Mutaffifîn Sûresi

83 / Mutaffifîn Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 36 âyettir. Mutaffifîn, “mutaffif” kelimesinin çoğulu olup “ölçü ve tartıda hîle yapanlar” demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/587)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 83/1-6 HÎLEKÂRLARA  YAZIKLAR  OLSUN!

1-3. Ölçü ve tartıda hîle yapanların vay hâline! Onlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman, tastamam alırlar. Onlara (bir şey verirken) ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar. [krş. 11/85-88]

4-6. Sahiden bunlar, (öldükten sonra hesap için) büyük bir günde diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar, âlemlerin Rabbi(nin hükmü) için (kabirlerinden) kalkacaklardır!

 1-6. (1-3).‘Ölçü ve tartıda hîle yapanların vay hâline! Onlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman, tastamam alırlar. Onlara (bir şey verirken) ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.’ ‘Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar’ anlamındaki ‘mutaffifîn’, mutaffif kelimesinin çoğuludur. 2-3’üncü âyetlerdeki açıklamaya göre ‘’alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenler’ mânâsına gelir.  Bu sebeple 1-3’üncü âyetlerde bir taraftan eksik ölçüp tartanlar yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı kınanırken, diğer taraftan böylesine çirkin bir işe kalkışanların âhirette cezâlandırılacağına dikkat çekilmektedir. (KUR’AN YOLU, 5/573)

Hadis: ‘Bizi aldatan bizden değildir.’ (Ebû Dâvud Büyû 52; İ. KARAGÖZ 8/446)

Ticâretin ve kârın helâl ve meşru olması için hilenin olmaması gerekir. (..) Alım satımda satıcının, alıcıyı aldatmaması yâni ürünü piyasadaki değerinin üzerinde satmaması, varsa malın kusurunu söylemesi (İbn Mâce Ticâret 13), alıcıyı iknâ etmek için yemin etmemesi (İbn Mâce Ticâret 30), yalan söylememesi, hîle yapmaması, alıcının da ürünün bedelini zamânında güzelce ödemesi (Buhâri İstikraz 6) ve her iki tarafın yapılan sözleşme şartlarına uyması (Mâide 5/1) gerekir. (İ. KARAGÖZ 8/446)

Ölçü ve tartının adâletle yapılmasını emreden başka âyetler de vardır. (Meselâ bk. En’âm 6/152; İsrâ 17/35; Rahman 55/8-9). Âyetler bu emirlere uyulmadığı takdirde dünyâda ilâhi kınamaya mâruz kalma,  âhirette de şiddetli bir azâba uğramanın kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. (KUR’AN YOLU, 5/574)

(4-6).‘Sâhiden bunlar, (öldükten sonra hesap için) büyük bir günde diriltileceklerini sanmıyorlar mı? 5’inci âyette ifâde edilen ‘büyük gün’den maksat kıyâmet günüdür. Öldükten sonra dirilme, hesap, cezâ, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri gibi büyük olayların yaşanacağı gün olduğu için ona ‘büyük gün’ denilmiştir. (Şevkâni’den KUR’AN YOLU, 5/574)

‘O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzûrunda dururlar.’ İbn Kesir der ki: ‘İnsanlar o gün yalınayak, çırılçıplak ve sünnetsiz olarak, çok sıkıntılı ve günahkârlara çok dar gelecek bir yerde duracaklar; duyguları ve güçleri âciz bırakan Allâh’ın emri onları kuşatacaktır.’ (S. HAVVÂ, 16/86, 87)

 83/7-17  SİCCÎN  NEDİR,  BİLİR  MİSİN?

7-9. Hayır, (gerçek âhireti inkâr edenlerin dediği gibi değildir)! Şüphesiz kâfirlerin kitabı kesinlikle Siccîn’dedir. 8. (Ey Peygamberim!) Siccîn’in nedir, sen bilir misin? (Bilemezsin.)  9. (O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır (ki o, kötü amellerin kütüğüdür).

10, 11. Kıyâmet günü (Kur’ân’ı ve Peygamberi) yalanlayanların vay hâline!  11. Onlar ki cezâ (ve hesap) gününü yalan sayarlar.

12, 13. Âhiret hayâtını her haddi aşan, günaha düşkün olanlar yalanlar. 13. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Öncekilerin masallarıdır.” der. [bk. 16/24; 25/5]

  1. Hayır! (Gerçek kâfirlerin dediği gibi değildir.) Doğrusu kazandıkları günahlar, onların kalplerini kaplayıp karartmıştır.
  2. Hayır! Şüphesiz kâfirler, Rablerini görmekten mahrum bırakılacaklar.

16-17. Sonra şüphesiz kâfirler, kesinlikle cehenneme girecekler ve (onlara, Zebâniler tarafından): “İşte kendisini yalanlamakta olduğunuz (azap yeri) budur.” denilecek.

 7-17. (7).‘Hayır. (Gerçek kâfirlerin dediği gibi değildir)! Şüphesiz kâfirlerin kitabı Siccîn’dedir.’ Ölçü ve tartıda hîle yapanlar fâcirlerdir. Hattâ bu hîle onlarda bir huy hâline gelmiştir. Ancak gaflet, îman zayıflığı, kötü bir çevrede bulunmak yâhut eski hâlin devam ettirilmesi gibi nedenlerle bu huy bir mümine de geçebilmektedir. Facirlerin bu huyuna başlı başına bir fıkra tahsis edilmesi müslümanları eğitmek ve onları bu kötü huydan kurtarmak içindir. (S. HAVVÂ, 16/88)

Zemahşeri’ye göre siccîn, ‘şeytanların, inkârcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildiği kötülük defteri, sicili’ demektir. Gerek âyetlerin bağlamı gerekse müfessirlerin açıklamaları dikkate alındığında siccînin amellerin düzenli ve eksiksiz kaydedildiği, inkârıların ve günahkârların bütün eylemlerinin yazıldığı bir kitap (kütük) olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte siccîn, âhiretle ilgili olduğu için müteşâbih (anlamını kesin olarak bilmemiz mümkün olmayan) kelimelerdendir. Siccîn’in nasıllığı ve niceliği hakkındaki bilgi, Cenâb-ı Hakk’a âit olup müminlerin görevi onun varlığına ve insanların dünyâda yapıp ettiklerinin hesâbının âhirette sorulması sırasında ortaya çıkarılmak üzere yazılıp korunduğuna inanmaktır. (KUR’AN YOLU, 5/576)

(8, 9).‘Siccîn’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? (Bilemezsin.)’ ‘(O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır.’ Sakın, facirler hakkında, onların cehennem hapishânesinde olacakları yazılmıştır. Bu yazı değiştirilmez. Fâcirler aleyhine hükmedilen ve kötü amellerinin sonucu olarak onlara takdir edilen bu hapishânenin ne olduğunu sana ne bildirdi?’ (S. HAVVÂ, 16/89)

(10).‘Kıyâmet günü (Kur’ân’ı ve Peygamberi) yalanlayanların vay hâline!’ Kâşifi demiştir ki; ‘veyl’  bütün kötülükleri toplayan bir kelimedir. Yâni azap, ikap, şiddet ve mihnet o gün yalancılar içindir. (İ. H. BURSEVİ, 23/176)

(11).‘Onlar ki cezâ gününü yalan sayarlar.’ Amellerin hesaplarının görüleceği ve karşılıklarının alınacağı din gününü yalanlayanlar. O günün meydana geleceğini kalpleriyle tasdik edip inanmazlar ve onu akla uzak görürler. (S. HAVVÂ, 16/89)

(12).‘Âhiret hayâtını her haddi aşan, günaha düşkün olanlar yalanlar.’  İbn Kesir der ki: ‘Haramlara bulaşıp, mubah işlerde sınırı aşarak davranışlarında aşırı giden ve konuşursa yalan söyleyerek, söz verirse sözünde durmayarak tartışma yaparsa, haktan yan çizerek sözlerinde günaha dalan kimseden başkası onu yalanlamaz.’ (S. HAVVÂ 16/89) 

(13).‘Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Öncekilerin masallarıdır.” demiştir.’ Bu şahsın, bâzıları Velîd b. Muğîre, bâzıları da Nadr b. Hâris olduğunu söylemişlerdir. (ELMALILI, 9/69)

(14).‘Hayır! (Gerçek kâfirlerin dediği gibi değildir.) Doğrusu kazandıkları günahlar, onların kalplerini karartmıştır.’ O kalpler, o günahları alışkanlık hâline getire getire, pas tutmuş aynalar gibi körlenmiş, kararmıştır da artık duymaz ve göstermez olmuşlardır. İşte onların öyle demelerinin ve yalanlamalarının sebebi budur. (ELMALILI, 9/69)

Hadis: ‘Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. O günahtan tevbe ederse kalbi parlar. Günah artarsa siyah nokta da fazlalaşır.’ İşte bu, Allah Teâlâ’nın ‘Hayır, hayır, onların kazandıkları kalplerini paslandırmıştır’ âyetinde değinilen pastır. (Müslim Îman 231; Tirmizi Tefsir 83/14, İbn Mâce, Ebû Hüreyre’den, S. HAVVÂ 16/97)

Kıraat âlimlerinden İmam Hafs, ‘bel râne’yi ayırmadan hafif bir sekte ile lâm ızhar ederek okumuştur. Diğer kıraat âlimleri ise lâmı ra harfine idğam ederek ‘berrâne’ şeklinde okumuşlardır. (…) Burada sekte yapılmadığında kelimenin ‘iki iyilik’ anlamına gelen ‘berran’ kelimesiyle karıştırılacağından korktuğu için sekte yap(ıl)mıştır. (İ. H. BURSEVİ 23/178)

(15).‘Hayır! Şüphesiz kâfirler, Rablerin(i görmekten) mahrum bırakılacaklar.’ Yâni örtü ve perde arkasında kalır, onu görmekten men edilir ve yoksun bırakılırlar.  Artık kurtuluş bulmalarına imkân ve ihtimal kalmaz. (ELMALILI, 9/70)

İbn Kesir (..) şöyle der: ‘Kıyâmet gününde onların konaklayacakları yer ‘Siccîn’dir. Sonra bunun yanında onlar Kıyâmet gününde Rableri ve yaratıcıları olan Allâh’ı görmekten de yoksun kalacaklardır. İmam Ebû Abdullah eş Şâfii der ki: ‘Bu âyette o gün müminlerin Allâh’ı göreceklerine delil vardır. İmam Şâfii’nin ileri sürdüğü bu görüş son derece güzeldir. O burada Allâh’ın görüleceğine âyetin mefhumuyla delil getirmektedir. Nitekim ‘Nice yüzler o gün parıldayacak, Rablerine bakacaklardır.’ (el Kıyâme 75/22-23) âyetinin mantûku buna açıkça delâlet etmektedir. Ayrıca müminlerin Arasat’ta ve eşsiz cennet bahçelerinde gözleri ile Azîz ve Celîl olan Rablerini görecekleri hakkında sahih ve mütevâtir hadisler vardır.’ (S. HAVVÂ, 16/98)

 83/18-28  İLLİYYÛN  NEDİR,  BİLİR  MİSİN?

  1. Dikkat edin, iyilerin (amel) kitabı Illiyyîn’dedir.

19-21. (Ey Peygamberim!) Illiyyîn’in ne olduğunu sen nereden bileceksin? (Bilemezsin.) 20-21. (O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır (ki yücelerde, iyi amellerin kütüğüdür).  21. (Allâh’a) yaklaştırılmış (melek)ler ona şâhit olurlar.

22, 23. Şüphesiz ki iyiler, bol nîmet (cenneti) içindedirler.  23. Tahtlar üzerinde (etrâfı) seyrederler. 

  1. (Ey Peygamberim! Müminlerin) yüzlerinde o nîmetin sevinç ve parıltısını (görür ve) tanırsın.

25-26. Sâlih müminlere (ağızları) mühürlü, (lezzet ve neşesi olan, sarhoşluğu olmayan) hâlis şaraptan içirilir. Onun içiminin sonu misktir (çok güzeldir). O hâlde rağbet edip yarışanlar (ibâdet ve itaatte) bunun için yarışsın(lar).

27, 28. Cennet içeceğinin karışımı, Tesnîm (denilen pınar)’dandır. (O kıymetli) bir kaynaktır ki ondan (Allâh’a) yakın olanlar içerler.

 18-28. (18).‘Dikkat edin, iyilerin kitabı Illiyyîn’dedir.’ ‘İlliyyûn nedir, bilir misin?’ Yâni illiyyûn, insanlığın kavrama sınırlarının dışındadır. (İ. H. BURSEVİ, 23/185) ‘(O) yazıl(ıp mühürlen)miş bir kitaptır’  İyilerin defterleri ‘illiyyûn’dadır. İlliyyûn, ‘yükseklik’ mânâsındaki ‘ulüvv’den gelir. Burada Siccîn’in tam zıddı olarak ‘pek yüksek ve yüce yer’ mânâsı vardır. İlliyyûn, Allâh’a yaklaştırılmış meleklerin şâhit oldukları yer olan ve iyiliklerin yazıldığı divanın ismidir. Bu divan da, açık, tam ve güzel yazılmış, husûsi işâretlerle işâretlenip mühürlenmiştir. Burada yazılanların gereği ne ise yapılacak ve buradan çıkarılan sonuçlar hiç şaşmadan icrâ edilecektir. (Ö. ÇELİK, 5/396)

(21).‘Allâh’a yaklaştırılmış (melek)ler ona şâhit olurlar.’ ‘Melekler onun yazılmasında, korunmasında ve okunmasında hazır olur. Bâzılarına göre iyilerin amellerine semâya kaldırıldıkça her göğün gözde melekleri şâhit olur.’ (Nesefi’den S. HAVVÂ, 16/92)

(22, 23).‘Şüphesiz ki iyiler, bol nîmet (cenneti) içindedirler.’ ‘Tahtlar üzerinde (etrâfı) seyrederler.’ Nesefi der ki: ‘Allâh’ın lütuf ve nîmetlerini, düşmanlarına nasıl azap edildiğini seyrederler.’ İbn Kesir de şöyle der: Bu âyetin anlamı; ‘Allâh’ı seyrederler’ demektir. Zîrâ bu âyet, Allah Teâlâ’nın; ‘Hayır doğrusu onlar, o gün Rablerinden kesinlikle yoksundurlar’ buyruğunda ifâde edilen fâcirlerin niteliklerine karşılık olarak zikredilmiştir. Burada ise iyilerin tahtlar ve minderler üzerinde oturarak Allah Teâlâ’yı seyredecekleri belirtilmiştir. (S. HAVVÂ, 16/92)

(24).‘Yüzlerinde o nîmetin sevinç ve parıltısını tanırsın.’ Onlara baktığın zaman içinde yüzdükleri büyük nîmetlerden dolayı yüzlerinde refah, heybet, sevinç, huzur ve başkanlık nitelikleri görürsün.’ (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 16/92, 93)

(25, 26).‘Sâlih müminlere (ağızları) mühürlü, hâlis şaraptan içirilir.’  (…) Sâffât sûresinde (37/47) cennet içkisi tanıtılırken ‘içenleri sarhoş etmez’ buyurulmuştur. Secde sûresinde de (32/17) daha genel bir ifâdeyle ‘yaptıklarına karşılık olarak onlar için saklanan mutlulukları hiç kimse bilemez’ buyurularak cennet nîmetlerinin dünyâdakilere göre mâhiyet farkına, onların bu dünyâda bilinen ve tadılandan büsbütün farklı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu fark cennet nîmetlerinin sırf iyi ve mutluluk verici oluşundandır. Esâsen cennetin esenlik, mutluluk ve erdem yurdu olacağına dâir pek çok âyet, oradaki nîmetlerin – dünyâ dilindeki kelimelerle ifâde edilse de- insanlar arasında kıskançlık, huzursuzluk, çekişme, mutsuzluk, haksızlık, hastalık, keder vb. olumsuzluk doğuran türden olmayacağını açıkça göstermektedir. (KUR’AN YOLU, 5/579, 580)

‘Onun içiminin sonu misktir.’ Allah Teâlâ onlara sunulacak içkinin ağzına mühür vurulmasını, bunları içecek kimselere ikram etmiş olmak için emretmiş ve onların içecekleri içki misk ile mühürlenmiştir. Böylece ebrar, onun mührünü çözmeden önce kendisine hiçbir elin dokunması ve ellemesi engellenmiştir. Ağır basan ihtimâle göre ‘onun mührü misktir’ ifâdesi içilecek içkinin nefâsetinin mükemmelliğinin temsîlî yoldan anlatımıdır. (İ. H. BURSEVİ, 23/189)

‘O hâlde rağbet edip yarışanlar bunun için (ibâdet ve itaatte) yarışsın(lar).’ Hâlis şarap ve nîmet dolu cennetler için yarışsınlar. Nesefi şöyle der: ‘İsteyenler bunu istesinler. Bu da ancak hayırlara koşmak, kötülüklerden kaçınmakla olur.’ (S. HAVVÂ 16/93)

(27, 28).‘Onun karışımı, Tesnîm (adı verilen pınar)’dandır.’ O saf şarap içileceği zaman, içine Tesnîm’den de katılır. Bununla karıştırılan o şarap, sâdesinden daha nefis olur. Çünkü tesnîm daha yüksektir. (..) İbni Abbas’tan rivâyet edildiğine göre cennet içkilerinin en yükseğidir. Kelbi’den rivâyet edildiğine göre cennettekilere üst taraflarından gelir. (ELMALILI, 9/73)

‘(O kıymetli) bir kaynaktır ki ondan (Allâh’a) yakın olan (mümin)ler içerler.’ Yâni aynen içerler, sâde o Tesnîm’i içer, içme işlerini onunla yaparlar. Allâh’a yaklaştırılmış kulların derecesinde olmayan diğer iyi kullara, amel defterleri sağlarından verilen diğer kullara ise karıştırılarak sunulur. (ELMALILI, 9/73)

(Allâh’a) yakın olan (mümin)ler’ ‘Mukarrebûn’ Allâh’a mânevi bakımdan yakın olan kimselerdir. ‘Herkesin amellerine göre dereceleri vardır’ (6/132) âyeti kerimesine göre her insanın Allah katında bir derecesi vardır. ‘Sâbikun’ olanlar (56/10, 11) derecesi en yüksek olanlardır. Bir insan ne kadar dînin kurallarına uyarsa, ne kadar çok ibâdet ve itaati olursa derecesi o kadar yüksek olur. (İ. KARAGÖZ 8/453)

‘mukarrebun’ amel defteri sağından verilenler, önde gelen ve mertebesien yüksek olanlar, peygamberler, sâlihler, iyiler, müttakiler, îman – ibâdet ve hayır – hasenatta önde giden, haram ve günahlardan dsakınan ve Allâh’ın rızâsını kazanan kimselerdir. Mukarrebun olabilmesi için, bir insanın îman edip, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına, ilke ve esaslarına uyması gerekir. (56/12-26, 88-89; İ. KARAGÖZ 8/453)

 83/29-36  KÂFİRLER  YAPTIKLARININ  CEZÂSINI  BULDULAR  MI?

  1. Şüphesiz suç işleyen (kâfir)ler (dünyâda) îman edenlere gülerlerdi.
  2. (Kâfirler) yanlarından geçtikleri zaman (alay için) birbirlerine kaş göz işâreti yaparlardı.
  3. Yandaşlarına döndükleri vakit de (bu yaptıklarından) zevk alarak (gülüşerek) dönerlerdi.

32, 33. Müşrikler (îman ede)nleri gördükleri zaman: “Kesinlikle bunlar, sapık kimseler (beyinleri yıkanmış gerici takımı)” gibi şeyler derlerdi.  33. Hâlbuki (inkârcılar, münâfık ve fâsıklar) müminler üzerine gözcüler olarak gönderilmemişlerdi.

34, 35. Kıyâmet günü müminler de (açık ve gizli) kâfirler(in perişan hâllerin)e, tahtlar üzerinde (onlara) bakarak:

  1. “O kâfirler, yapmakta olduklarının karşılığını (cezâsını nasıl) buldular değil mi?” (diyecekler). [krş. 57/12-15]

 29-36. (29).‘Şüphesiz suç işleyen (kâfir)ler (dünyâda) îman edenlere gülerlerdi.’ Âyette sözü edilen bu kişilerden maksat Ebû Cehil, Velîd b. Muğîre, Âs b. Vail vb. gibi Kureyş liderleri, müşriklerin suçlu ileri gelenleri ve büyükleri idi. Bumlar dünyâda iken sâdık bir îmanla ‘îman edenlere gülerlerdi.’ Yâni Ammar, Suheyb, Bilâl, Habbab ve başkaları gibi müminlerin fakirleriyle alay ederlerdi. (İ. H. BURSEVİ 23/194)

(30).‘(Kâfirler) yanlarından geçtikleri zaman (müminlerle) alay ediyorlardı.’ Birbirlerine göz, kaş işâreti yaparlardı. Elleri ile birtakım alayları ifâde ederlerdi. Veya kendi aralarında bilinen bir hareket türü ile müminleri alaya alıyorlardı. Bu, gerçekten terbiyeden uzak, hayâsızca ve alçakça bir hareketti. Düzeysizlikti, edepsizlikti, basitlikti. Amaç müminlerin kalplerini kırmak, onları utandırmak ve bıktırmaktı. (S. KUTUB, 10/413)

(31).‘Yandaşlarına döndükleri vakit de (bu yaptıklarından) neşe içinde dönerlerdi.’ Kendilerinden râzı olarak, yaptıkları ile böbürlenerek bu küçük, değersiz, kötülükle sevinerek, rahatlayarak (âilelerine dönerlerdi). Üzülmeyerek, pişman olmayarak, yaptıklarının aşağılık bir iş, pis bir eylem olduğunu hissetmeyerek (yaparlardı). İşte bu insanın, insan rûhunun düşebileceği en alçak seviye, vicdânın ölümü idi. (S. KUTUB, 10/413)

(32).‘O (îman ede)nleri gördükleri zaman: “Gerçekten bunlar, sapık kimselerdir, dediler.’ Yolunu kaybetmiş şaşkın sapıklar, yâni göz önünde hazır dünyâ nîmetine, dünya zevkine bakmıyorlar da aslı var mı yok mu belli olmayan âhiret sevâbına inanarak akılsızlık ediyor, yanlış yola gidiyorlar diye bütün müminlerin şaşkın ve sapık olduğuna hükmediyorlardı ve bunu vurgulu ifâdelerle kuvvetli kuvvetli söylüyorlardı. (ELMALILI, 9/76)

(33).‘(İnkârcılar, münâfık ve fâsıklar) müminler üzerine gözcüler olarak gönderilmemişlerdi.’ 33’üncü âyette Allah tarafından kendilerine müminleri denetleme görevi verilmediğinin belirtilmesi dikkat çekicidir. Buna göre din konusunda insanların sırf kendi kişisel görüşlerine başkalarını yargılama yetkisi yoktur; bu konudaki ölçü ve dayanaklar Allah tarafından konulmuş olup dînî konulardaki eleştiri ve uyarılar da bu ölçü ve dayanaklara göre olmalıdır. (KUR’AN YOLU, 5/581)

Yüce Allah âyette müşriklere, müminleri denetleme görevi verilmediğini bildirmiştir. Müşriklerin insanları şirk dîninde tutma görevleri olmadığı gibi, îman edenlere de karışamazlar, karışmamaları gerekir. Bu âyet, din konusunda insanların sırf kendi kişisel görüşlerine göre başkalarını yargışama yetkileri olmadığını ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 8/456)

(34).‘Müminler Kıyâmet günü kâfirler(in perişan hâllerin)e, tahtlar üzerinde (onlara) bakarak: “O kâfirler, yapmakta olduklarının karşılığını buldular değil mi?” (diyecekler).’ Bu çok latif ve ince bir ifâdedir.  Çünkü kâfirler müslümanlara eziyet ederek sevâba girdiklerini zannediyorlardı. Âhiret gününde müminler cennette keyif ve refah içindeyken, kâfirler kendilerini ateşin içinde yanar bulacaklar ve müminler için için sevinerek, ‘bekledikleri sevâbı gerçekten bulmuşlar’ diyeceklerdir. (MEVDÛDİ, 7/65)

(36). ‘yaptıkları şeyler’ Allâh’a ortak koşmak, Peygamberi ve Kur’ân’ı yalanlamak, müminler ile alay etmek ve benzeri isyan ve zulüm olan söz, eylem ve davranışlardır. Kâfirlerin âhiretteki cezâları cehennemdir. (İ. KARAGÖZ 8/457)