73 / Müzzemmil Sûresi
Mekke döneminde indirilmiştir. 20 âyettir. 11 ve 20’nci âyetleri Medîne’de inmiştir. İlk âyetindeki kelime, sûrenin adı olmuştur. (H. T. FEYİZLİ, 1/573)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
73/1-4 GECELERİ KALK NAMAZ KIL
1, 2, 3, 4. Ey örtünüp bürünen! (Rasûlüm!) Gece (ya) biraz (uyumanın) dışında kalk (ibâdet et); (ya da) yarısında (kalk), ister o (yarısı)ndan biraz eksilt, ister onu artır. Kur’ân’ı tertîl ile oku.
1-4. (1).‘Ey örtünüp bürünen!’ Hz. Muhammed’e 610 M. Yılında Hira mağarasında melek ilk vahyi getirdiği zaman onun heybetinden titreyerek dönmüş, Hz. Hatîce’ye ‘Beni örtünüz’ diyerek örtüsüne bürünmüştü. Bunun üzerine Cebrâil (as) gelerek ‘Ey örtünen’ (Müddessir 74/1), arkasından da ‘Ey örtüsüne bürünen’ (Müzzemmil 73/1) âyetlerini getirmiştir. (Buhâri, Müslim’de H. DÖNDÜREN, 2/925)
Ebû Nuaym’ın Câbir (ra)’ten nakline göre müşrikler, Dârü‘n Nedve’de toplanarak Hz. Peygamber’e ‘şâir, kâhin, mecnun, arayı açan büyücü’ gibi sıfat koymayı tartışmışlar, sonuncusunda karar kılmışlardı. Bu haber Allâh’ın Rasûlü’ne ulaşınca üzülmüş ve giysilerine bürünerek yatmıştı. Arkasından da melek gelip bu vahyi tebliğ etmiştir. (Kurtubi, Âlûsi’den H. DÖNDÜREN, 2/925)
‘(Rasûlüm!) Gece (ya) biraz (uyumanın) dışında kalk’ Gece kıyam yâni kalkış, maksada göre kapsamlı anlamlar ifâde eder. Burada sözün devâmında ‘Kur’ân’ı yavaş oku’, ‘Rabbının ismini zikret’, ve ‘Rabbine yönel’ gibi sözlerin gelmesinden anlaşılduığına göre maksat, ‘ibâdet için kalkmak’tır. (ELMALILI, 8/395)
Başlangıçta gece ibâdeti hem Peygamberimiz (s)‘e hem de müslümanlara farz kılınmıştı. Kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kıldılar. 20’nci âyetle bu ibâdet, müslümanlara hafifletilmiş, Efendimiz (s)’e emriyle farziyeti devam etmiştir. (bk. İsrâ 17/79) Daha çok ’teheccüd’ olarak bilinen bu ibâdet, diğer müslümanlar için önemli bir sünnet olarak kabul edilmiştir. Ö. ÇELİK, 5/271)
(2, 3, 4).‘Birazı müstesnâ’ birazı hâriç, yâni gecenin birazı dışında kalk. Ne kadar? ‘Gecenin yarısı yâhut ondan biraz eksilt’ yarısından az kalk, ama bu eksiltme yarının yarısından, yâni gecenin dörtte birinden fazla olmasın, en aşağı dörtte biri kadar kalk. Çünkü dörtte birinden aşağı eksiltmek, yarısının yarısından az değil, çok olmuş olur. ‘Yâhut onu artır’ Yarısından fazla kıl ki bu da üçte ikisi, nihâyet dörtte üçü kadar olabilir. (ELMALILI, 8/395, 396)
Hadis: ‘Farz namazlardan sonra en faziletli namaz geceleyin kılınan namazdır.’ (Tirmizi Salât 324; İ. KARAGÖZ 8/266)
‘Kur’ân’ı tertîl ile oku.’ Efendimiz (s)’e verilen ikinci tâlimat, Kur’ân-ı Kerîm’i ‘tertil ile okumak’tır. Tertil; tecvîdine, harflerinin çıkışına dikkat ederek Kur’ân-ı Kerîm’i ağır ağır, tâne tâne, anlamını düşünerek okumaktır. (Ö. ÇELİK, 5/271)
Kur’ân, Rasûlullah’a (s) tecvidli olarak nâzil olmuştur. Rasûl-ü Ekrem onu, tecvidli olarak okumuş ve okutmuştur. Müslümanlar Kur’ân’ın tecvidli olarak nasıl okunacağını peygamberden alarak nesilden nesile aktarmışlardır. Kıraat bilginleri tecvid kurallarını tespit etmiş ve bu konuda birçok kitap yazmıştır. İslâm âlimleri, tecvid ilmini, öğrenilmesi her müslümana farz-ı ayın olan ilimlerden kabul etmişlerdir. (S. HAVVÂ, 15/411)
Hadis: ‘Kur’ân’ı okuyunuz. Çünkü Kur’an kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaat edecektir.’ (Müslim Müsâfirin 252; İ. KARAGÖZ 8/268)
73/5-14 BÜTÜN VARLIĞINLA O’NA YÖNEL
- (Ey Peygamberim!) Şüphesiz biz senin üzerine (sorumluluğu) ağır bir söz (olan Kur’ân’ı) vahyedeceğiz.
6, 7. Şüphesiz gece (ibâdete) kalkmak, (okumaya ve ibâdet etmeye) daha uygun ve Kur’ân’ı anlamaya daha elverişlidir. 7. Çünkü gündüzde, senin uzun meşgûliyetin vardır.
- (Ey Peygamberim! Kur’an okumaya başlarken) Rabbinin adını an. (besmele çek) ve bütün benliğin ile Allâh’a yönel ve ihlâs ile ibâdet et.
- (Allah,) doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O’nu vekil tut (O’na bağlan ve yalnız O’na kulluk et).
- O (puta tapa)nların söylediklerine karşı dayan (metânetli ol). Onlardan güzel bir ayrılışla ayrıl.
- (Ey Peygamberim!) Varlık sâhibi olup da (seni) yalanlayanları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
12, 13. Şüphesiz bizim yanımızda (boğazlarına takılacak) bukağılar, şiddetli bir ateş, bir de boğazdan geçmeyen bir yiyecek ve acıklı bir azap vardır.
- Kıyâmetin koptuğu gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar dağılıp çökmüş bir kum yığını olur.
5-14. (5).‘Şüphesiz biz senin üzerine (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.’ Yâni, sana gece namazını kılman emri ‘Sana yüklediğimiz bu ağır sözü taşıyabilmek için sende tahammül gücü geliştirsin’ diye verilmiştir. Bu güç, eğer sen gecenin rahatını bırakır da aşağı yukarı yarısını ibâdetle geçirirsen hasıl olacaktır.. Kur’ân için çok ‘ağır bir söz’ denmesi, O’nun emirlerini uygulamanın, O’nun tâlimâtına göre bir örnek oluşturmanın, O’nun dâvetini yaparken bütün dünyâyı karşısına almanın, bu kitaba göre inanç, düşünce, ahlâk, edep, kültür ve medeniyet düzeninde bir inkılâp oluşturmanın güç bir misyon olduğu içindir. (MEVDÛDİ, 6/457)
‘Ağır söz’den maksat, bu Kur’ân ve içerdiği yükümlülüklerdir. Kur’ân aslında ağır değildir, okunması ve anlaşılması kolay bir kitaptır. Fakat o, ‘hak terâzisindeki tartısı’ ve ‘kalplere yönelik etkisi’ açısından ağırdır. Nitekim yüce Allah başka bir âyette ‘’Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusu ile parça parça olduğunu görürdün.’ (el Haşr 59/21) Ama yüce Allah Kur’ân’ı bir dağa değil de onu algılamaya yetenekli ve dağdan daha sağlam, daha sarsılmaz bir kalbe indirdi. (S. KUTUB, 10/248)
Hadis: (…) Peygamber (s) Efendi’mize ‘Vahiy sana nasıl geliyor?’ diye sorulunca şöyle cevap vermiştir: ‘Zaman zaman bana çan sesi gibi gelir. O bana en ağır olan vahiy çeşididir. Benden o hâl geçer geçmez meleğin söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen melek bana insan sûretinde görünür ve benimle konuşur. Ben de söylediğini iyice bellerim.’ (Buhâri Bed’ül Vahy 2, Tirmizi Menâkıb 7, Nesâi İftitah 37, Muvatta’ Messü’l Kur’an 7’den İ. H. BURSEVİ, 22/405)
(6).‘Gerçekten gece (ibâdete) kalkış, daha uygun ve okuyuş bakımından da daha etkilidir.’ (…) Bu âyette belirtilmek istenen husus, gece vaktinin sessizlik, tenhâlık ve serinliğinden dolayı huzur ve sükûn içerisinde ibâdet etmeye, tefekkür ve tezekküre daha elverişli olduğudur. Bunun için Yüce Allah, tüm canlıların uykuya dalıp yarı ölüm hâlinde bulundukları bir zaman dilimi içinde kendisi ile başbaşa kalarak her türlü riyâdan uzak bir şekilde ibâdet etmemizi istemektedir. Çünkü gece esâsen istirahat zamanıdır. O yüzden gece istirahatını terk edip ibâdet için kalkmak insan tabiatına aykırıdır, ama nefsin kontrol altına alınması için çok etkili bir yoldur. Bu yolla insan, kalbiyle dili arasında bir armoni (uyum) sağlamış olur. Zîrâ gece saatlerinde Allah ile kul arasına hiçbir engel giremez. Yâni bu hâlde insan, diliyle ne söylüyorsa kalbiyle de onu söyler. Böylece de kalp ile dil arasında bir ahenk meydana gelmiş olur. Bu da insana büyük bir mutluluk ve haz verir. O yüzden gece vakti ibâdet etmek, tefekkür, tezekkür ve tedebbür için kalkmak ve her türlü riyâ (fiili gösteriş) ve süm’adan (sözlü gösteriş) uzak olarak Allah Teâlâ’ya kulluk görevini yerine getirmek, üzerinde durduğumuz âyetin insana vermek istediği mesajın özetidir. Bu mesajı yerine getirmek için de bir müddet uyku uyuduktan sora kalkıp gecenin belli bir kısmında ibâdet etmek gerekmektedir. (M. DEMİRCİ, 3/448)
(7).‘Çünkü gündüzde, senin uzun meşguliyetin vardır.’ Burada Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine, gündüzleri daha çok maîşet temini, Kur’ân’ı tebliğ, dîni öğretme ve daha başka işlerle meşgul olacakları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple namaz, Kur’ân okuma gibi ibâdetler için gecenin daha elverişli bir zaman olduğu hatırlatılmıştır. (KUR’AN YOLU, 5/487)
(8).‘Rabbinin ismini an’ Gece ve gündüz O’nu an. ‘Sübhânallah’, ‘Lâ ilâhe illâllah’, ‘Allâhü Ekber’ demek, Allah’ı ululamak, namaz kılmak, Kur’ân okumak, ilim öğretmek, Allah için öğüt verip yol göstermek gibi Rasûlullah (s)’in gece ve gündüz bütün saatlerinde meşgul olduğu şeyler buna dâhildir. ‘Tam anlamıyla O’na yönel.’ Kendini herşeyden çekerek Rabbine çekil, samîmi bir şekilde O’nun emir ve itaatı ile meşgul ol. İçinde yüzdüğün dünyâ meşgale ve maksatları, alâkası gönlünü aslâ meşgul etmesin. Tebettül; lügatte ‘kesmek’ demektir. Nitekim herşeyle ilgisini kesip Allâh’a ibâdet ettiği için Hz. Meryem’e ‘betül’ denilmiştir. (ELMALILI, 8/400)
(9).‘(Allah,) doğunun ve batının Rabbidir.’ Doğunun ve batının sâhibi ve mutasarrıfı O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. Sâdece O’na ibâdet ettiğin gibi, yalnız O’na tevekkül et, O’nu vekil tut. (S. HAVVÂ, 15/403)
‘O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O’nu vekil tut’ Bütün işlerini O’nun görmesini iste. Şuurlu dileklerin hepsinde O’nun emir ve hükmü doğrultusunda yürü, O’na dayan. Ne senin kendinin ne de başkalarının arzusuna göre yürüme. O’nun her hususta irâde ve gücü geçerlidir. Oysa O’nun hükmüne uymayan her düşünce ve emel bâtıl ve geçersizdir. O senin bütün işlerini iyileştirmeye ve düzeltmeye, sana düşmanlık edecek olanların hakkından gelmeye yeter. (ELMALILI, 8/400, 401)
(10).‘Onların söylediklerine sabret,’ ‘Onların Ben’im hakkımda eş ve çocuk edindiğim, senin hakkında sihirbaz, şâir olduğun yolundaki sözlerine sabret.’ (Nesefi’den S. HAVVÂ, 15/404)
‘Onlardan güzel bir ayrılışla ayrıl.’ ‘Onlardan ayrılmak’tan kasıt, onlara tebliğ yapmayı bırak demek değil. Yalnız onlar beyhude şeyler söylediklerinde onları muhâtap alma denilmek istenmektedir. Onların terbiyesizliklerine cevap vermeyin ve bunlara karşı kızmayın, öfkelenmeyin. (MEVDÛDİ, 6/459)
(Rasûlullah’ın) saldırganlardan ‘uygun bir şekilde uzaklaşması’ (..) fiziksel anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz. Peygamber’in tutumu da burada belirtilen şekilde olmuştur. (KUR’AN YOLU, 5/487)
(11).‘Varlık sâhibi olup da (seni) yalanlayanları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.’ Dilimizde de bilindiği gibi ‘sen onu bana bırak’ demek, ‘ben onun tamâmen hakkından gelirim’ demektir. Yâni, ‘sen yorulma, merak etme, onları sâdece bana bırak ve acele etme, onlara çok değil biraz süre ver, ben onların tam olarak haklarından gelmeye ve cezâlarını vermeye yeterim. (ELMALILI, 8/402)
Bu şuna işârettir: Mekke’de o yalanlayan ve türlü hîleler ile Allah Rasûlü’ne karşı halkın taassubunu kışkırtanlar kavimlerinin zengin olanları idiler. Çünkü İslâm inkılabına çağrı, onlara dokunmaktaydı. Kur’ân-ı Kerîm bize bunun sâdece Hz. Muhammed (s)’e yönelik bir şey olmadığını bildirmektedir. Her zaman bu ıslahatçı bir harekete hep bu zenginler sınıfı karşı çıkmışlardı. (MEVDÛDİ, 6/459)
(12, 13).‘Çünkü bizim yanımızda (boğazlarına takılacak) bukağılar, şiddetli bir ateş, bir de boğazdan geçmeyen bir yiyecek ve acıklı bir azap vardır.’ 12’nci âyet onların (Mekke müşriklerinin) cezâlarının dünyâda sona ermediğine, âhirette de cehennem ateşiyle cezâlandırılacaklarına işâret etmektedir. ‘Prangalar’ diye çevirdiğimiz ‘enkâl’ kelimesi’ kelepçeler, bukağılar, demir hâlkalar’ anlamına da gelmektedir. Buna göre âyet suçluların elleri kelepçeli, ayakları bukağılı, boyunlarına hâlka geçirilmiş olarak cehenneme sürüleceklerine işâret eder. Müfessirler, ‘boğazdan geçmeyecek yiyecekler’den maksadın zakkum ağacı ve kuru diken olduğunu söylemişlerdir. (krş. Gâşiye 88/6, Şevkâni’den KUR’AN YOLU, 5/488)
(14).‘Kıyâmetin koptuğu gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar dağılıp çökmüş bir kum yığını olur.’ Çünkü o zaman yer çekimi kalmayacaktır. Dağlar parçalanacak ve önce bir kum yığını hâline gelecek, daha sonra zelzele ile yer sallanacak ve bu sâyede bu tepeler çökerek dümdüz bir hâle gelecektir. Aynı husus Tâhâ sûresi 105-107 arasında da açıklanmaktadır. (MEVDÛDİ, 6/459)
73/15-19 ÇOCUKLARI AK SAÇLI İHTİYARLARA ÇEVİRECEK O GÜNDEN SAKININ
- (Ey kâfirler!) Size (emirleri tebliğ eden ve kıyâmet günü de) üzerinize şâhit olan bir peygamber gönderdik; nitekim Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.
- Firavun ise o Rasûl’e karşı geldi (Allah yerine, kendi emirlerini geçerli kıldı). Biz de onu en ‘ağır bir cezâ’ ile yakalayıp alıverdik.
- Eğer inkâr ederseniz, (şiddetinden) çocukları bile ak saçlı bir ihtiyar yapıverecek o gün(ün şiddetin)den nasıl korunacaksınız?
- Gök o (günün dehşeti)nden dolayı yarılmış, O’nun vaadi mutlaka yerine gelmiştir.
- Şüphesiz ki bu (âyetler) bir ‘öğüt ve uyarı’dır. Artık kim dilerse Rabbine giden bir yol seçer.
15-19. (15).‘(Ey kâfirler!) Size üzerinize şâhit olan bir peygamber gönderdik; nitekim Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.’ ‘Şâhitlik edecek’ ifâdesi ile kastedilen mânâ, ‘bu peygamberin, sizin işlemiş olduğunuz inkâr ve isyâna kıyâmet günü şâhitlik edecek demektir. Hz. Peygamber’in bu şâhitliği sâdece size değil, ‘Her bir ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve seni de onlara şâhit olarak gösterdiğimiz zaman hâlleri nice olacak!’ (en Nisâ 4/41) âyetinde belirtildiği gibi diğer ümmetlere de olacaktır. (İ. H. BURSEVİ, 22/422)
(16).‘Firavun ise o Rasûl’e karşı geldi. Biz de onu en ‘ağır bir cezâ’ ile yakalayıp alıverdik.’ ‘Öyleyse siz bu peygamberi yalanlamaktan kaçının. Yoksa sizin de başınıza Firavun’un başına gelenler gelir. Öyle ki Allah onu, üstün ve güçlü birinin yakalayışı gibi yakalamıştı. Şâyet peygamberinizi yalanlarsanız siz helâka daha lâyık olursunuz. Çünkü sizin peygamberiniz Mûsâ b. İmran’dan daha şerefli ve büyüktür. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 15/405, 406)
(17).‘Eğer inkâr ederseniz, (şiddetinden) çocukları bile ak saçlı bir ihtiyar yapıverecek o gün(ün şiddetin)den nasıl korunacaksınız?’ Bu o kadar korkunç, o kadar şiddetli acı bir gündür. (ELMALILI, 8/404)
Kıyâmet kopunca çocukların saçlarının beyazlaması, kıyâmetin dehşetinden kinayedir. Kıyâmetin şiddeti, Hac sûresinin ikinci âyetinde şöyle bildirilmektedir: ‘Her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutacak ve her hâmile kadın rahmindeki çocuğunu düşürecektir. Sarhoş olmadıkları hâlde insanları sarhoş olarak göreceksin! Çünkü o gün Allâh’ın azâbı çok şiddetli olacaktır.’ (İ. KARAGÖZ 8/276)
Hadis: ‘Allah Teâlâ Kıyâmet günü ‘Ey Âdem’ der. Âdem cevap verir: ‘Lebbeyk (buyur) her emrine hazırım, bütün hayırlar senin elindedir, der. Allah: ‘Cehennem ehlini çıkar, gönder’ buyurur. Âdem sorar: ‘Cehennem ehlinin sayısı kaçtır?’ Allah Teâlâ: ‘Her bin kişiden dokuzyüz doksandokuz kişi cehennemliktir’ buyurur. Peygamber (s) devamla şöyle der: ‘İşte o çocuğun ihtiyarladığı ve her hâmile kadının çocuğunu düşüreceği zamandır.’ (Buhâri Enbiyâ 7, Müslim Îman 319’den İ. H. BURSEVİ, 22/425, 426)
(18).‘Gök o (günün dehşeti)nden dolayı yarılacaktır.’ O öyle dehşetli bir gün ki, yalnız dağlar erimek, çocuklar kocalmakla kalmayacak, o yüksek gök bile yarılıp ayrılacak, ilâhi emir gelip yeni bir âlem kurulacak. (ELMALILI, 8/404)
‘O’nun vaadi mutlaka yerine gelmiştir.’ O günün geleceğine dâir söz gerçekleşmiş olacaktır. Yâhut Cenâb-ı Hakk’ın o günün geleceği hakkındaki tehdidi yerine getirilmiş olacaktır. İbn Kesir: ‘O gün muhakkak vukû bulacak ve o günden kurtulmak mümkün olmayacaktır.’ (S. HAVVÂ, 15/406)
(19).‘Şüphesiz ki bu (âyetler) bir ‘öğüt ve uyarı’dır. Artık kim dilerse Rabbine giden bir yol seçer.’ ‘tezkire / öğüt’ ile maksat, insanlara nasihat etmek, onları iyiye, güzele ve doğruya teşvik etmek, ilâhi gerçekleri hatırlatmaktır. Kur’an bir öğüttür: ‘Öğüt fayda versin, vermesin sen öğüt ver. Allah’tan korkan kimse öğüt alır.’ (87/9, 10). ‘Öğüt ver, çünkü öğüt vermekmüminlere fayda verir.’ (51/55; İ. KARAGÖZ 8/277)
73/20 ALLÂH’A GÖNÜL HOŞLUĞUYLA ÖDÜNÇ VERİN
- (Rasûlüm!) Şüphesiz Rabbin biliyor ki sen, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini ayakta dur(up ibâdetle geçir)iyorsun ve seninle berâber olanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder (ölçer). (Allah) sizin onu (o gece ayakta durma miktarını) böyle say(ıp tam başar)amayacağınızı bildi de sizi affetti (farz kılmayıp onu kolaylaştırdı). Artık (namazda) Kur’ân’dan kolay gelen (miktâr)ı okuyun. O içinizden bir kısmının hasta (durumda), diğer kısmının Allâh’ın lütfundan (nasip) arayarak yeryüzünde yol katedecek ve bir diğerinin de Allah yolunda savaşacak olduğunu bilmektedir. O hâlde ondan kolay gelen (miktar)ı okuyun, (farz) namazı da hakkıyla kılın. Zekâtı verin ve Allâh’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verin. (Karşılığını Allah’tan almak üzere iyilik yapın.) Kendiniz için önden (dünyâda iken) ne gönderirseniz, Allah katında onu, daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 57/11 ]
20-20.‘Artık Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun.’ İbn Kesir şöyle der: ‘Herhangi bir vakit belirlemeksizin fakat kolayınıza gelecek şekilde gece kalkarak teheccüd kılın. Âyet-i Kerîme’de namaz, okuma kelimesiyle ifâde edildi. (el İsrâ, 17/10, S. HAVVÂ, 15/408)
Çoğunluk fakihler ‘Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyunuz.’ (Müzzemmil 73/20) âyetine ve ‘Fâtiha’yı okumayanın’ namazı yoktur.’ (Tirmizi Mevâkit 69) hadîsine dayanarak, namazların her rekâtında Fâtihayı okumanın ‘farz’ olduğunu söylerken, Hanefiler; yukarıdaki âyeti ve namazını eksik kılan kişiye, Hz. Peygamber’in ‘Kur’ân’dan bildiğin kolayına geleni oku.’ (Buhâri Ezan 95, Müslim Salât 45. Ebû Dâvud Salât 144.) hadîsini delil alarak, namazda mutlak kıraatin ‘farz’ olduğunu, Fâtiha’yı okumanın ise ‘vâcip’ hükmünde bulunduğunu söylemişlerdir. Hanefilerde fetvâya esas olan görüşe göre, namazda farz olan kıraat ‘üç kısa âyet veya uzun bir âyet’ olmakla yerine gelmiş olur. (H. DÖNDÜREN, 2/926)
‘İçinizden hasta olacakları, Allâh’ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde yol tepecekleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz ki Allah bilir.’ Hastalara, ticâret yoluyla rızık kazanmak yâhut ilim öğrenmek üzere yolculuk yapanlara gece ibâdeti zor gelir, mücâhidler savaşla gece ibâdetini birarada yürütemezler. (S. HAVVÂ, 15/408)
Bu âyet hatta sûrenin tümü Mekke’de nâzil olmuştur. O zaman savaş henüz meşru kılınmamıştı. İşte bu Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu gösteren en büyük delillerden biridir. Çünkü bu, gelecekle ilgili haber verme kabilindendir. (S. HAVVÂ, 15/416)
‘O hâlde ondan kolayınıza geleni okuyun.’ Yâni gecenin üçtebiri vesâire diye takdir etmeden (isterse bir koyun sağımı bir süre kadar olsun) gece namazından size kolay geleni kılınız. Bu, dört rekât olabildiği gibi, iki rekât da olabilir. Âyette ‘okuyunuz’ buyurulmuş, ‘namaz kılınız’ kastedilmiştir. Yâni namazın içindeki bir parça olan ‘okuma’ zikredilmiş, bununla namaz kılma fiili kastedilmiştir. Böylece ortaya çıkıyor ki, teheccüd namazı ihtiyâri / seçimlik bir namazdır. (İ. H. BURSEVİ, 22/432, 433) ‘… namazı kılın.’ İbn Abbas, İkrime, Mücâhid, Hasan, Katâde ve seleften birçoğu; bu âyet daha önce müslümanların üzerine farz kılınmış olan teheccüd namazıyla ilgili hükmü yürürlükten kaldırılmıştır, derler. Ancak farz kılınma ile neshedilme arasındaki süre konusunda (…) değişik görüşler ileri sürülmüştür. (S. HAVVÂ, 15/417)
‘… ve Allâh’a gönül hoşnutluğu ile ödünç verin.’ Burada verilmesi istenen sadakalar nâfile sadakalardır. (S. HAVVÂ, 15/409)
Hadis: Gecenin yarısı veya üçte ikisi geçtiği zaman yüce Allah yakın göğe (rahmeti) iner ve şöyle seslenir: İsteyen yok mu ona verilsin. Duâ eden yok mu duâsı kabul edilsin. Bağış dileyen yok mu, bağışlansın. Bu durum sabah oluncaya kadar devam eder.’ (Müslim Salât 172, İ. KARAGÖZ 8/281)
Sadaka veren (..) sadaka verdiği miktarı malından ayırıp Allah yolunda harcamaktadır. Âyette, zengin verdiği borcu fakirin başına kakmasın diye, Allah borç vermeyi kendisine nisbet etti. Çünkü fakir, bu hayrı işlemesinde zengine yardımcı olmaktadır. Böylece zengin, fakire iyilik yapmış olmamakta, bilâkis fakir zengine iyilikte bulunmuş olmaktadır.’ (Nesefi’den S. HAVVÂ, 15/418) ) (Allah’ın izniyle Müzzemmil sûresi tefsiri tamam oldu, 23.7.2018, 10 Zilkade 1439)
Hadîs-i Kudsi: ‘Ey kullarım. Siz gece ve gündüz günah işliyorsunuz. Ben günahların hepsini bağışlarım. Bu sebeple benden af ve bağışlama isteyin, sizi bağışlayayım.’ (Müslim Birr ve Sıla 54; İ. KARAGÖZ 8/284)