Warning: "continue 2" targeting switch is equivalent to "break 2". Did you mean to use "continue 3"? in /home/u0767056/tefsirim.com/wp-content/plugins/revslider/includes/operations.class.php on line 2858

Warning: "continue 2" targeting switch is equivalent to "break 2". Did you mean to use "continue 3"? in /home/u0767056/tefsirim.com/wp-content/plugins/revslider/includes/operations.class.php on line 2862
Ra’d Suresi - Tefsirim

Ra’d Suresi

Bu sûrenin Mekkî mi, Medenî mi olduğu ihtilâflıdır. Sûrenin içeriğine bakarak Mekke döneminde indiğini söyleyenlerin görüşü daha ağırlık kazanır. 43 âyettir. Ra’d, “gök gürültüsü” demektir. 13. âyetinde gök gürültüsünün (Ra’d’ın) Allâh’ı tesbih ettiği anlatılmış ve adı geçen kelime bu sûreye ad olmuştur. (H. T. FEYİZLİ, 1/248)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

13/1-4  O  ALLAH  Kİ

1. Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bu (okuna)nlar Kur’ân’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen (Kitab) haktır (gerçektir). Fakat insanların çoğu (Kur’ân’a) inanmazlar.

2. Gökleri görebileceğiniz (veyagörüpdurduğunuzgibi) bir direk olmaksızın yükselten, sonra Arş’ı hükmü altına alan, her biri belli bir vakte kadar ak(ıphareketed)en güneş ve ayı boyun eğdiren, işleri yöneten Allah’tır. Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için âyetleri geniş geniş açıklıyor. [bk. 7/54; 36/38]

3. O, yeri yayıp döşeyen, orada sabit dağları ve nehirleri var edendir. O, bitkilerin hepsinden kendi içlerinde (erkekvedişi) iki eş olarak yaratan, gündüzü (kısaltıp) geceyle bürüyüp örtendir. Doğrusu bunlarda, iyice düşünen bir toplum için elbette (birçok) âyetler (delilveibretler) vardır.

4. Yeryüzünde birbiriyle komşu kıtalar (veonlarda) üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki (bunlarınhepsi) bir tek su ile sulanır. Hâlbuki meyvesinde(kitatbakımından) onların bir kısmını diğerlerinden (renk, tat, şekil, fiyat bakımından) farklı tutuyoruz. Doğrusu bunda aklını kullanacak bir toplum için elbette (Allâh’ın varlığını, birliğini ve gücünü gösteren) deliller vardır.

1-4. (2).‘Sana Rabbinden indirilen âyetler haktır.’ Kur’an hem Allah sözü olması hem de hükümleri ve verdiği bilgiler itibârı ile haktır; her emri, her yasağı ve her ilkesi doğrudur, insanları doğru olana götürür. (17/9; İ. KARAGÖZ 3/590)

‘Gökleri görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükselten, Burada, gök cisimleri arasında gözle görülemeyen çekme ve itme gücüne işâret vardır. ‘O gökleri yükseltti ve dengeyi koydu’ (Rahman 55/7, 8) âyeti de bunu destekler. (H. DÖNDÜREN, 1/415)

O, bu büyük kütleleri, uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış, bunları birbirlerinden uzak tutarak, birbirlerine çarpmamalarını sağlamış,  merkezkaçkuvvetiilekütleselçekimgücü yerleştirmiş, böylece bir denge sağlamak sûretiyle bunların sonsuz olarak birbirlerinden uzaklaşmalarını veya birbiri üzerine düşmelerini önlemiştir. Nitekim Hac sûresinin 22/65 nci âyetnde Allah Teâlâ ‘Kendi izni olmadıkça yer kürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur’ buyurarak bu cisimlerin arasındaki ilâhî nizâma işâret etmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/271)

İnsanlar biraz olsun gökleri düşünmeyebaşlayınca, kuşkusuz ne denli dehşet verici olduklarını görürler. Aynı zamanda gökler herhangi bir şeye dayanmıyor da ‘Direksiz’ yükseltilmişlerdir. Apaçık ortadadırlar, gözlerinizle ‘görüyorsunuz.’ (..) Bu aynı zamanda, şu dehşet verici sahnenin önünde durup düşünen ve göklerin değil direksiz, direkli olarak dahi Allah’tan başka hiçbir kimse tarafından yükseltilemeyeceğini kavrayan insanın içinde bir ürpermenin meydana gelmesini sağlayan bir iç uyanıştır. (..) Sonra kendilerini çepeçevre kuşatan kendilerinden yüce ve direksiz yükseltilmiş göklere dikkat etmeyen insanlara bu yapılardaki görkem, dayanıklılık ve sağlamlıktan söz ediliyor. Bunun da ötesinde yer alan gerçek kuvvetten, gerçek büyüklükten ve insan hayâlinin uzanamadığı sağlamlıktan ve dayanıklılıktan söz ediliyor. (S. KUTUB, 6/337, 338) 

Bilindiği gibi astronomi ve fiziğin esâsını oluşturan ‘merkezkaç kuvveti’ ve ‘kütlesel çekim gücü’  İsaac Newton (1642 – 1727) tarafından keşfedilmiştir. Hâlbuki bu âyetlerde görüldüğü gibi Yüce Allah söz konusu kânûnun keşfinden asırlarca önce kelâm-ı ilâhisinde kâinâtın dengesini ve âhengini temin eden bu kânûna işâret etmiştir. Ancak ne yazık ki, Newton ortaya çıkıp da Allâh’ın kitabındaki bu esrârın mâhiyetini çözünceye kadar konuyla ilgili âyetlerin anlam ve sırları yeterince anlaşılamamıştır. Tabii ki, bugün için yapılan bu yorumlar da nihâi yorumlar değildir. Çünkü Kur’an mucize bir kitaptır. Ondaki mânâ hâlkaları üstüste örülmüş gibidirler. O yüzdendir ki, varılan bu noktada sâdece söz konusu anlam halkalarından birini temsil etmektedir. Belki bunun arkasından daha başka yorum hâlkaları da birbirini tâkip edecektir. (M. DEMİRCİ, 2/57)

‘sonra arşı hükmü altına alan’ Taht üzerine kuruldu. Yarattıktan sonra da hepsinin üzerine hükümran oldu, onları hâkimiyeti altına aldı ve onlar üzerinde hükmünü icrâya başladı. (ELMALILI, 5/118) (5.5.2013 te deftere bunlar kaydedildi.)

‘sonra arşı istiva eden’ Buradaki ‘sonra: sümme’ kelimesi, iki yaratılış arasındaki üstünlük ve farklılığı açıklamak içindir. Çünkü arş göklerden daha üstündür. Yoksa âyetteki ‘sonra’ kelimesi zaman bakımından bir sonralık ifâde etmek için değildir. Çünkü arş, göklerden önce yaratılmıştır. (İ. H. BURSEVİ, 9/371)

‘(Bunların) her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir.’ Allah katında belli olan bir süre için akıp gidiyor. Gökyüzündeki cisimlerden hiç biri kendi görevinden ve ilâhi emrin gereği olan hareketten bir sâniye bile boş durmuyor. Hepsi, kendine özgü bir program ve düzen içinde kendi yörüngesinde yüzüyor ve birbirine çarpmadan hareket ediyor. O ecel gelince o hareket duracaktır. (ELMALILI, 5/119)

Güneş,Ayvediğer gök cisimleri durağan değil, hareket hâlindedir. Ay, yerkürenin çevresinde, Güneş ise uydularıyla birlikte bir sistem olarak kendi yörüngesinde belirli bir süreye doğru akıp gitmektedir. ‘Güneş, kendisi için kararlaştırılmış bir zamâna doğru akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sâhibi, herşeyi çok iyi bilen Allâh’ın takdiridir.’ (36/38, bk. 81/1-2, 75/8, İ. KARAGÖZ 3/593)

 ‘işleri yöneten Allah’tır.’ Egemenlik ve rubûbiyetinin / rabliğinin işlerini o idâre eder. (S. HAVVÂ, 7/288, Nesefi’den) ‘el Emr / İş’ ile maksat, Arştan Arza varıncaya kadar kâinâtın bütün işleridir. Kâinâtın bütün işlerini, sonuçlarını dikkate alarak, herşeyin şânına ve maslahâtına uygun olarak yöneten ve yönlendiren yüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 3/593)

(3).‘O, yeri yayıp döşeyen…’ ‘Göklerle yer bitişik idi, biz onları birbirinden ayırdık’ (21/30)âyetinde beyan edildiği şekilde yüce Allâh’ın yerküreyi göklerden ayırması, yerküreyi enine boyuna uzatması, bir hacim ve yüzey verip onu genişletmesi ve yerkürenin bugünkü hâlini alması.; üzerinde dolaşmaya, barınmaya, ziraat yapmaya elverişli kılması, insan ve diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için gerekli olan özellikte yaratmasıdır. (İ. KARAGÖZ 3/595)

Coğrafya ve Jeoloji dalında yazılmış kitaplar dağların olmaması hâlinde yer kabuğunun çok büyük boyutlarda çatlamalara, zelzelelere va çalkantılara mâruz kalacağını, bunun sonucunda ise hayatın var olmasının imkânsız olacağını anlatmaktadır. (S. HAVVÂ, 7/294)

‘O bitkilerin hepsinden kendi içlerinde (erkekvedişi) iki eş olarak yaratan(dır).’ Burada bir Kur’ân mûcizesi olarak, bütün meyve ve çiçeklerin erkekli, dişili yaratıldığı ve kendi türleri içinde döllenmekte oldukları, bunun pozitif bilim tarafından keşfinden 14 yüzyıl önce bildirilmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/415)

Zevceyn: Her meyvede çiftleşen genel olarak erkekli dişili çiçekler kastedilir. İsneyn: Bir kısım bitkilerde erkek ayrı ağaçta, dişi ayrı ağaçta olur. İncir buna örnektir. Bir kısmında ise, hem erkeği hem dişisi aynı çiçekte bulunur. Ve döllenmeyi kendi bünyesi içinde gerçekleştirir. Çoğunlukla çiçekler böyledir. Esen rüzgârlar da bu çiftleşmeyi sağlamada aracı olur. (Hicr 15/22; ELMALILI, 5/124, Ö. ÇELİK, 2/664)

(4).‘Bunların hepsi (yeryüzü bölgeleri, bahçeler, üzüm bağları, hurmalar) bir su ile sulanır.’ ‘Hâlbuki meyvesinde (kitatbakımından) onların bir kısmını diğerinden üstün tutuyoruz.’  O yemişlerden siyah beyaz,  büyük küçük, acı tatlı ekşi, kaliteli kalitesiz olanlar vardır. İşte bu da hikmet sâhibi bir yaratıcının varlığına ve kudretine dâir delillerdendir. (İ. H. BURSEVİ, 9/383)

13/5-7  ASIL  ŞAŞILACAK  ŞEY

5. (Ey Peygamberim!) Eğer (inkârcılarınseniyalanladıklarına) şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan, onların: “Toprak olduğumuz zaman, gerçekten biz yeniden mi yaratılacağız?” sözleridir. İşte onlar Rablerini inkâr edenlerdir. Bunlar (kıyâmetgününde) boyunlarında hâlkalar olan kimselerdir. Onlar ateş ehli (cehennemlik)tirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. [krş. 46/33]

6. (Ey Peygamberim! Müşrikler) senden, ‘iyilik ve mutluluk’ yerine önce kötülüğün, (musibet ve azâbın, dünyâda) acele gelmesini isterler. Hâlbuki onlardan önce, (ciddennice) ‘ibret alınacak cezâlar’ gelip geçti. Şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen insanlara karşı mağfiret sâhibidir. Bununla berâber, (unutmayınki) Rabbinin azâbı çok çetindir.

7. İnkâr edenler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mûcize) indirilseydi ya!” derler. (Rasûlüm! Bilki) sen ancak uyarıcısın, her toplumun da bir yol göstericisi (dâvetedeni) vardır.

5-7. (5).‘Şaşacaksan asıl onların ‘Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?’ demelerine şaşmak gerekir.’ Yâni onların bu sözlerine gerçekten şaşmalıdır. Çünkü daha önce sayılan şeyleri yoktan varetmeye kâdir olan Allah için, bunları tekrar varetmek daha kolaydır. O bakımdan onların bu durumu inkârları hayret verecek bir şeydir. Nasıl hayret edilmesin ki, onlar Allâh’ın âyetlerinden, sıfatlarının tecellilerinden, yalan saydıkları şeylerden daha hayret verici şeylere şâhit olmuşlardır. Böylelikle Kur’ân-ı Kerim bizlere Allâh’ı ve onun âyetlerini tanıyan kimseler için, öldükten sonra dirilmenin apaçık bir gerçek olduğunu beyan etmektedir. (S. HAVVÂ, 7/291)

‘Rablerini inkâr etmiş ve kâfir olmuş kimselerdir.’ Yâni âhireti inkâr etmek Allâh’a küfretmektir. Çünkü Allâh’ın kudretini, ilmini, rabliğini ve vahyinin doğruluğunu inkâr etmenin sonucudur. Bunlar bu dünyâda kendilerine hayat ve irâde veren Allah Teâlâ’yı  ne yaptığını bilmeyen veya yaptığını zorunlu olarak yapan  bir tabiattan ibâret sanarak, O’nun Rablığına karşı inkârda bulunup nankörlük yaptıkları için öyle derler. (ELMALILI, 5/127)

‘ve onlar, o kâfirler öyle bedbaht kimselerdir ki, tomruklar boyunlarındadır.’ Onların boyunlarında demirden bukağılar, hâlkalar vardır. Bununla hem hakiki hem de mecâzi mânânın  kastedilmiş olması mümkündür. Hakiki mânâya göre onlar, kıyâmet günü boyunlarına demirden hâlkalar takılarak cehenneme sürüleceklerdir. (bk. Mümin 40/71-72). Mecâzi mânâya göre ise, küfür ve bâtıl inançları  boyunlarına hâlka olmuş, kibir ve inatları boyunlarına demir hâlka gibi geçmiş, etraflarındaki ilâhi işâret ve alâmetlere bakıp hakikatı görmelerine imkân bırakmamıştır.  (bk. Yâsin 36/8; Ö. ÇELİK, 2/666)

(6).‘(Müşrikler) senden iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar.’  Mekkemüşriklerinin ‘Eğer bu Kur’ân gerçekten Allah’tan gelmiş ise, Ey Allah bize gökten taş yağdır veya başka bir azap indir.’ Sözlerine işâret edilir. (H. DÖNDÜREN, 1/415)

(..) Allah Teâlâ da Hz. Peygamber aralarında bulunduğu veya onlar tövbe edip Allah’tan bağış diledikleri sürece onları cezâlandırmayacağını haber vermiştir. (Enfâl 8/32-33). Oysa önceki kavimler de bu tür sözler söyleyerek peygamberleriyle alay etmeye kalkışmışlar, sonunda inanmadıkları felâket başlarına inmiş, târih sahnesinden silinip gitmişlerdir. (KUR’AN YOLU, 3/274)   

‘Doğrusu insanlar zulmettikleri hâlde Rabbin onlar için mağfiret sâhibidir.’ Yâni onlar zulüm ile kendilerine yazık ederlerken, Allah onları hemen hesâba çekmez de, günahlarını örtbas eder, tevbe etmeleri için onlara imkân ve zaman tanır. O her zaman rahmetini gazabından üstün tutar. (35/45; ELMALILI, 5/127)

‘(Bununlaberâber) Rabbinin azâbı da çok şiddetlidir.’ Bu âyet, insanları en çok umutlandıran âyettir. Çünkü Yüce Allah, zulüm ile birlikte tevbe söz konusu edilmeksizin mağfireti dile getirmiştir. (S. HAVVÂ, 7/295)

Muhakkıklar ‘havf ve recâ’ kuralları esasının bu âyette olduğunu belirtmişlerdir. (İ. H. BURSEVİ, 9/392)

Hadis: Şâyet Allâh’ın bağışlaması ve affetmesi olmasaydı, hiç kimse rahat bir şekilde yaşayamazdı ve eğer onun tehdidi ve cezâsı olmasaydı herkes de hiçbir şey yapmaksızın yatardı. (İbn Ebi Hâtim’den, S. HAVVÂ, 7/295)

(7).‘Sen ancak bir uyarıcısın.’ Münzir: uyarıcı: Birçok âyette peygamberlerin özellikle Hz. Peygamberin vasfı olarak kullanılmıştır. (..) Uyarıcı ve müjdeleyici olmak bütün peygamberlerin özelliğidir. (38/65, 50/2, 79/45). Dolayısıyla Hz. Peygamberin asıl görevi, insanları uyarmak, yanlışlık, haksızlık ve sapıklıktan sakındırmak, ilâhi mesajları tebliğ edip açıklamaktır. (16/44; İ. KARAGÖZ 3/602)

İnkârcılar, Hz. Muhammed (s.a.)’den peygamber olduğuna dâir mûcize istiyorlardı. Onların bu tutumu başka âyetlerde de ifâde edilmiştir. (17/90-93, 25/7-8) Oysa peygamberin asıl görevi mûcize göstermek değil, insanları uyarmak, yanlışlık, haksızlık ve sapkınlıktan sakındırmaktır. Yüce Allah, her topluluğa uyarıcı olarak bir peygamber göndermiştir. (Fâtır, 35/24) (KUR’AN YOLU, 3/274)

13/8-10  ALLAH  HER  ŞEYİ  BİLİR

8. Allah her dişinin neye gebe olacağını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. O’nun yanında herşey bir ölçüye göredir. [bk. 21/34; 23/13-14; 39/6]

9. O, görünmeyeni de görüneni de bilendir. O çok büyük, çok yücedir.

10. (Allah katında) Sizden sözü gizli tutanla onu açığa vuran, gece (karanlıklarında) gizlenenle, gündüzün ortalıkta dolaşan (O’nunbilmesibakımından) aynıdır.

8-10. (8).‘Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. O’nun katında herşey bir ölçü iledir.’  Allah, anasının rahminde yerleşmiş olan çocuğun adım adım tüm gelişimini bilir. Ve organlarında, kâbiliyetinde,  kuvvet ve kudretinde ne azalmakta, ne çoğalmakta, hepsini yakinen görür. (MEVDÛDİ, 2/481)

‘Rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını’ ile maksat, rahimdeki ceninin yaratılışındaki eksikliği, fazlalığı, sayısı ve rahimde kalma süresidir. Dolyısıyla rahimler, neler eksiltir, neler üretir ve artırır, onu bilir. Rahimler gebe kalınca nasıl çalışır, hakgi maddeleri üretir, hangi toksinleri atar, hangilerini salgılayıp ceninin gelişmesine katkı yapar, eksilttiği nedir, arttırdığı nedir, beslediği, büyüttüğü nedir? Çocuk erken mi, geç mi, yoksa tam zamânında mı doğacaktır? Bir tâne mi, yoksa ikiz veya daha fazla mı olacaktır? Sağlıklı mı yoksa engelli mi olacaktır? (..) Hepsini bilir. (İ. KARAGÖZ 3/603, 604)

‘..herşey Allâh’ın katında bir miktar / ölçü iledir.’ Bir ölçü iledir. Başından sonuna kadar belli sınırlar içinde bir takdir iledir. Her şey kendi özünde ve haddi zâtında ölçülmüş, biçilmiştir. Her şeyin haddi ve hududu vardır, varlıklar ve canlılar arasında kendine özgü bir yeri vardır. Yaratılış kademelerine aşamıyacağı belli bir sınırı,  bir ömrü ve kendine özgü bir durumu bulunmaktadır. Ve zincirleme olarak bütün sebepler silsilesi bütünüyle Allâh’a dayanır: O’nun ilmi ile çerçevelenmiş olmayan hiçbir şey yoktur. (ELMALILI, 5/129)

(..) Allah herşeyi ilâhi bir plâna göre yaratmaktadır. (bkz. Ra’d 13/8; Hicr 15/21; Ahzâb 33/38; Kamer 54/49). Ama O, aynı zamanda yılların hesap edilebilmesi için ay’a evreler koyarak, (Yûnus 10/5), geceyi dinlenme vakti, güneşle ayı zaman ölçüsü şeklinde tasarlayarak (Enam 6/96), insanların yaratılışını, rızıklarını yaşayacakları zaman dilimini ve ölüm vakitlerini belirleyerek (Furkan 25/2; Fussilet 41/10, 12; Müzzemmil 73/20; Vâkıa 56/60) varlıkların oluşumunda belli olçü, kıstas ve miktarları da esas almaktadır. Yâni her yaratma ve meydana gelen her olayda belli bir plan, belli bir düzen ve belli bir ölçü söz konusudur. (M. DEMİRCİ, 2/62)

(9).‘O gizliyi (gaybı) da bilir, Açık ve aleni olan şeyleri de bilir.’ Allah, duyularla algılanamayan şeyleri de bilir, hazır olanı da bilir. Yâhut yok olanı da bilir, mevcut olanı da bilir. (ELMALILI, 5/129)

13/11-13  GÖK  GÜRÜLTÜSÜ  DE  O’NU  TESBİH  EDER

11. O (insanoğlu)nun önünde, arkasında takip eden (melekler) vardır ki Allâh’ın emriyle onu korurlar. Muhakkak ki bir toplum kendilerini (içdünyâlarınıvegüzelahlâklarını) değiştirip bozmadıkça, Allah da onların durumunu değiştirip bozmaz. Allah (emirlerindenyüzçeviren) bir kavme bir kötülük dileyince, artık onu geri çevirecek yoktur. Onlar için O’ndan başka bir dost ve yardımcı yoktur.

12. O, size hem bir korku hem de (yağmuriçin) bir ümit olarak şimşeği gösteren, (yağmurlarla)  yüklü bulutları meydana getirir.

13. Gök gürlemesi O’nu hamd ile tesbih eder, melekler de O’ndan korkmaları dolayısıyla tesbih ederler. Kâfirler, Allah hakkında tartışıp dururlarken, O yıldırımları gönderir de onları dilediğine çarptırır. O karşılık darbesi pek çetin olandır. [bk. 17/44]

11-13. (11).’Onun önünde ve arkasında Allâh’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır.’ Her insanın önünde ve arkasında koruyucu ve yazıcı melekler vardır. Bunlar insanı korudukları gibi, amellerini de yazarlar. Buna göre Yüce Allah, her şeyi gördüğü ve bildiği hâlde, ayrıca sürekli insanı izleyen ve ondan ayrılmayan birtakım melekleri de görevlendirmiştir. Ayrıca bir millete verilen nîmetler, bunların değeri bilindikçe ve şükrü edâ edildikçe geri alınmaz. (H. DÖNDÜREN, 1/415)

‘Muhakkak ki bir toplum, kendilerini değiştirip bozmadıkça, Allah da onların durumunu değiştirip, bozmaz.’ Âyet-i kerîmede görüldüğü gibi, Yüce Allah insan ve toplum irâdesini, iyiyi ve güzel ahlâkı, yâni İslâm’a uygun yaşayışı veya bunların aksini seçme konusunda serbest bırakmış, buna göre karşılık takdir etmiştir. Aynı zamanda toplumun yöneticileri de kendilerinin bir örneği olduğundan, peygamber Efendimizin ‘Siz nasılsanız, öyle yönetilirsiniz’ diye buyurduğu mübârek sözlerini de göz önünde tutarak, önce toplum fertlerinin, güzel ahlâk yönünden gelişmiş olması lâzımdır. (H. T. FEYİZLİ, 1/249)  

Yüce Allah, bu sebeple veya bir kusur veya bir hikmet yokken verdiği nîmetleri ve güzel hasletleri geri almaz. İnsanlar, İslâm’a uygun olmayan bir değişim yaşarlar, inançlarına yabancılaşırlar, Allâh’ın verdi’i nîmetlerine nankörlük ederler, dînî ve ahlâki görevleri terk ederler, şımarırlar, azarlar; imkânlarını, günah ve zulüm olan alanlarda kullanırlarsa, Allah da onlardan nîmetleri ve güzel hasletleri alır. (İ. KARAGÖZ 3/606)

Her insanın önünde ve arkasında, sağında ve solunda görev yapan, onu bâzı kötülüklerden koruyan ve amellerini yazan melekler tayin etmiştir. Hz. Peygamber de, insanları gece ayrı, gündüz ayrı meleklerin izlediğini haber vermiştir. (Buhâri) Müfessirlere göre, kişinin sağ tarafında bulunan melek, iyi amellerini, sol tarafında bulunan melek ise, kötü amellerini yazmaktadır. Önünde ve arkasında bulunan melekler ise onu korumakla görevlidir. (KUR’AN YOLU, 3/277)

Hadis: ‘Sizi gece gözetleyen, gündüz gözetleyen melekler vardır. Bunlar sabah namazında ve ikindi namazında buluşurlar. Geceleyin aranızda kalmış olanlar Allâh’ın huzûruna çıkarlar. Allah Teâlâ, kullarının hâlini çok iyi bildiği hâlde, meleklere: ‘Kullarımı ne hâlde bıraktınız?’ diye sorar. Melekler: ‘Yanlarına vardığımızda namaz kılıyorlardı, yanlarından ayrıldığımızda da yine namaz kılıyorlardı, onları hep namaz kılarken gördük’ derler. (Buhâri Mevâkit 16; Müslim Mesâcid 210’dan, Ö. ÇELİK, 2/670)

Bulut, şimşek, yıldırım, yağmur ve kar kendi kendine değil, yüce Allâh’ın koyduğu bir kânuna ve O’nun irâdesine göre oluşur. Yeryüzünde denizleri, gölleri ve ırmakları, bunların buharlasşması, buluta dönüşmesi, güneş ısısı, havanın soğuması, bulutlarda oluşan su damlacıklarının yağmur olarak yeryüzüne inmesi, bu döngü ve düzen, hep yüce Allâh’ın varlığının, gücünün ve nizamının eseri ve yaratıklarına olan bir nîmetidir. Su ve yağmur; insanlar, hayvanlar, bitkiler için, Güneş ısı ve ışığı gibi muhteşem bir nîmettir.  Su olmadan hayat olmaz. (İ. KARAGÖZ 3/608)

(13).‘Gök gürültüsü O’nu hamd ile tesbih eder. Melekler de O’nun heybetinden dolayı tesbih ederler.’ Hz. Peygamber, gök gürleyince şöyle duâ ederdi: ‘Sübhane men yüsebbihu ‘rra’dü bi hamdihi: Gök gürültüsünün hamd ve tesbih ettiği Allâh’ı tenzih ederim.’ (Muvatta). Enes (r) ‘den rivâyete göre, Allâh’ın Rasûlü, bir sahâbiyi câhiliye büyüklerinden (önde gelenlerinde demek daha doğru olur) birisini dâvet için göndermiş, bu kişi: ‘Rabbin demirden mi, bakırdan mı, gümüşten mi?’ gibi sorularla alay etmiş. Her gidişinde bu alay yenilenince, gökten inen bir yıldırım, bu kişiyi yakmıştır. (H. DÖNDÜREN, 1/416)

Bize göre bu âyette ifâde edilen gök gürültüsünün tesbîhâtını kâinattaki tüm varlıkların Allâh’ı tesbihi çerçevesinde anlamak gerekmektedir. Zîrâ Kur’ân’a göre bütün varlıklar bir şekilde Yüce Allâh’ı hamd ile tesbih etmektedirler. Kur’ân-ı Kerim’in, yerde ve gökte ne varsa hepsinin Allâh’a secde ettiğini (Rahman 55/5;
Hac 22/44), bir kısım varlıkların  – insanların anlayamadığı şekilde – Allâh’ı hamd ile tesbih ettiklerini (İsra 17/44), belirtirken; ayrıca yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ((Hac 22/18). Gökte bir dizi hâlinde uçan kuşlar (Nur 24/41), hattâ su (Enfal 8/11) gibi bütün varlıkların O’na ibâdet etmekte olduğunu beyan ederken söylemek istediği budur. Bu bağlamda şunu ifâde edelim ki, ‘Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan bütün varlıklar O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki, siz onların tesbihini anlamazsınız. O hâlimdir, çok bağışlayandır.’ (İsra 17/44). Âyeti kâinattaki bütün varlıkların Allâh’ı tesbih ettiğini göstermektedir. (M.DEMİRCİ, 2/67, 68)      

HadisGök gürültüsü çoğaldığı zaman, Allah Rasûlü Allahümme la taktülnâ bi ğadabike ve tühliknâ bi azâbike ve âfinâ kable zâlike’ : Allâh’ım bizi gazabınla öldürme, azâbınla helâk etme. Bundan önce bize afiyet ver, derdi.(Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud’dan, ELMALILI, 5/131)

13/14-15  GERÇEK  DU  ANCAK  O’NA  YAPILIR

14. Gerçek duâ ancak Allâh’adır. O’nu bırakıp da yalvardıkları / taptıkları (put ve benzerleri) ise onlara hiçbir şekilde karşılık vermezler. Öyle ki onların durumu, ellerini suya doğru açıp da suyun ağzına ulaşmasını bekleyen birinin durumuna benzer; oysa bu durumda o (su) ona (ağzına) aslâ ulaşmaz. İşte küfre sapanların duâsı boşunadır.

15. Göklerde ve yerde bulunanlar ve onların gölgeleri de ister istemez, sabah akşam Allâh’a secde eder(ler). [bk. 16/48]

14-15. (14).‘Gerçek duâ ancak O’na yapılır.’ O’ndan başka duâ ettikleri şeyler onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar.’ Genellikle taştan, ağaçtan yapılmış putlar, hiçbir duâya cevap veremezler. Âyette geçen ‘vellezîne’ edatı, daha çok akıllı varlıklar için kullanıldığından, anlamı sâdece putlara âit kılmak, hem dış görünüş, hem de bağlama aykırı olacaktır. Şu hâlde burada Allah dışında, tanrılaştırılmış liderler ve şahıslar da hiçbir duâya icâbet edemeyecekleri, söz konusudur. (ELMALILI, 5/133)

Buna rağmen müşrikler/putperestler, birtakım putlara veya putlaştırdıkları varlıklara sığınmakta, sevinç, keder, dilek ve şikâyetlerini anlatmakta, insanları onların etrafında birleşmeye çağırmakta ve onlara bağlılıklarını göstermek için çeşitli âyinlerde bulunmaktadırlar. (H. T. FEYİZLİ, 1/250)

Put ve benzeri Allah’tan başka bir varlığa ibâdet ve duâ etmek, şirk olup, ilâhi azâba sebep olur: ‘Sakın Allah ile berâber başka bir ilâha yalvarma, sonra azâba uğrayanlardan olursun.’ (26/213) (..) Allah dışında zararı ve faydası dokunmayan varlıklara duâ edenler, putlardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler ve medet umanlar şu âyette kınanmaktadır: ‘Müşrik, Allâh’ın dışında kendisine zarar damenfaat da veremeyecek şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.’ (22/12, İ. KARAGÖZ 3/612)

(15).(Secde âyetidir) ‘Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sâdece Allâh’a secde ederler.’ Secde, ihtiyâri (serbest) ve zorunlu olmak üzere iki kısımdır: Birincisi insanlara mahsus olup, insanlar serbest irâdeleriyle Allâh’a secde, yâni itaat ederek, bununla sevap kazanırlar. Kur’ân’ı Kerim’de birçok yerde bu anlamda kullanılmıştır. (Meselâ Necm 53/62) ikincisi ise, zorunlu secdedir. Bu anlamda insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkların tamâmı Allâh’a secde etmektedir. (KUR’AN YOLU, 3/279)

‘.. ister istemez..’ ifâdesi, Allâh’ın irâdesinin ve hükmününherşey için geçerli olduğunu; hiçbir şeyin O’nun irâdesi, buyruğu ve kânunlarının dışına çıkamayacağını belirtir. İnkârcılar, irâdeye bağlı davranışlarda O’na baş eğmeye istekli olmasalar bile, evrende hüküm süren kural ve kânunlara boyun eğmek zorundadırlar. (İ. KARAGÖZ 3/613)

Gölgelerin yerlere kapanışı bile, sâhiplerinin isteği ve iradesiyle değil, Allâh’ın emriyle olmaktadır, o emre bağımlı olmaktan ileri gelmektedir. (ELMALILI, 5/135)

İşte yeryüzünde gölgelerin (..) uzayıp kısalması eşyânın, Allâh’ın koyduğu nizâma ve tabiat yasalarına boyun eğmesinin bir ifâdesidir. Şu hâlde, tabiatta gölgesi bulunan herşeyin hem kendisi hem de gölgesi Allâh’a boyun eğmekte ve secde etmektedir. Aynı anlamda bir başka âyet-i kerîmede Allâh’ın yarattığı varlıkların gölgelerinin küçülerek ve Allâh’a secde ederek sağa sola döndüğü ifâde edilmiştir. (Nahl 16/48,  KUR’AN YOLU, 3/280)

13/16-18  GÖKLERİN  VE  YERİN  RABBİ

16. (Rasûlüm!) “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” de. (Susarlar.) De ki: “Allah’tır.”(Ohâlde) de ki: “O’nun dışında, kendilerine bile bir fayda ve zarar vermeye güçleri yetmeyen birtakım (putları) dostlar mı edindiniz?” Yine de ki: “Kör ile gören veya karanlıklar ile aydınlık bir olur mu?” Yoksa Allâh’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlara benzer mi göründü? De ki: “Herşeyi yaratan ancak Allah’tır. O birdir, mutlak gâlip ve herşeye hükmedicidir.”

17. (O) gökten su indirir ve vadiler kendi hacmince akar, sel, suyun üstünde kabaran köpüğü / çer çöpü alıp götürür. Bir de ziynet veya bir eşya yapmak için ateş yakıp erittikleri (mâdenî) şeylerden de onun gibi bir köpük (posa) meydana gelir. İşte Allah, hak ile bâtılı bu tarz benzetme(ler) ile anlatır. Köpük yok olup gider. İnsanlara fayda veren (esas) şeye gelince, o, yeryüzünde kalır. İşte Allah (buköpük, çerçöpgibikalptekihertürlübâtılfikirler, şüpheler, fitnelervetaraftarlarıterkedilsin, yerineKur’ânhâkimolsundiye) böyle misâller verir.

18. Rablerinin çağrısına uyanlar için (mükâfâtın) en güzeli (cennet) vardır. O’nun çağrısına (uyup) gelmeyenler ise yeryüzünde bulunan şeylerin hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa (Allâh’ınazâbındankurtulmakiçin) onu fidye verirlerdi. İşte onlar var ya, hesabın en kötü/en şiddetlisi onlar içindir, varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü bir yataktır!

16-18. (16).‘De ki, kör ile gören bir olur mu?’ Burada âmâ Hak’tan gafil olan, basir de Hakk’ı bilen, hakikatı kabul edendir. Yâhut âmâ gafil mabud yâni put, basir de herşeyi gören ve bilen gerçek mâbud, yâni Allah’tır. (ELMALILI, 5/137)

‘ve karanlıklar, nurla eşit olur mu?’ Küfür ve şirk, kat kat karanlıklardır: Delili yoktur, önü karanlık, sonu karanlık, katmerli bilgisizliktir. Marifetullah yâni Allah bilgisi ve tevhid inancı bir nurdur. Önü, sonu belli, her bakımdan açık ve parlaktır. (ELMALILI, 5/137)

Zulümât: (çoğul): Bâtıl bir tâneden fazladır. Nûr: (Tekil): Tevhid inancı, hak tek’tir (İ. H. BURSEVİ, 9/429)

(17).‘İmdi o köpük’ ‘atılır gider’ : ki bâtıl işte böyledir. Hak ve hakikat kaynayıp coşarken, bâtıl her ne kadar bâzan üste çıkmış görünse de, nihâyet köpük ve kef gibi atılır ve kaybolur, gider. (ELMALILI, 5/138)

Hak suya ve cevhere, bâtıl ise köpüğe ve cürufa benzetilmiştir. Su yerde kalır ve canlılara hayat verir, köpük ve çerçöp ise bir kenara atılır. Saflaştırılıp  süs eşyâsı veya kap kacak yapmak için ateşte eritilen mâdenlerin üzerindeki cüruf da atılır, yok olup gider; yararlı olan cevher kalır. İşte hak karşısında bâtılın durumu böyledir. Bâtıl bir süre hakkın önüne geçmiş, üstüne yükselmiş olsa da sonunda gerçek ortaya çıkar. Hak kalıcı, bâtıl ise köpük ve cüruf gibi değersiz ve geçicidir. (KUR’AN YOLU, 3/282)

13/19-24  BİLEN  KİMSE  KÖR  GİBİ  OLUR  MU?

19. (Ey Peygamberim!) Şimdi Rabbinden sana indirilen (vahy)in gerçekten hak olduğunu bilen (mümin) kimse, bunu göremeyen (kâfir) kimse gibi midir? Ancak akıl sâhipleri iyice düşünüp öğüt alırlar.’’

20. (İşte) onlar; Allâh’a verdikleri sözü yerine getirenler ve sözleşmeyi bozmayanlardır.

21. Onlar, Allâh’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet ederler, Rablerine saygıda husur etmezler ve âhirette kötü hesaptan  korkarlar.

22. Onlar, (yalnız) Rablerinin rızâsını dileyerek (nefislerinezorgelenşeylere) dayanan, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak (Allahyolunda) harcayanlar ve kötülüğü iyilikle giderenlerdir. İşte (budünyâ) yurdun(uniyi) sonucu (cennet) onlarındır.

23, 24. (Müminlerin mükâfâtı) Adn cennetleridir ki oraya, babalarından, eşlerinden ve nesillerinden sâlih olan (Allâh’ınrızâsınauygunyaşayan)lar berâber girerler. Melekler de her bir kapıdan onların yanına girerler. [bk. 40/8]   24. (Melekler: “Dinuğrunadünyânınzevkvezorluklarınakarşı) sabretmenizden dolayı size selâm olsun, (dünyâ) yurdu sonucu (olan cennet) ne güzel!” (derler.)

19-24.    Ulü’l elbâb denilen akl-ı selim sâhiplerinin özellikleri:

(20).(1).Birinci Özellik: ‘Onlar verdikleri sözü yerine getirenler’ ‘ve verdikleri sözü bozmayanlardır.’ Allâh’ın bütün ahitlerini yerine getirirler. Bu ahitler, Allâh’ın kullarına öğrettiği tüm emir ve yasaklardır. Allâh’a verdikleri kulluk sözünde durur, tevhidi muhâfaza eder ve ilâhi talimatların sınırları içinde bulunurlar. (Ö. ÇELİK, 2/678)

Vefâsızlık edip, sözlerinden dönmezler. Şu hâlde Allâh’a karşı verdikleri hiçbir sözden caymazlar, sözlerinden dönmezler, yeminlerini bozmazlar. (ELMALILI, 5/140)

(21).(2). İkinci Özellik: ‘ve Allâh’ın yerine getirilmesini emrettiği şeyleri yerine getirirler.’ Hakka, hukûka riâyet ederler, komşu, akraba, âlim, bütün müminlerin (bütün insanların. Ö. ÇELİK, 2/679), zimmet ehli gayrimüslimlerin, hayvanların, bitkilerin ve cansızların hukûkuna riâyet ederler. (ELMALILI, 5/141)

‘Allâh’ın birleştirilmesini emrettiği şeyler’ : Sıla-i rahim (akrabaya iyilik), fakirlere, muhtaçlara iyilik yapmak, mâruf olanı yapmak bu kapsama girer. Akraba ve diğer müminlere iyilik yapmak, yardımcı olmak, onları savunmak, şefkat ve merhamet göstermek,, selâm vermek, hastalarını ziyaret etmek…  gibi davranışları yerine getirir. (S. HAVVÂ, 7/310)

Hadis: ‘Kim rızkının genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın. (Akrabâsını görüp gözetsin.) (Buhâri Edeb 12; İ. KARAGÖZ 3/621, 622)

(3) Üçüncü Özellik: ‘Rablerinden sakınırlar.’  Allâh’ın kudretinin sonsuzluğu karşılığında ürperir, gazabından çekinir, günah işlemekten sakınırlar. (ELMALILI, 5/141)

Haşyet, (..) Allâh’a saygı duymak, îman edip O’nun emir ve yasaklarına riâyet etmekle mümkün olur. Mümin, Allâh’ın emrettiklerini yapar, yasak ettiklerinden sakınırsa, Allâh’a saygı duymuş olur. Allah’tan korkmak, O’nun dünyâ ve âhirette azâbından (korkmak), sevgi, merhamet ve nîmetlerinden mahrum kalmaktan korkmaktır. (İ. KARAGÖZ 3/622)

(4). Dördüncü Özellik: ‘ve kötü hesaptan korkarlar.’ Hesap veriş sırasında kötü duruma düşmekten korkarlar. O gün gelip çatmadan önce, kendi kendilerini denetler, vicdanlarında hesâba çekerler, oto kontrol yaparlar. (ELMALILI, 5/141)

İnsanlar hesaba çekildikleri için kıyâmet gününün bir adı da hesap günü (21/47) ve hesâbın görüleceği gündür. (14/41). İnsanlar dünyâda sâhip olduğu nîmetlerden (102/8), söyledikleri sözlerden, yaptıkları eylem ve davranışlardan, kulluk görevlerini yapıp yapmadıklarından hesaba çekileceklerdir. (16/93, 37/15-24). Bu hesâbın kolay veya zor olması söz konusudur. Müttaki müminler kolay bir hesaba, kâfir ve isyankârlar ise çetin bir hesaba çekileceklerdir. (84/7, 8; İ. KARAGÖZ 3/623)

(22).(5). Beşinci Özellik: ’Rablerinin rızâsını kazanmak ve teveccühüne erişmek için sabrederler.’ Halka karşı gösteriş, gurur ve övünme duygusu beslemeyerek, sırf Allah rızâsı için zahmetlere katlanıp, hak yolunda sabır ve sebat gösterirler. (ELMALILI, 5/141)

Günahlara, haramlara karşı sabrederler, onları işlemezler. Mallarında, canlarında ve mükellefiyetlerindeki zorluklara da sabrederler ve bunu sırf Allah için yaparlar.(S. HAVVÂ, 7/310)

(6). Altıncı Özellik: ‘ve namazı hakkıyle kılarlar.’ Yâni hükümlerine riâyet ederek, vakitlerine, rükû ve secdelerine, şer’an kabul edilebilir şekil üzere, huşûuna riâyetle devam ederler. (S. HAVVÂ, 7/311)

Îman edenlerin yapması gereken ilk dînî görev ve ibâdet ise namazdır. Ergenlik çağına gelen kadın ve erkek her Müslümana günde beş vakit namaz kılmak farzdır. Namaz kılmayanlar Allâh’a isyan etmiş, büyük günah işlemiş ve nefislerine zulmetmiş olurlar. (İ. KARAGÖZ 3/624)

(7). Yedinci Özellik: ‘ve kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gizlice ve açıkça infak ederler.’ Nafilede sadakanın gizli verilmesi daha faziletlidir.  Farz olan sadaka (zekât) ‘nın ise, bu konuda ithamı ortadan kaldırmak için açıktan verilmesi efdaldir. (S. HAVVÂ, 7/311)

İnfak edin emri, bağlayıcıdır, dolayısıyla emrin yerine getirilmesi farzdır. Namaz ve oruç gibi ibâdetlerin Allah katında mükâfâtı on katı ile (6/160), zekât, infak ve sadaka gibi mâlî ibâdetlerin mükâfâtı 700 katı ile (2/261), sabrın mükâfâtı ise hesapsız derecede verilir. (39/10; İ. KARAGÖZ 3/624)

(8). Sekizinci Özellik: ‘ve kötülüğü iyilikle def ederler.’ Sâlih ameller işleyerek, kötü amelleri uzaklaştırırlar. Şerri hayırla bertaraf ederler. Kötü ve çirkin sözleri selâmla, zulmü affetmekle, günahı tevbeyle, cahillerin saygısızlık ve edepsizliklerini hilimle bertaraf ederler. Bir kötülük yapmak istediklerinde, ondan vazgeçer ve hemen Allah’tan bağışlanma dilerler. (Ö. ÇELİK, 2/679)

Hadis: ‘Her nerede olursan ol, Allâh’ın hoşnut olmayacağı işten sakın! Bir kötülük yaptığında, hemen ardından iyilik yap ki, onu yok etsin. İnsanlara sürekli güzel ahlâk ile davran.’ (Ahmed 5/169; İ. KARAGÖZ 3/625)

(23).‘(Oyurt) Adn cennetleridir ki, oraya babalarından, eşlerinden ve nesillerinden sâlih olanlar berâber girerler.’  Kur’ân’da onbir yerde söz konusu edilen ‘adn cennetleri’ içinde güzel meskenlerin, tahtların, altın ve incilerle süslenmiş ince ipekten yeşil elbiselerin, sabah akşam ikram edilen türlü yiyeceklerin, eşlerine bağlı hûrilerin ve çeşitli ırmakların bulunduğu ebedi bir yurt olarak tasvir edilmektedir.  Hadislerde ise, eşyâları altın ve gümüşten olan değişik adn cennetlerinin bulunduğu, burada bulunanların her an Allâh’ıgörebilecekkadaryüksek bir mevki sâhibi olacakları bildirilmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/285)

Adn cennetlerine yerleşen mü’minlere ana, baba, eş, evlat ve torunlarının da onlarla birlikte cennete girecekleri müjdelenmektedir. Ancak bunun için îman, sâlih amel, güzel ahlâk şartı vardır.  Sâdece cennetlik kimsenin akrabası olmak yeterli değildir. (Ö. ÇELİK, 2/680)

‘.. dünyâ turdunun sonucu olan (cennet) ne güzel’ ‘(Emir ve yasaklarına riâyet ederek) Rablerine karşı gelmekten sakınan müminler, gruplar hâlinde melekler tarafından cennete sevk edilirler. Cennetin yanına vardıkları ve cennetin kapıları açıldığı zaman cennet bekçileri olan melekler, müminlere şöyle derler: ‘‘elâmün aleyküm, siz ne iyi kimselersiniz, içinde ebedi kalmak üzere buyurun cennete girin.’ (39/73; İ. KARAGÖZ 3/628).

13/25-29  KALPLER  ANCAK  ALLÂH’I  ANMAKLA HUZUR  BULUR

25. Ama Allâh’a verdikleri sözü, iyice pekiştirdikten sonra bozanlar, Allâh’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri (RabAllah, dinahlâk, dindünyâ, dünyââhiretarasındakibağları) kesip ayıranlar, yeryüzünde (dininesaslarınıtanımayarak) bozgunculuk yapanlar, işte lânet onlaradır. Kötü yurt (olancehennem) de yine onlaradır. [krş. 2/27]

26. Allah dilediği kimsenin (niyetveamellerinegöre) rızkını genişletir ve (dilediğinide) daraltır. (Oinkârcılar,) dünyâ hayâtıyla sevinmekle yetinirler. Hâlbuki dünyâ hayâtı, âhiret (hayâtı) yanında geçici bir faydalanmadan başka bir şey değildir. [bk. 87/16-17]

27. Küfre sapanlar / inkâr edenler: “Rabbinden ona (Muhammed’e) bir mûcize indirilmeli değil miydi?” derler. (Ey Peygamberim!) De ki: “Allah dilediğini (arzuveyaşantılarınıngereği) sapıklıkta bırakır, kendisine yönelenleri de doğru yola iletir.”

28. O (Allâh’ayönele)nler, îman eden ve Allâh’ı anmakla kalpleri huzûra kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki kalpler (ancak) Allâh’ı anmakla huzûra kavuşur.

29. İman edip sâlih amel işleyenlere ne mutlu! Zâten dönülecek en güzel yer (cennet) onların (olacak)tır.

25-29. (25). ‘Allâh’a kesin söz verdikten sonra, sözlerinden dönenler,’  Bu âyette, cehenneme gidecek bedbahtların üç özelliğine dikkat çekilir:  (a) Allâh’a verdikleri kulluk sözünü bozarlar, bunun gereğini yerine getirmezler, sözlerinde durmazlar. Onlar, nefislerinin istikâmetinde hareket eden dönek ve güvenilmez insanlardır. ‘Allâh’ın korunup gözetilmesini emrettiği hususları koparıp atanlar.’  (b) Hakka ve hukûka riâyet etmezler. Allâh’ın, peygamberin, âlimlerin, akrabâların, komşuların, müminlerin, diğer insanların, hattâ hayvan, bitki ve cansız varlıkların haklarını gözetmezler, sorumluluklarını yerine getirmezler, bütün bağları koparıp atarlar. ‘ve yeryüzünde fesat çıkaranlar.’   (c) Yeryüzünde fesat çıkarır, bozgunculuk yaparlar. Allah’tan başkasına kulluk edip, insanları da buna çağırarak, zulüm yaparak, savaş ve fitneler çıkararak kurulmuş nizâmı ihlâl etmeye çalışırlar. (Ö. ÇELİK, 2/680) ‘İşte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlar içindir.’

(26).‘Allah dilediğine rızkı bollaştırır da, daraltır da.’ Dünyâda rızık kapısını açıp kapamanın küfür ve îmanla alakası yoktur. Aksine bu, sâdece Allâh’ın dilemesiyle ilgilidir. Bu bakımdan Allah, sırf sabrını denemek, günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için müminin rızkını kısabilir. Nitekim ashabın çoğunun mâruz kaldığı darlık bu kabildendir. Allah, istidrac (yavaş yavaş helâka götürmek) için kâfire de bol rızık verebilir. Kureyş kâfirlerinin çoğunun içinde yaşadığı bolluk ta bu kabildendir. (İ. H. BURSEVİ, 9/465)

‘Dünyâ hayâtıyla şımardılar.’ Mekke müşrikleri, kendilerine bol bol verilen şeylerle şımardılar. Bu âyette, dünyâlıklarla böbürlenmenin haram olduğuna delil vardır. (İ. H. BURSEVİ, 9/465)

‘Oysa âhiretin yanında dünyâ hayâtı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.’ Rasûlullah (s), ölmüş, küçük kulaklı bir oğlakın yanından geçiyorken, şöyle buyurdu: Allâh’a yemin ederim, bu ölmüş hayvanın sâhipleri onu bu şekilde attıkları zaman, nasıl onlar için bir değer ifâde etmiyor idiyse, bu dünyâ da Allah için bundan daha da değersiz ve önemsizdir. (S. HAVVÂ, 7/329)

şımardılar’: İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Peygambere genellikle maddi bakımdan zayıf kimseler inanmıştı. Mekke’nin varlıklı müşrikleri, bunları gördüklerinde ‘Allâh’ın kendilerine lütufta bulunduğu kimseler de bunlar mı?’ (En’am 7/53) diyorlardı. Onların kanaatine göre zenginlikleri Allâh’ın onları sevdiğinin alâmeti idi. (KUR’AN YOLU, 3/286)

(27).‘Şüphesiz Allah dilediğini şaşırtır, dalâlete düşürür. Kendisine yönelen herkesi hidâyete erdirir.’ Hidâyetin şartı, nefsin istek ve iradesinden çıkıp, Hak Teâlâ’nın irâdesine yönelmek, O’na teslim olmak ve bağlanmak demek olan cüz’i iradedir. (..) Ömür denilen süre içinde hidâyeti ve dalâleti seçmek, kulun tercîhine bırakılmıştır. Bu süre içinde tercîhini iyi kullanıp Hakk’a boyun eğmeyenler, için dalâlet artık zorunlu ve vaz geçilmez bir huy hâlini alır ki, daha sonra hidâyeti arzu etse de, kolay kolay başarılı olamaz. (ELMALILI, 5/145)

(28).‘Onlar, îman eden ve Allâh’ı anmakla kalpleri huzur bulan kimselerdir.’ Tesbih, tehlil, istiğfar ile veya Kur’ân ile kalpleri huzûra kavuşur. Böylelikle kalpleri bir hoş olur ve Allâh’ın zikri ile huzura erer, sükûn bulur. (S. HAVVÂ, 7/331)

‘İyi bilin ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.’     Allâh’ın zikrindenmaksat: ‘Allah Teâlâ’yı birlemek, O’nun güzel isimlerini zikretmek;’ Bu kimseler ‘lâ ilâhe illallah’ diyerek Allâh’ı birlerler. Böylece kalpleri huzura ve sükûna erer. Kalpleri, dilleriyle berâber yüce Allâh’ın esmâ-i hüsnâsını, özellikle ‘Allah’ ismini zikre devam etmekle sükûna erer, yatışır. (..) Bundan maksat Kur’ân-ı Kerim’dir.  Gerçekten de pek çok âyette Kur’ân’ı Kerim, zikir olarak vasıflandırılır. (21/50, 15/9) Kur’ân, Allâh’ın bir hatırlatması, en açık tebliği, en büyük bir mûcizesi ve en faydalı bir âyeti ve en iknâ edici bir delilidir. Kalpler, onun tilaveti ve âyetleri üzerinde tefekkürle mutmain olur, huzur ve sükûna erer. (Ö. ÇELİK, 2/682)

Allâh’ı istiğfâr ve tevhid ile anmanın yanında en büyük zikir Kur’ân’dır ki o da onu hem okumak hem de emirlerini hayâta hâkim kılmakla olur. O zaman fikir, gönül ve hayat huzûra erişir. Yoksa gâyesi gerçekleşmeyen zikirlerle kalp ve hayat huzursuzluktan kurtulamaz. Allâh’ın zikrini kalbine, fikrine ve hayâtına geçiremeyenler, dalları sulanan fakat köklerine su ulaşamayan ağaçlar gibi olurlar. Şu da hadîs-i şerîfle sabittir ki (özetle:) “Kim Allâh’a itaat etmişse, farz ibadetleri yerine getirmişse Allâh’ı zikretmiş olur. Fakat haramlardan kaçınmayan kimse namazı, orucu, haccı, zekâtı çok olsa da, Allâh’ı zikretmemiş olur.” Ayrıca beslenme eksikliği, zehirli gıdalar ve mikropların vücut sağlığımızın düşmanı olup onu tahrip etmesi gibi, ibâdetsizlik, Allâh’ı zikretmemek ve günahlar da ruh sağlığını tahrip eder. Şeytan da bunu unutturmak için daha fazla oyun ve eğlenceye daldırır. [bk. 20/124-126; 39/22-23, 45] (H. T. FEYİZLİ, 1/251) 

Allâh’ın Zikri: Tesbih, tehlil, istiğfar ile veya Kur’ân ile kalpleri huzûra kavuşur. (S. HAVVÂ, 7/331)

(29).‘İman edip, sâlih ameller / iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da (cennet) onlar içindir.’  Tûbâ kelimesi, ukba veznindedir. Tîb kökünden masdardır ki, misk gibi tayyib olmak, hoş olmak demektir. Tîb, bilindiği gibi, temiz ve güzel kokular veya bu kokulardaki hoşluktur. Bir a’râbi, ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, cennette meyve var mıdır?’ diye sormuştu. Rasûlullah da buyurdu ki,’Evet, onda bir ağaç vardır ki, ona Tûbâ denilir. (ELMALILI, 5/147, 148)

‘..varılacak güzel yurt’ (..) Söz konusu âyette yer alan ‘tûbâ’  sözcüğü, îman edip onun gereğini yerine getirenler için dünyâda mutlu ve umutlu bir hayâtı, âhirette ise içerisinde ebedi kalacakları nîmetlerle dolu cennetleri ifâde etmektedir. Esâsen âyetin sonunda da ‘hüsn-ü meâb’ denilerek buna işâret edilmiştir. Zîrâ ‘hüsn-ü meâb: varılacak güzel yurt’ anlamına gelmektedir. O hâlde ‘tûbâ’ hem dünyâ hem de âhirette müminlerin yaşayacakları eşsiz güzellikteki hayâtı, nîmetleri, hayır ve güzellikleri ifâde eden bir sözcük demektir. Bu sebepledir ki, söz konusu kelime genellikle Türkçeye ‘ne mutlu’ diye tercüme edilmektedir. (M. DEMİRCİ, 2/74)

İbn-i Abbas’tan –tûbâ kelimesinin tefsiri ile ilgili olarak- bunun sevinç ve göz aydınlığı demek olduğunu aktarmıştır. (S. HAVVÂ, 7/342)

13/30-31.  ALLAH  DİLESEYDİ  BÜTÜN  İNSANLARI  HİDÂYETE  ERDİRİRDİ

30. (EyMuhammed!) Böylece seni, kendisinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği (sonpeygamberolarakbütün) bir ümmete gönderdik ki sana vahyettiğimiz (Kur’ân’)ı onlara okuyasın. Çünkü onlar (“Odakimdir?” diye) Rahmân’ı inkâr ederler. De ki: “O benim Rabbimdir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na dayanıp güvendim. Sonra yönelişim de ancak O’nadır.” [bk. 16/63]

31. Eğer Kur’ân, (dediklerigibibirkitap) olsaydı da, (okuyunca) onunla dağlar yürütülse veya onunla yer yarılıp parçalansa ve onunla ölüler konuşturulsaydı (müşrikleryineîmanetmezdi). Ama bütün işler Allâh’a âittir. İman edenler (kâfirlerhakkında) daha bilmediler mi ki eğer Allah (kullarıirâdelerinebırakmayıpda) dileseydi, bütün insanları doğru yola iletirdi? Küfre sapanlara gelince, Allâh’ın vaadi (kıyâmet) gelinceye kadar; yaptıkları işler yüzünden ya kendilerine şiddetli bir felâket gelecek veya (ofelâket) yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez. [bk. 14/47]

30-31. (30).‘(Ey Muhammed) Böylece seni, kendilerinden nice ümmetlerin gelip – geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimiz (Kur’ân)ı onlara okuyabilesin.’ Hz. Muhammed’in elçi olarak gönderilmiş olması benzeri görülmemiş yeni bir olay değildir. (Ahkaf 46/9) Nitekim daha önce gelmiş – geçmiş ümmetlere de peygamberler gönderilmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/289, 290)

‘Oysa onlar Rahmânı inkar ediyorlar.’ Onlar, Allâh’ın açık seçik rahmetini tanımıyor, hattâ O’nun Rahman ismini inkâr ediyorlar: ‘Rahman ne imiş?’ (Furkan 25/60) demeye kadar ileri gidiyorlar. (ELMALILI, 5/149)

Onlar ise Rahman olan Allâh’ı inkâr ediyor, kabul etmiyor, Yüce Allâh’ı bu şekilde nitelendirmek istemiyorlar. Nitekim Hûdeybiye günü, barış belgesine ‘Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla’ yazılmasını kabul etmemişler ve ‘Biz Rahman ve Rahîm’in ne olduğunu bilmiyoruz’ demişlerdi. (S. HAVVÂ, 7/332)

(31).‘Eğer Kur’ân (dediklerigibibirkitap) olsaydı da, (okuyunca) onunla dağlar yürütülse veya onunla yer yarılıp parçalansa ve onunla ölüler konuşturulsaydı (müşrikler yine îman etmezdi).   Mekke’li müşrikler, ‘Mekke’nin şu dağlarını kaldır da yerimiz genişlesin, arâziyi parçalara ayırarak ırmaklar akıt, ölmüş falan şahısları dirilt de, senin sözlerinin doğru olup olmadığını onlara soralım.’ demişlerdir. Bunun üzerine bu âyet inmiştir. Onların bu istekleri yerine getirilse bile îman etmeyeceklerine işâret edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/290)

‘Fakat bütün işler Allâh’a âittir.’ Her şeyde tasarruf ona âittir. (İ. H. BURSEVİ, 9/481) Bütün işlerin mercii Allah’tır. O’nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Allâh’ın saptırdığına kimse hidâyet veremez, hidâyet verdiğini de kimse saptıramaz. (S. HAVVÂ, 7/333)

‘Îman edenler hâlâ bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi.’ Şüphe yok ki Allah, istese inkârcıları doğru yola iletir, kimse buna engel olamaz. Ancak onun bu anlamdaki istemesi zorlama olacağından sorumluluğu ortadan kaldırır. Hâlbuki Allah, insanları sorumlu kılmak için onlara akıl, irade ve tercih yeteneği vermiştir. (KUR’AN YOLU, 3/291)

Asıl mesele, Rasul aracılığı ile insana hidâyet etmektir ve Allah, hiç kimseyi Rasûlün risâletine zorla inandırmak istemez. Onun istediği, insanların hidâyeti düşünerek, hikmetle müşâhede ederek bulmalarıdır, mûcizeler görerek değil. (MEVDÛDİ, 2/493)

13/32-35  PEYGAMBERLERLE  ALAY  EDENLER

32. (Ey Peygamberim!) Andolsun ki senden önce nice peygamberlerle alay edildi. Ben de o küfre sapanlara mühlet verdim, sonra onları (azâbımla) yakalayıverdim. Benim azâbım nasılmış (gördüler)! [bk. 22/48]

33. (Durumböyleiken) her nefsin kazandığını görüp gözeten (yüceAllah) putlar gibi olur mu? Ama onlar Allâh’a ortak koştular. (Ey Peygamberim!) De ki: “Onları isimlendirin (onlarnecidirler?) Yoksa yeryüzünde (Allâh’ın) bilmediği şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?” Yâhut boş lâf  mı söylüyorsunuz? Hayır! (Hiçbirideğil) doğrusu, inkâr edenlere düzenbazlıkları süslü göründü de bu yüzden doğru yoldan alıkonuldular. Allah, kimi sapıklıkta bırakırsa artık ona doğru bir yol gösteren yoktur.

34. Kâfirler için dünyâ hayâtında bir azap vardır. Âhiret azâbı ise daha ağırdır. Onları Allâh’(ınazâbın)dan hiçbir koruyucu da yoktur.

35. Takvâ sâhiplerine (Allâh’ınemrineuygunyaşayan/aykırıdavranmaktansakınanlara) vaadedilen cennetin anlatımı/özelliği (şudur): Onun alt tarafından ırmaklar akar, yiyecek (yemişleri) ve gölgeleri devamlıdır. İşte (günahlardan) korunanların sonu (budur). Küfre sapanların sonu da ateştir.

32-35. (32).‘Andolsun senden önceki peygamberlerle de alay edildi de, ben inkâr edenlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım.’ Bu âyet-i kerime, peygamberler ve velîlerle alay etmenin şaki ve bedbaht olmanın alâmetlerinden biri olduğuna işâret eder. Bir hadisi kudside ‘Benim bir dostuma düşmanlık eden, bana savaş açmış demektir.’ (Buhâri’den, Ö. ÇELİK, 2/686)

Peygamberlerle alay etmek, yeni bir olay değildir. Önceki peygamberlerle de alay edilmiş, onların getirdiği mesajlar da reddedilmiştir. Allah, alaycı ve inkârcılara mühlet vermektedir. Verdiği süre içinde pişman olup, tevbe etmedikleri takdirde onları şiddetle cezâlandırır. (KUR’AN YOLU, 3/291)

(34).‘Dünyâ hayatında o (inkârcı)lara sâdece bir azap vardır.’ Kâfirlere dünyâ hayâtında, müminler tarafından öldürülmek ve esir alınmakla yâhut çeşitli mihnet ve belâlarla türlü türlü azap vardır. (..) ‘Âhiret azabı ise daha zordur.’ Dünyâ azâbından çok daha çetindir. Çünkü bu azap, hem devamlı hem de oldukça ağırdır. Dünyâ azâbının bir sonu vardır. Âhiret azâbı ise, ebedidir. Dünyâdaki ateşe nisbetle, cehennemin ateşi ise yetmiş kat daha sıcaktır. (S. HAVVÂ, 7/336)

(35).‘Takvâ sâhiplerine vâdedilen cennetin özelliği (şudur): ‘Altından ırmaklar akar durur.’ Öyle ırmaklar ki, (Muhammed 15) berrak sudan, hâlis sütten, lezzetli şaraptan ve süzülmüş baldan olanları vardır. ‘Yemişleri süreklidir.’ Kesintisiz ve süreklidir. Dünyâ yemişleri gibi, belli bir mevsime özgü değildir, geçici de değildir. ‘ve gölgesi de öyledir’ Çekilip uzamaz, zeval bulmaz, güneşi yakıcı değildir. Karanlık da basmaz. Hep serin bir gölgelik ve aydınlık şeklindedir. Ebedi bir dinlenme yeridir. (ELMALILI, 5/154)

13/36-37  KUR’ÂN’A  SEVİNENLER  VE ONUN  BİR  KISMINI  İNKÂR  EDENLER

36. (Ey Peygamberim!) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen (Kur’ân) ile sevinirler. Fakat gruplar içinde onun bir kısmını inkâr eden / kabul etmeyen kimseler de vardır. (Rasûlüm!) De ki: “Bana ancak Allâh’a kulluk etmem ve O’na aslâ ortak koşmamam emredildi. Sizi, ancak O’na çağırıyorum. Dönüş(ümüz) de ancak O’nadır.”

37. (Ey Peygamberim!) Böylece (biz, birhikmetgereğince) Kur’ân’ı Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana bu ilim geldikten sonra onların arzularına uyarsan andolsun ki Allâh’ın cezâsından seni koruyacak ne bir yardımcın ne de bir koruyucun vardır.

36-37. (36).‘Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen (Kur’ân) ile sevinirler.’ Çünkü onların kitaplarında da senin Kitabının doğruluğuna ve geleceğinin müjdesine dâir ifâdeler yer almaktadır. Meselâ, Necâşi’nin ve onun yanında görev yapan papazlarının Hz. Câfer tarafından onlara Kur’an okunması üzerine sevinmeleri, buna bir örnektir. (S. HAVVÂ, 7/337)

Fakat gruplar içinde onun bir kısmını inkâr eden / kabul etmeyen kimseler de vardır.’ Kitap ehli Kur’ân’daki bilgilere ulaşınca sevinirler. Bir bölümü îman eder. Yahûdilerden Abdullah b. Selâm, Hıristîyanlardan Selman ve Habeşli müminler gibi. Bir bölümü ise, kendi kitaplarını onaylayan âyetlere sevinirler. Ancak kendilerinin teslis, teşbih vb. inanç bozukluklarını ve kutsal kitaplarındaki tahriflerini bildiren âyetleri kabul etmezler. (H. DÖNDÜREN, 1/417)

‘Fakat gruplar içinde Kur’ân’ın bir kısmını inkâr eden kimseler de vardır.’ ‘el ahzâb / gruplar’ ile maksat; müşrik, mecûsi, yahûdi, hıristiyan ve diğer inanç gruplarıdır. Kur’ân’a îman edilmesini emreden âyetler vardır. (4/36, 64/8). Kur’an 6236 âyetten oluşur. Her bir âyet, îman konusudur. Kur’ân’ın bir kısım hükümlerini ve âyetlerini kabul edip, bir kısım hükümlerini ve âyetlerini kabul etmeyen kimse, mümin ve Müslüman olamaz: ‘Allâh’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.’ (39/63; bk. 3 /4, 18/105, 106; İ. KARAGÖZ 3/637). )

‘Ben ancak Allâh’a ibâdet etmekle emredildim’ cümlesi, Peygamberimizin şahsında bütün müminlere yönelik bir emirdir. Allâh’a ibâdet etmek, insanın varoluş gâyesidir. (51/56). Allâh’a ibâdet edebilmek için; îman edip, Allâh’ın emir ve yasaklarına uymak, İslâm’ın ilke ve hükümlerini uygulamak gerekir. Namaz kılmak da, içki içmemek, yalan söylememek de Allâh’a ibadettir. ‘Ancak Allâh’a ibâdet’ ifâdesi, ibâdetin başkalarına değil, ihlâs ile sâdece Allâh’a yapılması, (..) ibâdeti başkalarına göstermek ve duyurmak için yapmaktan uzak olması gerektiğini ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 3/648).

Nitekim çağımızda misyonerlerle, oryantalistler de aynı şeyi yapmaktadır. Bunlar, kendi kitaplarında da yer alan kıssaları, bâzı konu ve hükümleri inkar etmezler, ama bunu kendi kitapları için dayanak kabul ederler. (S. HAVVÂ, 7/337)

Kur’ân’ın dili Arapçadır. Hükmünün geçerliliği, Arapça olan aslına uygunluk şartına bağlanmıştır. Bu sebeple daha önce indirilmiş olan semâvi kitapların, Kur’ân’a uymayan, Kur’ân’ın tasdikinden geçmeyen hükümleri ile amel etmek caiz değildir. (Ö. ÇELİK, 2/690)

(37).‘Böylece Kur’ân’ı Arapça bir hüküm olarak indirdik.’ Kur’ân sâdece okunmakla kalmamalı, gereğince amel edilip, bütün hükümleri insanlar arasında icra edilmelidir. (Mâide 48, Nisâ 108 bakınız.) (ELMALILI, 5/157)

Hz. Peygamber ve çevresinin Arap olması, Kur’ân’ın Arapça olarak indirilmesinin başlıca sebeplerindendir. (Yûsuf 12/2) Kur’ân’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sâdece Araplara indirilmiş olduğunu ifâde etmez. Nitekim bâzı âyetler onun, bütün insanlığa hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu göstermektedir. (2/185, 3/138, 7/158, 34/28) (KUR’AN YOLU, 3/294)

13/38-40  ALLAH  DİLEDİĞİNİ  SİLER,  DİLEDİĞİNİ  SABİT  BIRAKIR

38. (Ey Peygamberim!) Andolsun ki (biz) senden önce de (seningibi) peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir peygamberin bir mûcize getirmesi mümkün değildir. (Allahkatında) her vakit için bir yazı, bir hüküm vardır.

39. Allah, dilediğini yok eder ve (dilediğini) bırakır. Çünkü Ana Kitab (vahyinkaynağı) O’nun katındadır.

40. (Ey Peygamberim!) Onlara vaadettiğimiz (azâb)ın bâzısını sana göstersek de veya (buazâbısanagöstermedenönce) senin canını alsak da, sana düşen sâdece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise ancak bize âittir.

38-40. (38).‘Andolsun, biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik.’ Ehl-i kitaptan çeşitli hizipler, kendi hevâ ve heveslerince Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr için bâzı şüpheler ileri sürmüşlerdir. Bu şüphelerden başlıcaları şunlardır: (a). Müşriklerle ağız birliği içinde olan bâzıları Allah Rasûlü insanüstü özelliklere sâhip olmalı, melek cinsinden olmalı diye tutturuyorlardı. (ELMALILI, 5/158)

Müşrikler, Hz. Muhammed’in eş ve çocukları olduğu için onun peygamberliğine itiraz ediyorlardı. Oysa Kur’ân’ı Kerim, beşeri özellikler bakımından peygamberlerin insanüstü varlıklar olmadığını, onların da birer insan olduğunu (14/11, 18/110, 41/6), eş ve çocukları bulunmasının peygamber olmaya engel teşkil etmediğini haber vermektedir. (KUR’AN YOLU, 3/296)

Hadis: Bana gelince, ben oruç tutarım, yemek de yerim, geceleri namaz da kılarım, uyurum da, et de yerim, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse, benden değildir.’ (Buhâri, Müslim’den, S. HAVVÂ, 7/347)   (b) Bir kısmı da peygamberi ‘Muhammed eğer peygamberse, her ne mûcize istenirse, derhâl yapması gerekirdi’ demişler. Buna cevap aşağıdaki âyet iledir: ‘Allâh’ın izni olmadan hiçbir peygamber mûcize getiremez.’   (c) Allah Rasûlü azap ile uyardıkça, kâfirler, ‘hani nerede azap‘ diye acele ediyorlardı. ‘(Allahkatında) her vakit için bir yazı, bir hüküm vardır.’ (d) Diğer yaydıkları şüphe ise, nesihe karşı çıkıyorlar. ‘nesih önceki hükümlerden caymayı gerektirir, Allah bilgisizlikten münezzeh olduğundan ilâhi hükümlerde nesih olmaz’ iddiasında bulunuyorlardı. (ELMALILI, 5/160)

‘Her bir sürenin bir yazısı vardır.’ Bu süre için, Yüce Allah, hükmetmek için kitabı indirir. Bu dönem için insanların bu kitaba uymalarını farz kılar. Tevrat, Zebur ve İncil belli bir zaman için indirilmiştir. Bu Kur’ân-ı Kerim’de geri kalan zaman içindir. (S. HAVVÂ, 7/339)

(39).‘Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır.’ Gerek yaratmada, gerek hüküm koymada, dilediğini mahveder. Varlık âleminden siler, hükümden düşürür, yürürlükten kaldırır, izini yok eder, dilediğini de onun yerine geçirir veya doğrudan doğruya yenisini yaratır. (ELMALILI, 5/161)

Bâzı sahâbilerin, yaptıkları duâlardan kaderin değişebileceği sonucu çıkarılmıştır. Hz. Ömer, Kâbe’yi tavaf ederken, ağlayarak şu duâyı yapmıştır: Allâh’ım beni bedbaht (şaki) yazdı isen, beni oradan sil, saadet ve mağfiret ehlinin arasına yaz. Sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın.’ (KUR’AN YOLU, 3/297)

Ecelini ve ömrünü uzatır veya kısaltır. Saadetini şekâvete veya tersine, şekâvetini saâdete dönüştürür. (Ö. ÇELİK, 2/691) 

‘Çünkü ana kitap O’nun katındadır.’    ‘Ümmü’l Kitab’:  Allah katındaki levh-i mahfuz veya ezeli ilâhi ilim olup, değişecek ve değişmeyecek olan, giden ve kalan herşey orada yazılıdır. Ana kitaba göre, herşey yazılmış, bitmiş ve kalem kurumuştur. (H. DÖNDÜREN, 1/417, Keşfü’l Hafâ’dan)

‘Onlara vaadettiğimiz (azab)ın bâzısını sana göstersek de veya (buazâbısanagöstermedenönce) senin canını alsak da, sana düşen sâdece tebliğ etmektir.’ Yüce Allâh’ın vaad ettiği azap, peygamber görse de görmese de er veya geç mutlaka gelir. Allâh’ın müşriklere vaad ettiği azâba Peygamberimiz (s), Bedir, Huneyn ve benzeri savaşlarda bizzat şâhit olmuştur. Çünkü müşriklerin ileri gelenlerinin birçoğu bu savaşlarda öldürülmüştür. (..) ‘.. sâdece tebliğ’ ifâdesi, Peygamberin insanları îman ve ibâdete zorlama görevinin olmadığınıifâde eder. Bu husus, Kur’an’da açıkça bildirilmektedir: ‘Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin.’ (88/22; bk. 50/45). (İ. KARAGÖZ 3/652, 653).   

13/41-43  ALLÂH’IN  HÜKMÜNÜ  BOZACAK  KİMSE  YOKTUR

41. (Ey Peygamberim! Kâfirler) biz(imkudretimizle) yeryüzüne gelip onu etrâfından eksilttiğimizi görmediler mi? (Herşeye) Allah hükmeder. O’nun hükmünü denetleyecek (bozacakveyageriçevirecek) yoktur. O, hesâbı çarçabuk görendir.

42. (Ey Peygamberim!) Onlardan (müşriklerden) önceki ümmetler de (peygamberlerine) hîle yapmış (vetuzakkurmuş)tu. Bütün tuzaklar(ı boşa çıkarmak) yalnızca Allâh’a âittir. (O) herkesin kazandığını bilir. Kâfirler (budünyâ) yurdunun sonu kimindir, bilecekler! [bk. 8/30; 27/50-55]

43. (Ey Peygamberim!) İnkâr edenler: “Sen, peygamber değilsin.” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah ve yanında (ilâhî) Kur’an bilgisi olanlar yeter.”

41-43. (41).‘(Okâfirler) biz(imkudretimizle) yeryüzüne gelip onu etrâfından eksilttiğimizi görmediler mi?’ Cenâb-ı Hakkın Müslümanlara fetih ve yardımı ile kâfirlerin diyarları gitgide küçülecek, İslâm yeryüzüne bütünüyle hâkim olacaktır. Âyette buna işâret vardır. (H. T. FEYİZLİ, 1/253, Beyhaki’den)

İbn-i Abbas’a göre, arzın uç noktalarından eksilmesi âlimlerin, fakihlerin ve hayır ehli kişilerin yok olmasıdır. (H. DÖNDÜREN, 1/418)

‘(Herşeye) Allah hükmeder. Onun hükmünü denetleyecek yoktur.’ O’nun hükmünü hiç kimse bozamaz, geri çeviremez. Allah Rasûlü’ne ve dînine gâlip gelmesini, yükselmesini hükmetmiştir. Küfür hakkında da gerilemeyi, yok olmayı, baş aşağı çevrilmeyi hükmetmiştir. (S. HAVVÂ, 7/340)

O’nun verdiği hükmü, arkasından tâkip edecek, ona yetişip te onu değiştirecek, bozacak ve engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur. (ELMALILI, 5/163)

‘Allah hükmeder.’ Hüküm, bir şeyin iyi veya kötü, helâl veya haram olması, bir şeyin yapılmasının emredilmesi veya yasaklanması; ilke, kural ve kânun konulmasıdır. Yüce Allah, hâkimdir. Varlık âleminde tabiat kânunlarını koyan, peygamberlere din kurallarını bildiren, helâl ve haram, sevap ve günahı belirleyen yüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 3/654)

(43).‘Küfre sapanlar / inkâr edenler: “Sen, peygamber değilsin.” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah’ yâni bana da size de şâhid olan yalnız Allâh’tır ve O bana yeter. O benim size risâleti tebliğ ettiğimin şâhididir. Sizin de uydurduğunuz yalanlara şâhiddir. O benim üzerime Kitab’ı indirmiştir; benim peygamberliğimin doğruluğuna delil olacak kadar delilleri de benim aracılığımla ortaya koymuştur. O bakımdan şâhid olarak Allah ‘ve yanında kitabın bilgisi olanlar yeter.’ Kitap bilgisine sâhip olanlar da aynı şekilde benim peygamberliğime şâhitlik ederler. Bunlarla kasıt, kitap ehlinden İslâm’a giren kimselerdir. Onların İslâm’a girmeleri Allah Rasûlünün doğruluğunun kanıtıdır. Çünkü onların Müslüman olmalarının tek sebebi, kitaplarında gördükleri ve müjdelendiği şekliyle Peygamber Efendimizi tanımış olmalarıdır. (S. HAVVÂ, 7/341)

‘İnkâr edenler, sen peygamber değilsin, diyorlar.’ Peygamberimiz için, ‘Bu yalancı bir sihirbazdır’(38/4). ‘Kur’an içimizden ona mı indirildi?’ (38/8). ‘Kâfirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar, bu tuhaf bir şey’ (50/2; bk. 43/31) dediler. (İ. KARAGÖZ 3/656).