Medîne döneminde inmiştir. 120 âyettir. Üçüncü âyeti Vedâ Haccı’nda Arafat’ta inmiştir. Sûre adını 112 ve 114. âyetlerde Hz. Îsâ’nın Allah’tan istediği bir sofra olan Mâide’den almaktadır. İçinde münâfıklara, Ehl-i Kitâb’a ve bâzı İslâmî hükümlere yer verilmiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/105)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
5/1-2 AKİDLERİN GEREĞİNİ YAPMAK
1. Ey îman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramda iken avlanmak helâl değildir. Ancak (aşağıdaharamolduğu) bildirilenler dışındaki ehlî (kurbanlık) hayvanlar (deve, sığır, koyunvb.), size helâl kılındı. Allah dilediğini hükmeder. [krş. 2/27]
2. Ey îman edenler! Allâh’ın şiarlarına (dîninesaslarına, alâmetlerine, haciçinkoyduğuemirveyasaklarına, yapılmasıgerekenşeylereve) haram aya, gönderilen kurbana, gerdanlara / gerdanlık takılanlara ve Rablerinden bol nimet (ticâret) ve rızâ isteyerek Beyt-i Harâm’a yönelip gelenlere sakın saygısızlık etmeyin! İhramdan çıktığınız zaman isterseniz avlanabilirsiniz. (Hudeybiye’de) Mescid-i Haram’dan sizi men ettikleri için bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haddi aşmaya sevketmesin. İyilik ve takvâ (Allâh’ınemirlerineuygunyaşama / karşıgelmektensakınma)da yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun! Şüphesiz Allâh’ın, azâbı çok şiddetli olandır.
1-2. ‘..Sözleşmeleri yerine getirin.’ Akit, hukuki bir sonucu meydana getirmek üzere karşılıklı iki irâdenin birbirine uygun olarak açıklanmasıdır. (..) Mecellede akit: Tarafların bir husûsu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki, îcâp ve kabûlün irtibâtından ibârettir. (KUR’ÂN YOLU, 2/202, 203)
Îmân bir akittir. Siz bu akit ile Allâh’a karşı birtakım sözleşmeler, akitler yaptınız. Sonra kendiliğinizden (adak, yemin gibi) veya kendi aranızda veya bütün insanlar arasında birtakım sözleşmeler yapar, bağlanırsınız. İşte bütün bu akitleri yerine getiriniz. (ELMALILI, 3/143)
Akitlerin Çeşitleri: Bir insan (1). özgür irâdesiyle îman edip müminolduğuzaman Allâh’a ve Peygamberine itaat edeceğine, İslâm’ın hükümlerini uygulayacağına, emir ve yasaklara, helâl ve haramlara uyacağına söz vermiş olur. Bu itibarla müminin bu sözüne hakkıyla uyması ve dîni hükümleri uygulaması gerekir. (..) Aksi davranış ahde, söze ve sözleşmeye uymamak ve ihânet etmektir. (2/27, 8/56, 13/25, 16/92). (İ. KARAGÖZ 2/237).
Kur’an ve sünnete uygun olarak yapılan (2).alım – satım, (3). sipâriş, (4). iş (akdi), (5) görev, (6) kirâ, (7) borç, (8) ödünç, (9) emânet, (10) hibe, (11) rehin, (12) kefâlet, (13) evlilik (nikâh), (14) sulh ve benzeri kişi ile kişi, kişi ile şirket veya kurum, kuruluş, şirket ile devlet ve devletlerarasında yapılan bütün akitler, bu âyetin hükmüne dâhildir. (İ. KARAGÖZ 2/238) Hz. Peygamber, gayr–i müslimlerle yapmış olduğu akitlerin yerine getirilmesine son derece önem vermiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/203)
Bu ve benzeri akitlere, sözleşmelere, verilen sözlere zamânında ve hakkıyla uyulması gerekir. Buna ahde vefâ denir. Ahde vefâ göstermek, akitlere riâyet etmek, verilen sözleri tutmak farzdır. Verdiği sözü ve yaptığı sözleşmeyi yerine getiren sevap kazanmış; yerine getirmeyen ahit ve akitlerine ihânet etmiş, kul hakkı üstlenmiş ve günaha girmiş olur. (İ. KARAGÖZ 2/239).
Bu âyetten hareketle Ebû Hanife ve İmam Mâlik anlaşma yapılır-yapılmaz akdin kesinlik kazanacağı ve tek taraflı irâde ile bozulamayacağı sonucuna ulaşmışlardır. (KUR’ÂN YOLU, 2/204)
Sözleşme toplumda sosyal ve hukûkî bir konudur. Devletler, hükümetler ve halk birbirlerine hak ve vazifeleri bakımından bir sözleşme içindedirler. Ancak Allâh’ın emrine uygun olarak bu yerine getirilmekle toplumda sosyallik, hukûkîlik ve yükselme olur. Aynı zamanda Allâh’a îmân etmek de O’nunla yapılan bir sözleşme (akit)tir. Buna bağlılık da O’nun emirlerine / Kur’ân’ın hükümlerine bağlılıkla olur. (H. T. FEYİZLİ, 1/105)
‘Size çeşitli hayvanlar helâl kılındı, ancak haram olması okunan müstesna. ‘Behîmetü‘l En‘âm: Karada veya denizde yaşayan dört ayaklı hayvan anlamında kullanılır. En’âm, ‘neam’ ın çoğulu olup, sığır, koyun ve keçi gibi evcil hayvanların yanında (6/142) ceylan, geyik vb. yabâni hayvanları da içine alır. Bu anlayışa göre, pençeli ve yırtıcı hayvanlar ile at, eşek, katır gibi tek tırnaklı hayvanlar bu gruba girmez. (KUR’ÂN YOLU, 2/204)
‘Behîme denilen evcil hayvanlar size helâl kılındı’ demek, etlerinden yenilebilir, sütleri içilebilir, derileri kullanılabilir, yünleri ve güçlerinden yararlanılabilir, demektir. Hayvanların bu yararları çeşitli âyetlerde beyan edilmiştir. (6/142, 16/5-8, 23/21-22; İ. KARAGÖZ 2/240).
Bu sûrenin 3. âyetinde haram olduğu açıklananlar dışında kalan ve en’am denilen hayvanlar helâl kılınmıştır. İhramlı olmayanların avladıkları hayvanların eti de, helâl kılınmıştır. İhramlılar, başkalarının avladığı hayvanların etini yiyebilirler. (KUR’ÂN YOLU, 2/204)
‘Ey Îmân edenler. Allâh’ın nişânelerine, haram olan aya, …… saygısızlık etmeyin.’ Allâh’ın nişâneleri: Dînin esasları, alâmetleri, hac için koyduğu emir ve yasaklar. (H. T. FEYİZLİ, 1/105)
Hacsûresinde Mescid-i Haram, Kâbe, tavaf, namaz, secde, rükû, hac, kurban, kurbanlık hayvanlar, Allâh’ı zikretmek ve adakları yerine getirmekten söz edildikten sonra (22/25-29) önce, ‘Bu böyledir. Kim Allâh’ın hükümlerine saygı gösterirse bu, Rabbi katında kendileri için bir hayırdır.’ (22/30). buyrulmuş sonra, ‘Bu, böyledir. Kim Allâh’ın nişânelerini yüceltirse şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.’ (22/32) buyrulmuştur.Buikiâyetten Allâh’ın dîni ile ilgili hükümlerin Allâh’ın nişâneleri olduğu anlaşılmaktadır. (İ. KARAGÖZ 2/244).
‘Rablerinden bol nîmet ve hoşnutluk isteyerek kâbe’ye gelenler’ cümlesinde kasdedilenler müşriklerdir. (..) Mekke’nin fethedildiği yıl çevredeki müşrikler Mekke’yi ziyârete gelmişler ve umre yapmak istemişlerdi. Müslümanlar ‘Ey Allâh’ın elçisi! Bunlar müşriktir, Kâbe’ye sokmayalım, baskın yapalım’ demişler, âyet bunun üzerine inmiştir. Daha sonra Tevbe sûresinin ‘Ey îman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar’ (9/28) anlamındaki âyet ile müşriklerin Mescid-i Harâm’a girmeleri yasaklanmış ve ‘Rablerinden bol nîmet ve hoşnutluk isteyerek Kâbe’ye gelenler’ hükmü, sâdece Müslümanlara özgü kalmıştır. (İ. KARAGÖZ 2/244, 245).
Allâh’ın fazlını, rahmetini, nimetini, hoşnutluğunu isteyerek Mescid-i Harâm’ı ziyâret etmek isteyenlere saygısızlık etmeyin, taarruza kalkışmayın. Mescid–i Harâm’a küfür, şirk için gelenler engellenir, gerektiğinde saldırılır, hatta öldürülürler. (S. HAVVÂ, 3/445)
İhramdan çıkınca av yapmak helâldir: ^..ihramdan çıktığınız zaman avlanın’ demek, ‘avlanabilirsiniz’ demektir. Yasaktan sonra gelen emir, ‘ibâha’ (mubahlık) ifâde eder. Dolayısıyla âyetteki bu emir de ittifakla mubahlık ifâde eder.
‘haram olan aya…. Saygısızlık etmeyin.’ İslâm âlimleri, haram aylarda müşriklerle, kâfirlerle ve isyancılarla savaşmanın helâl olduğuna dâir icmâda bulunmuşlardır. Bu aylarda bu gibilerle savaşmak helâl sayıldığı gibi, yılın diğer aylarında da savaşmak helâldir. (S. HAVVÂ, 3/444)
‘…bir kavme olan buğz (kin, kızgınlığınız) sizi haddi aşmaya sevk etmesin!’ Bu âyette, dînin kutsal değerlerinin çiğnenmesi yasaklanmış, ardından intikam alma davranışlarına yönelinmemesi emredilmiştir.
Müşrikler hicretin 6. yılında umre için Medîne’ye gelen Müslümanları engelleyerek şehre sokmamışlar, Kâbe’yi tavaf etmelerine müsâade etmemişlerdi. Ancak bir yıl sonra Müslümanların Kâbe’yi tavaf etmelerine izin verileceği hükmünü içeren Hudeybiye antlaşması yapıldı. Âyetten anlaşıldığına göre müşriklerin Müslümanlara karşı düşmanca tutmları ve bu arada onları büyük bir özlemle arzuladıkları Kâbe ziyâretinden engellemeleri bâzı Müslümanları intikam alma düşüncesine sevketmiş, Müslümanlar Mekke’yi fethederek oranın yönetimini ellerine geçirince bâzı kimseler daha önce kendilerine kötülük etmiş olanları cezâlandırmak ve yapılan kötülüklere misillemede bulunmak istemişlerdi. Ancak âyet, olayın Müslümanların zulüm yapmalarına gerekçe olamayacağını bildirmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/207)
İhânete ihânetle karşılık vermemek, Müslümanlığın şiârıdır. Hz. Peygamber (s) ‘Sana ihânet edene, sen ihânet etme’ (Tirmizi) buyurmuştur. Bir Müslüman, kendisine yapılan kötülüğe ancak misli ile karşılık verebilir. Fazlasıyla karşılık veremez, haddi aşamaz, sabredip karşılık vermemesi daha hayırlıdır. (2/194, 16/126, 43/40, İ. KARAGÖZ 2/246).
‘İyilik ve takvâda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın.’ Birr: İyilik, erdemlilik, ihsan etmek, itâat etmek, doğruluk. İsm: Günah, işleyene cezâ gerektiren, insanı hayır ve sevaptan alıkoyan fiildir. (KUR’ÂN YOLU, 2/208) Birr kelimesi farz, vacip, sünnet ve mendup bütün görevleri ve bütün hayırları içeren bir kelimedir. (..) Takvâ, insanın kendisini Allâh’ın himâyesine koyarak, âhirette zarar ve eleme sebep olacak şeylerden titizlikle korunması yâni günah olan şeylerden geri durup, hayır ve sevap olan şeylere sarılması, bütün farzları ve itaat olan işleri ve görevleri yapması, yasaklardan ve haramlardan kaçınması demektir. (İ. KARAGÖZ 2/246, 247).
Hadîs: Birr, nefsin kendisinde huzur bulabildiği şeydir.
Hadîs: İs(i)m (Günah): kalbinden geçen ve insanların buna öğrenmesini istemediği şey, demektir. (Müslim, Tirmizi’den S. HAVVÂ, 3/446)
Hadis: ‘İs(i)m, göğsüne sıkıntı veren (ya da tırmalayan) ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.’ (Müslim Birr 5; İ. KARAGÖZ 2/247).
Hadis: ‘Kardeşine zâlim olsun, mazlum olsun yardım et.’ Bunun üzerine bir sahâbi ‘Yâ Rasûlâllah! Mazlum olan kişiye yardım edebiliriz, fakat zâlime nasıl yardım edeceğiz?’ dedi. Peygamberimiz (s) ‘Zâlimin iki elini tutar(ak) engel olursunuz’ buyurdu. (Buhâri Mezâlim 4). Bu âyet-ü kerime ve hadisi şerif ile suçu ve suçluyu, günahı ve günahkârı övmek, tasvip etmek ve teşvik etmek, suçluya ve günahkâra suç ve günah işlemesi konusunda yardım etmek, suç örgütlerine destek vermek yasaklanmaktadır. (İ. KARAGÖZ 2/248).
5/3 YENİLMESİ HARAM OLAN HAYVANLAR
3. (Ey müminler!) Ölü hayvan (leş), (çıkmış) kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan; henüz canı çıkmadan yetişilip (şartlarınauyguntarzda) kesilenler dışındaki boğulmuş, (taşveyasopavb. ile). vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, (başkabirhayvantarafından) boynuzlanma sonucunda (ölmüş). ve yırtıcı hayvanlarca parçalanmış; bir de dikili (putlaştırılmış) taşlar için boğazlanmış (hayvanlarınetleriniyemeniz). ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. İşte bunları yapmak, (Allâh’a) itaatsizliktir. Bugün küfre sapanlar / inkârcılar dîniniz(iortadankaldırıpsizikendilerineçevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün dîninizi kemâle erdirdim, size nîmetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayattarzıolan) İslâm’ı beğenip seçtim. (İştedindekibuyasaklarauymaklaberâber) kim açlıktan çâresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin / istek duymaksızın (busayılanharametlerdenyiyebilir). Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
3-3. Kur’ân-ı Kerîm’de, yeryüzündeki bütün imkânların insanlık için yaratıldığı (2/29), göklerde ve yerde ne varsa hepsinin insanın emrine verildiği (45/13) bu nedenle temel kural aksine delil bulunmadığı sürece helâllik olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle Kur’ân’da iyi ve temiz şeylerin helâl kılındığı belirtilmiştir. (2/172, 5/4, 7/32) (..) Kur’ânda yiyeceklerin haramlığı konusunda ortak nokta pis ve iğrenç şeylerin yenmemesi konusudur. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin alınmaması da genel ilkelerdendir. (2/195) (KUR’ÂN YOLU, 2/208, 209)
‘Size şunlar haram kılındı:
(1) Ölü, leş, haram kılındı.’ Kendikendineölüp, murdarolanhayvandemektir. Ancak balık ve çekirge mürtesnâdır. (S. HAVVÂ, 3/448)
(2) ‘akan kan’ Haram kılınmıştır. Boğazlanma yâhut başka bir sebeple (KUR’ÂN YOLU) hayvanın damarlarından akıp boşalan kandır. Ancak, ciğer, dalak ve damarlarda kalıp kesimden sonra çıkmayan kan ise, haram değil, mubahtır. (S. HAVVÂ,3/448)
(3) ‘domuz eti’ haram kılınmıştır. Domuzun tamâmı haramdır. (S. HAVVÂ) 6/145. âyette, rics (maddî ve mânevî bakımdan pis, murdar) olarak nitelendirilmiş, 7/157 ve diğer delillere göre, evcil olsun, yabâni olsun, domuzun kemiği, yağı ve sütü dâhil, bütünüyle haram olduğuna hükmetmişlerdir. Hz. Peygamber domuz alım satımını da haram kılmıştır. (KUR’ÂN YOLU, 2/210)
(4) ‘Allah’tan başkası adına boğazlananlar’ haram kılınmıştır. (..) Yâni Lât ve Uzzâ heykelleri adına kesilen veya kesim esnasında başka bir varlık adına kesilen hayvan da haramdır. Bu şekilde kesilen hayvan, tıbbi bakımdan değil, mânevi sebeplerle murdar sayılmıştır. (S. HAVVÂ, KUR’ÂN YOLU) Hayvanı Allah ‘tan başkası adına kesmek şirktir. (ELMALILI, 3/150)
(5) ‘boğularak ölen hayvanlar’ haram kılınmıştır. Gerek takıldığı iple, gerek kemend ile gerek el, ağaç, taş arasına sıkışarak, yâni nefesi sıkışarak ölen (ELMALILI, 3/151) hayvanların eti murdar olup, haramdır. (KUR’ÂN YOLU, 2/211)
(6) Herhangi bir ‘darbe ile vurulup ölmüş’ olan. Böyle bir hayvanın kanı akıtılmadığı için eti murdar sayılmış, haram kılınmıştır. (KUR’ÂN YOLU, 2/211)
(7) Yüksekten aşağı veya bir kuyuya, bir suya ‘düşüp ölen’
(8) ‘Tosuşan’ yâni süsülmüş ve süsmüş olan.
(9) ‘Canavarın yediği’ Yırtıcı bir hayvan tarafından telef edilen (ELMALILI) (..) Yırtıcı hayvan tarafından bir kısmı yenmiş ve aldığı yara sonucu ölmüş olan bir hayvan da haramdır. Yırtıcı hayvan tâbirine aslan, kaplan, pars, köpek, kurt ve daha başka hayvanlar girer. (S. HAVVÂ, 3/449) (..) Sebu’ : Sivri dişleri bulunan, saldıran, kapan, yırtan, öldüren herhangi bir yırtıcı hayvan demektir ki, pençe denilir. Pençesi bulunan yırtıcı kuşlar da aynı mânâda dâhildir (ELMALILI, 3/151)
‘Ancak, tezkiye ettikleriniz müstesnâ’ Henüz canları çıkmadan, yetişip kesmek sûretiyle, hayatlarına son verdikleriniz haram değildir. Şu hâlde debelenirken, gözünü kırpar, kuyruğunu oynatır veya bacağını depretirken bile yetişip kesilebilenler helâl olur. (ELMALILI, 3/152)
Âyette geçen ‘tezkiye’ kelimesi, hayvanın nefes ve yemek borularıyla atardamar ve toplardamarını ‘bismillâh’ deyip, bıçak gibi kesici bir âletle keserek vücudundaki kanını boşaltması ile gerçekleşir. Eti yenecek hayvanı kadın olsun, erkek olsun kesen Müslüman veya ehl-i kitap bir kimsenin (5/5)usulüne uygun olarak Allah adına kesmesi gerekir. Bu şartlar bulunmadığı takdirde hayvan tezkiye edilmiş olmaz ve bu hayvanın eti yenmez. (İ. KARAGÖZ 2/250, 251)
(10) ‘dikili taşlar ‘(putlar) üzerine boğazlananlar’ haramdır. (..) Câhiliye devrinde Kâbe’nin çevresinde, üzerlerine kurban keserek ululadıkları taşlar (putlar) vardı. Bu taşlar / putlar üzerine kurban kesmek haramdır. (S. HAVVÂ,3/450) ‘Allah’tan başkası adına kesilenler’ haram olduğundan dolayıdır ki, bir âmirin veya büyüklerden birinin gelişinden dolayı kurban kesmek haramdır. Fakat Allah için, misâfire ikram veya fakirlere sadaka olarak dağıtmak üzere kesmek câizdir. (ELMALILI, 3/157)
(11) ‘Fal oklarıyla kısmet aramanız’, size haram kılınmıştır. (..) Câhiliye Arapları bir yolculuğa, bir harbe, bir ticârete, bir nikâha teşebbüs edeceklerinde üç zar ile kısmet çekerlermiş. (ELMALILI)
Câhiliye döneminde dikili taşlar (putlar) için kesilen hayvanın parasını kimin vereceğine, etinin nasıl dağıtılacağına fal oku çekilirdi. Bu tür paylaşım, bir tür kumar olduğu için bu et de haram sayılmıştır. (KUR’ÂN YOLU, 2/213)
Fal: Çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme demektir. Fal açmanın, İslâm’daki hükmüne gelince: Kur’ân-ı Kerîm gayb bilgisinin Allâh’a mahsus olduğunu vurgulamıştır. (3/179, 7/188), insanların bu bilgiden ancak, Allâh’ın dilediği sâhip olabileceklerini, bunun yolunun ise vahiy olduğunu bildirmiştir. Hz. Peygamber, kâhinlere gidip, onların verdiği bilgiyi tasdik edenin kâfir olacağını bildirmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/213-4)
Âyetin sonunda yenilmesi haram olan bu etlere bir istisnâ getirilmiştir: Bu istisnâ, bir kişinin aç kalıp yiyecek helâl bir şey bulamamasıdır. (..) Şiddetli açlık çeken kimse iki şart ile haram etlerden yiyebilir: (a). Günaha meyletmemek, Bunu ‘günaha meyletmeksizin’ cümlesi ifâde etmektedir. Bununla maksat haramdam ihtiyaç fazlasını yememektir. (b). İstismar etmemek ve zaruret ölçüsünü aşmamak. Bu husus En’am sûresinin 145. Ve Nahl sûresinin 115. Âyetinde ‘Kim başkasının hakkına tecâvüz etmeksizin ve zarûret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa yiyebilir’ cümlesiyle ifâde edilmiştir. (Ayrıca bk. 2/173; İ. KARAGÖZ 2/252).
‘Bugün kâfirler dîninizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler..’ Âyette geçen ‘bugün’den maksat, Mekke’nin fethedildiği gündür. Mekke’nin fethedilmesi ile müşrikler, İslâm’ı yok edemeyeceklerini ve Müslümanları kâfir yapamayacaklarını anladılar ve ümitlerini kestiler. Yüce Allah, müşrikler istemese de nurunu tamamladı. (61/8; İ. KARAGÖZ 2/252, 253).
‘Bugün dîninizi kemâle erdirdim.’ Bu âyet, hicri 10. yılda Vedâ haccında, Arefe günü olan Cuma günü, Arafat’ta inmiştir. (..) Size, bütün îmân, inanç ve ahlâk kurallarını koydum ve en mükemmel şer’i hukuk usûlü ve ictihad kânunlarını öğrettim. Bundan sonra, bu ahkâmın bu helâl ve haramın hükmü kaldırılma ihtimâli kalmadı. (ELMALILI, 3/159)
Yüce Allah Peygamberimiz Hz. Muhammed (s) ile insanlık âlemine tebliğ ettiği son hak din İslâm’ı kemâle erdirmiş, gerekli olan emir ve yasakları, helâl ve haramları, kişisel, sosyal, siyasal ve hukuki ilke ve hükümleri (..) bildirmiş (4/48) böylece kullarına olan nimetini tamamlamış ve din olarak İslâm’dan râzı olmuştur. (İ. KARAGÖZ 2/253)
‘ve size nîmetimi tamamladım.’ Başarıvehidâyetletamsaâdeteeriştirdim, gâlipvemuzafferkıldım. Mekke’yifethetmeyicâhiliyenişâneleriniyıkmayı, müşrikleriKâbe’yeyaklaşmaktanengellemeyi, emniyetlehaccıedâetmeyinasipettim. (ELMALILI, 3/158)
Bakara2/281 âyeti ‘Bir günden korkunuz ki, o gün hepiniz Allâh’a döndürüleceksiniz.’ Âyeti de bundan sonra, ertesi gün kurban bayramının birinci günü inmiş ve 81 gün sonra peygamberimizin vefâtı gerçekleşmişti. (..) Hz. Peygamber, bu âyeti okuduğu zaman ashâb-ı kiram gerçekten sevinmiş, fakat Hz. Ebû Bekir, ağlamıştı. Sorulduğunda, ‘Bu âyet, Rasûlullah’ın vefatının yaklaştığını gösteriyor’ demişti. (ELMALILI, 3/159)
(..) Âyetin söz konusu ettiği ‘bugün dîninizi tamamladım’ ifâdesi, bir taraftan vahyin nihâyete ermek üzere olduğunu, diğer taraftan İslâm’ın içeriğini oluşturan esasların tamamlandığını haber vermektedir. Bu cümle, ayrıca insanlığın atası, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den bu yana gönderilen ilâhi vahiylerin İslâm dîniyle tamamlandığı anlamına gelmektedir. Ancak burada şunu da belirtelim ki, vahyin tamamlanması, onun başlangıçta ilkel ve basit olup, sonradan mükemmelleştirildiği anlamında değildir. Çünkü vahiy, Ahmed Hamdi AKSEKİ’nin de dedği gibi (İslâm Dîni, s. 19 vd.) iptidâi / başlangıç kemalden, nihâi / son kemâle doğru bir seyir tâkip etmiştir. Yâni son ilâhi vahiy nasıl mükemmelse, ilki de öyle mükemmeldir. Zîrâ her vahiy, içeriği itibâriyle gönderildiği toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek niterliktedir. O halde bütün ilâhi vahiyler mükemmeldir. Bu yüzden İslâm’ın kemâli’ sözünü, vahyin evrensel bir niteliğe kavuşturularak tamamlanması şeklinde anlamak gerekmektedir. (M. DEMİRCİ, 1/322, 323)
5/4-5 HELÂL KILINANLAR
4. (Ey Peygamberim!) Kendilerine hangi şeylerin helâl edildiğini sana sorarlar. De ki: “(Bütün) iyi ve temiz olanlar size helâl kılındı. Alıştırarak Allâh’ın size öğrettiğinden kendilerine öğrettiğiniz avcı hayvanların (kendilerinedeğil) size tutuverdiklerinden yiyin ve üzerine (bunlarısalarken) Allâh’ın adını anın (besmeleçekin). Allâh’ın emrine uygun yaşayın / aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah hesâbı çok çabuk görendir.”
5. (Ey müminler!) “Bugün size iyi ve temiz olanlar helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (İslâm’auygun) yiyeceği (avladığıvekestiği) size helâl ve sizin (kestiğiniz) yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü’minlerden nâmuslu / iffetli kadınlarla sizden önce kendilerine kitap verilenlerden nâmuslu hür kadınlar, (siz) nâmuslu / iffetli, zinâya sapmamış ve (onları) gizli dost da edinmemiş olarak kendilerine mehirlerini ver(ipnikâhed)ince (sizehelâldirler). Kim (ilâhîhükümlere) inanmayı kabul etmez / inkâr ederse, onun (bütün) ameli boşa gitmiştir. O âhirette de zarar ve ziyâna uğrayanlardandır.”
4-5. (4).‘Size bütün iyi ve temizler helâl kılındı.’ Tayyib: Lezzetli, temiz ve iyi şey demektir. İslâm’a göre, eşyâda aslolan mubah olmaktır. Bu genel kural, haram olduğuna dâir hakkında delil bulunmayan her şey için geçerlidir. (KUR’ÂN YOLU, 2/213)
Allâh’ın kitabı ile Hz. Peygamberin sünnetinde hakkında, haramlığına ilişkin hüküm olmayan her şey, tayyibât’tır. Buna bağlı olarak, icmâ-ı ümmet ve kıyâs-ı fukahânın da haramlığında karar kıldıkları şeyler dışında her şey helâldir. (S. HAVVÂ, 3/456)
‘Allâh’ın size öğrettiği ile alıştırıp öğrettiğiniz avcı hayvanların’ ‘tutup getirdikleri helâl kılınan, av köpeği, pars, tavşancıl kuşu, doğan, şâhin vb. gibi av hayvanlarının ‘sizin için tuttuklarını yiyin.’ Bilindiği gibi av hayvanlarının evcilliği, yakaladığı avı, sâhibine getirmesi ile anlaşılır. Aksi takdirde haramdır. (..) (S. HAVVÂ, 3/456, 457)
Bir av hayvanının etinin helâl olması için şu şartların birlikte bulunması gerekir: (1). Av yapan kişinin Müslüman veya ehl-i kitap olması, (2). Av hayvanlarının ehli değil vahşi olmasıi (3). Avın (..) kesici veya delici bir âletle veya eğitilmiş köpek, doğan ve şâhin gibi hayvan ve kuşlarla yapılması, (4). Eğitilen av hayvanlarının yakaladığı avı, kendisi yemek için değil, sâhibi için tutması, (..) (5). Avcı hayvanı gönderirken, avcı hayvanın yakaladığı avhayvanını keserken ve etini yerken besmele çekilmesi gerekir. (İ. KARAGÖZ 2/255, 256)
‘Ve üzerine Allâh’ın adını anın.’ Hadîs: Av köpeğini saldığın zaman, Allâh’ın adını an, okunla attığın zaman buna da Allâh’ın ismini an. (Buhâri, Müslimden, S. HAVVÂ, 3/458)
‘Kitap verilmiş olanların kestikleri sizin için helâldir.’ Yâni Yahûdi ve Hıristiyanların kestikleri sizin için helâl kılınmıştır. Zîrâ kitap ehli de Allah’tan başkası adına kesilenleri haram saymaktadırlar. Onlar da kestikleri hayvanlar üzerine Allah adını anıyorlar. (S. HAVVÂ, 3/459)
‘Bir de kitap ehlinin yiyeceği yâni gerek bu temizlerden kestikleri ve avladıkları ve gerek ekmek ve diğerleri gibi yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Yâni, yedirir ve satabilirsiniz. (ELMALILI, 3/165)
Ehl-i Kitabın yemeğinin Müslümanlara helâl olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir: (1). Yemek et ise, etin koyun ve keçi gibi eti yenen bir hayvan olması, etin üretildiği hayvanın usulüne uygun olarak kesici bir âlet ile kesilmiş olması, kesilen hayvanın Allâh’ın adıyla kesilmiş olması, kesen kişinin Müslüman veya ehli kitap olması, (2). Ehl-i kitabın pişirdikleri yemeklerin içerisine alkol veya ölmüş hayvan eti veya domuz eti gibi İslâm’ın haram kıldığı bir şey katılmamış olması, (..) (3). Yahûdi ve hıristiyanların yemek pişirdiği ve yediği kaplarda domuz eti ve içki gibi haram bir şeyin bulaşığı varsa bu kaplarda temizlenmeden yemek yenmez. (Buhâri). Kaplar temizlenirse, o zaman yemek yenebilir. (Tirmizi, İ. KARAGÖZ 2/257).
Âyetten anlaşılacağı üzere Yahûdi ve Hıristiyanlar dışındaki dinsizler, sâbiiler, ateşe tapanlar veya dinden dönenlerin yiyeceklerinin yenmesi câiz değildir. (S. HAVVÂ, 3/461)
‘Ve sizden önce kitap verilenlerden iffetli kadınlar (size helâl kılınmıştır)’ Bu âyet, Müslümanların, Ehl-i kitaptan hür ve iffetli kadınlarla evlenebileceklerini ifâde eder. Ebû Hanife’ye göre, Ehl-i kitâbın iffetli olan câriyeleriyle de evlenmek câizdir. (KUR’ÂN YOLU, 2/221)
Âyet-i kerimede üç şart ile ehli kitaptan olan hür kadınlarla evlenmenin Müslüman erkeklere helâl olduğu bildirilmektedir: (1). Mehirlerini vermek, (..) (2). Hür ve iffetli olmak, (3). Gizli dost edinmemek. (İ. KARAGÖZ 2/258).
Ayrıca bir baba ne kadar dindar olursa olsun, çocukların yetişmesinde annenin de büyük etkisi vardır. Bundan dolayı çocuklara annelik yapacak kadınların dînî bakımdan son derece hassas davranmaları gerekmektedir. Bütün bunları göz önüne alarak diyebiliriz ki, şâyet Müslüman toplumlarda evlilik bakımından bâkire bayanların ihmal edilme tehlikesi yoksa kendileriyle izdivaç kurulacak kitâbi bayanların da Müslüman bir toplumda yaşamaları sağlanarak doğan çocukların İslâmi kültürle yetişmeleri imkânı varsa, işte bu durumda söz konusu âyetin ortaya koymuş olduğu ruhsattan yararlanmak mümkün olabilir. Aksi durumda bu tür evlilikler – özellikle gelecek nesiller açısından – birtakım tehlikeleri de berâberinde getireceği için konjonktürel olarak sıkıntılı görünmektedir. (M. DEMİRCİ, 1/327)
5/6 ABDEST, GUSÜL, TEYEMMÜM
6. Ey îman edenler! Namaz kılacağınız zaman (abdestliolun,bununiçin) yüzlerinizi, dirseklere kadar (dirseklerdâhil) ellerinizi yıkayın, (elleriniziyenidenıslatıp) başlarınızı meshedin ve her iki topuk kemiğiyle berâber ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz tam temizlenin (boyabdestialın). Eğer hasta yâhut yolculukta iseniz veya sizden biri abdest bozmaktan gelmişse veya kadınlarla temasta (cinsîmünâsebette) bulunmuşsa, bu hâlde su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa (niyetle) yönelin, yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size bir güçlük çıkartmayı istemez, fakat şükredesiniz diye sizi (maddîvemânevî / bedenselveruhsalyönden) tertemiz yapmayı ve üzerinize (dinvedünyânızaâit) nîmetini tamamlamayı ister.
6-6. Abdest, namazların anahtarı ve olmazsa olmaz şartıdır. (Ebû Dâvud). Abdestsiz namaz kabul olmaz. (Ebû Dâvud). İbâdet târihinde hiçbir zaman abdestsiz namaz kılınmamıştır. (İ. KARAGÖZ 2/261).
Abdest, başlangıçta bu âyet ile meşru kılınmış olmayıp, ta Mekke’de namazla berâber farz kılınmış, hatta İslâm’da hiçbir zaman abdestsiz namaz kılınmamış olduğu bilinmektedir. (..) Sahâbeden Alkame b. Ferğa (r.a.) demiştir ki, : Bu âyet ininceye kadar Resûlullah küçük abdestini yapmış olursa, abdest almadıkça ne konuşur, ne de selâm alırdı. Biz söyleriz, o söylemez, biz selâm veririz, o vermez ve almazdı. (ELMALILI, 3/160)
Kur’an’da ‘salât’ kelimesi 1oo’den fazla âyette geçmekte, ısrarla namaz kılınması emredilmekte (2/43, 238) ve namazın vakitli olarak farz kılındığı bildirilmektedir. (4/103). Namazlarını kılanlar övülmekte, (2/3-5, 23/1-8) kılmayanlar ise yerilmektedir. (19/59, İ. KARAGÖZ 2/260).
Hanefi müctehitlere göre yüzü, dirseklerle birlikte elleri ve kolları yıkamak, başı meshetmek ve topuklarla birlikte ayakları yıkamak farzdır. Şâfii müçtehitlere göre bunlara ilâve olarak ‘niyet etmek’ ve ‘abdest uzuvlarını sıraya göre yapmak’ da farzdır. (..) Peygamberimiz (s) abdestte her uzvu üçer kere yıkamış, ayrıca ağzına ve burnuna da üçer defâ su vermiştir. (Tirmizi). (..) Uzuvları birer defâ yıkamak farz, üçer defâ yıkamak sünnettir. Peygamberimiz (s), abdesttesakalınıveparmaklarınınarasını hilâllemiş, kulaklarının içini – dışını ve enseyi meshetmiştir. (Tirmizi, İ. KARAGÖZ 2/262).
Teyemmüm: Su bulunmadığı veya su bulunup ta kullanılamadığı durumlarda niyet ederek, temiz toprağa vurulan avuç içleri ile yüzün ve dirseklere kadar iki kolun mesh edilmesinden ibârettir. Bunlar, teyemmümün farzlarıdır. Bu abdest, kişiyi cünüplükten de kurtarır. Su’dan en az 1.5 km. kadar uzakta bulunmak, hastalık, tehlikeli soğuk, düşman ve susuzluk korkusu, teyemmümü meşru kılan özürlerdir. (H. DÖNDÜREN, 1/212)
Hadîs: Osman b. Affan (r) bir su kabı istedi, ondan iki eline su döküp onları üç defa yıkadı. Sonra ağzına ve burnuna su verdi, sonra yüzünü üç defa yıkadı, sonra kollarını dirseklere kadar üç defa yıkadı, sonra başını meshetti, sonra her bir ayağını üçer defa yıkadı. Sonra da ‘Peygamber (sav) Efendimiz’in bu şekilde abdest aldığını gördüm’ dedi. (Buhâri, Müslim’den Ö. ÇELİK, 1/714)
Hadîs: ‘Şüphesiz ki benim ümmetim kıyâmet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağrılacaktır. Nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın.’ (Buhâri, Müslim’den Ö. ÇELİK, 1/715)
Âyette beyan edilen ikinci husus, ‘cünüplükten temizlenmek’ yâni, ‘gusül abdesti’ almaktır. Rüyâda ve uyanıkken menînin fışkırarak çıkması, menî çıkmasa bile erkek ve kadının cinsel uzuvlarının birleşmesi sebebiyle meydana gelen abdestsizlik hâline cünüplük denilir. Cünüp olan kişi niyet etmeli, ağzını ve burnunu üçer kez su verip çalkalamalı ve bedeninin tamâmını temiz bir şekilde yıkamalıdır. (Ö. ÇELİK, 1/715)
Bu tertemiz olmaya kadınların hayız ve nifastan temizlenmesi de dâhildir. Çünkü Peygamberimiz (s)’e soran bir kadına: “Hayız hâli bitince boy abdesti al, namaz kıl.” buyurmuştur. (Buhârî, “Hac” 8/306) ve yine hayızlı ve nifaslı kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı, hacda tavaf yapamayacağı nakledilmiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/107)
5/7-11 ADÂLETLİ OLMAK
7. (Ey müminler!) Allâh’ın üzerinizdeki gerek (İslâm) nîmetini gerekse “işittik, itaat ettik” dediğiniz zaman O’na (verdiğiniz) andınızı hatırlayın. Allâh’ın emrine uygun yaşayın / itaatsizlikten sakının. Şüphesiz ki Allah gönüllerdekini hakkıyla bilendir.
8. Ey îman edenler! Allah için adâleti hakkıyla yerine getirin, Allah için şâhitlik eden kimseler olun. Bir kavme duyduğunuz kin sizi adâletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allâh’a karşı takvâlı olun (emirlerine ve yasaklarına riâyet edin). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
9. Allah, îman edip sâlih amel(ler) işleyenlere, kendileri için mağfiret ve çok büyük bir mükâfat olduğunu vaadetti.
10. Küfre sapanlara ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da cehennem halkıdırlar.
11. Ey îman edenler! Allâh’ın size bahşettiği (şu) nîmeti hatırlayın: Hani (yahûdivemüşrik) bir topluluk size ellerini uzatmaya (siziöldürmeye, Peygamber’esûikastyapmaya) kalkışmıştı da (Allah,) onların ellerini sizden çekmişti (sizikorumuştu). Siz, Allâh’a karşı gelmekten sakının. (emir ve yasaklarına riâyet edin). Mü’minler ancak Allâh’a dayanıp güvensinler.
7-11. (7).‘Allâh’ın üzerinizdeki nimetini, sizden aldığı sağlam ahdini hatırlayın, o zaman duyduk ve kabul ettik demiştiniz.’ (a). Müminlerin, “Elest bezminde ruhların ‘kâlû belâ’ (evet Rabbimizsin) demeleri” ile inanıp söylediği şehâdet kelimesi ve “Yâ Rabbi! Dinledik ve itâat ettik.” ifâdeleriyle, O’nun hâkimiyetine girmeye ve İslâm’a uygun yaşamaya söz vermeleri demektir. Allah-u Teâlâ bu ahdi hatırlatmaktadır. [bk. 2/285; 7/172] (H. T. FEYİZLİ, 1/107)
(a). Buradaki mîsâk insanların yaratılmadan önce elest bezmi denilen mânâ âleminde ruhların Allâh’a verdikleri söz anlamına gelebileceği gibi, (b). müminlerin Hz. Peygambere Akabe ve Hudeybiye’de verdikleri söz (bîat) de olabilir. (KUR’ÂN YOLU, 2/227)
(b). Bu mîsâktan maksat, Akabe gecesinde ve Bey’atü ‘rrıdvan’da gerçekleşen anlaşma olduğu ve Peygamberimizle olan bu mîsâkın Allâh’a dayandırılması ‘Muhakkak ki sana bey’at edenler / söz verenler, gerçekte Allâh’a bey’at etmektedirler.’ (Fetih 48/10) âyetinin delâletine dayanmış bulunduğu da söylenmiş ise de, bunun Âlemin yaratılması ve Âdem’in yaratılması konularının içinde olup, Fâtiha’da ‘Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz.’ (Fâtiha ¼) diye aktedilen ve sonra ağır ağır bütün Müslümanların Peygamber’e kolay ve zor, sevinç ve keder, bütün durumlarda işitmek ve itâat etmek esâsı üzere îmân, tâbi olma ve bey’atlarıyla belgelenen ve dolayısıyla bütün anlaşmaları içine alan ezeli ahd olması daha açık ve daha tercih olunandır. (ELMALILI, 3/175, 176)
(8).‘Ey îmân edenler. Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle şâhitlik eden kimseler olun.‘ Âyet-i kerime, insanların takvâya erebilmeleri için adâletli olmaları ve düşmanları hakkında kalplerinde besledikleri öfkenin onlara karşı haksızlık yapmalarına sebep olmaması gerektiğini bildirmektedir. Müminler, haksızlığı ortadan kaldırarak hakkı ve adâleti yerine getirmekle mükelleftirler. (KUR’ÂN YOLU, 2/229)
‘… adâletle şâhitlik eden kimseler olun.’ Tanıklık yapmak farz bir görevdir. Bu görevi terk etmek, büyük günahtır, hakkın ve gerçeğin ortaya çıkmasına engel olmaktır. Tanıklığın dosdoğru yapılması gerekir. Yalancı tanıklık yapmak zulüm, büyük günah ve kul hakkı üstlenmektir. Tanıklığın bir menfaat karşılığı değil, Allah için, dînî bir görev olduğu için yapılması gerekir. (İ. KARAGÖZ 2/269).
(11).‘.. Allâh’ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmağa kalkmıştı da’ sizi öldürmek istemişti de. ‘Onların ellerini üzerinizden geri çekmişti.’ Sizi öldürmekten, size saldırmaktan onları engellemişti. (S. HAVVÂ, 3/468)
Bir konaklama yerinde Rasûlullah (s), ashaptan ayrı bir yerde, bir ağacın altında, kılıcı asmış istirahat hâlinde iken bunu gören müşrikler, bu hâli fırsat bilerek hemen bir bedevîyi sûikast için gönderdiler. Gelen şahıs Rasûlullah (s) uyku hâlinde iken O’nun kılıcını alıp başına dikildi, “Söyle bakalım seni benim elimden kim kurtaracak?” dedi. Allah Rasûlü de üç defa, “Allah, Allah, Allah” dedi. Bunun üzerine yâr ve yardımcı olan Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla bedevînin eli tutulup kılıç elinden düştü. Kılıcı alan Rasûlullah (s) aynı şeyi sordu; o da, “Hiç kimse!” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü ashâbını çağırdı, durumu anlattı, fakat ona cezâ vermedi, serbest bıraktı. O da müslüman olarak geldiği yere döndü (bk. Râzî, VIII, 536). Hudeybiye’de Rasûlullah (s) ve müslümanlara yönelik 80 kişilik sûikast girişimcileri de Allah Rasûlü’nün haber vermesiyle yakalanmıştı (bk. 48/18-27). Âyette “size” denilmiş olması, Resûlullah’a yapılan suikast veya herhangi bir hakâretin, bütün müslümanlara yapılmış sayılmasındandır. (H. T. FEYİZLİ, 1/108)
5/12-14 EHL-İ KİTÂBIN AHİDLERİNİ BOZMALARI
12. Andolsun ki Allah, İsrâiloğulları’ndan sağlam bir (Tevrat hükümlerini uygulama) söz(ü) almıştı. İçlerinden de, (kavimlerininhallerinibilenve (Kenan’daki) düşmanakarşıgelmedegüvenilir) on iki toplum lideri gönderm(ekiçinseçtirm)iştik. Allah buyurmuştu ki: “(Eyİsrâiloğulları!) Ben sizinle berâberim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onlara yardım eder ve Allâh’a güzel ödünçle bir borç verirseniz (Allahyolundaharcarsanız) kesinlikle sizin kötülüklerinizi örterim ve elbette sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Sizden kim bundan sonra küfre saparsa, kesinlikle o dosdoğru (hak) yoldan sapmıştır.” [bk. 5/20-25]
13. (Verdikleri) kesin sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar (Tevrat’tagerekRasûl–iEkrem’e, gerekdiğerhükümlereâit) kelimeleri, yerlerinden kaldırıp değiştirirler (krş. 4/46). Onlar uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi de unuttular (Tevrat hükümlerini uygulamadılarlar). (Ey Peygamberim!) İçlerinden pek azı dışında, onlardan yana sürekli bir hâinliğin farkına varıp durursun. Yine de onları affet ve aldırma! Şüphesiz Allah (sâlih amelleri en iyi şekilde yapanları ve) iyilik edenleri sever.
14. “Biz hıristiyanız.” diyenlerden de sağlam söz almıştık; onlar da uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi unut(upbırak)tılar, (böyleceahitleriniveyaşantılarınıbozdular. Herikigrupdakitaplarınıtahrifedipkitaplarındamüjdelenensonpeygamberidereddettiler. [2/146; 6/20]. Biz de (yaptıklarınınbudünyâdakarşılığıolarakgruplararasındaveyakendi) aralarına kıyâmet gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve kin bırakıp saldık. Ve Allah onların yaptıklarını kendilerine (âhirette) haber verecek (vehesapsoracak)tır.
12-14. (12).‘Andolsun ki Allah, İsrâiloğullarından söz almıştı. Biz onlardan oniki temsilci seçmiştik.’ Allah Teâlâ, İsrâiloğulları’nı, Firavun’dan kurtarınca, onları Hz. Mûsâ eliyle Kudüs’e yöneltmiş, orasını kendilerine vatan kıldığını bildirmiştir. Ancak Kudüs’te yaşayan zorba topluluk Ken’âni’lerle savaşıp, oradan sürmeleri gerekiyordu. Hz. Mûsâ, Kudüs’e yaklaşınca oniki kabileden birer kişiyi keşif için çıkarmış, oradaki askeri gücü açıklamamalarını istemişti. İki kişi dışında (5/23) kalan on kişi, Kudüs’tekileri güçlü ve hazırlıklı olduklarından bahsetti, halkı korkuttu ve verdikleri sözü bozdular. (H. DÖNDÜREN, 1/212)
(13).‘Sözlerini bozmalarından ötürü onlara lânet ettik. Kalplerini de katılaştırdık.’ Onları rahmetimizden kovduk, uzaklaştırdık. Kalplerinde merhamet, yumuşaklık duygusu kalmaksızın kaskatı hâle getirdik. (S. HAVVÂ, 3/500)
‘Çünkü onlar kelimelerin yerini değiştirdiler ve Tevrat’ta kendilerine bildirilen (emir ve yasaklardan) çoğunu da unuttular’ Abdullah b. Abbas’a göre âyette geçen kelimelerin tahrifinden maksat –recim yerine celde cezâsının ikâmesi gibi – Yahûdilerin Tevrat’taki hadleri yâni şer’i cezâları değiştirmeleri anlamına gelmektedir. (Taberi) el Hasen el Basri ve Mukâtil’e göre de söz konusu kavram Yahûdilerin Tevrat’ta Hz. Muhammed (s) ile ilgili özellikleri değiştirmeleri demektir. (M. DEMİRCİ, 1/332, 333)
‘İçlerinden pek azı dışında onlardan sürekli olarak hâinlik görürsün.’ Yahûdiler, her zaman hâinlik yapmışlardır. Önceki dedeleri de aynı huyda kimseler idi. Hep peygamberlerine hıyânette bulunmuşlardı. İçlerinden pek az kimse îmân ettiler. (S. HAVVÂ, 3/500)
‘(Ey Peygamberim!) Yine de onları affet, aldırma.’ Yâni îmân ehli olan ve az sayıdaki kişileri bağışla. Eski hatâları yüzünden kendilerini hesâba çekme. (S. HAVVÂ, 3/500) Onlara aldırma, Geçmişi Allâh’a bırak ve geleceğe bak. (ELMALILI, 3/185)
Peygamberimiz (s) Medîne’ye geldiği zaman Müsülümanlar ile yahûdiler arasında bir antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre herkesdînindeözgürolacak, yapılacak saldırıya karşı Medîne birlikte savunulacak, bir problem olursa Peygamberimiz (s) çözüm bulacaktı. Yahûdiler bu antlaşmaya uymadılar, müslümanaların aleyhine hareket ettiler. Müşrikler ile işbirliği yaptılar. İşte yahûdilerin ihâneti ile maksat, bu antlaşmaya riâyet etmemeleridir. (İ. KARAGÖZ 2/276)
Tevbe sûresindeki kıtâl âyeti (9/29) ve 8/58 âyetleri gereği anlaşma yapılan bu topluluk, anlaşmasını bozduğu takdirde, cizye verene kadar savaşılması emredilmiştir. Şâyet Yahûdiler, kendilerine eman verilen zimmet ehli iseler, ihânet ettikleri takdirde muhâkeme edilirler, cezâlandırılırlar. (S. HAVVÂ, 3/500)
İsrâiloğullarından alınan sözün aynısı bizden de alınmıştır. Her kim, kalbinde bir katılık görürse, kendisinin hangi emir ve yasaklarda ifrâta gittiğine baksın. (S. HAVVÂ, 3/502)
Buhtunnasr olayında (M.Ö. 586) Benî İsrâil âlimleri öldürülmüş, Mescid-i Aksâ tahrip edilmiş, tek nüsha olan Tevrat yakılmış ve kimse onu ezberlememişti. Yıllar sonra bu esâretten kurtulduktan sonra, Tevrat’ın hatırlarda kalanlarını toplayıp hevâlarına uygun bir Tevrat ortaya çıkardılar. Bundan dolayıdır ki içerisinde,“Allah altı günde dünyâyı yarattı, yedinci günü (yorulup) istirahat etti.” (Tekvin, Bab 2/1-3) ifâdesi bile vardı. (H. T. FEYİZLİ, 1/108)
(14).‘Biz hıristiyanız diyenlerden de kesin bir söz almıştık.’ Ancak görüldüğü gibi hıristiyanlardan alınan sözleşmeniniçeriğiaçıklanmamıştır. Çünkü ümmetlerden alınan sözleşme bir tektir. (..) ‘Onlar da kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular.’ Yâni ihmal ettiler, terkettiler, hatta daha da ileri giderek buna muhâlefet ettiler. Nitekim muhâlefet ettikleri noktalardan bâzısı Tevhid ve şeriatler konusudur. Bu yüzden de cezâlandırıldılar. ‘Bu yüzden kıyâmete kadar aralarına kin ve düşmanlık saldık.’ Kaldı ki bunların kendi aralarında birbirleriyle olan kin ve düşmanlıkları kıyâmete dek sürüp gidecektir, birbirlerini kâfirlikle suçlayacaklar ve lânetleyeceklerdir. Her bir grup kendi iddiâlarına dayanarak diğer gruba cennetin haram olduğunu ileri sürecektir. İşte bunlar hakkındaki hüküm, kıyâmete dek böylece devam edip gidecektir. (S. HAVVÂ, 3/502)
Bizim ümmetimiz de bize indirilen vahyin birçoğunu unutmuş bulunmaktadır. Bu terk etme ve unutma sonucu, kin ve düşmanlık izlerinin yayıldığını görmekteyiz. Tekrar dînimize dönelim, Allah kalplerimizi birleştirir. (S. HAVVÂ, 3/503)
5/15-19 EHL-İ KİTABI KUR’ÂN’A DÂVET
15. Ey Ehl-i Kitap! Size, Kitap (Tevrat)’tan gizlemekte olduğunuz şeylerin birçoğunu açıklayan ve birçoğundan da (sükûtile) geçiveren Elçi’miz gelmiştir. Doğrusu size, Allah’tan bir Nur (olanİslâmveyaHz. Muhammed) ve apaçık bir de Kitap (Kur’ân) gelmiştir.
16. Allah, Kur’an ile rızâsına uyanları selâmet yollarına eriştirir, onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola iletir.
17. “Hiç şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesih’tir.” diyenler andolsun ki (şirkegirip) kâfir olmuşlardır. (Ey Peygamberim!) De ki: “Öyleyse Allah, Meryemoğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek isterse, O’na karşı (bunuönlemekiçin) kimin elinden bir şey gelir? Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin mülkiyeti / hükümranlığı Allâh’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah herşeye gücü yetendir.”
18. Yahûdiler ve hıristiyanlar: “Biz Allâh’ın oğulları (durumunda)yız.” dediler. (Ey Peygamberim!) De ki: “Öyleyse niçin (Allah) günahlarınız yüzünden size azap ediyor? Bilâkis siz de O’nun yarattıklarından birer beşersiniz. O, kullarından (niyetveamelinegöre) dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü (vehükümranlığı) Allâh’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.” [krş. 5/72-73; 9/30]
19. Ey Ehl-i Kitap! Peygamberlerin arası kesildiği zaman, (öncekipeygamberlerigönderdiğimizgibi) size Elçimiz. (Hz. Muhammed) geldi. (Kıyâmette🙂 “Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi.” Demeyesiniz diye size gerçekleri açıklıyor. İşte size (son) müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah herşeye gücü yetendir.
15-19. (15, 16).‘Ey Ehl-i Kitap! Kitaptan gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıkça anlatan ve birçoğunu da geçiveren Peygamberimiz gelmiştir.’ Yahûdiler, Tevrat’taki Hz. Muhammed (sav)’e îmân, recim / taşlama âyeti, cumartesi yasağını çiğnediklerinden ötürü maymunlara çevrilen bedbahtların kıssası gibi hususları; hıristiyanlar da İncil’deki Hz. Îsâ’dan sonra Ahmed isminde bir peygamberin geleceği yönündeki müjdeyi gizliyorlardı. Bu sebeple onlara Kur’ân-ı Kerîm’de çok şiddetli îkazlar / uyarılar yapıldığı görülmektedir. (bk. Bakara 2/159, 174; Ö. ÇELİK, 1/722)
‘Gerçekten Allah’tan size apaçık bir nûr ve apaçık bir kitap gelmiştir.’ Nûr ifâdesi, Peygamberimiz Muhammed (s)’i ifâde etmektedir. Zîrâ ancak onun vâsıtası ile hidâyete erişilir ve ona uyulur. Bir başka yerde Rasûlullah için Sirâcen: kandil ifâdesi Allah tarafından isim olarak verilmiştir. İzniyle Allâh’a çağıran ve aydınlatan bir ışık olarak (Ahzab, 33/46) (..) Nûrdan maksadın Kur’ân olması mümkündür. Çünkü küfrün, şirkin, şaşkınlığın ve şüphenin karanlıklarını ortaya çıkarıyor ve buna benzer karanlıkları silip süpürüyor. (S. HAVVÂ, 3/503-4)
‘Allah, onunla, rızâsını gözetenleri selâmet yollarına iletir.’ Kur’ân sebebiyle, Allâh’a îmân ederek, peygamberine inanarak ve kitaplarına da îmân ederek rızâsını gözetenleri, azâbından kurtuluşa erdirir ve selâmet yoluna ulaştırır. (S. HAVVÂ, 3/504)
Selâm, Allâh’ın güzel isimlerindendir. Kendisi, her türlü eksikliklerden sâlim olan ve başkalarına esenlik veren anlamına gelir. Ayrıca, bâzı âyetlerde Allâh’ın takvâlı kullarına, seçkin kullarına ve birçok peygamberine selâm ettiği, haklarında selâmeti gerçekleştirdiği bildirilmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/237, 238)
Allah, Rasûlü’nün rehberliğinde Kur’ân’a sarılmak sûretiyle kendi emrine uygun yaşayan ve rızâsına uyanları, selâmet yollarına eriştirir; yâni her türlü fitneden, şiddet ve azaptan, eziyet ve sıkıntıdan, bölünüp parçalanmaktan ve kula kulluktan, şirkin, küfrün, materyalist zihniyetin, her türlü ideolojinin ve bâtıl sistemlerin karanlıklarından kurtarır. O hâlde kurtuluşa erişmek için Allah Rasûlü’nün önderliğinde Kur’ân’ın hükümlerine sarılmak lâzımdır. [bk. 2/2; 3/103; 6/155; 10/57; 14/1 ve dipnotu] (H. T. FEYİZLİ, 1/109)
(17).‘Hiç şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesih’tir’ diyenler (şirke girip) kâfir olmuşlardır.’ Böylece üçleme inancına sâhip olan hıristiyanlar, “Allah birdir, aynı zamanda üçtür.” deyip, Hz. Îsâ’ya “Allâh’ın oğlu” dediler ve onu ilâh saydılar. Hem müşrik hem de kâfir oldular (krş. 3/64; 4/171; 5/72-73; 9/30). Hâlbuki Hz. Âdem’in, hem babasız hem de annesiz yaratılmış olduğunu düşünmediler. [bk. 3/59, 67; bu türden Ehl-i Kitap’la evlenme konusunda bk. 2/221] (H. T. FEYİZLİ, 1/109)
(18).‘Yahûdiler ve Hıristiyanlar ‘Biz Allâh’ın oğulları ve sevgili kullarıyız’ dediler.’ Kendilerinin başka insanlara benzemediklerini, diğer halka karşı Allah katında seçkinlikleri olduğunu iddiâ ettiler ve gurur ile Allah’tan korkmaz oldular. Şu hâlde Müslümanlar, Allâh’a tevekkül ederken, Allah bizi sever sanıp, gurûra düşmemeli. (ELMALILI, 2/205)
Yahûdiler, Allâh’ın oğlu dedikleri Uzeyr’e mensup olduklarını, Hıristiyanlar da ‘Allâh’ın oğlu’ dedikleri Mesih’e bağlılıklarını kast etmişler ve bağlılıkları ile kendilerini şeref ve ayrıcalıkta Allâh’ın torunları hükmünde tutmuşlardır. (..) Biz Allâh’ın oğulları ve sevgilileriyiz’ dedikleri zamanda ‘biz bir ilâhlık hânedânıyız’ demek isterler ve kendilerinde böyle bir özel ayrıcalık kabul ederler. (ELMALILI, 2/205, 206)
(19).‘.. Peygamberlerin arası kesildiği bir dönemde, gerçekten size Peygamberimiz gelmiştir. Gerçekleri açıklıyor ki.’ Size, peygamberimiz Muhammed (s) geldi. Allâh’ın şeriatını, gizlediğiniz şeyleri ve ihtilâfa düştüklerinizi de size açıklıyor. (..) ‘Peygamberlerin arası kesildiği bir dönemde’ Bu âyette İbn-i Kesir: Bundan maksat, peygamberlerin arasının kesilip, uzun süre gönderilmedikleri bir sürenin sonunda Allah, Hz. Muhammed’i göndermiştir. Hak yollar unutulmuş, dinler değiştirilmiş, putlar alabildiğince artmış, ateşperestler, haça tapanlar bir hayli çoğalmış. (S. HAVVÂ, 3/507, 509)
5/20-26 HZ. MÛSÂ VE ARZ-I MUKADDES
20. (Ey Peygamberim!) Bir zamanlar Mûsâ kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allâh’ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın. Çünkü (O) içinizden peygamberler var etti ve size hâkimiyet / özgürlük verdi, yine (zamanınızda) âlemlerden hiçbirine vermediği (nîmetleri) size verdi.”
21. (Mûsâ şöyle dedi:) “Ey kavmim! Allâh’ın sizin (yerleşmeniz) için yazdığı mukaddes yere (Filistin’e) girin, geri dönmeyin, sonra (dünyâveâhirette) zarara uğrayıp perişan olursunuz.”
22. İsrâiloğulları: “Ey Mûsâ! Doğrusu orada zorba olan (azgın) bir topluluk var. Ve biz, onlar oradan çıkıncaya kadar oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de elbette gireriz.” dediler.
23. ‘Allâh’ın emirlerine uymamaktan korkanlar’ arasından (korkmadangöreviniyapanve) Allâh’ın lütufta bulunduğu iki adam: “Onların üzerine (şehregirilen) kapıdan girin. Eğer oradan girerseniz, şüphesiz siz gâlipsiniz. İnanan kimseler iseniz, yalnız Allâh’a güvenip dayanın!” dedi. [bk. 5/12]
24. (İsrâiloğullarıda🙂 “Ey Mûsâ! Onlar orada oldukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz. Artık sen Rabbin’le git. (Ozorbalarla) ikiniz harbedin; biz burada oturacağız.” dediler.
25. (Mûsâ): “Yâ Rabbi! Ben, kendimden ve kardeşimden başkasına sâhip değilim (sözümgeçmiyor). Artık bizimle, bu yoldan çıkmış kavmin arasını ayır.” dedi.
26. (Allah) buyurdu ki: “(EyMûsâ!) Muhakkak ki orası (omukaddesyer) onlara kırk yıl yasak edilmiştir. Onlar o yerde (Tîhçölünde, busüreiçinde) şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Artık bu yoldan çıkmış topluluğa üzülme.”
20-26. (20).‘Hani Mûsâ kavmine demişti ki, Ey kavmim, Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın.’ Allah (c.c.) burada tüm nimetlerin hatırlanmasını isteyerek, nimetlerden üç tânesini zikrediyor: (a) ‘peygamberler yetiştirmiş, (b) ‘ve size saltanatlar ihsan etmişti’, (c) ‘Dünyâlarda kimseye vermediğini size vermişti’. (..) Hz. Yûsuf, Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn gibi peygamberler, yetiştirilmiş olması, Mısır’lı Kıptilerin köleleri iken özgürlüklerine kavuşmaları, onlar için ayrı bir nimettir. Bu sayılanlara ilâveten denizin ikiye ayrılmasıyla kurtarılmaları, düşmanlarının denizde boğulmaları, gökten bıldırcın eti ve kudret helvasının gönderilmesi, bulutla gölgelendirilmeleri gibi birçok nimetleri hatırlamaları isteniyor. (S. HAVVÂ, 3/512)
‘ve sizi hükümdarlar yaptı.’ Abdullah b. Abbas, Mücâhid ve el Hasen el Basri’ye göre ‘ve sizi hükümdarlar yaptı’ sözüyle Yüce Allah, İsrâiloğullarının her birine karşılıksız bir şekilde kudret helvası, bıldırcın eti, ev, hizmetçi ve bir de eş verdiğinden yâni her bir isrâilliye krallar gibi bir hayat yaşattığından söz etmek istemiştir. (M. DEMİRCİ, 1/334)
(21).‘Ey kavmim, Allâh’ın size yazdığı mukaddes yere girin’ Kutsal topraklara girmeleri emredilen İsrâiloğulları orada yaşayan zorba toplulukla savaşmayı göze alamadılar. Bu nedenle kırk yıl kadar, küçük topraklar üzerinde perişan bir hayat sürdüler. (5/26) Daha sonra gelen yeni nesil, kutsal topraklara girmiştir. Arz-ı mukaddes, Kudüs’te Beyt-i Makdis’in bulunduğu yerdir. (H. DÖNDÜREN, 1/214)
Arz-ı Mukaddes’in vatan olarak yazılması, zamanlı ve şartlı idi. Enbiyâ sûresinin 105, âyetinde, arza Allâh’ın sâlih kullarının vâris olacağı bildirilmektedir. İsrâiloğulları, Hz. Dâvût ve Hz. Süleyman zamanlarında güç ve iktidârın zirvesine ulaşmışlar, Allâh’a verdikleri sözü bozarak, O’nun sözünü tahrif etmişler, kendilerinin Allâh’ın çocukları olduklarını iddiâ etmişler ve peygamberleri öldürmüşlerdi. Bu sebeple Allâh’ın gazabına uğramışlar (KUR’ÂN YOLU, 2/245), mukaddes topraklara vâris olma hakkını kaybetmişlerdir.
Arz-ı Mukaddes, temiz ve mübârek yer demektir. İçinde Beyt-i Makdis’in bulunduğu bugünkü Filistin topraklarıdır. Hz. İbrâhim ve ondan sonra birçok peygamber burada yaşadığı, vahye mazhar olduğu ve defnedildiği için bu ismi almıştır. Bu bölge ‘Arz-ı Mev’ud / vâdedilen topraklar’ diye de anılır. Allah Teâla o toprakları İsrâiloğulları’na, oraya girip, orada hak din olan İslâm’ı hâkim kılmaları için va’detmişti. Dolayısıyla bu topraklar İsrâiloğullarına bir ırk olmaları hasebiyle değil, İslâm’ın temsilini yüklenip, bayraktarlığını yapmaları adına va’dedilmiş topraklardı. (Ö. ÇELİK, 1/726)
(24).‘Şu hâlde sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturanlardanız dediler.’ Biz savaşmak üzere seninle gelmeyeceğiz, burada oturup bekleyeceğiz. Bu ifâdeleri ile âsi oldular. Hz. Mûsâ’ya, karşı koydular. (S. HAVVÂ, 3/514)
Bu âyetten, İsrâiloğullarının Allâh’a (c.c.) karşı ne kadar lâübali ve küstah oldukları açık olarak anlaşılıyor. Ayrıca, kendi Rableri değilmiş gibi, ‘sen ve Rabbin’ diyorlar. (H. T. FEYİZLİ, 1/111)
(26).‘(Allah) Buyurdu ki, Orası onlara kırk yıl haram edildi.’ Arz-ı Mukaddes’e girebilmeleri cihad etmeleri şartıyla, onlar için helâl kılınmıştı. Fakat onlar, cihad etmekten kaçınınca, oraya girmeleri yasaklandı. (S. HAVVÂ, 3/514)
Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun İsrâiloğulları ile birlikte Tih çölünde kaldılar. İsrâiloğulları Hz. Mûsâ (as)’dan yiyecek ve içecek istediler. Hz. Mûsâ, Allâh’ınemri ile âsâsını taşa vurdu, 12 göz açıldı, Buradan su fışkırdı. Allah Hz. Mûsâ’nın duâsu ile bıldırcın kuşu ve kudret helvası lütfetti. Onları bulut ile sıcaktan korudu. Sonra ‘Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyeceğe aslâ sabredemeyeceğiz. Bir sebeple Rabbine bizim için duâ et de, yeryüzünde biten kabak ve salatalık, buğday ve sarımsak, mercimek, soğan ve benzeri sebze ve tahıl yetiştirsin’ dediler. Hz. Mûsâ onları ‘Siz düşük olanı daha iyi olan ile değiştirmek miistiyorsunuz? Öyle ise şehre inin, çünkü istedikleriniz orada var’ dedi. Onlara zillet ve meskenet, sefâlet ve miskinlik damgazı vuruldu ve Allâh’ın gazabına uğradılar. (2/57, 60/61) (..) Yüce Allah isyanları sebebiyle İsrâiloğullarını 40 yıl Tih çölünde yaşamaya mahkûm etmiştir. Çünkü Allâh’a ve Peygambere isyan etmek ve edebe aykırı söz söylemek ilâhi musibetlere sebep olmuştur. Kırk sene sonra nesil değişince arz-ı mukaddesi fethetmişler ve Kudüs’e girebilmişlerdir. ( İ. KARAGÖZ 2/289)
5/27-32 HÂBİL – KÂBİL KISSASI, CANA KIYMAK
27. (Ey Peygamberim!) O (Yahûdi)lere Âdem’in iki oğlunun gerçek haberini anlat: Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da onlardan birinin (Hâbil’in)ki kabul olunmuş, diğerininki kabul olunmamıştı. O (Kâbil, kardeşine): “Seni kesinlikle öldüreceğim.” demişti. (Hâbilde): “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder.” demişti.
28. “Andolsun ki beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
29. “Doğrusu ben, dilerim ki benim günahım ile kendi günahını (birlikte) yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Cehennemlik olmak, zâlimlerin cezasıdır.” (dedi).
30. Nihâyet nefsi ona kardeşini öldürmeye sevk etti. Böylece onu öldürdü de (dünyâveâhirette) ziyâna uğrayanlardan oldu.
31. Nihâyet Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini kendisine göstermek için (Kâbil’e), yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kâbil🙂 “Yazıklar olsun bana! Kardeşimin cesedini gömmekte şu karga kadar olmaktan âciz mi kaldım?” dedi. Artık o (yaptığına) pişmanlık duyanlardan oldu.
32. Bundan dolayı İsrâiloğulları’na (Tevrat’taşöyle) yazdık: Kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde fesat çıkarmasına karşılık olmaksızın (şer’an / hukûkenölümühaketmeksizin) öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onun hayâtını (meşrubirimkânla) kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Muhakkak ki peygamberlerimiz onlara açık deliller getirmişti. Sonra onlardan birçoğu bunun ardından yeryüzünde (yineisyanvecinâyetle) aşırı gittiler.
27-32. (27).‘Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. O, ‘andolsun seni öldüreceğim’ deyince (kardeşi) ‘Allah ancak müttakilerden kabul eder’ demişti.’ Hz.Âdem (as) oğullarının kıssası ne zaman ne mekânla ne de o iki insanla sınırlıdır. Bu örnek hakkında birçok rivâyetler vardır. Fakat biz âyet-i kerimenin bildirdiği sınırlar çerçevesinde kalmayı benimsiyoruz. Çünkü ileri sürülen tüm rivâyetler şüphelidir. Kıssa Tevrat’ta geçmektedir ve isimleri, zamânı, mekânı sâbittir. Sahih hadîslerde ise fazla bilgi verilmemiştir. (..) Bu hususta söyleyebileceğimiz yegâne söz şudur: Bu olay, insanlığın ilk çağında meydana gelmiştir ve kasten adam öldürmenin ilk örneğidir. (S. KUTUB, 3/234)
Kitap ehlinin, peygamberimiz Muhammed (s)’e îmân etmekten uzak durmaları, sırf haset çekememe ve kinlerinden ileri gelen bir durumdur. (S. HAVVÂ, 3/518)
‘Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı.’ Sözlükte, ‘yaklaşmak, Allâh’a yakınlaşmaya vesîle olan şey’ anlamlarına gelen kurban, dîni bir terim olarak, ‘İbâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifâde eder. (DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, 1/341)
İslâm’da kurban bayramında, kurban kesmenin dîni bir hüküm oluşu kitap, sünnet ve icmâ ile sâbit olup, hicretin 2. yılında konulmuştur. (..) Dinen aranan şartları taşıyan kimselerin kurban bayramında kurban kesmeleri Ebû Hanîfe’ye göre vâciptir. (KUR’ÂN YOLU, 2/252)
(28).‘Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam.’ İslâm’da nefis müdâfaası meşrû bir haktır. Kişinin kendisini ölüme teslim etmesi, fazîlet olarak kabul edilemez. Fazîlet, saldırıyı başlatmamaktır. Karşı taraf, saldırıyı başlattığı takdirde saldırganı etkisiz hâle getirecek kadar nefsi müdâfaa etmek bir haktır ve genel olarak bir ödevdir. (KUR’ÂN YOLU, 2/255)
(30).‘Bunun üzerine kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürdü de, hüsrâna uğrayanlardan oldu.’ Kâbil’in işlediği cinâyet, dalâletin ve sapıklığın zirvesidir. Çünkü ahdi bozmak, akraba ile münâsebeti kesmek ve yeryüzünde fesad çıkarmak gibi, bütün kötü fiiller yer almış bulunmaktadır. Bundan dolayı kendisi zarara uğrayanlardan oldu. (S. HAVVÂ, 3/519)
Hadîs: Birbirine söven iki kişinin söyledikleri, başlayana âittir. Zulme uğrayan haddi aşmadıkça (Müslim, Birr).
Yâni karşılıklı birbirine sövenlerin bütün söyledikleri başlayana âittir. Yâni ilk başlayan hem aynen kendisinin günahını, hem de sebep olduğundan dolayı arkadaşının günahının bir aynını yüklenir. (ELMALILI, 3/222)
Hadîs: Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki, onun kanından Âdem’in ilk oğluna bir pay ayrılmasın. Çünkü cinâyeti âdet edenlerin ilki odur. (Buhâri, KUR’ÂN YOLU, 2/256)
Kıskançların kendilerini gören gözleri kördür, mazhar oldukları nimetleri ve güzellikleri görmez, hep başkasındakini görür ve kinlenirler. Bu hastalığın çâresi, İslâm’ı bütünü ile yaşayarak nefsi terbiye etmek, hep kötülüğü emreden nefsi (nefs-i emmâre) sükûn ve huzura kavuşturmak (mutmeinne kılmak) ve Allâh’ın verdiğine râzı (râziye) hâle getirmektir. (T. DİYÂNET VAKFI MEÂLİ, 1/111)
(31).‘Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek için ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi.’ Bu olayda olduğu gibi nefsânî duygularına kapılan insanlar, birçok acı olaylara sebep olurlar. Böylece dünyâ ve âhiretlerini yıkar ve kendilerine yazık ederler. Bundan dolayı insanlığın her türlü kötü duygulardan arınması, toplumun kurtulması için İslâm’ı bütünüyle yaşaması ve neslini İslâm terbiyesi ile eğitmesi lâzımdır; tek çâre de budur.(H. T. FEYİZLİ, 1/111)
(32).‘Her kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.’ Bu âyette, bir insanın ancak iki sebepten birisiyle öldürülebileceği belirtilmiştir: (a) Nefis savunması, (b) Yeryüzünde fesat çıkarması (H. DÖNDÜREN, 1/214)
Bütün dinler ve hukuk sistemleri haksız yere adam öldürmenin büyük bir suç olduğunda birleşmişlerdir. İslâm, bu suçu önlemek için dünyâda kısas cezâsını öngörmüştür. Âhirette ise, Allâh’ın gazabı, lâneti, cehennem azâbı ile cezâlandırılacağı bildirilmiştir. (Nisâ, 4/93; KUR’ÂN YOLU, 2/258)
Cana kıymak haramdır. Suçsuz bir insanı öldürenin îdam edilmesi ve yeryüzünde bozgunculuk yapılnası gibi meşru bir sebep olmadan bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibi çok büyük günahtır. Âyetin bu cümlesi, Allah katında cinâyetin ne kadar büyük olduğunu ifâde etmektedir. (..) Hayat hakkına saygı göstermek gerekir. Bir insanın hayatta kalmasını sağlamak, ölümüne sebep olmamak, kimseyi öldürmemek, bir insanın ölümüne engel olmak, bir kimseyi ölümden kurtarmak, bütün Ünsanları yaşatmak gibi kıymetliönemli, değerli ve sevaptır. (İ. KARAGÖZ 2/294)
Bir can kurtarmak, bir insanın yaşamasına katkıda bulunmak için yapılan tüm eylemlerdir. Kan, ilik, böbrek, kornea gibi organ nakli ve organ bağışı da bu kapsamdadır. (KUR’ÂN YOLU, 2/258)
5/33-34 ALLAH VE RASÛLÜ İLE SAVAŞANLARIN CEZÂSI
33. Allah ve Rasûlü’ne karşı savaş açan ve yeryüzünde fesat çıkartmaya çalışanların cezâsı ancak (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya elleriyle ayaklarının çapraz kesilmesi, ya da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyâda bir rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük bir azap vardır.
34. Ancak siz, onları (yakalayıp) ele geçirmezden önce (kendiliğindenteslimolup) tevbe edenler bunun dışındadır. Bilin ki Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir.
33-34. (33).‘Allah ve Rasûlü ile savaşanların cezâsı..’ Terör Suçu / Yol Kesme (Hırâbe): Bu âyet (33. âyet) yol kesicilik Allâh’a ve Resûlü’ne karşı savaş açma sayılmış olup, öngörülen cezâlar öldürme, îdâm etme, sağ el ve sol ayağın çaprazlama kesilmesinden ibârettir: (a) Yol Kesmede Yalnızca adam öldürmek: Cezâ, suçluların kısas olarak öldürülmesidir. (b) Yol keserek adam öldürme ve mallarını alma: Ebû Hanîfe’ye göre hâkim, üç cezâdan birini verebilir: (b1) Önce, el ve ayakları çaprazlama keser, sonra öldürür veya asar, (b2) Dilerse yalnızca öldürme veya asma ile yetinir, (b3) Önce öldürür, ondan sonra ibret için asma yoluna da gidebilir. (c) Yalnızca mal alma: Suçluların sağ el ve sol ayağı mafsallardan kesilir. (d) Sürgün Cezâsı: Yol kesicilerin henüz öldürme ve mal alma olmaksızın yakalanması durumunda sürgün cezâsı söz konusu olur. Hanefîlere göre, tevbe edene kadar hapsedilir. (H. DÖNDÜREN, 1/215)
(34).‘Yalnız ele geçirmenizden önce, tevbe edenler müstesnâdır.’ Böyle bir durumda kul hakları dışında onlardan adı geçen cezâlar düşer. (S. HAVVÂ, 3/524)
Şu hâlde bu şekilde tevbe edenler hakkında Allâh’ın hukûku dâvâsı tâkip edilmez ve söylenen cezâlardan hiçbiri uygulanmaz. Ancak şahsi hukuk davası kalır. Adam öldürmüşlerse, öldürülenin vârisleri isterlerse affederler, dilerlerse mahkemece suçları sâbit olduktan sonra kısas ettirebilirler / öldürttürebilirler. Tevbe ile düşen hüküm, öldürmenin had cezâsı olarak yerine getirilmesinin vâcip olmasıdır, câiz olması değildir. Aynı şekilde mal almışlarsa, mal sâhipleri mallarının geri verilmesini veya tazminini (sebep oldukları zarar ve ziyânı ödemelerini) isteyebilirler ve dâvâda serbesttirler. Sonra gerek böyle ve gerekse savaş durumu almadan bozgunculukta koşanlar hakkında gerek Allâh’ın hukûku ve gerekse kulların hukûku dolayısıyla ulü’l emr (Müslümanların en yetkili âmirinin) bir de ta’zir (had cezâsının dışında cezâlar verme) yetkisi vardır ki; had cezâsını gerektirecek dereceye çıkmayan münkerat (dince yapılması çirkin bulunan hususlar)da tatbik edilir / uygulanır. (ELMALILI, 3/232)
Sürgün Cezâsı: İmâm-ı Âzam Ebu Hanife ve talebeleri / öğrencileri de ‘yâhut da bulundukları yerden sürülmeleri…’ cümlesini ‘hapsetmek’ olarak yorumlamıştır. (..) Şu bir gerçek ki, Allah ve Rasûlüne savaş açıp yeryüzünde hak düzeni bozmaya çalıştıkları için sürgün cezâsına çarptırılanları, yaşadıkları bir ülke ve beldeden uzaklaştırıp bir başka yere göndermek çâre değildir. Çünkü bu tür insanlar, sürgün edildikleri yerde de aynı olumsuz işleri yapmaya devam ederek halkı huzursuz ve mutsuz edebilirler. İslâm beldesine gönderilmeleri durumunda hiç şüphe yok ki, gittikleri yeri de karıştırmaları söz konusudur. Gayr-i müslim bir ülkeye gönderilmeleri de daha başka problemlere yol açabilir. Bu sebeple Müslüman bir ülkede bozgunculuk yaparak terör estirenleri ve huzursuzluk çıkaranları hapsetmek daha isâbetli bir yol olsa gerektir. Zîrâ böyle yapıldığı takdirde – göz önünde tutulacakları için – diğer insanlar onların şerrinden korunmuş olacaklardır. Aksi halde bu tür kötülüklerin önünü almak pek mümkün görünmemektedir. (M. DEMİRCİ, 1/344, 345)
5/35-37 O’NA YAKLAŞMAYA YOL ARAMAK
35. Ey îman edenler! Allâh’ın emrine uygun yaşayın ve O’na (arayaaracılarkoymaksızın) ‘sebep ve yol’(lar) arayın. O’nun yolunda (malınızla, canınızla, dilinizle ve İslâm’ınhayâtınızahâkimolmasıiçin) cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. [krş. 10/18; 17/57; 18/110; 34/37; 39/3; 42/26]
36. Küfre sapanlar var ya, dünyâda olan herşey ve onun yanında bir o kadarı daha onların olsa ve kıyâmet gününün azâbından kurtulmak için onu fidye verseler, kendilerinden kabul edilmez. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. [krş. 39/47]
37. İnkâr edenler ateşten çıkmak isterler, fakat çıkamazlar. Onlara sürekli bir azap vardır.
35-37 (35).‘Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesîle (yol) arayın.’ Boş durmayıp, yalnız îmân ve korku ile yetinmeyip, Allâh’a yakınlık için vesîle de arayınız. (..) Allah’tan korkunuz, kötü ahlâktan ve çirkin amelden sakınınız, Allâh’ın emirlerini yerine getiriniz, Allâh’a yaklaşma için sürekli vesîle arayınız, her fırsattan istifâde ile farzlar ve vâcipler dışında güzel işler, Allah rızâsına uygun ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendînizi Allâh’a sevdirmek isteyiniz; isteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız’ demektir. Ve bunda ‘Mümin kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devam eder. (Buhâri) kudsi hadîsinin mânâsının yerleştirilmiş bulunduğu açıktır. ‘Vesîle cennette bir makamdır’ (Ahmed b, Hanbel) hadîs-i şerifi vesîlenin âhirete âit önemini anlatır. Kısaca, vesîle lâzımdır. Ve onu bulmak için isteyip aramak ve başvurmak gereklidir. (ELMALILI, 3/234)
Vesîle, cennetten üst makâmın adıdır ki, bu da Rasûlullah’ın makâmıdır. Hadîs: Her kim ezânı işittiği vakit, Allahümme rabbe hâzihi ‘dda’veti ‘ttâmmeti ve’ssalâti ‘lkâimeti âti muhammeden’il vesîlete ve’l fazîlete ve ’b’ashü makâmen mahmûden illezi veadtehu.’ ‘Bu eksiksiz çağrının ve dosdoğru namazın Rabbi olan Allâh’ım! Sen Muhammed’e vesîleyi ve fazîleti ver. Onu vâdettiğin Makâm-ı Mahmûd’a sâhip kıl’ diyecek olursa mutlaka Kıyâmet günü ona şefâat edilir. (Buhâri, S. HAVVÂ, 4/12)
Tevessül üçe ayrılır: (a) Meşru tevessül: Hakkında âyet veya sağlam hadîs bulunan vesîle. Allâh’a güzel isimleri ile duâ edip, yardım istemek. (7/18, 27/19) sâhip olduğu îmânı ve güzel amelleri öne sürerek Allah’tan bağışlanma istemek. (3/16) Mağarada mahsur kalan üç kişinin önceki iyi amellerini öne sürerek Allah’tan yardım istemesi, yaşamakta olan sâlih bir zâtın duâsı ile Allah’tan yardım istemek, meşru tevessüle örnektir. Hz. Peygamberden sonra amcası Abbas’tan tevessül ederek yağmur istenmesi örnektir. (b) Bid’at olan tevessül: Bir zâtın bizzat kendisi veya makamla tevessüldür. Vesîle için cevaz verilen duâ şekli ‘Allâh’a güzel isimlerle duâ etmektir. (7/180) Bu yüzden Rasûllerinin, Nebilerinin veya dostlarının hakkı için’ türünden ifâdeler kullanmak mekruh sayılmıştır. (c) Şirk olan tevessül: Allah’tan başka kimi ölüler, diriler veya hazır bulunmayanla duâ etmek, sıkıntıları gidermesi için doğrudan bu kişilerden yardım istemek. (H. DÖNDÜREN, 1/217) (23.10.2012 günü yazıldı)
(..) Velîlerin ve sâlih müminlerin zâtıyla yapılan vesîleler câiz değildir. Bu görüş, bilindiği gibi selef ulemâsına / âlimlerine âittir. Özellikle İbn Teymiyye ve onun gibi düşünenler bu tür vesîleleri şirk olarak kabul ettikleri için haram saymışlardır. Ancak âlimlerin çoğunluğu kudreti Allâh’a isnad etmek şartıyla bu tür vesîlelerin de câiz olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Yâni bu kanâati taşıyanlara göre, falanca velînin mertebesini vesîle edînirken, bana yardım edecek olan o velînin Allah katındaki derecesi değil, bizzat Allah’tır, inancıyla vesîlede bulunulursa, bunda bir sakınca yoktur. Bizce de bu yaklaşım doğrudur. Buna göre şâyet bir kişi, Allâh’ı tek otorite ve mutlak kudret olarak görüp, herşeyi O’na havâle ederek herhangi bir velînin ya da sâlih bir müminin zâtını vesîle edinebilir. (M. DEMİRCİ, 1/347)
Kabir ve türbe ziyaretleri; dünyânın geçiciliği, uhrevi sorumluluk gibi konularda kabristandan ibret ve ders almak., kabirde yatana duâ etmek gibi dînî ve mânevi gâyelerle yapılırsa meşru sayılmış, ancak tevessül maksadıyla yâni kabirlerde yatanların ruhlarından medet umup yardım istemek için yapılırsa fıkıhçıların çoğunluğuna göre mekruh, İbn Teymiyye ve sonraki Hanbeli’lere göre haramdır. (KUR’ÂN YOLU, 2/266)
5/38-40 HIRSIZIN CEZÂSI
38. Hırsızlık eden erkek ve kadının, kazandıkları (günahları)na karşılık, Allah’tan caydırıcı bir cezâ olarak (öncesağ) ellerini kesin. Allah mutlak gâliptir, yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir.
39. Kim yaptığı haksız (hırsızlık) hareketinden sonra (cezâsınıçekip) tevbe eder kendini düzeltirse, hiç şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
40. (Ey Peygamberim!) Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü (vehükümranlığı) Allâh’ındır. O dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah herşeye gücü yetendir.
38-40. (38).‘Hırsız erkek, hırsız kadının ….. ellerini kesiniz.’ Hırsıza el kesme cezâsının verilebilmesi için aşağıdaki şartlar göz önünde tutulmalıdır: (a) Hırsızın cezâî ehliyetinin bulunası: Hırsızlık yapanın akıllı ve ergin olması gerekir. Çocuk ve akıl hastasına had uygulanmaz. (b) Malın mütekavvim olması (alım satımı câiz mal) olması gerekir. (c) Malın nisap miktârında olması: Hanefîlere göre, hırsızlık nisâbı 10 dirhem gümüş para veya 1 (bir) dinar altın (= 4,25 gr. Altın) paradır. Bu kadar para Hz. Peygamber döneminde yaklaşık iki koyun bedelidir. (d) Çalınan malın koruma altında olması: Ev, dükkân, depo, çadır vb. yerler koruma altında sayılır. (e) Çalınan malın biriktirmeye elverişli olması ve çabuk bozulan türden olmaması: Üzüm, incir, şeftâli, elma, tatlı, ekmek, meşrubat, süt, hırz (koruma) altında olsun olmasın, had cezâsı uygulanmaz. (f) Malın korunmuş iken alınmış olması: Açıkta bırakılan bir malın alınması had cezâsını gerektirmez. (g) Açlık, zarûret ve zorlama gibi hırsızlık suçunu işlemeye kısmen yâhut tamâmen mazur gösterecek bir mâzeretin bulunmaması. (H. DÖNDÜREN, 1/218, KUR’ÂN YOLU, 2/268, 269)
İslâm’ın temel amacı, insanları cezâlandırmak değil, huzur ve mutluluğu sağlamaktır. Bu nedenle İslâm, suç işlemeyi önlemek için cezâî müeyyidelerin yanında dînî, ahlâki, sosyal ve iktisâdi tedbirleri almıştır. Bu cümleden olarak, Kur’ân’da fakirlere, muhtaçlara, darda kalanlara devlet bütçesinden pay ayrılması istenmiş (9/60) zenginlerin mallarında muhtaçların hakkı olduğu bildirilmiş (51/19) öte yandan haram olan şeylerden, zarûret hallerinde yenilip, içilebileceğine dâir ruhsat verilmiştir. (2/173) (KUR’ÂN YOLU, 2/270)
Hadis: ‘Kim bir Müslümanın hakkını eliyle haksız yere alırsa Allah, onu cehennemle cezâlandırmayı gerekli kılar ve ona cenneti haram kılar. Bir sahâbinin ‘Basit bir şey olsa da mı ey Allâh’ın elçisi?’ diye sorması üzerine, Hz. Peygamber (s), ‘Erak ağacının bir dalı olsa bile’ cevâbını vermiştir. (Müslim Îman 218, İ. KARAGÖZ 2/305)
Şu bir gerçek ki, suçuntekrârıhâlinde bütün uzuvları kesilen bir hırsızın, devletin himâyesine alınması gerekmektedir. Çünkü artık bu durumdaki bir şahıs bakıma muhtaç hâle gelmiş demektir. Hatta kendi zorunlu ihtiyaçlarını giderecek durumda bile değildir. O hâlde yapılması gereken Ebû Hanîfe ve Süfyânü ‘s Sevri’nin de hırsızlık suçunu ikinci kez işleyen kişileri hapsedip, onları hırsızlığa sevkeden nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Aslında hırsızlık yapan bir şahıs, ya ihtiyaçtan yâhut da çalma hastalığından ötürü böyle onur kırıcı bir eylemi gerçekleştirmiş olmaktadır. Şâyet şahsı böylesi bir eyleme iten sebep maddi ihtiyaç ise bu ihtiyaç, devlet tarafından karşılanmalı, çalma hastalığı gibi ruhsal bir hastalık sözkonusuisebu durumda da şahıs tedâvi ettirilmelidir. Ancak bütün bunlardan sonra yine hırsızlık yaparsa, işte o zaman cezâ verilmelidir. (M. DEMİRCİ, 1/352)
İslâm toplumu, İslâm yurdunda yaşayan normal insanların – farklı inançlarına göre – her ferdi hırsızlık illetinden uzak tutacak tedbirleri alır. Onlara yaşama ve korunma güvenliğini, eğitim ve doğru yapma güvenliğini ve adâletin eşit dağıtımı güvencesini sağlar. Her türlü özel mülkiyetin helâl yoldan kazanılmasını sağlar ve bunun topluma zarar veren değil, yarar sağlayan toplumsal bir hak olduğunu belirtir. Tüm bunlar sâyesinde, bütün normal insanlar hırsızlık illetinden kurtarılır. Bu durumda İslâm, hırsızlar ve özel mülkiyet ile toplum güvenliğine saldıranlara şiddetli bir cezâ vermek hakkına sâhiptir. (S. KUTUB, 3/245)
Tüm bunların yanı sıra şüphe hâlinde haddi kaldırmakta ve kuvvetli bir delil olmadıkça – sanığı cezâlandırmadığı gibi ona tam bir güvenlik te sağlamaktadır. (S. KUTUB, 3/245)
El kesme cezâsı ise, hırsız ile eylemi arasına engel olarak girer veya çalışma ve kazanma gücü büyük oranda azalır. Daha çok kazanma fırsatı ise artık elden gidecektir. Kazancı pek çok durumda, hiç yoktan iyi olmasına rağmen, çok azalmış ve yok sınırına kadar düşmüştür. Artık o, insanları bir daha ne kandırabilecek ne de güvenlerini ve işbirliklerini istismaredebilecekbiryeteneğieldeedemeyecekşekilde, işlediği suçun izini vücûdunda taşıyan bir adamdır. Kesik eli, onun kirli geçmişini haykıracaktır. (S. KUTUB, 3/249)
(39).‘Kim yaptığı haksız (hırsızlık) hareketinden sonra (cezâsınıçekip) tevbe eder kendini düzeltirse, hiç şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder (birdeâhiretteazapetmez).’ Hırsızın tevbe etmesi ile kul ve kamu hakkı düşmez. Bu itibarla müctehidlerin büyük çoğunluğuna göre, bir kimsenin hırsızlık yaptığı ortaya çıkar ve konu mahkemeye intikal ederse, hırsız artık suçuna pişman olsa bile cezâ düşmez. Bâzı müctehidler düşeceğini söylemiştir. Hırsızlık cezâsı uygulanırsa, bu cezâ günahına kefâret olur, artık âhirette bu günah için bir daha cezâ verilmez. (İ. KARAGÖZ 2/306)
5/41-43 YAHÛDİLERİN ÖZELLİKLERİ
41. Ey Peygamber(im!) Kalpleriyle inanmadıkları hâlde ağızlarıyla “inandık” diyen (münâfık)larla (Yahûdilerden) küfürde / İslâm karşıtı yolda koşuşanlar seni üzmesin. O Yahûdilerden, durmadan (reislerinden) bol yalan dinleyen ve senin huzûruna gelmeyen diğer bir topluluğu dinleyenler vardır. Onlar, kelimeleri (Allahtarafından) yerlerine konulduktan sonra değiştirirler: (Muhammed’egidin) eğer size bu (değiştirilmişşekildebirfetvâ) verilirse onu alın, o verilmezse (kabuletmekten) sakının.” derler. Allah, kimin (amelveniyetinegöre) fitne(sindedüştüğüsapıklığı)nda kalmasını isterse onun (kurtarılması) için Allâh’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allâh’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlara dünyâda hor görülme (verezillik), âhirette de büyük bir azap vardır.
42. (Yahûdiler) yalan dinlemeye çok meraklı ve haram yemeye pek düşkündürler. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, istersen onlardan yüz çevir. Eğer yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında âdil şekilde hükmet. Hiç şüphesiz ki Allah adâletli olanları sever.
43. (Ey Peygamberim!) İçinde Allâh’ın hükmü bulunan Tevrat onların yanında olduğu hâlde, nasıl oluyor da seni hakem yapıyor (hükümistiyorlar. Seninaynıhükmüvermenden) sonra da (kabul etmeyerek) yüz çevirip dönebiliyorlar? Onlar, (aslında) inanan kimseler değillerdir.
41-43. (41).‘…Yahûdilerden de yalan kulak verenler ve sana gelmeyen bir başka kavmin lehine senin sözünü dinleyenler vardır. Sözlerini yerlerine konulduktan sonra değiştirirler de..’ ‘… yalana kulak verici olanlar, alabildiğine yalan dinlerler. Haram ve rüşveti boyuna yerler. Hz. Peygamber, Medîneli yahûdilerin hâlini bildiren bu âyet üzerine onlara Tevrat’ı getirtti. Cebrâil (as.) ona değiştirilen âyeti okudu ve yahûdi âlimlerinden İbn-i Sûriyâ’yı hakem yapmasını söyledi. Kendisine yemin verilerek sorulan İbn-i Sûriyâ da her şeyi itiraf etti. Böylece oyunları bozulmuş oldu. [bk. Râzî, IX, 73-74; Köksal, VIII, 246-247] (H. T. FEYİZLİ, 1/113)
Bu iki âyet, küfre koşan Yahûdi ve münâfıklardan söz etmektedir. Yâni bunlar ağızları ile inandık diyen, fakat kalplerinde îmân olmayan münâfıklar ve Yahûdilerdir. Bunların belirli özellikleri şunlardır: (1) ‘en çok yalan dinleyendirler‘ Doğru söz bunların hoşuna gitmez, fakat yalana gelince seve seve dinlerler. Yalanlar, romanlar, masallar, propagandalar, uydurmalar, iftirâlar, arabozuculuk, yağcılık, hoşlanarak dinledikleri şeylerdir. (ELMALILI, 3/246) (2) ‘Sana gelmeyen diğer kimselere kulak verirler’ Yâni senin meclisine gelmeyen Hayber Yahûdileri ve Kureyza oğullarıdır. (İ. H. BURSEVİ, 4/559) ‘sözleri yerlerine konulduktan sonra değiştirirler’ (3) ‘Yalan dinleyici, haram yiyicidirler.’ Rüşvet alırlar, yalan bir dâvâyı dinler ve hükmederler, basit menfaat için yalanı yağlarlar arabozuculuk, kandırma peşinde koşarlar, rüşvetle bilerek yalancı şâhit dinlerler, yalan yere şâhitlik ederler, yalancıların yayınını yayınlarlar. (ELMALILI, 3/246, 247)
‘Bunlar Allâh’ın kalplerini inkârdan temizlemeyi istemediği kimselerdir.’ Yüce Allah îman eden kimsenin kâfir ve sapık olmasını istemez. (39/7). Ancak inkârda ısrar edenlere de hidâyet etmez, onları sapıklık hâkinde bırakır. (İ. KARAGÖZ 2/310).
(42).‘Sana gelirlerse ister aralarında hükmet, ister onlardan yüz çevir.’ Ehl-i Kitap, Rasûlullah’ın hükmüne başvurdukları takdirde O, aralarında hüküm vermek veya vermemekte serbest bırakılmıştır. Müfessirlerden bir grup, bu serbest bırakılmanın 5/49 âyetle yürürlükten kaldırıldığı görüşündedir. (S. HAVVÂ, 4/34)
Peygamberimiz (s) bu âyete göre Yahûdilere âit meselelerde hüküm verip vermemekte serbest idi, fakat bu serbestlik 5/48 – 49 âyetler gelince kalktı. Rasûlullah (s) artık buna göre hakemlik yapmış ve hüküm vermiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/114)
Bir müslümanla, bir zımmi aralarındaki dâvâyı Müslüman hâkime götürürlerse, Müslüman hâkim davaya bakmak zorundadır. Bu konuda icmâ vardır. İslâm, gayr-i müslim tebaayı İslâm hükümlerini uygulamaya zorlamamıştır. Onların kendi mahkemelerini kurarak dâvâlarını kendi dinlerine göre çözmelerine izin vermiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/277)
Bizim mezhep âlimlerimiz şöyle demektedir: Zimmet ehli alışveriş, mîras ve akitlerde İslâm hükümlerini kabul etmek zorundadırlar. Şarap ve domuz satışı bunun dışındadır. Bunların satışını yapmalarına izin verilmiştir. Zinâ, Müslümanlara yasaklandığı gibi, onlara da yasaktır. Onların dinlerinde de zinâ yasaktır. Ebû Hanîfe’ye göre, zimmetten önce yaptıkları nikâh geçerlidir. Şeriatımızda suç olarak kabul edilen genel kamu düzenine saldırıda bulunmaları hâlinde, İslâm mahkemelerinde yargılanırlar. (S. HAVVÂ, 4/62, 63)
(43).‘(Onlar) yalan dinlemeye çok meraklı ve haram (rüşvet) yemeye pek düşkündürler. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, istersen onlardan yüz çevir. Eğer yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında âdil şekilde hükmet.’ Abdullah b. Abbas (r) hâkimin aldığı rüşvet, fuhuş ile elde edilen para, köpek ticaretinden elde edilen para, maymun satışından elde edilen para, domuz ticaretinden elde edilen para, içki üretimi ve ticaretinden elde edilen para, leşin satımından elde edilen para, akmış kanın satımından elde edilen para, erkek hayvanın dişi hayvanı döllemesinden elde edilen para, ölenin arkasından yas tutmak için alınan para, haram mûsıkiden elde edilen para, büyücülükten elde edilen para, (..) yırtıcı hayvan ticaretinden elde edilen para, tabaklanmamış yırtıcı hayvan derisinin satışından elde edilen gelir, İslâm’a uygun omayan resim yapımından elde edilen gelir, torpil karşılığı elde edilen paranın suht olduğu (yâni haram olduğu) söylenmiştir. (Beyhaki’den İ. KARAGÖZ 2/308)
5/44-47 TEVRAT VE İNCİL’DE HÜKÜMLER
44. Hiç şüphesiz, içinde doğruya rehberlik ve nûr (ahkâmveöğütler) bulunan Tevrat’ı biz indirdik. Kendilerini (Allâh’a) teslim etmiş (olan) peygamberler, Yahûdilere onunla hüküm verirlerdi. Allâh’ın Kitabı (Tevrat)’ı korumaya memur edilmeleri ve o(nundoğruluğu)na şâhit olmaları itibâriyle Rabbe gerçek bağlı kullar (ihlâslıbilginler) ve din âlimleri (hahamlar) da (onungerektirdiğigibihükümverirlerdi). (Ey Yahûdiler!) Artık siz, insanlardan korkmayın; benden korkun ve benim âyetlerimi az bir değere (rüşvetvedünyâmenfaatine) satmayın. Allâh’ın indirdiği (hükümleri) ile hükmetmeyi (kabul etmeyenler) kâfirlerin ta kendileridir.
45. Biz, onda (Tevrat’ta) kendilerine, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralamalar için karşılıklı (misliyle) kısas (var)dır, diye farz kıldık. Kim bu (kısashakkı)nı hayır olarak bağışlarsa, o da kendi (günahları) için kefârettir. Kim (inkâretmesebile) Allâh’ın indirdiği / bildirdiği (hükümleri) ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.
46. Daha sonra da (opeygamberlerin) izleri üzerine, kendinden önceki (asıl) Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryemoğlu Îsâ’yı gönderdik. Ona da içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunan, kendisinden önceki Tevrat’ın tasdikçisi, takvâlı olan (Allâh’ınemirlerineaykırıharekettensakınan)lara bir yol gösterici ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.
47. Öyleyse İncil’e inananlar Allâh’ın onun içinde indirdiği ile hükmetsin. Kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıklar (yoldançıkmışlar)dır (demiştik).
44-47. (44).‘İnsanlardan korkmayın da benden korkun.’ Bu emir, hüküm verenlerin, Allah’tan başkalarından korkmalarını yasaklamaktadır. Hüküm verenlerin, zâlim bir yöneticinin eziyetinden korkmalarını yasaklamaktadır. Bu emir, sâdece Allah’tan korkulmasını içermektedir. (S. HAVVÂ, 4/36)
‘Kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.’ ‘ve her kim, Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.’ ‘Kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların kendileridir.’ Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyerek ilâhi emir ve yasakları çiğneyenlerin durumu üç açıdan değerlendirilmiştir: (a) 44. âyet: Allâh’ın indirdiğini inkâr ettikleri veya hafife aldıkları için onunla hükmetmeyenler olup, bunlar kâfirdir. (b) 45. âyet: Allâh’ın indirdiğine inandığı hâlde onunla hükmetmeyenlerdir. Allah hükmünün zıddı zulmü temsil ettiğinden, (ya da adâlet dışına çıkıldığından bu da zulümdür) onunla hükmetmeyenler zâlimlerdir. (c) 47. âyet: Allâh’ın indirdiği ile hükmetmemek, onun emrinden çıkmak olduğundan bu fâsıklıktır. (KUR’ÂN YOLU, 2/279)
‘Kim Allâh’ın indirdiği âyetlere göre hüküm vermez ise onlar kâfirlerin ta kendileridir.’ (..) Allâh’ın indirdiği âyetlere göre hüküm vermeyen, Allâh’ın ilâhlığını reddediyor, demektir. Oysa ilâhlık, zorunlu olarak egemenliği ve yasamayı da içermektedir. Allâh’ın âyetlerine göre hüküm vermeyen bir kimse ise bir yandan Allâh’ın ilâhlığını ve ilâhlığının niteliklerini reddetmekte, diğer yandan da ilâhlık hakkını ve ilâhlığın niteliklerini kendisine mâletmeye kalkışmaktadır. (S. KUTUB, 3/268)
Allâh’ın indirdiği hükümler ile hükmetmeyi kabul etmemek küfürdür. ‘Allâh’ın indirdiği hükümler’ ile maksat, helâl, haram, evlenme, boşanma, ticâret, yönetim, yargı, cezâ ve benzeri bütün emir, yasak, hüküm ve ilkelerdir. (..) Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyerek ilâhi emir ve yasakları ihlâl edenleri iki kısma ayırmakmümkündür: (a). Allâh’ın indirdiği hükümleri inkâr ettikleri veya hafife aldıkları veya istihza ettikleri veya beğenmedikleri için uygulamayanlar veya ilâhi hükümleri yanlış, kendisinin veya başkalarının hükümlerini doğru kabul edip buna göre hüküm verenler(dir). Ve hayâtın her alanında Allâh’ın hükümlerini inkâr ve reddedenler veya ilâhi hükümlerin bir kısmını kabul edip, bir kısmını reddedenler: Bunlar kâfir, zâlim ve fâsıktır. (b). Allâh’ın indirdiğine îman ettiği ve ilâhi hükümlerin tamâmını beğendiği hâlde tembellik ve gevşeklik nedeniyle uygulamayanlar ve ilâhi hükümlerle hükmetmeyenler veya ilâhi hükümlerin doğruluğunu kabul ettikleri hâlde buna aykırı hüküm verenler: Bu kimseler zâlim ve fâsıktır, ancak kâfir değildir. (Kurtubi’den İ. KARAGÖZ 2/312, 313)
(45).‘Biz, onda (Tevrat’ta) kendilerine farz kıldık ki, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalar için karşılıklı kısas (var)dır.’ Kısas: Kısas, öncelikle bir kul hakkıdır. Hak sâhibi, hakkının alınmasına da, düşmesine de sâhiptir. O halde hak sâhibi tarafından talep ve dava olunmadıkça kısas yapılamaz. Allah Teâla, kısas isteme yerine, affı teşvik etmiştir. Affeden, bütün günahlarının bağışlanmasına vesîle olacak büyük bir sadaka vermiş olacaktır. (ELMALILI, 3/251)
Enes (r)’ın halası Rübeyyi’, ensardan bir câriyenin ön dişini kIrdı. Mağdûrun âilesi Hz. Peygamberden kısas uygulanmasını istedi. Daha sonra, mağdûrun âilesi râzı olması üzerine, cezâ erş (tazminat) olarak uygulandı. Yukarıdaki âyet, kısas hükümlerinin önceki semâvi dinlerde de bulunduğunu göstermektedir. (H. DÖNDÜREN, 1/219)
Kısas, insan bedenine ve uzuvlarına yapılan kasten ve haksız yere fiili saldırı ve işlenen cinâyete misli ile karşılık vermektir. Kısas, birini öldüren kimsenin cezâ olarak öldürülmesi veya birini yaralayan kimsenin misilleme yoluyla yaralayarak cezalandırılmasıdır. Kısas, insan hayâtını korumak amacıyla meşru olmuştur. (5/32, İ. KARAGÖZ 2/313).
Burada (Kısastan söz eden bu Tevrat âyetinde) sözü edilen hükümler Kur’ân-ı Kerim’de genel olarak zikredildiğinden ve yürürlükten kaldırıldığına dâir herhangi bir âyet bulunmadığından Müslümanlar için de geçerlidir. (Ö. ÇELİK, 1/746)
Önceki peygamberler tarafından bildirilen hükümler iki kısma ayrılır: (a) Kur’ân ve sünnette yer almayanlar: Bunlar Müslümanlar için bağlayıcı değildir. (b) Kur’ân ve sünnette zikri geçen hükümler: Bunlar üçe ayrılır: (b1) Yürürlükten kaldırıldığına dâir delil bulunan hükümler: Örnek, En’âm 145-146 da tırnaklı hayvanların Yahûdilere haram kılınması. (b2) Müslümanlar hakkında geçerli olduğuna dair delil bulunan hükümlerdir. Bunlar, Müslümanlar için bağlayıcıdır. 2/183 te belirtilen oruç hükmü gibi. (b3) Kur’ân ve sünnette kabul veya red edildiği belirtilmeksizin anılan hükümler: Bağlayıcı olup olmadığı tartışmalıdır. Açıklamakta olduğumuz âyet, örnektir. (KUR’ÂN YOLU, 2/280)
(46).‘ve onların izinden Meryem oğlu Îsâ’yı elindeki kendinden önce indirdiğimiz Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik…’ Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gelmiş bütün peygamberleri ve kitapları tasdik edici olarak gelmiş (2/97, 3/3, 5/48), Hz. İbrâhim’in dînine uyması emredilmiştir. (16/123) Şüphesiz ki, Allah katında din İslâm’dır (3/19). Bu sebeple bütün peygamberler İslâm dîni üzere gelmişlerdir. (KUR’ÂN YOLU, 2/284)
(47).‘İncil ehli, Allâh’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler.’ Hz. Îsâ, geçmiş peygamberlerin izinde olmakla berâber, bağımsız bir şeriat ile gönderilmiş bir Rasûl’dür. Ve Yahûdilik bununla son bulmuş yâni hükmü kaldırılmıştır. Bundan böyle Tevrat ile amel etmek câiz değildir. Îsâ ve İncil’i tanımayıp Yahûdilik iddiâ edenler, gerçekten kâfir ve zâlimdirler. (ELMALILI, 3/252)
5/48-50 KUR’ÂN İLE HÜKMETMEK
48. (EyPeygamberim!) Sana da kendinden önceki (ilâhî) kitap(larınasılların)ı tasdik edici ve onlara gözcü / koruyucu olmak üzere hak olan Kur’ân’ı indirdik. O hâlde (senihakemyaparlarsa,) sen de aralarında Allâh’ın indirdiği (Kur’ân) ile hüküm ver ve sana gelen gerçek varken onların hevâ ve heveslerine (veonagöreverdiklerihükümlere) uyma! Biz, sizlerden her biriniz için bir “şeri‘at ve minhâc” koyduk. Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği (birindensonradiğerinetâbiolacağınızşeri‘atler) ile sizi imtihan etmek için (peygamberlergönderdi). Artık (sonşeri‘atİslâm’datoplanıp) hayır işlerinde yarışın. Hepinizin dönüşü ancak Allâh’adır. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size O haber verecek (vesizihesâbaçekecektir).
49. (Ey Peygamberim!Sen) aralarında Allâh’ın indirdiği ile hükmet, onların arzularına uyma! Allâh’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından (İslâmdışı / tâğûtîgruplarınseni) şaşırtmalarına karşı onlardan sakın. Eğer (onlar, İslâmdışıarzularınauymamandandolayı) yüz çevirip dönerlerse, bil ki Allah, (bu) günahlarının (daha) bir kısmıyla onları musîbete / azâba uğratmak ister. Şüphe yok ki insanlardan çoğu (Allâh’ınhükümlerininkendiarzularınagöreolmasınıistemelerindendolayı) fâsık (yoldançıkmış)tırlar. [bk. 2/256]
50. (Yoksaonlar) câhiliye (devrinin, İslâmdışı / bâtıl) hükmünü mü istiyorlar? Kesin inanan bir toplum için, hükmü Allah’tan daha güzel olan kim vardır?!
48-50. (48).‘Sana da kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve üzerlerine şâhit olarak bu kitabı hak ile indirdik.’ Asıl kitabı, Kur’ân’ı hakkıyla, hakkın manası, hakkın vasıtası hak inzal ile sana indirdik. (..) Diğer kitaplar üzerine emin / güvenilir bir nezâretçi, şâhit, kontrolcü ve hâkim olmak üzere hakkıyla indirdik. (..) Bu kitap, Allâh’ın muhâfazası altında bozulma ve tahriften korunmuş, dokunulmaz olarak kalacak. Hem diğer kitapların amel edilmesi gerekli, doğru hükümleri kaybolma ve bozulmadan koruyacak. Bunu tasdikinden geçmeyen, buna aykırı diğer kitaplar ve şeriatları, hükümleri ile amel etmek câiz olmayacaktır. (ELMALILI, 3/253, 254)
‘Biz sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik.’ Şeriat, itikat, ahlâk ve amelle ilgili bütün hükümleri kapsadığı için, din ile eş anlamlıdır. Şeriat, Allâh’a yapılacak ibâdetler ile, kişiler arası ilişkileri (muâmelat) düzenleyen kurallar anlamında kullanımı da yaygındır. Minhac ise, dînin, açık, sâbit sürekli, zamâna ve mekâna göre değişmeyen esasları demektir. (KUR’ÂN YOLU, 2/286)
Her milletin mensup olduğu peygambere indirilen özel hükümler birer şir’a, Allâh’a, peygambere, âhirete îman gibi, bunların ortak oldukları usul de minhacdır. (ELMALILI, 3/255)
Kur’ân’ın hükümleri ile amel edilmesi, Kur’ân’ın hükümlerini bırakıp yahûdi, hıristiyan ve diğer insanların arzu ve isteklerine uyulmaması gerekir. ‘Allâh’ın indirdiği ile hükmet’ emri ve ^sana gelen hakdan ayrılıp da onların arzularına uyma’ yasağının muhâtabı Hz. Peygamberimiz ve onun şahsında bütün Müslümanlardır. Âyetteki emir ve yasaklar bağlayıcıdır. Bu itibarla her konuda Kur’an hükümleri ile amel edilmesi farzdır. Aksi davranış isyan, zulüm ve büyük günahtır. (İ. KARAGÖZ 2/317).
(49).‘Eğer yüz çevirirlerse (yâni Allâh’ın sana indirmiş olduğu şeylerle hükmetmekten yüz çevirip, başkasını isteyecek olurlarsa) Bil ki, bir kısım günahları yüzünden Allah onları cezâlandırmak istiyor.’ Kur’an’dan yüz çevirmek, Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uymamak, büyük günahtır. Günah, musibete mâruz kalmaya sebep olur. İnsanlar, işledikleri günahlar sebebiyle tevbe etmezler veya affedilmezlerse âhirette cezalandırılırlar. Ancak Allah, günahlar sebebiyle dünyâda musibet de verebilir. (İ. KARAGÖZ 2/319).
‘.. insanların çoğu fâsıktır.’ Fâsık, Allah ve Peygamberine itaat etmeyen kimse demektir. Fâsık iki kısma ayrılır: (a). Îman etmeyenler, (b). Îman ettiği hâlde îmânın gerektirdiği dîni görevleri yapmayanlar. Âyetin son cümlesi, mutlak olarak zikredilmiştir. Her iki anlamı da ifâde eder. Başka âyetlerde insanların çoğunun îman etmeyecekleri bildirilmektedir. (12/103, İ. KARAGÖZ 2/319).
(50).‘Onlar câhiliye hükmünü mü istiyorlar.’ Allâh’ın âdil hükmünü reddederek küfür, bilgisizlik ve hevâ sonucu ortaya çıkan beşer hükmünü mü arzuluyorlar. (S. HAVVÂ, 4/41)
O ilim ve din iddiâsında bulunanlar, Allâh’ın hükmüne râzı olmayıp ta kötülüğe meyletme, dalkavukluk, garazkârlık, eşitsizlik gibi haksız dâvâya uyan câhiliyet hükmü, câhiliyet kanûnu mu istiyorlar? (ELMALILI, 3/258)
Câhiliye: İslâm’a uymayan her türlü inanç, söz, fiil ve davranışı ifâde eder. Günah olan söz ve fiiller, kaba davranışlar câhiliye işidir. (..) Kur’ân’da dört çeşit câhiliyeden söz edilmiştir: Câhiliye zannı (3/154) Gerçeği bilmeden ileri geri konuşmak, Allah hakkında kötü zanda bulunmak. Câhiliye hükmü (5/50) Allâh’ın hükmüne ters düşen hükümler, câhiliye hamiyeti / taassubu: (48/26) ilâhi gerçeklere karşı çıkmak, hiddet, öfke, kızgınlık göstermek, gurur – kibir nedeniyle emir ve yasaklara uymamak. Câhiliye teberrücü: (33/33) kadınların örtülmesi gereken yerlerini örtmemeleri (DÎNÎ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, 1/71)
Câhiliyye, -Allâh’ın belirttiği, Kur’ân’da ifâde edildiği üzere – insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle kılnması, Allâh’a kulluğun bırakılması, Allâh’ın ilâhlığının reddedilmesi ve de buna karşılık, kimi insanların ilâh kabul edilmesi ve –Allâh’a değil – onlara tapılmasıdır. (S. KUTUB, 3/279)
Nerede ve hangi zamanda olursa olsun eğer insanlar, tek bir konuda bile ödün vermeksizin Allâh’ın şeriatına göre hükmediyorlarsa, bu şeriatı benimsiyorlar ve ona gerçek anlamda teslim oluyorlarsa, Allâh’ın dînine mensup olmuş demektir. Yok eğer, beşer aklının ürünü olan bir şeriat, bir öğretiye göre hüküm veriyorlarsa – hangi şekilde olursa olsun – söz konusu öğretiyi benimsiyorlarsa, onlar câhiliyye sınıfındadırlar. Onlar, öğretisi doğrultusunda hüküm verdikleri kişinin dînini benimsemiş durumdadırlar, Allâh’ın dînini değil! Allâh’ın hükmünü istemeyen, câhiliyye hükmünü istiyor demektir. Allâh’ın şeriatını reddeden, câhiliyye düzenini kabul ediyor, câhiliyyeyi yaşıyor demektir. (S. KUTUB, 3/279)
İslâm’ı reddeden, İslâm’ı başkası ile karıştıran, hatta görüşleri arasında küfrü gerektiren görüşleri benimseyen partiler dahi, küfürdür, kâfirliktir. Böyle düzende yaşayanları, hattâ başkanlarının Müslüman olduğunu hükmederiz. Meselâ, Hz. Yûsuf, kendi şeriatından farklı bir düzende, kâfir düzende görev yapmıştır. (12/76) Ancak Yûsuf (a.s.), peygamberlerden bir peygamberdir. İşte Habeşistan Necâşi’si; Rasûlullah (s) onun Müslüman olduğuna hükmetmiş ve vefât ettiği zaman gâib cenaze namazını kılmıştı. Kâfir bir düzenin başında bulunuyordu hâlbuki. Çünkü henüz Kur’ân şeriatıyla hükmetmiyordu. Bununla birlikte bizler onun Müslüman olduğuna hükmediyoruz. (S. HAVVÂ, 4/67)
Bu âyet-i kerîmedeki soru Allâh’a inananlar için mühim bir imtihan konusudur. “Hükmü en güzel olan Allah’tır.” diyerek Allâh’a inananlar, ya O’na sarılacak ve böylece, hakiki anlamda inanan bir mü’min olacaktır yâhut Allâh’ın hükümlerini beğenmediğini söyleyerek inkârcı ve kâfir olacak veya diliyle güzelliğini söylese bile kalbi ve uygulamasıyla yalanlayacak böylece gizli kâfir (münâfık) ve fâsık olacaktır. Taberânî der ki: “İbn-i Abbas’dan şöyle rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (s), ‘Allah katında en çok şu iki kişi sevilmez: (1) Müslüman olduktan sonra câhiliyeyi yâni İslâm dışı yaşayış düzenini arzu eden. (2) Haksız yere nefsine uyarak bir kişinin kanını döken.’ buyurmuştur.”) [bk. 8/36; 23/74-75; 42/21] (H. T. FEYİZLİ, 1/115)
5/51-56 GERÇEK DOSTLUK
51. Ey îman edenler! Yahûdileri ve hıristiyanları dost (sırdaş veyönetici) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirlerinin yâr ve yardakçısı (İslâm’ındadüşmanı)dırlar. Kim onları (veaynızihniyetteolanları) dost edînirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah zulmeden toplumu doğru yola eriştirmez. [bk. 9/32-33; 60/8-9]
52. (Ey Peygamberim!) Kalplerinde (şüphe, nifakvedünyevîlikten) bir hastalık bulunanların: “(Deviraleyhimizedönüp) başımıza bir felâket / kötülük gelmesinden korkuyoruz.” diyerek onların (Hıristiyan dostları hakkında) aralarında koşuştuklarını görürsün. Ama Allah, (kendisinesığınan, onlarlauzlaşmayanveonlarayapışmayanmüslümanlara) zafer nasip edecek veya kendi katından emrini (takdîrininbirtezahürünü) gerçekleştirecektir. O zaman o (koşuşa)nlar, içlerinde gizledikleri nifakları yüzünden pişman olacaklardır. [krş. 2/10]
53. Îman edenler (Yahûdilere): “Sizinle berâber olduklarına dair, olanca kuvvetleriyle Allâh’a yemin edenler o (münafık)lar değil miydi?” derler. Onların bütün yaptıkları boşa gitti; böylece onlar, hüsrâna uğrayan kimseler oldular.
54. Ey îman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah, (sizinyerinize) kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı gâyet alçak gönüllü kâfirlere karşı da güçlü ve onurlu bir toplum getirir ki onlar Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allâh’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, (herşeyi) bilendir. [bk. 6/89]
55. (Eymü’minler!) Sizin gerçek dost ve yardımcınız ancak Allah ve O’nun Elçi’sidir; bir de (Allâh’ınemirlerine) boyun eğerek namazı dosdoğru kılan ve zekât veren mü’minlerdir.
56. Kim Allâh’ı, Rasûlü’nü ve mü’minleri dost edinirse, işte Allah taraftarı onlardır; mutlaka gâlip gelecek olanlardır.
51-56. (51).‘Ey îmân edenler! Yahûdi ve Hıristiyanları dost (sırdaş, idâreci) edinmeyin.’ ‘Onlar birbirlerinin velîsidirler.’ Onlara yardımcı olmayın, onlardan yardım istemeyin. Kardeşlik bağları ile onlara bağlanmayın. Müminler ile oturup kalktığınız gibi, onlarla oturup kalkmayın. Onlar birbirlerinin velîsidirler. Bu âyet, küfrün tek millet olduğunun delilidir. (S. HAVVÂ, 4/78)
‘Ve siz müminlerden her kim, onları dost tanır, velî edînirse, şüphe yok ki, o da onlardandır.’ Onlara benzemiş, onların huyunu kapmıştır. O artık hakka değil, onlara ve isteklerine hizmet eder. Âhirette, onlarla berâber haşrolunur. (ELMALILI, 3/266)
Kur’ân-ı Kerîm, burada olduğu gibi birçok âyette müminleri uyararak kendilerinin dışındakilerinin ister dinsiz olsun, isterse Yahûdiler ve hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, Müslümanların hayâtî önem taşıyan sırlarını öğrenecek, muhtaç olduklarında kendilerini koruyacak derecede dostları olamayacağını ifâde buyurmuştur. (Âl-i İmran 3/28, 118; Nisâ 4/144) Ancak mümin olmayanları dost edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samîmi olmak veya devletin sırlarını yâhut menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek yanlış olmakla birlikte onlarla beşeri münâsebetlerin / insâni ilişkiler yürütülmesinde bir sakınca yoktur. Kur’ân Müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayr-i Müslimlerle beşeri münâsebetlerin / insâni ilişkilerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adâletli davranılmasını tavsiye etmekte, böyle yapanları yüce Allâh’ın sevdiğini bildirmektedir. (Mümtehıne 60/8) Müslümanların menfaatine olduğu müddetçe onlarla uluslararası dostluk anlaşmaları imzalamakta da bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber Medîne’deki Yahûdilerle vatandaşlık antlaşması yaptığı gibi, müşrik kabilelerle de ittifak antlaşası yapmıştır. Samîmi dost edînilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Yüce Allah, bu tür gayr-i Müslimlerle dostluk bağları kuranları zâlimler olarak nitelemiştir. (Mümtehine 60/9; KUR’ÂN YOLU, 2/293, 294)
Mümin, kâfir de olsa her insanın hakkına riâyet eder, hiç kimseye zulmetmez. Herkesin hayrını ve yararını ister. Bütün insanları îmâna, sâlih amellere, güzel ahlâka ve güzelliklere dâvet eder. ‘Yasaklanan dostluk’, müminlerini sırlarını kâfirlere vermek, kâfirlerin İslâm’a uymayan inanç, düşünce, eylem, söz ve davranışlarını benimsemek, bu sebeple onları sevmektir. Böyle bir davranışı gerçekten îman etmiş olan bir kimse yapamaz. Çünkü Allah bunu yasaklamıştır. Bunu yapan kimse, zâlim ve fâsık olur. (..) Ehl-i kitabı dost edinmemek ve onlara güvenmemek gerekir. Çünkü onlar kendilerinden başkasına gerçek dost olmazlar. Rabbimizin beyânı ile, dinlerine tâbi olmadığı sürece hiçbir yahûdi ve hıristiyan müminleri sevmez. (2/120; İ. KARAGÖZ 2/321).
‘Müslüman olmayanları dost edinmeyin’ buyruğunu terk edip onları dost edinen kimse, Allâh’a isyan etmiş, günaha girmiş ve kendisine zulmetmiş olur. (..) ‘Allah zâlimler topluluğunu doğruya iletmez.’ Allâh’in hidâyeti veya saptırmasıkeyfi değil, bir bilgiye, hikmete ve insanların davranışlarına göredir. Çünkü Allah, zâlim değildir. Kur’an’da Allâh’ın kimlere hidâyet ettiğini, kimlere etmediğini bildirmiştir. Meselâ Allah, fâsıklara (5/108), kâfirlere (2/258, 264), yalancı nankörlere (39/3), müsrif ve yalanlayıcıya (40/28) ve hâinlere hidâyet etmez. (İ. KARAGÖZ 2/323).
(52).‘(münâfıklar) korkarız ki devir, aleyhimize döner, başımıza bir felâket gelir, derler.’ İslâm’a düşman olan çevrelerle iyi geçinip, kötü bir dönem gelirse, Müslümanlara hizmet edeceğini öne sürerek, geçim sağlayan kimselere de bu âyette uyarı vardır. (H. DÖNDÜREN, 1/221)
Münâfıklar, hem Yahûdilere, hem de Müslümanlara yardım ve destek sözü vermişler ve bunu yeminle pekiştirmişlerdi. ‘Eğer sizinle savaşırlarsa, size yardım ederiz’ diyerek Yahûdilere teminat vermişlerdi. (Haşr, 59/11) Bununla berâber, her fırsatta Hz. Peygambere îmân ettiklerini ve müminlerle berâber olduklarını da söylüyorlardı. (Bakara, 2/14, Nisâ 4/141) Fakat kıldıkları namazlar, tuttukları oruçlar, verdikleri zekâtlar boşa gitti, sonuçsuz kaldı. (KUR’ÂN YOLU, 2/295)
Hâlbuki yüce Allah yukarıdaki âyette de geçtiği üzere, mü’minlerin kendi dışındakileri dost ve idâreci edinmemelerini, edinenlerin de münâfık olduklarını bildirmektedir.) [bk. 4/138-139, 144; 5/80] (H. T. FEYİZLİ, 1/116)
(54).‘İçinizden her kim dîninden dönerse’ Dinden dönen kimseler için, ölüm cezâsı zikredilmemiştir. Bakara 2/217’ye göre, ölüm cezâsı sâdece dinden dönme suçunun günahının değil, Müslümanlara karşı savaş durumuna geçme suçunun karşılığıdır. (KUR’ÂN YOLU, 2/297)
Burada, peygamber (s.a.) in nübüvvetinin bir delili de bulunmaktadır, çünkü henüz fiilen var olmayan, daha sonra ortaya çıkacak bir durumu (irtidad) haber vermektedir. (Nesefi’den S. HAVVÂ, 4/86)
Bu üç âyet, Allah Hizbinin niteliklerini saymaktadır:
(a,b) ‘Allah öyle bir kavim getirir ki, hem O onları sever, hem onlar da O’nu severler’ Amellerinden râzı olup, bu amelleri sebebiyle onları sever. O müminler de, O’na itâat eder, O’nun râzı olmasını her şeyden üstün tutar. O’nun sevgisini elde edebilecekleri yolları izler; hoşlanmamasına, râzı olmamasına götüren yollardan uzak kalırlar. (S. HAVVÂ, 4/83, 84)
‘… Allah (sizin yerinize) öyle bir kavim getirir ki; (a) Allah onları sever, (b) onları da Allah sever;’ Hz. Ali, Dahhâk ve Katâde’ye göre âyette zikredilen grup, Hz. Ebu Bekir ve ashâbıdır. Çünkü onlar Hz. Peygamber’in vefâtının ardından ortaya çıkan irtidat / dinden çıkma hareketlerini bastırmak için savaşmışlardır. (..) Esâsen âyetin genel boyutunu daha çok öne çıkarmak kaçınılmaz görünmektedir. Zîrâ Kur’ân evrensel bir kitaptır. O hâlde rahatça diyebiliriz ki, ne zaman Müslümanlar dinlerini değiştirseler, Yüce Allah onların yerine hem kendisinin sevdiği hem de kendisini seven kullarını getirip, İslâm’ı aziz kılacaktır. Bu, Allâh’ın yeryüzü için koymuş olduğu bir sünnetidir. O’nun sünneti de aslâ değişmeyeceğine göre bu ilâhi ilke, dünyâ durdukça devam edecek ve yeryüzü hiçbir zaman müslümansız kalmayacaktır. (M. DEMİRCİ, 1/362, 363)
(c) ‘müminlere karşı alçak gönüllü, (d) kâfirlere karşı zorludurlar’ Müminlere karşı alçak gönüllü yâni şefkatli, merhametli ve nâziktirler. Onlara karşı kuvvete başvurmazlar; zekâ, yetenek, etki, servet ve diğer güçlerini müminlerin aleyhine baskı aracı olarak kullanmazlar.
(d) Kâfirlere karşı vakarlıdırlar, yâni İslâm düşmanlarına karşı sert, dirençli ve tâvizsizdirler; maddi menfaat karşılığında satın alınamayacak kadar üstün karaktere sâhiptirler. (KUR’ÂN YOLU, 2/296)
(e) ‘Allah yolunda cihad ederler’ Yâni Allah rızâsını kazanmak için hakkı ve adâleti gerçekleştirmeye gayret ederler; bu uğurda başlarına gelecek her türlü sıkıntıya katlanırlar; mal ve canlarını Allah yolunda harcamaktan çekinmezler. Cihad, samîmi müminlerin en önemli özelliklerinden ve ayırıcı vasıflarındandır. (KUR’ÂN YOLU, 2/297)
(f) ‘Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar’ Hak uğrunda cihad ederken hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar; varlığına ve birliğine inandıkları Allah yolunda yürürler, O’nun hükümleriyle hükmederler; karşıtlarının muhâlefet, eleştiri, itiraz ve alaylarına aldırış etmezler. Çünkü bunlar karşılık olarak insanlardan ne bir ödül ne de övgü beklerler; sâdece hakkı gerçekleştirmek, iyiliği ve güzelliği yaymak, kötülüğü ve çirkinliği önlemek, böylece Allâh’ın rızâsını kazanmak için çaba harcarlar. (KUR’ÂN YOLU, 2/297)
(55).(g) ‘Sizin gerçek dost ve yardımcınız ancak Allah ve O’nun Elçi’sidir; bir de (Allâh’ın emirlerine) boyun eğerek namazı dosdoğru kılan ve zekât veren müminlerdir.’ Allâh’ın dostluğu, O’nun düşmanlarına düşman olmak demektir. Nitekim Hz. İbrâhim kavminin taptığı putları kastederek ‘O putlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah dostumdur.’ (Şuarâ 26/77) demiştir. (..) Müminleri dost edinmek, onlarla din kardeşi olmaktır. Bu hususta Allah Teâla: ‘Bütün müminler kardeştir.’ (Hucurât 49/10) buyurur. Hadîs: Rasul-i Ekrem (s)’de ‘Sizden biriniz kendisi için istediğini diğer kardeşi için de istemedikçe gerçekten îmân etmiş olmaz.’ (Buhâri, Müslim’den Ö. ÇELİK, 2/11, 12)
İslâm’ı küçümseyip hükümlerini beğenmeyenler ve onlara göre yaşamaktan utananlar, dinden çıkmış veya sapmış kimselerdir. Buna karşılık Allah, İslâm milletleri arasında İslâm’ı hâkim kılmada liderlik ve hâkimiyeti, İslâm’a gönül veren, ona sâhip çıkan ve ona hizmet eden milletin eline geçirir ve bu şekilde Allâh’ın sünneti devam eder. [bk. 2/217] (H. T. FEYİZLİ, 1/116)
5/57-71 EHL-İ KİTABIN TAVIRLARI
57. Ey îman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dîninizi eğlence ve oyun (konusu) edinenleri ve inkârcıları dost (veyönetici) edinmeyin. Eğer gerçekten inanmışsanız Allâh’ın emirlerine uygun yaşayın, karşı gelmekten sakının.
58. (Ey îman edenler!) Siz (ezanla) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman, (kâfirler) onu bir eğlence ve bir alay (konusu) edinirler. Bu, onların gerçekten düşünmez bir topluluk olmalarındandır.
59. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Biz ancak Allâh’a, bize indirilene ve bizden önce indirilen(ler)e inandığımız için mi bizden intikam alıyorsunuz? Hâlbuki sizin çoğunuz fâsık (Allâh’ınemrindençıkmış) kimselersiniz.” [krş. 7/126; 9/74; 85/8]
60. (Ey Peygamberim!) De ki: “(EyYahûdiler!) Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allâh’ın kendilerine lânet ettiği, gazabına uğrattığı ve içlerinden maymunlar, domuzlar hâline getirdiği kimselerle, tâğûta (kendisiniilâhlaştıranlara) kulluk edenlerdir ki işte onlar makâmı en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.”
61. (Ey Peygamberim! Nifak çıkaran Yahûdiler) size geldikleri zaman: “Biz îman ettik.” derler. Hâlbuki (onlar, yanınıza) inkârcı olarak gelmiş ve inkârcı olarak çıkmışlardır. Allah, onların neler gizlediklerini çok iyi bilendir.
62. (Ey Peygamberim!) Yahûdilerin birçoğunun, günahta, düşmanlıkta ve haram yemede yarış yaptıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötüdür!
63. (Ey Peygamberim!) Tevrat ve İncil hükümlerini bilenler, insanları günah söz söylemekten ve haram yemekten vazgeçirselerdi ya! (Bilerek) yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
64. Yahûdiler: “Allâh’ın (rızıkvermede) eli bağlı (cimri)dir.” dediler. Dedikleri yüzünden elleri bağlandı. İddiâlarının aksine, O’nun elleri açıktır, nasıl dilerse öyle sarf eder. (Ey Peygamberim!) Rabbinden sana indirilenler (Kur’an), andolsun ki onlardan çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyâmet gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve kin bıraktık. Onlar ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü (yenilgiyeuğrattı). Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.
65. Eğer Ehl-i Kitap, (Muhammed’eveKur’ân’a) îman edip de günahlardan sakınsalardı, biz de şüphesiz onların (geçmiş) hatâlarını örter, onları nimeti bol cennetlere koyardık.
66. Onlar Tevrat’ı, İncil’i, sonra da Rableri tarafından kendilerine indirilen (Kur’ân–ıKerîm’)i dosdoğru uygulasalardı, şüphesiz ki (darlıkdeğil) hem üstlerindeki (gökyüzünün) hem de ayaklarının altındaki (yerinhertürlünimetlerin)den yerlerdi. İçlerinde orta yol tutan bir topluluk (yokdeğil) vardır. Fakat onların çoğunun yaptıkları şeyler pek çirkin işlerdir.
67. Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni (tamâmen) tebliğ et (bildir). Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumunu doğru yola iletmez.
68. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden sizlere de indirilen (Kur’ân’ainanıphükümlerin)i uygulayıncaya kadar (dinnâmınadoğru) hiçbir temel üzerinde değilsiniz.” de. (EyPeygamberim!) Rabbinden sana indirilen (âyet)ler, kuşkusuz onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü / inkârını artıracaktır, o hâlde kâfirler gürûhu için üzülme.
69. Şüphe yok ki (bütün) îman edenlerle, Yahûdiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıp da sâlih amel işlemişse, artık onlara hiçbir korku yoktur ve onlar (hiçbirşeye) üzülmeyecek (vecennetegirecek)lerdir. [bk. 7/157; 57/28-29. krş. 2/62]
70. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’ndan sağlam söz almış ve kendilerine peygamberler göndermiştik. (Bunarağmen) ne zaman bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü getirmiş (vesöylemiş)se, (onlardan) kimisini yalanlamış, kimisini de öldürmüşlerdir. [bk. 2/61; 2/88]
71. İsrâiloğulları, kendi başlarına bir fitne (birbelâvemusîbet) gelmeyeceğini sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, onlara tevbe nasip (ediptevbelerinikabul) etti. Ama onlardan çoğu yine kör ve sağır kesildiler. Allah, yaptıklarını çok iyi görendir.
57-71. (57).‘Ey îman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden dîninizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin.’ Önceki (âyetteki) yasak genel şekilde yalnız Yahûdi ve hıristiyanlara özgü idi. Burada ise yasak, bütün kâfirlere genelleştirilmiştir. Ve aynı zamanda bu yasak, kitap ehlinin İslâm dînini alaya alan ve küçük görenlere tahsis edilmiştir. (ELMALILI, 3/273)
Âyetin iniş sebebi olarak bâzı Müslümanların birtakım münâfıklara karşı sevgi ve muhabbet duyguları ile davranmaları gösterilmiştir. Âyetin iniş sebebi husûsî/özel / özel olmakla birlikte, hükmü umûmi / genel olup, Müslümanlara yöneltilen her türlü alay etme, küçümseme ve eğlence yerine koyma gibi davranışları ve bu davranış sâhibi kâfirleri içermektedir. (KUR’ÂN YOLU, 2/299)
Dîni, dînin herhangi bir hükmünü, emrini, yasağını, ilkesini, bir ibâdeti, bir âyeti alaya alan, oyun ve eğlence yerine koyan kimse kâfir olur. Bu itibarla dînî değerleri alaya almaktan, oyun ve eğlence yerine koymaktan sakınmak gerekir. (İ. KARAGÖZ 2/331)
(58).‘(O kâfirleri dost edinmeyin ki) namaza çağırdığınız yâni ezan okuduğunuz zaman o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, alay ederler. (ELMALILI, 3/273)
Bu âyet önce ezânın meşru olduğuna, ikinci olarak onunla alay etmenin ve hafife almanın küfür olduğunun belgesidir. Bunu için ezâna icâbet etmek (ezan sözlerini tekrarlamak) vâciptir. (ELMALILI, 3/273)
Ezan okunurken, kemâl-i edep ile dinlemeli ve ezâna saygısızlık rdilmemelidir. Ezâna saygı, ezân’ın meşruoluşunu, içerdiğianlamını, dindekiyerinive önemini kabul etmek, okunan ezâna katılmak ile gerçekleşir. Ezâna katılmak yâni, müezzinin okuduğu ezan cümlelerini aynen tekrar etmek, Peygamberimizin emridir. (Müslim). (..) Sâdece ‘hayye ale ‘ssalâh’ ve ‘hayye ale ‘l felâh’ cümlelerini tekrarlamaz. Bunun yerine ‘lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ der. Sabah ezânında ‘es salâtü hayrun(m) min ‘en nevm’ denildiğinde ‘sadakte ve bererte: Doğru söyledin, iyi söyledin’ karşılığını verir. (Ebû Dâvud) ve ezan bitiminde ezan duâsını okur. Dolayısıyla ezan okunurken Kur’an okunmaz, vaaz edilmez, selâm verilip alınmaz, konuşulmaz, mümzik çalınmaz (..). (İ. KARAGÖZ 2/331)
Bu âyet, namaza çağırma mânâsında, ezânın Kur’ân’da yer aldığını göstermektedir. Çağırmanın şekli ve sözleri ise sünnette belirlenmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/300)
(60).‘…O kimseye ki, Allah lânet etmiş, aleyhine gazap etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve tâğûta kullar kılmıştır.’ Tâğût: Kur’ân-ı Kerim’de tâğût kelimesi insanlar tarafından ilâh edinilmiş bütün bâtıl tanrıları, insanların Allâh’a isyan etmelerine neden olan tüm varlıkları, hakkı bâtıl, bâtılı da hak gösteren tüm küfür ve sapıklık faâliyetlerini ifâde eden bir terimdir. (KUR’ÂN YOLU, 2/300)
Tâğût, otoritesini Allah’tan almayan her türlü yönetim, uygulamasını O’nun şeriatına dayandırmayan her iktidar, hakka tecâvüz eden her türlü düşmanlıktır. Allâh’ın otoritesine, ilâhlığına ve hâkimiyetine tecâvüz ise; düşmanlığın en iğrenci, azgınlığın en şiddetlisi, anlam ve söz olarak da Tâğût’un kapsamına en çok girenidir. (S. KUTUB, 3/311)
Âyette, lânetten gazap (kızma) ya, kızmadan Mesih (hayvana döndürülme) ye mesihten tâğûta ibâdet (şeytana kulluğa) doğru giden, beyan silsilesi gösteriyor ki, bunların her biri şerdir, Bunlar, önce lânetlenir, Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırılırlar, ikinci olarak uzaklaştırılmakla kalmaz, Allâh’ın gazabı başlarına çöker, elemler ve belâlar içinde kıvranırlar, üçüncü olarak, maymun gibi bir insan taklîtçisi, kararsız değişken, sahtekâr olur, domuz gibi çirkin, suratsız, her pisliği yer, nefret edilen alçaklık timsâli olur. (ELMALILI, 3/276)
(63).‘Rabbâniler (Tevrat ve İncil bilginleri) ve bilginler onları günah işlemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirseydiler ya!’ Bâzı âbid ve zâhitler, insanlardan ayrılarak uzlete çekilmeyi tercih etmişler, kapsamlı bir dâvette bulunmayı terk etmişlerdir. Hâlbuki bu gibi işleri bunların yerine getirmesi gerekir. İlim adamları da böyle. Hattâ bu işleri (tebliğ vb.) yapmaları daha fazla gerekmektedir. Bunun delili, Yüce Allâh’ın Rabbâniler ve bilginler, onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vaz geçirmeye çalışmalı değiller miydi? (S. HAVVÂ, 4/91)
Müfessirler, Kur’ân’da âlimleri uyaran en sert ifâdenin bu âyette olduğu kanâatindedirler. (KUR’ÂN YOLU, 2/302, ELMALILI, 3/276)
(64).Âyette, Allâh’ın eli, Allâh’ın kudreti, iki elinin açık olması ise, onun cömertliği ve canlılara bol rızık vermesi anlamına gelir. Allâh’ın zâtına âit sıfatlardan birisi de, muhâlefetün li’l havâdis (sonradan yaratılanlara benzememe) sıfatıdır. Âyette O’nun benzeri hiçbir şey yoktur’ (Şûra, 42/11) buyurulur. (H. DÖNDÜREN, 1/221)
‘Nasıl dilerse öyle verir’ İsterse verir, isterse vermez, isterse az verir, isterse çok; isterse hesap ile verir, isterse hesapsız; ne vermeye mecburdur, ne vermekle zenginliği tükenir, ne vermemekle cimri olması gerekir. (ELMALILI, 3/278)
Hadîs: ‘Allâh’ın sağ eli nimetlerle dopdoludur. Hiçbir şey onu eksiltmez. O, gece gndüz bol bol ihsân eder. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri verdiğini bir düşün. Bütün bunlar O’nun sağ elinde bulunanları hiç eksiltmemiştir.’ (Buhâri Tevhid 22; Müslim Zekât 37’den Ö. ÇELİK, 2/19)
‘Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya uğraşıyorlar.’ Bilindiği gibi Yahûdiler kendilerini en üstün ırk olarak kabul ederek diğer insanlrı köle olarak görmektedirler. Böyle olunca, Yahûdilerin tüm bu kötülükleri yaparak dünyâyı kendileri dışındaki diğer insanlar için yaşanmaz hâle getirmek istemeleri, sıradan bir iş olarak nitelendirilebilir. Çünkü yeryüzünde bozgunculuk yapmak için özellikle Müslümanları inançlarından uzaklaştırmak, diğer inkârcı gruplarla birleşerek onların aleyhine tavır almak, yeryüzünün dirlik ve düzenini bozmak sûretiyle sosyal, siyasal, hukûki ve ekonomik krizlere yol açmak Yahûdilerin en temel hedefleri arasındadır. Bu da tabiatıyla yeryüzünde bozgunculuk adına onlardan her türlü kötülüğü beklemeyi kaçınılmaz kılmaktadır. (M. DEMİRCİ, 1/367)
‘Ehl-i kitap îman etseler… onları naîm cennetlerine koyardık.’ Na’îm cenneti, nîmetleri bol cennet demektir. Kur’an’da zikredilen sekiz cennetten biridir. Bu cennete sâlih amel işleyen, takvâlı, iyi ve ihlâslı müminlerin gireceği blidirilmektedir. (68/34, 31/8, 37/40 – 41; İ. KARAGÖZ 2/339).
(66).‘Eğer onlar Tevrat’ı ve İncil’i ve kendilerine Rablerinden indirilmiş olanı dosdoğru uygulasalardı’ Tevrat’ın ve İncil’in hükümlerini, cezâlarını yerli yerince uygulayıp, onlarda bulunan Rasûlullah (sav)’ın niteliklerine tâbi olarak, Rabb’lerinden indirilen Kur’ân-ı Kerîm’e tâbi olsalardı, ‘Muhakkak ki hem üstlerinden, yâni yüksekte yetişen meyvelerden, hem de altlarından, yâni ekinlerden, yiyeceklerdi. Bolluk ve refah içinde olacaklardı. Âyet-i Kerime, Allah-ü Teâla’ya itaat etmenin rızkın genişliğinin sebebi olduğunun delilidir. (S. HAVVÂ, 4/94)
‘Her şeye rağmen içlerinde ölçülü davranıp orta yolda giden bir grup dae vardır.’ Kitap ehlinden böyle bir ilâhi övgüye nâil olan az bir kesim bulunmaktadır. Bir görüşe göre bunlardan maksat, Yahûdilerden Abdullah b. Selâm, hıristiyanlardan Necâşi gibi kitap ehli arasındaki Rasûl-i Ekrem (s)’e îmân edenlerdir. (Ö. ÇELİK, 2/20)
(67).‘Allah seni insanlardan (kâfirlerden–S. HAVVÂ) korur.’ Burada gaybî bir mûcize vardır. Yüce Allah, Rasûlü’nü öldürmeye kimseyi musallat etmeyeceğine dâir Allâh’ın Rasûlüne bir vaadidir. (..) Rasûlullah (s), bekçiler vasıtası ile korunmakta idi ve korunmayı da severdi. Allah seni insanlardan korur. Buyruğu inince bekçi edinmeyi terk etti. (S. HAVVÂ, 4/119, 120)
Allah Teâla, risâletin başlangıç dönemlerinde, amcası Ebû Tâlip vâsıtası ile onu korudu. Yahûdiler, onu büyülemek isteyince, Allah onu korudu. Bu hastalığa karşı ilâç olmak üzere, Felak ve Nâs sûrelerini indirdi. Yahûdiler, Hayber’de koyun etine zehir katınca, Allah ona durumu bildirdi. (S. HAVVÂ, 4/121)
(68).‘Ey Ehl-i Kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilen (Kur’ânhükümlerini) uygulayıncaya kadar, hiçbir temel üzerinde değilsiniz. ‘Tevrat ve İncîl’in aslında bulunan herşeye tümüyle îmân edip, onlarla gereğince amel etmedikçe, Hz. Muhammed’e îmân edip, ona uymadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz. (S. HAVVÂ, 4/121)
‘Rabbinizden size indirilen’ ile maksat Kur’an’dır. Kur’an Allah kelâmıdır. Tevrat ve İncil’in aslı da vahye dayanır. Tevrat ve İncil’e insan sözü karışmış ve Kur’an ile bir kısım hükümleri kaldırılmıştır. (7/157). Kur’an ile birlikte Tevrat ve İncil’in hükümlerini uygulamak, Tevrat ve İncil’in Kur’an ile örtüşen hükümlerini kabul etmek ve uygulamaktır. Her şeyden önce, Hz. Muhammed (s) dâhil bütün peygamberlerin, Kur’an dâhil peygamberlere verilenbütün kitapların hak olduğunu, kutsal kitaplarda bildirilen haramlardan sakınılması ve emirlerin uygulanması gerektiğini kabul etmek gerekir. Âyetin bu cümlesi, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın hükümlerini uygulamayan kâfir olur şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü îman ettiği hâlde haram işleyen, kâfir değil, zâlim ve fâsık olur. (İ. KARAGÖZ 2/343)
(69).‘Şüphe yok ki, bütün îmân edenler, (Allah ve Rasûlünü tasdik edenler) (M. A. SÂBÛNİ, 1/329) , Yahûdiler (Tevrat’ı yüklenmiş olanlar), Sâbiiler Bunlar Hıristiyanlardan bir gruptur. Onlar yıldızlara taparlar. (SÂBÛNİ) Hâlâ, Irak’ta kendilerine Sâbiiler denilen bir takım insanlar yaşamaktadır. (S. HAVVÂ, 4/122) ‘Hıristiyanlardan, Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıp ta, sâlih amel işlemişse, .. Hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek te değildir.’ Ehl-i Kitâbın İslâm’dan önceki tevhid üzere olan îmânları ve amelleri makbuldür. Fakat İslâm’ın gelmesi bilinmesinden sonra ancak İslâm’a girip, sâlih amel işlerlerse kurtuluşa ererler. (H. T. FEYİZLİ, 1/118)
Bizim burada bilmemiz gereken önemli şey şudur: Resûlullah (s.a.) peygamber olarak gönderildikten sonra, onun dâveti kendisine ulaştığı halde, îmân etmediği takdirde Yahûdi olsun, Hıristiyan olsun, sâbii olsun, mutlaka cehennemlik olacağı hususunda icmâ vardır. (S. HAVVÂ, 4/122)
(70).‘Andolsun, biz, İsrâiloğullarından sağlam söz almış ve kendilerine peygamberler göndermiştik.’ İsrâiloğullarından, Allah’tan başka tanrı edinmeme, ana babaya hürmet etme, cana kıymama ve hırsızlık yapmama gibi konularda mîsâk (kesin söz) alınmıştır. (bk. Bakara 2/40, 83-84 KUR’ÂN YOLU, 2/315)
(71).‘Bir musibet olmayacağını sandılar da, görmez ve işitmez oldular.’ Yâni İsrâiloğulları, peygamberleri öldürdükleri, rasûlleri yalanladıkları için, Allah’tan kendilerine bir azap ve belânın gelmeyeceğini sandılar. Doğruyu göremediler, kendilerine verilen öğütleri işitmediler veya gereğince amel etmediler. (S. HAVVÂ, 4/123)
(Yahûdiler) hakikatleri görmezlikten ve duymazlıktan gelmişlerdi. Buzağıyı tanrı edinmişler (2/82), Hz. Mûsâ’ya ‘Allâh’ı açıkça bize göstermeden îman etmeyiz’ demişlerdi (2/55). Yüce Allah günahları sebebiyle Yahûdilere birçok musibet verdi. Mesela, kendilerini yıldırım çarpmış (2/55, 4/253), Tur dağı üzerlerine kaldırılmıştı (2/63). Âfet ve musibetten sonra tevbe etmişler ancak, daha sonra çoğu yine eski körlük ve sağırlık hâllerine dönmüşlerdi. (..) Günahlar, özellikle kul haklarını ihlâl, musibetlerin gelmesine sebep olur. (30/42; İ. KARAGÖZ 2/345).
5/72-81 HZ. ÎSÂ İLE İLGİLİ BÂTIL İNANÇLAR VE YAHUDİLERİN ÖZELLİKLERİ
72. “Şüphesiz Allah, Meryemoğlu (Îsâ) Mesih’tir.” diyenler, andolsun ki (şirkegirip) kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih (Îsâ): “Ey İsrâiloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allâh’a ibâdet edin. Çünkü kim Allâh’a ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cennetini haram eder; onun varacağı yer de ateştir. Zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” demişti.
73. “Şüphesiz Allah, üçün üçüncüsü (üçilâhtanbiri)dir.” diyenler (şirkegirip) kesin olarak kâfir olmuştur. Hâlbuki bir tek İlâh’tan başka ilâh yoktur. Eğer (bu) dedikleri (bâtılinançları)ndan vazgeçmezlerse, onlardan kâfir olanlara elbette çok acıklı bir azap dokunacaktır.
74. (Hıristiyanlar) Hâlâ Allâh’a tevbe edip af dilemiyorlar mı? Hâlbuki Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.
75. Meryemoğlu Mesih (Îsâ) sâdece bir bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Onun anası da dosdoğrudur. İkisi de (diğerinsanlargibi) yer içerlerdi. (Ey Peygamberim!) Bak, âyetleri onlara nasıl açıklıyoruz. Sonra bak, (âyetlerdekihakikatlerden) nasıl geri çevriliyorlar?
76. (Ey Peygamberim!) De ki: “Allâh’ı bırakıp da size ne bir fayda, ne de bir zarar vermeye gücü yetmeyen putlara mı tapıyorsunuz?” Allah, (herşeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.
77. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Dîninize âit hususlarda haksız yere sınırı aşmayın. Bundan önce hakikaten hem kendileri sapmış, hem birçoğunu saptırmış ve (hâlende) doğru yoldan sapmakta olan birtakım kimselerin arzu (veheves)lerine uymayın.”
78. İsrâiloğulları’ndan inkâr edenler, Dâvud ve Meryemoğlu Îsâ’nın diliyle lânetlendi(ler). Bu onların (Allâh’a) isyan etmeleri ve sınırı aşmaları yüzündendi.
79. İsrâiloğulları, işledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmezlerdi. (Bu) yapmakta oldukları şey ne kötü idi!
80. (Ey Peygamberim!) İsrâiloğullarının birçoğunun, (mü’minlerekarşı) küfre sapanlarla dostluk kurduklarını görürsün. Nefislerinin kendileri için sunduğu şey ne kötüdür! Allâh onlara gazap etti, onlar (cehennemde) azâbın içinde devamlı kalacaklardır.
81. (Yahûdiler) Eğer Allâh’a, Peygamber’e ve ona indirilene inansalardı, o (müşrikleriveküfresapa)nları dost, (sırdaşveyönetici) edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fâsık (sapmış) kimselerdir.
72-81. (73).‘Hakikaten Allah, üçün üçüncüsü (üç ilâhtan biri)dir.’ Hem selâse / üç, hem sâlis / üçüncü kelimesi itibariyle iki yönden küfürdür. Bir ilâhtan başka ilâh olmadığı hâlde, üç ilâh kabul etmek katıksız şirktir. Allâh’ı üçün üçüncüsü farz etmek, Allah’tan başkasına Allah demektir. Bu da şirktir. (ELMALILI, 3/313)
‘Meryem oğlu Mesih bir peygamberden başka bir şey değildir.’ O kendisinden önce gelip geçen peygamberler gibidir, sâdece bir peygamberdir. Onun kör ve alacalıyı iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi, onun kendi gücüyle değildir. Çünkü o, ilâh değildir. Allah, Âdem (a.s.)’ı anasız ve babasız olarak yarattığı gibi, Hz. Îsâ’yı da, babasız olarak yaratmıştır. (S. HAVVÂ, 4/124)
(75).‘Annesi de dosdoğru bir kadındı, İkisi de yemek yerlerdi.’ Hz. Îsâ’nın annesi Hz. Meryem, peygamberleri tasdik eden kadınlar gibi bir kadındı. İlâhlık niteliklerinden uzak, herhangi bir beşer gibi, yer içerdi. (S. HAVVÂ, 4/124)
Hz. Îsâ’nın annesinin nebî olduğuna inanan âlimler vardır. Cumhûrun kabul ettiği kanâat ise, bütün peygamberlerin erkek olduğudur. Yûsuf (12/109) sûresinde, ‘Senden önce peygamber olarak gönderdiklerimiz, kendilerine vahyettiğimiz şehirli erkeklerden başkaları değildi.’ buyurulmaktadır. (S. HAVVÂ, 4/129)
(78).‘İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryemoğlu Îsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmalarından dolayıydı.’ Dâvûd’un dili ile lânet, sebt (cumartesi) ashâbına (Yahûdilere) Îsâ’nın dili ile lânet sofra ashâbına (hıristiyanlara) olmuştu. Eyle ahâlisi, cumartesi günü zulmettikleri zaman Dâvûd (a.s.) onlara, lânet etmiş, maymunlara dönmüşler (Araf sûresi), sofra ashâbı ise, sofra inmesinden sonra nankörlük etmişler, Îsâ (a.s.) da, bedduâ ve lânet etmiş, domuzlara dönmüşler(dir). (ELMALILI, 3/320, 321)
Lânet: Yüce Allâh’ın kulunu, hoşnutluğundan, rahmet ve yardımında mahrum bırakması, ona gazab etmesinin en şiddetli ifâdesidir. (KUR’ÂN YOLU, 2/321)
(79).‘Onlar yaptıkları fenâlıklardan birbirini vaz geçirmeye çalışmazlardı.’ Münker: Allâh’ın râzı olmadığı, İslâm’ın çirkin, kötü-kabahat, günah ve haram olarak bildirdiği davranışlardır. Münker, mârûfun zıddıdır. (DÎNÎ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, 1/435)
Hadîs: ‘İsrâiloğulları arasında zulüm yaygınlaştığı dönemlerde, bir kimse diğerini günah işlerken görünce önce bu yaptığından sakındırırdı. Fakat ertesi gün onunla oturup kalkabilmek ve yiyip içebilmek için kötülükten sakındırmazdı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak kalplerini birbirine benzetti ve haklarında: ‘İsrâiloğullarından kâfir olanlar hem Dâvûd hem de Meryemoğlu Îsâ’nın diliyle lânetlendiler.’ (Mâide 5/78-79) âyetlerini indirdi. Evet, siz de ya zâlime engel olup onu hakka çekersiniz ya da bu durum sizin başınıza da gelir.’ (Tirmizi Tefsir 5/7; İbn Mâce Fiten 20’den Ö. ÇELİK, 2/28)
Hadîs: Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülükten vaz geçirirsiniz yâhut ta aradan fazla bir zaman geçmez, Allah üzerinize kendi katından bir azap gönderir. Sonra da O’na duâ ettiğiniz hâlde duânızı kabul etmez.’ (Ahmed b. Hanbel’den S. HAVVÂ, 4/130)
Hadîs: Sizden kim, bir münker görürse, onu eliyle değiştirsin, eğer gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Eğer gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu sonuncusu, îmânın en zayıf hâlidir. (Müslim’den, S. HAVVÂ, 4/130, 131)
5/82-86 PEYGAMBERİMİZ VE YAHÛDİLER
82. (Ey Peygamberim!) Andolsun ki mü’minlere düşmanlık bakımından, yahûdi ve müşrikleri insanların en azgını bulacaksın. Mü’minlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Biz hıristiyanlarız.” diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar (hakvegerçeğikabuletmekte) büyüklük taslamazlar.
83. (Ey Peygamberim!) Rasûl’e indirilen (Kur’ân’)ı (hıristiyanlarınanlayışlıları) dinledikleri zaman, gerçeği anladıklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: “Ey Rabbimiz! İnandık, bizi de (hakka) şâhit olanlarla berâber yaz.”
84. (Keşişler ve râhipler) “Bize ne oluyor ki Rabbimizin bizi iyiler topluluğu ile berâber (cennete) koymasını arzu edip dururken, Allâh’a ve bize gelen gerçeğe (Kur’ânvePeygamber’)e inanmayalım?” (derler).
85. İşte (böyle) demelerine mukâbil Allah da onları içinde ebedî kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlerle ödüllendirdi. Bu, güzel hareket eden (mümin)lerin mükâfatıdır.
86. Küfre sapanlar ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemlik kimselerdir.
82-86. (82).‘Andolsun ki, müminlere düşmanlık bakımından Yahûdi ve müşrikleri insanların en azgını bulacaksın.’ Îmân sâhiplerine, düşmanlığın şiddeti açısından Yahûdileri müşriklerin de önünde göreceksin. Çünkü bunların dünyâya hırsı hepsinden çoktur. ‘Onları, insanların hayâta en düşkünü puta tapanlardan daha düşkünü bulacaksın.’ (Bakara 2/96)Çünkü bunların kalpleri kasvetlidir. ‘Biz onların kalplerini katılaştırdık.’ (Mâide, 5/13) Arzuları üzerine düşkünlükleri, fesat çıkarmaya meyilleri, Hakka karşı kibir ve inatları pek kuvvetlidir. Peygamberleri yalanlamada ve öldürmede alışkanlıkları pek çoktur. (ELMALILI, 3/324, 325)
‘Müminlere sevgi bakımından en yakın olarak ta ‘Biz hıristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın.’ Gerçibunlardageneldemümindeğildir. Vemüminleredüşmanlıkbunlardadavardır. Fakatcinscinse karşılaştırıldığı zaman öbürlerinin düşmanlıkta şiddeti çok, bunların da müminleri sevebilmek kâbiliyeti fazladır. Bunlarda (Hıristiyanlarda) îmân kâbiliyeti, îmân ehli sevgisi diğerlerinden fazla bulunur. (ELMALILI, 3/325)
Hıristiyanların, Müslümanlara sevgi açısından daha yakın bir durumdadır. Bundan dolayı, Hıristiyanlarda îmân etme kâbiliyeti daha fazladır. Ve bunlardan ciddi olarak îmâna gelenler Yahûdilerden daha çok olmuştur. (ELMALILI, 3/327)
Bu buyrukta en faydalı ve hayra en çok götüren şeyin, keşişlerin bilgisi dahi olsa, ilim olduğunun delilidir. (S. HAVVÂ, 4/126)
(83).‘Peygambere indirilen (Kur’ân’ı) dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.’ Rivâyete göre bu dört âyet Necâşi ve arkadaşları hakkında inmiştir. İlk Müslümanlar Habeşistan’a hicret edince, Mekke müşrikleri arkalarından bir topluluk göndererek onlara baskı ve şiddet uygulamak istemişti. Necâşi keşiş ve râhiplerle bir toplantı yapmış ve Müslümanlarla müşrikleri de bu toplantıya çağırmıştı. Müslümanlara seslenerek: ‘Kitabınızda Hz. Meryem’den söz ediliyor mu? Diye sormuş: Câfer İbn Ebi Tâlip ‘Evet, onun adına nisbet edilen Meryem sûresi var’ demiş ve baştan ‘İşte Meryem oğlu Îsâ budur’ (Meryem 19/34) âyetine kadar bu sûre ile ‘Mûsâ’nın haberi sana geldi mi’ (Tâhâ 20/9) âyetine kadar Tâhâ sûresini okumuş ve bunları dinleyen Necâşi göz yaşları içinde ‘yemin olsun ki, Îsâ’ya gelenle, bunlar aynı kaynaktandır’ demiştir. Bundan sonra Necâşi, Medîne’ye Hz. Muhammed’e yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Rasûlullah (s) onlara Yâsîn sûresini okumuş, aynı şekilde gözyaşı dökerek îmân etmişlerdi. (ELMALILI, 3/328)
(84).‘(Keşişler ve râhipler) ‘Rabbimizin bizi sâlih kişiler arasına dâhil etmesini arzu ederken, niçin Allâh’a ve bize gelen gerçeğe îmân etmeyelim? (derler)’. (..) Bu âyetin içeriğini oluşturan söz (bir önceki âyette belirtildiği gibi) Kur’ân’dan bâzı pasajlar dinleyip onun etkisinde kalarak gözyaşı döken ve ardından da: ‘Rabbimiz! Biz îmân ettik sen bizi hakikate şâhitlik eden kulların arasına kat’ dedikleri zikredilen Necâşi ve ashâbına âittir. Yâni bir önceki (83) âyette îmân ettiklerini beyân eden söz konusu dindar hıristiyanlar, bu âyette de îmân etmelerinin gerekçesini ortaya koymak istemişlerdir ki, sâlih kişiler arasına dâhil olup âhirette cennete girmektir. (M. DEMİRCİ, 1/371)
(..) Bu sözü, Habeşistan kralı Necâşi’nin etrafında yer alan hıristiyan bir topluluk söylediğine göre, onların bu sözle Hz. Peygamber’in ashâbını kastetmiş olmaları en doğru bir yaklaşım olsa gerektir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, Necâşi’nin adamları Kur’ân pasajlarını dinleyince bundan ziyâdesiyle / oldukça etkilenip ‘Yâ Rabbi! Bizi hakikate şâhitlik eden kulların arasına kat’ demişler ve bu sözle Peygamber’in sahâbilerini kastetmişlerse – ki bize göre doğru yaklaşım budur – o takdirde ‘bizi sâlih kişiler arasına dâhil etmesini arzu ederken’ sözüyle de aynı şeyi dile getirmişlerdir. Çünkü bu sûrenin 82-84. Âyetleri arasında bir anlam ilişkisi söz konusudur. (M. DEMİRCİ, 1/371)
5/87-88 NİMETLERDEN İSTİFÂDE VE HADDİ AŞMAMAK
87. Ey îman edenler! Allâh’ın size helâl kıldığı temiz nîmetleri (kendînize) haram kılmayın ve sınırı da aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.
88. (Ey îman edenler!) Allâh’ın size temiz ve helâl olarak verdiği rızıklardan yiyin. Kendisine îman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının!
87-88. (87).‘Allâh’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın.’ Tayyibât: İyi ve temiz şeyler demektir. ‘haram kılmayın’ buyruğunun mânâsı ise, haram kılmak gibi bir yasak ile kendinize onları yasaklamayınız veya zühd gösterisinde bulunmak yâhut nimetlerden uzak kalmayı ızhar etmek / açığa çıkarmak üzere onları terketmekte abartıp ‘onları kendimize haram kıldık’ demeyiniz. (S. HAVVÂ, 4/170)
İslâm’da, yasaklandığına dâir delil bulunmayan her şey, helâldir. (KUR’ÂN YOLU, 2/330)
‘Haddi aşmayın’ Helâli haram sayarak, Allâh’ın hükümranlık sınırlarını aşmayın, başkalarının haklarına tecâvüz etmeyin, israftan kaçının (KUR’ÂN YOLU) Şehvetler peşinde dolaşmayın, nefsin ve başkalarının haklarını gözetin, ölçülü ve iktisatlı hareket edin. (ELMALILI, 3/330)
Allâh’ın râzı olmadığı bir fiili işlemek büyük günahtır, Allâh’a isyandır. Kur’ân-ı Kerim’de haddi aşanlar kınanmakta, peygamberler ve âyetleri yalanlayanlar ‘haddi aşanlar’ olarak nitelenmekte, bu kimselerin kalplerinin mühürleneceği ve cehennemle cezâlandırılacağı bildirilmektedir. (10/74, 50/25, 68/12, 83/12; İ. KARAGÖZ 2/359).
‘Haram kılmayın’ emri, eşyâda asıl olanın ibâha / mubahlık olduğunu ifâde eder. Yüce Allah yeryüzünde, göklerde ve ikisi arasında bulunan herşeyi bizim için vâr etmiş ve bizim hizmetimize sunmuştur. (2/29, 30/20). Bu itibarla bir şeyin haram olabilmesi için hakkında kesin bir delilin bulunması gerekir. Kesin delil, âyet veya sahih hadislerdir. Helâl ve haram kılma yetkisiAllah ve Peygamberine âittir. ((10/59, 7/157). Allah ve Peygamberinin dışında hiç kimsenin helâl ve haram kılma yetkisi yoktur. (İ. KARAGÖZ 2/357).
İnsanları yaratan ve onlara rızık veren Allah’tır. Buna göre, verdiği rızkın dilediği kısmını helâl kılmak, dilediğini onlara haram kılmak hakkına sâhip olan da yalnız Allah’tır. Bu, bizzat insanların da kabul edeceği bir yaklaşımdır. Çünkü mülkün sâhibi, aynı zamanda mülkün tasarruf hakkına da sâhiptir. Müminler tabiatıyla inandıkları Allâh’a karşı sınırları aşmazlar. Allâh’a karşı sınırları aşmak ile Allâh’a inanmak, aynı kalpte aslâ bir araya gelemez! (S. KUTUB, 3/371)
(88).‘Allâh’ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin. Allah’a karşı gelmekten sakının.’ Allâh’ın helâl ve haram kıldığı sınırlarda durarak ve bunları aşmayarak takvâ sâhibi olun. Bu buyruk, yüce Allâh’a îmân etmenin, O’nun verdiği emir ve yasaklarda O’ndan korkmayı, takvâ sâhibi olmayı gerektirdiğinin delilidir. (S. HAVVÂ, 4/170)
Hadîs: Hz. Peygamber bir gün, âhiretten ve onun şiddetinden söz edince, bundan etkilenen bâzı sahâbîler, Osman b. Maz’un‘un evinde toplanarak, dünyâ zevklerinden uzaklaşmaya karar verdiler. Sürekli oruç tutmak, geceleri ibâdet etmek, koku sürünmemek, et ve yağlı yememek, kadınlara yaklaşmamak… bunlar arasındaydı. Bunu öğrenen Hz. Peygamber, buyurdu: ‘Ben öyle emrolunmadım. Şüphesiz nefsinizin üzerin(iz)de hakkı vardır. Oruç tutun, iftar edin, namaz kılın, oyku da uyuyun. Ben namaz kılarım, uyku da uyurum. Oruç tutarım, iftar da ederim, et veya yağ da yerim.. Kadınlara da yaklaşırım, kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir’ buyurmuş, bunun üzerine yukarıdaki âyetler inmiştir. (Buhâri Nikâh 1; Müslim Nikâh 5; H. DÖNDÜREN, 1/243, ELMALILI, 3/331)
5/89 YEMİN VE KEFÂRETİ
89. (Ey Peygamberim!) Allah sizi, kasıtsız (vedilalışkanlığı) yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bu (türyeminibozma)nın kefâreti, âilenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedir(ipdoyur)mak yâhut giydirmek ya da bir köle âzât etmektir. (Bunlaraimkân) bulamayan kimse, üç gün (peşpeşe) oruç tutsun. İşte, (bilerek) yemin ettiğiniz zaman, yeminleriniz(ibozman)ın kefâreti budur. Yeminlerinize sâdık kalın. Allah, şükredesiniz diye âyetlerini size böylece açıklıyor.
89. Kefâret: Yanlışlıkla, bilerek veya zorlama sonucu işlenen kimi günahların affedilmesi için İslâm’da gösterilen telâfi yollarına kefâret / keffâret denir.
Özel Kefâret Çeşitleri: (1) Oruç Kefâreti: Ramazan orucunu, özürsüz bozan kimse, iki ay aralıksız oruç tutar.(..) (2) Yanlışlıkla bir mümini öldürmek: Ölenin mîrasçılarına diyet verilmesi gerekir. Ayrıca bir köle âzâd etmesi, gücü yetmiyorsa peş peşe iki ay oruç tutması gerekir.(..) (3) Zıhar Kefâreti: Eşini boşamak isteyen erkek, ‘Sen bana annemin sırtı gibisin (yâni annem gibi haramsın) derdi. Böyle yemin yapan kişi köle âzâd edecek, gücü yetmezse altmış gün aralıksız oruç tutacak.(..) (4) İhramlının Cinâyet kefâreti: İhramlının âyet ve hadîslerde belirtilen yasaklara uymaması durumunda, kurban, sadaka ya da oruç gibi cezâlar gerekir. (Cezânın türüne göre)(..) (5) Yemin Kefâreti: Üçe ayrılır: (a) Lağiv Yemini: Yanlışlıkla veyâ doğru olduğu sanılarak, ya da dil alışkanlığı ile niyetsiz yapılan yemindir. Böyle bir yeminden dolayı sorumluluk yoktur. (b) Gamus Yemini: Yalan yere, bilerek yapılan yemindir. Borcunu ödemediği hâlde, ödediğine dair yemin etmek gibi. Böyle yemin büyük günahtır. Tevbe ve istiğfar gerekir, kefâret gerekmez. (c) Mün’akid yemin: Mümkün olan ve geleceğe âit bir şey hakkında yapılan yemindir. ‘Vallâhi yarın borcumu ödeyeceğim’ demek gibi. Buna uyulmaz ise, kefâret gerekir. (H. DÖNDÜREN 1/245)
Yemin Kefâreti: (a) On yoksulu doyurmak, (b) Veya on yoksulu giydirmek, (c) Köle âzâd etmek, (d) Üç gün oruç tutmak. (a,b,c yi yerine getirmeyenler için) (H. DÖNDÜREN, 1/245-246)
Yalan yere yapılan yeminle bir insanın hakkını alan kimseye Allah gazap eder, (Buhâri) yalan yere yeminle elde edilen kazancın bereketi olmaz. (Buhâri). Kur’an’da yalan yere yemin, ısrarla yasaklanmış ve Allâh’ın gazabına uğrayanların niteliklerinden sayılmış, (58/14-16, 18) münafıklık alâmeti olarak zikredilmiş (63/2) ve yalan yere yemin edenler kınanmıştır. (68/10-14). Yeminlerin hîle ve fesat sebebi yapılmaması istenmiş ((16/94) ve bu tür davrananlar yerilmiştir. (7/21). (..) Bir hakkı ispat etmek, bir gerçeği doğrulamak ve muhâtabı iknâ etmek için yapılan yemin, Mâide sûresinin 106 – 108 ‘nci âyetlerinde geçen yemin, bu tür bir yemindir. Yüce Allah ve Peygamberimiz bu anlamda çok yemin etmiştir. (İ. KARAGÖZ 2/363)
‘Yeminlerinizi koruyunuz.’ Herşeye yemin etmeyiniz. Yemininizin şeklini iyi belleyiniz. İhmal ederek unutmayınız. Günah olmayan, hayrı yasaklamayan yeminlerinize sebât edîniz. Bozduğunuz takdirde kefâretini veriniz. (ELMALILI, 3/333)
‘Şimdi yemini bozmanın keffâreti, âilenize yedirdiğiniz yemeğin orta bir şekilde on fakiri bir gün doyurmaktır.’ On fakiri doyurmak iki şekilde olur: (a) bir akşam, bir de sabah çağırıp yemek yedirip karınlarını doyurmaktır. (b) diğeri, akşam sabah doyuracak kadar bir şey vermektir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye göre bunun ölçüsü buğdaydan yarım sa’ (1 sa’ 2,917 kg.’dır), arpa vb. den 1 sa’ dır. (ELMALILI, 3/332) ‘yâhut on fakirin elbiseleridir.’ Hanefîler, giydirmenin asgari / en az miktârı avreti örtecek bir elbisedir, derler. ‘veya bir köle âzâd etmektir.’ Hanefîlere göre köle, kâfir de olabilir, mümin de olabilir.
Yeminini bozan kişi, bu üç kefâretten birisini yapmakta serbesttir. (S. HAVVÂ, 4/171)
‘Bunlara imkân bulamayan bir kimse, üç gün peşpeşe oruç tutsun.’ Bulamamak: Kefâret ödeyecek kadar bir şeyin artmaması demektir. Hanefîlere göre üç gün peş peşe tutulması vâciptir. (S. HAVVÂ, 4/171)
Yeminini bozan kimse, ayrıca Allâh’a verdiği sözü tutmadığı için büyük günah işlemiş olur. Bu itibarla kefâret ile birlikte tevbe ve istiğfar yapması gerekir. (İ. KARAGÖZ 2/363).
Bu âyet-i kerîme ve benzerleri ile (2/177; 4/92; 5/3; 90/13) Resûlullah’ın uygulamasında ilk çağlardan beri Doğu ve Batı ülkelerinde süregelen kölelik kurumunu kaldırma öngörülmüştür. Zâten Kur’ân’da köleliği mübah gören bir âyet de yoktur. “Bu ise Batı’da ancak 19. asırda karara bağlanmıştır.” (Fendoğlu, s. 25, 68; Akgündüz, s. 175) Esirlerin serbest bırakılması 47/4. âyette açıklanmıştır ki âyetteki ‘iyilikle’ ifâdesinden onlara, diğer milletlerden farklı olarak insanca ve ev halkı gibi davranma emri verilmiştir (Bilmen, II, 428). Esirler müslüman olurlar veya takas yapılırlar düşüncesiyle bir süre köle statüsüne sokulmuştur. Kadınlar da câriye yapılmıştır (bk. 2/221). Ama esirlikten önce müslüman olmaları hâriçtir. Bu asırda hâlâ birçok ülkede düşünce, ifâde ve inanca göre yaşama üzerindeki baskı ve aşağılanma da insanları köleleştirmenin diğer bir boyutudur. (H. T. FEYİZLİ, 1/121)
5/90-93 İÇKİ, KUMAR, PUTLAR VE FAL OKLARI
90. Ey îman edenler! (Sarhoşluk veren) içki, kumar, (ululanan) dikili taşlar, şans (fal) okları (vezarları), şeytana âit murdar (pis) işlerdir; artık bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
91. Şeytan, içki ve kumarla sâdece aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allâh’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardantamâmen) vazgeçtiniz değil mi?
92. Allâh’a itaat edin, Rasûl’e de itaat edin (onakarşıgelmekten) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz (kendînizeyazıketmişolursunuz). Bilin ki Peygamberimizin üzerine düşen sâdece apaçık tebliğ etmektir.
93. Îman edip sâlih amellerde bulunanlara, takvâlı oldukları (Allâh’ınemrineuygunyaşadıkları / günahlardansakındıkları) ve hakkıyla îman edip sâlih amellere devam ettikleri, yine takvâlı olup kesin inandıkları, nihâyet takvâ ile berâber güzel ve hayırlı harekette bulundukları sürece, (haramolunmadanönce) yiyip içtikleri (haram) şeylerden dolayı bir günah yoktur. Allah iyilikte ve güzel harekette bulunanları sever.
90-93 (90).‘İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının.’ El Hamr: Sarhoşluk veren her şey. Hadîs: Her sarhoşluk veren şey, hamrdır. Her hamr da haramdır. (Müslim’den) Hadîs: Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Hadîs: Rasûlullah (s), içkiyle ilişkili olarak on kişiyi lânetlemiştir: Sıkan, kendisi için sıkılan, içen, taşıyan, kendisi için taşınan, içiren, satan, parasını yiyen, satın alan, kendisi için satın alınan (Tirmizi) (H. DÖNDÜREN) Kumar: Meysir, yüsr kökünden gelir. Kolaylık anlamındadır. Yorulmadan, terlemeden kazanmak ya da, kaybetmek yöntemi olduğu için bu adı almıştır. Kumar, insana yaratıcısını unutturur, namaz kılmaktan alıkoyar, tembelliğe sürükler, insanlar arasında kin ve düşmanlık saçar. (H. DÖNDÜREN, 1/247)
Satranç: Ali b. Ebi Tâlip (r), satrançın kumar olduğunu belirtmiştir. Ebu Hanîfe haram olduğunu belirtmiş, İmâm-ı Şâfii kerâhetle mekruh olduğunu söylemiştir. Ancak, bunun için farz bir işten alıkoymaması, Allâh’ın zikrinden gâfil kılmayacak kadar çok oynanmaması şarttır. Hanefîlere göre, zar (tavla), satranç, dama, kâğıt vb. oyunlar, kumar olmasa dahi mekruhtur. İmam Ebû Yûsuf, kumar olmaması, devamlı olmaması, namaz gibi bir farzı ihlâl etmemesi… şartları ile satrancın mubah olacağını söylemiştir. (S. HAVVÂ, 4/189) tapılmak için dikilmiş taş vs. putlar, Kumar ve piyango kalemleri, okları, zarları. ‘Şeytanın amelinden bir pisliktir’ Aklınızın tiksineceği, iğreneceği, pis, murdar şeydir, şeytanın işlerindendir, teşvikidir. ‘O hâlde o pisliklerden çekininiz,’ uzak durunuz. (ELMALILI, 3/334, 335)
İçkinin Haram Kılınmasında Dört Aşama:
Bu konuda belli aralıklarla dört âyet inmiştir: (1) Hurma ve üzümden aynı zamanda sarhoşluk veren bir içki elde edildiğini belirten Nahl sûresi 67. Âyet inince müslümnlar içki içmeye devam ettiler. (..) (2) Hz. Ömer, Muaz b. Cebel ve sahâbeden bir grup Rasûlullah (s)’e gelerek: ‘Yâ Rasûlâllah bize içki hakkında fetvâ ver. Çünkü o aklı gidermektedir’ dediler. Bunun üzerine içkide hemzararhemdefaydabulunduğunu fakat zararının faydasından daha çok olduğunu bildiren Bakara sûresi 219. Âyet indi. (..) (3) Abdurrahman b. Avf (r) içki içenlerden bâzılarını evine dâvet etti. İçtiler ve sarhoş oldular. Namaz vakti olunca namaza durdular. İmam ‘Kâfirûn’ sûresini okumaya başladı. Şöyle diyordu: ‘De ki: Ey kâfirler, ben sizin ibâdet ettiğinize ibâdet ederim.’ Sûrenin sonuna kadar ‘ibâdet etmem’ ifâdelerini hep ‘ibâdet ederim’ şeklinde okudu. Bunun üzerine ’Ey îmân edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya kadar namaza yaklaşmayın.’ (Nisâ 4/43) âyeti indi. Bu âyetin inmesinden sonra içki içenler epey azaldı. (..) (4) Utban b. Mâlik bir ziyâfet tertip edip müslümanlardan bâzılarını dâvet etti. Dâvet edilenlerin içinde Sa’d b. Ebi Vakkas (r) da vardı. Utban misâfirleri için deve kellesi kızartmıştı. Ondan doyuncaya kadar yediler ve sarhoş oluncaya kadar içki içtiler. Sonra soylarıyla övünmeye ve bu konuda şiirler söylemeye başladılar. Bu sırada Sa’d, ensârı hicveden / kötüleyen bir şiir söyleyip kavmiyle övününce, bir adam devenin çene kemiğini alarak Sa’d’in başına vurdu ve yardı. Bunun üzerine Sa’d Rasûlullah (s)’e gelerek ensardan olan adamı şikâyette bulundu. Bunun üzerine de içkiyi kesin olarak yasaklayan Mâide sûresi 90-91. Âyetleri indi. (Müslim Fazâilü’s Sahâbe 43’den, Ö: ÇELİK, 2/37, 38)
Yine bu âyet-i kerimelerle câhiliye dönemindeki her türlü put, heykel, kumar, kumar cinsi oyunlar, torbaiçindeçekilen numaralı oyunlar, hepsi yasak edilmiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/122)
Fal, geleceğin neler getireceğini önceden öğrenme ve ona göre hareket etme çabasıdır. Hâlbuki gayba âit bilgiler Allâh’a mahsustur. (3/179, 7/188). Dolayısıyla gayb âlemi ve gelecek ile ilgili hususları kâhinler ve medyumlar dâhil kimse bilemeyeceği gibi, fal, astroloji vesâire ile de bilinemez. Peygamberimiz (s) kâhinlere gidiponların verdiği bilgiyi onaylayan kimsenin kâfir olacağını bildirmiştir. (Ebû Dâvud, Tirmizi; İ. KARAGÖZ 2/370).
Dikili taşlar ve fal okları ise insanın inanç, zihin ve gönül dünyâsını yıkar, insanı haktan uzaklaştırır, çalışma azmini ve Allâh’a güven duygusunu zedeler. (İ. KARAGÖZ 2/371).
Hadîs: Zinâkâr, zinâ ettiği zaman mümin olarak zinâ etmez, hırsız hırsızlık yaptığı zaman mümin olarak hırsızlık yapmaz, içkici içki içtiği zaman mümin olarak içki içmez. (Buhâri, Müslim’den)
Hadîs: Kim içki içerse, kırk gün süreyle Allah ondan râzı olmaz. Ölürse, kâfir olarak ölür. Tevbe ederse, Allah tevbesini kabul eder. (Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 4/188)
Hadis: ‘Allâh’a ve âhiret gününe îman eden kimse üzerinde şarap içilen bir sofraya oturmasın.’ (Ebû Dâvud, Et’ıme 18; İ. KARAGÖZ 2/368).
‘.. yasaktan önce içtikleri içkide günah yoktur.’ Rivâyet ediliyor ki, içkiyi haram kılan âyet nâzil olduktan sonra ashab ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, ya bundan önce vefât eden ve şarap içmiş bulunan kardeşlerimizin âhirette hali ne olacak demişler (sormuşlar) ‘…yasaktan önce içtikleri içkide günah yoktur’ âyeti inmiştir.
Bu âyette îman ve sâlih amel iki defa, takvâ üç mertebe olarak zikredilmiş ve sonuçta ihsân mertebesine gelmiştir. : (1) Üç zamâna işârettir: Geçmiş, şimdi, gelecek. (2) Üç hâle işârettir: (a) İnsanın kendisiyle yine kendi nefsi ve vicdânı arasında takvâ ve îmân. (b) Kendisiyle insanlar arasında takvâ ve îmân, (c) Kendisiyle Allah arasında îmândır. Bu da ihsân mertebesidir.
Hadîs: İhsân, senin Allâh’a, O’nu görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, muhakkak ki O seni görüyor. (Buhâri, Îmân) (3) Bakara sûresinin başında açıklandığı üzere başlangıç, orta ve nihâyet olmak üzere üç derecesi bulunduğuna işârettir. (4) Sakınılacak şeylerin derecelerine işârettir: (a) Önce azaptan sakınmak için haramı terk, (b) İkincisi harama düşmemek için şüphelileri terk, (c) Nefsi noksandan korumak, alışkanlıkları kirlerinden temizlemek için bâzı mubahları terk etmek. (ELMALILI, 3/336)
5/94-96 İHRAMLI İKEN AVLANMAK, AVLANMAKLA İLGİLİ HÜKÜMLER
94. Ey îman edenler! Allah, kimsenin görmediği anda bile kendisinden kork(upgünahlardansakın)anları ayırt etmek için, (hacesnâsında) ellerinizin ve mızraklarınızın yetişeceği bir av ile elbette sizi imtihan edecektir. Kim bundan sonra aşırı gider (emirlerindışınaçıkar)sa, onun için acıklı bir azap vardır.
95. Ey îman edenler! Siz ihramda iken av öldürmeyin. Sizden kim kasten onu öldürürse, öldürdüğünün dengi bir cezâsı vardır ki ona içinizden iki âdil kişi hükmedecektir. (Buda) ya Kâbe’ye varacak (oradaboğazlanacak) bir kurban veya (onisbette) yoksulları doyurma şeklinde kefâret yâhut bunun dengi oruç tutmaktır; tâ ki (yaptığı) işinin vebâlini tatsın. Allah geçmiştekileri affetmiştir. (Fakat) kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikâmını alır. Allah mutlak gâliptir, (işlediğigünahınkarşılığınıvermede) intikam sâhibidir.
96. (Ey müminler!) Kendinize ve yolcuya bir faydalanma (birrızık) olsun diye deniz (göl ve nehirler)(debalık) avı (yapmak) ve onu yemek size helâl kılındı. İhramda olduğunuz müddetçe de kara avı size haram kılındı. Huzûruna varıp toplanacağınız Allâh’ın emrine uygun yaşayın / aykırı davranmaktan sakının.
94-96. (94).‘Ey İman edenler! Allah sizi ….. sınayacak. Niçin imtihan edecek? Görmeksizin kendisinden korkanları ayırd etmek için.’ Yüce Allah, kullarını çeşitli şekillerde imtihan eder. Her şeyden önce hayâtı ve ölümü insanların hangisi daha güzel amel yapacak diye var etmiştir. (67/2). Allah insanı malı, mülkü, evlâdı ve çeşitli musibetlerle imtihan eder. (2/155, 8/28). Bu âyette ise müminleri av hayvanlarıyla imtihan ettiğini bildirmektedir. (İ. KARAGÖZ 2/375)
Hudeybiyr yılında Allah kullarını av hayvanlarıyla imtihan etmiştir. Günümüzde de Allah buna benzer şeylerle Müslümanları imtihan edebilir. Bir haramı işlemek çok kolay hâle gelebilir, istese o yasağı işleyebilir, dünyevi bir yaptırımı da olmaz. Böyle bir durumda Müslüman, Allah için o haramdan uzak durabilirse imtihânı kazanmış olur. (İ.KARAGÖZ2/375, 376)
Bu imtihan ve deneme Hudeybiye günü ortaya çıkmıştı. Yabâni hayvanlar, kuşlar ve hayvanlar (umre için gelen) müminler, çadırlarında bulunuyorken, üzerlerine üzerlerine gelirlerdi. İhramlı oldukları sürece Allah bu av hayvanlarını öldürmeyi onlara yasakladı. Bu imtihan, kıyâmet gününe kadar, bütün Müslüman topluluklar için devam etmektedir. (S. HAVVÂ, 4/193)
İbâdet görevini yerine getirirken, asıl olan, fayda şartına bağlamamak, ne getirip ne götürdüğünü hesap edip yapmamaktır. (KUR’ÂN YOLU, 2/343) Meselâ, sarhoş edici şeyler yasaklandığında, kendilerine zararı olduğu için terk edenler, âhirette bundan bir sevâba erişemezler. Zîrâ bunlar, Allah rızâsı için terk etmemişlerdir. (ELMALILI, 3/338)
(95).‘Siz ihramlıyken, av hayvanını öldürmeyin.’ Hac veya umre için, ya da her ikisi için ihrâma girmiş iseniz, onları öldürmeyiniz. (S. HAVVÂ, 4/193)
Sayd: Av demektir, eti yenene de yenmeyene de söylenir. Fakat örfte, daha çok eti yenenlerde yaygındır. (ELMALILI, 3/342)
Hadîs: Beş şey Harem içinde de harem dışında da öldürülür: Çaylak, karga, akrep, (bir rivâyette yılan), fâre, kuduz köpek (ile insana saldıran yırtıcı hayvanlar) (Buhâri, Müslim, Ebu Dâvud’dn, ELMALILI, 3/342)
İhramlı iken avlanma yasağını ihlâl suçunun cezâsı:
(1).‘Sizden her kim, bile bile onu öldürürse, cezâsı öldürdüğü o hayvanın benzeridir.’ Öldürdüğü ava denk hayvanlardan deve, sığır, davardan bir cezâ gerekir. Yâni, onun ona denk olduğu, ilim ehli makâmınca iki doğru kimsenin takdiriyle belirlenir. Bu cezâ: ‘Kâbeye bir kurbanlık olarak ulaştırılacaktır.’(..) Kâbeye ulaşmıştan kasıt, davar türünden bir hedy ise, Harem’de kesilir. Şâyet kıymetinin ödenmesi söz konusu ise, Hanefilere göre, o tasadduku, dilediği yerde yapabilir.
(2) veya fakirlerin yiyeceği bir kefâret, (3) veya bunun dengi oruçtur. (2) Yâni, ya onun karşılığı olan bir kurban kesilir veya yoksullara yemek yedirmek sûretiyle kefâret ödenir. (3) Burada yemek yedirmeye işâret vardır. Yâni yemek yedireceği her bir fakir yerine bir gün oruç tutar. Hanefî mezhebine göre, kişi kurban göndermek, yemek yedirmek ve oruç tutmak arasında serbesttir. (S. HAVVÂ, 4/194)
Ebû Hanîfe şöyle demektedir: İhramlı bir kişi, saldırgan köpeği ve kurdu öldürebilir. Kurt, evcil olmayan köpektir. Başkalarını öldürecek olursa, fidyelerini öder, bunların dışında olup, kendisine hücum eden bir yırtıcı hayvanı öldürecek olursa, fidye ödemesi gerekmez. (S. HAVVÂ, 4/200)
‘..intikam sâhibi..’ Allâh’ın sıfatı olarak zâlimleri, zorbaları, azgınları, suç ve günah işleyenleri, önce bu davranışlarından sakındıran, hâllerini düzeltmeleri için mühlet veren, sonra isyâna ve azgınlığa devam edenleri hak ettikleri kadar cezâlandıran, mazlumun hakkını zâlimden alan, demektir. (..) Allâh’ın bu sıfatı inkâr ve isyan edenlere yöneliktir. Allah kâfirleri, müşrikleri, münâfıkları, mücrimleri, günah işleyenleri cezâlandırır. Allah zâlim değildir. Hak etmeden hiçbir kuluna cezâ vermez. İsyan eden fert ve toplumlara dünyâda âfetler, musibetler ve belâlar vermesi Kur’an’da Allâh’ın intikâmı olarak ifâde edilmiştir. (7/136, 15/79, 30/47, 43/25, 55; İ. KARAGÖZ 2/382).
(96).‘Deniz avı ve onu yemek size helâl kılındı.’ Hanefi mezhebi âlimleri, canlılar arasında yalnızca balıkların yenilmesinin helâl olduğunu söylerler. Bununla birlikte ihramlının (yensin-yenmesin) denizdeki canlıları avlamasını helâl kabul ederler. (S. HAVVÂ, 4/194)
Âyette ayırım yapılmadan deniz avının helâl olduğu bildirilmektedir. Bu itibarla balık dışındaki midye, kurbağa ve yengeç gibi su hayvanlarının etleri de cumhûra göre helâldir. Mâliki bilginlere göre her türlü deniz hayvanı helâldir. İmam Şâfii ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre balık dışında kalan deniz hayvanlarının hükmü benzeri karada yaşayanlara kıyas edilir. Karada yaşayıp eti helâl olan hayvanların, denizde yaşayanlarının etleri de helâldir. (İ. KARAGÖZ 2/383).
Hanefi müçtehitlere göre dalga, darbe, sıkışma, havasızlık, suyun çekilmesi ve avlanma gibi ve herhangi bir etki olmaksızın kendiliğinden ölmüş balıklar, meyte / ölü hükmündedir. Dolayısıyla (eti) yenmez. Hanefi müctehidler, Mâide sûresini 3. Âyetinde geçen ‘meyte / ölü’ lafzını mutlak şekilde yorumlamışlar, ayrıca balık dışındaki deniz ürünlerini habis / pis kapsamında kabul etmişlerdir. (İ. KARAGÖZ 2/383, 384).
‘İhramda bulunduğunuz sürece kara avı yasak kılınmıştır.’ İhramda bulunan kimse, (ihramdayken) kara avı avlayamaz. Ve aynı şekilde hayvan da kesemez. Fakat ihramlı bulunmayan kimsenin avladığından ve kestiği hayvandan yiyebilir. Deniz avına gelince, ihramda dahi hem avlanması, hem yemesi mutlak olarak helâldir. (ELMALILI, 3/343)
Kara avı ise, bâzı zamanlar suda yaşıyor olsa bile, karada yavrulayan avdır. Meselâ, ördek kara hayvanıdır. (S. HAVVÂ, 4/195)
5/97-99 KÂBE’YE HÜRMET
97. Allah, saygın ev olan Kâbe’yi, (içindehaccınyapıldığı) hürmet gereken ayı, (hacılaraâitgönderilen) kurbanı ve gerdanlık (takılan)ları, insanlar(ındinvedünyâları) için bir kıyam (destek) sebebi yaptı. Bu da, Allâh’ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allâh’ın (herşeyi) hakkıyla bilici olduğunu bilmeniz içindir.
98. (Ey müminler!) Bilin ki, Allâh’ın azâbı çok şiddetlidir. Hem de Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
99. (Ey müminler!) Peygamberin üzerine düşen, sâdece tebliğ etmektir. Allah neyi açıklayıp neyi gizlediğinizi hakkıyla bilir.
97-99. (97).‘Allah, beyt-i haram olan Kâbe’yi, insanların (maddi ve mânevi hayatları için, K. YOLU) ayakta durmalarına vesîle (destek) kıldı.’ Yâni Allah Kâbe’yi ve Beyt-i Haram’ı insanların dîni hususlarında ayakta durabilmek, dünyâ ve âhiretlerinde maksatlarına uygun hareket edebilmek için yaratmış ve var etmiştir, çünkü insanlar haclarını, umrelerini ve çeşitli menfaatlerini orada gerçekleştirirler. Bu bakımdan o bölgenin açıklanan türden özel birtakım hükümlerinin olması gerekir. ‘kezâ o haram olan ayı da’ yâni haccın edâ edildiği haram ayı da sizin için böyle (güvenli) kılmıştır. Bu haram ay zilhicce’dir. (S. HAVVÂ, 4/195)
Halk, bununla tutunur, kalkınır, din ve dünyâları bununla ayaktadır. Dünyâ ve âhiretlerinde kalkınmalarının sebebidir, korkanlar buraya sığınır, zayıflar burada eminlik bulur. Hacılar ve ziyâretçiler buraya gelir. (ELMALILI, 3/344)
Yüce Allah, bu haramlar ile Beyt-i Harâm’ı, insanlar, kuşlar, hayvanlar ve haşereleri dahi kapsayıcı bir biçimde güvenli bir bölge olarak belirlemiştir. (S. KUTUB, 3/390)
Hadîs: Buhâri ve Müslim’de İbn-i Abbas’tan gelen bir Hadîste; Mekke’nin fethedildiği günde peygamberimizin şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor: ‘Bu şehir kutsaldır. Ağacı kesilmez, otları yolunmaz. Avı kovalanmaz. Bilinenin dışında yitik mallarına dokunulmaz.’ (S. KUTUB, 3/391)
‘… haram ayları ayakta kalma sebebi yaptı.’ İslâm’ın beş temel esâsından biri olan hac ibâdeti, Kâbe ve çevresinde yapılır. Dünyâdaki bütün Müslümanlar, namazlarında Kâbe’ye yönelir. Korkanlar, Kâbe’ye sığınır ve mazlumlar burada emniyet bulur. Hac ibâdeti sebebiyle yapılan ticâret ve hurbanlık hayvanlar, insanlar için bir geçim kaynağıdır. Haram aylar barış ve güven ortamı sağlar. (..) Mekke coğrâfi yapısı ve iklim şartları itibariyle tarıma ve yerleşime elverişli olmayan bir yerdir. Buna rağmen Mekke, kurulduğu günden beri Allâh’ın lütfu ve Hz. İbrâhim’in duâsı ile bolluk içerisinde yaşanılan bir belde olmuştur. (2/126, 14/35-41). Kâbe, İslâm öncesi de sonrası da hem ibâdet, hem ticâret merkezi olmuştur. Mekke, her çağda diğer şehirlere nazaran rızık bakımından zengin bir kent olmuştur. Bütün sermâyesi, Allâh’ın lütfettiği güvendir. (28/56, 57, 106/1-4; İ. KARAGÖZ 2/386)
(99).‘Peygamberin üzerine düşen, sâdece tebliğ etmektir.’ Bu bildirimden sonra, insanların sorumluluk konusunda diyecek bir şeylerinin kalmayacağına vurgu içindir. Nitekim Nisâ (4/165) sûresinde, peygamberlerin gönderilme sebebi açıklanırken, insanların Allâh’a karşı, bir mâzeret ileri sürmelerine imkân bırakmama husûsu ifâde edilmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 2/345-6)
Peygamberin görevi, insanlara îman ve ibâdete zorlamak değil (88/22), Kur’ân’ı tebliğ etmektir. Âyetin ilk cümlesi, Hz. Peygamberin tebliğin dışında başka görevi olmadığı anlamına gelmez. Hz. Peygamberin Kur’ân’ı tebliği etmenin dışında Kur’an’ın hükümlerini, ilkelerini, emir ve yasaklarını açıklamak (16/44), insanları îmâna dâvet etmek (28/87), insanlara öğüt vermek. (4/63), dîni öğretmek (62/2), müminleri cennetle müjdelemek, kâfirleri ilâhi azapla uyarmak. (33/45-46, 34/28), insanlara örneklik etmek (2/143, 33/21) ve benzeri birçok görevi vardır. (İ. KARAGÖZ 2/387).
5/100 PİS İLE TEMİZ BİR OLMAZ
100. (Ey Peygamberim!) De ki: “Kötü (pis ve zararlı) şeyin çokluğu senin tuhâfına gitse bile, pisle temiz (haramilehelâl) bir olmaz. Bunun için, ey akıl sâhipleri! Allah’tan çekinip emrine uygun yaşayın / aykırı davranmaktan sakının ki kurtuluşa eresiniz.”
100-100. ‘İyi ile kötü bir değildir.’ Kâfir ile Müslüman bir değildir. Murdarı, kâfiri cezâlandırır temizi / müslümanı mükâfâtlandıırır. (..) Aynı şekilde helâl-haram da onun için bir değildir. Sâlih amel ile kötü amel, iyi insanla kötü insan da bir olamaz. (S. HAVVÂ, 4/196)
Kötü, pis ve kirli olanlar, hem maddeten hem mânen olur. Bütün yiyecek ve içecek şeylerden haram olanlarının hepsi pis hükmündedir. Bunun gibi iffet ve ahlâk yönünden harama bulaşmış olanların hepsi de mânevî bakımdan kirli hükmündedir. [bk. 24/26] (H. T. FEYİZLİ, 1/123)
‘Kötü / pis şeyin çokluğu sana ilginç / tuhaf gelse bile’ Bu âyet eşyânın yalnızca dış yüzüne bakanların ölçülerinden bütünüyle farklı yeni değer ölçüleri getirmektedir. Eşyâyı dış görünüşüyle değerlendirenler niceliğe / sayıya / adede bakarlar; niteliğe / kaliteye değil. Söz gelimi, paranın kazanılma biçimine değer vermeyenler için yüz rupi (TL) her zaman beş rupiden (TL) daha büyüktür. Fakat bu âyet, bu tür değerlendirmenin aksine haklı yollarla kazanılan beş rupinin (TL) paklığı nedeniyle daha değerli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ölçüye göre bir şeyin değerini arttıran veya eksilten, o şeyin nicel / kemmi / sayısal miktârı olmayıp, gerçekte o şeyin temiz mi yoksa kirli yollarla mı kazanıldığıdır. (MEVDÛDİ, 1/451)
5/101-102 LÜZUMSUZ SORU SORMAK
101. Ey îman edenler! Açıklanınca hoşlanmayacağınız şeyleri (fazla) sormayın. Eğer Kur’ân indirilirken onları sorarsanız size (gizlediklerinizveyayapmayagüçyetiremeyecekleriniz) açıklanır (daüzülürsünüz). Demek ki Allah, onları(n yerli yersiz sorularını) bağışlamıştır. Allah çok bağışlayıcıdır, cezâda da aceleci değildir.
102. (Eymü’minler!) Sizden önceki bir kavim onları sormuştu da sonra (gelenemirleriterkedip) bu sebeple kâfir olmuştu.
101-102. (101).‘Açıklanınca hoşlanmayacağınız şeyleri (fazla) sormayın.’ Yüce Allah, mümin kullarını eğitmekte, herhangi bir fayda sağlamayan şeylere dâir soru sorulmasını yasaklamaktadır. (S. HAVVÂ, 4/208)
Haber verilmesi, açıklanması sâhibini rezil edecek gizli sırların sorulması, faydasız, mânâsız, meşakkatli mükellefiyetleri gerektirecek, duyulmamış, işitilmemiş şeyleri sormak (bu âyet kapsamında) yasaklanmıştır. (ELMALILI, 3/347) Alay olsun diye soru sormak, mucize talebinde bulunmak, babam kimdir, devem nerede, gibi lüzumsuz sorular sormak, alay olsun diye sormak, bu âyet kapsamında yasaktır. (S. HAVVÂ, 4/215, 216)
Mükelleflerin, haram ve helâllerle ilgili sorular sorması farzdır. (S. HAVVÂ, 4/214) Vahyin daha iyi anlaşılabilmesi için soru sormak câizdir. (S. HAVVÂ, 4/209, 216, 217)
Âyetin ‘Eğer Kur’an indirilirken soru sorarsanız size açıklanır’ cümlesi, Hz. Peygambere soru sorulabileceğini ve bu soruların cevaplandırılacağını beyan etmektedir. Âyetin ilk cümlesindeki yasak kaldırılmış, önceden yerli yersiz soru soranların da affedildiği bildirilmiştir. Peygamberimize sağlığında dînî içerikli pek çok soru yöneltilmiş ve cevaplandırılmıştır. Kur’an’da ‘sana soruyorlar’ şeklinde Hz. Peygambere 13 soru yöneltildiği bildirilmektedir. (2/189, 215, 217, 219, 220, 222; 5/4, 7/187, 8/1, 17/85, 18/83, 33/63, 79/42). Ayrıca bir âyette ‘Soran biri gerçekleşecek azâbı sordu’ (70/1) denilmektedir. Soru sormak öğrenme, öğretme ve bilgiyi ölçme yöntemlerinden biridir. Kur’an’da ‘Eğer bilmiyorsanız ilim sâhiplerine sorun’ (16/43, 21/7) âyeti öğrenmek için soru sorulmasını emretmektedir. (İ. KARAGÖZ 2/391)
Hadîs: ‘Ben sizi serbest bıraktığım hususlarda siz de beni serbest bırakınız. Sizden öncekileri helâk eden şey, pekçok soru sormaları ve peygamberlerine muhâlefet etmeleri olmuştur.’ (Müslim’den S. HAVVÂ, 4/216)
Hadis: ‘Allah size üç şeyi yasakladı: (a) Dedikodu, (b). Malı, mülkü, serveti boş yere harcamayı, zâyi etmeyi, (c). (yerli yersiz) çok soru sormayı. (Müslim Akdiye 13’den İ. KARAGÖZ 2/391)
5/103-104 MÜŞRİKLERİN BÂTIL İNANÇ VE MUÂMELELERİNDEN BÂZILARI
103. Allah, (hayvanlara😉 bahîre, sâibe, vasîle, hâm (isimleriniverip “Bunlarputlaraadanmıştır, dokunulmaz.” demey)i meşru kılmamıştır. Fakat inkâr edenler, (“Bunlaremredildi.” diye) Allâh’a karşı yalan uydurdular. Onların çoğu da düşünmezler (körükörünetâbiolurlar). [bk. 6/136]
104. Müşriklere: “Allâh’ın indirdiği (Kur’ân’ınhükmü)ne ve Resûl’(ünsizebildirdiğişeyler)e gelin.” denildiği zaman (onlar): “Atalarımızı, üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter!” derler. Ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğruyu bulamayan (kimse)ler olsa da mı (yineonlaratâbiolacaklar)?
103-104. (103).‘Allah (hayvanlara) bahîre, sâibe, vasîle, hâm (isimlerini verip, putlara adanmasını ve dokunulmaz demey)i meşru kılmamıştır.’ Müşrik Arapların Allâh’a iftirâ ettiği şeylerden biri bu âyette bildirilen hayvanlardan yararlanmanın yasak edilmesidir. Çünkü müşrik Araplar, kendi uydurdukları yasakları ‘Allah haram kıldı’ diyorlar, böylece Allâh’a iftirâ ediyorlardı. Âyet, hak dinde mevcut olmayan şeyleri Allâh’ın emriymiş gibi göstermenin Allâh’a iftirâ olduğunu ifâde etmektedir. (İ. KARAGÖZ 2/393).
Bu âyetten, câhiliye devri insanlarının bilgisizliklerinin ulaştığı boyutu anlayabiliyoruz. Onlar, nimete şükretmek isterken, hiç de uygun olmayan bir yolla yapmışlardı. Buradan anlıyoruz ki, şükretmenin en iyi yolu, Allâh’ın emrine bağlanmaktır / teslimiyettir. (S. HAVVÂ,4/218)
Bu âyetten ve hadîslerden İslâm şeriatında helâli haram kılmak haramı helâl kılmanın (bilerek ve kasıtlı olarak helâl ve haram kılmayı) küfür ve sapıklık olduğunu anlıyoruz. (S. HAVVÂ, 4/217, 218)
(104).‘Onlara (haramvehelâllerde) Allâh’ın indirdiği (Kur’ân’ınhükmü)ne ve Rasûl(ünsizebildirdiğişeyler)e gelin dendiği zaman (onlar) … Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter, derler.’ Âdete itibar etmek, atalara geçmişlere hürmet etmek, onlara uymak yasaklanmış değildir. Birçok durumlarda gereklidir de. Ancak, bu uymanın, câhillik ve sapıklığa değil, (körü körüne taklitçiliğe değil – S. HAVVÂ) ilim ve hidâyete sarf edilmiş olması lâzım gelir. Uyma ve taklît etme, doğru yolda olan ilmi ile âmil olan kimseye olmalıdır. (ELMALILI, 3/349)
5/105 SİZ KENDİNİZE BAKIN
105. Ey îman edenler! (İyiliğiemredipkötülüğüönlemede) kendiniz için üzerinize düşene bakın. Siz (bugörevideîfâederekAllâh’ıngösterdiği) doğru yolda olduğunuz zaman, artık sapanlar(ıngünahı) size zarar vermez. Hepinizin dönüşü ancak Allâh’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir.
105-105. ‘Ey îman edenler! Kendi sorumluluklarınıza dikkat edin.’ Genelde hepiniz, kendi şahıslarınızı, kendi millet ve toplumunuzun iyiliğine önem veriniz, kendinizi düzeltmeye uğraşınız. Bu âyetten ‘ hiç kimse, kimseye karışmasın’ gibi bir mana anlaşılmasın. Çünkü doğru yolda olmanın esaslarından biri de, gücü yettiği kadar iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamaktır. (ELMALILI, 3/350)
‘.. siz kendi (sorumlulukları)nıza dikkat edin’ Siz Müslümanlar olarak kendiniz îmanda sebat edin, hidayetten ayrılmayın, başkalarından önce kendinizi (koruyun), (âilenizi ve) kendi dindaşlarınızı koruyun, günahlardan uzak durun, dosdoğru olun, (İ. KARAGÖZ 2/395)
Bu âyette, müminlerin nefislerini eğitmeleri, güçlerinin yettiği ölçüde güzel ameller yapmaları öğütlenmektedir. Bu âyette, iyiliği emir, kötülüğü yasaklamayı terk etme anlamı yoktur. Nitekim Hz. Ebû Bekir bir hutbesinde, âyetin yanlış yorumlandığını belirterek, şu hadîsi nakletmiştir: İnsanlar, kötülüğü görüp de, onu değiştirmeye çalışmazlarsa, Allâh’ın onlara genel bir cezâ indirmesi, uzak değildir. (İbn Mâce’den, H. DÖNDÜREN, 1/248)
5/106-108 ŞÂHİTLİK, VASİYETE ŞÂHİTLİK
106. Ey îman edenler! Birinize ölüm (hali) geldiğinde (deedeceği) vasiyet sırasında, içinizden adâlet sâhibi iki (Müslüman) şâhit (gerekir) yâhut eğer yolculukta birinize ölüm belirtisi gelmişse, (sizmüslümanlardandakimseleryoksa) sizden olmayan (Müslüman olmayan) diğer iki kişi(yi şâhityapın. Buikisin)den şüphelenirseniz, onları namazdan sonra alıkoyar(akyeminettirir)siniz. (Onlarda🙂 “Akraba bile olsa onu (buyemini) hiçbir değere (vemenfaate) satıp değiştirmeyeceğiz, Allâh’ın (emrettiği) şâhitliğini de gizlemeyeceğiz. Çünkü biz, bu takdirde elbette günahkârlardan oluruz.” diye Allâh’a yemin ederler.
107. Eğer bu ikisinin de (yalansöyleyiphakkıgizlemelerigibi) bir günah kazandıkları anlaşılırsa, o zaman o hak sâhibi olan (mîrasçı)lardan en lâyık iki kişi, onların yerlerine geçer. (Onlarda🙂 “Billâhi, elbet bizim şâhitliğimiz, o ikisinin şâhitliğinden daha doğrudur, biz haddi de aşmadık. Çünkü biz bu takdirde elbette zâlimlerden oluruz.” diye Allâh’a yemin ederler.
108. Bu (yeminşekli), şâhitliği gereğince yerine getirmeleri konusunda yâhut yeminlerinden sonra (bu) yeminlerin reddedilmesinden (veböyleceyalancısayılmaktan) korkmaları(ndandolayı) daha uygundur. (Emirlerine ve yasaklarına riâyet ederek) Allâh’a karşı gelmekten sakının. Allah, emrinden sapmış olan topluluğu doğru yola eriştirmez.
106-108. (106).‘Ey îmân edenler! Birinize ölüm (hâli) geldiğinde (deedeceği) vasiyet sırasında, içinizden adâlet sâhibi iki şâhit (gerekir.)’ Herhangi birinizin ölümü yaklaştığı takdirde vasiyet esnâsında iki kişi şâhitlik yapsın. Bu buyrukta vasiyetin vücûbuna delil vardır.
Vasiyet, sözleşmelerden farklı olarak tek taraflı olarak yapılan hukuki bir işlrmdir. Vasiyet iki kısma ayrılır: (a). Bir kimsenin üzerinde bir hak, bir borç varsa, ölümünden sonra bunun geriye bıraktığı malından ödenmesini vasiyet etmesi farzdır. (b). Böyle bir borcun veya sâhibine teslim edilmesi gereken bir hakkın bulunmaması hâlinde vasiyet menduptur. Nisâ sûresinin 11, 12 ve 176’ncı âyetlerinde belirtilen vârislere vasiyet yapılamaz. (İ: KARAGÖZ 2/402).
‘Sizden olan ya adâlet sâhibi iki kişi..’ Bu, şâhitlikte bulunacak kimselerin niteliğini ortaya koymaktadır. Bu iki şâhidin adâlet sâhibi ve bizden (yâni Müslüman) olmaları şart koşulmaktadır. (..) ‘Veya yolculukta olup ta, başınıza ölüm musîbeti gelmişse sizden olmayan iki kişiyi şâhit tutun.’ Cumhûrun kabul ettiği görüşe göre, Müslüman olmayanlardan iki kişiyi şâhit tutun, demektir. Müslüman olmayanlardan şâhit tutulması için iki şart vardır: Biri yolculukta olmak, diğeri de yolculuk esnâsında ölüm musibetinin gelmesidir. (S. HAVVÂ, 4/226)
Bakara sûresi 180’nci âyette ana, baba ve yakın hısımlara vasiyetle mal bırakmaları hükmü getirilmiş, daha sonra inen Nisâ 4/11, 12 âyetleri mîras düzenlemesi yapınca, Allâh’ın elçisi şöyle buyurmuştur: ‘Allah, her hak sâhibine, hakkını vermiştir. Bu yüzden artık mîrasçıya vasiyet yoktur.’ (Ebû Dâvud) Bunun dışındakilere vasiyet de mal varlığının en çok üçte biriyle sınırlandırılmıştır. (Buhâri, Müslim) Vasiyet, yazılı olarak yapılır, ancak yukarıdaki âyette acele durumlarda ve yolculuk sırasında iki şâhidin huzurunda sözlü vasiyet yapılabileceği belirtilmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/248)
Birkimse malının üçte birinden fazlasını vasiyet ederse, bu vasiyetin geçerli olması mirasçılarının iznine bağlıdır. Vârisler, vasiyette bulunan kişinin sağlığında vasiyeti kabul etmeleri geçerli değildir, vefatından sonra kabul etmeleri gerekir. Aynı şekilde, küçük yaştaki çocuğun icâzeti de muteber değildir. Bakara sûresinin 180’inci âyetinde ‘Birinize ölüm yaklaştığında, eğer geriye mal bırakıyorsa annesine, babasına ve akrabâsına uygun bir vasiyette bulunması, müttakilere bir borç olmak üzere yazıldı’ buyrulmuştur. Bir kısım müfessirler, bu âyetin hükmünün Nisâ sûresinin 11 ve 12’nci âyetleri ile kaldırıldığını söylemişlerdir. Ancak âyetin, dîni farklı olan anne ve baba gibi mirastan pay alamayan akrabâ için söz konusu olduğunu söyleyenlerin görüşleri daha isabetlidir. Aynı şekilde bu âyet gereğince, babası dedesinden önce öldüğü için babasına mirasçı olamayan, dolayısıyla ‘dede yetimi’ olarak ifâde edilen torunlara vasiyet yapılabilir. (İ. KARAGÖZ 2/403).
Şâhitlik ve Yemin Ettirme: Şâhidin adâletli ve doğru kimse olması gerekir. Şâhide yemin ettirmek onu aşağı görme ve ezâ etme mânâsını içine alır. Müctehit imamların çoğuna göre, şâhide yemin vermek, meşru değildir. Bu âyette, ‘eğer şüphelenirseniz’ kaydıyla şüphe hâlinde şâhide yemin ettirmek gereği gösterilmiştir. Gerçi, bundan bu vâcib olmanın anıldığı üzere, Müslüman olmayan şâhitler hakkında olduğu anlaşılıyor. Fakat aynı zamanda Müslüman şâhitler hakkında da, şüphe edildiği zaman yemin ettirmenin câiz olduğu delâlet sûretiyle anlaşılır. (ELMALILI, 3/357)
Bir hâdiseye / olaya şâhit olan kişinin, şâhitliği talep edildiğinde istendiğinde, bu görevden kaçması câiz değildir. Ancak, kendisinden başka birisinin vâsıtası ile hak yerini buluyorsa, şâhitlik yapmayabilir. Had cezâsı gerektiren bir suça şâhit olan kişi muhayyerdir. Dilerse şâhitlik yapar, dilerse gizler. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun hem dünyâda hem de âhirette ayıplarını örter. (Hadîs Buhâri, Müslüm.) (İ. H. BURSEVİ, 5/167)
5/109-111 ALLÂH’IN PEYGAMBERLERİ HESÂBA ÇEKMESİ
109. (Ey müminler!) Allah (kıyâmette) bütün peygamberleri topladığı gün: “(Ümmetlerinizden) ne cevap aldınız?” diyecek; (onların bizden sonra ne yapacakları hakkında) bizim hiç bilgimiz yoktur, şüphesiz görülmeyeni / bilinmeyeni hakkıyla bilen (ancak) sensin, sen.” diyecekler.
110. Allah (kıyâmet günü) şöyle buyuracak: “Ey Meryemoğlu Îsâ! Sana ve annene olan nîmetimi hatırla! Hani seni Rûhu’l-Kuds (Cebrâil) ile desteklemiştim. (BusâyedeAllah’tanbirmûcizeile) beşikte, yetişkin iken de (peygamberolarak) insanlarla konuşuyordun. Hani sonra (dasana) kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde (birşey) yapıyordun, içine üflüyordun, o da benim iznimle (canlanıp) kuş oluyordu; anadan doğma körü ve (derisi) alacalıyı benim iznimle iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüyü (mezardan) çıkar(ıpdirilt)iyordun. Hani sen İsrâiloğulları’na açık mûcizeler getirdiğinde onlardan küfre sapanlar: ‘Bu apaçık bir sihirdir.’ demişlerdi de o vakit İsrâiloğulları’nın seni öldürmelerine engel olmuştum.” [krş. 3/45-46]
111. Hani havârilere: “Bana ve Resûlüme inanın.” diye ilham etmiş (bildirmiş)tim. Onlar da: “Biz îman ettik, (yâRabbi! Sen) şâhit ol ki biz gerçek müslümanlarız” demişlerdi.
109-111. (109).‘Allah (kıyâmette) bütün peygamberleri topladığı gün: “(Ümmetlerinizden) ne cevap aldınız?” diyecek; (onların bizden sonra ne yaptıkları hakkında) bizim hiç bilgimiz yoktur, şüphesiz görülmeyeni/bilinmeyeni hakkıyla bilen (ancak) sensin, sen.” diyecekler.’ Hz. Îsâ, Hz. Meryem’in oğludur. Allah’ın, Meryem’e ilkâ ettiği kelimesidir. (4/171) Kendisine, İncil verilmiş, (57/27) ve İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmiştir (61/6). Rûh’ül Kudüs’ten maksat, Cebrâil‘dir. Bütün peygamberler, bu melekle desteklenmiştir. Hz. Îsâ‘nın dünyâya gelmesinde, ona ayrı bir görev verilmiştir. Hz. Îsâ konusunda Cebrâil‘in vahiy meleği olmasının ötesinde, özel bir önemi vardır. (KUR’ÂN YOLU, 2/360)
(110).‘Hani seni Rûh‘ül Kudüs ile desteklemiştim.’ Cebrâil (a.s.) ile seni güçlendirmiştim. Kavmine karşı, delilinin sabit olması için Hz. Cebrâil ile ona destek verilmişti. Burada, rûhun, kudüse izâfe edilmesi, günahlardan temizlenmeye sebep teşkil etmesidir. Çünkü Kudüs, temizlik demektir. (S. HAVVÂ, 4/239)
Havâriler: Peygamberlerin yakın izleyicisi, seçkin kimselerdir. Kur’ân’da daha çok Hz. Îsâ‘nın en yakın yardımcı ve dostları için kullanılmıştır. Bunların sayısı 12‘dir. (H. DÖNDÜREN, 1/248)
Bu âyetler, âhirette olacak bir hitâbı hikâye ederek, Muhammed ümmetine hitaptır. (ELMALILI, 3/363)
5/112-115 GÖKTEN SOFRA İNDİRİLMESİ İSTEĞİ
112. Havâriler: “Ey Meryemoğlu Îsâ! (Duâetsen) Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O: “Eğer inanmış iseniz, Allâh’a karşı gelmekten sakının demişti.”
113. Havâriler: “(İnanıyoruzfakat) istiyoruz ki ondan yiyelim, kalbimiz yatışsın, senin (peygamberlikiddianda) bize doğru söylediğini bilelim ve ona şâhitlik edenlerden olalım.” dediler.
114. Meryemoğlu Îsâ da (duâederek): “Ey Allâh’ım! Ey Rabbimiz! (Bugün) bizim üzerimize gökten bir sofra indir de bizim için hem önce (gelen)lerimiz hem de sonra (gelecek)lerimiz için bir bayram ve sen(inkudretin)den bir mûcize olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” dedi.
115. Allah buyurdu ki: “Ben şüphesiz onu size indireceğim. Fakat sizden kim (bundan) sonra inkâr ederse, hiç şüphe yok ki ben ona, kâinatta hiç kimseye azap etmediğim (şiddetteki) bir azap ile azap ederim.”
112-115. (112).‘(Hani Havâriler, Ey Meryem oğlu Îsâ) Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi (diye sormuşlardı)’ Bu deyim, dış görünüşe göre Allah‘ın kudretinden bir şüphedir. Mûcize istemektir ve bu durum havârilerin, tam teslimiyet içinde olmadıklarını, îmânlarında zaaf bulunduğu yorumlarına neden olmuştur. (ELMALILI, KUR’ÂN YOLU)
Yâhut buradaki ‘gücü yeter mi’den maksat, ‘gökten sofra indirmek, Rabbinin hikmet ve irâdesine uygun olabilir mi, ya da gökten sofra indirmek isteğine, Rabbin rızâ gösterir mi, Allâh’ın sünnetine uygun olabilir mi (anlamlarına gelebilir) (ELMALILI, 3/365, KUR’ÂN YOLU, 2/362, 263)
Mûcizeler, gâye değil, delillerdir. Mümin ise, delil getirilmiş olana îmân etmiştir. Bunu için mûcize istemek küfrün alâmetidir. Hakkın gücünü deneme sevdâsıdır. Şu halde, müminin mucize isteğinde ısrar etmesi asla câiz değildir. (ELMALILI, 3/365)
Sofra indi mi? Mâide (sofra) konusunda ise, Rasûlullâh’ın (s) onun inip, inmediğine dâir herhangi bir sözü var mı, bilmiyoruz. İslâm âlimleri, çoğunlukla onun indiğini kabul ederler. (S. HAVVÂ, 4/245)
5/116-120 KIYÂMET GÜNÜNDE HZ. ÎSÂ’NIN HESÂBA ÇEKİLMESİ
116. (Kıyâmet günü) Allah (şöyle buyuracak): “Ey Meryemoğlu Îsâ! İnsanlara: ‘Allah’tan başka beni ve annemi iki ilâh edinin.’ diyen sen misin?” dediği zaman, (Îsâ) diyecek ki: “(Hâşâ!) Seni tenzih ederim. (Senyücesin, yâRab!) Doğru olmayan şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer onu demiş olsaydım mutlaka sen onu bilirdin. Benim içimden geçen (her)şeyi sen bilirsin. Ben ise senin zâtında olan (vebildirmediğinhiçbirşey)i bilemem. Şüphesiz ki gizlilikleri sâdece bilen sensin.”
117. “(Îsâ Allâh’a şöyle cevap verecek: Allâh’ım!) Ben onlara: ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allâh’a ibâdet edin.’ diye bana emrettiğinden başkasını söylemedim. Ben içlerinde olduğum sürece üzerlerinde bir şâhit (vebirgözcü) idim. Fakat sen, beni içlerinden alınca üzerlerine gözcü artık yalnız sen oldun. Sen herşeye şâhitsin.”
118. “(Ey Rabbim!) Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır (dilediğiniyaparsın). Eğer onları bağışlarsan yine şüphesiz mutlak gâlip ve mutlak hüküm ve hikmet sâhibi sensin, sen.” (diyecevapverecek).
119. Allah (şöyle) buyuracak: “Bu(gün) doğru söyleyenlerin, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlar için, içinde ebedî kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bu, en büyük kurtuluş ve mutluluktur.”
120. Göklerin, yerin ve onlarda bulunan (bütün) şeylerin mülkü Allâh’ındır. O herşeye hakkıyla gücü yetendir. [krş. 4/126]
116-120. (118).‘Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar, kulların, kölelerin, mülksenin, haksenin, adâletsenindir. Ve eğer bağışlarsan, şüphesiz ki sen, gâlipsin ve hikmet sâhibisin.’ Şu hâlde, ne azap etmende bir haksızlık, ne bağışlamanda bir düşüklük, bir isâbetsizlik düşünülebilir. Ne istersen yaparsın, ne yaparsan aynen hikmet ve sevap olur, yüce şeref senin, yüksek hikmet senindir. Ne hükmüne karışılabilir, ne de hikmetine itiraz edilebilir. Her korkunun kaynağı sen, her ümidin sığınacak yeri yine sensin. Hâsılı, hükümranlık ve ilâhlık ancak senindir. Tek ilâh ancak sensin. (ELMALILI, 3/370, 371)
Hadîs: Hz. Peygamber, gecenin birisinde namaz kıldı ve sabah edene dek, tek bir âyet okudu, onunla rukûa varıyor ve secde ediyordu. (118. âyet) Ebu Zerr, ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, sabaha kadar bu âyet-i kerimeyi okudun. Onu okuyarak rukû ettin, onu okuyarak secdeye vardın’ Şöyle buyurdu: ‘Azîz ve Celîl olan Rabbimden, ümmetim için şefâat istedim. O da bana onu verdi. Allâh’ın izniyle, Allâh’a hiçbir şey ortak koşmayan kimseye şefâatim erişecek.’ (Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 4/244)
(119).‘Allah (âhirette şöyle) buyuracak ‘Bu, doğru söyleyenlerin doğruluklarının fayda verdiği gündür. ‘ Yâni, Allah, Îsâ (a.s.)la şöyle buyuracaktır: Bugün, sâdık olan kimselere, dünyâ ve âhiret hayâtında devam eden doğruluklarının fayda vereceği bir gündür. O gün ise, kıyâmet günüdür. (S. HAVVÂ, 4/242)
Dünyâda, sözleşmelerinde duran, akitlerini samimiyetle yerine getiren doğrulara, Allah öyle vaad eder ve müjdeler. Onların doğruluk ve samimiyetleri, kıyâmet günü, korkunç toplanma ve sorgu gününde, kendilerine faydalı olacak. Hem dünyâdaki gibi, keder ve gamlarla karışık bir fayda değil, her türlü korku ve hüzünden uzak bir fayda ile faydalı olacaktır. (ELMALILI, 3/372)