Nasr Sûresi

110 / Nasr Sûresi

Medîne döneminde, Mekke fethedildikten sonra nâzil olmuştur. Üç âyettir. İlk âyette geçen ve sûreye ad olan “nasr” kelimesi “yardım” demektir. Allâh’ın yardımını anlattığından bu adı almıştır. (H. T. FEYİZLİ 1/603)

Hz. Ebubekir, Abdullah b. Abbas gibi bir kısım sahâbiler, Nasr sûresinin inmesiyle Efendimiz (s)’in vefâtının yaklaştığını anlamışlar, işin farkında olmayanlar buradaki yardım ve zafer müjdelerine sevinirken, onlar hazin hazin gözyaşı dökmüşlerdir. (Buhâri Tefsir 11, Tirmizi Tefsir 110’den Ö. ÇELİK, 5/639)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 110/1-3  FETİH  VE  ZAFER  SONRASI  O’NU  TESBİH  ET  VE  MAĞFİRET  DİLE

1-3. (Ey Peygamberim!) Allâh’ın (vaadettiği) yardımı ve (Mekke) fethi gelince,  2. İnsanların Allâh’ın (son) dînine akın akın girdiklerini görünce,  3. Hemen Rabbini hamd ile (överek) tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

1-3.’Allâh’ın (vaadettiği) yardımı ve (Mekke) fethi gelince,’ Müfessirlere göre ‘Allâh’ın yardımı’ndan maksat, Mekke petperestlerine veya bütün düşmanlarına karşı Allâh’ın Hz. Peygamber’e yardım etmesi ve onu zafere kavuşturmasıdır; mecâzen ‘dînin kemâle ermesi, son şeklini alması’ anlamında da yorumlanmıştır. (KUR’AN YOLU 5/707)

(..) Şu bir gerçek ki, Mekke’nin fethi hicretin 8’inci yılı Ramazan ayında gerçekleşmiş, bu sûre ise hicretin 10’uncu yılının sonunda ya da 11’inci yılın ortalarında indirilmiştir. O hâlde Mekke’nin fethi ile söz konusu sûrenin iniş zamanı arasında iki seneden fazla bir süre bulunmaktadır. Bundan dolayı Nasr sûresindeki fetih sözcüğü yalnız Mekke’nin fethini değil, hicri 9’uncu yıla rastlayan Taif’in fethini, Tevbe sûresinde zikredilen Tebük savaşını ve kısacası Hz. Peygamber (s)’in vefâtının öncesine kadar Allâh’ın ona nasip kıldığı tüm fetihleri ifâde etmektedir. Bu sûre aynı zamanda hicretin 9’uncu ve 10’uncu yılında Hz. Peygamber (s)’e biat etmek üzere Arap yarımadasının her tarafından Medîne’ye gelip akın akın Allâh’ın dînine girmelerinden, kısacası Yemen’den Hicaz’a, Doğu’dan Batı’ya İslâm’ın ve Allah Rasûlü (s)’in otoritesinin tüm Arap yarımadasına yayıldığından söz etmektedir. (MEVDÛDİ) Bu da hiç kuşkusuz –ELMALILI’nın da dediği gibi- İslâm’a kapalı olan kalplerin fethedilmesiyle mümkün olmuştur. (M. DEMİRCİ 3/659)

(2).‘Ve insanları gördün, Allâh’ın dînine dalga dalga giriyorlar’ ‘Girdiler’ buyurulmayıp ‘giriyorlar’ buyurulması da hepsinin girmeleri tamam olmuş olmayıp, girmeye başladıklarına ve peyderpey gireceklerine işâret eder. İşte bu ölçü iledir ki, ‘nâs: insanlar’ Arap’tan başkasını da içine alır ve gelecekteki girmeler de bu hâle katılmış olacağı anlaşılır. Yâni giriyorlar ve girecekler. ‘Allâh’ın dînine’ Yâni Hak İslâm milletine ki, Allah katında din odur. Ondan başka din isteyenin dîni kabul olunmaz. ‘Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.’ (Âl-i İmran 3/19; ELMALILI 10/28, 29)

‘İnsanların Allâh’ın (son) dinine akın akın girdiklerini görünce,’  Ebâ Ömer b. Abdü’l Berr demiştir ki: ‘Resulullâh’ın vefâtında Araplar’da kâfir kalmamıştı. Mekke’nin fethini müteâkip Huneyn ve Taif muhârebelerinden sonra hepsi İslâm’a girmiştir. Kimi kendi gelmiş, kimi de fevç fevç elçilerini ve temsilci heyetlerini göndermişlerdi. İbnü Atıyye de demiştir ki: Bunun ‘kâfir kalmamıştı’ demesinden maksat –Allah daha iyi bilir- puta tapıcı Arap kalmamıştı, demek olmalıdır. Çünkü Beni Tağlib Hristiyanları Rasûlullâh’ın hayâtında henüz İslâm’a girmiş olmayıp cizye vermeyi kabul etmişlerdi. O hâlde maksat, Mekke’liler, Taif’liler, Yemen’liler, Havâzin’liler ve diğer puta tapıcılar olmuş olur.’ (ELMALILI 10/29)

(3).‘Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.’ ‘Hamd’dan murat Allâh’a hamd-ü senâ ve şükretmektir. ‘Tesbih’den murat, Allâh’ı her bakımdan tenzih etmektir. Burada ‘Rabbinin bu mûcizesini gördükten sonra O’na hamdedip, O’nu tesbih et’ denmiştir. Hamdin anlamı, ‘bu büyük başarının senin mârifetin sonucu gerçekleştiği aklına bile gelmemelidir. Bu (başarı) tamâmen Allâh’ın lütfu ile olmuştur. Bunun için Allâh’a şükret, kalp ve lisân ile bunu itiraf et. Çünkü böyle büyük bir işi gerçekleştiren ve bu başarının yaratıcısı ancak Allah’tır, hamde ancak O müstehaktır’ şeklindedir. (MEVDÛDİ, 7/286, 287)

Hadis: ‘Allâh’a yemin ederim ki, ben günde yetmiş defâdan fazla Allah’tan bağışlanma diliyor ve O’na tevbe ediyorum.’ (Buhâri Deavât 3; İ. KARAGÖZ 8/662)

Hadis: Hz. Âişe (r) anlatıyor: Rasûlullah (s) vefâtından önce ‘Sübhâneka’llâhümme ve bi hamdike ve estağfiruke ve etûbü ileyke’  ‘Allâh’ı hamd ile tesbih eder, Allah’tan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim.’ Sözlerini çokça söylerdi. Kendisine: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Görüyorum ki sen: ‘Allâh’ı hamdiyle tesbih ederim. Allah’tan mağfiret diler, O’na tevbe ederim’ sözlerini çokça söylüyorsun, bunun sebebi nedir?’ diye sordum. Fahr-i Kâinat (s): ‘Rabbim bana ümmetimde bir alâmet göreceğimi haber vermişti. Bu alâmeti gördüğüm takdirde bu tesbîhi çokça söylememi buyurdu. İşte ben o alâmeti görmüş bulunuyorum’ buyurdu ve Nasr sûresini okudu. (Buhâri Tefsir 110, Müslim Salât 217’den Ö. ÇELİK, 5/643)