Leyl Sûresi

92 / Leyl Sûresi

 Mekke döneminde nâzil olmuştur. 21 âyettir. Leyl, “gece” demektir. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/595)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 92/1-11  DOĞRU  YOLU  GÖSTERMEK  BİZE  ÂİTTİR

1-4. (Karanlığıyla) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp aydınlık olduğu zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!  4. (Ey insanlar!) Şüphesiz sizin çalışmanız, çeşit çeşit (gâyelerle)dir.

5-7. Artık kim (Allah için) verir ve (günahlardan) sakınırsa ve en güzeli (Kelimei tevhîdi) de tasdik ederse, biz de onu en kolay olana (cennet yoluna) hazırlarız.

8-11. Kim de cimrilik eder, kendisini (yeterli görüp Allâh’a) muhtaç görmez ve o en güzeli (Kelimei tevhîdi) yalanlarsa, biz de onu, en güç olanı (cehennemi) hazırlar, sevkederiz. 11. O aşağıya (cehenneme) düştüğü zaman, malı ona hiç fayda vermeyecek.

 1-11. (1-3).‘(Karanlığıyla) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp aydınlık olduğu zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!’ Burada gece ve gündüze ve erkek ile dişiyi yaratana yemin edilir. Karanlığı ile herşeyi bürüyüp örten ‘gece’  ile açılıp parlayan böylece herşeyi ortaya çıkaran ‘gündüz’ birbirinin tam zıddıdır. Farklı cinsler olarak yaratılan ‘erkek’ ile ‘dişi’  de birbirinin tam zıddıdır. Aynen bunlar gibi insanlar da îman, amel ve ahlâk itibariyle bir diğerinin zıddı iki gruba ayrılır. (Ö. ÇELİK, 5/486)

(4).‘Şüphesiz sizin çalışmanız, çeşit çeşittir.’ Bu âyet, yeminin cevâbıdır. Şüphesiz amelleriniz farklıdır anlamına gelir. (S. HAVVÂ, 16/233) İnsanların amellerinin farklı olması ile maksat, kimisinin îman edip sâlih ameller işlemesi, kimisinin inkâr edip kötü işler yapmasıdır. İnsanların kimisi îman eder, kimisi inkâr (64/2), kimisi itaat eder kimisi isyan, kimisi Allâh’ın rızâsı ve cenneti için çalışır, kimisi inkâr ve isyan ile cehennem için çalışır. (İ. KARAGÖZ 8/542)

(5-7).‘Kim verir ve sakınırsa’ Kim malından hakları verir, Rabbinden korkup O’nun haramlarından kaçınır ve farzları yerine getirirse. İbn Kesir şöyle der: ‘Allâh’ın verilmesini emrettiği şeyleri verir ve emrettiği şeyler konusunda O’na karşı gelmekten sakınırsa.’ (S. HAVVÂ 16/233)

‘En güzeli de tasdik ederse,’ Nesefi der ki: ‘En güzel dîni –ki o da İslâm dînidir- yâhut en güzel mükâfâtı  – ki bu da cennettir –yâhut en güzel kelimeyi –bu ise kelime-i tevhiddir.’ (S. HAVVÂ 16/233)

‘Biz de onu en kolaya başarılı kılarız.’ İnsan fıtratına en uygun yol olan İslâm’ı kolaylıkla, zorlanmadan, yüksünmeden, gönül huzûru ile yaşayabilmektir. Göğsünün İslâm’a açılmasıdır. Nitekim âyet-i kerîmede: ‘Allah kimi doğru yola erdirmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar.’  (En’âm 6/125) buyrulur. Allah Teâlâ onun işlerini kolaylaştırır. Dünyâda güzel ve hayırlı işleri yapmak ona kolay gelir. Kötü kimselerin tırmanmaya cesâret edemediği sarp yokuşlar ona iniş gibi gelir. Nefse ağır gelen ibâdetler onun için en zevkli işler hâline dönüşür. Nefsin zevk aldığı günahlar ve haramlar ise, onun için hiç yapamayacağı zor işler hâline gelir. (..) Böylece ona ebedî huzur ve saâdet yeri olan cennet yolları kolaylaştırılmış olur. (bk. Nahl 16/97; Meryem 19/96; Ö. ÇELİK, 5/487, 488)

(8, 9).‘Ama kim de cimrilik eder kendini Allâh’a muhtaç görmezse,’ malını harcamakta cimri davranır ve kendini Rabbine muhtaç görmeyip O’na karşı gelmekten sakınmazsa yâhut dünyâ şehvetleri ile yetinip kendisini âhiret nîmetlerine muhtaç görmezse ‘ve en güzeli yalanlarsa.’ İbn Kesir şöyle der: ‘Âhiret yurdunda göreceği karşılığı.’ Nesefi ise şöyle der: ‘İslâm yâhut cenneti.’ (S. HAVVÂ 16/233)

Bu sûrenin indiği Mekke’de insanlar arasında büyük bir gelir farkı bulunuyor; varlıklı putperest Araplar yoksullar karşısında inanılmaz derecede bencil, duyarsız, umursamaz davranıyor; hattâ dönemin canlı şahidi olan Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre zengin putperestler ‘Dilese Allâh’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz.’ Diyecek kadar küstahlaşıyor (bk. Yâsîn 36/47), birbirlerine cimriliği öğütleyecek kadar insafsızlıkta ileri gidiyorlardı. (bk. Nisâ 4/37;  Hadîd 57/24). Bu sebeple Mekke döneminde inen âyetlerin Allâh’ın birliği inancının yerleştirilmesinden sonra en büyük hedefi insanların kalplerini yoksul ve himâyesizlere karşı bencillik, sevgisizlik ve cimrilikten arındırmak; dertlerin de nîmetlerin de paylaşılabildiği bir toplumsal ruh ve zihniyet geliştirmek olmuştur. Konumuz olan sûre, bu zihniyeti hazırlayan anlamlı tespitler, öğütler, uyarılar ve müjdeler içermektedir. (KUR’AN YOLU, 5/633)

(10).‘Biz de onun en güç olan (cehennem)e uğramasını kolaylaştırırız.’ Bu tip insanlara vaadedilen de ‘en zor olanın kolaylaştırılması’dır. İnanmadığı için ibâdetleri, güzel işleri yapmak ona zor gelir.  Bunları yapmaktan hoşlanmaz. Buna mukâbil günahları işlemek kolaylaşır. Kötü işleri yapmaktan zevk alır. Kötüyü iyi sanır. Şehvetleri gözünde süslü hâle gelir. Böyle yapa yapa alçalır. Sonunda ölüp kabir çukuruna, oradan da cehennem çukuruna yuvarlandığı vakit, o çok değer verdiği malı mülkü kendisine hiçbir fayda sağlamaz. (bk. En’âm 6/125; Bakara 2/46; Ö. ÇELİK, 5/489)

Allâh’ın kulunu zor olana hazırlamasından maksat da kulun, Allah ve Rasûlünün gösterdiği yolu kabul etmeyerek yanlışlarda ısrar etmesi, bu sûre bağlamında ise cimriliğini sürdürmesi neticesinde Allâh’ın ondan hidâyet ve yardımını çekmesi, onu kendi hâline bırakmasıdır. Bu ise insan için en büyük mahrûmiyettir. Çünkü bu şekilde kendi başına kalan kul helâl haram demeden nefsâni arzularını tatmîne çalışır; kötülük yapmak, günah işlemek ona kolay gelir, bunlardan zevk alır. (KUR’AN YOLU, 5/634) İlgili hadis için bk. Tirmizi Tefsir 80, H. No 3402. (İ. KARAGÖZ 8/545)

(11).‘O aşağıya (cehenneme) düştüğü zaman, malı ona hiç fayda vermeyecek.’ Kıyıp veremeyerek biriktirdiği ve onunla zengin olmak, hiçbir şeye ihtiyaç hissetmemek istediği mal, onu kabre yuvarlanmaktan, helâk olarak aşağıların aşağısına gitmekten kurtaracak değil, aksine azap ve zararını artıracaktır. (ELMALILI, 9/260)

‘mâ yuğnî / Fayda vermez / ondan bir sıkıntıyı giderme’ Bir insan, îmansız olarak ölürse, dünyâda iken ne kadar çok zengin olursa olsun âhirette malının hiçbir faydası olmaz. Âhirette insana faydası olacak şey; îman, takvâ ve sâlih amellerdir. Mal – mülk dünyâ hayâtının süsüdür, bâki kalacak olan sâlih amellerdir. (18/46). İnsan ölünce malı ve mülkü dünyâda kalır, vârislerinin olur. (İ. KARAGÖZ 8/546)

Eğer bir Müslüman mal ve mülkünü helâl yollardan kazanmış, zekât ve sadaka vermiş, infakta bulunmuş ve hayır yollarında harcamış ise bunun âhirette faydasını görür. Çünkü yüce Allah, malından Allah yolunda harcayanlara ödülünü bire yedi yüz vermektedir. (2/261; İ. KARAGÖZ 8/546)

 92/12-21  O  ATEŞE,  ANCAK  KÖTÜLER  GİRER

12, 13. Şüphesiz doğru yolu göstermek bize âittir. 13. Şüphesiz âhiret de, dünyâ da bizimdir.

  1. (Ey Mekke halkı! ben) sizi alevler saçan bir ateşle (cehennemle) uyardım.

15-16. (Cehennem) ateşine âsî / kâfir olanlar girer. O (da, peygamberi) yalanlayan ve (îmandan ve Allâh’ın emirlerinden) yüz çevirendir.

17-18. Arınmak için, malını (sırf Allah rızâsı için) veren en takvâlı (Allâh’ın emirlerine en uygun yaşayan) kimse ise, o (cehennemin azâbı)ndan uzaklaştırılacaktır.

19-20. Müttaki mümin, yanındaki verilecek nîmeti, bir kimseden şükran beklemek için değil, ancak yüce Rabbinin rızâsını kazanmak için verir.

  1. Elbette o da (Allâh’ın kendisine vereceği nîmetle) hoşnut olacaktır.

 12-21. (12).‘Şüphesiz doğru yolu göstermek bize âittir.’ Yüce Allah –kullarına bir ihsan ve rahmet olarak – doğru yolu insanların fıtratına ve bilinçlerine açıklamayı kendi üzerine almıştır. Ve yine doğru yolu insanlara peygamberlerle, peygamberlerin mesajları ile ve deliller aracılığı ile açıklamayı kendisi üstlenmiştir. Böylece kimsenin elinde sığınacağı bahâne kalmasın ve hiç kimseye zulmedilmesin diye bizzat kendisi üstlenmiştir. (S. KUTUB 10/499)

(13).‘Şüphesiz âhiret de, dünyâ da bizimdir.’ Başta ve sonda mülk bizim, tasarruf hakkı bizimdir. Karşı çıkacak veya karışacak başka bir mâlik yoktur. O hâlde ne âhirette ne de dünyâda Allah’tan başka hükmü ve isteği geçerli olacak bir başvuru yeri bulmanıza ve onun hidâyetine ihtiyâcımız yok deyip de kendinizi kurtarmanıza imkân yoktur. O ne derse öyle olacaktır. (ELMALILI, 9/261)

(14).Ey Mekke halkı! ‘Alev alev yanan bir ateşle sizi uyardım.’ Sizi alevlendikçe alevlenen bir ateşle korkuttum. (S. HAVVÂ 16/235) (..) Ateşin şimdiki zamânı ifâde eden bir fiille nitelenmesi alevinin bilfiil devam ettiğine işâret etmek içindir. (İ. H. BURSEVİ, 23/416)

Hadis: cehennem ehlinin azap bakımından en hafif olanı, ateşten tasmalı iki nalını olan kimsedir. Bu nalınlardan dolayı onun beyni tencerenin kaynadığı gibi kaynar. O kendisinden daha şiddetli azap çeken birinin olduğunu bilmez. Hâlbuki o, cehennemliklerin azap bakımımndan en hafif olanıdır.’ (Müslim’den S. HAVVÂ 16/240)

‘Cehenneme ancak en azgın olan girer.’ ‘eşka’dan maksat, kâfir olduğu anlatılmak için şununla tefsir edilip açıklanmıştır: ‘O ki yalanlamış’ Hak hidâyetine yalan demiş ‘ve yüz çevirmiştir.’ Doğruya yalan demiş, iltifat etmemiştir ki, işte bu kâfirdir. İlâhi takdîre göre en mutsuz, en bedbahttır. O ateşe yaslanıp kalacaktır. Yalanlamaksızın yüz çeviren fâsık ise en bedbaht değil, sâdece bedbahttır. O ateşe girerse de yaslanıp kalmaz. (ELMALILI, 9/261)

(17, 18).‘Arınmak için, malını (sırf Allah rızâsı için) veren en takvâlı kimse ise, o (cehennemin azâbı)ndan uzaklaştırılacaktır.’ Cennet de müttakiler için hazırlanmıştır. (3/133) Bir insanın müttaki olabilmesi için, şartlarına uygun îman etmesi, haramlardan sajınması ve farz görevleri yapması, Allah ve kul haklarına riâyet etmesi gerekir. (2/1-5, 3/133-135). 18’inci âyette müttaki müminlerin bir özelliği zikredilmiştir: Malını Allah yoluna harcamak ve fakirlere yardım etmek’(tir; İ. KARAGÖZ 8/549)

(…) Ehl-i sünnet müfessirlerinin çok büyük bir ekseriyeti söz konusu âyetin Hz. Ebûbekr hakkında nâzil olduğunu öne sürmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ebû Bekr Mekke’de müslümanlara karşı yapılan büyük zulümler karşısında kayıtsız kalmayarak köleleri satın alıp özgürlüklerine kavuşturma olayı başta olmak üzere, mal varlığı ile ilgili tüm konularda müslümanların yanında yer almıştır. Bu yüzden Yüce Allah Mekke’nin ilk yılında indirmiş olduğu bu sûrede söz konusu zâta atıfta bulunarak onun örnek bir şahsiyet olduğuna vurgu yapmıştır. (…) İlgili âyetteki ‘el etkâ’ sıfatını, sâdece Hz. Ebûbekr ile sınırlamak doğru bir anlayış olmayabilir. Çünkü onun yaptığını yapan, yâni mal varlığını Allah rızâsı için harcayan tüm müslümanlar kendilerini ateşten korumuş olmaktadırlar. O hâlde burada ele almış olduğumuz âyetleri –Ehl-i sünnet müfessirlerinin de dediği gibi – özel olarak Hz. Ebûbekir (r), genel olarak da aynı vasfı taşıyan tüm müslümanlar için söz konusu etmek daha isâbetli bir yol olsa gerektir. (M. DEMİRCİ, 3/577)

(19, 20).‘Müttaki mümin, yanındaki verilecek nîmeti, bir kimseden şükran beklemek için değil, ancak yüce Rabbinin rızâsını kazanmak için verir.’ İbn Kesir şöyle der: ‘Âhiret yurdunda, cennet bahçelerinde Rabbini görebilme ümidiyle malını vermiştir. (S. HAVVÂ, 16/236)

Burada zikredilenden anlaşılan odur ki, üstünlük açısından en yüce verme Allah rızâsı için olandır. Ortası ise, âhirette karşılığını almak üzere verilendir. En düşüğü ise mubah olan dünyevi bir amaçla verilendir. Riyâ ve gösteriş için ya da başka bir amaçla verilene gelince, bu mubah değildir. (İ. H. BURSEVİ, 23/421)

(21).‘Elbette o da hoşnut olacaktır.’ Nihâyet son âyette Allah rızâsına böylesine değer veren, kendisini bu rızâdan mahrum bırakacak günahlardan sakınan, tamâmen karşılıksız olarak seve seve insanlara yardım edenlerin, Allah tarafından râzı edilecekleri;  yâni korktuklarından emin ve umduklarına nâil olacakları müjdelenmiştir ki, inanan bir kimse için bundan daha büyük bir müjde olamaz. (KUR’AN YOLU, 5/635)