Mücadele Suresi

  1. Mücâdele Sûresi

Medîne döneminde inmiştir. 22 âyettir.

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 58/1-4 ZIHAR  VE  CEZÂSI

  1. (Rasûlüm!) Allah, kocası hakkında seninle tartışan (hüküm için ısrar eden) ve Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti (dileğini kabul etti). Allah zâten sizin (her) konuşmanızı işitir. Çünkü Allah hakkıyla işitendir, görendir.
  2. (Ey müminler!) Sizden hanımlarına (“sen bana anamın sırtı gibisindiyerek) zıhar yapan (onları kendilerine haram kılan)lar (bilsinler ki) o kadınlar, onların anaları değildir. Anaları, ancak kendilerini doğuranlardır. Doğrusu onlar, çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz ki Allah (tevbe edenleri) çok affedendir, çok bağışlayandır.
  3. Kadınlarına zıhar yap(arak onlardan ayrıl)anların, sonra da söylediklerinden geri dönenlerin birbirleriyle karı koca ilişkisine girmeden önce bir köle âzât etmesi lâzımdır. İşte size, bu (hüküm) ile öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
  4. Kim de (bu imkânı) bulamazsa, (yine onun için) birbirleriyle ilişkide bulunmadan önce iki ay peş peşe oruç tutmak (lâzım)dır. Buna da güç yetiremezse, (yine önce) altmış yoksulu doyurmak (lâzım)dır. Bu (kefâretteki kolaylıklar) Allâh’a ve Rasûlü’ne îman(da gereğini yapmaya sebat) gösterdiğiniz içindir. Bunlar Allâh’ın (koyduğu) sınırlardır. (Bunları kabul etmeyen) kâfirler için acıklı bir azap vardır.

 1-4. (1).‘(Rasûlüm!) Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allâh’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah zâten sizin (her) konuşmanızı işitir. Çünkü Allah hakkıyla işitendir, görendir.’ Câhiliye devrindeki Araplar arasında “zıhar yapmaâdeti vardı. Buna göre, bir adam karısına, “Sen bana anamın sırtı gibisin.” deyince, karısı ona anası gibi ebedî olarak haram olurdu. İşte ashabdan Evs b. Sâmit ufak bir şeye kızıp karısı Havle bint Sa’lebe’ye önce böyle demiş, ardından pişman olmuştu. Fakat pişman olması kâfi değildi. Karısı, Rasûlullâh’a gitti, ağladı; kendisinin ihtiyar ve fakir olduğunu, çocuklarının da ortada perişan kaldığını anlattı. Allâh’ın Rasûlü ona, “Sen ona haramsın.” dedi. Fakat kadın, tekrar tekrar kocasına dönmek için bir fetvâ istedi. Bir fetvâ alamayınca nihâyet elini Allâh’a açtı, ıstırâbını, şikâyetini O’na yöneltti ve dermanı O’ndan istedi. İşte herşeyi bilip işiten Allah, bunun üzerine ilgili âyetleri indirdi. (H. T. FEYİZLİ, 1/541)

(2).‘Sizden hanımlarına zıhar yapan (onları kendilerine haram kılan)lar (bilsinler ki) o kadınlar, onların anaları değildir. Anaları, ancak kendilerini doğuranlardır. Doğrusu onlar, çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz ki Allah (tevbe edenleri) çok affedendir, çok bağışlayandır.’ İbn Kesir der ki: Zıhar, câhiliye halkı arasında boşama idi. Allah bu konuda bu ümmete ruhsat vermiş ve zıhâra dâir keffâret belirleyerek onların câhiliye dönemlerinde kabul ettikleri şekilde bir boşama olarak değerlendirmemiştir. (S. HAVVÂ, 14/476)

‘Kadınlarına zıhar yapan kimseler’, yâni zıhar denilen sözle kadınlarından uzaklaşan kimseler. Sırt ve arka mânâsındaki ‘zahr’ kelimesinden alınan zıhar veya müzâhere: Bir kimsenin karısına ‘Sen bana anamın sırtı gibisin’ demesi veya onun bir uzvunu kendine haram olan kadınlardan birinin karın, bel ve kasık gibi bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesidir ki, helâlı haram kılan çirkin bir sözdür. (ELMALILI, 7/452, 453)

‘ve haberleri olsun ki onlar’ yâni o zıhar sözünü söyleyenler ‘herhâlde münker’ yâni meşru olmayan ‘çirkin bir lâkırdı ve yalan bir söz söylüyorlardır.’ Yalandır, çünkü kadınları anaları değildir. Hem de başkalarına zarar veren bir yalan, bir günah ve kadının gönlünü kıran, hukûkunu zâyi eden bir şeydir. Bununla berâber çirkin bir sözdür, çünkü zıhar anasının veya mahreminin (kendisine nikâhı haram olan yakınının) bir organını ağzına almak demektir. Ayrıca Allâh’ın helâl kıldığını haram kılmak gibi bir küstahlıkla Allah Teâlâ’nın haklarına tecâvüzdür. O hâlde ağza alınmaması lâzım gelen bir cinâyet, bir günahtır. (ELMALILI, 7/453)

(3, 4).‘Kadınlarına zıhar yap(arak onlardan ayrıl)anların, sonra da söylediklerinden geri dönenlerin birbirleriyle karı koca ilişkisine girmeden önce (1) bir köle âzât etmesi lâzımdır.’ ‘Kim de (bu imkânı) bulamazsa, birbirleriyle ilişkide bulunmadan önce (2) iki ay peş peşe oruç tutmak (lâzım)dır. Buna da güç yetiremezse, (yine önce) (3) altmış yoksulu doyurmak (lâzım)dır.’ (Havle’nin duâsından) Kısa bir süre sonra, bu âyetler indi. Kocanın bir sözüyle hanımının boş olmayacağı bildirildi. Zıhar denen âdetin çok çirkin ve yalan bir sözden ibâret olduğu haber verildi. (Taberi’den) Yalnız yeminin ciddiyetini korumak üzere böyle bir sözü söyleyen cezâsız bırakılmadı. Bunlara sırasına ve imkânlarına göre hanımlarıyla cinsel ilişkiden önce şu kefâretlerden birini ödemeleri emredildi: (1) Köle âzât etmek, (2) Köle âzât etme imkânı yoksa iki ay peş peşe oruç tutmak, (3) İki ay peş peşe oruç tutmaya güç yetiremezse altmış fakiri doyurmak. (Ö. ÇELİK, 5/59, 60)     

‘İşte size bununla öğüt verilmektedir.’ (…) Bu emirler, İslâm toplumunun câhiliyeden kalma kötü alışkanlıklardan vazgeçmesi ve bu tür anlamsız davranışları terk etmesi konusunda müslümanları terbiye etmek için inmiştir. Yâni, aralarında bir anlaşmazlık çıktığında eşler, iyi insanlar gibi tartışsınlar ve ayrılmaları gerekiyorsa, talâk yoluyla boşansınlar. Ancak tartışma esnâsında erkeğin, hanımını, annesine veya kız kardeşine benzetmesi çok çirkin bir davranıştır. (MEVDÛDİ, 6/148)

 58/5-6 ALLAH  ONLARIN  HEPSİNİ  DİRİLTECEK

  1. Allah ve Rasûlü’(nün emirleri)ne muhâlefet eden / karşı olan (kâfir kimse)ler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldıkları gibi alçaltılacaklardır. Hâlbuki (bu konularda) biz apaçık âyetler de indirmişizdir. (Bunları) inkâr edenler için alçaltıcı bir azap vardır.
  2. Kıyâmet koptuğu gün Allah, ölülerin hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah (onların yaptıklarını) sayıp dökmüş, onlar ise unutmuştur. Allah, herşeye şâhittir.

 5-6. (5).‘Allâh’a ve Peygamberine aykırı düşen (kâfir)ler’ yâni düşmanlık edenler, onlara karşı çıkanlar, savaşanlar ‘kendilerinden öncekiler’ arasından olan peygamberlerin düşmanları ‘nasıl alçaltıldı’ rüsvay edilip helâk edildiler ‘ise’ bunlar da ‘öyle alçaltılacaklardır. Biz’ peygamberin doğruluğuna, onun getirdiklerinin sıhhatli oluşuna delâlet eden ‘apaçık âyetler indirmişizdir.’ Bunlara kâfir, fâcir ve hakkı bile bile inkâr edip direnenlerin dışında kimse ters düşmez, bunlara karşı inat etmez. (S. HAVVÂ, 14/482, 483)

‘İnkâr edenlere horlayıcı bir azap vardır.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni onlar Allâh’ın şeriatına uyup O’na bağlanmak, O’nun huzûrunda boyun eğmekten imtina edip büyüklenmelerinin karşılığında böyle (horlayıcı bir azap ile) karşılanacaklardır.’ (S. HAVVÂ, 14/483)

‘Allah ve Rasûlü’ne karşı çıkmak’; Allâh’ın ve Peygamber’in koyduğu kânunlara aldırmamak, bu ilâhi kânunları bırakıp başkalarının koyduğu kânunlara uymak demektir. Bu kimseler, Allâh’ın koyduğu sınırlara, kânunlara ve hükümlere karşı çıkarlar. Başka kuralların uygulanmasını teklif ederler. Bu âyet-i kerîme, Allâh’ın kânunları yerine kendileri birtakım kurallar koyup, bu kurallara ‘kânun’ adı vererek insanları buna uymaya zorlayan âmirlere ve idârecilere sert bir uyarıda bulunmaktadır. (Ö. ÇELİK, 5/60, 61)

Allâh’a ve peygamberine muhâlefet e düşmanlık etmek, Allâh’ın dînine, emir ve yasaklarına, ilke ve hükümlerine muhâlefet etmek demektir. Bu anlamda Allah ve peygamberine, İslâm dînine, dînin emir ve yasaklarına, ilke ve hükümlerine muhâlefet etmek, inkâr etmektir. Bir insanın mümin ve Müslüman olabilmesi için, Allâh’ın emir ve yasaklarını, helâl ve haramlarını, ilke ve hükümlerini kabul etmesi gerekir, Aksi takdirde mümin ve Müslüman olamaz. (İ. KARAGÖZ 7/625)

(6).‘Kıyâmet günü Allah, ölülerin hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir.’ Nesefi der ki: ‘Onları utandırmak, onları azarlamak ve hâllerini teşhir etmek için böyle yapacaktır. O vakit onlar, herkesin gözü önünde rezil olduklarından dolayı çabucak cehenneme götürülmeyi temenni edeceklerdir. ‘Allah onları bir bir saymış, ama kendileri unutmuşlardır.’ Nesefi der ki: ‘Yâni yüce Allah, amellerini sayı itibâriyle tek tek saymış ve ondan hiçbir şey kurtulmamıştır. Onlar ise bu amellerini işlediklerinde önemsemedikleri için unutmuş olacaklardır. Çünkü ancak, büyük olan işler bellenir, hatırda tutulur.’ (S. HAVVÂ, 14/483)

 58/7-8  ALLAH’IN  BİLDİĞİNİ  GÖRMÜYOR  MUSUN?

  1. (Ey Peygamberim!) Göklerde olanları ve yerde olanları Allâh’ın bildiğini görmedin mi? (Bilmedin mi? Gör ve bil) Hangi üç (kişi) arasında bir fısıltı (ile konuşma) olmayagörsün, mutlaka O (Allah) bunların yanında dördüncüsüdür. Beş (kişi) arasında (bir fısıltı) olmayagörsün, mutlaka O, bunların (yanında) altıncısıdır. Bundan daha az (iki) ve daha çok ve nerede olsalar yine O, mutlaka onlarla berâberdir. Sonra (Allah) kıyâmet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilendir. [bk. 3/5; 9/78; 14/38; 43/80]
  2. (Rasûlüm!) Görmüyor musun şu (münâfık ve yahûdi olan) kimseleri ki fısıltı ile konuşmaktan menedildikten sonra, yine kendilerine yasaklanan şeyi yapıyorlar; günahı, düşmanlığı ve Rasûl’e isyânı fısıldaşıyorlar. Sana geldikleri zaman seni, Allâh’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar. Kendi içlerinde de: “Bizim (böyle) söylememiz sebebiyle Allah bize azap etmeli değil miydi?” diyorlar. Onlara cehennem yeter; girecekler oraya. O, ne kötü bir dönüş yeridir!

 7-8. (7).‘Üç kişi gizlice fısıldaşırsa dördüncüleri mutlaka O’dur.’ Allah’tır. ‘Beş kişi olurlarsa altıncıları mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla berâberdir.’  Onların neleri fısıldaştıklarını bilir ve içinde bulundukları durum aslâ O’na gizli kalmaz. Onların hâllerini bilir. Konuşmalarını, sırlarını, fısıltılarını işitir. Bununla birlikte melekler de onların fısıltılarını, Allâh’ın o fısıltılarını bilmesine ve işitmesine rağmen yazar(lar). ‘Sonra Kıyâmet günü onlara işlediklerini haber verir.’ Ve bunun karşılığında onları cezâlandıracaktır. (S. HAVVÂ, 14/484)

‘görmedin mi? (bilmedin mi?^cümlesi, ‘gör ve bil’ anlamında olup, Hz. Peygamberin şahsında bütün müminlere yöneliktir. Her mğminin yüce Allâh’ı isim ve sıfatları ile tanıması gerekir. (İ. KARAGÖZ 7/627, 628)

Bu âyetlerde işlenen konulardan ilki, birkaç kişinin bir araya gelip, gizli görüşmeler yapması ve başkalarının bulunduğu ortamlarda fısıltıyla konuşmalarıdır. Âyetlerde bu tutum ve eylemden ‘necvâ’ masdar ismi ve aynı kökten türetilen fiiller kullanılarak söz edilmiştir. İnsanların böyle bir yöntem izlemelerinin genellikle başkalarında tecessüs hattâ tedirginlik meydana getirmesi tabiidir ve bu yüzden dostlukların zedelendiği yâhut husûmetlerin doğduğu bilinmektedir. Bu gerçek karşısında Kur’ân-ı Kerîm değişik vesîlelerle, gizli görüşmeler yapmaktan ve fısıltıyla konuşmaktan olumsuz biçimde söz etmiş, fakat bunu haklı kılan sebepleri istisnâ etmiş ve bütün durumları kapsayan kesin bir yasak koymamıştır. (KUR’AN YOLU, 5/269)

Nesefi şunları söylemektedir: Özellikle 3 ve 5 sayısından söz edilmesi bunun münâfıklar hakkında indiğinden dolayıdır. Münâfıklar, müminleri öfkelendirmek için burada belirtilen 3 ve 5 er kişi olarak fısıldaşmak üzere bir araya gelir, hâlka teşkil ederlerdi. (S. HAVVÂ, 14/497)

(8).‘(Rasûlüm!) Görmüyor musun şu (münâfık ve yahûdi olan) kimseleri ki fısıltı ile konuşmaktan menedildikten sonra, yine kendilerine yasaklanan şeyi yapıyorlar; günahı, düşmanlığı ve Rasûl’e isyânı fısıldaşıyorlar.’ Yahûdiler ve münâfıklar, Rasûlullah (s) ve müminler aleyhine gizli gizli kulis yapıyor, aralarında fısıldaşıyor ve kötü şeyler konuşuyorlardı. Böyle yaptıkları müslümanlar tarafından fark ediliyor ve biliniyordu. Rasûlullah (s) onları daha önce böyle davranmaktan men etmişti. Fakat böyle davranmakta ısrar etmeleri üzerine bu âyet-i kerîme inip, onların gizli düşmanlıklarını haber verdi. (Ö. ÇELİK, 5/63)  

‘Sana geldikleri zaman seni, Allâh’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar.’ (…) Yahûdiler Hz. Peygamberle karşılaştıklarında ‘es Sâmü aleyke’ (Sana ölüm olsun)’ derler, Hz. Muhammed de ‘Aleyküm’ (Size olsun) demekle yetinirdi. Hz. Âişe bir gün onların bu tür selâmını işitmiş: ‘Ölüm, Allâh’ın lâneti ve gazabı size olsun’ demişti. Hz. Peygamber: ‘Ya Âişe! Böyle yapma, yumuşak ve nâzik davran. Sert, kaba ve kötü söylemekten sakın’ dedi. Âişe: ‘Söylediklerini işittin Ya Rasûlallah’ deyince de: ‘Ey Âişe! Benim verdiğim cevâbı da işittin. Allah benim duâmı kabul etti, onlarınkini reddetti’ buyurdu. (Buhâri Edeb 38, Müslim Selâm 6-12’den H. DÖNDÜREN, 2/877)

‘Kendi içlerinde de: “Bizim (böyle) söylememiz sebebiyle Allah bize azap etmeli değil miydi?” diyorlar.’ Yâni onlar bu davranışlarını, Hz. Muhammed’in peygamber olmadığı iddiâlarına delil olarak kullanıyorlardı. Çünkü kendilerinin gece gündüz Hz. Muhammed’e belâ okumalarına rağmen, yine de azâbın gelmemesini, onun peygamber olmayışına bağlıyorlardı. Ve eğer O peygamber olsaydı, azâbın gelmesi gerekirdi, şeklinde düşünüyorlardı. (MEVDÛDİ, 6/161)

 58/9-11  GİZLİ  KONUŞMALAR  ŞEYTANDANDIR

  1. Ey îman edenler! (Aranızda) gizli konuştuğunuz zaman, günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e karşı gelmeyi fısıldaşmayın. İyiliği / iyi olanı, takvâyı fısıldaşın ve huzûrunda toplanacağınız Allâh’a saygılı olup emrine uyun.
  2. O (günaha sebep olan) gizli konuşma(lar ve gizli toplantılar) ancak şeytandan (ve şeytan yanlısı olmaktan)dır. (Bu da) îman edenleri üzmek gâyesiyledir. Hâlbuki Allâh’ın izni olmadıkça o (fısıldaşmalar ve şeytan), onlara hiçbir şekilde zarar verici değildir. O hâlde mü’minler Allâh’a güvenip dayansınlar.
  3. Ey îman edenler! Toplantılarda size: “(Gelenlere) yer açın.” denildiği zaman, hemen yer açın ki Allah da size genişlik versin. “Kalkın (yer verin).” denildiğinde kalkın ki Allah sizden îman edenlerle, kendilerine ilim verilmiş olanları derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 9-11. (9).‘Ey îman edenler! (Aranızda) gizli konuştuğunuz zaman, günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e karşı gelmeyi fısıldaşmayın. İyiliği / iyi olanı, takvâyı fısıldaşın ve huzûrunda toplanacağınız Allâh’a saygılı olup emrine uyun.’ Günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyan gibi kötü maksatlarla yapılan gizli toplantılar, kulisler, fısıldaşmalar yasaklanmakta; fakat ‘iyilik ve takvâ’ üzere yapılanlara müsaade edilmektedir. (bk. Nisâ 4/114, Ö. ÇELİK, 5/64)

‘Necvâ’nın câiz olması ya da olmaması, neler konuşulduğuna bağlıdır. Şâyet iki kişi bir araya gelip başkalarının arasını bulmak,  onları barıştırmak veya hakkı elinden alınmış bir kimsenin hakkını nasıl iâde edebileceklerini görüşmek için gizlice konuşurlarsa, bu hayır ve sevaptır. Fakat iki kişinin arasını bozmak veya birinin hakkını elinden almak, ya da bir haram işlemek için gizlice konuşurlarsa, bu tavır hem keyfiyetinden, hem de gizlice konuşulduğundan dolayı yasak ve günahtır. (MEVDÛDİ, 6/163)

Hadis: ‘Üç kişi bir arada bulunduğunuz zaman, insanlara karışıncaya kadar ikiniz diğerini bırakıp fısıldaşmayın. Çünkü bu durum onu üzer.’ (Buhâri İstizan 47, Müslim Selâm 37, 38’den Ö. ÇELİK, 5/64)

(10).Günahı, düşmanlığı, Peygambere karşı gelmeyi telkin eden ‘gizli fısıldaşmalar ancak şeytandandır.’ Onun süslü ve güzel gösterdiği şeyler arasındadır. ‘Bunu îman edenleri üzmek için yapar.’ Müminler Allâh’ın düşmanlarının kendi aleyhlerine komplolar hazırladıklarını, konuşup işâretleştiklerini ve aslı astarı olmayan haberleri yaydıklarını gördüklerinde üzülsünler diye şeytan bu tür davranışları güzel gösterir. ‘Hâlbuki Allâh’ın izni ile’ O’nun ilmi, kazâ ve takdîri ile ‘olmadıkça onlara’ müminlere ‘hiçbir zarar veremez.’ (S. HAVVÂ, 14/486)

Yüce Allah, Müslümanlara zarar vermek isteyen Yahûdi ve münâfıkların, kendisi izin vermeden zarar veremeyeceklerini bildirdi. Hiçbir şey Allâh’ın izni, irâdesi ve takdiri olmadan meydana gelmez. Allâh’ın izni ile maksat; Allâh’ın kazâsı, kaderi, dilemesi ve hikmetidir. Bir insanın malına, canına ve çocuklarına, maddi ve mânevi, sözlü veya fiili hoşa gitmeyecek acı bir olay, belâ, felâket ve musibet Allah izin vermeden meydana gelmez. (3/145, 166, 167). Allâh’ın izni olmayınca, hiç bir kimsenin istemesi, çalışması ve gayreti ile kimseye bir musibet, belâ, ezâ ve cezâ isâbet etmez. Allâh’ın izni olmayınca, bir yaprak bile yerinden oynamaz. Dolayısıyla Allah izin vermezse; yahûdi, münafık ve kâfirler müminlere zarar veremezler. (İ. KARAGÖZ 7/636)

‘Müminler Allâh’a dayanıp güvensinler.’ İşlerini Allâh’a havâle etsinler. Yalnız O’na güvensinler, Yahûdi ve münâfıkların gizli konuşmalarına aldırış etmesinler. Çünkü Allah onların kötülük ve zararlarından müminleri koruyacaktır. (İ. H. BURSEVİ, 21/45)

(11).‘Ey îman edenler! Sizlere meclislerde, oturduğunuz yerlerde yer açın denildiğinde genişleyiverin.’ Yâni açılın, gelene yer verin denildiği zaman yer açın, ortalığı daraltmayın. (…) Kısacası hangisi olursa olsun, bulunduğunuz meclislerde darlık yapmayın, etrâfınızdakilere sıkıntı vermeyin, genişleyin. Ve açılın, yer verin denildiği zaman, ne sûretle olursa olsun, yer açın, genişletin. (ELMALILI, 7/462)

Bu âyetin inişiyle ilgili olarak tefsirlerde genellikle Rasûlullah’ın toplantılarında ona yakın olma arzusuyla ilgili olaylara yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bir gün Suffe diye bilinen yerde Hz. Peygamber ashâbıyla sohbet ederken, yeni gelenler ayakta kalmışlardı. Bunlar arasında Rasûlullah’ın kendilerine özel değer verdiği Bedir savaşına katılmış müslümanlar da vardı. Rasûlullah özellikle onlara yer açılması için yakınındakilere işâret etti. Yerinden kalkması gerekenlerin yüz ifâdelerinden bu durumdan hoşnut olmadıkları belli oldu. Münâfıklar da bunu fırsat bilip Hz. Peygamber’in adâletli davranmadığını ve bâzı kişileri kayırdığı yolunda şâyia çıkardılar. Konuya açıklık getirmek ve bir uyarıda bulunmak üzere bu âyet nâzil oldu. (KUR’AN YOLU, 5/272, 273)

‘ki Allah size genişlik versin.’ İbn Kesir der ki: ‘Çünkü karşılık, işlenen işin türünden olur.’ Genişlik açanlara Allâh’ın vermiş olduğu bu genişlik vaadi, insanların genişliğe tâlip oldukları yer, rızık, kalp, kabir ve buna benzer her husûsu kapsayan mutlak bir genişliktir. (S. HAVVÂ, 14/486)

‘Kalkın yâhut yukarı geçin, denildiğinde de hemen kalkıverin ki, Allah içinizden îman edenleri’ yâni hakikaten îmanlı olan ve bu emirlere de temiz yürekle îman eden müminleri ‘yükseltsin.’ İman ile emre boyun eğmelerinin mükâfâtı olarak dünyâda başarı ve güzel unvan, âhirette cennet köşklerinde makam ile üstünlük versin. ‘Kendilerine ilim verilmiş olan zatları da derecelerle yükseltsin.’ Özellikle ilim ile uğraşıp gereğince amel eden âlimleri de derecelerle daha yüksek makamlara geçirsin. Bu âyet, ilmin fazîletleri ve âlimlerin üstünlüğü hakkındaki açık delillerdendir. (ELMALILI, 7/462, 463)     

Hadis: ‘Âlimin âbid / çokça ibâdet eden karşısındaki üstünlüğü, ayın dolunay gecesi diğer yıldızlar karşısındaki üstünlüğü gibidir.’ (Tirmizi, Ebû Dâvud, Dârimi’den, ELMALILI, 7/463)

Hadis: ‘Sizden biriniz bir kişinin yerine oturmasın, çünkü o sonra yerine oturur, Fakat sıkışın, yerinizi genişletin.’ (Müslim Selâm 27)

Hadis: ‘Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Gök ehli onlara karşı muhabbet besler ve öldükleri zaman denizdeki balıklar kıyâmete kadar onların günahlarının affı için duâ ederler.’ (Buhâri, Ebû Dâvud, İbn Mâce Mukaddime 17’den ELMALILI, 7/464)  

Hadis: Her kim bir yola girer ve onda ilim talep ederse, Allah Teâlâ onu cennet yollarından bir yola götürür ve melekler ilim talep edenlere sanatlarından hoşlandıklarından dolayı kanat gererler. Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem mîras bırakmadılar. Ancak ilim mîras bıraktılar. Şu hâlde o ilmi alan, büyük bir pay almış olur.’ (Buhâri, Ebû Dâvud, Tirmizi, İbn Mâce Mukaddime 17’den ELMALILI, 7/464)

Bu 9, 10 ve 11’inci âyetler İslâmî görgü kurallarından bâzılarıdır. Rasûlullah (s.) “Eddebenî Rabbî.” (Beni Rabbim edeplendirdi) buyurmuştur. İşte Rasûl’ün yaşayışı Kur’an yaşayışıdır. Ne mutlu müslümanım deyip de tüm ahlâk ve görgü kurallarında Hz. Peygamber’i örnek alanlara! En büyük önder ve örnek Allah Rasûlü Hz. Muhammed’dir. [bk. 4/80; 33/21] (H. T. FEYİZLİ, 1/542)

58/12-13  ALLAH  YAPTIKLARINIZDAN  HABERDARDIR

  1. Ey îman edenler! Siz Peygamber’e fısıltı ile (özel bir şey) arz edeceğiniz zaman, bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, şüphe yok ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
  2. Fısıltı ile (özel) konuşmanızdan önce sadakalar vereceğinizden korktunuz (hem fısıltıyı, hem de sadakayı kestiniz değil) mi? Mâdem ki yapmadınız, Allah da (özrünüzü ve) tevbenizi kabul etti (ve hayrı konuşmanıza izin verdi). O hâlde namazı gereğince kılın, zekâtı verin. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 12-13. (12).‘Ey îman edenler! Siz Peygamber’e fısıltı ile arz edeceğiniz zaman, bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, şüphe yok ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’ Hz. Peygamber’le özel görüşmek isteyenlerin sayısı çoğalınca bâzı kimselerin bu görüşmenin süresini başkalarının hukûkuna zarar verecek derecede uzatmaları peygamberi zor durumda bırakıyor, onun daha çok ilgi ve himâyeye muhtaç olanlara gerektiği kadar zaman ayırmasını engelliyor, bu da kendisini üzüyordu. Bu âyetle, Rasûl-i Ekrem’le özel görüşme âdâbına ilişkin bir düzenleme getirildi; hâli vakti yerinde olanların fakirlere verilmek üzere bir bağışta bulunmaları istendi. (Râzi’den, KUR’AN YOLU, 5/274)

Kanaatimize göre bu düzenlemenin, belirli ve kalıcı bir yükümlülük getirmekten çok, peygamberlik makâmına gösterilmesi gereken saygı konusunda daha bir dikkati olunması için hatırlatmada bulunma amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. ‘Bulamazsanız…’ buyurulması da buna işârettir. (KUR’AN YOLU, 5/274)  

Hâkim, İbnü Münzir, Abd b. Humeyd ve daha başkalarının yaptıkları rivâyette Hz. Ali şöyle demiştir: ‘Allâh’ın kitabında bir âyet vardır ki, onunla benden evvel kimse amel etmediği gibi, benden sonra da kimse amel etmeyecektir. Bu âyet ‘Necvâ Âyeti’dir: Yanımda bir Dinar vardı, onu on Dirhem’e sattım. Peygamber (s)’den her ne zaman bir dilekte bulunduysam, o fısıltıdan önce bir Dirhem sadaka verdim. Daha sonra da o âyet neshedildi. (yürürlükten kaldırıldı) artık kimse onunla amel etmedi. (ELMALILI, 7/468, 469)

Allah Rasûlü’nün meclisinde bâzıları, özellikle zengin olan yeni müslümanlar, gerekli gereksiz onunla fısıldaşıyorlardı. Bu da onu rahatsız ediyordu. Yüce Allah, Rasûlü’nü rahatlatmak için bu âyetle bir tedbir almış oldu. Fakat çok geçmeden maksat anlaşıldı ve aşağıdaki âyet indirildi:) (H. T. FEYİZLİ, 1/543)

(13).‘Fısıltı ile (özel) konuşmanızdan önce sadakalar vereceğinizden korktunuz (hem fısıltıyı, hem de sadakayı kestiniz değil) mi? Mâdem ki yapmadınız, Allah da tevbenizi kabul etti.’ Yâni sadaka vermekle fakirliğe düşeriz diye korktunuz, fısıltıyla konuşmadan önce çok sadaka vermediniz de dileklerinizden vaz geçtiniz değil mi? ‘Mâdem ki yapmadınız’ yapabileceğiniz hâlde yapmadınız. ‘Allah da size tevbe ile nazar buyurdu.’ Kusurunuzu affedip yine sadaka vermeksizin Peygamber’den dilekte bulunmanıza müsaade etti. Bunun bir şükür ifâdesi olmak üzere ‘o hâlde namaza devam edin ve zekâtı verin, Allâh’a ve Rasûlüne itaat edin.’ Gerek meclislerin âdâbı ve gerek diğer emirlerde itaatsizlik yapmayın da gereğini yerine getirin. (ELMALILI, 7/469)  

 58/14-18  ONLAR  GERÇEKTEN  YALANCIDIRLAR

  1. (Ey Peygamberim!) Allâh’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu (yahûdileri) dost edinen (münâfık)ları görmedin mi? Onlar sizden de değildir, onlardan da değildir. Kendileri bildikleri hâlde (mü’miniz diye) yalan yere yemin ederler.
  2. Allah, (münâfık)lar için şiddetli bir azap hazırladı. Doğrusu onların işledikleri şeyler ne kötüdür!
  3. Münâfıklar (müslümanız diye) yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler. İşte onlar için rezil edici bir azap vardır.
  4. Münâfıkların malları ve evlâtları, Allâh’(ın azâbın)dan hiçbir şeyi kendilerinden uzaklaştıramaz. Onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
  5. Allah münâfıkların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi, O’na da (mü’miniz diye) yemin ederler ve onlar gerçekten (iyi) bir şey üzerinde olduklarını (bu yeminin kendilerine bir fayda vereceğini) sanırlar. Haberiniz olsun ki onlar, yalancıların (münâfıkların) ta kendileridir. [bk. 6/22-23; 16/28]

 14-18. (14).‘Bakmaz mısın’ Bu ifâde taaccüb ve hakaret anlamındadır. Dikkat nazarlarını çekmek için Peygamber’e veya hitap edilmesi gereken her muhâtaba hitaptır. Yâni ne çirkin hâlleri var bak! ‘Şunlara, şu münâfıklara, Allâh’ın gadab etmiş olduğu bir kavme yardaklık etmektedirler.’ Münâfıklar, Yahûdilere yardaklık ediyor, müminlerin sırlarını onlara naklediyorlardı. ‘Onlar ne sizdendirler ne de onlardan;’ arada gidip gelen, bir orada bir burada çalkanıp duran münâfıklardır. (ELMALILI, 7/471)

‘ve bile bile yalan yere yemin ederler.’ Rivâyet olunuyor ki: ‘Hz. Peygamber (s) odalarından birinde oturuyordu ve yanında da birkaç sahâbi vardı. Rasûlullah, ‘Şimdi yanınıza şeytan gözlü birisi gelecek’ dedi. Derken gök gözlü birisi çıktı geldi. Rasûlullah ona: ‘Sen ve arkadaşların bana niye sövüyorsunuz?’ buyurdu. O da öyle bir şey yapmadığına yemin etti ve Hz. Peygamber’e  ‘Bırak beni de gideyim, arkadaşlarımı da getireyim’ dedi. Gitti, arkadaşlarını çağırdı ve geldi. Onlar da yemin ettiler. İşte bunun üzerine bu âyet indirildi. (Ahmed b. Hanbel’den ELMALILI, 7/471)

İbn Kesir der ki: Şu münâfıklar gerçekte sizden değildir ey müminler! Onlar aynı şekilde dost edindikleri kimseler olan Yahûdilerden de değillerdir.’ Bunun kapsamına bir müslümanın bir kâfire her türlü velâ / dostluk bağı da girer. (dâhildir, S. HAVVÂ, 14/489)

(15).‘Allah, münâfıklar için şiddetli bir azap hazırladı. Doğrusu onların işledikleri şeyler ne kötüdür!’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni yüce Allah onların bu kötü amellerine karşılık acıklı azâbı hazırlamıştır. Söz konusu bu kötü amelleri ise kâfirleri velî edinmeleri, onlara karşı samimi davranmaları, buna karşılık ise müminlere düşmanlık edip onları aldatmalarıdır. (S. HAVVÂ, 14/489)

(16).‘Münâfıklar (müslümanız diye) yeminlerini kalkan yapıp da (mü’minleri) Allah yolundan çevirdiler.’ İbn Kesir der ki: ‘Onlar îmanlarını açıklayıp küfürlerini gizlediler. Yalan yere yaptıkları yeminlerle korunmaya çalıştılar. Onların gerçek yüzlerini bilmeyen pek çok kimse doğru söylediklerini sandı, onlara aldandı. Böylelikle onlar bâzı kimseleri alıkoymuş oldular.’ Çağımızda bu şekil ne kadar da çoktur! (S. HAVVÂ, 14/489)

(18).‘Allah münâfıkların hepsini tekrar dirilttiği gün, size (yalan yere) yemin ettikleri gibi, O’na da (mü’miniz diye) yemin ederler ve onlar gerçekten (iyi) bir şey üzerinde olduklarını (bu yeminin kendilerine bir fayda vereceğini) sanırlar.’ Dünyâda yalan yere yemin etmek ve muhâtabı kandırmaya çalışmak onlarda öylesine bir alışkanlık ve âdetâ meleke hâline gelmiştir ki âhirette dahi bu tutumlarını sürdürecekler, bunun kendilerine bir fayda getireceğini sanıp Allâh’ı bile kandırmaya kalkacaklar, böylece iyiden iyiye rezil rüsvâ olacaklardır. Gerek duyular âlemindeki, gerekse bunun ötesindeki herşeyi bilen Allâh’a karşı bile böyle bir tutum sergilemeye kalkışan bu insanların dünyâda müminleri kandırma çabası içinde olmalarını yadırgamamak gerekir. (Zemahşeri, Râzi’den KUR’AN YOLU, 5/278)

‘İyi biliniz ki onlar gerçekten yalancılardır.’ Daha büyüğü olamayacak kadar yalanın en büyüğünü söylemişlerdir. Çünkü herşeyi pek çok iyi bilen Allâh-ü Teâlâ’nın huzûrunda yalan söylemeye cesâret etmişlerdir. Ve yalan yeminlerine, gâfiller ve aymazlar nezdinde yalanlarını geçerli kıldığı gibi Allah katında da geçerli kılacağını zannetme hatâsına düştüler. ‘Elâ’ harfi, tenbih için olup, onların ne kadar derin münâfıklık hastalığına düşüp bunu alışkanlık hâline getirdiklerine dikkat çekmek içindir. (İ. H. BURSEVİ, 21/64)

 58/19-21  ŞEYTANIN  YANDAŞLARI  HEP  KAYIPTADIRLAR

  1. Şeytan münâfıkları hâkimiyeti altına almış da Allâh’ı anmayı (O’nun hükümlerini) onlara unutturdu. Bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki şeytanın taraftarları hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
  2. Allâh’a ve Rasûlü’ne (emirlerine) muhâlefet / düşmanlık eden (kâfir)ler, gerçekten, en aşağılıklar arasındadırlar. [bk. 58/5, 22]
  3. Allah (şöyle) yazmıştır: “Andolsun ki hem Ben, hem de peygamberlerim gâlip geleceğiz.” Şüphe yok ki Allah güçlüdür, dâimâ üstün gelir. [bk. 40/51]

 19-21. (19).‘Onlar’ yâni yukarıdan beri özellikleri sayılan ve şeytanın da hâkimiyeti altında kalıp, Allah düşüncesini unutanlar hep ‘şeytanın hizbi,’ şeytanın taraftarı ve şeytanın partisidir. ‘İyi bilin ki şeytanın partisi kaybedecektir.’ Uyanık ol ki şeytanın partisi kesinlikle zarara uğrayanlardır. Çünkü ebedi nîmeti zâyi edip kendilerini azâba düşürerek nefislerini ziyan etmişlerdir. (ELMALILI, 7/472)

‘Onlar şeytanın taraftarlarıdır.’ Onlar şeytana karşı samîmidirler. Onun sancağı altında yer alırlar. Onun adına çalışırlar. Onun amaçlarını gerçekleştirirler. O ise katıksız kötülüktür. Sonuçta katıksız ziyâna uğrayacaktır. ‘İyi bilin ki şeytanın taraftarları mutlaka kaybedenlerdir.’ (S. KUTUB, 9/579)

Şah el Kirmâni der ki: Kulun yemek, içmek ve giyim ile zâhirini imar etmekle uğraşması, Allâh’ın nîmetleri, lütufları üzerinde düşünmekten  kalbini alıkoyması; yalan, gıybet ve iftirâlar ile dilini uğraştırarak Rabbini zikretmekten alıkoyması, aklını da dünyâ işlerini düzene koymak ve dünyâlığı toplamak ile uğraştırıp teşekkür ve murâkabeden alıkoyması şeytanın kula üstünlük sağladığının alâmetidir. (S. HAVVÂ, 14/503)

(20).‘Şüphe yok ki Allah ve Rasûlü’ne karşı yarışa kalkan haddini bilmez (kâfir)ler, öyleleri’ bütün o gördükleriniz, hâllerini dinledikleriniz ’hep en alçakların içindedirler.’ Öncekiler ve sonrakiler içinde hâlkın en aşağılık, en zillete lâyık alçaklarından sayılmaktadırlar. Çünkü iki düşman taraftan birinin zillet ve sefâletinin en aşağı basamağı, düşmanlık ettiği tarafın izzet ve kuvvetinin derecesi ile ters yönde bir uygunluk arz etmektedir. ‘Allah yazdı.’ Ezelde hükmünü verip, silinmesi ve bozulması mümkün olmayan bir yazı ile levh-i mahfuzda tespit etti.  Katâde’ye göre bu söz yemin makâmında söylenmiştir. (ELMALILI, 7/472)

(21).‘Allah (şöyle) yazmıştır: “Andolsun ki hem Ben, hem de peygamberlerim gâlip geleceğiz.” İbn Kesir der ki: ‘Yâni O, ilk hitâbında kendisine muhâlefet edilemeyen, O’na karşı konulmayan ve hiçbir şekilde değiştirilemeyen kaderinde, zafer dünyâda da âhirette de kendisinin, Kitabının, Rasûlünün ve mümin kullarının olacaktır; diye hüküm vermiş ve bunu yazmıştır.’ (S. HAVVÂ, 14/492)

‘Şüphesiz ki Allah’ istediği engellenemeyen, güçlü olan ‘Kavi’dir.’ yenilgiye uğratılamayan, gâlip gelen ‘Azîz’dir.’ İbn Kesir der ki: Yâni O, güçlü ve azîz olan, düşmanlarına karşı gâlip geleceğini yazmıştır. Bu, muhkem ve değiştirilemez bir kaderdir. Bu kesin bir emirdir. Âkıbet ve zafer dünyâda da, âhirette de müminlerindir.’ (S. HAVVÂ, 14/492, 493)

Yâni delil ile kılıç ile ve bunların hükmünde olan şeylerle yâhut bunlardan birisi ile üstün geleceğim. Delîlin dışında kalan hususlardaki üstünlüğün peygamberler döneminde çoğunlukla gerçekleşmiş olması yeterli görülmüştür. Çünkü şânı yüce Allah peygamberlerin birçok düşmanlarını çeşitli azaplarla helâk etmiştir. Lût kavmi, Sâlih kavmi, Nuh kavmi ve diğerlerinde olduğu gibi. Bizim Peygamberimiz ile müşrikler arasındaki savaşlarla da onun düşmanları helâk edilmiştir. Savaşın zafer şeklinde sonuçlanması kimi zaman bu tarafta, kimi zaman öteki tarafta olmakla birlikte, güzel sonuç Hz. Peygamberin olmuştur. Yine peygamberlerden sonra onlara tâbi olanların durumu da böyledir. Fakat onların din düşmanlarına karşı yapmış oldukları cihat, peygamberlerin cihâdı türünden olmalıdır. Yâni onların da cihatları hâlisen Allah için olmalıdır. Mülk talebi için, saltanat için, dünyevi maksatlar için olmamalıdır. Böyle bir şekilde mücâhidin muzaffer ve gâlip olmadığını görmek, hemen hemen mümkün değildir. (S. HAVVÂ, 14/503, 504)

 58/22  KURTULUŞA  ERECEKLER  ALLÂH’IN  TARAFINDA  OLANLARDIR

  1. (Ey Peygamberim!) Allâh’a ve âhiret gününe (gerçekten) îman eden hiçbir kavmin, Allâh’a ve Rasûlü’ne (emirlerine) muhâlefet / düşmanlık eden kimselerle dostluk ettiklerini göremezsin (onları sevip saymazlar). İsterse onlar; babaları, oğulları, kardeşleri veya sülâleleri olsunlar. İşte O (Allah), onların kalplerine îmânı yerleştirmiş ve onları kendisinden bir ruh (nur) ile desteklemiştir. Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bunlar Allah taraftarıdır(lar). Haberiniz olsun ki şüphesiz Allah taraftarları, kurtuluş (ve saadet)e erenlerin ta kendileridir.

 22-22. ‘Allâh’a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kavmin, Allâh’a ve Rasûlü’ne muhâlefet / düşmanlık eden kimselerle dostluk ettiklerini göremezsin. İsterse onlar; babaları, oğulları, kardeşleri veya sülâleleri olsunlar.’ Bu âyette, prensip (usül) itibârıyla  iki husûsa değinilmiştir: Prensip bakımından hem hak dîne îman etmek, hem de bu dîne düşman olan kimselere sevgi beslemek gibi iki zıt tavrın bir kişide aynı anda bulunması imkânsızdır. Kesinlikle bir yanda îman, diğer yanda Allah ve Rasûlü’nün düşmanlarına sevgi beslemek gibi bir tavır olamaz. Çünkü bir insan hem kendi nefsini, hem de nefsinin düşmanlarını aynı zamanda sevemez. (…) Ayrıca bir yanda Müslüman olduğunu söyleyip diğer yanda İslâm düşmanlarıyla dostluklarını devam ettiren kimselerin (kendileri hakkında) mümin mi münâfık mı olduklarını tekrardan ciddi bir şekilde düşünmeleri gerekir. (MEVDÛDİ, 6/168)

Müslümanlar, ancak şu sebeplerle Müslüman olmayanları sevemeyeceğini, dost ve veli edinemeyeceğini anlarız: (1). İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık etmek ve kin gütmek, (2). İslâm’a ve Müslümanlara savaş açmak, (3). Müslümanları İslâm’dan soğutmaya çalışmak, (4). Siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, eğitim, iş, temel haklar ve benzeri herhangi bir alanda Müslümanları dışlamak, (5). İslâm’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması, emir, yasak ve hükümlerinin hayâta geçirilmesine engel olmak, (6). Müslümanlara zulmetmek ve baskı yapmak. (İ. KARAGÖZ 7/653)

Müslümanlar, (yukarıda saydığımız) bu tür davranışta bulunan gayri Müslümleri sevemez ve onları dost edinemez. Hangi sebeple olursa olsun, kendi inançlarından tâviz vererek Müslüman olmayanlara inanç bakımından yakınlık duyamaz ve onları bu anlamda dost edinemez. Aksi davranan Müslümanlar îmanlarını tehlikeye atmış olurlar. (İ. KARAGÖZ 7/654)

İslâm’da îman kardeşliği, kan hısımlığından önde tutulmuştur. Nitekim Uhud savaşında Ebû Ubeyde İbnü’l Cerrah, babası Cerrah’ı öldürdü. Mus’ab İbn Umeyr, kardeşi Ubeyd İbn Umeyr’i öldürdü. Bedir Savaşında ise Hz. Ömer, dayısı As İbni Hişâm’ı öldürmüştür. Hz. Ali, Hamza ve Ebû Ubeyde de yine Bedir’de amcaoğulları Utbe, Şeybe ve Velîd İbni Utbe’yi öldürmüşlerdir. Hz. Ebû Bekir Bedir’de müşriklerin safında bulunan oğlu Abdurrahman’a karşı çıkmak istemişse de, Hz. Peygamber buna izin vermemiştir. Abdurrahman daha sonra İslâm’a girmiştir. (Kurtubi’den, H. DÖNDÜREN, 2/878)

Hadis: Deylemi, Hz. Muaz’dan rivâyetle, Hz. Peygamber’in şu duâsını nakleder: ‘Ey Allâh’ım! Bana bir fâcirin, bir fâsıkın bir şey ihsan etmesine izin verme ki, kalbimde ona karşı bir sevgi meydana gelmesin. Çünkü sen inzal ettiğin vahiyde, Allâh’a ve âhiret gününe îman edenlerin, Allah ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin, diye buyurdun. (MEVDÛDİ, 6/169)

‘İşte O (Allah), onların kalplerine îmânı yerleştirmiş ve onları kendisinden bir ruh (nur) ile desteklemiştir.’ Kalplerine hayat veren ilâhi bir irfan nûruyla kuvvetlendirmiştir. Onun için Allâh’ı unutmazlar. Âhiret yolunu görür, sevilecek ve sevilmeyecek kimseleri tanırlar. Allah ve Rasûlüne itaat eder ve Allah yolunda her fedâkârlığa katlanırlar. (ELMALILI, 7/473)

Abdullah b. Abbas ve el Hasen el Basri’ye göre söz konusu ruhtan maksat, Allâh’ın yardımıdır. Çünkü yüce Allah Bedir savaşında yardım göndererek müslümanların hayatta kalmalarını sağlamıştır. (M. DEMİRCİ, 3/323)

‘Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere alt tarafından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bunlar Allah taraftarıdır(lar).’ ‘Allah’ın partisidir.’ Allâh’ın askerleri, Allah dîninin yardımcıları ve Allah yolunda cihad eden mücâhitlerdir. ‘Uyanık ol ki Allâh’ın partisi, taraftarları, kesinlikle hep felah bulanlardır.’ Dünyâ ve âhirette hayır ve isteklerine kavuşanlar ancak onlardır. ‘Allâh’ım bizi de onlardan kıl.’ (ELMALILI, 7/473)

Allah taraftarları ya da Allah tarafında olanlar demek; Allah ve Rasûlü’ne muhâlefet edenlerin, yâni şeytan, kâfir, müşrik ve tâğûtların taraftarlığını kabul etmeyen ve Allah’ın buyruklarını esas alıp ona göre yaşayışını düzenleyen demektir. [krş. 109/1-6] (H. T. FEYİZLİ, 1/544)

(..) İnsanlık iki ayrı gruba ayrılmaktadır: Allah taraftarları ve şeytan taraftarları. Bütün insanlar iki ayrı sancak altında toplanmaktadır: Hak sancağı ve bâtıl sancağı. Buna göre insan, ya Allah taraftarı olup hak sancağı altındadır. Ya da şeytan taraftarı olup bâtıl sancağı altındadır. Bunlar iki ayrı çizgi, iki ayrı gruptur. Öyle kesin hatlarla birbirinden ayrılmışlardır ki, aslâ barışmazlar ve aslâ esneklik göstermezler. (S. KUTUB, 9/582) Allah’ın izni ile,  el Mücâdele sûresi tamam oldu. Rabbimiz okuyup amel etmeyi nasip etsin. 11 Nisan 2018 / 23 Receb 1439)