Mülk Suresi

67 / Mülk Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Adını, baş kısmında geçen ve Allah’ın kâinâtı yaratıp, yönetmesinden ortaya çıkan mülk ve hâkimiyetten söz etmesinden alır. (H. T. FEYİZLİ, 560. Sahife)

Peygamber Efendimiz (s) her gece uyumak üzere yatağına girdiğinde Tebâreke sûresiyle Secde sûresini okumadan uykuya geçmezdi. (Tirmizi Sevâbü’l Kur’an 9; Dârimi Feazâilü’l Kur’an 19’dan İ. H. BURSEVİ, 22/76)

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

67/1-5 BİRBİRİ  İLE  AHENKTAR  YEDİ  GÖĞÜ  YARATANDIR

1, 2. (Ey insanlar!) Mülk (hükümranlık) elinde olan (Allah) yücedir (nimeti devamlı ve hayrı çok olandır). O, herşeye kâdirdir. 

  1. O, ölümü ve hayâtı, amel / davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını sınamak için yarattı. O mutlak gâlip, çok bağışlayandır. [bk. 18/7; 21/35]

3, 4. Yedi göğü birbiriyle uyum (ve uygunluk) içinde yaratan O’dur. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk ve düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bak! (Orada) hiçbir çatlak ve kusur görebilir misin? 4. Sonra gözü(), tekrar tekrar çevir. O göz (aradığı kusuru bulamayıp) yorgun ve eli boş olarak sana döner; artık âciz kalmıştır.

  1. Andolsun ki biz, (dünyâya) en yakın göğü kandillerle donattık. Hem de onları, şeytan (ve benzer)lerine (göktaşı şeklinde) atılacak şeyler yaptık ve onlara çılgın alevli ateş azâbını hazırladık. [bk. 15/16-18; 37/6-10]

 1-5.(1).‘Mülk (hükümranlık) elinde olan (Allah) yüce (nimeti devamlı ve hayrı çok)dur’ Yerde ve gökte, bütün kâinatta, dünyâ ve âhiret tasarruf ve saltanatı, yaratma ve yok etmesi, ele geçirme ve yönetmesi, emrini yerine getirme ve hükmünü  icra etmesi, iyi davranması ve zorlaması, cezâlandırması ve ikrâmı, ihsanda bulunması ve nîmet vermesi hep O’nun kudret elindedir. Hepsi emir ve irâdesi, hüküm ve kudretiyle cereyan eder. (ELMALILI, 8/177, 178)

‘ve O, herşeye kâdirdir.’ Hiçbir şey O’nu âciz bırakamaz, hiçbir şey gözünden kaçmaz, hiçbir şey O’nun irâdesinin önüne geçmez, hiçbir şey O’nun isteğini sınırlandırmaz. Neyi isterse onu yaratır. Dilediğini yapar. Dilediğini yapabilme gücüne, emrini yerine getirme kudretine sâhiptir. O’nun irâdesi hiçbir kayıt, hiçbir sınır tanımaz. (S. KUTUB, 10/85)

(2).‘O, ölümü ve hayâtı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını sınamak için yarattı. O mutlak gâlip, çok bağışlayandır.’ Ölüm, bedenden ayrılan ruhun bir hâlden bir hâle, dünyâ hayâtından berzah hayâtına intikal etmesidir. Ölen kimse, varlık ile ilişkisini bütünü ile kesip, yok olmaz. Başka bir âleme, berzah âlemine gider. Bolayısıyla ölüm, tamamen yok olmak değildir. Ölüm, kâfirler için bir ıstırap, müminler için bütün acı ve meşakkatlerden kurtulup nîmet yolculuğudur. (İ. KARAGÖZ 8/132)

Bu kısa cümle, pek çok gerçeğe işâret etmektedir: (1) Birincisi, ölüm ve hayat Allah’tandır. Ve hiç kimse bir başkasına hayat veremez, ölüm de getiremez. (2) İkincisi, kendisine iyilik ve kötülük yapabilme kudreti verilen insanın yaratılışı maksatsız değildir, bilâkis Allah onu sınamak maksadıyla yaratmıştır. Bu hayat insana bir imtihan süresidir ve ölüm bu sürenin sona ermesi demektir. (3) Üçüncüsü, Yaratıcının bu süreyi  (fırsatı) insana vermesinin nedeni, onun iyi mi, kötü mü olduğu dünyâda fiilen ispatlansın diyebilir. (diyedir, M. SELMAN) (4) Dördüncüsü, hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğunu belirlemek yetkisi ancak Yaratıcıya, yâni sınavı yapan zâtın indinde hangi amellerin makbul olduğunu bilmesi gerekir. (5) Beşincisi, bu sınavın kendiliğinden çıkan sonuca göre, herkes yaptığı davranışın karşılığını (cezâ ve mükâfat) mutlaka görecektir. Çünkü bu karşılık olmasaydı, bu sınavın bir anlamı olmazdı. (MEVDÛDİ, 6/376, 377)

Abdullah b. Abbas’a göre ölüm dünyâyı, hayat da âhireti temsil etmektedir. Dünyâ âhiretten önce olduğuna göre, ölümün önce, hayâtın ise sonra zikredilmiş olmasında bir tezat söz konusu değildir. (Begavi, Râzi, Kurtubi’den M. DEMİRCİ, 3/388)

En güzel amel: Allâh’ın rızâsını kazanmak amacıyla riyâ, kibir, desinler / işitsinlerden uzak durarak ve haramlar konusunda aşırı duyarlı davranarak yapılan her türlü hayırlı ve yararlı iş demektir. Bu özelliği elde etmek de herşeyden önce insanın nefsini terbiye etmesi, kendini şeytanın hâkimiyetinden kurtarması ve özündeki hayvâni kuvvetleri yenip, melekûtî kuvvet potansiyeline yükseltmesiyle ancak mümkün olabilmektedir. (M. DEMİRCİ, 3/392)

Dünyâya sınav için geldiğini bilen müslüman, dâimâ hesap gününden korkar. Bülûğ çağı ile ölüm arası iğneden ipliğe herşeyin hesâbını vereceğini bilir. Böylece günlük hayâtını, kendi arzu ve heveslerine göre değil, Rasûlullâh’ın önderliğinde, Allâh’ın emir ve yasaklarına göre düzenler, amellerin en güzelini yapmaya çalışır. (H. T. FEYİZLİ, 1/561)

Hadis: ‘İştahı kesen ölümü çokça anın.’ (İbn Mâce Zühd 30; İ. KARAGÖZ 8/136)

(3).‘Yedi göğü birbiriyle uyum içinde yaratan O’dur. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk ve düzensizlik göremezsin.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni aksine bu yaratmada düzenlilik vardır. Tutarsızlık, aykırılık, muhâlefet, eksiklik, kusur ve dengesizlik yoktur. ‘Gözünü çevir de bak!’ Göğe çevir ki, haber verilen bu gerçeklerin doğruluğunu gözlerinle görerek anlayasın ve sende bu konuda herhangi bir şüphe kalmasın. İbn Kesir der ki: ‘Yâni semâya bir bak ve inceden inceye düşün! Onda bir kusur, bir tutarsızlık ve bir çatlaklık görebiliyor musun? ‘Bir aksaklık / çatlak / kusur görebilir misin?’ Katâde der ki: Yâni, Ey Âdemoğlu, sen herhangi bir tutarsızlık görebiliyor musun? Demektir. (S. HAVVÂ, 15/233)

Âyet-i Kerîme’nin işâret ettiği yedi kat göklerin anlamını, astronomi ile ilgili teorilere dayanarak kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu teoriler, gözlem ve keşif araçları geliştikçe her zaman üzerinde değişiklik yapılmaya veya düzeltmeye açık teorilerdir. Bu yüzden âyetin anlamını her zaman değişikliğe ve düzeltmeye açık bu tür keşiflerle yorumlamaya kalkışmak doğru değildir. Şu hâlde yedi tâne gök olduğunu ve bunların farklı boyutlara sâhip katmanlardan meydana geldiğini bilmemiz yeterlidir. (S. KUTUB, 10/87)    

(4).‘Sonra gözü(), tekrar tekrar çevir. O göz (aradığı kusuru bulamayıp) yorgun ve eli boş olarak sana döner; artık âciz kalmıştır.’ Yâni sen defalarca bak ve bütün inceliklerine dikkat et, herhangi bir tutarsızlık yâhut bir kuSûr bulabilecek misin? (S. HAVVÂ, 15/233)

(5).‘Andolsun ki biz, (dünyâya) en yakın göğü kandillerle donattık.’ Yere en yakın gök, yıldız ve gezegenlerini çıplak gözle görebildiğimiz gökyüzüdür. Onun ötesi ancak teleskop ve benzeri âletler yardımıyla görülebilir. Daha ötesi ise âletler vâsıtasıyla da görülemez. Günümüzde elde edilen bilgiler, uzayın son derece geniş olduğu yönündedir. Öyle ki, yaratılalı milyarlarca yıl olmakla birlikte ve sâniyede üç yüz bin kilometre hız yaptığı hâlde henüz bize ışığı bile ulaşamayan yıldızlardan söz edilir. Yaklaşık iki yüz milyar galâksi ve her galâkside de yine yaklaşık yüzelli iki yüz milyar yıldızdan söz edilir. Tek kelimeyle bunlar, ilâhi kudretin akılları donduran, gönülleri kendine hayran bırakan açıklanması imkânsız eşsiz bir tecellisidir. (Ö. ÇELİK, 5/188)

‘Hem de onları, şeytan (ve benzer)lerine (göktaşı şeklinde) atılacak şeyler yaptık ve onlara çılgın alevli ateş azâbını hazırladık.’ Yıldızların şeytanlar için mermi yapılmasına gelince, bu durum, Arapların çok ehemmiyet verdikleri kehânetin aslının olmadığını, tamâmen yalana dayandığını bildirir. Çünkü kâhinlerin irtibat hâlinde oldukları şeytanların meleklerden gaybe âit herhangi bir bilgi alma imkânlarının olmadığını haber vermektedir. (Ö. ÇELİK, 5/188)

Sâffât sûresinde, Melei Âlâ’yı dinlemeye kalkışan şeytanların kovulup uzaklaştırılacağı, bununla birlikte şeytanlardan bir söz kapan olursa, onun da delici bir alevle izleneceği bildirilir. (bk. 37/6-10)  Şeytanlar birtakım ‘gayb bilgileri’ni elde etmek için göğe nüfuz etmek istedikçe, göğe âit araçlarla kovulurlar. Kimileri bunların yanıp sönen ‘şihab’lar olduğunu söylemiştir. (bk. Hicr 15/18; Sâffât 37/6-10; Cin 72/8, 9) İbni Abbas’tan rivâyete göre cinler göğün sırlarına kulak misâfiri olurlar, bire on katarlardı. Dinledikleri gerçek olur, fakat kendi ekledikleri bâtıldır. (H. DÖNDÜREN, 2/919)  

 67/6-11 NEREDEYSE  CEHENNEM  ÖFKESİNDEN  ÇATLAYACAK!

  1. Rablerini inkâr edenler için cehennem azâbı vardır. O ne kötü bir gidilecek yerdir!

7, 8. (Kâfirler) oraya atıldıkları sırada, onun kaynarkenki gürlemesini işitirler.  8. (O cehennem, kâfirlere) öfkesinden neredeyse parçalanacak. (İnkârcılardan) her bir topluluk içine atıldıkça, onun bekçileri, onlara sorarlar: “Size (bunu haber veren) hiç uyarıcı (peygamber) gelmedi mi?”

  1. (Kâfirler): “Evet” derler, doğrusu bize (bu azâbı haber veren) bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: “Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir şaşkınlık (ve sapıklık) içindesiniz.” dedik. [bk. 17/15; 40/49-50]
  2. Ve: “Eğer (peygamberleri) dinlemiş yâhut akıl etmiş olsaydık, (şimdi şu) çılgın ateşin ehli içinde olmazdık!” derler. [krş. 39/71; 17/97; 57/13]
  3. Böylece günahlarını itiraf ederler. (Bırak) artık, o çılgın alevli ateş ehli, (Allâh’ın rahmetinden) uzak olsun!

 6-11. (6).‘Rablerini inkâr edenler için cehennem azâbı vardır. O ne kötü bir gidilecek yerdir!’ Ne kötü âhiret, ne çirkin bir değişme yeri, ne acı âkıbettir. (ELMALILI, 8/221)

Bunun kötülüğü, o cehennem azâbının şiddet ve dehşeti, ona atılanların çokluğu, küfürlerinin sebep ve mâhiyeti, azâbı görünce kendilerine gelmeleri, cinâyet ve kazandıkları hakları itirafları  şu şekilde beyan ve tasvir edilmektedir: (ELMALILI, 8/221)

(7, 8).(1) Evvelâ, ‘Oraya atıldıklarında onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.’ Ki bu, yalayıp yutma hırsını ifâde eden korkunç hışlayış ve gürleyişi, yâhut ‘Orada onların (çok feci) nefes alıp vermeleri vardır.’ (Hûd 11/106) âyetine göre içindekilerin acı mâtem sesleridir. (..) (2) İkincisi, ‘o, o hâlde kaynıyordur.’ Nesefi der ki: ‘Cehennem içindekilerle birlikte şiddetli bir şekilde kaynadığından dolayı istiâre yolu ile  onlara kin ve öfke duymuş gibi  söz konusu edilmektedir.’ (S. HAVVÂ, 15/234)

(3) Üçüncüsü, ‘gayızdan, öfkesinin şiddetinden, hışmından hemen hemen patlayacak hâle gelir.’ Öyle çılgın, öyle şiddetlidir. (ELMALILI, 8/221)

(4) Dördüncüsü, ‘ona her alay atıldıkça,’ yâni ona atılanlar grup grup, topluluk topluluk atılır. Her bir grup atıldıkça her defasında ‘onlara, onun muhâfızları’ yukarıdaki sûrede de ‘Onun başında iri gövdeli, sert tabiatlı, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.’ (Tahrim 66/6) âyetinde de nitelendirildiği gibi gardiyanları, zebâni melekler sert sert azarlarlar ve hakaret ederek sorarlar. ‘Size bir uyarıcı gelmedi mi?’ Bu dehşeti haber verip gocunduracak bir peygamber, korkutucu bir elçi, bir delil gelmedi mi ki, siz buraya geldiniz? (ELMALILI, 8/222) 

(9).‘(Kâfirler): “Evet” derler, doğrusu bize bir uyarıcı geldi.’ Bu, onlar tarafından Allâh’ın adâletini bir itiraf ve peygamberler göndermek, içine düştükleri bu durumu haber verip uyarmak sûretiyle ileri sürebilecekleri gerekçenin Allah tarafından bırakılmadığını ikrarlarıdır. (S. HAVVÂ, 15/234) (..) ‘Ama biz’ onları ‘yalanladık ve: Allah hiçbir şey’ Ey Peygamberler, sizin ileri sürdüğünüz gibi vaad, tehdid ve buna benzer şeyleri ‘indirmemiştir. Siz hiç şüphesiz büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik.’ (S. HAVVÂ, 15/234, 235)  Buradaki ‘dalâl: sapıklık’tan murat, dünyâdaki sapıklıkları yâhut onun neticesi olan helâklarıdır. (ELMALILI, 8/224)

(10).‘Ve: “Eğer (peygamberleri) dinlemiş yâhut akıl etmiş olsaydık, (şimdi şu) çılgın ateşin ehli içinde olmazdık!” derler.’    (…) Bir mesajdan istifâde edebilmek için, birinci şart dinlemek, iyi niyetle yaklaşmaktır. Gerçek olup olmadığını anlamak için üzerinde düşünmek ise ikinci safhadır. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in getirdiği öğreti olmaksızın, salt akılla bir insanın doğru ve hak yolu bulması imkânsızdır. (MEVDÛDİ, 6/379)

‘Böylece günahlarını’ peygamberleri yalanlamak sûretiyle kâfir oluşlarını ‘itiraf ederler. Uzak olsun çılgın alevli cehennemlikler!’ Onlar Allâh’ın rızâsından ve lütuflarından uzak olsunlar. İster itiraf etsinler, ister inkâr etsinler, bunun onlara faydası olmayacaktır. (S. HAVVÂ, 15/235)

 67/12-14 HİÇ  YARATAN  BİLMEZ Mİ?

  1. Doğrusu görmedikleri hâlde Rablerinden korkan (emirlerine uygun yaşayan)lar var ya! İşte onlar için, hem bir bağışlanma hem de büyük bir mükâfat vardır.
  2. (Ey insanlar!) Sözünüzü (ister) gizleyin, ister onu açığa vurun (aynıdır). Çünkü Allah, sînelerin özünü hakkıyla bilendir.
  3. Yaratan Allah, (Yarattığını) bilmez mi? (Elbette bilir.). O, çok lütuf sâhibidir (her gizliyi bilir ve herşeyden) hakkıyla haberdardır.

 12-14. (12).‘Doğrusu görmedikleri hâlde Rablerinden korkanlar var ya!’ Burada işâret edilen gayb kavramı, müminlerin gözleriyle görmedikleri Rablerinden korkmalarını kapsadığı gibi, gözlerden uzak gizli gizli Rablerinden korkup yalvarmalarını da kapsıyor. Bunların her ikisi de büyük bir anlamın, tertemiz bir duygunun, aydınlık bir bilincin ifâdesidirler. (S. KUTUB, 10/93)

‘İşte onlar için, hem bir bağışlanma hem de büyük bir mükâfat vardır.’ Bu mükâfat, Allah Teâlâ’dan bir ihsan olarak âhirette büyük bir mükâfat olacaktır. Bu aynı zamanda Allah’tan dünyâda katlandıkları şiddetli elemlerini unutturacak bir ikram olacaktır. (İ. H. BURSEVİ, 22/41)

Hadis: Buhâri ve Müslim’de sâbit olduğuna göre: ‘Hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde yüce Allah yedi kişiyi kendi gölgesi altında gölgelendirecektir.’ Diye buyurmuş ve makam sâhibi ve güzel bir kadının kendisini çağırmasına rağmen; Ben Allah’tan korkarım’ diyen ve sağ elinin ne verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizlice tasaddukta bulunan iki kişiyi de bu yedi kimse arasında saymıştır.’ (S. HAVVÂ, 15/250)

(13).‘Sözünüzü’ Yâni iyi veya kötü söylediğiniz sözü yâhut inanç ve görüşünüzü ‘ister sır olarak tutun,’ gizleyin, ‘ister onu açığa vurun,’ haykırın, O’nun yanında aynıdır. Hepsini bilir, ona göre hesâbını görür. Binâenaleyh, O’na gizlide ve açıkta tam saygı beslemek gerektir. Ey sorumlulular! Ey o ölüm ve hayat arasında imtihan meydanına atılmış saygılı veya saygısız, dinleyen veya dinlemeyen, düşünen veya düşünmeyen bütün mübtelâlar! ‘Çünkü O Rabbiniz bütün göğüslerin özünü bilir;’ nefislerin, kalplerin içiyle, dışıyla bütün hakikatini, kendi hakikatlerinde kendilerinin bile vâkıf olamadıkları gizliliklerin hepsini bütün yönleriyle bilir. (ELMALILI, 8/227)    

(14).‘(Yarattığını) bilmez mi (hiç) yaratan?’ Hâlik olan Allah, nasıl olur da yarattığı mahlûku bilemez? Belki mahlûk yaratıcısından habersiz olabilir, ama kesinlikle Yaratan ondan habersiz olamaz. Öyle ki, onun her zerresini dahi bilir. ‘O Allah ki, sizlerin damarlarında dolaşan hücreciklerden bile haberdardır. Çünkü sizler her nefesinizi O’nun izniyle alıyorsunuz. Bedeninizdeki her organ yine O’nun koyduğu kurallara göre işlemektedir. Dolayısıyla sizlerin hiçbir şeyi O’ndan gizli kalamaz. (MEVDÛDİ, 6/381)

 67/15-18 YERYÜZÜNÜ  SİZE  BOYUN  EĞDİREN  O’DUR

  1. (Ey insanlar!) Sizin (faydanız) için (kâinatta) yeryüzünü (işlenmeye) müsâit kılan O’dur. Artık o (yeryüzü)nün omuzlarında (dağ ve ovalarında istediğiniz gibi) gezip dolaşın (çalışın, üretin). O’nun rızkından da yiyin ve (unutmayın ki) son dirilip gidiş ancak O’nadır.

16, 17. (Ey kâfirler!) Semâda olan (melekler)in (Allâh’ın izniyle) sizi yere batırmasına karşı emin mi oldunuz? O zaman bir de görürsünüz ki o (yer) çalkalanıp duruyor. [krş. 17/68]   17. Yoksa (siz,) semâda olan (melekler)in (iznimizle) üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermesi konusunda güvence mi aldınız? (Hayır, almadınız. O zaman) tehdîdim nasılmış bileceksiniz! [bk. 16/45-46]

  1. (Rasûlüm!) Andolsun ki bunlardan öncekiler de yalanladı(lar). Fakat beni inkâr nasılmış (gördüler)!

 15-18. (15).‘Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur.’ Yâni onu yumuşak ve kolaylıkla kullanılır insanın ondan yararlanmasına elverişli, onda rahat bulmasına uygun,  bir şekilde boyun eğdirilmiş, hazırlanmış, emrinize verilmiş bir şekilde yaratan O’dur. (..) ‘Şu hâlde yerin omuzlarında’ yâni istidlâl için ve rızık aramak için dört bir yanında veya dağlarında ve yollarında ‘yürüyün.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni dilediğiniz tarafına yolculuk yapın. Onun her bölgesine, her tarafına çeşitli kazanç yolları aramak ve ticâret yapmak üzere gidip gelin.’ İşte bu da Allâh’ın yeryüzüne boyun eğdirdiğinin ve onu hizmetine sunduğunun tecellilerinden birisidir. (S. HAVVÂ, 15/239)

‘sizin için yarattı’ cümlesi yeryüzündeki herşeyden faydalanmanın mubah olduğunu ifâde eder. (7/31, 32). Yasak olanlar ayrıca bildirilmiştir. (5/3). İnsanlar taş, toprak, mâden, su, ağaç, hayvan ve bitkilerden faydalanabilirler. (İ. KARAGÖZ 8/147)

Yüce Allah sâdece yeryüzündekileri değil, insanların dışında yaratılmış olup, erişilebilen veya henüz erişilmemiş olan, görülen ve görülmeyen bütün varlıkları insanın dünyâ ve âhiret hayâtındaki mutluluğu için ve hâkimiyeti altına alıp kullanabileceği ve kendisinden büyük yararlar elde edebileceği nitelikte yaratmıştır. Yerdeki herşey, toprak, ağaçlar, bitkiler, su, hayvanlar insanlara boyun eğdirilmiştir. (36/72; İ. KARAGÖZ 8/148)

(…) ‘Menâkib: Omuzlar’ ifâdesiyle coğrâfi anlamda yeryüzünün incelenmesi, imkânlarının araştırılması, yeraltı zenginliklerinin tespit edilip ortaya konulmasına da bir teşvik bulunmaktadır. Fakat bu nîmetler size iş olsun diye sunulmamıştır. Bu bir imtihan gereğidir. Çünkü bir gün bu nîmetlerden ayrılacak, Yüce Allâh’ın huzûruna çıkacak ve bunların hesâbını vereceksiniz. (Ö. ÇELİK, 5/192)

‘Allâh’ın rızkından yiyin ve için’ Yeryüzünde yenilip içilebilen, âyet ve sahih hadislerde haram olduğu bildirilmeyen şeyleri yiyip içmenin helâl olduğunu ifâde eder. Emir, ibâha / mubahlık içindir. Ancak, ölmeyecek ve sağlıklı olarak hayatı sürdürecek kadar yiyip içmek farzdır. Rızık, yediğimiz, içtiğimiz ve faydalandığımız herşeydir. (İ. KARAGÖZ 8/148)

‘Dönüş ancak O’nadır.’ Kıyâmet kopunca ölülerin diriltileceğini, mahşer yerinde toplanacaklarını ve hesaba çekileceklerini belirtir. (İ. KARAGÖZ 8/148)

(16).‘Gökyüzünde olan (melekler)in (Allâh’ın izniyle) sizi yere batırmasına karşı emniyette misiniz? O zaman bir de görürsünüz ki o (yer) çalkalanıp duruyor.’ Âyetlerde ‘gökteki’ sözü ile Cenâb-ı Hak kastedilmekle birlikte bu mecâzi bir ifâdedir. Bu ifâde, O’nun yüceliğini ve kudretinin sonsuzluğunu vurgular. Allah mutlak mânâda yücedir, sonsuz ve sınırsızdır. Zaman ve mekânla kayıtlı olanlar sınırlı olduğu hâlde, Allah Teâlâ bu sınırlamalardan pak ve uzaktır. Böyle sınırsız güç ve kudrete sâhip olan Allah’tan korkmak gerekir. Çünkü istese Kârûn’u bütün mülk ve saltanatıyla yerin dibine geçirdiği gibi bizi de her an yerin dibine geçirebilir. Dilese Lût Kavminin üzerine taş yağdıran kasırga gönderdiği gibi, bizim üzerimize de gönderebilir. Bunlar daha önce yalanlamış olanların başına gelmiş musîbetlerdir. (Ö. ÇELİK, 5/193)

(17).‘Yoksa (siz,) gökte olan (melekler)in (iznimizle) üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermesi konusunda güvence mi aldınız? (O zaman) tehdîdim nasılmış bileceksiniz!’ Yeryüzünün beka ve selâmeti Allâh’ın lütfuna bağlıdır. Çünkü sizler, dünyâda kendi gücünüzle yaşamıyorsunuz. Hayâtınızın her sâniyesi Allâh’ın elindedir ve O sizi yaşatmaktadır. Şâyet O dilerse, bir işâretiyle zelzele getirir ve yeryüzü sizin için bir anne kucağı iken kabriniz oluverir. Yine eğer tûfan kopacak olursa, oturduğunuz yerler mahvolur. (MEVDÛDİ, 6/383)  

(18).‘(Rasûlüm!) Andolsun ki bunlardan öncekiler de yalanladı(lar). Fakat beni inkâr nasılmış (gördüler)!’ Benim onların durumlarını reddedişim ve tavırlarına cezâ verişim nasıl oldu? Gerçekten bu cezâ büyük, şiddetli ve acıklı idi. O hâlde bunlar küfürlerine karşılık onlara azap vereceğinden yana nasıl kendilerini güven içerisinde görebilirler? (S. HAVVÂ, 15/241)

 67/19-22 ALLAH  SİZE  VERDİĞİ  RIZKI  KESİVERSE

  1. Kâfirler üstlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları görmediler mi? Onları (havada) Rahmân (olan Allah)’tan başkası tutmuyor. Doğrusu O, herşeyi hakkıyla görendir. [bk. 16/79]
  2. Yâhut Rahmân’dan başka, size yardım ed(ip azâbından kurtar)acak olan askeriniz kimdir? Kâfirler ancak bir aldanma içindedirler.
  3. Yâhut (Allah) rızkınızı tutar (keser) ise, artık size kim rızık verecek? Doğrusu onlar bir azgınlık ve (hakikatlerden) uzaklaşmada ısrar ediyorlar.
  4. (Ey insanlar!) Yüzüstü kapanarak giden (kâfirler) mi daha doğru, yoksa doğru yolda dümdüz/dimdik yürüyen mi?

 19-22. (19).‘Kâfirler üstlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları görmediler mi? Onları (havada) Rahmân’dan başkası tutmuyor.’ Yüce Allâh’ın başka bir eseri olan kuşların uçma yeteneğine işâret edilerek Allâh’ın kudretinin bir işâreti daha gözler önüne serilmektedir. Yer çekimine rağmen kuşların gökyüzünde kanat çırparak uçması ve süzülmesi, her gün gördüğümüz için önemini gözden kaçırdığımız, gerçekte ise Allâh’ın sanat ve kudretini gösteren hârika olaylardandır. Kuşlara bu yeteneği veren Allah’tır. Burada Allâh’ın merhametini yansıtan rahman isminin kullanılmış olması, O’nun mahlûkâta merhametle muâmele ettiğini, varlık düzeninin O’nun rahmetinden bir yansıma olduğunu îmâ eder. (KUR’AN YOLU, 5/422, 423)

‘Şüphesiz ki O herşeyi görendir.’ Yâni sâdece kuşlar değil, kâinattaki herşey Allâh’ın kontrolü altındadır ve herşeyin sebebini O yaratmıştır. Mahlûkâtın ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli şeyleri de yaratan Allah’tır. (MEVDÛDİ, 6/383)

(20).‘Yâhut Rahmân’dan başka, size yardım ed(ip azâbından kurtar)acak olan ordunuz kimdir?’ Nesefi der ki: ‘Yâni Allah’tan başka size yardımcı olarak gösterilebilecek kim vardır?’ Böyle bir soruya verilecek cevap olumsuz olduğundan dolayı, yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Kâfirler sâdece aldanış içerisindedirler.’ Allâh’ın azâbından yana emin oldukları vakit veya başkasına güvendikleri vakit yâhut onu inkâr ettiklerinde ya da başkasına ibâdet ettiklerinde ancak aldanış içindedirler. (S. HAVVÂ, 15/242)

(21).‘Yâhut (Allah) rızkınızı tutar (keser) ise, artık size kim rızık verecek?’ Yâni Allah’tan başka tek başına ve hiçbir ortağı olmayan Allah’tan başka veren, alıkoyan, yaratan,  rızıklandıran ve yardım eden kimdir?’ (İbn Kesir’den) Onlar bunu bildikleri hâlde, başkasına ibâdet ediyorlar. Bu ifâdelerde, küfre sapmaları reddedilmekte ve onlardan îman etmeleri istenmektedir. (S. HAVVÂ, 15/242)

‘Hayır, onlar azgınlık etmekte, kaçışta direnip durmaktadırlar.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni azgınlıklarında, iftirâlarında, sapıklıklarında inatlaşarak ve büyüklük taslayarak sürüp gittiler. Arkalarını dönerek haktan kaçıp uzaklaştılar. Ne ona kulak verirler, ne de uyarlar.’ (S. HAVVÂ, 15/242)

(22).‘Yüzüstü kapanarak giden (kâfirler) mi daha doğru, yoksa doğru yolda dümdüz / dimdik yürüyen mi?’ İbn Kesir der ki: ‘Bu, yüce Allâh’ın mümin ve kâfire dâir verdiği bir örnekdir. Kâfirin içinde bulunduğu durumun örneği, yüzüstü eğilip bükülen kimsenin durumuna benzer. Yâni nereye gittiğini, nereyi izleyeceğini bilemeyen, aksine yolunu şaşırmış, kaybetmiş kimsenin durumuna benzer. İşte böyle birisi mi daha doğru yoldadır,  yoksa doğru yolda dümdüz, dimdik yürüyen mi? (…) Dünyâdaki örnekleri işte budur. Âhirette de böyle olacaklardır. Mümin dosdoğru yol üzerinde dimdik yürüyecek şekilde haşredilecektir ve bu yol onu uçsuz bucaksız cennete götürecektir. Kâfir işte yüzüstü cehennem ateşine yürüyecek şekilde haşredilecektir.’ (S. HAVVÂ, 15/242, 243)

 67/23-26 SİZİ  YERYÜZÜNDE  ÇOĞALTIP  YAYAN  O’DUR

  1. (Rasûlüm!) De ki: “Sizi yaratan, size kulak(lar), gözler ve kalpler veren ancak O’dur. (Böyle iken) ne az şükrediyorsunuz!”
  2. (Ey Peygamberim!) De ki: “Sizi yeryüzünde yaratıp yayan ancak O’dur ve yalnız O’na toplanıp götürüleceksiniz.”
  3. (İnkârcılar müminlere🙂 “Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit (ettiğiniz kıyâmet) ne zaman?” derler.
  4. (Ey Peygamberim!) De ki: “Kıyâmet(in zamanına âit) bilgi ancak Allâh’ın yanındadır. Ben sâdece apaçık bir uyarıcıyım.”

 23-26. (23).‘(Rasûlüm!) De ki: “Sizi yaratan, size kulak(lar), gözler ve kalpler veren ancak O’dur.’ Nesefi; Özellikle kulaklardan, gözlerden ve kalplerden söz edilmesine sebep olarak bunların ilim edinmenin araçları olmasını göstermektedir.  ‘Ne de az şükrediyorsunuz!’ Bu nîmetlere siz çok az şükrediyorsunuz. Çünkü sizler Allâh’a şirk koşmakta ve O’na ihlâsla ibâdet etmemektesiniz. İbn Kesir der ki: ‘Yâni yüce Allâh’ın sizlere nîmet olarak bağışlamış olduğu bu güçlerinizi Allâh’a itaatte, emirlerini yerine getirmekte, yasaklarını terk etmekte pek az kullanıyorsunuz.’ (S. HAVVÂ, 15/245)

Gözlerin görevleri arasında (..) Mushaflara, din kitaplarına, müminlerin mâbedlerine, müslümanların gittikleri yollara; âlimlerin, sâlih kimselerin, fakirlerin ve miskinlerin yüzlerine rahmet nazarıyla bakmak, Muhsinlerin yaratılmışlara iltifatlarına; yakin ashâbının, şevk, zevk ve şefkat erbâbının bakışlarına bakmak ve bunların dışında hayırlı olan şeylere gözü çevirmek vardır. (İ. H. BURSEVİ, 22/66)

Ef’ide yâni kalplerin görevleri arasında ise Allâh’ın celâli, kemâli, cemâli, ihsanları üzerinde düşünmek, O’ndan korkup  ümitlenmek, O’nu sevmek, O’nunla buluşmaya özlem duymak, peygamberlerini ve velî kullarını sevmek, düşmanlarına buğz etmek, meseleler ve deliller üzerinde  düşünmek, âile efrâdının ihtiyaçlarına  önem vermek ve buna benzer başka faydalı şeyleri yapmaktır. (İ. H. BURSEVİ, 22/67)

(24).‘De ki: “Sizi yeryüzünde yaratıp yayan’ Nesefi’nin açıklamasına göre sizi yaratan; İbn Kesir’in açıklamasına göre; dillerinizin, renklerinizin farklı oluşuna rağmen şekilleriniz, sûretleriniz, kılıklarınız farklı olmasına rağmen, sizleri yaratan ve yeryüzünün dört bir tarafına yayan ‘O’dur. Ve’ hesâba çekilme ve amellerinizin karşılığını görmek üzere ‘O’nun huzûruna toplanıp götürüleceksiniz.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni dağılıp parçalandıktan sonra toplanacaksınız. Sizi dağıttığı gibi toplayacak ve ilkin yarattığı gibi tekrar var edecektir. (S. HAVVÂ, 15/245)   

(25).Onlar aşırı inat ve böbürlenmelerinin bir sonucu olarak ya da âyetin devâmının gösterdiği üzere alay olsun diye ‘doğru sözlü iseniz (söyleyin) bu tehdit’ bu vaad edilen mahşerde haşrolma ‘hani ne zaman (gerçekleşecek)? Derler.’ Burada vaad edilen haşir ‘ancak onun huzûruna gelip toplanacaksınız’ ifâdesiyle belirtilen haşirdir. (İ. H. BURSEVİ, 22/68) İbn Kesir der ki: ‘Yâni, sizin bize haber verdiğiniz bu darmadağınık olup parçalanmadan sonraki toplanma ne zaman gerçekleşecektir.?’ (S. HAVVÂ, 15/246)

(26).‘De ki: “bilgi ancak Allah katındadır.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni bunun ne zaman olacağını kesin olarak yüce Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez. Bununla birlikte O, bana bunun kaçınılmaz olarak meydana geleceğini size haber vermemi emretmiş bulunuyor; siz de bundan sakınınız.’ ‘Ve Ben sâdece apaçık bir uyarıcıyım.” Nesefi der ki: ‘Ben sizlere şer’i hükümleri açıklıyorum.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni benim görevim, tebliğde bulunmaktan ibârettir ve bunu da size karşı yerine getirmiş bulunuyorum.’ (S. HAVVÂ, 15/246)

 67/27-30 SİZE  KİM  BİR  AKARSU  GETİREBİLİR?

  1. Artık onu (Kıyâmet koptuktan sonra azâbı) yakın bir hâlde görünce, inkâr edenlerin yüzleri (kararıp) kötüleşir ve (onlara): “Kendisini dâvet ettiğiniz (azap) işte budur.” denilir.
  2. (Ey Peygamberim!) De ki: “(Ey kâfirler!) Söyleyin bana! Allah, beni ve berâberimdeki (mü’min)leri (arzunuza göre) helâk etse (gideceğimiz yer cennettir) veya bize merhamet edip esirgerse (size gâlip oluruz) bu durumda kâfirleri, acıklı bir azaptan kim kurtarabilir?”
  3. (Ey Peygamberim!) De ki: “O (Allah) Rahmân’dır. (Dünyâda bütün yarattıklarına merhamet edip nîmet verendir.) İşte biz O’na inandık ve ancak O’na güvenip dayandık. (Ey kâfirler!) Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.”
  4. (Ey Peygamberim!) De ki: “(Ey kâfirler!) Söyleyin, eğer suyunuz yere çekilip gitse, kim size akar su (icat edip) getirir? (Elbette, ancak Allah getirir.)”

 27-30. (27).‘Artık onu yakın bir hâlde görünce, inkâr edenlerin yüzleri (kararıp) kötüleşir’ Yâni tehdit olundukları azâbı görmelerinden hoşlanmadıkları yüzlerinden okunur. Çünkü yüzlerinden keder okunacak, siyahlık ve toz yüzlerini kaplayacaktır. ‘ve (onlara): “Kendisini dâvet ettiğiniz (azap) işte budur.” denilir.’ Nesefi der ki: ‘Sizin acele gelmesini isteyerek, haydi bize vaad ettiğin şeyi getir, dediğiniz yâhut kendisi sebebiyle aslâ diriltilmeyeceğinizi iddiâ ettiğiniz şey işte budur, anlamındadır. (S. HAVVÂ, 15/246)

(28).‘De ki: “(Ey kâfirler!) Söyleyin bana! Allah, beni ve berâberimdeki (mü’min)leri (arzunuza göre) helâk etse (gideceğimiz yer cennettir) veya bize merhamet edip esirgerse (size gâlip oluruz) bu durumda kâfirleri, acıklı bir azaptan kim kurtarabilir?” Müşrikler, Hz. Peygamber’in ölümünü istiyor ve bunu açık bir şekilde dile getirmekten de çekinmiyorlardı. (bk. Tûr 52/30-31). Hattâ onu öldürmek için tuzak kuruyor, (bk. Enfâl 8/30), böylece ondan ve getirdiği dinden kurtulacaklarını sanıyorlardı. İşte bu âyetler onların niyet ve beklentilerine bir cevap olmak üzere inmiştir. (Râzi’den, KUR’AN YOLU, 5/425)

(29).‘De ki: “O Rahmân’dır.’ Burada Rahman adının söz konusu edilmesi, îman ehlinin rahmete nâil olduklarına, kâfirlerin onlar hakkındaki temennilerinin katıksız bir sapıklık olduğuna bir işârettir. Çünkü yüce Allâh’ın onlara bütün yaptıkları her zaman için rahmet ile kuşatılmıştır. ‘Biz O’na inandık.’ O’nu tasdik ettik. Sizin inkâr ettiğiniz gibi inkâr edip kâfir olmadık. Biz Allâh’ın rahmetinin etkileri üzerlerinde tecelli eden varlıklarız. ‘Ve O’na tevekkül ettik.’ Bütün işlerimizde O’na güvenip dayandık; yâni işlerimizi O’na havâle ettik. Bize ne yaparsa biz râzıyız, O’na teslim olmuşuz. O yüce Rabbimiz bizim için yeter. ‘Kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu yakında bileceksiniz.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni bizden ve sizden kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu, dünyâ ve âhirette güzel âkıbetin kimler için olduğunu bileceksiniz, demektir.’ (S. HAVVÂ, 15/248)

(30).‘De ki: “(Ey kâfirler!) Söyleyin, eğer suyunuz yere çekilip gitse, kim size akarsu (icat edip) getirir?” Buna Allâh’ın dışında hiçbir kimsenin gücü yetmez. Suları sizin için fışkırtmış olması, kulların ihtiyaçlarına göre az ya da çok yeryüzünün dört bir yanında akıtmış olması, O’nun lütfundandır, keremindendir. Hamdimiz O’nadır, bütün minnet duygularımız O’nadır. (S. HAVVÂ, 15/248, 249)