Fecr Sûresi

89 / Fecr Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı ifâdeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ 1/592)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 89/1-5  FECRE  YEMİN  OLSUN

1-5. (Tan yerinin ağarmasındaki) fecre, (derecesi yüksek) on geceye, çift ve tek (olarak yaratılan şeyler)e, geçip giderken geceye andolsun ki bun(lar)da, (ibret alacak) akıl sâhibi için birer yemin etmeğe (değer Allâh’ın kudretine işâretler) vardır.

 1-5. (1).‘Andolsun fecre’   ‘Sabah aydınlığı’ diye çevirdiğimiz ‘fecr’ kelimesi masdar olarak ‘tan yerinin ağarması’, isim olarak ‘sabah aydınlığı, şafak vakti, tan yerinin ağarması zamanı’ anlamlara gelmektedir. Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlanmaya, varlıkların da uyanmaya başlaması, bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için yüce Allah, sabah aydınlığına yemin ederek aşağıda anlatılacak konulara dikkat çekmiştir. (Râzi’den, ayrıca krş. Tekvir 81/18; KUR’AN YOLU, 5/616, 617)

(2).‘ve on geceye’ Burada geçen ‘on gece’den maksat; İbn Abbas, İbn Zübeyr, Mücâhid, selef ve hâleften pek çoklarına göre Zilhicce ayının ilk on günüdür. (S. HAVVÂ, 16/196)

Hz. Câbir’den, (..) Rasûlullah (s) ‘On gece, kurban bayramının on gecesidir’ buyurdu diye merfu olarak rivâyet etmişlerdir. (Hâkim, Ahmed b. Hanbel’den ELMALILI, 9/184, 185)

(3).‘(Andolsun) çifte ve tek’e’ Yüce Allah bu âyette ‘ve ‘şşef’i ve’l vetri’ diyerek genel bir ifâde kullanmıştır. Bu da O’nun kâinattaki bütün çiftler ve tekler üzerine yemin ettiği anlamına gelmektedir. (Taberi’den M. DEMİRCİ 3/559)

Yemin edilem 3’üncü ve 4’üncü husus ‘çift’ ve ‘tek’ olandır. Tek olan, sâdece ve sâdece Allah Teâlâ’dır. Çift olan ise O’nun yarattığı bütün mahlûkattır. Zîrâ Cenâb-ı Hak, kendisinin tek olduğunu (112/1), varlıkları ise çift yarattığını haber verir. (36/36, 51/49; Ö. ÇELİK 5/449)

(4).‘Geçip gittiği vakit geceye andolsun’ Bu âyetle gelip geçmenin geceye nisbet edilmesi dünyânın kendi etrafında dönüşüne bir işârettir. (S. HAVVÂ, 16/186)

(5).‘Akıl sâhibi için bunların her biri birer yemine değmez mi?’ Az önce adı geçen ve kendilerine yemin edilen şeyler, akıl sâhibi için yemin edilebilecek şeylerdir. (S. HAVVÂ, 16/186)

Âyet, Allâh’ın yemin ettiği şeylerdeakıl sâhipleri için ibretler ve dersler var, anlamındadır. Allâh’ın yemin ettiği sabah, gece ve gündüz, tek ve çift, ilâhi kânunlara göre meydana gelen olaylar ve varlıklardır. Bu olaylar ve varlıklar, kendiliğinden meydana gelmemektedir. Bütün olayları ve varlıkları yaratıp yöneten yüce Allah’tır. Aklını kullanan bu gerçeği anlar. (İ. KARAGÖZ 8/511)

Burada akla gelen soru, üzerinde dört şeyle yemin edilen konu neydi? Bunu anlayabilmek için âyetlerin bütününü göz önünde bulundurarak, sûrenin içeriği üzerinde düşünmeliyiz. Özellikle ‘Rabbinin Âd’a nasıl azap ettiğini görmedin mi?’ âyetinden başlayarak sûrenin sonuna kadar devam eden bölüme dikkat edilirse, üzerine dört şey ile yemin edilen konunun Mekke’li kâfirlerin inkâr ettiği âhiretin cezâ ve mükâfâtı hakkında olduğu anlaşılır.  Sorulan sorular karşısında onları ikna etmek için sürekli telkin ve tebliğde bulunulmaktaydı. Bu nedenle fecre, on geceye, çift ve tek’e, gelip geçen geceye yemin edilerek ‘âhiret gerçeğini idrak edebilmek için bu dört şey delili olarak yetmez mi?’ denilmiştir. (MEVDÛDİ, 7/109, 110)

 89/6-14  RABBİN  HER  AN  GÖZETLEMEDEDİR

6-10. (Ey Peygamberim!) Görmedin mi Rabbin nasıl yaptı Âd (kavmin)e? (Kıymetli) sütunları (yüksek binâ ve köşkleri olan), şehirler arasında benzeri yaratılmamış İrem’e? Vadi (‘l Kurâ’)da kayaları oy(up evler yap)an Semûd (kavmin)e. Ordu ve saltanat sâhibi Firavun’a.

11-14. ki bunlar, ülkelerde (Allâh’a ve inananlara karşı), azgınlık etmişlerdi de böylece oralarda fesâdı (kötülüğü) çoğaltmışlardı. 13. Bu yüzden Rabbin, onların üzerine bir azap kamçısı indirip helâk etti. 14. Çünkü Rabbin elbette gözetlemektedir. (Her an kullarını görüp gözetendir.)

 6-14. (6).‘Görmedin mi Rabbin nasıl yaptı Âd’a?’ Âd kavmi, Hûd (as)’ın peygamber olarak gönderildiği kavimdir. Uzun boylu, iri cüsseli, güçlü kuvvetli kimseler idiler. Şan, şöhret ve kuvvet itibâriyle onlardan daha üstün kimse yoktu. Güçlerine güvenir, bununla iftihar ederlerdi. (bk. Fussilet 41/15, Ö. ÇELİK, 5/450)

(7, 8).‘O sütunlara sâhip İrem’e’ ‘Ki o ülkeler içinde bir benzeri yaratılmayandı.’ Hz. Nuh’tan sonra târih sahnesine çıkmış olan Âd kavmi, Yemen’de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski ve önemli bir Arap topluluğudur. İrem ise, Âd kavminin bir kolu olup adını kabîlenin atası olan İrem’den almıştır. Aynı zamanda topluluğun yerleşim merkezine de bu ad verilmiştir. ‘Memleketler içinde benzeri görülmemiş olan sütunlarla dolu İrem’e’ şeklinde çevrilen 7-8’inci âyetlerde, son derece mâmur ve azametli sütunlarıyla görkemli yapıları, rengârenk bağları ve bahçeleriyle tanınan İrem şehri söz konusu edilmiştir. (…) Ancak onlar, Hûd peygamberi yalancılıkla suçlamaları sebebiyle güçlerine rağmen helâk olup gitmişlerdir. (bk. Hâkka 68/6-7; Hûd 11/50-60; KUR’AN YOLU, 5/618)

(9).‘Ve vâdi(‘l Kurâ’)da kayaları kesip yontan Semûd kavmine’ Semûd, Sâlih (as)’ın peygamber olarak gönderildiği kavimdir. Onlar da güçlü, varlıklı, nîmetler içine garkolmuş bir toplumdu. Burada dikkat çekilen yaptıkları evlerdir. Onlar vâdi kenarındaki dağları, kayaları yontarak evler yaparlardı. (bk. Şuarâ 26/149, Ö. ÇELİK 5/450)

(10).‘Kazıklar sâhibi Firavun’a’ Firavun ‘zü’l evtâd’ yâni ‘direkler sâhibi’ olarak nitelendirilir. Bu ifâde onun askerlerinin ve bu askerlerin çadırlarının çokluğunu gösterir. Ayrıca bununla Firavun’un yaptırmış olduğu saraylara, derin temeller üzerine oturtulmuş sağlam binâlara ve meşhur piramitlere işâret edilir. (bk. Sâd 38/12) Buna göre Firavun askeri gücüyle, binâ ve saraylarıyla büyük bir saltanat sâhibiydi. Zâten kendisi de ‘Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve hâkimiyeti sonra ayaklarımın altından akan şu ırmaklar bana âit değil mi?’ (Zuhruf 43/51) der, özellikle Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’na karşı böbürlenirdi. (Ö. ÇELİK, 5/452)

(11).‘Ki bunlar memleketlerinde azgınlık etmişlerdi.’ Âd, Semûd ve Firavun idâreleri altındaki ülkelerde haddi aşmışlardı. (S. HAVVÂ, 16/188) Her biri kuvvetlerine aldanmış, arzularına uymuş olarak bulundukları ülkelerde hak ve adâlet sınırını aşıp hâlkın ve yaratıcının haklarını çiğnemede ileri gitmişlerdi. (ELMALILI, 9/196)

(12).‘ve fesâdı çoğaltmışlardı.’  Zulüm, isrâf, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlükle çok fesat çıkarmış, düzeni, ahlâkı ve fikirleri bozmuşlardı. (ELMALILI, 9/196)

(13).‘Bu yüzden Rabbin, onların üzerine bir azap kamçısı indirip helâk etti.’ Bunlar, kendilerine verilen nîmetlerle şimardılar. Gururlanıp kibirlendiler. Azgınlaşıp taşkınlık yaptılar. Bulundukları ülkeleri fesâda boğup oradaki düzeni altüst ettiler. Zulüm ve haksızlık yaptılar. Bu yüzden ilâhi cezâya çarptırıtlıp azap kamçılarıyla helâk edildiler. (Ö. ÇELİK, 5/452)

(..) Azap kamçısı ile kastedilen onlardan her bir zümrenin başına gelen ve diğer sûrelerde açıklanan azap çeşitleridir. Âd kavmine şiddetli bir rüzgâr, Semûd kavmine korkunç ses, Kıptilere suda boğulma azâbı verilmişti. (İ. H. BURSEVİ 23/351)

(14).‘Çünkü Rabbin elbette gözetlemektedir.’ İbn Kesir; İbn Abbas’tan âyetin anlamının; ‘O işitir ve görür’ demek olduğu görüşünü nakletmiştir. Yâni Allah yaratıklarını yaptıkları işler konusunda gözetler. Onların hepsine dünyâ ve âhirette yaptıklarına göre karşılık verir. Yaratıkların tümü O’na arzedilir de O, onlar hakkında adâletiyle hükmeder ve hepsine hak ettiği karşılığı verir. O zulmetmekten ve adâletsizlik yapmaktan münezzehtir. (S. HAVVÂ, 16/189)

 89/15-20  MALI  AŞIRI  BİÇİMDE  SEVİYORSUNUZ

15, 16. Şu (kâfir ve nankör) insan var ya! Ne zaman Rabbi onu (zenginlikle) imtihan edip de ona iyilik / ikram eder ve ona (bol) nîmet verirse: “Rabbim bana ikram etti.” der. (Sebebini ve şükrünü unutur.) 16. Ama (Rabbi,) ne zaman imtihan edip üzerine rızkını daraltırsa: “Rabbim bana ihânet etti (aşağıladı).” der. [bk. 17/83; 41/51]

17-20. Hayır! (Öyle değil!) Doğrusu (siz, kendinizi düşünüp) yetime ikram etmiyorsunuz. 18. Yoksula yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. 19-20. (Kadın ve yetim çocuklara âit) mîrası (koruyacak yerde) haram helâl demeyip yiyorsunuz, malı da pek çok seviyorsunuz.

 15-20. (15, 16).‘Şu (kâfir ve nankör) insan var ya! Ne zaman Rabbi onu (zenginlikle) imtihan edip de ona iyilik / ikram eder ve ona nîmet verirse: “Rabbim bana ikram etti.” der.’  ‘Ama (Rabbi,) ne zaman imtihan edip üzerine rızkını daraltırsa: “Rabbim beni aşağıladı.” der.’  İbn Kesir der ki: Allah Teâlâ denemek üzere insanın rızkını genişlettiği zaman o, bunun kendisine Allah tarafından bir ikram olduğuna inanır. Hâlbuki durum böyle değildir. Aksine o bir sınavdır. Yine Allah Teâlâ sınamak için insanın rızkını daralttığında da hâl böyledir. O bunun Allah tarafından kendisinin küçümsenmesi olduğuna inanır. (S. HAVVÂ, 16/190)

‘Nîmet’ maddi ve mânevi olabileceği gibi, bir kötülük, bir zarar, bir musibetten koruma veya bunları yok etme şeklinde de olabilir. Gerçekten Allâh’ın insanlara pek çok nîmeti vardır ve sayılamayacak kadar çoktur. Nitekim bir âyette bu husus şöyle açıklanmıştır: ‘Eğer Allâh’ın nîmetlerini saymaya kalkışsanız onu sayamazsınız.’ (14/34; bk. 16/18). Gökler, Yeryüzü, Ay, Güneş, yıldızlar, gece, gündüz, su, yağmur, kar, toprak, dağlar, ovalar, bitkiler, sebzeler, meyveler, hayvanlar ve hayvan ürünleri, göz, kulak ve akıl gibi uzuvlarımız kısaca insanların yararlandığı kâinattaki bütün varlıklar Allâh’ın nîmetleridir. (İ. KARAGÖZ 8/515, 516)

‘Allah insana rızkını daralttı’ Zenginlik ve fakirlik, sağlık ve hastalık ve benzeri iyi – kötü herşey ancak Allâh’ın kaderi, kazâsı ve izni ile olur. (57/22, 23; Teğâbün 11) Mümin buna inanır, nimetle azıp şımarmaz ve nankörlük etmez. Musîbetle yıkılıp feryat etmez, nîmetlere şükreder, musibetlere sabreder. (bk. Müslim Zühd 13; İ. KARAGÖZ 8/516)

(17-20).‘Hayır hayır’ imtihan için olan rızık genişliğini, dünyâ refah ve nîmetini mutlak ikram saymak da doğru değil, rızık darlığını mutlak hor görme ve hakâret saymak da doğru değildir. İkisi de birer sınavdır. Hüküm, sınavdaki başarıya göre sonuçta belli olacaktır. (ELMALILI, 9/198)

‘(Öyle değil!) Doğrusu (siz,) yetime ikram etmiyorsunuz.’  ‘Yoksula yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.’ ‘(Kadın ve yetim çocuklara âit) mîrâsı (koruyacak yerde) haram helâl demeyip yiyorsunuz,’  Nesefi: ‘Yâni siz mîrâsı haram helâl demeden yersiniz. Onlar kadınlara ve çocuklara mîrastan pay ayırmıyorlar ve kendi mîraslarını onlarınkiyle birlikte yiyorlardı’ der. (S. HAVVÂ, 16/191)

Yüce Allah, Kur’an’da yetimlerin korunup kollanmasına çok önem vermiş, mallarının israf edilmemesini ve haksız yere yenilmemesini, bunun büyük günah olduğunu bildirmiş(tir). Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenlerin ateş yemiş olacaklarını bildirerek yetim haklarına gereken özenin ve önemin gösterilmesini emretmiştir. (4/2, 5, 6, 10; İ. KARAGÖZ 8/517)

Toplumda ilgi gösterilmesi, korunup kollanması gereken kesimlerden biri de yoksullardır. Fakirlik, sosyal bir olgudur. İnsanlık târihi boyunca var olagelmiştir. İslâm, zenginlerin fakirlere yardım etmesini, onların ihtiyaçlarını karşılamasını, yedirilip içirilmesini ister. Yüce Allah, birçok âyette imkânı olanların zekât, sadaka, infak ve karşılıksız borç vererek fakirlere yardımı teşvik etmektedir. İnfak edenlere bire yediyüz kat sevap vereceğini bildirmekte (2/215, 216, 261-263, 3/92), cimrilik edip fakirlere yardım etmeyenleri kınamaktadır. (3/180; İ. KARAGÖZ 8/519)

‘Malı da pek çok seviyorsunuz.’ Hak ya da değil helâl ya da haram düşünmüyorsunuz. Yâni câiz olup olmadığına, helâl veya harama aldırmıyorsunuz. Ne pahâsına olursa olsun, malı ele geçirmede tereddüt göstermiyorsunuz. Ne kadar mal sâhibi olsanız da, gözünüz doymuyor. (MEVDÛDİ, 7/115)

‘Malı mülkü çok seviyorsunuz.’ Helâl ve meşru olmak, haram karışmamak, fakirin hakkını vermek, cimrilik ve israf etmemek şartıyla mal mülk sâhibi olmak kötü değildir. Âyette eleştirilen husus; mala aşırı düşkün olmak, cimrilik etmek, infak etmemek, yoksullara ve muhtaçlara yardım etmemektir. Cimrilik ve israf haramdır. Âyette, egoizm, çılgınca mal tutkusu, aşırı servet düşkünlüğü veciz ve etkileyici bir üslûpla yerilmektedir. (İ. KARAGÖZ 8/520)

 89/21-30  KEŞKE  BU  HAYÂTIM  İÇİN  BİR  ŞEYLER  GÖNDERSEYDİM

21-23. Hayır! (Ey kâfirler!) Yer (sarsıntı ile) parçalara bölündüğü, melekler sıra sıra iken Rabbin(in emri) geldiği zaman, 23. O gün cehennem de getiril(ip ortaya konul)ur. O gün (günahkâr) insan, (herşeyi) hatırlar, ama artık hatırlama ona ne (fayda verecek)?

24-26. (Kâfir ve günahkâr insan🙂 “Ah keşke ben, (bu) hayâtım için (dünyâda iken sâlih ameller yapıp) önceden gönderseydim.” diyecek. 25-26. Artık o gün, O’nun azâbı gibi, hiç kimse azap edemez ve hiç kimse, O’nun (âsîlere vurduğu) bağ gibi bağ vuramaz.

27-30. (Ölüm ânında ya da âhirette Allah buyurur:) Ey (Allâh’ın rızâsıyla) huzûra eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. [krş. 98/8] 29-30. Haydi (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.)

21-30. (21).‘Yer (sarsıntı ile) parçalara bölündüğü, melekler sıra sıra iken Rabbin(in emri) geldiği zaman,’ ‘dekk’ duvar ve dağ gibi yüksek olan şeyleri çarpıp darmadağın etmek, parçalayıp toz toprak hâline getirmek veya yükseği dümdüz etmek anlamlarına gelir. Bu, birbiri ardınca gelen iki şiddetli sarsıntı ile dağların yerle bir edilip, yüksekliklerin ve alçaklıkların düzleneceğine işâret eder. (bk. Tâhâ 20/105-107; Hâkka 69/13-15; Nâziât 79/7-7; Ö. ÇELİK 5/455)

(22). 22’nci âyette yer alan ‘Rabbin gelmesi’ tâbiri müteşâbih bir ifâdedir. Bu, ‘Allâh’ın bir yerden bir başka yere gelmesi’ şeklinde anlaşılmaz. Dolayısıyla burada temsîlî bir anlatım vardır. O gün Allah Teâlâ’nın hâkimiyeti, iktidar, saltanat ve kahhâriyet alâmetleri tüm netliği ile ortaya çıkacaktır. (MEVDÛDİ’den, Ö. ÇELİK, 5/455)

(23, 24).‘Ki o gün cehennem de getirilmiştir.’   ‘Azgınlar için cehennem, gözlerinin önüne apaçık getirilmiştir.’ (Şuarâ 26/9) buyrulduğu gibi azgınların gözleri önüne çıkarılmış, artık inkârlarına, kaçınmalarına imkân kalmayacak şekilde meydana çıkarılmıştır. ‘O gün (…) o insan anlar,’ o gâfil insan daha önce dünyâda anlamadığı hakikati o gün anlar, tutmak istemediği öğüdü tutmak ister. ‘Ama ona o anlamadan ne fayda?’ Çünkü iş işten geçmiş, geri dönüp de bir iş yapmak ihtimâli kalmamış. Bu anlamanın hükmü, azap ve zararın şiddetini duymak; hasret ve pişmanlıkla şöyle inlemekten ibâret olur: ‘Keşke hayâtım için takdim etseydim, der.’ Takdimden maksat, ilerisi için önceden hayırlı işler yapmaktır. (ELMALILI, 9/200)

‘o gün insan (yaptıklarını) hatırlar’ İnsanın yaptıkları iyi veya kötü olabilir. Kıyâme sûresinde bu konuda şu bilgi verilmektedir: ‘Hayır, o gün insan, mâzeretlerini ortaya koysa da kendi aleyhine şâhittir, (dünyâda iken ne yapıp yapmadığını kendisi çok iyi bilir.) (75/14-15). (..) Âhirette insan, mümin veya kâfir, müttaki veya zâlim, itaatkâr veya isyankâr olduğunu bilir, organları şâhitlik eder, yaptıklarını amel defterinde hazır bulur. (İ. KARAGÖZ 8/522)

Hadis: ‘Eğer bir kul doğduğu günden ölene kadar Allâh’a ibâdet uğrunda yüz üstü kapansa Kıyâmet günü onları küçümser ve sevaplarının artması için dünyâya döndürülmek ister.’ (Ahmed b. Hanbel’den S. HAVVÂ, 16/194)

(25, 26).‘Artık o gün, O’nun azâbı gibi, hiç kimse azap edemez’ İbn Kesir der ki: ‘Kendisine isyan edenlere Allâh’ın azâbından daha şiddetli azap edecek hiçbir kimse yoktur. (S. HAVVÂ, 16/194)

‘ve hiç kimse, O’nun (âsîlere vurduğu) bağ gibi bağ vuramaz.’ O gün öyle diyecek olan insanın kendine ettiği azâbı başka birisi etmez ve kendine vurduğu bağı kimse öyle sıkı vuramaz. Çünkü bugün bu azap ve bağ ona sırf kendi inkârının ve kötü amellerinin cezâsı olduğundan kendi kendine etmiş demektir ki ‘Sana gelen her fenâlık da kendindendir.’ (Nisâ 4/79) âyetinin mânâsıdır. (ELMALILI, 9/200)

(27, 28).‘Ey huzura eren nefis!’ Nesefi’den: ‘nefs-i mutmainne’, hiçbir korku ve üzüntünün rahatsız etmediği, emniyet içindeki can, demektir. Bu can inanmış yâhut hakta karar kılmış, yakin serinliğinin yatıştırmış olduğu candır. Artık ona hiçbir şüphe bulaşamaz. Bu söz ona ölüm esnâsında veya öldükten sonra yeniden dirilirken yâhut cennete girdiği sırada söylenir. (S. HAVVÂ, 16/194, 195)

Nefs-i Mutmeinne’: Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine lâyıkıyla uyup yasaklarından titizlikle sakınmak sûretiyle mânevi hastalıklardan kurtulmuş, hakiki ve kuvvetli bir îman ile de huzur, sükûn ve itminâna kavuşmuş nefistir. Kalp, zikrullah bereketiyle şüphe ve tereddütlerden arınmış, her an şükür ve senâ hâlindedir. Bu mertebede kötü ve çirkin vasıflar, yerini güzel ahlâka terk etmiştir. Davranış olgunluğunda zirveyi teşkil eden ve bütün insanlığa örnek şahsiyet olan Rasûlullah (sav)’ın yüksek ahlâkı, tarifsiz bir zevk ile güzelce yaşanmaktadır. Kulun kalbi, sabır, tevekkül, teslîmiyet ve rızâ ile taçlanmıştır. Mutmainne, Allah Teâlâ’yı tanıyan, takvâ ve yakîn ehlinin nefsidir. Böyle kimselerin gönülleri dâimâ Hakkın zikriyle meşguldür. (Osman Nuri TOPBAŞ’dan Ö. ÇELİK, 5/457)

Bu duruma erişmek için çalışmak, insanın en büyük gâyesi olmalıdır. Bu aşamaya gelmesi için insanın, nefsiyle mücâdelesinde nefsinin hayvanî yönüyle, Emmâre olan kötülüğe, günaha teşvik eden yönü ve Levvâme yâni günahlarından pişmanlık duyup kendini kınayan fakat tam vazgeçemeyen yönleriyle mücâdele edip onlardan kurtulması lâzımdır. (H. T. FEYİZLİ 1/593)

‘Dön Rabbine’ ‘Rabbine komşuluğa, O’nun sevâbına ve cennetinde kulları için hazırladığı nîmetlere dön.’ (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ 16/195) ‘Sen O’ndan, O senden hoşnut olarak’ Can kendisinden hoşnut olarak yâhut verilen nîmetlerden dolayı Allah’tan hoşnut olarak, Allah da o candan hoşnut olmuş ve onu hoşnut etmiş olarak. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ 16/195)

(29, 30).‘Haydi gir kullarımın arasına’ Sâlih kullarımın arasına gir, onlar arasına katıl. Sâlih kullarımla birlikte ‘Gir cennetime.’ ‘Bu ona hem ölmek üzere iken hem de Kıyâmet gününde söylenir. Nitekim melekler de rûhunu teslim edeceği zaman ve kabrinden kalkacağı zaman müminlere müjde verirler. Burada da durum aynen öyledir.’ (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ 16/195) (Bu âyetin yazımı bittikten sora G. köyünden haber geldi: Hâlil K. amcamız vefat etti. Yaşı tam yüz (1918-2018). Allah rahmet eylesin.)