Mürselât Sûresi

77 / Mürselât Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 50 âyettir. 48. âyeti Medîne döneminde inmiştir. Sûre, adını birinci âyetteki “mürselât” kelimesinden almıştır ve “gönderilenler” demektir. (H. T. FEYİZLİ, 1/579)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 77/1-15  O  GÜN  YALAN  SAYANLARIN  VAY  HÂLİNE

 1-7. Andolsun (emrimizle meleklerden) birbiri ardınca gönderilenlere, (görevlerine) sert ‘rüzgârlar gibi koştukça koşanlara’, yaydıkça yayanlara, (hak ile bâtılı, emre göre) ayırdıkça ayıranlara, (kötülüklerden) özür dilemek veya (cezâya karşı) uyarmak için öğüt (vahiy) bırakanlara; ki vaad (ve tehdit) edildiğiniz şeyler mutlaka olacaktır.

8-11. Yıldızlar(ın ışığı) söndürüldüğünde, gök yarıldığı, dağlar (yerinden) sökülüp savrulduğunda, peygamberlere (ümmetlerine şâhitlik için) belli bir vakit verildiğinde, (artık kıyâmet kopmuştur.)

12, 13. (Bunları duyanlar: “Bu hesap) hangi güne ertelenmiş?” derler. 13. (Bil ki, herşey) ayırıp hüküm verme gününe (ertelenmiştir.)

  1. (Ey Peygamberim!) Hüküm verme gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
  2. (Kıyâmet gününü, peygamberleri ve kutsal kitapları) yalanlayanların o gün vay hâline!

 1-15. (1-7).‘Andolsun birbiri ardınca gönderilenlere, estikçe esenlere;’ Bu iki âyette geçen ‘mürselât’ ve ‘âsıfât’  kelimeleriyle rüzgârlar kastedilmektedir, çünkü ‘gönderilenler’ ve ‘estikçe esenler’ rüzgârların vasıflarıdır. (M. A. SÂBÛNİ, 3/475)

Burada esâsen rüzgârın çeşitli durumlarına işâret edilerek denilmektedir ki; denizlerden buhar yükselir, rüzgârlar bunları taşıyıp öncelikle çeşitli cüzlere ayırır ve yeryüzünün değişik bölgelerine yağmur olarak bırakırlar. Bu da bize gösterir ki, kâinatta işler kendi kendine yürümemektedir. Onu yürüten Yüce bir kudret vardır. Böylece yeryüzünde insanların, hayvanların ve bitkilerin hayâtıyla rüzgâr ve yağmur arasında derin bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. (MEVDÛDİ’den M. DEMİRCİ, 3/479)

‘Andolsun yaydıkça yayanlar, zikri getirenlere; kabahati silmek ve uyarmak için.’ Bu âyetlerde geçen ‘nâşirât’, ‘fârikât’ ve ‘mülkıyât’ kelimeleri ‘melekler’ için olduğu açıktır. Çünkü ‘yaydıkça yayanlar’, ‘hakla bâtılı ayıranlar’, ‘ilâhi vahyi taşıyanlar’ ifâdeleri melekler olduğunu açıkça göstermektedir. Biz de İbn Kesir ve Teshil (li ulûmi ‘ttenzil) in görüşlerini tercih ettik. (M. A. SÂBÛNİ, 3/475)

(…) Melekler Allâh’ın emirlerini peygamberlere indirir ve hakla bâtılı, hidâyet ile sapıklığı, helâl ile haramı birbirinden ayırt ederler. Peygamberlere, yaratıkların kabahatini silen ve eğer Allâh’ın emirlerine muhâlefet ederlerse uyaran bir vahiy getirirler. (S. HAVVÂ, 15/518)   

Benim kanaatime göre; ard arda gönderilen meleklerle, şiddetle esen rüzgârlar arasında belirgin bir uygunluk vardır. Nasıl melekler vahiy, müjde,  yardım ve huzur gibi hayırlı şeyler getirirse, rüzgârlarda yağmur ve bereket getirir. İşte bu yönden meleklere yapılan yeminle rüzgârlara yapılan yemin arasında açık bir uygunluk bulunmaktadır. (S. HAVVÂ, 15/517)

‘ki vaad (ve tehdit) edildiğiniz şeyler mutlaka olacaktır.’ Bu âyet, önceki yeminlerin cevâbıdır. Nesefi burada şöyle der: ‘Size vaadolunan Kıyâmet günü kesinlikle vâki olacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur.’ (S. HAVVÂ, 15/518)

(8-11).‘Yıldızlar(ın ışığı) söndürüldüğünde, gök yarıldığı, dağlar sökülüp savrulduğunda, peygamberlere (ümmetlerine şâhitlik için) belli bir vakit verildiğinde, (artık kıyâmet kopmuştur.)’ O gün yıldızlar kararır, gök parçalanır, dağlar ufalanıp havada uçan toza dönüşür. Kur’ân’ın çeşitli sûrelerinde bu evrensel alt üst oluşu tasvir eden birçok sahneler sunulur. Bütün bu sahnelerine verdikleri ortak imaj şudur: O gün görünen evrenin şirâzesi kopar. Bu kopmaya korkunç gürültüler, sarsıntılar ve patlamalar eşlik eder. Bu dehşetli olaylar insanların öteden beri gözledikleri deprem gibi volkanik patlamalar gibi, yıldırımlar gibi korku ve dehşet saçan küçük çaplı doğal olaylara hiç benzemezler. Eğer bir karşılaştırma yapacak olursak bu doğal olaylar, kıyâmetin dehşetli olayları yanında, hidrojen bombası yanındaki çocukların bayram fişekleri patlatmaları gibi kalır. Bu karşılaştırma bile sâdece bir meseleyi insan aklına yaklaştırma girişiminden ibârettir. Yoksa evrenin parçalanmasının ve bize anlatıldığı biçimde dağılmasının meydana getireceği dehşet, kesinlikle insanın tasavvur kapasitesine sığmayacak kadar büyüktür. (S. KUTUB, 10/320)

‘Peygamberlerin (ümmetleri hakkında şâhitlik) vakti tayin edildiği zaman (artık kıyâmet kopmuştur).’ Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde, Allâh’ın Haşr meydanında bütün insanları kendi huzûrunda toplayıp her kavmin peygamberini şâhit olarak çağıracağı ve Allâh’ın mesajının insanlara ulaşıp ulaşmadığına şehâdet ettireceği beyan edilmiştir. (Mâide 5/109) Sapık ve suçlu olanların karşısında Allah ilk olarak peygamberleri şâhit gösterecek ve en büyük belgesi bu olacaktır. Böylece sapıklığa düşmelerinin nedeninin kendileri olduğu açığa çıkacaktır. Allâh’ın onlara bunu haber verdiği de ispatlanacaktır. (MEVDÛDİ, 6/531)

(12-14).‘Peki bütün bunlar hangi güne ertelenmiştir?” ‘Hüküm gününe’ ‘Sen, hüküm gününün ne olduğunu bilir misin?’ Kıyâmetin bir ismi de ‘fasıl günü’dür. Bu, ‘hüküm günü’ demektir. Çünkü o günde insanlar arasında adâletle hükmedilecek, haklı ile haksız, iyi ile kötü, cennetlikle cehennemlik birbirinden ayrılacaktır. (Ö. ÇELİK, 5/324)

(15).‘Gerçeği (Peygamberleri, kutsal kitapları ve âhiret gününü)  yalanlayanların o gün vay hâline!’ ‘Veyl, bir felâket olunca durumun fecaatini belirtmek için söylenen bir sözdür. ‘Yazık, yazık!’ ‘Vay hâline!’ demektir. Bu kelime, ‘uçuruma yuvarlanmak’, ‘helâk ve ziyâna uğramak’ gibi anlamlar yanında, birine azap temenni etmek için de kullanılır. Buna göre ‘Yalanlayanlara veyl olsun’ buyurulmakla, hem onların hâllerinin fecaati, hem de belâya lâyık olup cezâyı hak ettikleri haber verilmiş olur. Bu âyet sûre boyunca on kez tekrar edilir. Her defasında da peşine geldiği âyetlere göre bir mânâ ifâde eder. Burada ‘hüküm gününü yalanlayanlar’ kastedilir. (Ö. ÇELİK, 5/324)

‘Mükezzibîn’ kelimesinin her âyette tekrarlanmadan önce geçen konunun ifâde ettiği mânâya göre düşünülmesi gerekir. Meselâ birinci geçtiği yerde hüküm gününü, ikincide suçlulara yapılacak azâbı, üçüncüde Allâh’ın ilmini ve gücünü, dördüncüde insanoğlunun muhtaç ve sınırlı bir güce sâhip olduğunu, ilâhi kudretin herşeyi kapladığını ve Allâh’ın nîmetini inkâr mânâları ile ilgilidir. (ELMALILI, 8/480)

 77/16-24  BİZ  SİZİ  DAYANIKSIZ  BİR  SUDAN  YARATMADIK  MI?

16-18. Biz öncekileri (bu yüzden) helâk etmedik mi? 17. Sonra gerideki (inkârcı)ları da onların âkıbetine uğratırız. 18. Biz kâfir ve zâlimlere böyle yaparız.

  1. (Bunları) yalanlayanların o gün vay hâline!

20-23. (Ey insanlar!) Biz sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı?  21-22. Hem onu, (doğum için) belli bir vakte kadar sağlam bir yer (olan rahm)e koyduk. [krş. 23/13]  23. İşte (bunu), biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edeniz!

  1. (İnsanla ilgili bunca mûcizeleri) yalanlayanların o gün vay hâline!

 16-24. (16).‘Biz öncekileri (bu yüzden) helâk etmedik mi?’ Âhireti inkâr ederek bu dünyâyı asıl hayat zanneden ve bu dünyâdaki neticeleri, hayır ve şerri ölçü kabul ederek ahlâki değerleri ona bağlayan bütün kavimlerin istisnâsız hepsi de helâk olmuşlardır. Bir gerçek olan âhireti hesâba katmadan davrananlar hüsrâna uğrarlar. (MEVDÛDİ, 6/531)

(17, 18).‘Sonra gerideki (inkârcı)ları da onların âkıbetine uğratırız.’ Sonrakilerden onlara benzeyenlere, öncekilere yaptığımızın aynısını yapacağız. Çünkü sonrakiler de onlar gibi yalanlamışlardır. Bu, Bizim âdetimizdir. Bu sebeple Allah Teâlâ bir sonraki âyette: ‘İşte Biz suçlulara böyle yaparız.’ Suç işleyen herkese o cezânın aynısını uygularız. O hâlde Kıyâmeti ve Peygamberleri yalanlamaktan sakının. (S. HAVVÂ, 15/522, 523)

(20-23).‘Biz sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı?’  Yüce Allah insanı, erkeğin sperminin, kadının yumurtasını döllemesi ile oluşan embriyodan yaratmış, ana rahmine onu çeşitli aşamalardan geçirerek, maddi ve mânevi kâbiliyetlerle donatarak yeryüzüne en mükemmel varlığı hâline getirmiştir. İnsanın bunu bilmesi, Rabbini tanıması ve O’na kullukta kusur etmemesi, dünyâ hayâtının sonlu olduğunu, bir gün öleceğini, toprağa gireceğini, kıyâmet kopunca diriltileceğini bilmesi ve âhiret için hazırlık yapması gerekir. (İ. KARAGÖZ 8/366, 367)

‘Biz takdir ettik / karar verdik’ Herşeyin var olmasına, insanların rızkına, anne rahminde çocuğun boyu, rengi, aklı ve yeteneklerine, yaşama süresi dolanların ölümlerine, kâinatta olup biten herşeye karar veren yüce Allah’tır. Vâkıa sûresinin 60’ıncı âyetinde ‘Aranızda ölümü biz takdir ettik’ âyeti de bu anlamı ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 8/367)

‘Hem onu, (doğum için) belli bir vakte kadar sağlam bir yer (olan rahm)e koyduk.’ ‘İşte (bunu), biz takdir ettik. Biz ne güzel takdir edeniz!’ (…) İnsan iki yönden uyarılmaktadır: (a) Allah insanı basit, zayıf genellikle bir sudan yâni meniden yaratmış, ana rahminde onu çeşitli aşamalardan geçirerek, maddi ve mânevi kâbiliyetlerle donatarak yeryüzünün en mükemmel varlığı hâline getirmiştir. Ama insanoğlu nankörlük ederek kendisine paha biçilmez nîmetleri lütfeden Allâh’a isyan etmektedir. İşte bundan dolayı ‘O gün inkârcıların vay hâline!’ buyurularak insanlar uyarılmıştır. (b) Âyetlere göre öldükten sonra dirilme olayı mutlaka gerçekleşecektir. Zîrâ basit bir sudan böyle mükemmel insanı yaratıp meydana getiren yaratıcı kudret onu öldükten sonra diriltmeye de kâdirdir. (KUR’AN YOLU, 5/528)

77/25-34  YALAN  SAYAGELDİĞİNİZ  AZÂBA  DOĞRU  GİDİN

25-26. Yeri hem dirilere hem de ölülere bir toplanma yeri yapmadık mı? 

  1. Orada yüksek sâbit dağlar var etmedik mi? Size tatlı su(lar) içirmedik mi?
  2. (Bunca nîmetleri) yalanlayanların o gün vay hâline!
  3. (Âhirette kâfirlere şöyle denirJ “Haydi yalanladığınız (azâb)a gidin!”

30, 31. (Ey kâfirler!) “Haydi gidin, üç çatallı (dumandan) bir gölgeye (ki o) ne gölgelendirir ne de ateşten korur!”

  1. Şüphesiz cehennem, saray gibi (büyük) kıvılcımlar saçar.
  2. Sanki bu kıvılcımlar, sarı erkek develer gibi (heybetli)dir.
  3. (Cehennem azâbını) yalanlayanların o gün vay hâline!

 25-34. (25-27).‘Yeri hem dirilere hem de ölülere bir toplanma yeri yapmadık mı?’  ‘Orada yüksek sâbit dağlar var etmedik mi? Size tatlı su(lar) içirmedik mi?’ Bu yeryüzünü ölü – diri bütün yavrularını bağrına basan bir ana kucağı yapmadık mı? ‘Orada yüksek dağlar yaratmadık mı?’ Dorukları bulutlu ve yaşamlarında tatlı su dereleri akıtan, yerlerinden oynamaz, yalçın dağlardır bunlar. Bu işler hiç plânsız, ön tasarısız olur mu? Hikmetsiz ve amaçsız olarak meydana gelir,  varlıklarını sürdürebilir mi? Bütün bunlardan sonra inkârcılar, gerçekleri nasıl yalanlayabiliyorlar? (S. KUTUB, 10/322)

‘tatlı sular içirmedik mi?’ İki hidrojen ve bir oksijenden oluşan su; insan, hayvan ve bitkiler için olmazsa olmaz bir maddedir. Su hayattır. Susuz yaşamak mümkün değildir. Yağmur ve yeraltı suları ile insan içme, temizlik yapması, sebze ve meyve yetiştirmesi için gerekli suyu var eden yüce Allah’tır. ‘Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanı ve insanı sulayalım diye gökten temiz bir su indirdik.’ (20/48-49, bk. 7/57, 24/43; İ. KARAGÖZ 8/368, 369)

(29).(Kâfirlere âhirette denilir:) Haydi yalanladığınız (azâb)a gidin!”’ O gün yalan sayanlara azarlama ve onları korkutma üslûbu ile denilecek ki ‘haydi, dünyâda iken yalanlamış olduğunuz şeye (azâba) gidin. Bunu cehennem görevlileri ve zebânileri söyleyeceklerdir. (İ. H. BURSEVİ, 22/616)

(30-33).“Haydi gidin, üç çatallı (dumandan) bir gölgeye (ki o) ne gölgelendirir ne de ateşten korur!” Haydi, özellikle üç kola ayrılmış gölgeye gidin. Cehennem ateşinin dumanının gölgesine gidiniz. Bu ifâde, ‘serin ve hoş olmayan kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.’ (el Vâkıa 56/43, 44) âyet-i kerîmesi ile aynı anlamı taşımaktadır. Bir başka ifâdeyle burada denmiş oluyor ki, ‘haydi, üç kola ayrılmış kapkara, kesif bir gölgeye, duman yığınına gidin. (İ. H. BURSEVİ, 22/616)

‘O ne gölgelendirir, ne de alevden korur.’ Zîrâ çatallıdır, çatallarının arasından alevler saldırır. Bu nedenle o bir şeye yaramaz, ona sığınmaya gelmez. ‘O, saray gibi kıvılcımlar atar.’ Dilimizde ‘köşk’ diye tanınan kasr, burada ‘yüksek yapılmış büyük binâ’ diye tefsir edilmiştir ki, maksat büyüklükte bir benzetme olduğundan ‘saray gibi’ demek olur. Yâni her biri irilik ve uzanışta saray gibi, köşk gibi(dir). ‘Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir.)’ Önceki benzetme irilik itibâriyle, bu da renk, çokluk ve hareket itibâriyledir. (ELMALILI, 8/482)

 77/35-40  BU,  AYIRIM  GÜNÜDÜR

35, 36. Kıyâmet günü, (kâfirlerin) konuşamayacakları bir gündür.  36. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler. [krş. 40/52]

  1. (Hesap gününü) yalan sayanların o gün vay hâline!
  2. Âhiret günü hüküm verme günüdür ki sizi de, öncekileri de bir araya toplarız.
  3. (Ey kâfirler!) Eğer sizin (kurtulmak) için bir hîleniz varsa, hemen bana hîle yapın (da beni atlatın).
  4. (Öldükten sonra dirilmeyi) yalan sayanların o gün vay hâline!

 35-40. (35, 36).‘Kıyâmet günü, (kâfirlerin) konuşamayacakları bir gündür.’  Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler.’ Bu onların son durumu olacaktır. Cehenneme girmeden önceki son durum. Ondan önce Haşir meydanında pek çok mâzeret ileri sürecekler. Kendi suçlarını birbirlerine yükleyecekler ve kendilerinin mâsum olduğunu ispâta gayret edecekler. Kendilerini saptıranlara küfredecekler. Hattâ bâzıları, Kur’ân’ın pek çok yerinde bildirildiği gibi, utanmadan suçlarını inkâr etmeye çalışacaklar. Ama onların elleri, ayakları ve bütün organları kendilerine karşı şâhitlik edecek. Suçları tamâmen ispatlandıktan, adâlet ve hak bakımından hiçbir yönden eksiklik kalmadıktan sonra suçlarına cezâ bildirilecek. O zaman onlara hiç söz hakkı kalmayacak. Hiçbir mâzeretleri kalmayacak. Özür ileri sürmelerine imkân ve kendilerini müdâfaaya izin verilmeyecek. Bu, onların savunmadan mahrum bırakıldıkları anlamına gelmez. Asıl olarak söylenmek istenen, bütün suçlar ispatlandıktan sonra hiçbir delilleri kalmayacağıdır. Böylece onların ağızları kapatılmış olacak(tır). (MEVDÛDİ, 6/535)

(38, 39).‘Âhiret günü hüküm verme günüdür ki; sizi de, öncekileri de bir araya toplarız.’  ‘Eğer sizin (kurtulmak) için bir hîleniz varsa, hemen bana hîle yapın (da beni atlatın).’  ‘Ayırım günü’nden maksat, hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, inananın inkâr edenden ayırt edileceği yargı günüdür. Allah o gün, gerek Kur’ân’ın hitap ettiği topluluğu ve sonraki nesilleri, gerek Kur’ân’ın inmesinden önce gelip geçmiş bütün insanları mahşerde toplayıp aralarındaki hükmünü verecektir. (krş. Vâkıa 56/49-50) (..) ‘Bir plânınız varsa haydi bana karşı uygulayın plânınızı!’ denilerek hak ettikleri cezâdan kurtulma husûsunda bir çâreleri varsa onu kullanmaları istenir; ancak bu istek, gerçekten onların bir çâre bulmaları için değil, içine düşecekleri çâresizliği ortaya koymak içindir. (KUR’AN YOLU, 5/531)

 77/41-50  KUR’ÂN’DAN  SONRA  HANGİ  SÖZE  İNANACAKLAR

41-42. Şüphesiz takvâ sâhipleri gölgelerde, pınar (baş)larında, hem de canlarının istediği meyveler içindedirler.

  1. (Müttakilere🙂 “İşledikleriniz (iyi ameller)e karşılık olarak âfiyetle yiyin, için.” (denilir).
  2. Şüphesiz biz (sâlih amelleri en) güzel şekilde yapanları böyle ödüllendiririz.
  3. (Cennet nîmetlerini) yalan sayanların o gün vay hâline!
  4. (Ey inkârcılar!) Yiyin (için), biraz daha zevklenin (bakalım dünyâda)! Şüphesiz sizler, suçlusunuz.
  5. (Bu nîmetlerin sorulacağını) yalan sayanların o gün vay hâline! [krş. 102/8]
  6. Kâfirlere: “(Îman edip) Rükû edin (Allâh’a boyun eğin).” denildiği zaman, rükû etmezler, (Allâh’a itaat etmezler).
  7. (Peygamberleri, kutsal kitapları ve âhiret gününü) yalan sayanların o gün vay hâline!
  8. Kâfirler bundan sonra (onlar) hangi söze îman edecekler?

 41-50. (41, 42).‘Şüphesiz takvâ sâhipleri gölgelerde, pınar (baş)larında, hem de canlarının istediği meyveler içindedirler.’ Allah Teâlâ farzları yerine getirtip, haramları terk ederek kendisine ibâdet eden müttaki kullarından haber vermek üzere buyuruyor ki; onlar Kıyâmet günü cennetlerde ve pınar başlarında olacaklardır. Hâlbuki bedbahtlar, pis kokulu, çok sıcak, kara duman gölgesinde bulunacaklardır. ‘Canlarının istediği meyveler arasındadırlar.’ Meyve çeşitlerinden istediklerini bulurlar. ‘İşlediklerinize karşılık afiyetle yiyin, için.’ Onlara bir lütuf olarak böyle denir. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 15/527)

Bundan sonra yeni bir şeyi haber vererek şöyle buyurur: ‘Şüphesiz Biz ihsan edenleri böyle ödüllendiririz.’  İyi ameller işleyiniz ki, böyle mükâfatlarla ödüllendirilesiniz. (S. HAVVÂ, 15/527)

Muhsin olmak da müttakilerin bir özelliğidir. Bir insanın Muhsin olabilmesi için, îman edip sâlih amelleri Allâh’ı görüyormuş bilinciyle, en iyi bir şekilde yapması gerekir. (2/195; İ. KARAGÖZ 8/373)  

(46).(Ey kâfirler! Bu dünyâda) Yiyin(, için) ve biraz zevklenin. Şüphesiz sizler suçlularsınız.’ Âyet-i kerîmede din gününü yalanlayanlara hitap edilmektedir. Âyette geçen ‘yiyin ve biraz zevklenin’ emirleri tehdit ifâde eden emirlerdir. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 15/527)

(48).‘Onlara: “Rükû edin / Allâh’a boyun eğin)” denildiği zaman, rükû etmezler / îman edip itaat etmezler).’ Onlara namaz kılın denildiği zaman namaz kılmazlar yâhut Allah’tan korkun, vahyini kabul ederek, dînine uyarak, ona karşı alçak gönüllü davranın denildiği zaman, büyüklük dâvâsı sürerler ve eğilmezler yâni Allah’tan korkmazlar. Vahyi kabul etmez ve büyüklenmelerinde ısrar ederler. (S. HAVVÂ, 15/528)

Bu âyet Sakîf kabilesi hakkında inmiştir. Hz. Peygamber (s), bu kabileye namazla ilgili âyetleri okuduğu zaman onlar, ‘Namazı bizden kaldır, biz eğilemeyiz, bu bizim için bir ardır / utanma nedenidir.’ Hz. Peygamber onların bu isteklerini reddetmiştir. (İ. KARAGÖZ 8/376)

(49)‘Yalanlayanların o gün vay hâline!’ Allâh’ı, Peygamberini, âhiret gününü, Allâh’ın verdiği emirleri, koyduğu yasakları yalanlayanların o gün vay hâline. (S. HAVVÂ, 15/528)

(50).(Kâfirler) Artık bundan sonra (onlar) hangi söze îman edecekler?’ Kur’ân; açıklamasının üstünde hiçbir açıklama, delillerinden kuvvetli hiçbir delil bulunmayan ilâhi bir kitaptır. Bütün bunlara rağmen onlar Kur’ân’a, ondaki gerçeklere inanmazlar ve onun emrettiği şeyleri yerine getirmezlerse artık onlara fayda verecek hiçbir şey kalmamış, demektir. (S. HAVVÂ, 15/528) (Rabbimizin yardımıyla Mürselât sûresi ve 29’unvu cüz tamam oldu. Öğrenmeyi ve amel etmeyi nasip etmesi dileği ile. 15.Ağustos.2018; 4 Zilhicce 1439)