Kıyame Suresi

75 / Kıyâme Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 40 âyettir. Adını ilk âyetinde zikredilen ve bütün sûrenin konusunu oluşturan kıyâmetten almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/576)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 75/1-15  O  GÜN  İNSAN  KENDİ  KENDİNİN  ŞÂHİDİDİR

1, 2. Hayır! (Gerçek inkâr edenlerin dediği gibi değil). Yemin ederim o kıyâmet gününe!  2. Yemin ederim (gafletten uyanıp günahına karşı) kendini çokça ayıplayan o nefse.

3, 4. Kâfir insan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? (Sanmasın.) 4. Evet, onun parmak uçlarını bile (en ince çizgisine kadar yeniden insanı diriltip) düzenlemeye kâdiriz. [krş. 17/49-51; 36/78-79; 79/10-11]

5, 6. Fakat insan, önündeki (kıyâmet günü)nü yalan saymak ister. 6. (Alay ve inkâr ederek) “Kıyâmet günü ne zaman?” diye sorar.

7-12. Ama göz (dehşetten) kamaştığı, ay tutul(up artık karar)dığı, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman,  10. (İşte) o gün (kâfir) insan: “Kaçacak yer neresi?” der. 11. Hayır! Hiçbir sığınacak yer yoktur. 12. O gün (varıp) durulacak yer, ancak Rabbinin huzûrudur.

  1. O gün insana (yapıp) önden yolladığı ve (yapmayıp) geri bıraktığı (amelleri) haber verilir.

14, 15. Doğrusu insan, kendi nefsine (yaptıklarına) karşı şâhit olacaktır, her ne kadar mâzeretlerini ortaya atsa da.

 1-15. (1, 2).‘Yemin ederim o kıyâmet gününe!’ Birinci âyetin başındaki ‘lâ’ harfi, âhireti inkâr edenlerin görüşlerini reddetmek içindir. Çünkü Mekkeli müşrikler kıyâmetin kopacağına âhiret hayâtına, cennet ve cehennemin varlığına inanmıyorlardı. Yüce Allah, bu iddiaya ‘Hayır’ diyerek, gerçeğin âhireti inkâr edcenlerin dediği gibi olmadığını kıyâmet gününe ve kendini çok kınayan insana yemin ederek, kıyâmetin mutlaka kopacağını bildirdi. (..) Kıyâmetin kopacağına ve âhiret hayâtının varlığına îman etmek, îman esaslarından biridir. (4/136). Âhirete îman etmeyen kimse, mümin ve Müslüman olamaz. (İ. KARAGÖZ 8/321)

Kâfirler Kıyâmet gününün geleceğini inkâr ediyorlardı. Buna göre mânâ: ‘Hayır. Gerçek, kâfirlerin inkâr ettiği gibi değildir. Kıyâmet gününe yemin ederim, şeklinde olur. (S. HAVVÂ, 15/463)

(..) Kıyâmet gününe yemin etmek demek, onun kesinlikle gerçekleşeceğine yemin etmek demektir. Bu ise şöyle demek olur: Kıyâmet gününe yemin ederim ki, siz kesinlikle tekrar diriltilecek, öldükten sonra kaldırılacaksınız. (ELMALILI, 8/437)

‘Yemin ederim kendini çokça ayıplayan o nefse.’ (…) Kıyâmet günü kesinlikle gerçekleşecek ve ona inanmak istemeyen kötü nefisler o gün, kendisini çok kınayacak, dünyâda yaptıkları gafletlere, günahlara çok pişman olacaklar, hattâ her nefis kendini kınayacak, dünyâda işlediği kusura pişman olacak, ‘daha iyi niye çalışmadım, daha güzel işler niçin yapmadım’ diye pişmanlık duyacaktır. (ELMALILI, 8/437)

Kur’ân’da insan nefsi üç tip olarak sınıflandırılmaktadır. (1) Birincisi, insanı kötülük yapmaya teşvik eder, bunun ismi ‘nefs-i emmâre’dir. (2) İkincisi, yanlış bir iş ve düşünceye niyet ettiği zaman, o kişiyi bu yüzden kınar ve azarlar, buna ‘nefs-i levvâme’ denir. Bugün buna biz vicdan adını vermekteyiz. (3) Üçüncüsü de, doğru yol üzerinde sebat ederek sapık yollardan sakınmak sûretiyle tatmin olan nefistir, buna da ‘nefs-i mutmainne’ denir. (MEVDÛDİ, 6/486)  

(3).‘İnsan zanneder mi ki!’ Nesefi burada şöyle der: ‘Öldükten sonra yeniden dirilmeyi inkâr eden kâfir dağılıp ufalandıktan ve toprağa karıştıktan sonra Kıyâmet gününde; ‘Biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyiz mi sanır ve bu sebeple o, Kıyâmet gününü inkâr eder, günahlardan sakınmaz, bir hatâ işlediği zaman kendi nefsini kınamaz.’ (S. HAVVÂ, 15/466)

(4).‘Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye kâdiriz.’ İnsan organizması, en küçük parçasına varıncaya kadar eski bütünlüğü ile yeniden diriltilecektir; öyle ki, parmak uçları bile eksik bırakılmayacaktır; ayrıca organizmanın hiçbir parçasının yeri değiştirilmeyecek, düzenli biçimde yeniden yapılandırılacak, küçük büyük hiçbir organ ne ihmal edilecek ve ne (de) biçim değişikliğine uğratılacaktır. (S. KUTUB, 10/286)

‘el benân: parmak ucu’ demektir. Birçok kimseler Kur’ân-ı Kerîm’e sâdece bu âyetten dolayı îman etmiştir.  Çünkü bu âyette dünyâda her insanda farklı olan parmak izlerinin bulunduğunu ifâde anlamında el benân’ kelimesi zikredilmiştir. Öyle ki, dünyâ nüfusu milyarlarca artsa da onların hiç birinin parmak izi diğerininkine benzemeyecektir. (S. HAVVÂ, 15/466, 467)

(5, 6).‘Fakat insan, önündekini (kıyâmeti) yalanlamak ister.’ Şehvetlerinden, günahlarından, lezzetlerinden ayrılmayı, ilerde onlara devam etmeyi ve hatta sonsuza değin isyan ve günah ile Rabbı’na karşı terbiyesizlik etmeyi ister. Günaha devam etmeyi iyi hâlli olmaya tercih eder de alay yollu çapkınlıkla ‘O kıyâmet günü ne zaman ?’ diye sorar.’ Lâkin sonra o Kıyâmet kopmaya başladı mı gözü açılır, dünyânın her taraftan başına yıkılmakta olduğunu görür, dehşetler içinde kalır, yaptıklarına pişman olur, kendini kınama zamanı gelir çatar. Oysa son pişmanlık fayda vermez, hak yerini bulur. (ELMALILI, 8/439, 440)

(7-10). ‘Ama göz (dehşetten) kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman,   (İşte) o gün insan: “Kaçacak yer neresi?” der.’  7’nci âyette geçen ‘göz dehşetle açıldığı’ şeklindeki ifâde mecâzi bir anlatım olup, ansızın meydana gelecek olan kıyâmet gününün şiddetinden dolayı insanın içine düşeceği şaşkınlık, korku, dehşet gibi psikolojik hâllere işâret eder. (Şevkâni) Müfessirler, kıyâmet sırasında ayın tutulması olayını normal zamandaki ay tutulmasının da ötesinde ‘ayın ışığının veya kendisinin tamâmen yok olması’ (Râzi, Zemahşeri) yâhut ayın parlaklığını kaybedip sönükleşmesi, ışığın cılızlaşması’ şeklinde tefsir etmişlerdir. (ELMALILI). ‘Güneşle ayın birleştirilmesi’ni ‘her ikisinin de ışığının giderilmesi’ veya ‘güneş kursu ile ay kursunun birleşerek tek kütle hâline gelmesi, bir araya getirilmesi’ şeklinde yorumlamışlar ve ‘Güneş dürüldüğü zaman’ (Tekvir, 81/1) meâlindeki âyeti de buna delil getirmişlerdir. (KUR’AN YOLU, 5/507)

‘Güneş ve ay bir araya getirildiğinde’ Belki de bu, göğün kitapların sayfası gibi dürüldüğü zaman olacak ve o esnâda Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi herşey bir araya getirilecektir. ‘Bütün yeryüzü, Kıyâmet günü O’nun avucundadır. Gökler O’nun kudretiyle dürülmüş olacaktır.’ (ez Zümer 39/67, S. HAVVÂ, 15/467)

‘İşte o gün insan, ‘kaçacak yer neresi?’ der.’ O günahkâr insan, o vakit dehşetten kaçacak yer arar. Ümitsizliğinden ve şaşkınlığından böyle der. Bu, ümitsizlik ifâde eden bir istifhâm-ı inkâridir. (ELMALILI, 8/440)

(11, 12).‘Hayır! Hiçbir sığınacak yer yoktur.’ Bu, kaçacak yer isteğini reddetmektir. O gün onlar için korunacakları bir yer yoktur. (S. HAVVÂ, 15/467)

‘O gün durulacak yer, ancak Rabbinin huzûrudur.’ Nesefi şöyle der: ‘Kulların varıp karar kılacakları cennet yâhut cehennemdeki yerleri belirlemek Allâh’a âittir. Dilediğini cennete, dilediğini cehenneme sokar.’ (S. HAVVÂ, 15/468)

(13).‘O gün insana (yapıp) önden yolladığı ve (yapmayıp) geri bıraktığı (amelleri) haber verilir.’ Önce yaptığı ve sonra yaptığı amelleriyle yâhut yaptığı, âhiret için önceden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı, iyi veya kötü bütün işleriyle anılır. Hesâba çekilir. İşte o vakit tam gözü açılır. (ELMALILI, 8/441)

Yâni insanın hem ölmeden önce işlediği bütün davranışlar, hem de bu davranışların öldükten sonra geride kalan izleri -iyilik olsun, kötülük olsun- kendisine bildirilir. Dünyâda iz bırakan bâzı davranış türleri vardır ki, bunlar hesaplaşma işleminin sonunda sâhiplerinin puan hânelerine eklenirler. (S. KUTUB, 10/287)

Hadis: ‘Kim güzel bir ihdas eder ve daha sonra bununla amel edilirse, bu kimseye o işle amel eden kimselerin kazandıkları kadar sevap verilir. Amel eden kimsenin sevabından da bir eksilme olmaz. Aynı şekilde kim de kötü bir iş ihdas eder de sonra bununla amel edilirse, bu kötü işi yapan kimsenin kazandığı günah kadar o işi ihdas eden kimseye de günah yazılır. Günahkâr insanların günahlarında da bir eksilme olmaz. (Müslim İlim 15, Tirmizi İlim 15; İ. KARAGÖZ 8/329)

(14, 15).‘Doğrusu insan, kendi nefsine (yaptıklarına) karşı şâhit olacaktır, her ne kadar mâzeretlerini ortaya atsa da.’ İnsan görünüşte cezâdan kurtulmak için çeşitli mâzeretler ileri sürse de 15. âyetin bildirdiğine göre, gerçekte kendisi hakkında yine kendisi tanıklık edecek, gerçeği gizlemesi mümkün olmayacaktır. İsrâ sûresinin 14. âyetinde de bâzı müfessirler, insanın kendisi hakkında tanıklık etmesini, organlarının şâhitlik yapması (bk. Nûr 24/24; Yâsîn 36/65) olarak açıklamışlardır. (KUR’AN YOLU, 5/507)

 75/16-30  VAHYİ  ÇARÇABUK  ALMAK  İÇİN  DİLİNİ  KIMILDATMA

16-19. (Rasûlüm! Vahiy geldiği zaman) onu alelacele almak için (bitmeden) dilini hareket ettirme! 17. Şüphesiz ki onu (kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize âittir. 18. Onu (Cebrâil vâsıtasıyla sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy. [bk. 20/114] 19. Sonra şüphesiz onu açıklamak da bize âittir.

20, 21. Hayır! (Ey kâfir insanlar!) Siz çabuk geçen (dünyây)ı seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz.

22, 23. Birtakım yüzler, kıyâmet günü Rabbin(in cemâlin)e bakıp parlayacak. [bk. 80/37-42; 83/15; 88/2-10]

24, 25. Bir takım yüzler de o gün asık olacak. (Çünkü) onlar, bel kemiklerini kıran (şiddetli) bir felâkete uğratılacaklarını iyice anlarlar. [b. 3/106-107]

26-30. Dikkat edin (can) köprücük kemiklerine dayandığı zaman,  27. “Kim çare bul(up şifa ver)ecek?” denilir.  28. Artık (can çekişen), hakikaten bir ayrılış olduğunu anlayacak,  29. (Can havliyle) bacak bacağa dolaşacak.  30. (İşte) o gün sevk(iyat) ancak Rabbinedir.

 16-30. (16-19).‘(Rasûlüm! Vahiy geldiği zaman) onu alelacele almak için (bitmeden) dilini hareket ettirme!’  ‘Şüphesiz ki onu (kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize âittir.’  ‘Onu (Cebrâil vâsıtasıyla sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.’   ‘Sonra şüphesiz onu açıklamak da bize âittir.’  Bu âyetlerdeki hitâbın kime yapıldığı ile ilgili iki farklı anlam düşünülebilir: (1) Birincisi; hitap, mahşer yerinde kendini savunmak için mâzeretler uydurmaya çalışan günahkâr insanadır. (…) (2) İkincisi; hitap, Cebrâil’den vahyi alırken acele edip dilini kıpırdatan Rasûlullah (s)’edir. (bk. Buhâri Fezâilü’l Kur’an 28; Nesâi İftitah 37, Ö. ÇELİK, 5/301)

(…) Kıyâmet 75/16-18 âyetlerde yer alan söz konusu uyarı, -Kaffal’ın da dediği gibi- Hz. Peygamber (s) ile ilgili değil, kıyâmetin dehşetinden dolayı ne yapacağını şaşırmış inkârcı insanlarla ilgili olmalıdır. Çünkü inkârcı insan, eline verilen amel defterini acele ile okumaya çalıştığı için ne yapacağını bilmez bir vaziyettedir. İşte bunun üzerin Allah Teâlâ ona: ‘Hiç acele etme, biz senin amel defterinde yazılı olanları sana okuyacağız, sen de onları takip edeceksin, sonra senin anlamadıklarını da yine Biz sana açıklayacağız’ demiş olmaktadır. Bu durumda da tabiatıyla vahiy esnâsında Hz. Peygamber’i acele etmemesi konusunda uyaran yegâne âyet Tâhâ 20/114’üncü âyetidir. O da Hz. Peygamber’i metni tekrar etmesi sebebiyle değil, eksik hüküm verebilir ya da hatâlı ictihadda bulunabilir düşüncesiyle getirilen bir uyarı âyetidir. Çünkü söz konusu âyet inzal edildiği zaman Kur’ân vahyi tamamlanmış değildi. (M. DEMİRCİ, 3/466, 467)

(20, 21).‘Hayır! (Ey kâfir insanlar!) Siz çabuk geçen (dünyây)ı seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz.’ Bu, âhireti inkârın ikinci sebebidir. Birincisi; 5’inci âyette beyan edilmişti. O âyette insanın fısku fücur için serbestlik ve ahlâki sınırlamalardan kurtulmak istediği ve eğer âhirete inanırsa birtakım ahlâki kurallarla kayıtlanacağı, bu yüzden de nefsâni şehvetlerinin ona âhireti inkâr etmesi için baskı yaptığı ve daha sonra birtakım akli deliller ileri sürerek bu inkârın gâyet mantıklı olduğunu  ona göstermeye çalışmakta olduğu söylenilmekteydi. Şimdi burada da ikinci sebep olarak âhireti inkâr edenlerin dar ve kısır görüşlü oldukları beyan edilmektedir. Onlar için, bu dünyâdaki işler ve bu işlerin sonuçları önemlidir. (MEVDÛDİ, 6/494)

(22, 23).‘Birtakım yüzler, o gün Rabbin(in cemâlin)e bakıp parlayacak.’  O’nun cemâline bakmaktadır. Ehl-i sünnet, bu bakışı ‘görme’ mânâsında anlayarak âhirette müminlerin Allâh’ın cemâlini göreceğini ispat etmişlerdir. ‘Beni aslâ göremezsin.’ (Araf 7/143) âyetine sarılan Mûtezile de bu bakışı ‘bekleme’ mânâsına yorumlamışlardır. (ELMALILI, 8/444)

23’üncü âyette ‘Rablerine bakarak mutlulukla parıldayacaktır’ diye çevirdiğimiz cümleyi Ehl-i Sünnet kelâmcıları ‘müminler âhirette Allâh’a bakarlar, O’nu görürler’ şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hz. Peygamber’in de ashâbına, dolunayı gördükleri gibi Allâh’ı göreceklerini haber verdiği rivâyet edilmiştir. (Buhâri Tevhid 24’den KUR’AN YOLU, 5/509, 510)

(24, 25).‘Bir takım yüzler de o gün asık olacak.’ Bu yüzler kâfirlerin yüzleridir. İbn Kesir der ki: ‘Bu yüzler fâsıkların yüzleridir. Kıyâmet günü o yüzler asık olacaktır.’ (S. HAVVÂ, 15/470)

‘(Çünkü) onlar, bel kemiklerini kıran bir felâkete uğratılacaklarını iyice anlarlar.’ İşte âhireti bırakıp sonunu düşünmeden yalnız peşin’e dünyâya sevgi beslemenin neticesi budur, bu beller kıran büyük belâdır. (ELMALILI, 8/444, 445)

Ölen kişi Müslüman ise, beyaz ipek giysiler içinde melekler gelir ve onu sevindirecek hitapta bulunur ve ruhunu kolayca alırlar (Nesâi Cenâiz 9). ‘Melekler iyi kimseler olarak onların canlarını alırlar: Selâmün aleyküm / Allâh’ın selâmı üzerinize olsun’ yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete’ derler.’ (16/32; İ. KARAGÖZ 8/335)

Ölen kişi kâfir ise, melekler gelir ve kendisine ilâhi azap olduğunu bildirirler. (Nesâi Cenâiz 9). ‘Melekler kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak ve ‘Haydi tadın yangın azâbını’ diyerek canlarını alırken bir görseydin (Ey kâfirler!) Bu, sizin ellerinizin önceden yaptığının karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.’ (8/50; bk. 47/27, 6/93; 7/37) (..) ‘Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken hâlleri nasıl olacak?’ (47/27; İ. KARAGÖZ 8/335, 336)

(26, 30).‘Dikkat edin (can) köprücük kemiklerine dayandığı zaman,’  “Kim çâre bul(up şifâ ver)ecek?” denilir.’ Nesefi şöyle der: ‘Ölmek üzere olan kişinin yanındakiler birbirlerine: Hanginiz bunun derdine çare bulacak? Kim tedâvi edecek? Derler. Yâhut bu, meleklerin sözüdür. Ölüm ânında onlar birbirlerine; rahmet melekleri mi, azap melekleri mi, hanginiz onun rûhunu yukarı çıkaracak? Derler.’ (S. HAVVÂ, 15/471)

‘Ve sezer, anlar.’ O can çekişen, nefesi tıkanan, ölmek üzere olan kişi o anda anlar ki ‘O’ yâni başına gelen hakkın emri ‘tam ayrılıktır,’ sevgilisinden, sevgili dünyâsından ve nîmetlerinden ve bütün organlarının birbirinden ‘elveda, el firak!’ diye diye acı ve kederler içinde ayrıldığı tam ayrılıktır. ‘bacak bacağa dolaşmıştır.’ Ölüm acısıyla el ayak karışmış, bacak bacağa dolaşmıştır. ‘O gün sevk ancak Rabbinedir.’ Yâni o gün, o kişi yakalanır; başka birine değil, ancak Rabbine sevk edilir. Hesâbı görülmek, cezâsı verilmek üzere zorla ve itile kakıla O’nun huzûruna götürülür. İşte dünyânın sonu. Bu âhireti bırakıp da peşin olan dünyâyı sevenlerin dünyâda varacakları son, budur. Âhireti sevenlerin kurtuluş ve sevgiliye kavuşma neşesiyle gülümsedikleri bu an, dünyâ sevgisine sarılmış ruhlar için böyle elem verici bir ayrılık, sonsuz bir hicran, bitmez tükenmez bir sürgündür. Evet o gün o can, herşeyden ayrılıp yalnız Rabbine sevk edilecektir, Ey Muhammed. (ELMALILI, 8/445, 446)

 75/31-40  İNSAN,  KENDİSİNİN  BAŞIBOŞ  BIRAKILACAĞINI  MI  SANIR!

31-33. İşte o (kâfir insan peygamberi) onaylamadı, duâ etmedi. Aksine (peygamberleri, Kur’ân’ı) yalanladı ve yüz çevirdi. Sonra çalım satarak yürüyüp âilesine gitti.

34-35. (Ey kâfirler! Hem dünyâda) lâyıktır sana (belâ), daha da lâyık.  35. (Hem de âhirette) lâyıktır sana (azap), daha da lâyık.

  1. İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor? [krş. 23/115]

37-39. (O insan) akıtılan meni(nin için)den bir nutfe (sperma) değil midir?  38. Sonra bir alâka oldu da (Allah onu) yaratıp (organlarını) düzenledi. [bk. 22/5]  39. İşte ondan (o spermadan) erkek ve dişi olarak, iki çift var etti.

  1. Şimdi (insanı bir damla sudan yaratan Allah), ölüleri diriltmeye kâdir değil mi? (Elbette kâdirdir.)

 31-40. (31-33).‘İşte (kâfir insan peygamberi), doğrulamadı’ Peygamber’e, Kur’ân’a ve âhiret gününe inanmamış, Allah rızâsı için dünyâ hayâtında ‘namaz da kılmamış, yüz çevirmiş,’ Allâh’ı peygamberlerini, meleklerini, âhiret gününü ve kaderi yalanlamış; namazdan, zekâttan, Allâh’ın kitabıyla doğru yolu bulmaktan yüz çevirmiştir. (S. HAVVÂ, 15/472)

‘Sonra çalım satarak yürüyüp âilesine gitti.’ (..) Allâh’ı, Peygamber’i, Kur’ân’ı, âhireti inkâr etti, ‘yalan bunlar’ dedi ve Hakk’a karşı arkasını döndü, itaatte bulunmadı. Sonra da bununla iftihar ederek çalım sata sata, kurula kurula âilesine, evine ve iline keyif çatmaya gitti. (ELMALILI, 8/447)

(34, 35).‘(Hem dünyâda) lâyıktır sana (belâ), daha da lâyık.’ ‘(Hem de âhirette) lâyıktır sana (azap), daha da lâyık.’ Bu âyetin Ebû Cehil hakkında indiği rivâyeti geçmişti. Bununla berâber ifâde ettiği mânânın, benzerlerini de açıkça kapsayacağında kuşku yoktur. (ELMALILI, 8/447)

Müfessirler ‘evlâ leke’ sözünün birçok anlamı olduğunu söylemişlerdir. ‘Tuh olsun sana, helâk olasıca, perişan olasıca, yazık sana’ gibi anlamları vardır. (..) Sözü geçen bu söz bir tür alaydır ve cehennemde azap görenlere Allâh’ın (cc) böyle diyeceği Kur’ân’ın diğer âyetlerinde belirtilmiştir. Meselâ ‘Hadi tat bakalım, şerefli ve değerli kimse.’ (Duhan 44/49) geçtiği gibi. (MEVDÛDİ, 6/498)

(36).‘İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?’ (…) İnsan, dünyâda uyacağı birtakım emir ve yasaklar konmayarak ihmal edilmiş değildir. Kabrinde de yeniden diriltilmeksizin serbest bırakılacak değildir. Bilâkis ona dünyâda uyması gereken emirler ve yasaklar konmuştur. Âhirette de o Allâh’ın huzûruna çıkarılacaktır. Burada maksat, âhiret hayâtını ispâtıyla, sapıklar, inatçılar ve câhillerden bunu inkâr edenleri reddetmektir. Âyet, bu dünyâda ilâhi emir ve yasaklarla yükümlülük, âhirette de hesaplaşma olmayacağına inananları ayıplamaktadır. ( S. HAVVÂ, 15/473, 474)

(37-39).“(O insan) akıtılan meniden bir nutfe (sperma) değil midir? Sonra bir alâka oldu da (Allah onu) yaratıp (organlarını) düzenledi.’ ‘İşte ondan erkek ve dişi olarak, iki çift var etti.”  Şu ‘insan’ denen varlık nedir? Neden yaratıldı? Başta nasıl bir şeydi? Sonu nasıl oluştu? Dünyâya gözünü açıncaya kadarki büyük yolculuğunu nasıl geçirdi? (..) O ilk defa (…) su, fışkırtılan, ana rahmine atılan bir meni damlası değil miydi? Bu meni damlacığı, küçücük tek bir hücreden ana rahminden kendine özgü konumdaki bir embriyoya dönüşmedi mi? Rahmin çeperlerine asılarak yaşayan ve besinini sağlayan bir embriyo aşamasına geçmedi mi? Bu hareketi ona kim ilham etti? Ona bu gücü kim verdi? Onu bu yöne kim yöneltti?

Daha sonra kim onu dengeli yaptı, uyumlu organlı, ilk başta yumurtalı bir tek hücreden ibaretken milyarlarca hücreden oluşmuş organizmalı aşamaya geçirdi? İnsan yavrusunun tek hücre aşamasından biçimlenmiş ‘cenin’ aşamasına varıncaya kadar aldığı mesâfe ve yolculuğunun cenin aşamasında geçirdiği değişmeler doğumundan ölümüne kadar yaşadığı olayların tümünden ve aştığı mesâfelerin toplamından daha uzun ve geniş çaplıdır. Bu uzun yolculukta kim ona rehberlik etti? Çünkü o küçücük ve güçsüz bir yaratıktı. Ne aklı ne kavrama yeteneği ve ne de deneyimi vardı. (..) O tek hücreden son aşamada erkek ve dişiyi kim türetti? Hangi irâde bu hücreye dişi olmasını empoze ederken, şu hücreye erkek olmasını empoze etti? Yoksa biri bu işe el attı da ana rahminin karanlıkları içinde bu hücreleri bu yolda tercih yapmaya mı iletti? (..) Bunları düşünürken plânlayıcı, fakat fark edilmez bir elin varlığını kabul etmek kaçınılmaz olur. İşte bu fark edilmez el, ana rahmine atılmış meni damlacığına uzun yolculuğunda rehberlik etmiş ve sonunda onu belirttiğimiz aşamaya erdirmiştir; yâni ‘sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetmiştir.’ (S. KUTUB, 10/295)

(40).‘Şimdi (insanı bir damla sudan yaratan Allah), ölüleri diriltmeye kâdir değil mi?’ Hay hay!  Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O’nu. O ölüleri diriltebilir. Hay hay ! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O’nu. O yeniden dirilişi gerçekleştirecek güce sâhiptir. (..) Hay hay! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O’nu. Kendini ister istemez kabul ettiren bu gerçek karşısında insanın yapabileceği tek şey titreyip aklını başına toplamaktır. (S. KUTUB, 10/295)

‘Gökleri ve yeri yaratan Allah, insanların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi?’ (Elbette yeter.) (36/81) İnsanı bir damla sudan yaratan Allâh’ın ölüleri diriltmeye gücünün yeteceği bildirilmektedir. Bir şeyi ikinci defâ var etmek,  birincisinden daha kolaydır. ‘Allah ilk defâ yaratan, sonra yaratmayı tekrarlayandır. Varlıkları tekrar yaratmak, Allâh’a daha kolaydır.’ (30/27; İ. KARAGÖZ 8/340)