88 / Ğâşiye Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. Ğâşiye “kaplayıp örten” demektir. 26 âyettir. Adını ilk âyetindeki aynı ifâdeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/591)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
88/1-7 KIYÂMETİN HABERİ SANA GELDİ Mİ?
- (Ey Peygamberim! Dehşetiyle herşeyi) sarıp kaplayan (o kıyâmet)in haberi artık sana geldi. [bk. 20/9]
2-5. Birtakım yüzler o gün öne eğiktir. 3. (Kâfirler dünyâda boşuna) çalışmış, yorulmuştur. (bk. 18/103-104; 24/39) 4-5. Kızgın bir ateşe girerler, kaynar bir kaynaktan (su) içirilirler.
6-7. Onlar için kuru, acı bir dikenli bitkiden yiyecek vardır. Bu bitki ne besler ne de açlığı giderir.
1-7. (1).‘(Rasûlüm, dehşetiyle herşeyi) sarıp kaplayan (o kıyâmet)in haberi sana geldi.’ Bu ifâde ile kıyâmet kastedilmektedir. Yâni o âfetler kâinâtı tamâmen kaplayacaklardır. Burada âhiret toplu bir şekilde ifâde edilmiştir. Bu safha, dünyânın altüst olarak ortadan kalkmasından sonra başlayacağı ve insanlar diriltildikten sonra, Allâh’ın huzûrunda bulunacakları, cezâ ve mükâfâtın verileceği şeklinde tüm aşamaları ile açıklanmıştır. (MEVDÛDİ, 7/103)
(2).‘Birtakım yüzler o gün öne eğiktir.’ Daha önce Hakkı saymazken, o gün korku ve saygıyla boynunu bükmüş, zillete düşmüştür. (ELMALILI, 9/167)
(3-5).‘(Kâfirler dünyâda boşuna) çalışmış, yorulmuştur.’ (…) Bugün işe yarayacak şekilde Allah için hak, doğru yolda iyi amellere çalışmamışlar; bâtıl din, bozuk fikir ve inanç ile küfre saparak çalışmışlar, boşuna zahmet ve sıkıntı çekmişler, şimdi de onun cezâsını çekiyorlar. (ELMALILI, 9/167)
‘Kızgın bir ateşe girerler,’ Hâmiye’ye yâni ısı derecesi yüksek, şiddetli kızgın bir ateşe gerilip yaslanırlar. ‘Kaynar bir pınardan su içirilirler.’ ‘Ayn’ burada da ‘içirmek’ karînesiyle çeşme, pınar, menba, kaynak gibi su gözü mânâsına olduğu açıktır. Fakat bu göz, bir soğuk su gözü değil, Âniye ‘kızgın su’ (Rahmân 55/44) denilen son derece sıcak, kaynar, gâyet kızgın ateş gibi bir pınardır. (ELMALILI, 9/168, 169)
(6, 7).‘Kâfirler için kuru, acı bir dikenden başka yiyecek yoktur. O ne besler ne de açlığı giderir.’ 6-7’nci âyetlerde inkârcılara verilecek yiyeceğin kuru dikenden ibâret olduğu, ihtiyâcı karşılamadığı gibi, çektikleri elem ve ızdırâbın artmasından başka bir şeye yaramayacağı haber verilmektedir. Cehennemliklerin yiyecek ve içecekleri burada anlatılanlardan ibâret değildir. Meselâ Sâffât sûresinin 62, 67’nci âyetlerinde yiyecek olarak ‘zakkum ağacı’ndan, içecek olarak kaynar su karışımı bir sıvıdan; Muhammed sûresinin 15’inci âyetinde bağırsakları parçalayıcı bir içecekten, Hâkka sûresinin 36’ncı âyetinde cehennemde yananların bedenlerinden akan sıvıdan söz edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 5/609)
6’ncı âyette geçen dari’, dikenli bir ağaçtır. (Bu ağaç) hem dikenli hem de zehir gibi acıdır. (Ö. ÇELİK 5/441)
Nesefi’den: ‘Azap çok çeşitlidir. Azap edilenler de kısım kısımdır. Bâzıları zakkum, bâzıları gıslîn, bâzıları da dari’ yerler. Dolayısıyle bu âyetlerle Allah Teâlâ’nın ‘Gıslin’den başka yiyecek de yoktur.’ (el Hâkka 69/36) âyeti arasında herhangi bir çelişki yoktur. (S. HAVVÂ, 16/169)
88/8-16 ORADA BOŞ BİR SÖZ İŞİTMEZLER
8-11. Birtakım yüzler de o gün sevinçli (ve mutlu)dur. (Dünyâda Allâh’ın rızâsına uygun) çalışmış olmasından dolayı hoşnuttur. (Derecesi) yüksek bir cennettedir; orada boş söz işitmezler. [krş. 19/62; 56/25-26]
12-16. Cennette (sürekli) akan nice kaynak(lar), orada yüksek tahtlar, hem de (önlerine) konmuş kadehler, (sıra ile) dizilmiş yastıklar, serilmiş nefis halılar vardır.
8-16. (8).‘Birtakım yüzler de o gün sevinçli (ve mutlu)dur.’ 8’inci âyette mutluluktan parıldadığı bildirilen ‘yüzler’den maksat müminlerdir. Müminler dünyâda yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak Allâh’ın kendileri için hazırlamış olduğu cennet nîmetlerine ermeleri sebebiyle sevinçli ve mutlu olurlar. Bu sebeple yüzleri güleç, parlak ve güzeldir. Nitekim başka bir âyette ‘ilâhi lütufların sevincini yüzlerinden okursun.’ (Mutaffifîn 83/24) buyurulmuştur. (KUR’AN YOLU, 5/609)
(9).‘(Dünyâda Allâh’ın rızâsına uygun) çalışmış olmasından dolayı hoşnuttur.’ Çalıştıklarından dolayı hoşnutturlar. Zîrâ boşuna çalışmamuşlar, amelleri Allâh’ın emir ve rızâsına uygun yolda yapılmış, kabul görmüş, gayret ve çabaları o dehşetli günde meyvesini vermiş, nîmet ve mutluluğa ermişler ve bu başarı onlarda tembellik duygusu değil, daha çok çalışma neşesi uyandırmıştır. (ELMALILI, 9/171)
(10).‘Derecesi yüksek bir cennettedir.’ Cennet olarak yüksek, yüce ve şerefli cennettedirler onlar. Sonra bu cennetin dereceleri ve makamları da yüksektir. ‘Yükseklik’ sözcüğü insanın duyusuna özel bir etki bırakmaktadır. (S. KUTUB, 10/461)
Hadis: ‘Allah için birbirlerini sevenler Cennette öylesine yüksek odalara konulacaklardır ki, diğer cennetlikler onlara yeryüzündeki insanların aşağıdan yukarıya doğru gökteki yıldızlara baktıkları gibi bakacaklardır.’ (Müsned-i Ahmed 5/239; Deylemi H. No 6624’den; İ. H. BURSEVİ, 23/319, 320)
(11).‘orada boş söz işitmezler.’ Müminlerin cennette duymayacakları belirtilen ‘boş söz’ü müfessirler ‘yalan, iftira, inkâr, küfür, yalan yere yapılan yemin, çirkin söz vb’ anlamlarda yorumlamışlardır. (KUR’AN YOLU, 5/610)
(12-16).‘Cennette sürekli akan nice kaynak(lar), orada yüksek tahtlar, hem de konmuş kadehler, (sıra ile) dizilmiş yastıklar, serilmiş nefis hâlılar vardır.’ (…) Burada insanın dünyâda tanıdığı maddi zevkler ve nîmetler için kullanılan kelimelerle bâzı cennet nîmetleri sıralanmıştır. Kuşkusuz bunlar birer örnek olup Kur’ân’da yeri geldikçe bağlama göre daha birçok cennet nîmetinden söz edilmiştir. Ku’ân’a göre cennet göklerle yer kadar geniş (Âl-i İmran 3/133), yakıcı sıcağın veya dondurucu soğuğun söz konusu olmadığı bir mekân (İnsan 76/13); içinde su, süt, şarap ve bal ırmaklarının aktığı bir yurt (Muhammed 47/15) ve nitelendirilemeyecek kadar güzellikleri bulunan nîmetler ortamıdır. (KUR’AN YOLU, 5/610)
Hadis: Rasûlullah (s) buyurdu ki: ‘Cennet için samîmiyetle çalışan yok mu? Çünkü cennetin eşi benzeri yoktur. Kâbe’nin Rabbine andolsun ki, o parlayan bir nur (esen rüzgâra göre) sallanan hoş kokulu bir bitki, yüksek bir köşk, akan bir nehir, olgun bir meyve, güzel bir eş, pekçok yeni giysiler, kurtuluş yurdunda ebediyen kalış, yüksek ve şâhâne bir yerde meyva, yeşillik, bolluk ve nîmet… ‘ Onlar: Ey Allâh’ın Rasûlü! Evet biz cennet için samîmiyetle çalışanlarız’ dediler. Rasûlullah: ‘İnşaallah deyiniz’ buyurdu. Oradaki topluluk ta ‘inşaallah’ dediler. (İbn Mâce’den, S. HAVVÂ, 16/174)
88/17-26 ONLARIN DÖNÜŞÜ SÂDECE BİZEDİR
17-20. (İnsanlar) o devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayılıp döşendiğine (ibretle) bakmazlar mı?
- (Rasûlüm! Onlara) öğüt ver (ve uyar). Sen ancak bir öğüt verici (ve uyarıcı)sın.
22-24. Sen, o (inanmaya)nların üzerinde zorlayıcı/baskıcı değilsin. 23-24. Ancak, kim (îmandan) yüz çevirir ve küfre saparsa, Allah da onu en büyük azap ile azaplandırır.
25-26. Şüphesiz onların dönüşleri ancak bizedir. 26. Sonra, onların hesâbı(nı görmek) de yalnız bize âittir.
17-26. (17).Kur’ân’ın verdiği bu haberlerin doğruluğunda şüphesi olanlar Allâh’ın yüce kudretini gösteren şu açık deliller üzerinde ibretle tefekküre dâvet edilir. Burada dört önemli delilden söz edilir. (1) Birinci dikkat çekilen delil devenin yaratılışıdır: (Ö. ÇELİK, 5/442)
(1).Birinci delil: ‘(İnsanlar) o devenin nasıl yaratıldığına,’ İbn Kesir der ki: ‘O ilginç bir yaratıktır. Bünyesi gariptir. Çünkü o, son derece güçlü ve kuvvetlidir. Buna rağmen, o çok ağır yüklerin yüklenmesine karşı uysaldır. Zayıf bir kılavuza boyun eğer, eti yenir, tüyünden yararlanılır, sütü içilir.’ (S. HAVVÂ, 16/171, 172)
(18).(2).İkinci delil gökyüzüdür: ‘göğün nasıl yükseltildiğine,’ Allah Teâlâ onu görebildiğimiz bir direk olmaksızın yükseltmiştir. (bk. Lokman 31/10) Yüksekliğinin sınırını bilmek mümkün değildir. Birbiriyle ahenkli, tabaka tabaka yedi kat semânın nerelere kadar uzandığını, buutlarının, eninin, çapının ne olduğunu idrak etmek aklın imkân ve ihtimal dâiresinde değildir. Ona derin bir nazarla bakan ve ibretle tefekkür eden elbette yüce kudreti tanır, küfründen vaz geçer. O’nun huzûrunda boyun büker, eğilir. (bk. Âl-i İmran 3/191, Ö. ÇELİK, 5/442, 443)
(19).(3).Üçüncü delil dağların yeryüzünde sağlam kazıklar hâlinde çakılıp dikilmesidir: ‘dağların nasıl dikildiğine’ Yerküre üzerinde sâbit dağların dikilmesi yerin dengesini sağlamaktadır. Nitekim muhtelif âyetlerde yerkürede sarsıntı olmaması için orada sâbit dağların yerleştirildiği ifâde edilmiştir. (meselâ bk. Nahl 16/15; Lokman 31/10; Nebe’ 78/7). Ayrıca dağların yeryüzünde daha rahat korunma ve barınmaya elverişli ortamlar oluşturması, su kaynakları ve akarsu imkânları sağlaması, özel bitki örtüsü, mâden ocakları gibi başka imkânlarıyla insanlar ve diğer canlılar için hayâtı kolaylaştırdığı, birçok yarar taşıdığı bilinmekte; bu gibi sebeplerden dolayı Kur’an’da dağların yaratılışı sık sık hatırlatılmaktadır. (KUR’AN YOLU, 5/612)
(20).(4).Dördüncü delil yeryüzünün yayılıp döşenmesidir:‘yerin nasıl yayılıp döşendiğine bakmazlar mı?’ Cenâb-ı Hak bu şekilde yayıp döşemiş, içine hayâtın tüm ihtiyaçlarını yerleştirmiş, insanın kolaylıkla yaşayıp Rabbine kulluk edebilmesi için tüm imkânlar hazırlanmıştır. Bunun üzerinde de ibretle tefekkür eden insan, Allâh’ın kudretini anlar ve onun ölüleri diriltecek güç ve kuvvet sâhibi olduğuna inanır. Küfür ve nankörlükten vazgeçip, Peygamber’in ve Kur’ân’ın dâvetine koşar, güzel bir kul olur. (Ö. ÇELİK, 5/443)
Âyetten ayrıca müslümanların dolaylı olarak zooloji, astronomi, jeoloji, târih ve coğrafya gibi deneysel ve sosyal bilimlerle meşgûl olmaya teşvik edildiği anlamı da çıkarılabilir. (ELMALILI 9/178’den KUR’AN YOLU, 5/612)
(21).‘(Rasûlüm!) öğüt ver. Sen ancak bir uyarıcısın.‘ Allah Teâlâ Rasûlüne, hiçbir baskı ve zorlamaya meydan vermeden insanları uyarmasını ve gerçekleri onlara tebliğ etmesini emretmektedir. Çünkü îman ve ibâdet ancak kişinin iknâ olmasına, gönülden isteyip benimsemesine bağlıdır. Zor karşısında kalan kimsenin ‘inandım’ demesi ve ibâdet etmesi sâdece bir aldatma ve durumu kurtarmadır. Bu yüzdendir ki, muhtelif âyetlerde peygamberin görevinin insanları mutlaka hidâyete erdirmek değil, sâdece Allâh’ın gönderdiği vahyi tebliğ etmek olduğu bildirilmiştir. (meselâ bk. Âl-i İmran 3/20; Nahl 16/82; Kasas 28/56; Şûrâ 42/48; KUR’AN YOLU, 5/612, 613)
‘öğüt ver’ Öğüt, insanın kalbini yumuşatacak, tatlı ve etkili söz söylemektir. Âyetteki emir, Hz. Peygamberin şahsında bütün müminlere yöneliktir. Dolayısıyla müminler, İslâmı bütün insanlara anlatmak ve öğretmekle yükümlüdürler. (..) ‘Sen ancak öğüt vericisin’ (..) ‘innemâ / ancak’ ‘Ancak’ diye tahsis yapılması, Peygamberin görevinin sâdece öğüt vermek ve Kur’an hükümlerini anlatmaktan ibâret olduğunu ifâde eder. Sonuç, yüce Allâh’a âittir. A’lâ sûresinin 9’uncu âyetine göre öğüt fayda versin – vermesin öğüt verilmesi gerekir. Öğüt müminlere fayda verir. (87/10; İ. KARAGÖZ 8/506, 507)
(22-24).‘Sen, o (inanmaya)nların üzerinde zorlayıcı / baskıcı değilsin.’ Zorla baktırıp düşündürecek, her istediğin şeyi yaptıracak, kalplerine hükmedip dilediğin gibi îman etmelerini sağlayacak değilsin. ‘Doğrusu sen seçtiğine hidâyet veremezsin.’ (Kasas 28/56, ELMALILI, 9/178)
Meşru savunma ve hakların korunması için savaş emri geldikten sonra da Hz. Peygamber inanmayanları îmâna zorlamamış, yalnızca topluma zarar verenleri sürgüne göndermiş, diğer gayrimüslümlerle hukuk çerçevesinde aynı ülkede yaşamış ve yaşanmasını istemiştir. (KUR’AN YOLU, 5/613)
‘Ancak, kim yüz çevirir ve küfre saparsa, Allah da onu en büyük azap ile azaplandırır.’ En büyük azap âhiret azâbıdır. ‘Âhiret azâbı elbette daha büyüktür.’ (Zümer 39/26) Ona bâzan dünyâ azâbı dahi katılırsa da o, âhiret azâbına oranla küçük kalır. (ELMALILI, 9/179)
(26).‘Sonra, onların hesâbı(nı görmek) de yalnız bize âittir.’ İbn Kesir şöyle der:’Biz amellerinden dolayı onları hesâba çeker ve buna göre karşılığını veririz. Amelleri iyiyse iyilikle, kötü ise kötülükle cezâlandırırız.’ (S. HAVVÂ 16/173)