Nebe’ Suresi

Mekke döneminde inmiştir. 40 âyettir. Nebe, “haber” demektir. Kıyâmet gününün haberi ile başladığından bu adı almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/581)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 78/1-5  BİRBİRLERİNE  NEYİ  SORUYORLAR?

1-3. (Ey Peygamberim! Kâfirler) birbirine neyi sorup duruyorlar? 2, 3. (İnanıp inanmamak için) hakkında ayrılığa düştükleri o büyük (güne âit) haberi (mi soruyorlar)?

4-5. Hayır! (Yeniden dirilişi) ileride bilip anlayacaklar.   5. Yine hayır! Onlar ilerde elbette bilecekler.

 1-5. (1-3).Allah Teâlâ müşriklerin Kıyâmet gününü birbirlerine sormalarını ve onun vukûunu inkâr etmelerini kınayarak şöyle buyurur: ‘Neyi birbirlerine soruyorlar? Büyük haberi mi?’ Onlar birbirlerine hangi şeyi soruyorlar? Kıyâmet meselesini mi? O çok korkunç ve şaşkına çeviren büyük haberdir. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 15/537) ‘Ki onlar bunun üzerinde anlaşmazlığa düşmektedirler.’ Nesefi şöyle der: ‘Birbirlerine kıyâmeti soranların bir kısmı onu kesinlikle inkâr etmekte, diğer bir kısmı ise ondan şüphe etmekteydi.’ (S. HAVVÂ, 15/537)

Nebe’  ‘önemli haber’ demektir. Burada ise ‘kıyâmet haberi’ anlamında kullanılmıştır. Kıyâmet gününde evrenin mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah’tan başka var olan herşeyin yok olması, öldükten sonra yeniden dirilme, hesâba çekilme vb. önemli olaylar meydana geleceği için onunla ilgili habere ‘büyük haber’ denilmiştir. (KUR’AN YOLU, 5/535)

‘O büyük haberden’ ‘Büyük’ sıfatıyla nitelenmesi de aslında en büyük haber olduğunu gösterip açıklamaktadır. Bu haber, Peygamber (s)’in gönderilmesi ve özellikle onun Kur’ân ve Peygamberlikle bildirdiği kıyâmet haberidir. O gün, herkesin îman ve amelinden sorulacağı âhiret günü, öldükten sonra dirilme günüdür. (ELMALILI, 8/488)

(4, 5).‘Hayır! İleride bilip anlayacaklar.’ Bu söz, onların ihtilâf ve inkârlarını red ve bâtıl inançlarının doğru olmadığını bildirerek, verilen haberin kesin olduğunu gösterir. (ELMALILI, 8/489)

‘Sonra / Yine hayır! Onlar ilerde elbette bilecekler.’ Allah Teâlâ men etme ifâdesini daha şiddetli bir şekilde tehdit için tekrarlar. ‘Sonra’ ifâdesi ikinci tehdîdin birincisinden daha şiddetli olduğunu bildirmektedir. İbn Kesir, son iki âyet hakkında: ‘Bu çok sert ve pekiştirilmiş bir tehdittir’ der. (S. HAVVÂ, 15/538)

 78/6-16  ÜSTÜNÜZDE  YEDİ  KAT  SAĞLAM  GÖĞÜ  BİN  ETTİK

6, 7. Biz yeri bir beşik, dağları da (yeri dengede tutan) birer kazık yapmadık mı?

8, 9. (Ey insanlar!) Hem sizi de çift çift yarattık.  9. Uykunuzu bir dinlenme yaptık. 

10, 11. Geceyi (sükûnet için) bir örtü kıldık.  11. Gündüzü de geçim(inizi kazanma) vakti yaptık.

12, 13. (Ey insanlar!) Üstünüze yedi sağlam (gök) binâ ettik.  13. (Gökte) aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil (gibi olan Güneş’i) yarattık.

14-16. (Ey insanlar!) Tâne(leri), bitki(leri) ve (ağaçları) sarmaş dolaş olmuş bahçeleri çıkaralım (yetiştirelim) diye sıkışan (yoğunlaşan bulut)lardan bol bol yağmur yağdırdık.

 6-16. (6,7).‘Biz yeri bir beşik, dağları da birer kazık yapmadık mı?’ İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan yerküresi, üstünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli olan düşeğe benzetilirken dağlar da arzı yerinde ve dengede tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar, yer yuvarlağının dengesini sağlamaktadır.  Nitekim başka âyet-i kerîmelerde insanları sarsmasın diye yeryüzüne sâbit dağların yerleştirildiği bildirilmiştir. (meselâ bk. Nahl 16/15; Mürselât 77/27). Dağların içinde mâdenlerin bulunması, suların birikmesi, üzerinde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb. sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Allah Teâlâ, yaratıp dağlara dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içerisinde mutlu bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onlara erkekli dişili çiftler yaratmıştır. 8. âyet, bunu ifâde eder.  (krş. Rûm 30/21; Necm 53/45; KUR’AN YOLU, 5/536)

(8).‘Hem sizi de çift çift yarattık.’  Âilevi, toplumsal hayat ve insan neslinin bekâsı insanın çift olarak yaratılması gerçeğine bağlanmıştır.  Gerçi bu durum sâdece insana mahsus değildir. İnsanla birlikte hayvanlar, bitkiler, canlı cansız tüm varlıklar çift olarak yaratılmıştır. Yüce Allah, kâinat nizâmını herşeyin çift oluşu üzerine kurmuş, tekliği zatına âit kılmıştır. (bk. Yâsîn 36/36; Zâriyât 51/49; Ö. ÇELİK, 5/338)

(9).‘Uykunuzu bir dinlenme yaptık.’ Gündüzün büyük bir bölümünde geçim temin etmek için fazla çalışma ve didinmeden doğan yorgunluğu atabilmek için hareketi kesme kıldık. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 15/541)

(10).‘Geceyi bir örtü kıldık.’  Uyku insanı dinlendirir. Gece karanlığı da insanı yorgan gibi sarar. Onun ayıp yerlerini ve gizli kalması gereken şeylerini gizler. Güneşin ışığından ve ısısından korur. Aynı zamanda gece, açıktan erilemeyecek birtakım gâyelere ermek için bir pusu hizmeti görür. Gündüz maîşet temini kastıyla koşuşturan insanlar, gece dinlenmek için hânelerine ve yuvalarına dönerler. (Ö. ÇELİK, 5/338, 339)

(11).‘Gündüzü de geçim vakti yaptık.’ İbn Kesir der ki: ‘Gündüzü de aydınlık kıldık ki, insanlar o süre içinde geçimlerini temin etmek üzere gidip gelebilsinler, kazanç sağlayabilsinler, ticâret ve benzeri faâliyetlerde bulunabilsinler.’ (S. HAVVÂ, 15/541)

(12).‘Üstünüze yedi sağlam (gök) binâ ettik.’ Allah Teâlâ bunları, çok sağlam bir şekilde binâ etmiştir.  İnsanların yaptığı binâlar gibi, zaman geçmesiyle eskiyip yıpranmazlar. Gökyüzünde kütleleri, yörüngeleri, hızları farklı milyarlarca galâksi ve yıldız dolaştığı hâlde hiçbir çarpışma ve düzensizlik meydana gelmez. (bk. Mülk 67/3-4; Ö. ÇELİK, 5/339)

(13).‘(Gökte) aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil (gibi olan Güneş’i) yarattık.’ (..) Güneş, içinde sıkışan ve yoğunlaşan maddelerin birleşip bütünleşmesiyle çok büyük bir alev topu hâlini almıştır. Yüzey sıcaklığı 6 000 santigrat derece, iç sıcaklığı ise 20 milyon santigrat derecedir. Güneşte her sâniye 564 milyon ton hidrojen 560 milyon ton helyuma dönüşür. Aradaki 4 milyon tonluk fark gaz maddesi de enerji ışın hâlinde uzaya yayılır. (Ö. ÇELİK, 5/340)

(14, 16).‘Tâne(leri), bitki(leri) ve (ağaçları) sarmaş dolaş olmuş bahçeleri çıkaralım (yetiştirelim) diye sıkışan (yoğunlaşan bulut)lardan bol yağmur yağdırdık.’ Nesefi şöyle der: ‘Sıkıştırıldığı zamanki bulutlardan yâni rüzgârların sıkıştırıp da yağmur yağdırma zamânı yaklaşmış bulutlardan şarıl şarıl su indirdik.’ (S. HAVVÂ, 15/541)

‘Ki onunla tâneler ve bitkiler çıkaralım.’ Buğday, arpa gibi tâneli bitkiler ve yaş olarak yenen sebzeler çıkaralım. ‘ve sarmaş dolaş bahçeler yetiştirelim.’ Ağaçları birbirine sarılmış bahçeler yetiştirelim. İbn Kesir şöyle der: Hepsi bir yerde yetişse de tatları değişik, kokuları ayrı çeşitli meyvelerden oluşan bahçeler yetiştirelim. (S. HAVVÂ, 15/541)

Bütün bu ilâhi kudret nişâneleri ve azamet tecellileri dikkatlerimizi iki önemli noktaya çeker: (1) Birincisi, bu muazzam ve muhteşem nizam, bir tesâdüf sonucu kendi kendine oluşmamıştır. Üstelik eşsiz bir nizam ve ahenk içinde kendinden istenileni yerine getirmektedir. (2) İkincisi, kâinatta hiçbir şey, amaçsız yaratılmamıştır. Herşeyin bir sebebi, hikmeti ve gâyesi vardır. Aynı şekilde insan da boşuna yaratılmamıştır. O, dünyâ hayâtında verilen bunca nîmetlerle imtihâna tâbi tutulmuştur ve bir gün yaptıklarının hesâbını verecektir. İşte o gelmesi kesin olan kıyâmet günüdür. (Ö. ÇELİK, 5/340)

 78/17-20  HÜKÜM  GÜNÜ  VAKİT  OLARAK  BELİRLENMİŞTİR

17, 18. (Ey insanlar!) Şüphesiz (iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın) ayrılma (haklarında hüküm verilme) günü, belirlenmiş bir vakittir.  18. O gün Sûr’a üflenir de (hepiniz) bölük bölük gelirsiniz. 

19, 20. Artık (o gün) gök, kapı kapı açılmış, dağlar yürütülüp (dağılmış) bir serap (gibi) olmuştur. [krş. 18/47; 20/105-107; 27/88; 56/5-6; 101/5]

 17-20. (17, 18).Şüphesiz ayırım günü, belirlenmiş bir vakittir.’ ‘Ayırım günü’nden maksat, hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, müminin inkârcıdan ayırt edileceği ve dünyâda yapılanların karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenâb-ı Allâh’ın belirlediği ve yalnız kendisinin bildiği kıyâmetin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün canlılar bir araya gelecek ve yüce Allah onların arasında hükmünü verecek, böylece dünyâda işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kuSûrsuz adâlet gerçekleşecektir. İşte o güne ‘ayırım günü’ veya ‘hüküm günü’ denmesinin sebebi budur. (Kurtubi’den KUR’AN YOLU, 5/536)

‘O gün Sûr’a üflenir de bölük bölük gelirsiniz.’  ‘Artık (o gün) gök, kapı kapı açılmış, dağlar yürütülüp (dağılmış) bir serap (gibi) olmuştur.’   Bu üfürmenin, yıkım üfürmesi olan ilk üfürme değil, ‘Sonra ona bir daha üfürülecektir. Bir de bakarsınız hep o yıkılanlar kalkmışlar, bakıyorlar.’ (Zümer 39/68) âyetinin ifâde ettiği gibi kalkma ve uyanma üfürmesi olan ikinci üfürme olduğu da şununla anlatılıyor: ‘Bölük bölük gelirsiniz.’ (..) Yâni sûra üfürülünce siz ölüler uykudan uyanır gibi kalkarsınız da ‘O gün bütün insanları önderleriyle çağıracağız.’ (İsrâ 17/71) âyetinin mânâsınca her millet önderiyle çağrılarak derhâl alay – alay, ümmet – ümmet, grup – grup mahşere gelirsiniz. (ELMALILI 8/497)

(19).‘Ve o sırada gök açılmıştır.’ Âlemin düzeni değişmiş, bugün kapalı sağlam bir binâ olan gök açılmış, Hâkka sûresinde geçtiği gibi, ‘O gün gök yarılmış, çökmeye yüz tutmuştur.’ (Hâkka 69/16)  mânâsınca yarılıp yer yer açılmıştır ‘da hep kapı kapı olmuştur.’ Her tarafı kapılardan ibâret imiş gibi açılmıştır ki, ilâhi emirle melekler inecek, Ruh ve melekler saf saf olacaktır. Râzi der ki: Bu açılma ‘Gök yarıldığı zaman (İnşikak 84/1)  ve ‘gök çatladığı zaman’ (İnfitar 82/1) âyetlerinin mânâsıdır. (ELMALILI, 8/497)

Âyetlerde bildirildiğine göre kıyâmet kopunca gök yarılır. (82/1), parçalanır (25/25), erimiş mâden (70/8) ve yanıp kızaran yağ gibi olur (55/37). Artık gökler, başka göklere dönüştürülür (14/48). ‘Kıyâmetin koptuğu gün gökler bulutlarla birlikte yarılıp parçalanır ve melekler, gruplar hâlinde (yeryüzüne) indirilir.’ (25/25; İ. KARAGÖZ 8/384)

(20).‘Dağlar yürütülüp serap olacaktır.’ İbn Kesir şöyle der: ‘Bakan kimse onu bir şey sanır. Hâlbuki o, hiçbir şey değildir. Bundan sonra tamâmen kaybolur. Ne kendisi, ne de eseri kalmaz.’ (S. HAVVÂ, 15/544)

 78/21-30  CEHENNEM  PUSUDA  BEKLEMEKTEDİR

21-23. Şüphesiz cehennem hem (her an günahkârların düşmesi beklenen) bir gözetleme yeri hem de azgınların dönüp varacağı bir yerdir.  23. (Azgınlar,) devirler boyunca orada kalacaklardır.

24-26. Kâfirler cehennemde ne bir serinlik ne de içilecek (iyi) bir şey tadarlar. Yalnız (yaptıklarına) tam uygun bir cezâ olarak bir kaynar su, bir de irin (içerler).

27, 28. Çünkü onlar, bir hesap (görüleceğini) ummuyorlardı.  28. Âyetlerimizi de alabildiğine yalanlamışlardı.

  1. Biz de (yaptıkları) herşeyi, bir kitaba birer birer kaydetmişizdir. [krş. 17/13-14]
  2. (Âhirette kâfirlere şöyle denirJ“Şimdi tadın (cezânızı)! Artık size azaptan başkasını artırmayacağız.” (denilecek).

 21-30. (21, 22).‘Şüphesiz cehennem hem bir gözetleme yeri hem de azgınların dönüp varacağı bir yerdir.’  Cehennem, 21’inci âyette ‘mirsad’ olarak nitelendirilir.  Mirsad, gözetleme yeri demektir. Cehennem bekçileri, oraya gelecek suçluları gözetlemektedirler.  Bu kelimenin ‘gözetleyici’ anlamı da vardır. Buna göre, cehennemin bizzat kendisi azgınları gözetlemektedir.  Böylece o, âdetâ akıllı bir canlı olarak tasvir edilir.  Nitekim Mülk sûresi 8’inci âyette, cehennemin içine atılacak suçlulara karşı kızgınlıktan kükreyip durduğu, öfkesinden çatlayacak hâle geldiği tasvîrî bir ifâdeyle canlandırılmaktadır. (Ö. ÇELİK, 5/342)

(23).‘(Azgınlar,) devirler boyunca orada kalacaklardır.’ Ehli sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu  (,,) diğer bâzı deliller yanında, Kur’ân-ı Kerîm’in ilgili birçok yerinde, sık sık ebedîlik anlamı içeren ‘hulûd’  ve ‘ebed’ kavramlarının kullanılmasına  ve daha başka delillere dayanarak, inkârcılar ve müşrikler için  cehennem azâbının sonsuzluğunu savunmuşlardır. (KUR’AN YOLU, 5/537)

(24-26).‘Kâfirler cehennemde ne bir serinlik ne de içilecek (iyi) bir şey tadarlar. Yalnız (yaptıklarına) tam uygun bir cezâ olarak bir kaynar su, bir de irin (içerler).’ Onlar cehennemin harâretini ferahlatacak bir esinti, susuzluklarını giderecek bir içecek tatmayacaklardır. (..) İbn Kesir şöyle der: Hamîm, sıcaklığın son noktasına varmış su, demektir. Ğassâk ise, Cehennem ehlinin irinlerinden, gözyaşlarından, yaralarından gelen akıntıların bir araya toplanmasından meydana gelen sıvıdır.  Bu sıvı çok soğuktur. Soğukluğuna dayanılmaz, kokusundan yanına varılmaz.’ (S. HAVVÂ, 15/544)

‘(âhirette) hesaba çekilmeyi ummuyorlardı’ Âhirete ve Allâh’a hesap verileceğine inanmayan bir kimse kâfir olur. Kâfirlerin gideceği yer ise cehennemdir. Yüce Allah, âhirette bütün insanları hesaba çekecektir. (7/6, 7; İ. KARAGÖZ 8/386)

(27, 28).‘Çünkü onlar, bir hesap (görüleceğini) ummuyorlardı.’  ‘Âyetlerimizi de alabildiğine yalanlamışlardı.’ Peygamberimiz (s)’in ilk muhâtapları olan Mekkelilerin çoğunluğu Kur’ân’ın Allah sözü olduğuna inanmıyorlar, âyetlere şiir, büyü, eskilerin masalları ve Muhammed’in uydurması diyorlardı. (6/25, 8/21, 11/13, 29/50-51, 52/33-34, 28/48-50, 46/7, 68/15; İ. KARAGÖZ 8/386)

(29, 30).‘Biz de (yaptıkları) herşeyi, bir kitaba birer birer kaydetmişizdir.’ Ağırlıklı yoruma göre 29’uncu âyette kayıt altına alındığı bildirilen ‘herşey’ ile insanların sorumluluğu gerektiren inanç ve amelleri, iyilik ve kötülükleri; bunların kaydedildiği ‘kitap’  ile de amel defteri veya levh-i mahfuz kastedilmiştir.  Âyet, insanların dünyâda yaptıklarından hiçbir şeyin Allâh’a gizli kalmayacağını yaptıkları herşeyden hesâba çekileceklerini gösterir. (KUR’AN YOLU 5/537)

(30).Hesapları görüldükten sonra inkârcılara ‘Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır’ diye hitap edilir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’da en ağır hitâbın bu âyet olduğunu söylediği rivâyet edilmiştir. (Kurtubi) durumu açıklayan başka âyetlere göre onların derileri yandıkça yenilenecek (Nisâ 4/56), cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş arttırılarak azapları devam edecektir. (İsrâ 17/97). (KUR’AN YOLU, 5/537, 538)

 78/31-37  TAKV  SÂHİPLERİ  İÇİN  KURTULUŞ  VARDIR

31-34. Şüphesiz takvâ sâhipleri için de (her korku ve kaygıdan) kurtuluş (ve cennette) bahçeler, bağlar, (..) muhteşem güzellikte (M. KISA, 1/618) aynı yaşta dilberler ve dolu dolu kadeh(ler vardır). [bk. 38/52; 56/37]

  1. (Müttaki müminler) Cennette boş bir söz ve bir yalan işitmezler.
  2. (Ey Peygamberim! Cennetteki nîmetler) Rablerinden bir ödül, yeterli bir bağış olarak (verilir).
  3. (Evet, bu,) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahmân (olan Allah) tarafından(dır ki) O’na (o gün) kimse hitap etmeye kalkışamaz.

 31-37. (31).‘Şüphesiz takvâ sâhipleri için de (her korku ve kaygıdan) kurtuluş (ve cennette) bahçeler, bağlar, gencecik yaşıt kızlar ve dolu dolu kadeh(ler vardır).’ (..) 31’inci âyette ‘müttakiler’ şeklinde anılan itaatkâr müminler için âhirette hazırlanan nîmetler, lütuf ve ikramlar ‘gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir.’ (Buhâri Tevhid 35, Müslim Îman 312) Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gaybı da Allah’tan başkası bilemez (bk. Bakara 2/3).  Bununla birlikte Allah Teâlâ, kullarının uhrevi nîmetlere dâir yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlarda bir arzu uyandırmak için birçok âyette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsîlî bir anlatımla bu dünyâda en çok  ihtiyaç duydukları, sevdikleri nesneler ve hazlardan örnekler vermiştir.  (KUR’AN YOLU, 5/539)

(35).‘Cennette boş bir söz ve bir yalan işitmezler.’ İbn Kesir şöyle der: Orada ne boş ve faydasız bir söz, ne de günah ve yalan vardır. Bilâkis orası selâmet yurdudur. Oradaki herşey, eksiklikten sâlimdir.’ (S. HAVVÂ, 15/546)

(36).‘(Bunlar) Rablerinden bir ödül, yeterli bir bağış olarak (verilir).’ (..) Ödülün, amellere göre kat kat fazlasıyla, hattâ hesapsız verileceğini bildiren âyetler de vardır. (Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gâfir 40/40) ve bu âyetlerde âhirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allâh’ın râzı olduğu kullarına, ölçüye ve hesâba sığmaz lütufları olarak verileceği belirtilmektedir. (KUR’AN YOLU, 5/540)

(37).‘(Evet, bu,) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahmân (olan Allah) tarafından(dır ki) O’na (o gün) kimse hitap etmeye kalkışamaz.’ Nesefi şöyle der: ‘Allah Teâlâ’nın azâbinâ karşı kimse O’nun izni olmadan şefaat edemez. Yâhut korkusundan dolayı hiçbir kimse O’na hitâbedemez. (S. HAVVÂ, 15/546)

 78/38-40  BİZ,  YAKIN  BİR  AZAP  İLE  SİZİ  UYARDIK

  1. Âhirette Rûh (Cebrâil) ve melekler, saf hâlinde duracaktır. Rahmân’ın kendisine izin verdiğinden başkaları konuşamazlar; (onlar da ancak) doğruyu söyler(ler). [bk. 2/255; 20/108-109; 53/26]
  2. İşte bu (kıyâmet), ‘kesin gerçek’ olan gündür. O hâlde dileyen Rabbine (îman ve itaatle) bir yol edinsin.
  3. (Ey kâfirler!) Çünkü biz, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, ellerinin önden gönderdiği amellere bakacak ve kâfir de: “Keşke ben toprak olsaydım!” diyecektir. [bk. 18/49]

 38-40. (38).‘Âhirette Rûh (Cebrâil) ve melekler, saf hâlinde duracaktır. Rahmân’ın kendisine izin verdiğinden başkaları konuşamazlar; (onlar da ancak) doğruyu söyler(ler).’  Müfessirlerin çoğuna göre burada ‘ruh’ ile Cibrîl-i Emîn kastedilmektedir. Allâh’ın yanında O’nun diğer meleklerden daha yüksek bir mevkiye sâhip olması, adının ayrı zikredilmesine neden olmuştur. (MEVDÛDİ, 7/18)

‘Konuşmak’ kelimesi ile şefaat kastedilmektedir. Şefaat için ise iki şart vardır: Birincisi, Allah kime kim için şefaat izni verirse, sâdece o konuşacaktır. İkincisi, şefaat eden kimse doğru ve gerçek şeyler söyleyecektir. Ayrıca şefaat edilecek kimse hayatta iken, inanç sâhibi olmalı, kâfir ve âsi olmamalıdır. (MEVDÛDİ, 7/18)

Bu izin, şefaat kapısının açılması anlamına gelir. Hz. Peygamber ‘Makâm-ı Mahmûd’ (Övülmüş makam)‘ın sâhibidir. (bk. İsrâ 17/78) ve genel şefaate izinlidir. Bunun sınırı şu hadiste görülür: ‘Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.’  (Ebu Dâvud Sünnet 21, Tirmizi Kıyâmet 11, İbn Mâce Zühd 37) Meleklerin şefaati de ‘şefaat edilecek kişiden Allâh’ın râzı olması’ şartına bağlıdır. (bk. Enbiyâ 21/28) İnsanların birbirine şefaatı da Allâh’ın izin vermesine bağlıdır. (H. DÖNDÜREN, 2/953)

(39).‘İşte bu (kıyâmet), ‘kesin gerçek’ olan gündür. O hâlde dileyen Rabbine (îman ve itaatle) bir yol edinsin.’ (…) O günün hak ve bunun size haber verilmiş olması kesin olunca, bundan sonra iş sizin dilemenize, cüz’i irâdenizle çalışıp kazanmanıza bağlıdır. O hâlde her kim, o sıfatları ve ululuğu anlatılan Rabbine doğru varmak, onun rahmetine erip gâyesine ulaşmak isterse, ona götürecek bir dönüş yolu, sonunda o gâyeye  erdirecek bir başvuru yeri ve makâmı edinsin, ona göre bir yol tutsun. (ELMALILI, 8/504)

(40).‘Çünkü biz, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, ellerinin önden gönderdiği amellere bakacak ve kâfir de: “Keşke ben toprak olsaydım!” diyecektir.’ (..) Yüce Rabbimiz 37’nci ve 38’inci âyetlerde geçen rahman isminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet ismiyle hitap etmekte; ‘yakın bir azap’ konusunda onları vaktinde uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayın. O bir gerçektir. Yönünüzü Rabbinize dönmeniz, O’na doğru giden bir yol tutmanız için muhtaç olduğunuz fırsat ve özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azâbı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayâtınızı boş yere tüketmeyin; hayat kısa, şu hâlde âhiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünyâdayken oraya gönderdikleriniz, yâni kendi îmânınız ve amelinizdir. O gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır. (KUR’AN YOLU, 5/541, 542)

‘ellerinin önden gönderdiği ameller bakacak’ İnsanların dünyâda özgür irâdeleriyle iyi veya kötü, sevap veya günah, hayır veya şer yaptıklarıdır. İnsanlar âhirette yazıcı melekler tarafından tutulan amel defterlerinde küçük veya büyük yaptıkları herşeyi yazılı bulur. (18/49), zerre kadar hayır ve şer yaptıklarını görür. (99/7-8). ‘O gün insana (dünyâda iken) yaptığı ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.’ (75/13; İ. KARAGÖZ 8/391)

‘Ve kâfir de: ‘Keşke ben bir toprak olsaydım’ diyecek.’ ‘Kâfir: Dünyâda toprak olsaydım. İnsan olarak yaratılmasaydım ve sorumlu tutulmasaydım yâhut ‘Bugün toprak olsaydım yeniden diriltilmeseydim, diyecek.’ (Nesefi’den S. HAVVÂ, 15/548)

‘keşke toprak olsaydım’ demek ‘dirilmeseydim’ anlamındadır. Kâfir, ‘Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, keşke ölüm herşeyi bitirseydi’ der (69/25-28) ve helâk olaydım, diye feryat eder.’ (84/10-11; bk. 25/27-28; İ. KARAGÖZ 8/391)