Münafikun Suresi

63 / Münâfikûn Sûresi

Medîne döneminde inmiştir. 11 âyettir. Sûre adını münâfıklardan söz eden konusundan ve ilk âyetinde geçen aynı kelimeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/553)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 63/1-4 MÜNÂFIKLAR  DUVARA  DAYANMIŞ  KÜTÜKLER  GİBİDİR

  1. (Rasûlüm!) Münâfıklar (îmanlarında samimi olmayan, içlerinden sana ve İslâm’a düşman olanlar) sana geldiği zaman: “Şâhitlik ederiz ki sen elbette Allâh’ın Rasûlü’sün.” derler. Allah da biliyor ki kesinlikle sen, elbette kendisinin Rasûlü’sün. (Bununla berâber) Allah (yine) şâhitlik eder ki o münâfıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.
  2. Münâfıklar yeminlerini (canlarına ve mallarına) bir kalkan edinip (insanları) Allâh’ın yolundan (çeşitli planlarla) alıkoyarlar. Doğrusu yapmakta oldukları (ikiyüzlüce) şeyler ne kötüdür!
  3. Bu, onların (dilleriyle) îman edip sonra (kalpleriyle) inkâr etmelerindendir. Bu yüzden kalplerinin üzerine mühür vuruldu. Artık onlar (gerçeği) anlamazlar.
  4. (Ey Peygamberim!) Onları gördüğün zaman, cisimleri (kalıp ve kıyâfetleri) hoşuna gider. Eğer (dünyâlık söz) söylerlerse, sözlerini dinler (yaldızlı vaadlere kanar)sın. (Ama) sanki onlar (elbise giydirilip) yaslanan keresteler gibidir. Her (İslâm’a âit bir toplantı ve) seslenişi, (korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar, (İslâm’a ve müslümanlara) asıl düşman onlardır. Onlardan sakın(ın). Allah onlara lânet etsin! Nasıl da (hakikatten aldatılıp) döndürülüyorlar. [bk. 2/204-205; 33/19]

 1-4.(1).‘(Rasûlüm!) Münâfıklar sana geldiği zaman:’ Buradaki hitap, Rasûlullâh’adır, Yâni Yâ Muhammed! Senin meclisine gelip hazır oldukları vakit o münâfıklar dediler. Bakara sûresinin başında îzah edildiği gibi, dışı müslüman içi kâfir olan iki yüzlü ve bir şeye karar veremeyen kimse demektir ki, duruma göre değişiklik gösterir. Her münâfık riyâkâr, fakat her riyâkâr münâfık değildir. (ELMALILI, 8/66)

“Şâhitlik ederiz ki sen elbette Allâh’ın Rasûlü’sün.” derler. Allah da biliyor ki kesinlikle sen, elbette kendisinin Rasûlü’sün. (Bununla berâber) Allah (yine) şâhitlik eder ki o münâfıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.’ O hakikate şehâdetleri samimi değildir. Mümin olmadıkları hâlde îman ettiklerini iddiâ etseler, doğruya inanmazlar ve gerçeği yalan telâkki ederler. Sonra da o yalan saydıkları şeye, ‘şâhitlik ederiz’ diye yalan söylerler ve yalan söylediklerini bildikleri hâlde vicdanlarının aksine yemin ederler. (ELMALILI, 8/67)

(2).Bunların yalancılıkları ve yalan söylemelerinin sebebi şu şekilde açıklanıyor: ‘Onlar yeminlerini bir kalkan, bir siper edindiler.’ Yâni şehâdet getirmek ve yemin etmekle dıştan mümin görünüp onu kendilerine bir siper edinerek dünyâda mallarını ve canlarını korumak istediler. ‘Bu sûretle Allah yolundan yüz çevirdiler,’ kaçındılar, yan çizdiler yâhut bâzı zayıf hâlkı gizli gizli şaşırtıp, hak dinden ve Peygamber’e uymaktan men ettiler. (ELMALILI, 8/68)  

‘Allah yoluna engel oldular’ Allah yolu ile maksat İslâm dînidir. Münâfıklar, îman etmek isteyen müşrik ve yahûdilere ‘Biz gerçekte îman etmedik, eğer Muhammed peygamber olsaydı, biz bilir ve îman ederdik’ diyorlar ve îman etmelerine engel oluyorlardı. Îman edip henüz îmânı pekişmeyen bâzı Müslümanların Kur’an hükümlerini uygulama ve cihada katılmalarına engel olmaya çalışıyorlardı. (İ. KARAGÖZ 8/47)

‘ki ne fenâ yapıyorlardı,’ yâni öyle yeminlerini kalkan yapıp da yalan dolan, sahtekârlık ve münâfıklıkla Allah yolundan yüz çevirmeleri veya men etmeye kalkışmaları ne fenâ bir iş, ne kötü bir ahlâksızlıktır. (ELMALILI, 8/68)

‘O yaptıkları fenâ amel,’ o yalan şehâdet ve yemin müslüman sûretine girip de yalancılık ve münâfıklıkla ahlâksızlık yapmaları ‘şu sûretledir ki’ bunlar ‘îmâna gelmişler,’ dıştan ikrar ve şehâdet ederek mümin sûretine girmişler, ‘sonra da küfre gitmişlerdir.’ Îmânın gereğini ve ahlâki doğruluğu tâkip etmeyip gönüllerine küfrü gizleyerek, kâfirâne işlere girişmişlerdir. ‘Bunun üzerine o küfür huyu olan kötü ahlâk kalplerine nakşedilmiştir de anlamaz olmuşlardır.’ İyiyi kötüyü, hakkı bâtılı seçecek, Hak dînin ve ahlâkının yüceliğini anlayacak, ne yaptıklarını, nereye gittiklerini inceden inceye sezip bilecek anlayış kâbiliyetleri kalmamış, kâbiliyetsizlik ve anlayışsızlık onlara huy olup yerleşmiştir. (ELMALILI, 8/68)

(3).‘Bu, onların (dilleriyle) îman edip sonra (kalpleriyle) inkâr etmelerindendir. Bu yüzden kalplerinin üzerine mühür vuruldu.’ Bu âyet, Allâh’ın kalpleri mühürleme konusunda indirdiği birçok âyetten birisidir. Onlar mecbûren münâfık olmuş da değildir. Gerçekte, onlar mümin olduklarını söylemelerine rağmen, küfür yolunda ısrar etmiş ve bu yüzden de Allâh’ın kalplerini mühürlemiş olduğu kimselerdendir. Çünkü onlar kendileri için münâfıklığı tercih etmiş ve Allah da onlara bu ahlâki rezilliği nasip etmiştir. (MEVDÛDİ, 6/295)

‘Artık onlar (gerçeği) anlamazlar.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni hidâyet kalplerine ulaşmaz, hiçbir hayır kalplerine nüfuz etmez, bunun için kalpleri anlamaz ve doğru yolu bulamaz.’ (S. HAVVÂ, 15/121)

(4).‘Onları gördüğün zaman, cisimleri hoşuna gider.’ Hitap ya Allâh’ın Rasûlüne veya muhâtap alınan herkese yöneliktir. ‘Konuşurlarsa sözlerini dinlersin.’ Yâni onlar şekilleri güzel, fasih konuşan, dilli kimselerdi. Onların sözlerini dinleyen bir kimse belâğatları dolayısıyla sözlerine kulak verip dinlerdi. Bununla birlikte onlar son derece zayıf, kof, sabırsız, korkak ve telâşlı idiler. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 15/123)

‘sanki onlar dayanmış keresteler gibidirler.’ Oturdukları yerde dayanmış ahşap keresteler gibi dışları, endamları düzgün, hareketsizce kurulur otururlar. Ancak içleri bilgi ve şuurdan, yetişme ve gelişme kâbiliyetinden mahrum sağlamlık ve dayanıklılıktan uzak, boş kuru tahtalara ve direklere benzerler. Öyle ruhsuzdurlar ki, istifâde edilmesi lazım gelen sözler kulaklarına girmez, ondan faydalanmazlar. (ELMALILI, 8/69)

‘Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar.’ (..) Onlar her an kalplerinde, nifaklarının ve îman iddiâlarının yalan olduğunun anlaşılması korkusunu taşıyorlardı. Dolayısıyla her an bu sırlarının açığa çıkmasından ya da müslümanların kendilerinin bu davranışından ötürü bir gün sabırlarının taşıp hesap sorabileceklerinden korkuyorlardı. Bu yüzden şehirde, küçük bir gürültü bile olsa, hesap vaktinin gelişini mi veriyor diye ürküp duruyorlardı. (MEVDÛDİ, 6/297)

‘Asıl düşman onlardır.’ Nesefi der ki: ‘Yâni onların düşmanlıkları eksiksizdir, en ileri noktadadır. Çünkü düşmanlar arasında en ileri derecede düşman olan kişi kalbinde sana karşı en zehirli kinleri gizlediği hâlde, yüzüne gülümseyen ve düşmanlığını örtüp göstermeyen kimsedir.’ (S. HAVVÂ, 15/124)

‘Onlardan sakın.’ Yâni onların sözüne güvenmekten ve konuşmalarına yönelmekten sakın. Yâhut düşmanlarına meyletmekten ve ashâbını rezil etmelerinden sakın. Çünkü onlar, senin sırrını kâfirlere yayarlar. (İ. H. BURSEVİ, 21/382)

‘Onlar size düşmandır’ Münâfıklar, îman etmedikleri için müminleri sevmezler, fırsat bulunca dğşmanlık ederler. Bu itibarla münâfıkların süslü ve çekici sözlerine, mümin görüntülü hareketlerine aldanmamak gerekir. (İ. KARAGÖZ 8/49)

‘Allah onlara lânet etsin.’ Bu, münâfıklara bir bedduâdır. Cenâb-ı Hakk’ın onlara lânet etmesi, rezil ve rüsvay kılması; horluk, aşağılık ve rezillik içinde öldürmesini istemektir. Nitekim İbn Abbas (r), bu cümleyi ‘Allah onlara lânet etsin’ tarzında tefsir etmiştir. (İ. H. BURSEVİ, 21/382)

 ‘Nasıl da (hakikatten aldatılıp) döndürülüyorlar.’  Burada açıkça, onları îmandan nifâka çevirenin kimler olduğu beyan edilmiştir. Bunun beyan edilmesinden anlaşılıyor ki, onları yoldan çıkaran pek çok şey vardır. Örneğin şeytan, kötü dost, hevâ ve heves, eş, sevgili, çocuklar, kabîle, bir başkasına haset, buğz, tekebbür, kibir vs. gibi tüm bunların her biri (veya hepsi) insanı yoldan çıkarabilir. (MEVDÛDİ, 6/297)

Bu âyetlerde bir tipleme ve bir karakter bozukluğu tasvîri söz konusu olduğundan, bunların belirli kişilerle sınırlı bir anlatım olduğunu söylemek isâbetli olmaz. Kuşkusuz bilinen somut olaylar âyetlerin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır; fakat ifâdelere soyut bir anlatım üslûbunun hâkim olması, müminlerin bütün zamanlarda ve her yerde bu tiplerin benzerleriyle karşılaşabilecekleri ve bunlara karşı çok dikkatli olunması gerektiği mesajı verilmektedir. (KUR’AN YOLU, 5/363)

 63/5-8 ALLAH  MÜNÂFIKLARI  KESİNLİKLE  BAĞIŞLAMAYACAKTIR

  1. (Ey Peygamberim!) Münâfıklara: “Gelin, Allâh’ın Rasûlü(’nden özür dileyin ki o da) sizin için bağışlanma dilesin.” denildiği zaman, başlarını döndürdüklerini ve (özür dilemeyi) kibirlerine yediremedikleri için yüz çevirdiklerini görürsün.
  2. (Ey Peygamberim!) Münâfıklar için bağışlanma dilesen de bağışlanma dilemesen de durum değişmez. Allah onları aslâ bağışlamaz. Şüphesiz ki Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez. [krş. 9/80]
  3. Münâfıklar öyle kimselerdir ki: “Allâh’ın Rasûlü’nün yanındaki (fakir muhâcir)lere yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler.” derler. Hâlbuki göklerin ve yerin hazîneleri Allâh’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar.
  4. Münâfıklar “Eğer Medîne’ye bir dönersek, andolsun ki üstün olan(ımız), zayıf ve düşük olan (sizler)i oradan çıkaracaktır.” diyorlar. Hâlbuki (asıl) şeref ve üstünlük, ancak Allâh’a, Rasûlü’ne ve mü’minlere mahsustur. Fakat münâfıklar bilmezler.

 5-8. (5).‘Münâfıklara: “Gelin, Allah’ın Rasûlü(’nden özür dileyin ki o da) sizin için bağışlanma dilesin.” denildiği zaman, başlarını döndürdüklerini ve (özür dilemeyi) kibirlerine yediremedikleri için yüz çevirdiklerini görürsün.’ Yâni, onlar bizzat gelip Hz. Peygamber’den (s) af dilemedikleri gibi, dâvet edildiklerinde dahi af dilemek yerine kibirleniyor, Hz. Peygamber’in yanına gelip af dilemeyi zillet olarak telâkki ediyorlardı. Bu onların mümin olmadıklarının açık bir delilidir. (MEVDÛDİ, 6/297)

Münâfıklar kibirli kimselerdir. Münâfıkların kibirleriîman ve itaate karşı idi. Hakka karşı kibir inkâr, halka karşı kibir isyan ve büyük günahtır. (İ. KARAGÖZ 8/51)

Benî Mustalik seferi: Hz. Peygamber, 5’inci H(icri) yılında, münâfıkların da katıldığı 700 kişilik bir askeri güçle Beni Mustalik seferinde iken, Müreysi suyu başında Hz. Ömer’in hizmetçisi Cehcah ile münâfıkların başı Abdullah İbn Übeyy’in dostu Sinan Cüheni arasında su alma sırası yüzünden kavga çıkmıştı. Tarafların Ensar ve Muhâcirleri yardıma çağırmasını fırsat bilen Abdullah İbn Übeyy, Muhacirlere edepsizce dil uzatmış ve 8’inci âyette bildirilen ağır yemini yapmış, Muhâcirlere yardım kesilirse dağılıp gideceklerini söylemişti. Çocuk yaştaki Zeyd İbn Erkam’ın haber vermesi üzerine Allâh’ın Rasûlü, İbn Übeyy’i sorguya çekmiş, fakat o söylenenleri yeminle yalanlamıştı. Bunun üzerine yukarıdaki âyetler inmiş, kendisi istiğfâra ve Hz. Muhammed’den özür dilemeğe çağrılmışsa da gurûru yüzünden bunu yapmamıştır. Aradan çok zaman geçmeden İbn Übeyy kahrından hastalanarak ölmüştür. Hz. Peygamber, Mustalik oğulları sulha yanaşmadığı için, yurtlarını ele geçirmiş, birçok esir ve ganîmetle dönmüştür. (H. DÖNDÜREN, 2/891)

(6).‘Münâfıklar için bağışlanma dilesen de bağışlanma dilemesen de durum değişmez. Allah onları aslâ bağışlamaz.’ Bundan önce Tevbe sûresinde ‘Onlar için ister af dile ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları affetmez.’ (Tevbe 9/80) âyeti nâzil olmuştu, Rasûlullah yetmişten daha fazla af dilerim, dedi. Bunun üzerine de bu âyet indirildi. (ELMALILI, 8/70)

Bir insanın îman etmesi için Allâh’a duâ edilebilir. Ancak 6’ncı âyete göre îman etmeden bir kâfir ve münâfığın sağ iken de, ölünce de bağışlanması için af ve mağfiret istenmez. (9/80, 114; 60/4; İ. KARAGÖZ 8/51)

‘Şüphesiz ki Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.’ Allâh’a karşı sözlerini bozduklarından, Allâh’ın bitiştirilmesini emrettiğini kestiklerinden ve yeryüzünde fesat çıkarttıklarından dolayı – ki bunlar Bakara sûresinde de gördüğümüz gibi fâsıklığın görünürdeki tutumlarıdır – fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez. (S. HAVVÂ, 15/125)

(7).‘Münâfıklar öyle kimselerdir ki: “Allâh’ın Rasûlü’nün yanındaki (fakir muhâcir)lere yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler.” derler. Hâlbuki göklerin ve yerin hazîneleri Allâh’ındır.’ Yâni rızıklar O’nun elindedir, paylaştıran O’dur, bütün yaratıklarının rızkını O verir. O hâlde O, müslümanların mı rızkını vermeyecektir? ‘Fakat münâfıklar anlamazlar.’ Hakikatleri, gerçekleri bilmezler ve bundan dolayı onlar, şeytanın kendilerine süslü gösterdiği şekilde hezeyanlarda bulunurlar. (S. HAVVÂ, 15/126)

‘Onlara: Şâyet Medîne’ye dönersek, andolsun ki daha aziz olanlar daha zelil olanı oradan çıkaracaktır’ diyorlar.’ Bu (…) Mustalıkoğulları gazâsından dönüş esnâsında Abdullah b. Übeyy’in söylediği bir sözdür. Daha aziz olanla kendilerini, daha zelil olanla da Rasûlullah (s)’i kastediyorlardı. Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır: ‘Oysa izzet Allâh’ın, Peygamberinin ve müminlerindir.’ Üstünlük, gâlibiyet ve güç Allâh’ındır ve Allâh’ın aziz kılıp desteklediği Rasûlünündür ve müminlerindir. İzzet sâdece bunlara hastır. Nitekim zillet ve küçülmüşlük şeytanındır, kâfir ve münâfıklardan oluşan onun yakınlarınındır. ‘Fakat münâfıklar bilmezler.’ Bundan dolayı da bu sözlerini söylerler. (S. HAVVÂ, 15/127)

(8).“Eğer Medîne’ye bir dönersek, andolsun ki üstün olan(ımız), zayıf ve düşük olan (sizler)i oradan çıkaracaktır.” diyorlar.’ Bu sözü Mustalik oğulları seferi sırasında münâfıkların başı Abdullah İbn Übeyy söylemişti. Medîne’den çıkaracağını söylediği kişi Hz. Muhammed ve Muhâcirlerdi. Çünkü o, hicretten önce Medîne’de kral olması kararlaştırılmış birisi idi. (Kurtubi, ELMALILI) Hz. Ömer bu konuşmayı işitince, ‘Ey Allâh’ın elçisi, Beni bırak şu münâfığın boynunu vurayım’ demiş, Hz. Peygamber ’Onu bırak, aksi hâlde insanlar, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor, diye konuşurlar’ buyurmuştur. (Buhâri’den H. DÖNDÜREN, 2/891)

8’inci âyette geçen ‘izzet’ kelimesi sözlükte ‘güçlü ve üstün olmak, yenmek, saygın olmak’ gibi mânâlara gelen ‘izz’ kökünden türetilmiş bir isim olup, bu anlamların yanında bir kimsenin başkaları karşısında bedeni, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olmasını, baskı altına alınamaz  bir konumda bulunmasını da ifâde eder.  Ve ‘âcizlik’, ‘alçaklık’ mânâsındaki zilletin karşıtı olarak kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de izzet kelimesi Allah, Rasûlü ve müminler hakkında olumlu bir anlam ifâde ederken, inkârcı ve münâfıklar hakkında onların İslâm, Kur’an ve gerçekler karşısında bilinçsizce kapıldıkları kibir, gurur, inat ve öfke duygularını, bu duyguların etkisiyle işledikleri kötülükleri sürdürmelerini anlatır. (bk. Bakara 2/206; Sâd 38/2; KUR’AN YOLU, 5/364, 365)

 63/9-11 ECEL GELDİĞİNDE  ASL  ERTELENMEZ

  1. Ey îman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allâh’ın zikrinden (ibâdet ve itaatinden) oyalayıp alıkoymasın. Kim bunu yaparsa (onlar yüzünden Allâh’ın zikrinden / kulluk görevlerinden gaflet ederse) işte onlar, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
  2. (Ey müminler!) Birinize ölüm (belirtileri) gelip de: “Ey Rabbim! (Ne olur) beni yakın bir vakte kadar ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayın. [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 23/99-100; 32/12; 42/44]
  3. Allah, hiçbir canı, eceli geldiği zaman, aslâ geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.

 9-11. (9).‘Ey îman edenler! Mallarınız’ o mallarda tasarruf, onları geliştirip artırmak için idâre, yavrulayıp çoğalmalarını istemeniz ‘ve çocuklarınız’ varlıklarıyla sevinmeniz, onlara karşı şefkatiniz ve ihtiyaç ve gereklerini karşılamaya çalışmanız, sizi Allâh’ı anmaktan’ Nesefi’nin açıklamasına göre, beş vakit namazı kılmaktan yâhut Kur’ân-ı Kerîm okumaktan ‘alıkoymasın.’ Burada şunu belirtelim ki, Allâh’ı anmanın bir kısmı farzdır, beş vakit namaz gibi. Bir kısmı menduptur. Farz namazlardan önce ve sonra kılınan revâtip sünnetler ile bunlara dâir zikirler, Kur’ân-ı Kerîm okumak ve istiğfarda bulunmak gibi. Şüphe yok ki yasak, herşeyden önce farz olan şeylerden alıkoyacak şekilde başka şeylerle uğraşmak hakkında söz konusu olur. (S. HAVVÂ, 15/128)

Hadis: Bir adam Rasûlullah (s)’e hitâben: ‘Yâ Rasûlallah! İslâmiyetin emirleri çoğaldı. Bana sıkı sıkıya yapışacağım bir şey söyle’ dedi. O da ‘Dilin hep Allâh’ı zikretsin’ buyurdu. (Müslim Zikir 99’dan Ö. ÇELİK 5/141)

Kur’ân’a göre müminin mânevi varlığını günah kirlerinden uzak tutup gönül dünyâsını mutlu ve huzurlu bir hâle getirmesi ancak Allâh’ı zikirle mümkündür. Bu yüzdendir ki Kur’an bâzı âyetlerinde Allâh’ı, O’nun nîmetlerini, sıfat ve isimlerini zikreden müminlerin niteliklerine yer vermiştir. (Âl-i İmran 3/91; Enfâl 8/2; Hac 22/35) Çünkü Allâh’ı zikredip O’na karşı kulluk görevini yerine getirmek kurtuluş için bir vesîledir. (M. DEMİRCİ, 3/363)

‘Kim bunu yaparsa işte onlar, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.’ Çok zarara uğramış, dünyâyı âhirete tercih etmiş ve sonunda sonsuzluğun izzetinden mahrum kalmış kimselerdir. Mal ve çocuklar, dünyâ ve hayat gider, Allah yanında onlara aşağılık ve hüsrandan başka bir şey kalmaz. (ELMALILI, 8/77)

(10).‘Birinize ölüm (belirtileri) gelip de: “Ey Rabbim! (Ne olur) beni yakın bir vakte kadar ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayın.’ Bu infak emrinin kapsamına zekât, fıtır sadakası ve farz olan nafaka gibi yerine getirilmesi farz ya da vâcip olan şeyler, ondan sonra da mendup olan tasadduklar girmektedir. Âyet-i kerîmedeki ‘min’ kısım ve bâzılık ifâde eder. Bunun delîli de yüce Allâh’ın bizlere malımızın tümünü harcama yükümlülüğünü vermemiş olmasıdır. (S. HAVVÂ, 15/129, 130)

(11).‘Allah, hiçbir canı, eceli geldiği zaman, aslâ geri bırakmaz,’ binâenaleyh o zaman duânın faydası olmaz. (ELMALILI, 8/79, 80)  Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.’ Ve sizi ona göre cezâlandıracak veya mükâfatlandıracaktır. Şâyet iyilik yaptı iseniz iyiliğinizin, kötülük yaptı iseniz kötülüğünüzün karşılığını verecektir. O hâlde iyilikte yarışınız ve gelecek olan şey için hazırlanınız. (İ. H. BURSEVİ, 21/403)