınen (görünmez, manen) pis olanlar da haramır. (ELMALILI, 3/531)
Kim de çâresiz kalırsa her kim haram kılınan bu şeylerden zarûret sebebiyle yemek zorunda kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmamak (zulmetmemek) ve (zarûret) sınırını aşmamak üzere (ihtiyaç fazlasını almamak) şartıyla (yerse) muhakkak ki Rabbin gafûrdur, rahimdir.’ Zarûret ile karşı karşıya kalanı sorumlu tutmaz. Ona mağfiret eder. (S. HAVVÂ, 5/24)
Demek ki, çâresiz için yemek husûsunda haram olan hiçbir şey yoktur. Ancak, saldırganlık ve aşırılık sınırlaması vardır. Şu hâlde zor durumda bulunmayanlar için saldırganlık ve aşırılık öncelikle haramdır. Başkasının hakkına tecâvüz ederek / başkasına zarar vererek, yemek haramdır. (ELMALILI, 3/532)
Hadis: ‘Bize iki ölü (balık ve çekirge) ile iki kan (ciğerlerdeki ve dalaktaki kan) helâl kılınmıştır. (İbni Mace’den, İ. H. BURSEVİ, 5/545)
Hanefîlere göre, şifâ vereceği kesin olarak bilinen haram yiyecek ve içeceklerle tedâvi mümkün ve câizdir. İbn-i Abidin, mütehassıs doktor, hastanın kesin şifâsı idrar veya kan içmesi yâhut ölü hayvan eti yemesi iledir’ derse, bu caiz olur. (H. DÖNDÜREN, 1/274)
Yüce Allah, âyet-i kerîmede ölü, akıtılmış kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilmiş olanların haram kılınmasının yanında, sünnetle de bunlara başka şeyler eklenmiştir: Evcil merkep (eşek)ler, atlar, katırlar yırtıcı olanbütün azı dişli hayvanlar, pençesi olan bütün uçan kuşlar da haram kılınmıştır. (S. HAVVÂ, 5/31)
(146).‘İşte onları azgınlıkları yüzünden böyle cezâlandırdık.’ Yahûdiler, peygamberlerini öldürmüşler, haramı helâl, helâli haram saymışlar ve tefecilik yaparak fakirleri ezmişlerdir. Bu Âyetler onları reddetmek için inmiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/146)
‘.. biz elbette doğru söyleyenleriz’ cümlesi, Allâh’ın her hükmünün, her sözünün ve her emrinin ve her söylediğinin doğru ve hak olduğunu ifâde eder. Allah, aslâ yalan söylemez, en doğru sözlü olan Allah’tır. Kur’an Allah sözüdür. Bu itibarla Kur’ân’ın bütün ilke ve hükümleri, emir ve yasakları doğru ve isabetlidir. (İ. KARAGÖZ 2/575)
(147).‘De ki, Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir.’ Çünkü O, yalanlayanlara mühlet verir, onları çabuk cezâlandırmaz. (S. HAVVÂ, 5/25)
‘De, söyle’ emri, Peygamberin şahsında bütün müminlere yöneliktir. Bu itibarla, Allâh’ın insanlara tanıtılması ve İslâm’ın tebliğ edilmesi gerekir. (İ. KARAGÖZ 2/576)
Allah dilemeyince kimse bir şey yapamaz. Ancak, suçun (Allah tarafından) takdir edilmesi Allâh’ın rızâsı değil, suçlunun rızâsı bakımındandır. Rahim olan Allah, günaha râzı değildir. İnsanlara seçme, sezme yeteneği, peygamber, kitap, akıl ve hikmet vermiştir. Buna karşı, günahkârın arzu ettiği suç ve günaha izin vermesi, günaha rızâsından değil, kulun rızâsını yerine getirme ve sorumluluğunu ortaya koymak içindir. (ELMALILI, 3/536)
(148).‘Müşrikler: ‘Eğer Allah dileseydine biz O’na ne ortak koşabilirdik ne de babalarımız; ne de herhangi bir şeyi haram kılabilirdik!’ diyecekler.’ (..) Cüz’i irâde ve seçme yetkisine sâhip olan insan, bir şeyin kötü olduğunu bile bile, ‘Allah böyle istediği için böyle yapıyorum’ diyerek kendini sorumluluktan kurtaramaz. Çünkü onun, Allâh’ın ne dilediğini bilmesi mümkün değildir. Ancak peygamberlere gönderdiği vahiylerle murâd-ı ilâhiyi bilmek mümkün olabilir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, bu tür iddiâda bulunan kimselerden iddiâlarını doğrulayacak kesin bir bilgi ve sağlam bir belge getirmelerini istemektedir. Fakat böyle bilgi ve belge yoksa ileri sürülen iddiâlar bir yalan, kuruntu ve saçmalıktan başka bir şey değildir. (Ö. ÇELİK, 2/150)
(149).‘De ki, kesin delil Allâh’ındır.’ Kesin delil: Kitap, peygamber ve beyan (İ. H. BURSEVİ, 5/551) (..) Ey müşrikler, sizin hiçbir deliliniz olmadığı ortaya çıktığı hâlde üstün delil Allâh’ındır. (İ. H. BURSEVİ, 5/550) (..) Allâh’ın ortaya koyduğu delillerde hiçbir eksiklik yoktur. Onlar mükemmeldir. (S. HAVVÂ, 5/26)
Son derece açık, sağlam ve değişmez, bozulması ve geçersiz kılınması mümkün olmayan delil, Allâh’ındır. Çünkü Allah, birçok deliller, birçok ibret örnekleri ortaya koymuştur. Geniş rahmeti ile göz, kulak, akıl, anlayış ve dilediğini seçme yeteneği vermiş, kitap ve peygamber göndermiştir. (ELMALILI, 3/539) ‘el huccetü’l bâliğa: kesin delil’: Bundan maksat Kur’ân-ı Kerim, Rasûlullah (s)’in beyanları ve Allâh’ın ilim, hikmet, azamet ve kudretine delâlet eden kevni âyetlerdir. (Ö. ÇELİK, 2/151)
Müşrikler hem Allah’tan gelen emirleri ve peygamberi kabullenmez, Allâh’ın farzlarını, helâllerini haram / yasak, haramlarını da helâl/serbest sayarlar, hem de bunları, Allâh’ın dilemesine bağlarlar. Aynı zamanda ortaya çıkan Cebriye fırkası da bunlar gibi yaptığı kötü işlerin / günahların hepsinin Allâh’ın dilemesiyle olduğunu, kendilerinin bir rolü olmadığını söylerler. Bu yanlış bir inançtır. Çünkü böyle olsa ne peygamber, ne kitap gelirdi. Ne de emir ve yasaklar olurdu. Çünkü yüce Allah, “Kim doğru yola gelmişse, ancak kendi lehine, kim de saparsa kendi aleyhinedir.” (17/15) buyurmaktadır. [krş. 9/105; 41/40] (H. T. FEYİZLİ, 1/147)
‘Âyetleri yalanlayan ve âhirete îman etmeyen kâfirlerin arzularına uyma’ demek, onların ‘İslâm’a uygun olmayan inanç, düşünce, söz, eylem ve davranışlarını benimseme, kabul etme’ demektir. (İ. KARAGÖZ 2/578)
6/151-153 İLÂHİ DİNLERİN ESÂSI OLAN ON HÜKÜM
151. (Ey Peygamberim!) De ki: “Geliniz size Rabbinizin haram ettiği şeyi ben okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak / denk tutmayın, anaya babaya da iyilik edin, fakir düşmek (korkusun)dan çocuklarınızı öldürmeyin. Biz, sizin de onların da rızkını veririz. ‘Zinânın ve her türlü kötülüğün’ açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allâh’ın haram ettiği canı geçerli sayılan bir hak olmadıkça öldürmeyin.” İşte (Allah), düşünesiniz diye size bunları emretti.
152. Yetimin malına da rüşdüne kadar en güzelin dışında yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz. Söz söylediğiniz zaman, akrabânız da olsa adâleti gözetin. Allâh’ın ahdini (verdiğiemriveverdiğinizsözü) yerine getirin. İşte (Allah), düşünüp öğüt alasınız diye bunları emretti.
153. İşte İslâm, dosdoğru yolumdur. O hâlde ona uyun, (başka) yollara uymayın ki (bunlar) sizi Allâh’ın yolundan ayırmasın. İşte ‘Allah, emirlerine uygun yaşayıp kötülüklerden sakınasınız’ diye size bunları emretti.
151-154. Bu Âyetlerde sıralanan on emir şunlardır:
(151).Bir: (1) ‘O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.’ Bu, İslâm’ın ana ilkesi olup, Allâh’ın birliği inancının ve Müslüman olmanın ilk şartıdır. (KUR’AN YOLU, 2/486)
Şirk en büyük zulümdür (31/13). Şirk koşmak haram, şirki terk etmek ise farzdır. İnsan, şirki terk etmeden mümin olamaz. Allah şirki, tevbe etmedikçe affetmez (4/48, 116), Hadis: ‘Allâh’a şirk koşmadan ölen mümin kimse cennete girer; Allâh’a şirk koşarak ölen müşrik kimse ise cehenneme girer.’ (Müslim) anlamındaki hadîs-i şerifte müşrik insanın cehennem gireceği açıkça bildirilmiştir. (İ. KARAGÖZ 2/580, 581)
İki: (2) ‘Ana babaya iyilik edin.’ Ana babaya iyiliği terk etmek haramdır. Onlara karşı gelmek, kötülük yapmak ise öncelikle haramdır. (S. HAVVÂ, 5/32)
Anne babaya ancak Allâh’a şirk ve isyan konusu olduğunda itaat edilmez. (31/15). Bunun dışında anne babanın meşru isteklerinin yerine getirilmesi, onlara iyi davranılması, ihtiyaçlarının karşılanması, azarlanmaması, kalplerinin kırılmaması onlara itaat kavramına dâhildir. (..) ‘Anne babaya iyilik edin’ emrinde, onlara kötülük etmeyin, zulmetmeyin anlamı da vardır. Anne babaya kötülük etmek, zulmetmek ve onları incitmek haramdır. İsrâ sûresinin 23 – 25’nci âyetlerinde sâdece Allâh’a ibâdet etmek, anne babaya ihsanda bulunmak, onlara öf bile dememek, onları azarlamamak, onlara güzel söz söylemek, onlara merhamet etmek ve hayır duâdabulunmak emredilmiştir. (İ. KARAGÖZ 2/581)
Üç: (3) ‘Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.’ Çocuklarınızı öldürmeyin emri, kürtaj konusuyla yakından ilgilidir. Günümüz âlimlerinin büyük çoğunluğu, hâmileliğin hangi aşamasında olursa olsun, çocuk düşürmenin ve aldırmanın haram olduğu görüşündedir. (..) Hz. Peygamber’in doğum kontrolünün en basit şekli olan azil / meniyi rahimin dışına akıtma uygulamasına izin verdiğine dâir hadisler vardır. (Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud) Çeşitli mezheplerin âlimlerinin çoğunluğu da azlin câiz olduğunu kabul etmişlerdir. (..) Azlin mubah olması, gebe kalmamak için – başka bir yasak çiğnenmedikçe ve zararlı olmamak kaydıyla – daha başka tıbbi önlemlere başvurmanın da câiz olduğunu gösterir. Çünkü Kur’an’da gebe kalmamak değil, çocuk öldürmek yasaklanmıştır. Bununla birlikte evlenmenin asıl amacı, neslin devâmı ve gelişmesi için çocuk yapmaktır. Bu sebeple kadının güzelliğinin bozulması, çocuğun bir ayakbağı telâkki edilmesi gibi keyfi sebeplerle fıtratın tabii akışına müdâhale etmek, özellikle Müslüman nüfusun artmasının gerekli olduğu hâl ve şartlarda çocuk yapmaktan kaçınmak doğru değildir. (KUR’AN YOLU, 2/487)
Dört: (4) ‘Kötülüğün (çok ağır günah olan fuhuşun) gizlisine de, açığına da yaklaşmayın.’ Burada dördüncü olarak haram kılınan şeyler, açıktan açığa zinâ ve benzeri açık ahlâksızlıklar, günahlar ya da gizlice zinâ etmek ve buna benzer günahlardır. (S. HAVVÂ, 5/32)
Âyette geçen ‘fuhuş: kötülük’ deyimini zinâ eylemineözgükılmakhemakışıntabiatına, hem de çoğul kipinin yapısına daha uygun düşmektedir. Çünkü zinâ suçunun işlenmesine önayak olan bâzı davranışlar ve koşulların her biri bizzat fuhuştur. Örneğin süslenmek, açılıp saçılmak, erkek kadın karışık yaşamak, şehvet dolu sözler, işâretler, davranışlar ve gülüşmeler, aldatmalar, çekici davranışlar ve tahrikler… Evet bunların tümü en son kötülüğü kuşatan kötülüklerdir, haddi aşmalardır. Gizlisiyle, açığıyla hepsi fuhuştur. (S. KUTUB, 4/208)
Ayrıca, kötülüğü / fuhuşu yapmayın yerine yaklaşmayın buyurulması, insanı kötülüğe sevk edebilecek ortam ve şartlardan uzak durmayı ön görmektedir. (KUR’AN YOLU, 2/488)
Beş: (5) ‘Allâh’ın haram kıldığı bir canı, hak ile olmadıkça öldürmeyin.’ Yüce Allah, insan öldürmeyi yasaklamış ve bir cana kıymayı bütün canlara kıymak gibi saymıştır. (5/32). Bir insanın kasden bir insanı öldürmesi haram olduğu gibi, kan dâvâsı da haramdır. (İ.KARAGÖZ 2/583)
Hadis: ‘Her Müslümanın diğer Müslümana canı, malı ve ırzı haramdır.’ (Müslim Birr 32)
Hadis: ‘Büyük günahlar; Allâh’a ortak koşmak, anne babaya isyan etmek, insan öldürmek ve yalan söylemektir.’ (Müslim Îman 144; İ. KARAGÖZ 2/584)
(152).Altı: (6) ‘Yetimin malına, ergenlik çağına erinceye kadar o en güzel olanından başka bir şekilde yaklaşmayın.’ Yetimlerin zayıflığından yararlanıp onların mal ve mülküne tecâvüz etmek, haramdır. (4/2). ‘Zulüm ile yetimlerin mallarını yiyenlerkarınlarına ancak ateş yemiş olurlar. Onlar alevli bir ateşe gireceklerdir.’ (4/10; İ. KARAGÖZ 2/584) (..) Yetimin malına el sürmemek, onun ergenlik çağına ulaşmasına kadar devâm eder. Ergenleştiğinde, malı ona verilir. (S. HAVVÂ, 5/33)
Yedi: (7) ‘Ölçüyü, tartıyı da tam ve doğru yapın.’ Âyette ‘ölçü ve tartıyı adâletle yapın’ emri bağlayıcıdır. Ticâret hayâtında ölçü ve tartıda eksiklik ve haksızlık yapmak zulüm haram, büyük günah ve ahlâk dışı bir davranış olduğu gibi, ölçü ve tartıyı tam yapmak, kurallara riâyet etmek, Allâh’a itaat, ibâdet, sevap ve ahlâki bir davranıştır. (İ. KARAGÖZ 2/584) (..) (Akrabâdaolsa) Hem eksik veya fazla ölçü kullanmayınız. Hem de ölçer ve tartarken, eksik veya fazla yapmayınız. Adâlet ve eşitliği sağlamada gücünüz yettiği kadarla sorumlusunuz. Gücünüzün yetişmediği affedilmiştir. (ELMALILI, 3/547)
Sekiz: (8) ‘Ve söz söylediğiniz zaman – yakınlarınız dahi olsa – âdil olun’ emri, müminin hem konuşmasında, hem şâhit, haber ve hüküm verme konusunda âdil ve doğru olması gerektiğini ifâde eder. Emir herkesi bağlayıcıdır. Doğru sözlü ve âdil olmak farz (33/70), yalan, yalancı şâhitlik ve zulüm haramdır. (4/135, 5/8; İ. KARAGÖZ 2/585)
Bu buyruk, çeşitli konularla ilgili bilgi, haber, hüküm, övgü, yergi, sözleşme, yemin, vaad, vasiyet, öğüt, eleştiri, emir, istek, istişâre gibi, her türlü sözlü ilişkilerde adâletli, dürüst olmayı, haksızlık, zulüm, incitme, eziyet, hakâret gibi ahlâka aykırı amaçlar güden sözler sarf etmekten sakınmayı kapsamaktadır. (KUR’AN YOLU, 2/489)
Dokuz: (9) ‘Allâh’ın ahdini de yerine getirin.’ Allâh’ın size teklif ettiği, emirleri, yasakları, Allah adına başkalarına verdiğiniz ahitleri, nezirleri, yeminleri, akitleri, geçerli her türlü taahhütleri yerine getiriniz. Ahdi bozmak haramdır. (ELMALILI, 3/547)
(153).On: (10) ‘Bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun (başka) yollara uymayın.’ Rasûlullah bize, bir düz çizgi çizdi, bu rüşd yoludur dedi, Sonra bunun sağından ve solundan birçok çizgiler daha çizdi, bunlar da birtakım yollardır ki, her birinde bir şeytan vardır, ona çağırır dedi. Sonra da bu âyetleri okudu. (Hadis, ELMALILI, 3/548, Buhâri’den)
6/154-157. SEMÂVİ KİTAPLAR VE KUR’AN
154. Yine biz, iyilik yapanlara (nîmetimizi) tamamlamak, herşeyi genişçe açıklamak, doğru yola iletici ve rahmet olmak üzere Mûsâ’ya Tevrat’ı verdik. Bu sâyede onlar (İsrâiloğulları), Rablerine kavuşacaklarına inansınlar (diye).
155. İşte bu (Kur’an), mübârek bir kitaptır ki onu biz indirdik; ona uyun ve onunla korunun / aykırı davranmaktan sakının ki merhamete eresiniz.
156. (Ey Mekke halkı! BuKur’an’ıindirmemizinsebebi): “Kitap(lar), yalnız bizden önceki topluluklar (yahûdivehıristiyanlar)a indirildi, biz ise, onların okunmasından hakikaten habersizdik (anlamıyorduk).” demeyesiniz diyedir.
157. Yahut: “Bize kitap gönderilseydi, biz onlardan daha doğru yolda olurduk.” demeyesiniz diyedir. İşte artık size Rabbinizden açık delil, doğru yol (rehberi) ve bir rahmet gelmiştir. Allâh’ın âyetlerini yalanlayandan ve onlardan yüz çeviren (veçevirten)lerden daha zâlim kimse bulunabilir mi? Âyetlerimizden yüz çevirenleri (bu) yüz çevirmeleri sebebiyle, azâbın en kötüsüyle cezâlandıracağız.
154-157. (155).(-) ‘Kur’ân’a uyun’ ve ‘Allâh’a karşı gelmekten sakının’ emirleri, Kur’an’daki emirlere uyulması ve yasaklardan sakınılması, ilke ve hükümlerine riâyet edilmesi gerektiğini ifâde eder. ‘Kur’ân’a uyun ve Allâh’a karşı gelmekten sakının’ emirleri, prensip olarak Kur’ân’ın bütün emir ve yasaklarının bağlayıcı olduğunu, emir ve yasaklara riâyet etmenin farz olduğunu ifâde eder. (İ. KARAGÖZ2/590) (Bu konuda hatırlayabildğim bir istisnâ da var: Şöyle ki, ‘gul sîrû fi’l ard’ / Yeryüzünde seyahat ediniz’ emri, namaz gibi, oruç gibi yerine getirilmediğinde günah işleneceği anlamına gelmez. Bâzı tefsirlerde bu emrin ibâha / mubahlık için olduğu belirtilmektedir. (M. SELMAN)
(156).(Bu Kur’an’ı indirmemizin sebebi) Kitap (lar) yalnız bizden önceki topluluklar (Yahûdi ve hıristiyanlar)a indirildi, biz ise, onların okunmasından hakikaten habersizdik (anlamıyorduk) demeyesiniz diyedir.’ Tevrat ve İncil Arapça olmadığı için, Araplar bu durumu bahâne ederek ‘Biz onların dillerinden anlamıyoruz, bu yüzden içlerindeki hükümlerden de habersiziz’ diyebilirlerdi. Kur’ân’ın Arapça inmesinin sebebi, onlara itiraz imkânı bırakmamaktı. (H. DÖNDÜREN, 1/276)
(157).‘İşte size Rabbinizden açık bir delil, bir hidâyet ve bir rahmet gelmiştir.’ Bu âyette Kur’ân-ı Kerim üç kelime ile nitelendirilmiştir: Beyyine (delil), hüdâ (hidâyet) ve rahmet.
(a).Beyyine: Kesin belge. Gerçeği ortaya koyan kesin belge. Kur’an, içeriği itibariyle gerçeği, iyiyi, güzeli ortaya koyan delil ve belgedir. (b).Hüdâ: Hidâyet rehberi. (c).Rahmet: İnanan topluluklara hayır ve saâdet getirdiği için, rahmet olarak nitelendirilmiştir. (KUR’AN YOLU, 2/491)
6/158 KIYÂMET ALÂMETLERİ
158. (Ey Peygamberim! İnanmakiçinnebekliyorlar?) O (müşrik)ler mutlaka kendilerine (ölümveyaazap) meleklerinin gelmesini yâhut Rabbinin (imhâedenazâbının) gelmesini ya da Rabbinden (kendileriniimânamecbureden) bâzı (kıyâmet) alâmetlerin(in) gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin bâzı alâmetleri geldiği gün, evvelce îman etmemiş veya îmânında hayır kazanmamış hiçbir kimseye îmânı fayda vermez. De ki: “Bekleyin (okıyâmetalâmetlerini)! Şüphesiz biz (de) bekleyenlerdeniz.”
158-158. (a).(İnanmak için ne bekliyorlar) onlar mutlaka kendilerine (ölümveyaazap) meleklerinin gelmesini,
(b). yahut Rabbinin (imhâedenazâbının) gelmesini,
Yâhut Rabbinin gelmesi ile anlatılmak istenen Rabbinin emrinin gelmesidir. Nesefi’ye göre, Rabbin gelmesi, Rabbinin emrinin gelmesidir. Bu da azap veya kıyâmettir. (S. HAVVÂ, 5/42) ‘Melekler sıra sıra dizili olduğu halde Rabbin(inemri) geldiği zaman buyruğunca haklarında en son ilâhi hükmün ortaya çıkmasına,
(c). ‘ Ya da Rabbinden bâzı alâmetlerin gelmesini mi bekliyorlar.’
‘Üzerimize gökten taş yağdır’ (8/32), ‘Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürülmesin’ dedikleri şekilde başlarına taş yağması, göğün parçalanıp üzerlerine düşmesi veya îman etmeye mecbur edecek alâmetlerin gelmesine bakarlar. (ELMALILI, 3/553)
‘âyât / mûcizeler’ Abdullah b. Mesud’un şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Yüce Allah bu ifâde ile, görülünce îman etmenin hiçbir fayda sağlamayacağı alâmetleri kasdetmiştir ki, onlar da güneşin batıdan doğması, dâbbetü ‘l arz ile Ye’cüc ve Me’cüc’ün ortaya çıkmasıdır. (Taberi ve İbnü ‘l Cevzi’den M. DEMİRCİ, 1/467)
(d). ‘Ondan önce îman etmiş (olmayan) veya îmânında hayır kazanmamış kimseye îmânı fayda vermez. Buîman, ümitsizlikhâlindekiîmandır. Çâresizlikvesonpişmanlıkhalindekiîmandafaydavermez. Âyetinbukısmı, amelsiz îmanın fayda vermeyeceğini savunanların delilidir. (Beyzâvi’den, H. T. FEYİZLİ, 1/149)
‘Hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı.’ (Mü’min 40/85) buyruğu üzere, cezânın açıkça görüldüğü böyle zamanda, yeis (ümitsizlik) zamanında îman kabul edilmez. (ELMALILI, 3/553)
Hadis: Güneş, batıdan doğmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. Güneş batıdan doğduktan sonra ve insanlar bunu gördükten sonra, îman etmeleri fayda vermeyecektir. (M. A. SÂBÛNİ, 1/399, Buhâri’den)
6/159. EHL-İ KİTABIN VE MÜSLÜMANLARIN FIRKALARA AYRILMASI
159. (Ey Peygamberim!) Dinlerini parça parça edenler ve (şirkvetâğûtamensupliderlerin, hevâvehevesleriuğrunadinde) grup grup ayrılanlar var ya, sen hiçbir şekilde onlardan değilsin. Onların işi Allâh’a âittir. Sonra (Allah,) onlara yaptıklarını haber verecek (vehesaplarınıgörecek)tir. [krş. 3/102-103; 30/32]
159-159. ‘Dinlerini parça parça edenler’ İbn Abbas, Mücâhid ve Katâde’den nakledilen bir rivâyete göre ‘dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar’dan maksat yahûdiler ve hıristiyanlar (İbn Atıyye) , yine İbn Abbas’a isnad edilen başka bir görüşe göre bunlar müşriklerdir. (Râzi) Zîrâ (..) İslâm’dan önceki Araplar çok çeşitli inanç gruplarına ayrılmışlardı. Ayrıca bu âyette, İslâm ümmeti içinde daha sonra ortaya çıkan gruplaşmalara işâret buyurulduğu da düşünülebilir. Her hâlükârda âyet-i kerîme, dinde birlik ve berâberliğin önemini vurgulamakta, bu hususta ayrılığa düşenlerin Hz. Muhammed’den de uzaklaşmış olacakları uyarısında bulunmaktadır. (KUR’AN YOLU, 2/494)
‘Bölük bölük olanlar yok mu? Senin onlarla hiçbir alâkan yoktur.’ Onlar hakkında sana soru sorulmaz. Onların tefrikalarından dolayı sen sorumlu olmayacaksın. Onların görecekleri cezâ, sana gelip çatmaz. (S. HAVVÂ, 5/36)
6/160 İYİLİĞİN VE KÖTÜLÜĞÜN KARŞILIĞI
160. Kim (Allâh’a) bir iyilik (vesâlihamel)le gelirse, kendisine onun on misli (sevap) vardır. Kim de bir kötülükle gelirse o, sâdece onun dengiyle cezâlandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.
160-160. ‘Kim bir iyilikle gelirse onun on katı vardır, kim de bir kötülükle gelirse o ancak misliyle (dengiyle) cezâlandırılır.’ Bâzı âyet ve hadislerde kötülüğün karşılığının dengi ile iyiliğin karşılığınınsa fazlasıyla verileceği bildirilmiş, bu fazlalık yukarıdaki âyette on misli olarak belirtilmiştir. Diğer âyetlerde ise, miktar belirtilmeksizin, ‘kat kat fazlasıyla’ (4/40), daha iyisiyle ( 27/89), daha güzeliyle (42/23) karşılık bulacağı bildirilmiştir.
Hadis şârihlerinin / açıklayıcılarının ayrıntılı incelediği bâzı hadislere göre, istenip de yapılmayan kötülük (günah olarak) yazılmayacak, yapılan da bir tek kötülük olarak yazılacak, buna karşılık istenip te yapılmayan iyilik bir iyilik olarak, yapılan da 10 mislinden 700 misline kadar katlanarak yazılacaktır. Bu hadislerin birinde yediyüz mislinden sonra, bir de ‘daha çok katlanarak’ ifâdesi yer alır. (KUR’AN YOLU, 2/494, Buhâri, Rikak’tan)
6/161-164 DOSDOĞRU DİN
161. (Ey Peygamberim!) De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimin beni doğru yola, dosdoğru bir din olan İbrâhim’in Hanîf (tevhid) Dîni’ne ilettiğiyim. O müşriklerden değildi.”
162. (Ey Peygamberim!) De ki: “Benim namazım, (hac, umre, diğer) ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.”
163. “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum. Ben (buümmette) müslümanların ilkiyim.” [krş. 6/14 vedipnotu]
164. (Ey Peygamberim!) De ki: “O (Allah), herşeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir rab mı arayayım? Herkesin kazandığı ancak kendisinedir. Hiçbir günahkâr, diğerinin (işlediğigünah) yükünü taşımaz (herkeskendiyaptığındansorumludur). Sonunda dönüşünüz ancak Rabbinizedir. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, (O) size haber verecektir.”
161-164. (161).‘İbrâhim’in hanif dînine.’ Hz. İbrâhim’in hanif olan dîninin esasları şöyledir: (a) Allâh’ın varlığına ve birliğine ve bütün peygamberlere inanmak, (b) Allah’tan başka hiçbir şeyi ilâhlaştırmamak, (c) Allâh’ın koyduğu esaslarda yürümek, (d) Hakka yönelip her türlü bâtıldan ve haramdan uzak durmak. (H. T. FEYİZLİ, 1/149)
Hadis: Hz. Âişe’den, Habeşlilerin oyunlarını seyretmek üzere tenimi (başımı) Rasûlullah’ın omuzuna koydum. Sonunda usanıp, yanından çekilip gittim. Rasûlullah o gün, şöyle buyurdu: Yahûdiler bilsin ki, bizim dinimizde bir genişlik (müsamaha) vardır. Ben müsamahakâr haniflik ile gönderildim. (S. HAVVÂ, 5/50)
‘O, ortak koşanlardan değildi.’ İbrâhim (a.s.)’a tâbi olduğunu iddiâ eden Mekke’li müşrikleri ‘Uzeyr Allâh’ın oğludur’ (9/30) diyen Yahûdi müşrikleri, ‘Mesih Allâh’ın oğludur’ diyen hıritiyan müşrikleri reddetmektedir. (İ. H. BURSEVİ, 5/591)
Hadis: Bir bayram günü Rasûlullah (s) iki koç kurban etti. Onları keserken şöyle buyurdu: İnnî veccehtü vechiye….., İnne salâtî ve ….âyetlerini okudu. (S. HAVVÂ, 5/50, Buhâri’den, İ. H. BURSEVİ, 5/592)
(164).‘Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz.’ Yâni ne günah yapmakta, ne de cezâsını çekmekte vekâlet (vekillik) cereyan etmez. Herkes yaptığı günahı kendi yapar ve cezâsını kendi çeker. Şu halde birinin diğerine ‘Sen sunu şöyle yap da günahı, cezâsı yalnız benim boynuma olsun’ demesi yalandır. Günah yapan yaptığının cezâsını çeker; öyle deyip yalan söyleyen, günaha teşvik eden de bu yalanının, bu teşvik ve aldatmasının, bu kötü taahhüdünün cezâsını çeker. (ELMALILI, 3/561)
Bu âyetle insanlık tarihinde ilk defa suçların şahsiliği esâsı getirilmiştir. Bu sebeple câhiliye devrinde suç işleyenin yakın akrabalarını da suça ortak etmek sûretiyle işlenen kan davaları zulmü yasaklanmıştır. [krş. 2/286; 35/18] (H. T. FEYİZLİ, 1/149) Bu husus dünyâda ve âhirette de böyledir. (İ. KARAGÖZ 2/600)
Hadis: ‘Kişi ne babasının ne de kardeşinin suçundan dolayı sorumlu tutulamaz.’ (Nesâi Tahrim 29, İ. KARAGÖZ 2/599)
Âhirette kişininîmânı var ve ameli sâlih ise mükâfat, îmânı yok, ameli kötü ise cezâ verilir. Kimse kimsenin günahını yüklenmez, kimse kimseye sevâbını vermez, kimse kimsenin günahını almaz, kimse başkasının günahı ile cezalandırılmaz. (54/24; İ. KARAGÖZ 2/600)).
6/165 ÜSTÜNLÜKLER İMTİHAN İÇİNDİR
165. (Ey insanlar!) Sizi (emirleriniyerinegetirmede) yeryüzünün halîfeleri / görevlileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabbinin cezâsı çabuktur ve yine şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
165-165. ‘O sizi yeryüzünün halîfeleri yapandır.’ Yeryüzünde nice ümmetler gelmiş geçmiştir. Siz Muhammed ümmeti, hepsinin halefi olmuş, yerlerine konulmuş bulunuyorsunuz. Allâh’ın bundan böyle yeryüzünde sâhiplik edecek, yönetecek ve hükümlerini uygulayacak olan görevlileri, sorumluları sizsiniz. Allâh’ın Âdem’e takdir ettiği, meleklere nasip etmediği bu yüksek makam ve şerefe sizi tâyin edip, ağır sorumluluk ve emaneti size verdi. (ELMALILI, 3/562)
‘Size verdiği şeylerde, sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur.’ Derecelerin farklı olmasının sonucu, nice yükseklerdekiler düşebilir. Ve nice aşağıdakiler çıkabilir. Bunun için üst derecede bulunanların tehlikeleri daha çok, sorumlulukları daha ağırdır. O halde, dünyâda mevki ve mertebe (ve mal) yüksekliğine mağrur olmamalıdır. (S. HAVVÂ, 5/52, ELMALILI, 3/562)
Allah insanlara farklı derecede mal – mülk ve itibar vermiştir. İnanları, nîmetleri ve varlık âlemindeki herşeyi yaratan Allah’tır. Allah hakimdir, her sözü, her işi ve her ilkesi hikmet doludur. İnsanları, fiziki yapıları, boyları, endâmı, ten rengi, aklı ve yeteneklerini farklı yarattığı gibi, rızık, imkân, mal – mülk, itibar, iş ve görevlerinide farklı yaratmıştır. İnsanların kimisi çok zeki ve akıllı, kimisi az zeki ve aklı kıt, kimisi zengin, kimisi fakirdir. Bunun pek çok hikmeti vardır. Bu hikmetlerden birinin bu âyette ‘imtihan’ olduğu bildirilmektedir. Diğer bir gerekçe, Zuhruf sûresinin 32’nci âyetinde şöyle bildirilmiştir: ‘Dünyâ hayâtında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine, derece derece üstün kıldık.’ (İ. KARAGÖZ 2/602)
Bu âyetten şu üç sonuç çıkmaktadır: (1). İnsanın, içinde yaşadığı dünyâda ilâhî tebliğin ve hükmün yerine getirilmesini sağlayan halîfe/yönetici oluşu. (2). İnsanların dünyâlık bakımından birbirinden farklı oluşu. (3). Bu farklılığın hikmeti; kazancında çok verilenin de, az verilenin de hatta mahrum edilenin de imtihan edilmesidir. İnsan, verilen bu lütuf karşısında ya şükrünü unutmuş azgınlığını çoğaltmıştır yâhut verilenlerin azlığından şikâyet ve isyan etmiştir yâhut da her hâline şükredip gereğini yapmıştır. [bk. 3/134; 24/37] (H. T. FEYİZLİ, 1/149)