Felâk Sûresi

113 / Felâk Sûresi

Bu ve sonraki sûre Mekke’de nâzil olmuştur. Beş âyettir. Adını içerisinde geçen “felâk” kelimesinden almıştır. Bu ve bundan sonraki sûreye, birlikte “el-Muavvizeteyn” denilir. Allâh’a sığınmayı ifâde eder.

Hadis: Buhâri – kendi senediyle – Hz. Âişe’den Hz. Peygamberin şöyle bir hâlini rivâyet etmektedir: ‘Hz. Peygamber her gece yatağına girdiğinde avuçlarını birleştirir, içlerine üfler ve İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini avucunun içine okur, sonra ellerini vücûdunun ulaşabildiği her tarafına sürerdi. Önce başından ve yüzünden başlar, vücûdunun ön tarafını sıvazlardı ve bunu üç kere tekrarlardı.’ Bu hadîsi sünen yazarları (Ebû Dâvud Edeb 107) de bu şekilde rivâyet etmişlerdir. (S. KUTUB, 10/611)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 113/1-5  SABAHIN  RABBİNE  SIĞINIRIM

1-5. (Rasûlüm!) De ki: “Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlık çöktüğü zaman gecenin (içinde işlenenlerin) şerrinden, düğümlere üfleyen (büyücü)lerin şerrinden ve hased et(meye başla)dığı zaman hasetçinin şerrinden, tanyerini ağartan Rabbe sığınırım.”

1-5. (1).‘De ki: Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe sığınırım.’ ‘Felâk’ sözlükte ‘yarıp çıkarmak’ demektir. Burada çoğunluğun görüşüne göre ‘gecenin karanlığının yarılmasıyla ortaya çıkan sabah vakti’ anlamına gelir. Nitekim Cenâb-ı Hak kendisi için ‘fâliku’l isbah: Gecenin karanlığını yarıp sabahı çıkaran’ sıfatını kullanır. (En’âm 6/96) Buna göre ‘Rabbü’l felâk: Sabahın Rabbi’ demek olup, karanlıklardan aydınlığa çıkmak, zor durumlardan rahata erişmek için aydınlığın yaratıcısı Allah Teâlâ’ya sığınmayı emretmektedir. (Ö. ÇELİK, 5/664)

Ancak, bir sonraki âyetle bağlantısı dikkate alındığında (felâk) kelime(si)nin ‘yokluktan yarılıp çıkan mahlûkat’ şeklinde özetleyebileceğimiz daha genel bir anlam içerdiğini kabul etmek gerekir.  Buna göre ‘felâk’ kelimesi, kâinâtın yokluk alanından belki bir patlama ile ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifâde eder. Bu cümleden olmak üzere arzdan kaynayan pınarlar, bulutlardan boşalan yağmurlar, tohumlardan filiz veren bitkiler, rahimlerden çıkan yavrular gibi Allâh’ın kudretiyle bir asıldan, bir kaynaktan ayrılıp çıkan bütün mahlûkat felâk kelimesinin kapsamına girer. (KUR’AN YOLU 5/719)

İnsana düşman olan şeytan, zarar verir. Nefsâni arzuları zarar verir, kötü insanlar zarar verir, hastalıklar, musibetler ve belâlar zarar verir. İnsan, bunlardan her zaman kendi imkânları ile kurtulamaz, bu nedenle Allâh’ın yardımına ihtiyaç duyar. Hasta olmamak için tedbirli olmak, hastalanınca tedâvi olmak, zarar ve kötülüklere karşı her türlü tedbiri almak gerektiği gibi; gelebilecek her türlü zarar ve tehlikelere karşı görünür görünmez kazâlardan, belâlardan, âfetlerden, musibetlerden ve insanların şerrinden Allâh’a sığınmak gerekir. Birinci âyetteki ‘Sabahın Rabbine sığınırım’ emri, Peygamberimizin şahsında bütün müminlere yöneliktir. ‘Sen hemen Allâh’a sığın.’ (40/56). Bu âyet ile kendisine sığınılması emredilmektedir. (İ. KARAGÖZ 8/677)

(2).‘Bütün yarattıklarının şerrinden,’ Öncelikle çok genel bir ifâde kullanılmıştır. (..) Fakat zararlarının büyüklüğüne dikkat çekmek üzere, bu genel ifâdeden sonra özel olarak üç şeyden söz edilir ve özellikle bunların şerrinden de Allâh’a sığınmanın önemi vurgulanır. Sözü geçen üç şeyden birincisi şudur: (Ö. ÇELİK, 5/665)

(3).(a).’karanlığı bastığı zaman gecenin şerrinden,’ (Buna göre) bastırdığında soğuğun, battıklarında Süreyya yıldızı veya güneşin, tutulduğunda ayın, soktuğunda yılanın ve zarar veren herşeyin şerrinden Allâh’a sığınmak gerekir. Ancak burada da müfessirlerin çoğunluğu (..) ‘gece’ mânâsını tercih etmişlerdir. Çoğu zaman ve özellikle bu âyetlerin indiği devirlerin şartlarındaki insanlar için gece karanlığı korkutucu ve ürperticidir; faydaları yanında bâzı sıkıntıları da vardır. Çünkü gece karanlığında insanın faaliyetleri zorlaşır, gündüzün yapılan işlerin bir kısmı gece yapılamaz, hatta bâzan imkânsız hâle gelir; yolcu yolunu şaşırır, düşmana karşı korunmak güçleşir. Râzi şöyle der: ‘Geceleyin yırtıcı hayvanlar inlerinden, haşereler yerlerinden çıktığı; hırsızlar ve soyguncular hücuma geçtiği, yangınlar olduğu ve yardım imkânı azaldığı için gecenin şerrinden Allâh’a sığınılması emredilmiştir. (KUR’AN YOLU 5/720, 721)

(4).(b).’düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden,’ Bunlar sihir ve büyü yapan kimselerdir. Erkek veya kadın olabilir. Fakat bu işleri daha çok kadınlar yaptığı için ‘üfleyen kadınlar’ mânâsında ‘neffâsât’ kelimesi kullanılmıştır. Mâmâfih bundan ‘üfleyen nefisler, şahıslar, gruplar’ mânâsını anlamak da mümkündür. Büyüler, ipler düğümlenerek ve bu düğümlere üflenerek yapılır. Yapılan büyüler insanı etkilemekte, psikolojisini bozmakta, eşler arası münâsebetleri aksatacak bir etki icra etmekte, hatta eşlerin birbirinden ayrılmalarına yol açabilmektedir. (bk. Bakara 2/102) Bu sebeple İslâm dîni büyü yapmayı haram kılmış ve bu zararlı kişilerin ve yaptıklarının şerrinden Allâh’a sığınmayı emretmiştir. (Ö. ÇELİK, 5/665, 666)

Büyü yapmak büyük günahtır. Peygamberimiz (s) büyü yapmanın insanı helâk eden büyük günahlardan biri olduğunu bildirmiştir. (Müslim Îman 145) Büyü yapmak veya gizliyi ve geleceği bilebileceğine ve etkisine inanmak inkâr, böyle bir inanç olmadan büyü yapmak ve yaptırmak büyük günahtır. (Buhâri Vesâyâ 23, Müslim Îman 144, Ebû Dâvud Vesâyâ 10; İ. KARAGÖZ 8/678, 679)

(5).(c).’ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden’ Hased, nîmeti hak eden kimseden o nîmetin zâil olmasını temenni etmektir. Nîmetin dînî veya dünyevi olması bir şeyi değiştirmez. Nitekim şöyle denmiştir: ‘Mümin gıpta eder, kâfir ise hased. (Fudayl b. İyaz’dan) Efendimiz (s) şöyle buyurmuştur: ‘Ateşin odunu yeyip tükettiği gibi hased de hasenâtı yeyip tüketir.’ (İbn Mâce Zühd 22, Ebû Dâvud Edeb 52) Semâdaki ilk günah İblis’in Âdem (as)’a haset etmesidir. Bunun üzerine Allah Teâlâ onu cennetten çıkarmış ve kovmuştur. Böylelikle o şeytân-ı racîm kovulmuş, şeytan olmuştur. Yeryüzündeki ilk günah ise Kâbil’in Hâbil’e hased edip onu öldürmesidir. (İ. H. BURSEVİ 23/700)