Mâ’ûn Sûresi

107 / Mâ’ûn Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. Yedi âyettir. Adını “yardımlaşma” anlamına gelen ve son âyette geçen “mâ’ûn” kelimesinden almıştır. İniş sırasına göre 17. Sûredir. (H. T. FEYİZLİ, 1/602)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 107/1-7  DİNİ  YALANLAYANI  GÖRDÜN  MÜ?

  1. (Ey Peygamberim!) Dini (O hesap gününü) yalanlayanı gördün mü?

2-3. İşte, yetimi itip kakan,  3. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmeyen / yoksula yedirmeyi teşvik etmeyen de odur.

4-7. Vay hâline! (Şöyle) ibâdet edenlerin ki onlar, ibadetlerinden gâfildirler. Hem de onlar, gösterişçidirler. 7. (Onlar, (..) yardım ve yardımlaşma için) en basit şeylere bile engel olurlar. [bk. 2/264; 4/38, 142]

 1-7. Mekke Müşriklerinin Özellikleri

(1).Birinci Özellik: ‘Dîni (O hesap gününü) yalanlayanı gördün mü?’ Yâni âhireti, cezâ ve mükâfâtı yalanlayanı gördün mü? Ey Muhammed, eğer sen onu tanımıyorsan onun belirtileri şu gelecek olan şeylerdir:’ (S. HAVVÂ 16/399)

(..) Müşrik Araplar, öldükten sonra sonra dirilmeye inanmıyorlardı. Dolayısıyla onlar için cezâ, hesap ve âhiret gibi kavramlar anlamlı değildi. Bu yüzdendir ki, âyette zikredilen ‘dîni yalanlamak’ ifâdesi ‘âhireti ve cezâyı inkâr’ anlamına gelmektedir. (M. DEMİRCİ, 3/643, 644)

Süddi’den Velîd b. Muğire hakkında indiği olduğu rivâyet edilmiş, Maverdi de Ebû Cehil hakkında nâzil olduğunu nakletmiş, rivâyet edilmiştir ki: Ebû Cehil bir yetimin vasîsi bulunuyordu. Bir gün o yetim çırılçıplak ona gelmiş, kendi malından bir şey istemişti. Ebû Cehil onu itivermiş ve aldırmamış idi. Kureyş’in büyükleri de çocuğa: ‘Muhammed’e git de, sana şefaat ediversin’ demişler, alay etmek istemişler. Öksüz onların maksatlarını bilmediği için Rasûlullâh’a gelip yardımcı olmasını istemişti. Peygamberimiz (sav) hiçbir muhtâcı reddetmek âdeti olmadığı için kalkmış, onunla berâber Ebû Cehil’in yanına gitmişti. Ebû Cehil ‘buyurun’ deyip merhaba etmiş ve öksüzün malını vermişti. Kureyşliler bunun üzerine Ebû Cehil’e serzeniş etmişler, ‘sen de sapıttın, Muhammed gibi Sâbiileştin’ demişler, ‘Hayır’ demiş, ‘sapıtmadım ve lâkin onun sağında solunda birer harbe gördüm, vermezsem vuracak diye korktum.’  (ELMALILI, 9/501, 502)

(2, 3).İkinci ve Üçüncü özellikleri: ‘yetîmi iter’ öksüzü zayıf gördüğü ve Allah’tan korkmadığı için insaf ve merhamet etmeyerek kakar, kakıştırır; kahır ve hakâretle kovar, azarlar. ‘Yoksulu doyurmaya önayak olmaz.’ Ve miskin, bîçâre yoksulun yiyeceğine dâir teşvikte ve isteklendirmede bulunmaz. Kendisi doyurmadığı gibi, gerek kendi akrabalarından ve gerek diğer vakit ve durumu müsâit olanlardan diğer kimselerin bakıp gözetmesi, doyurması için de kayırmaz, bir yardımda, tavsiyede, teşvikte bulunmaz, çâresizlerin hâlini düşünmez, fakirlere bakılmasına taraftar olmaz. (ELMALILI, 9/502)

Yetîmi itip kakan, hak ve hukukunu çiğneyen kimse zâlimdir. Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ateş yemiş olurlar. (4/10). Çünkü haksız yere yetim malı yemek, büyük günahtır. (..) Yüce Allah, imkânı olanların zekât, sadaka, infak ve karşılıksız borç vererek, fakirlere yardım edilmesini, onların ihtiyaçlarının karşılanmasını, yardım edilmesini, onların ihtiyaçlarının karşılanmasını, yedirilip içirilmesini teşvik etmekte, infak edenlere bire yediyüz sevap vereceğini bildirmekte, (2/215, 261-263, 3/92), cimrilik edip fakirlere yardım etmeyenleri kınamaktadır (3/180, İ. KARAGÖZ 8/641)

(4, 5).Dördüncü Özellik: ‘Vay hâline! (Şöyle) ibâdet edenlerin ki onlar, ibâdetlerinde hatâ yaparlar.‘ (..) Bu sûre, müfessirlerin çoğunluğunun da dediği gibi, Mekke’de indirilmiştir. O hâlde ilgili âyet müminlerin namazından değil, müşriklerin rutin olarak yaptıkları ibâdetlerden söz etmektedir. Nitekim: ‘(Müşriklerin) Kâbe’deki salâtları (tapınmaları) sâdece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Onlara âhirette denilecektir ki) İnkârınıza karşılık artık azâbı tadın.’ (Enfâl 8/35) âyetinde de aynı husus dile getirilmiştir. Hattâ sûreye genel bağlamı içinde yaklaşıldığı zaman tamâmının müşriklerle ilgili olarak inzal edildiği görülür. Zîrâ dîni yalanlayanlar, yetimi horlayanlar, fakiri fukarâyı doyurmayanlar, bu hususta başkalarını teşvike yanaşmayanlar ve aynı zamanda da ibâdetlerinin farkında olmayıp üstelik bunu gösteriş vesîlesi yapanlar, söz konusu putperest toplumdan başkası değildir. (Müddessir 74/43-46; M. DEMİRCİ 3/645)

(6).Beşinci Özellik: ‘Hem de onlar, gösterişçidirler.’ Nesefi der ki: Âyette geçen ‘yürâüne: gösteriş yaparlar’ kelimesi karşılıklı göstermek anlamındaki ‘el mürâat’ masdarından türetilmiştir. Çünkü riyâkâr kimse insanlara amelini, insanlar da bu amelden dolayı ona övgü ve beğenilerini gösterirler. (S. HAVVÂ 16/400)

Riyâ ve süm’a / desinler ‘gizli şirk’tir. Müminlerin ibâdetlerini iyi bir niyet ve ihlâs ile İslâm’a uygun olarak yapmaları gerekir. (18/110, 98/5). İbâdetlerde şekil şartlarına riâyet edilmesi gerektiği gibi, niyet, ihlâs, huşû ve takvâya da özen gösterilmesi (1/5, 3/64) ve ‘Allâh’ı görüyormuş şuuruyla ibâdet edilmesi (Buhâri Îman 37) gerekir. (İ. KARAGÖZ 8/644, 645)

(7).Altıncı Özellik: ‘(Onlar yardım ve yardımlaşma için) en basit şeylere bile engel olurlar.’ Hâris kanalıyla Hz. Ali’nin şöyle dediği rivâyet edilir: Mâun; balta, tencere ve kova gibi şeyleri insanlara vermemektir. (S. HAVVÂ, 16/404)