79 / Nâzi’ât Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 46 âyettir. Adını ilk âyette geçen “nâzi’ât” (söküp çıkaran) kelimesinden alır. (H. T. FEYİZLİ, 1/582)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
79/1-5 MELEKLERİN GÜCÜ
1-5. Yemin ederim, (kâfir gruplarının ruhlarını) gâyet şiddetli olarak söküp çıkaran (melek)lere! (Allâh’a teslimiyet içinde olan mü’minlerin ruhlarını) yavaşçacık alanlara! (Gökte) çok hızlı hareket eden (melek)lere! İşlerinde yarışıp geçenlere, bir de (emrimizle kullara âit) işi yöneten (melek)lere (ki elbet kıyâmet kopacak ve kesinlikle diriltileceksiniz).
1-5. (1, 2).‘Yemin ederim, (kâfir gruplarının ruhlarını) gâyet şiddetli olarak söküp çıkaran (melek)lere! (Allâh’a teslimiyet içinde olan mü’minlerin ruhlarını) yavaşçacık alanlara! (Gökte) yüzüp yüzüp giden (melek)lere! İşlerinde yarışıp geçenlere, bir de işi yöneten (melek)lere (ki elbet kıyâmet kopacak).’ Bu âyetlerde beş özelliğe sâhip kimselere (varlıklara) yemin edilmiş, ancak niçin yemin edildiği açıklanmamıştır. Fakat daha sonra gelen konulardan bu yeminin vukû bulacağı kesinlik kazanmış Kıyâmet hakkında olduğu anlaşılıyor. Bu beş özelliğe sâhip varlıkların kimliğinin açıklanmamasına rağmen bâzı sahâbe, tâbiin ve müfessirlerin çoğuna göre bu varlıklar meleklerdir. (MEVDÛDİ, 7/24)
Nâziât: ‘Melekler ruhları parmak uçları ve tırnak altları gibi bedenlerin ta derinliklerinden çeke çeke alırlar. Can çekme işini şiddetle yaparlar. (Nesefi’den, S. HAVVÂ, 16/14)
Nâşitât: Bunlar meleklerdir. Bu görüş sâhiplerine göre melekler, insanoğlunun canını aldıkları zaman bir kısmı onların canını zorla alır. Can alma işini şiddetli yapar. Diğer bir kısmı da onların canını sanki çözülmesi kolay bir düğümü çözer gibi kolayca alır. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ 16/14)
(3-5‘Göklerde hızlı hareket edenlere de. Andolsun yarıştıkça yarışanlara ve işleri yönetenlere.’ İbn Mesud: Sâbihât, sâbikât, müdebbirât meleklerdir, der. Nesefi der ki: ‘Burada Allah Teâlâ bâzı melek gruplarına yemin etti. Onlar yüzer gibi bir süratle gidip emredilen şeyi yerine getirmede başkalarını geçen, kendilerine çizildiği şekilde kulların dînî ve dünyevi yönden menfaatlerine olan işleri yöneten meleklerdir. (S. HAVVÂ, 16/15)
79/6-14 İLK HÂLİMİZE Mİ DÖNDÜRÜLECEĞİZ?
6-9. Kıyâmetin koptuğu gün yeri şiddetli bir sarsıntı sarsacak, ardından gelen (başka bir sarsıntı) onu tâkip edecek. O gün kalpler (korkudan) titreyecek, insanların (korku ve dehşetten) gözleri yere dikilecek.
10-12. (Kâfirler alay ederek dünyâda iken): “Biz mi sâhiden (dirilip) önceki hâle döndürüleceğiz? Çürüyüp ufalanmış kemikler olduğumuz zaman mı?” derler. (Onlara: “Evet, Allah herşeye kâdirdir.” denilince🙂 [bk. 17/49-51; 36/77-82; 75/3] 12. “Öyleyse bu (dönüş) ziyanlı bir dönüştür!” dediler.
13-14. Ancak o (Sûr’a son üfürülüş, yine) bir tek çığlıktır. 14. Bir de (bakarsın ki) onlar, hemen uyan(ıp toplan)ırlar. [bk. 17/52; 34/ 51-53]
6-14. (6).‘Kıyâmet koptuğu gün yeri şiddetli bir sarsıntı sarsacak, ardından gelen (başka bir sarsıntı) onu tâkip edecek.’ Râcife, Sûr’a ilk üfürmedir. İlk üfürmenin sarsıntı diye nitelendirilmesi, üfürme ile meydana gelecek sarsıntıdan dolayıdır. Zîrâ Sûr’a ilk üfürüşte yeryüzü, üzerinde yaşayan tüm canlılar ölecek şekilde bir şiddetle sarsılacaktır. Âyet-i Kerîmede geçen râdife, ikinci kez sûra üfürmedir. Çünkü bu, birincinin peşinden gelecektir. Nesefi şöyle der: ‘Sûr’a birinci üfürüş yaratıkları öldürecek, ikinci üfürüş ise onları yeniden diriltecektir.’ (S. HAVVÂ, 16/15)
‘O gün kalpler (korkudan) titreyecek, insanların (korku ve dehşetten) gözleri yere dikilecek.’ ‘Bâzı kalpler’ kelimesinin burada kullanılmasının sebebi Kur’ân’a göre, Kıyâmet günü yalnızca kâfirler, fâcirler ve münâfıklar korku ve dehşet içinde olacaklardır. Fakat müminler bu dehşetten beri olacaklardır. Enbiyâ 21/103’te şöyle buyurulmuştur: ‘O an büyük korku onları aslâ tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılar: İşte bu, size vaadedilen gününüzdür.’ (MEVDÛDİ, 7/25)
(10, 11).‘(Kâfirler alay ederek dünyâda iken): “Biz mi sâhiden (dirilip) evvelki hâle döndürüleceğiz? Çürüyüp ufalanmış kemikler olduğumuz zaman mı?” derler.’ Bu sözleriyle (kâfirler) canlılıktan bu kadar uzak olan kemiklerin diriltilmesinin hayâl olduğunu iddiâ ederler. Hâlbuki bu, Allâh’ın sonsuz kudretine göre çok basit bir iştir. Sâdece bir çağrıya bakmaktadır. O çağrı yapılınca, herkes bir anda o Yüce Mahkeme’de toplanacaktır. (Ö. ÇELİK, 5/352)
(12).“Öyleyse bu (dönüş) ziyanlı bir dönüştür!” dediler.’ Şâyet öldükten sonra dirilme doğruysa ve yeniden diriltilirsek, bunu yalanlamamızdan dolayı o zaman biz zarar edenlerden oluruz. (Nesefi’den, S. HAVVÂ, 16/16)
(13, 14).‘Doğrusu o tek bir çığlıktır.’ Nesefi şöyle der: ‘Bu döndürmenin Allâh’a zor geleceğini sanmayın. Bu Allâh’ın gücü karşısında çok kolaydır ve bir çığlıktan ibârettir. Bu çığlıkta Sûr’a ikinci defa üfürme kastedilmiştir. (S. HAVVÂ, 16/16)
‘Derhâl onlar bir meydanda bulunurlar.’ ‘Sâhire’, uyanık göz ve gözlere serap görünen düpedüz açık yeryüzü, sahra, meydan demek olup burada, gözleri açılarak apaçık mahşer yerinde bulunacakları anlatılmıştır. (ELMALILI, 8/514)
79/15-26 SANA MÛSÂ’NIN HABERİ GELDİ Mİ?
- (Rasûlüm!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
16, 17. Hani Rabbi ona mukaddes vâdi “Tuvâ”’da (şöyle) seslenmişti: [bk. 20/12] 17. “Firavun’a git, çünkü o azdı.”
18-19. (Firavuna) De ki: “(Küfürden) arınmaya meylin var mı?” 19. “Seni Rabbinin yoluna ileteyim de artık (O’ndan) korkasın.”
- Derken (Mûsâ gidip) ona büyük mûcizeyi gösterdi.
21-24. Fakat o yalanladı ve isyan etti. 22. Sonra (Mûsâ’ya) sırtını döndü ve kalkıp gitti. 23. Derhâl (halkını ve sihirbazlarını) topladı da (onlara şöyle) bağırdı: 24. “Ben sizin en yüce rabbinizim!” dedi. [bk. 26/29]
- Allah onu, hem dünyânın hem âhiretin, ibretlik cezâsıyla yakaladı. [bk. 10/90-92; 40/45-46]
- Şüphesiz Firavun’un cezâlandırılmasında, (Allah’tan) korkan kimseler için gerçekten (büyük) bir ibret vardır.
15-26. (15).‘(Rasûlüm!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?’ (Bu kıssanın) Buradaki özelliği ise Firavun’a söylenmesi istenen ‘yumuşak söz’ün nasıl olacağını izah ve Firavun’un ‘En yüce Rabbiniz benim’ taşkınlığıyla Firavun’luğunun özünde bulunan anlamı özetlemiş olmasıdır. (ELMALILI, 8/514)
(16).‘Hani Rabbi ona mukaddes vâdi “Tuvâ”’da (şöyle) seslenmişti:’ Mukaddes vâdi, Şam çölünde Tûr-i Sînâ Dağının eteğinde bir vâdidir: Tuvâ. Tuvâ, bu vâdinin ismi ve onun açıklamasıdır. Önce temiz ve mübârek demek olan ‘mukaddes’ sıfatıyla nitelenmesi ilâhi feyiz ve bereketin önce temiz kalplere geleceğine ve dolayısıyla herşeyden önce temizliğin gerekli olduğuna dikkat çekmektir. (ELMALILI, 8/514)
(17).“Firavun’a git, çünkü o azdı.” Otorite ve gücüne güvenip Rabbini tanımadı. Gücünü ve sistemini rableştirdi. (H. T. FEYİZLİ 1/583)
(18, 19).‘(Firavun’a) De ki: “(Küfürden) arınmaya meylin var mı?” Allâh’a ortak koşma ve O’na karşı gelmeden itaat ve îman ederek temizlenmek arzun var mı? (S. HAVVÂ, 16/17) “Seni Rabbinin yoluna ileteyim de artık (O’ndan) korkasın.” Allah Teâlâ Mûsâ (as)’a anlamı ‘teklif’ olan soru yöneltme metoduyla Firavun’a hitap etmesini emrediyor. Bundan maksat yumuşak sözle onu çağırmak ve kibrinden dönmesi için ona iyi davranmaktır. Bu üslûp, ‘ona yumuşak söz söyleyin, belki o aklını başına alır veya korkar.’ (Tâhâ 20/44) âyet-i kerîmesinin bir açıklaması mâhiyetindedir. (İ. H. BURSEVİ, 23/28)
(20, 21).‘Derken (Mûsâ) ona büyük mûcizeyi gösterdi.’ O büyük mûcize âsânın dirilip yılan olması mûcizesidir ki, ölülerin dirilmesine ve ‘kün: ol’ emriyle tecelli edeceğine bir delildir. Firavun sözlü delîli dinlemeyince Mûsâ (as) ona bu fiili delîli gösterdi. ‘Fakat Firavun yalanladı.’ Söze inanmadığı gibi o büyük mûcizeyi gördüğü hâlde de ona sihir dedi ve Mûsâ (as)’ın yalan söylediğini iddiâ etti ‘ve isyan etti.’ Allâh’ı ve emrini tanımak istemedi, temizlenmeğe niyet etmek şöyle dursun ‘O âlemlerin Rabbi de ne oluyormuş?’ diye karşılayarak inkâr ve isyan küstahlığında bulundu. (ELMALILI, 8/515)
(22).‘Sonra hızlıca dönüp gitti.’ ‘Bâtılla hakka karşı koymak için hızlıca ondan uzaklaştı. Bu uzaklaşma, Mûsâ (as)’ın getirdiği parlak mûcizelere karşı koymak üzere Firavun’un sihirbazları toplamasıdır. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 16/18)
(23).‘Derhâl (halkını ve sihirbazlarını) topladı da bağırdı:’ Sihirbazları toplayıp mağlûp olduktan sonra Şuarâ sûresinde ‘Firavun şehirlere asker toplayıcılar gönderdi.’ (Şuarâ 26/53) âyetiyle açıklandığı üzere şehirlere asker sevki için memurlar, asker toplayıcılar göndererek ordusunu ve adamlarını topladı da haykırdı. (ELMALILI, 8/516)
(24).“Ben sizin en yüce rabbinizim!” dedi.’ Benim üstümde hiçbir rab yoktur. Bu ifâde onların Firavun’la birlikte ibâdet ettikleri birtakım putları olduğuna işâret eder. Bu bakımdan Firavun kendisini onların hepsinin üstünde görüp Allâh’a ilâhlık hakkı tanımamıştır. (S. HAVVÂ, 16/18)
(25, 26).‘Allah onu, hem dünyânın hem âhiretin, ibretlik cezâsıyla yakaladı.’ ‘Şüphesiz Firavun’ub cezâlandırılmasında, (Allâh’ın cezâlandırmasından) korkan kimseler için gerçekten (büyük) bir ibret vardır.’ Allah Teâlâ, peygamberini yalanlayan ve emirlerine karşı böyle küstahça başkaldıran o zâlimi cezâsız bırakmadı. Onu hem Kızıldeniz’in azgın dalgaları arasında boğmak sûretiyle dünyâ cezâsıyla, hem de îmansız ölüp ebedi cehennemi boylaması sûretiyle âhiret azâbıyla cezâlandırdı. (Ö. ÇELİK, 5/354)
79/27-33 SİZİ YARATMAK MI DAHA GÜÇ?
27-29. (Ey insanlar!) Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa göğü mü? Ki (Allah) onu binâ etti, boyunu yükseltti ve onu düzene koydu. Onun gecesini kararttı, hem de (gündüz) aydınlığını çıkardı.
30-32. Bundan sonra yeri (elips şeklinde) yuvarlattı yayıp döşedi. [bk. 91/6] 31-32. Ondan suyunu ve otlağını (çeşitli bitki ağaçlarını) çıkardı. Dağları da tespit edip yerleştirdi.
- (Bunların hepsi) size ve hayvanlarınıza birer fayda olması içindir.
27-33. (27-29).‘Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa göğü mü? Ki (Allah) onu binâ etti, boyunu yükseltti ve onu düzene koydu. Onun gecesini kararttı, hem de (gündüz) aydınlığını çıkardı.’ Bu muazzam kâinâtı ve sizleri ilk defa yaratan Allah için hiçbir şeyin güç olamayacağını düşünmüyor musunuz? İlk defa yaratan, tekrar yaratmaya niçin kâdir olmasın? Ölümden sonraki hayat ile ilgili bu gibi delillere Kur’ân’da çokça yer verilmiştir. Örneğin Yâsîn 36/81 de şöyle buyurulmaktadır: ‘Gökleri ve yeri yaratan onların benzerini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette O çok Kâdir’dir. O yaratmayı en iyi bilendir.’ Mümin 40/57’de de şöyle denmektedir: ‘Elbet gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmez.’ (MEVDÛDİ, 7/29)
‘Allah o göğe boyuna yükseklik vermiştir.’ Direksiz olarak onu yükseğe kaldırmıştır. Semk; bir şeyin, yükseklik şeklinde ifâde ettiğimiz boyu, aşağıdan yukarıya uzaması ve yüksekliğidir. Yukarıdan aşağıya düşünüldüğü takdirde buna ‘umk’ denir. Enine, boyuna olmak üzere ‘kalınlık’ ile de tefsir edenler olmuştur. ‘sonra da onu düzledi.’ ‘Göğü yükseltti, denge kânûnu koydu.’ (Rahman 55/7) âyetinin anlamınca dengesini koyup denkleştirdi, düzene koyup düzeltti. Bunda göğün şeklinin tam küre olduğu anlamını çıkarmak isteyenler olmuşsa da bütün göğün genel görünümünün tam küre olduğu sâbit değildir. Bunu Allah etraflıca bilir. (ELMALILI, 8/519) (30).‘Bundan sonra yeri yuvarlattı yayıp döşedi.’ Göğü yaratıp bir nizâma koyduktan ve gecesini giderip gündüzünü çıkardıktan sonra yerküreyi, üzerinde yaşama ve yerleşme imkânı olacak şekilde yayıp serdi. Yerkürenin, üzerinde yaşadığımız kabuğunu ondan sonra yaratıp döşek hâlinde döşedi. (ELMALILI, 8/520)
(30’uncu âyette) İki ilmi mûcize vardır: Zîrâ âyette geçen ‘dahv’ Arapçada; ‘yusyuvarlak dürmek’ anlamına gelir. (…) Hâlbuki Arap Yarımadasında Kur’ân indiği zamanlarda yerin küre şeklinde olduğu görüşü bilinmiyordu. Bu âyette, yerin küre şeklinde olduğuna işâret edilmesi Kur’ân’ın Allah katından geldiğine açık bir delildir. İkinci mûcize de şudur: Âyet-i Kerîmede yer kürenin (..) gök denilen samanyollarından sonra yaratıldığı ifâde edilmiştir. Bu görüş, çağdaş ilmi teorilerin üzerinde birleştiği bir konudur. Çağdaş bütün ilmi teoriler, yer kürenin kâinattaki herşeyden sonra varolduğunu kabul etmektedir. (…) Yedi gök, Kur’ân’ın ifâdesiyle yer küreden sonra yaratılmıştır. Ama kâinatın samanyolları ve uyduları en Nâziât sûresindeki 30’uncu âyette belirtildiğine göre yer küreden önce yaratılmıştır. Bu da Kur’ân’ın mûcizelerinden biridir. (S. HAVVÂ, 16/26)
(31, 32).‘Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.’ Suyunu yarattı, kaynaklarını fışkırttı, nehirlerini akıttı; otunu, otlağını, çiftliğini bitirdi. (ELMALILI, 8/521)
‘Dağlarını da oturttu,’ yerleştirdi. İşte yerkürenin yayılıp döşenmesi, yer kabuğunun böyle yaşanabilecek ve yerleşilebilecek şekilde döşenmesi demektir. Nitekim bu hikmet, şöyle açıklığa kavuşturuluyor: ‘Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması, yaşaması için.’ Demek ki bu büyük yaratma ve kudret hikmetsiz değil; bunlar gâyesiz, boşu boşuna, nasıl rast gelirse öyle yaratılıvermemiştir. O hâlde bu yaşamanın, yaşatmanın da bir hikmet ve gâyesi vardır. (ELMALILI, 8/521)
79/34-41 O BÜYÜK FELÂKET GELDİĞİ VAKİT
34-36. En büyük felâket (olan kıyâmet) geldiği zaman, o gün insan, (ömründe hayra mı, şerre mi) neye koştuğunu hatırlar. 36. O alevli ateş, gör(üp gir)ecekler için ortaya çıkarılır.
37-39. Azgınlık edip dünyâ hayatını âhirete tercih eden (kâfir) kimseye gelince, şüphesiz ki o alevli ateş, kendisinin varacağı tek yerdir. [krş. 2/200; 17/18]
40-41. Rabbinin (huzûrunda duracağı) makâmından korkup (gereğini yapan) nefsini de kötü hevesten engel olan kimse; işte şüphesiz cennet onun varacağı tek yerdir.
34-41. (34).‘En büyük felâket (olan kıyâmet) geldiği zaman, o gün insan, neye koştuğunu hatırlar.’ Amellerinin defterinde yazılmış olduğunu görünce onları hatırlar. Hâlbuki o bunları unutmuştur. (Nesefi’den, S. HAVVÂ, 16/21)
‘ve bürrizeti‘l cahîmü limen yerâ’ âyetine (Nâziât, 79/36) göre insanlara âhirette cehennem gösterilecek ve onu görenler söz konusu ateşin ‘innehâ termî bişererin ke‘l kasri’ kasırlar ve köşkler kadar kocaman kıvılcımlar fırlattığına şâhit olacaklardır. (Mürselât 77/32) Tabii ki bu tablo karşısında insan ne yapacağını şaşırıp kalacak ve o dehşetli günün ağırlığı her şahsın belini bükecektir. İşte bu yüzden kıyâmete ‘tâmme-i kübrâ’ denilmiştir. (M. DEMİRCİ, 3/496, 497)
‘O alevli ateş, gör(üp gir)ecekler için ortaya çıkarılır.’ (..) Rivâyet olunduğuna göre Cehennem açılacak, alevler saçarak fırlayacak, her gözü olan görecek. Çünkü ‘Hem içinizden hiçbir kimse yoktur ki oraya varacak olmasın. Bu, Rabbinin üzerine vâcip kıldığı kesinleşmiş bir hükümdür.’ (Meryem 19/71) buyrulduğu üzere herkes ona varacak, cennete gidecek olanlar da sırâtı onun üzerinden geçecektir. Bununla berâber, ‘görecek kimseler için’ demek, girecek kâfirler ve azgınlar için demek de olabilir. (ELMALILI, 8/522)
(37-39).‘Azgınlık edip dünyâ hayâtını âhirete tercih eden (kâfir) kimse, işte kesinlikle o alevli ateş, kendisinin varacağı tek yerdir.’ Kıyâmet gününde insanlar mutlular ve bedbahtlar olarak iki kısma ayrılacaklardır. Özgür irâdesiyle dünyâyı âhirete tercih edip ömrünü inkâr, isyan ve taşkınlıkla geçirerek tövbe ve îman etmeden Allâh’ın huzûruna çıkanlar bedbahtlardır; bunların barınacakları yer ise cehennemdir. (KUR’AN YOLU, 5/550)
(40, 41).‘Ve nefsini kötü arzulardan’ yâni beşeri yaratılış ve tabiatının tahakkümüyle o arzulara meyletmekten ‘uzaklaştıran’, dünyâ hayâtının metâ ve parlaklığına kapılmayan, âkıbetin korkunçluğunu bilerek dünyânın süs ve debdebesine aldanmayan ‘için şüphesiz Cennet yegâne barınaktır.’ Bu âyetin metninde geçen ‘el hevâ’ insanın nefsinin iştah duyduğu ve lezzet almak istediği bir şeye şer’i bir sebep olmaksızın meyletmesi demektir. (İ. H. BURSEVİ, 23/48, 49)
79/42-46 SANA KIYÂMETİ SORARLAR
42-44. (Rasûlüm! Kâfirler) Sana (kıyâmet) saat(in)i: “Ne zaman onun gelip çatması?” diye soruyorlar. 43. Sende onu anlatma (bilgisi) nereden (olsun)? 44. Onun son (bilgis)i, Rabbine (âit)tir. [bk. 7/187]
- (Ey Peygamberim!) Sen, ancak âhiret azâbından korkanları uyarıcısın.
- Sanki onlar, o (kıyâmet günü)nü gördükleri gün, (dünyâda) bir akşam veya bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını zannederler. [bk. 20/103; 23/113; 30/55]
42-46. (42).‘(Rasûlüm!) Sana (kıyâmet) saat(in)i: “Ne zaman onun gelip çatması?” diye soruyorlar.’ Mekkeli müşrikler Allah Rasûlünden tekrar tekrar Kıyâmetin ne zaman kopacağını sorarlardı. Ancak asıl maksatları târih ve vakit tespit etmek değil, sâdece alay etmekti. (MEVDÛDİ, 7/31)
(44).‘Onun son (bilgis)i, Rabbine (âit)tir.’ Bütün incelikleriyle ve herkes hakkında vukû bulma vaktine kadar bütün detaylarıyla onu bilmek Rabbına âittir, başkasına değil. Onu ancak O bilir. İlerisine karışmak onların haddi olmadığı gibi, daha fazlasını anlatmak da senin görevin değildir. (ELMALILI, 8/522, 523)
(46).‘Sanki onlar, o (kıyâmet günü)nü gördükleri gün, (dünyâda) bir akşam veya bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını zannederler.’ Onlar kabirlerinden kalkıp mahşer yerine gittikleri gün dünyâ hayatının süresini çok kısa görürler. Hatta bu süre onlara bir günün akşam veya kuşluk vakti kadar gelir. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 16/23)
İşte dünyâ hayâtı budur. Kısadır, tez gelip geçer. Basittir, geçicidir. Değersizdir, önemsizdir. Onlar sırf bir akşam veya sabah vakti için mi âhireti fedâ ediyorlar? Geçici bir ihtiras için mi karşılık ve sığınak olarak verilecek cenneti bir kenara itiyorlar? Şüphesiz bu, büyük bir aptallıktır. Görebilen gözü, işitebilen kulağı olan hiçbir insanın işlemeye aslâ yanaşamayacağı bir aptallıktır! (S. KUTUB, 10/359) (Naziat Sûresi Allah’ın izniyle tamamlandı. 12.9.2018 / 2 Muharrem 1440)