69 / Hâkka Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir. Adını, “vukûu kesin olan kıyâmet” anlamındaki ilk âyetinden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/565)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
69/1-8 NEDİR O HÂKKA? NEDİR O GERÇEKLEŞECEK OLAN?
1, 2, 3. Gerçekleşecek olan. 2. (Evet,) nedir o kesinlikle gerçekleşecek olan? 3. (Ey Peygamberim!) Elbette o gerçekleşecek olan (kıyâmettir ki on)un ne olduğunu sen nereden bileceksin?
- Semûd ve Âd (kavimleri) o dehşetle başa gelecek olan (kıyâmet)i yalanladılar.
- Semûd’a gelince, onlar, korkunç bir ses (ve sarsıntı) ile helâk edildiler.
6, 7. Âd (kavmin)e gelince, onlar da azgın bir fırtına ile helâk edildiler. 7. (Allah) onu, yedi gece ve sekiz gündüz, (köklerini kesmek için) ardı ardına onların üzerine musallat etti. (O zaman orada olsaydın) o kavmin, içi boş hurma kütükleri gibi ölüp yıkılmış olduğunu görürdün. [krş. 11/50-60; 41/15-16; 46/25]
- Şimdi, onlardan geride kalan bir şey görüyor musun?
1-8. (1, 2).‘Gerçekleşecek olan.’ El Hâkka, kıyâmet gününün isimlerinden biridir. Çünkü vadedilen mükâfat ve cezâ o gün gerçekleşecektir. ‘(Evet,) nedir o kesinlikle gerçekleşecek olan?’ Bu soru, Kıyâmetin durumunu yüceltmek ve dehşetini büyüklüğünü vurgulamak içindir. (S. HAVVÂ, 15/301)
(3).‘Elbette o gerçekleşecek olan (kıyâmettir ki on)un ne olduğunu sen nereden bileceksin?’ Nesefi şöyle der: Sen onun mâhiyetini ve büyüklüğünün sınırını kavrayamazsın. Çünkü o yaratıkların bilgisi kendisini kavramaya yetmeyecek şekilde büyük ve şiddetlidir.’ (S. HAVVÂ, 15/302)
(4).‘Semûd ve Âd o dehşetle başa gelecek olan (kıyâmet)i yalanladılar.’ Dördüncü âyette kıyâmet için ‘kâria’ ismi kullanılmıştır. Kâria, insanların başlarına çarpan, beyinlerinde patlayan, dehşetli hâlleriyle insanları ürperten hâdise, demektir. Bu yalanlamaları, onların helâkine sebep oldu. (Ö. ÇELİK, 5/221)
(5).‘Semûd’a gelince, onlar, korkunç bir ses (ve sarsıntı) ile helâk edildiler.’ Semûd kavmi, ‘tâğiye’ yâni haddini aşan dehşetli bir felâketle helâk edildiler. Bu felâket ‘korkunç çığlık’ (bk. Hûd 11/94) ve bunun peşinden gelen ‘dehşetli sarsıntı’ (bk. A’raf 7/78) idi. (Ö. ÇELİK, 5/221)
(6, 7).‘Âd’a gelince, onlar da azgın bir fırtına ile helâk edildiler.’ ‘(Allah) onu, yedi gece ve sekiz gündüz, ardı ardına onların üzerine musallat etti. (O zaman orada olsaydın) o kavmin, içi boş hurma kütükleri gibi ölüp yıkılmış olduğunu görürdün.’ Âd kavmi ise, yedi gece sekiz gün aralıksız esen uğursuz, azgın, şiddetli, uğultulu, uğradığını büküp atan, parçalayıp kül hâline çeviren dondurucu bir kasırga ile mahvedildiler. Kökünden kopup devrilmiş, içleri boşalmış hurma kütükleri gibi yerlere serildiler. (Ö. ÇELİK, 5/221)
Hadis: ‘Bana sabâ rüzgârıyla yardım edildi, Âd kavmi de debur rüzgârıyla helâk edildi.’ (Buhâri’den, S. HAVVÂ 15/312)
(8).‘Şimdi, onlardan geride kalan bir şey görüyor musun?’ Bâki kalan bir can veya bâki kalma görüyor musun? İbn Kesir şöyle der: ‘Onlar yâhut onlara mensup olanlardan birini biliyor musun? Aksine onların son ferdine kadar hepsi helâk oldular, Allah onlardan geriye hiçbir kimse bırakmadı.’ (S. HAVVÂ, 15/303)
69/9-18 O GÜN HESAP İÇİN HUZÛRA ALINIRSINIZ
- Firavun da, ondan öncekiler de ve alt üst olan yerler(in hâlkı) da (Lût kavmi de, hep) o günahı işleyegeldiler.
- Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler (ve onların getirdiklerini kabul etmediler). O da onları, şiddeti (gittikçe) artan bir yakalayışla yakalayıverdi.
11, 12. (Bilesiniz ki) sular (tûfanla yükselip) taştığı zaman, (onların nesilleri olan) sizi akıp giden (gemi)de biz taşıdık. 12. Onu size bir öğüt (ve ibret) yapalım, işitip belleyen kulak(lar) da onu bellesin diye. [krş. 29/15; 36/41; 43/13-14; 54/15]
13, 14, 15. Artık Sûr’a bir tek üfürüşle üfürüldüğü zaman, 14. Yer ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılıp ufalandığı (zaman), 15. İşte o gün, o (en büyük) hâdise olmuş (kıyâmet kopmuş)tur. [bk. 56/ 4-5; 99/1-2]
16, 17. Gök yarılmış, o gün, artık (herşey) yıkılıp yok olmaya yüz tutmuştur. 17. Melek(ler) onun kenarlarında (başka göreve çekilmiş durumda)dır. O gün Rabbinin arşını, bunların üst (kısm)ında bulunan sekiz (melek) taşır. [krş. 11/17]
- (Ey insanlar!) O gün, (Allâh’ın huzûruna,) size âit hiçbir sır gizli kalmaksızın, arz olunursunuz.
9-18. (9, 10).‘Firavun da, ondan öncekiler de ve alt üst olan yerler(in hâlkı) da (Lût kavmi de, hep) o günahı işleyegeldiler.’ Bundan Lût kavminin yerleşim merkezleri (Sodom ve Gomore) kastolunmaktadır. Ayrıca bu konuda Hûd sûresi 2’nci âyette ve Hicr sûresi 74’üncü âyette ‘Biz onların altını üstüne getirdik’ buyurulmaktadır. (MEVDÛDİ, 6/407)
(11,12)‘(Bilesiniz ki) sular (tûfanla yükselip) taştığı zaman, (onların nesilleri olan) sizi akıp giden (gemi)de biz taşıdık.’ Hz. Nûh’un gemisine binenler her ne kadar binlerce yıl önce yaşamış iseler de, ondan sonra gelen bütün insan nesli, o tûfandan kurtulanların zürriyetidir. Bu sebeple ‘Biz sizi gemiye bindirdik’ denilmektedir. (Ö. ÇELİK, 5/222)
‘Onu size bir öğüt yapalım, işitip belleyen kulak(lar) da onu bellesin diye.’ Bu işi yâni müminleri kurtarma ve kâfirleri batırma işini bir ibret ve öğüt yapalım ve bu nîmeti anlayan kulaklar anlasın ve hatırlasın diye yaptık. Yâni sağlam bir kulağa, üstün bir akla sâhip olan herkes bu nîmeti anlasın ve unutmasın diye yaptık. (S. HAVVÂ, 15/303, 304)
(13, 14).‘Artık Sûr’a bir tek üfürüşle üfürüldüğü zaman,’ (…) Dört büyük melekten biri olan İsrâfil, sûr adı verilen boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir. (sûr hakkında ayrıca bk. En’âm 6/73) Kıyâmet sahnelerini tasvir eden bu âyetler, 1-3 âyetlerle bağlantılı olup, onları açıklamakta ve kıyâmet denilen olayın nasıl meydana geleceğini, dolayısıyla dünyâ hayâtının nasıl son bulacağını anlatmaktadır. (krş. Kehf 18/47) (KUR’AN YOLU, 5/444)
‘Yer ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılıp ufalandığı (zaman),’ Yâni yer ve dağlar, yumuşak bir kum yığını ve toz duman hâline gelecek şekilde birbirine çarpıldığında. İbn Kesir şöyle der: ‘Tabaklanmış deri gibi uzatılıp yeryüzü başka bir şekil aldığında. (S. HAVVÂ, 15/304)
(15).‘İşte o gün,’ o bir tek vurup yıkışın olduğu ikinci üfürme meydana geldiği vakit, ‘vâkıa olmuştur.’ Yâni en büyük belâ olan Kıyâmet kopmuş, ‘Onun meydana gelmesini yalanlayan yok. O alçaltıcı ve yükselticidir.’ (Vâkıa 56/2, 3) sırrı ortaya çıkmış, Allâh’ın diledikleri hâriç olmak üzere aşağıda ve yukarıda bulunan kimselerin hepsi bir baygınlıkla yıkılıp serilmiştir. (ELMALILI, 8/306)
(16, 17).‘Gök de çatlamış yarılmıştır. O da bugün pörsümüş sarkmıştır.’ Allah en iyisini bilir ya ‘O gün gök bulutla yarılır ve arkasından melekler arka arkaya indirilir.’ (Furkan 25/25) sırrı ortaya çıkmış, güneş ve ay tutulmuş, yıldızlar gözden kaybolmuş, gök henüz dürülmemiş fakat gamlı, kederli, puslu bir yüz, hüzün veren bir bulut görüntüsü ile yarılıp etekleri sarkmış(tır). (ELMALILI, 8/307)
‘Melek(ler) onun etrafı üzerinde’ göğün yarılmasından korkarak yarılan kısımlardan etrâfa, yarılmayan yönlere doğru çekilmiş yâhut yarılan kısımdan açılan kenarlar üzerinde saf saf dizilmiş, yâhut yeryüzünün kenarlarına saf dizilmiştir. (ELMALILI, 8/307)
‘Ve o gün Rabbinin arşını, onların da üstünde sekiz tâne (melek) taşır.’ Yâni Kıyâmet gününde Rabbinin Arş’ını göğün çevresinde bulunan meleklerin üzerindeki sekiz melek taşır. Buradaki sekiz, ya sekiz melek, ya sekiz sınıf yâhut sekiz sıra melek anlamlarına gelebilir. Bunların en kuvvetlisi Arşı taşıyan sekiz melek olduğu görüşüdür. (S. HAVVÂ, 15/304, 305)
(…) ‘Arşı taşıyan melekler’ de Allâh’ın âlemin işleyişiyle görevli kıldığı melekler olarak anlaşılabilir. Allâh’ın yarattığı birçok âlemden biri olan madde âlemi dağılırken, O’nun diğer âlemlerdeki düzeni ve hükümranlığı (arşı) devam edecektir. Bununlar birlikte İmam Ebû Hanife, Eş’ari ve Mâtüridi gibi âlimler âyetin müteşâbihattan olduğunu düşünerek ifâdeyi aynen kabul etmemiz gerektiğini bunun ne anlama geldiğini bilemeyeceğimizi itiraf etmenin en doğru tutum olduğunu düşünmüşlerdir. (KUR’AN YOLU, 5/445)
Bu âyet müteşâbihattandır. Tam olarak mânâsını bilmemiz zordur. Arş’ın nasıl olduğu, kıyâmet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağı keyfiyetlerini bilemiyoruz. Her ne olursa olsun, Allâh’ın Arş üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Âyette Allâh’ın Arş üzerine oturmuş olacağına dâir böyle bir ifâde yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh olduğu için Kur’ân-ı Kerîm böyle düşünmemize engeldir. (MEVDÛDİ, 6/407)
(18).‘O gün, (Allâh’ın huzûruna,) size âit hiçbir sır gizli kalmaksızın, arz olunursunuz.’ Yerler, dağlar şiddetle sarsılıp parça parça toz duman olduktan, gök yarılıp melekler indikten sonra bütün insanlar diriltilir, ayağa kalkar, hesâba çekilmek üzere Allâh’ın huzûruna arz olunurlar. Onların hiçbir ameli, en ufak bir durumu bile Allâh’a gizli kalmaz. ‘O gün bütün gizlilikler meydana serilir.’ (Târık, 86/9) sırrı tecelli eder. (Ö. ÇELİK, 5/223)
‘O gün (âhirette) Allâh’a arz edilirsiniz.’ Âhirette peygamberler dâhil bütün insanlar, dünyâda îman edip etmedikleri, kulluk görevlerini yapıp yapmadıkları konusunda sorgulanırlar. Müminler kolay bir hesaba çekilirler (84/7,8; İ. KARAGÖZ 8/211).
Hadis: Ahmed b, Hanbel’in Ebû Mûsâ el Eş’ari’den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (s) şöyle buyurmuştur: ‘İnsanlar kıyâmet günü üç defa arz olunur. Bu arzların ikisi tartışma ve itirazlardır, ama üçüncüsünde sahifeler ellerde uçuşur. Bâzısı onu sağından, bâzısı da solundan alır.’ (S. HAVVÂ, 15/314)
69/19-24 KİTABI SAĞ TARAFINDAN VERİLENLER
19, 20. Artık (o gün) kitabı sağ elinden verilen der ki: “Alın, kitabımı okuyun. Doğrusu ben, zâten hesâbıma kavuşacağımı kesin biliyordum.” [bk. 84/9]
21-23. Artık o, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir. 22-23. Toplanacak (meyve)leri sarkmış yüksek bir bahçededir.
- “Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz (iyi ameller)den dolayı, âfiyetle yiyin için.” (denilir.)
19-24. (19, 20).‘Artık (o gün) kitabı sağ elinden verilen der ki: “Alın, kitabımı okuyun. Doğrusu ben, zaten hesâbıma kavuşacağımı kesin biliyordum.” ‘Kitap’tan maksat, amel defteridir; mahşerde kişinin amel defterinin sağ tarafından verilmesi, onun dünyâ hayatında Allâh’ın emrine uygun, dürüst ve erdemli bir hayat yaşadığını, dolayısıyla sicilinin temiz olduğunu gösterir. Bu durumda olan kimse, Allâh’ın lütfuyla kurtuluşa erenlerden olduğunu anlar ve ‘Alın, kitabımı okuyun’ diyerek mutluluğunu başkalarıyla paylaşmak ister. (Râzi’den KUR’AN YOLU, 5/447)
Hadis: İbn-i Ömer’e ‘necvâ’nın ne olduğu sorulduğu zaman dedi ki: Rasûlullah (s)’i şöyle söylerken işittim: ‘Allah kıyâmet günü kulu (kendine) yaklaştırır. O zaman kul, bütün günahlarını O’na itiraf eder. Sonunda helâk olacağını anlayınca Allah Teâlâ ona: ‘Şüphesiz dünyâda günahlarını örttüm, bugün de onları affediyorum’ der. Daha sonra iyiliklerinin yazılı olduğu kitap sağından verilir. Kâfir ve münâfığa gelince şâhitler, ‘İşte bunlar Rablerine iftirâ edenlerdir. Biliniz ki Allâh’ın lâneti haksızlık yapanlaradır.’ (Hûd 11/18) derler. (S. HAVVÂ, 15/314)
(21, 22, 23).‘Artık o, hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.’ Yüksek bir cennette’ köşkleri yüksek, hûrileri çok güzel, konakları dikilmiş, nîmetleri devamlı cennette. Nesefi şöyle der: ‘Yeri yüksek yâhut dereceleri yüksek veya binâ ve köşkleri yüksek cennette. ‘Ki meyveleri sarkmıştır.’ Meyveleri isteyenlere yakındır. Ayakta duran, oturan, yaslanan, rahatça erişebilir. (S. HAVVÂ, 15/305)
Hadis: ‘Yüksek bir cennette’ âyeti ile ilgili İbni Kesir şöyle der: İbn Ebi Hâtim’in, Ebû Selâm el Esved’den rivâyet ettiğine göre o, Ebû Ümâme’nin şöyle söylediğini işittim der: Bir adam Rasûlullah (s)’e: ‘Cennet ehli birbirini ziyâret eder mi?’ diye sordu. O da cevâben buyurdu ki: ‘Evet, yüksek derecelerde bulunanlar aşağı derecelerde bulunanlara iner ve onlara selâm verirler. Aşağı derecelerde bulunanlar yukarılara çıkamazlar. Amelleri onları alıkoyar.’ (S. HAVVÂ, 15/314, 315)
(24).‘(Onlara) “Geçmiş günlerde peşinen işlediklerinize karşılık, âfiyetle yiyin ve için.” (denir.)’ Dünyâdaki günlerde peşinen işlediğiniz sâlih amellere karşılık, yenme ve içilmesinde hoşa gitmeyecek ve rahatsız edecek hiçbir şey olmaksızın âfiyetle yeyin ve için. (S. HAVVÂ, 15/305)
Hadis: ‘Amel ediniz ve amellerinizde orta yolu tutunuz (mükemmel olarak amel edemezseniz) ona yakınını işleyiniz. Bilmiş olunuz ki, sizden hiç birinizi ameli cennete sokamaz.’ Sahâbiler: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Seni de mi?’ dediler. Buyurdu ki: ‘Beni de. Meğer ki Allah kendi katından rahmet ve lütufla beni kuşatsın.’ (Müslim Münâfikun 76; Buhâri Rikak 18; İbn Mâce Zühd 20; İbn Kesir’den Sahih hadis açıklaması var, S. HAVVÂ 15/315)
69/25-37 KİTABI SOL TARAFINDAN VERİLENE GELİNCE
25-29. Kitabı solundan verilen (kâfir kimse) ise der ki: “Keşke bana kitabım verilmeseydi!” 26. “Hesâbımın ne olduğunu hiç bilmeseydim!” 27. “Keşke o (ölüm,) herşeyi bitirmiş olsaydı!” 28. “Malım bana hiçbir fayda vermedi.” 29. “(Bütün) saltanatım da benden yok olup gitti.”
30-32. (Allah, görevli zebânîlere şöyle buyurur🙂 “Tutun onu (ellerini boynuna) bağlayın.” 31-32. “Sonra onu, o dehşetli ateşe atın, sonra, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire bağlayın!”
33, 34. “Çünkü o, yüce Allâh’a inanmazdı.” 34. “Yoksulun yiyeceği ile de ilgilenmez / teşvik de etmezdi.”
35-37. Bugün artık o (küfre sapan / inkâr ede)ne burada, hiçbir yakın (akraba ve dost) yoktur. 36. İrinden başka yiyecek (ve içecek) yoktur. 37. Onu, (bilinçli) günah işleyenlerden başkası yemez.
25-37. (25).‘Kitabı solundan verilen ise der ki: “Keşke bana kitabım verilmeseydi!” Bunlar günahkâr bedbaht kâfirlerdir. Kitabında göreceği rezâletlerden dolayı böyle der. (S. HAVVÂ, 15/306)
(27).“Keşke o (ölüm,) herşeyi bitirmiş olsaydı!” Keşke dünyâda tattığım ölüm, hayâtıma son verseydi de tekrar diriltilip şu gördüklerimi görmeseydim. (S. HAVVÂ, 15/306)
(28).“Malım bana hiçbir fayda vermedi.” Yâni ‘Neye yaradı benden yana malım?’ Hiçbir şeye yaramadı. Yaradıysa başkalarına yaradı. Bana ancak hasret ve azâbı kaldı. (ELMALILI, 8/317)
(29).“(Bütün) saltanatım da benden yok olup gitti.” Kendisiyle iftihar ettiğim, böbürlendiğim, herkesin başına ekşidiğim, güvendiğim mülküm, hâkimiyetim, servet ve zenginliğim yâhut tutunduğum bütün delil ve tutanaklarım (yok olup gitti). Felâketler içinde yoksul ve güçsüz, çâresiz kaldım. Böyle bir sözle pişmanlık ve hasret belli ki, dünyâ saltanatına güvenip de hesâbını yanlış tutan, başkalarına cezâ verdiği hâlde kendisinin cezâlandırılacağını inkâr ederek haksızlık ve zulüm eden mal ve saltanat sâhiplerine âittir. (ELMALILI, 8/317)
(30, 32).‘uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire bağlayın (cehenneme atın)!” Âhiret hayâtı gayb âleminden olduğu için Allah orası ile ilgili bilgileri dünyâdaki kullarına temsîli olarak anlatmaktadır. Râzi, bunun benzeri başka bir âyetin (bk. İbrâhim 14/49) tefsirinde bu tür ifâdelerin, günahkârların kendi eylem ve eğilimlerini, sonuç olarak öte dünyâda topluca içine düşecekleri genel umutsuzluğu dile getiren bir mecaz olduğunu ileri sürmüştür. (KUR’AN YOLU, 5/448)
‘..cehenneme atın’ Bu emrin hikmeti de şu iki cümle ile açıklanıyor: Birincisi, ‘Çünkü o kimse yüce Allâh’a îman etmiyordu.’ İkincisi: ‘düşkünlere yedirmeye teşvik etmiyordu.’ Hâlkın fakirlerini gözetmiyor, onların ne yediğine bakmıyor, durumlarından anlamıyor, onlara bakma çârelerini araştırmıyor, yardımda bulunmuyor, kendi bakmadığı gibi başkalarını da teşvik etmiyor, sonra da kendisi bir fakir yemeğinde bulunacak kadar alçak gönüllü olamıyor, saltanat süreceğim diye halkı eziyor, onları korumayı düşünmüyordu. (ELMALILI, 8/319)
(33, 34).Yoksulu gözetme konusundaki duyarsızlığın, kişinin zincire vurulmasının ana sebeplerinden biri olarak Allâh’a inançsızlığın hemen ardından zikredilmesi, İslâm’ın paylaşmaya, sosyal adâlete verdiği önemi gösterir. (KUR’AN YOLU, 5/448)
(35, 36, 37).‘İrinden başka yiyecek (ve içecek) yoktur.’ (…) 36’ncı âyetteki ‘gıslîn’ kelimesine müfessirler, ‘cehennemliklerin yediği bir bitki, en kötü yemek, cehennemliklerin yanan bedenlerinden akan akıntı’ anlamlarını vermişlerdir. (Şevkâni’den, KUR’AN YOLU, 5/448)
36 ve 37’nci âyetlerde kâfirlerin cehennemde irin yiyecekleri bildirilmektedir. Cennet gibi cehennemde de ölüm yoktur. Cennette her türlü güzel, nezih ve leziz yiyecek ve içeceklere karşılık, cehennemde yiyecek olarak zakkum, diken ve irin, içecek olarak kaynar su, üzerlerine kaynar su dökme gibi elem verici birçok azap vardır. (74/38, 39; 52/21, 56/51-54, 78/25, 88/4-8; İ. KARAGÖZ 8/215)
69/38-52 O, ÂLEMLERİN RABBİ TARAFINDAN İNDİRİLMİŞTİR
38-40. Hayır! (Kâfirlerin iddiâ ettiği gibi değil) Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki; 40. Şüphesiz o (Kur’ân) kesinlikle çok şerefli bir elçinin (Allah’tan getirdiği) sözüdür.
41, 42. Kur’an bir şâir sözü değildir. Siz, (hâlâ) ne de az inanıyorsunuz! 42. O bir kâhin sözü de değildir. Siz, pek az düşünüyorsunuz!
- Kur’an, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44-47. Eğer (Peygamber) sözlerin bir kısmını bizim adımıza uydursaydı, onu kuvvetle yakalar / onun ‘güç ve kuvvetini’ alır, sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiçbiriniz de buna engel olamazdı. [krş. 42/24; 46/8; 53/4; 72/22-23]
(Bu âyetlere rağmen, müşrik ve Batıcılar’ın söylediği gibi Kur’ân, ne Hz. Muhammed’in (sas.) kitabıdır ne de sözleri onun tarafından söylenmiştir; lafzı da aynen vahiyle bildirilmiştir.)[bk. 10/37-38; 32/2-3; 72/23; 53/5-10] (H. T. FEYİZLİ, 567. Sahife)
- Gerçekten o (Kur’ân, günahlardan) korunanlar için bir öğüt (ve hatırlatma)dır. [bk. 2/2; 41/44]
- (Ey kâfirler!) Biz kesinlikle biliyoruz ki içinizde (Kur’ân’ı) yalanlayanlar vardır.
- Şüphesiz ki Kur’ân inkârcılara elbet bir pişmanlık ve hüzün sebebidir.
- Şüphesiz o, kesin gerçektir.
- (Ey Peygamberim!) Büyük Rabbinin adını tesbih (ve tenzih) et.
38-52. (38-40).‘Artık gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki;’ Bunda bütün görülebilen ve görülmeyen, gözlenebilen ve gözlenemeyen, gizli veya açık herşey, olmuş ve olacak bütün işler dâhildir. (ELMALILI, 8/321)
‘Görülenler’ dünyâda müşâhede edilenler, ‘görülmeyenler’ ise gâib olanlardır. Dolayısıyla bu iki kavramın içine dünyâ, âhiret, cisimler, ruhlar, insan, cin, mahlûkat, yaratıklar, zâhiri ve bâtıni nîmetler ve bunların dışında üzerlerine yemin edilmeye lâyık ne varsa tümü dâhildir. (İ. H. BURSEVİ, 22/225)
‘Şüphesiz Kur’ân kesinlikle çok şerefli bir elçinin (Allah’tan getirdiği) sözüdür.’ Âyette sözü edilen ‘Allâh’ın katında çok şerefli bir elçi’den maksat, Peygamber Efendimiz’dir. Bundan maksadın O olduğuna delil, ‘rasul’ kelimesinin biraz sonra gelecek âyette ‘şâir’ ve ‘kâhin’ şeklinde karşılanmış olmasıdır. Zîrâ âyet-i kerîme, Peygamber Efendimiz’in ne bir şâir, ne de bir kâhin olmadığını ortaya koymak ve ispat etmek için sevk edilmiştir. Müşrikler Cebrâil için şâir ve kâhin demediklerine göre, buradaki ‘resul’ den maksat, Peygamber Efendimiz olur. (İ. H. BURSEVİ, 22/227)
(41, 42).‘Kur’an bir şâir sözü değildir.’ Kur’ân sizin iddiâ ettiğiniz gibi, bir şâir sözü değildir. ‘Ne de az inanıyorsunuz!’ Burada îmânın azlığından maksat, onlarda îmânın yokluğunu ifâde etmektir. ‘Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!’ Düşüncenin azlığından maksat da hiç düşünce olmamasıdır. (S. HAVVÂ, 15/309)
(44-47).‘Eğer (Peygamber) sözlerin bir kısmını bizim adımıza uydursaydı, onu kuvvetle yakalar / onun ‘güç ve kuvvetini’ alır, sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiçbiriniz de buna engel olamazdı. (…) Bu âyetler her ne kadar Hz. Peygamber’i muhâtap almış olsa da aslında onlar müşriklerin Kur’an’la ilgili değer yargılarının kesinlikle doğru olmadığını ortaya koymak için indirilmiştir. Çünkü ne Peygamber’in böyle bir davranış içine girmesi ne de ismet sıfatı gereği, Allâh’ın ona böyle bir iş için müsaade etmesi mümkündür. O zaman yüce Allah, mümkün olmayan bir şey için mi peygamberi tehdit ermektedir? Tabii ki böyle bir şeyi düşünme imkânı yoktur. Zîrâ (…) bu âyetler Hz. Peygamber (s)’in –haşa- yanlış bir kanaatini tashih etmek için değil aksine müşriklerin Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki inançlarını düzeltmek için vahyedilmiştir. Hâl böyle olunca o zaman denebilir ki, bu âyetlerin indiriliş amacı hem Kur’ân’ın Allah katından indirilmiş ilâhi bir kitap olduğunu göstermek, hem de Hz. Muhammed (s)’in nübüvvetini tasdik etmektir. (M. DEMİRCİ, 3/419)
(48).‘Doğrusu o müttakiler için bir öğüttür.’ Şüphesiz Kur’ân takvâ vasfını taşıyan müminler için bir öğüttür. Bu da Kur’ân’ın Allah katından olduğunu gösteren bir özelliktir. Öğüt olmasından dolayı o takvâ sâhiplerine Allâh’ı, âhiret gününü ve Allâh’a itaat olarak yapılması gereken şeyleri hatırlatır. (S. HAVVÂ, 15/310)
Fakat durum böyle değildir. O yüzden Cenâb-ı Hak: ‘İçinizde yalanlayanlar bulunduğunu Biz elbette bilmekteyiz’ buyurur. Yâni bu apaçık beyâna rağmen içinizden Kur’ân’ı yalanlayanlar bulunacaktır. (S. HAVVÂ, 15/310)
(50).‘Ve çünkü o Kur’ân,’ onun kıymetini bilmeyip nankörlük eden ‘kâfirlerin üzerine de gerçek bir pişmanlıktır.’ Onlar kıyâmet günü takvâ sâhiplerinin aldıkları sevâbı görünce sonsuz bir özleyiş içinde kalacak, iç çekeceklerdir. (ELMALILI, 8/328)
(51).‘Şüphesiz Kur’an, kesin gerçektir.’ Şiir, kehânet, zan ve tahmin türünden olmak şöyle dursun, ilme‘l yakîn (kesin olarak edinilmiş bilgi), ve ayne‘l yakîn (bir şeyi kendi gözü ile görüp mâhiyetini bilme)den de daha yüksek hakka‘l yakîn (gerçekliğinde hiç şüphe olmayan)dır. (ELMALILI, 8/328)
Şüphesiz bu Kur’an’da bulunan şeyler bâtıldan tamâmen uzak gerçeklerdir. Kur’ân’ın içine aldığı şeyler gerçek, onun özelliklerinden birinin de öğüt verme, Muhammed (s)’de sözü ve özü doğru bir peygamber olduğuna göre, Kur’ân’ın Allah katından geldiği ve onun söylediklerinin gerçek olduğu konusunda şüpheye yer kalmamıştır. Kur’ân’ın söyledikleri de Kıyâmeti haber verdiğinden Kıyâmet de hak ve gerçektir. (S. HAVVÂ, 15/311)
(52).‘Büyük Rabbinin adını tesbih (ve tenzih) et.’ Tesbih, Allâh’ın eksikliklerden uzak olduğunu ve yüceliğini dile getirme; sözlerinin gerçekliğini itiraf etme; onaylama, kulluk ve baş eğme anlamlarını içerir. (S. KUTUB, 10/170)
Hadis: ‘Bu son âyeti rükûunuzda okuyunuz.’ (Ebû Dâvud Salât 147, İbn Mâce İkâme 20, Ahmed b. Hanbel 4/155; İ. H. BURSEVİ, 22/238)