Rahman Suresi

  1. Rahmân Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 78 âyettir. Adını birinci âyetten almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/530)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 55/1-13  SAKIN  DENGEYİ  BOZMAYIN

1, 2. Allah Rahman’dır. (Elçi’sine) Kur’an’ı öğretti.

3,4. (Allah) İnsanı yarattı. Ona beyânı öğret(mekle anlama, düşünme ve ifâde yetisi ver)di.

  1. Güneş de ay da hesaba göre (hareket etmekte)dir.
  2. Bitkiler de, ağaçlar da (Allah’a) secde ederler.

7, 8. Allah gökyüzünü yükseltti ve (herşeyde) ölçü (ve denge)yi koydu. 8. (Hak ve adâlete âit) ölçüde haddi aşmayın (haksızlık) etmeyin. [krş. 42/17; 57/25]

  1. (Ey insanlar!) Ölçüyü adâletle ve tam yapın, tartıları da eksik yapmayın.

10, 11, 12. (Allah) yeryüzünü canlılar için yayıp döşedi. 11-12. Orada meyve(ler) ve salkımlarla dolu hurma ağaçları, yapraklı tâneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.

  1. (Ey insanlar ve cinler!) Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

 1-13. (1, 2).‘Allah Rahman’dır, (Muhammed’e) Kur’an’ı öğretti.’ Yâni Kur’an’daki tâlimatların kaynağı bir insan değil, Rahman olan Allah’tır. (…) Allâh’ın diğer sıfatları yerine ‘Rahman’ sıfatının kullanılmış olması (…) özel bir anlam içerir. Yâni bu sözleri indirmesii Allâh’ın rahmetinin bir gereğidir. Çünkü O’nun rahmeti, kendi mahlûkâtını karanlıkta bırakmaya elvermez. İşte bu yüzden Kur’ân’ı bir yol gösterici, dünyâda ve âhirette kurtuluşun bir vâsıtası olmak münâsebetiyle gönderilmiştir. (MEVDÛDİ, 6/62)

Kur’ân-ı Kerîm’i Hz. Peygamber’e Allâh’ın öğrettiğinin bildirilmesi, (Ey Peygamberim!) Andolsun biz şüphesiz müşriklerin, Kur’ân’ı Muhammed’e ancak bir insan öğretiyor dediklerini biliyoruz.’ (16/103) diyen müşriklere bir reddiyedir. (..) Allâh’ın Kur’ân’ı Hz. Muhammed (s)’e öğretmesi ile maksat, okunuşunu, anlamını, mâhiyetini, hükümlerinin nasıl uygulanacağını bildirmesi ve beyan etmesidir. (İ. KARAGÖZ 7/495)

(3. 4).‘İnsanı yarattı.’ (…) Bu âyette zikredilen insandan maksat bütün insanlar olmalıdır. Çünkü yüce Allah söz konusu âyette insan cinsine hitap etmiştir. Kelimenin başında zikredilen ‘el’ takısı buna işâret etmektedir. Bu hususta ileri sürülebilecek bir başka delil de Rahman 55/4 âyette yer verilen ‘beyan’ kavramıdır. Zîrâ beyan kısaca insanın duygu ve düşüncelerini açıklayabilme ve kendini anlatabilme kâbiliyetidir. Tabii ki bu kâbiliyetin de insanın akıl, irâde ve idrâkıyla yakın bir ilişkisi söz konusudur. Bütün bunların insana verilmesinin de tek bir amacı vardır o da, Allâh’a karşı kulluk görevini yerine getirmektir. (M. DEMİRCİ, 3/254)

‘Ona beyânı öğretti.’ Yâni kendini vicdan ve gönlünde meydana gelen duygu ve anlayışlarını, başkalarına açık ve güzel bir şekilde ifâde etmek, maksadı anlatmak ve anlamak demek olan konuşma ve dil nîmetini belletti ki, ilmin elde edilmesi ve Kur’an öğretimi nîmeti de bununla meydana gelir. Hz. Âdem yaratıldıktan sonra kendisine eşyânın isimlerinin öğretilmesi sâyesinde meleklerin bilemediklerini bildi, onların ulaşamadıklarına ulaştı. Peygamberlerin nübüvvete nâil olmaları, Allah tarafından tebliğ yapabilmeleri, kitaplar getirmeleri, ümmetlerin onlardan istifâde edebilmeleri hep beyan ilmi, dil nîmeti sâyesinde olduğu gibi, Kur’ân’a ve Kur’ân’ın tefsir ve tercemesi nîmetine ulaşmamız ve ondan faydalanma derecemiz dahi o nîmetten aldığımız hisse oranındadır. (ELMALILI, 7/365)

(5).‘Güneş de ay da bir hesaba göre (hareket etmekte)dir.’ Yâni güneş, ay ve yıldızların doğuş ve batışı değişmeyen, muazzam bir kânûna tâbidir. Bu kânûnun sâyesinde insanlar mevsimlerin vaktini, günlerin sayısını, ürünlerin olgunlaşma zamanlarını tespit edebilmektedirler.  Bunca varlığın yeryüzünde yaşayabilmesinin nedeni güneşin yeryüzünden belli bir mesâfede tutulmuş olmasıdır. Şâyet güneş ölçüsüz hareket etseydi ve yeryüzüne yaklaşsa ya da uzaklaşsa idi, bunca varlık yok olurdu. Ayrıca güneş ve ay birbirlerine uyum içindedirler ve bizlerin kullandığı takvimler onların hareketlerine bağlıdır. (MEVDÛDİ, 6/63)

(6).‘Bitkiler de,’ yâni arzdan çıkıp ta sapı olmayan bitki, çemen ‘ağaçlar da’ sapı olan bitki, ağaç ‘secde ederler.’ Allâh’ın irâdesine tâbi olarak boyun eğerler, kânunları karşısında elâstikiyetle istediği konumu alırlar. O hâlde insanlar isteyerek, Allâh’ın emirlerine uyarak, nîmetlerine şükretmek için secdeyi bilmelidirler. (ELMALILI, 7/366)

(7, 8).‘Göğü Allah yükseltti ve mizânı (ölçü ve dengeyi)  O koydu.’ Yâni o yüksekliklerin durabilmesi için aşağıya ve yukarıya çeşitli ve birden fazla ağırlıklar, varlıklar ve haklar arasında herşeyin kendi hakkına göre duruşu ve konumu demek olan denge kânûnunu ve adâlet kânûnunu koydu ki, bu kânun olmasaydı göklerin ve yerin düzeni ve dengesi olmazdı. (ELMALILI, 7/366)

Yedinci âyette ‘gök’ anlamı verilen ‘semâ’ kelimesiyle, üzerimizde yükselen uçsuz bucaksız âlemin, milyarlarca galâksi ve gök cisminin içinde yer aldığı ve belli bir düzene göre hareket ettiği kozmik uzayın kastedildiği söylenebilir. ‘Göğün yükseltilmesi’ hakikat anlamı esas alınarak bize nispetle yüksek olması yâhut mecâzi anlamda düşünülüp mânevi bir yüksekliğe sâhip olması şeklinde yorumlanabilir. (KUR’AN YOLU, 5/198)

‘Göğü Allah yükseltti.’ Yâni, görülüp hissedildiği gibi bulunduğu yer itibâriyle onu yükseltilmiş olarak yarattı. Mânen ve makam itibâriyle onu yükseltti. Çünkü onu ilâhi hükümlerin infazların ve emirlerin çıktığı, meleklerin de bulunduğu yer yaptı. (İ. H. BURSEVİ, 20/381)

Semânın dengesi de günümüzde ‘merkezcil ve merkezkaç kuvveti kânûnu’ adıyla ifâde edilmektedir. Bu kânun sâyesindedir ki, gök cisimleri ne birbirlerini sonsuza kadar iterler ne de birbirlerini kendilerine çekmek sûretiyle bir araya toplanıp kümelenirler. Kısacası, Yüce Allah bu büyük kitleleri uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış,  bunları birbirinden uzak tutmak ve birbirlerine çarpmamalarını sağlamak için de bu kütlelere hem birbirlerini itme hem de çekme gücü özelliği vermiştir.  Böylece bir denge sağlamak sûretiyle söz konusu gök cisimlerinin birbirlerinden uzaklaşmalarını veya bir araya toplanarak birbirleriyle kümelenmelerini önlemiştir. Ayrıca söz konusu kânûnun zıt kutupları arasında çok muazzam bir denge de bulunmaktadır. Bu denge sebebiyle de gök cisimleri kendileri için takdir edilen noktada bulunup, kayma, sapma, yığılma ve düşme gibi durumlardan uzak kalmışlardır. (M. DEMİRCİ, 3/260)

‘Sakın dengeyi bozmayın.’ Şerîat ve kânûna tecâvüz edip de haddinizi aşmayasınız, tartısız iş yapmayasınız yâhut maddi ve mânevi tartıda taşkınlık etmeyesiniz de Allah Teâlâ’nın emirlerine, hükümlerine itaat ve hukûka riâyet edesiniz. (ELMALILI, 7/367)

(9).‘Ölçüyü adâletle tutun’ ‘Ölçüyü düzgün tutasınız’ diye çevrilen kısmında ‘hakkâniyet’ anlamına gelen ‘kıst’ kelimesine yer verilmesi burada vezin ve mîzan kelimelerinin adâlet ilkesinin dolayısıyla genel denge kânûnunun hayat olaylarına yansıtılması gereğini ifâde etmek üzere kullanıldığını göstermektedir. (KUR’AN YOLU, 5/199)

‘ve eksik tartmayın.’ Eksiltmeyin, terâziyi kötü niyetli kullanmak sûretiyle âhirette mîzânınıza yazık etmeyesiniz diye O Rahman, mîzânı koydu ve göğe yükseklik verdi. (ELMALILI, 7/367, 368)

Eksik tartmak ve ölçmek, aldatmak ve kul hakkı üstlenmektir. Hadis: Peygamberimiz (s): ‘Bizi aldatan bizden değildir’ buyurmuştur. (Ebû Dâvud Büyu 52, No: 3452). Alım satımda satıcının alıcıyı aldatmaması gerekir. (Ebû Dâvud Büyu 52). Bir ürünü müşteriyi kandırarak, hîle yaparak satmak, eksik tartıp ölçmek söz gelimi 1 kilo yerine 900 gram,  1 metre yerine 90 santim veren bir kimse, Allâh’ın emirlerine karşı çıkmış, Peygamberimizin sünnetine uymamış, büyük günah işlemiş, kul hakkı üstlenmiş ve haram para kazanmış olur. (İ. KARAGÖZ 7/500)

Bu âyetin ‘eksik tartmayasınız’ şeklinde tercüme edilen kısmı, aynı zamanda her bir olayla ilgili uygulamanın yâni bütün davranışlarımızın âhiretteki terâziyi aleyhimize çevirmeyecek biçimde olması gerektiği şeklinde de yorumlanabilir. (KUR’AN YOLU, 5/199)

(10).‘(Allah) yeryüzünü canlılar için yayıp döşedi.’ Yâni orayı, orada bulunan yaratıklara uygun ve elverişli bir şekilde hâlketti. İbn Kesir der ki: ‘Yâni şânı yüce Allah, göğü yükselttiği gibi, yeryüzünü de alçalttı, orayı gerekli şekilde hazırladı, yüksek ve sağlamlaştırıcı dağlar ile onun çalkalanmasını önledi. Böylelikle değişik bölgelerinde köşe ve bucaklarında yaşayan; şekilleri, renkleri ve dilleri birbirinden farklı yaratıklar olan mahlûkların üzerinde karar kılmasını sağlamış oldu. (S. HAVVÂ, 14/306, 307)

(11, 12).‘Orada meyve(ler) ve salkımlarla dolu hurma ağaçları, yapraklı tâneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.’ Yâni O, sizin için gerek meyve türünden yemeniz için, gerekse gıdâlanmanız için, gerekse görünüşü ve kokusu ile zevklenmeniz için birçok şeyler yaratmıştır. Bütün bunlar ise, yeryüzünün insanlar için alçaltılmış olduğunun tecellileri arasındadır. (S. HAVVÂ, 14/307)

(13).(Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde (Ey insanlar ve cinler!) Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni Allâh’ın nîmetleri açıkça üzerinizde görülmektedir. Onları inkâr edemez, onları reddedemezsiniz.’ Durum böyle olduğuna göre, o hâlde size bunları yaratana, bunları var edene şükretmek düşer. Bu ise O’na karşı takvâlı olmakla mümkündür. (S. HAVVÂ, 14/307)

Burada ‘âlâi’ kelimesi ‘nîmet’ anlamında kullanılmıştır. Fakat ayrıca Allâh’ın kemâl ve kudretiyle O’nun hamde lâyık vasıfları da kast olunmuştur. Yâni O’nun bu kâinatta şaşılacak derecede birçok varlık yaratması ve onları en uygun şekilde rızıklandırması, kudret ve kemâlinin bir göstergesidir. Her türlü yiyecek ve meyvayı yaratması, O’nun hamde lâyık sıfatlarına delâlet eder. (MEVDÛDİ, 6/67)

Hadis: Rasûl-i Ekrem (s), bir gün ashâbının yanına çıkmış ve onlara Rahman sûresini başından sonuna kadar okumuştu. Daha sonra şöyle buyurdu: ‘Cinlerle buluştuğum gece, ben bu sûreyi cinlere de okudum; onlar sizden daha güzel karşıladılar. Ben ne zaman ‘Öyleyse ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nîmet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?’ (Rahman 55/13) âyetine gelsem; onlar ‘Senin hiçbir nîmetini inkâr etmeyiz, ey Rabbimiz, sana hamdolsun’ diyorlardı. (Tirmizi Tefsir 55/1’den, Ö. ÇELİK, 4/721)

 55/14-25  O,  İKİ DOĞUNUN VE  İKİ  BATININ  RABBİDİR

  1. Allah, (ilk) insanı ateşte pişirilmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı. [bk. 6/2; 15/26]
  2. Cinı ise dumansız ateşten yarattı.
  3. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  4. (Allah) iki doğunun da Rabbidir, iki bâtının da Rabbidir.
  5. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

19, 20. (Allah, suları acı ve tatlı olan) iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. 20. Aralarında bir engel (ve bir perde) vardır ki birbirinin sınırını aşmıyor (birbiriyle karışmıyor)lar. [bk. 25/ 53; 35/12]

  1. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  2. O ikisinden inci ve mercan çıkar.
  3. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  4. Dağlar gibi yapılıp (ya da yükseltilip) denizde yüzüp giden (gemi)ler (gerçekte) Allâh’ındır.
  5. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

 14-25. (14).‘O, (ilk) insanı ateşte pişirilmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.’ Yüce Allah son aşamaya kadar, ilk önce topraktan (22/5; 30/20; 35/11), sonra yapışkan çamurdan (37/11), sonra şekil verilmiş çamurdan (15/26, 28, 33) ve son aşamada da âyette bildirildiği şekilde yaratmıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/530)

Allah Teâlâ, hayat emâresinden bu kadar uzak olan bir nesneden insanı yaratıp ona can vermiştir. Bu O’nun yüce kudretini gösterir. Cinleri de dumansız bir ateş alevinden yaratmıştır. (Ö. ÇELİK, 4/723)

Modern bilim, insan organizmasının, toprağın içerdiği elementleri aynılarını içerdiğini kanıtlamıştır. İnsan organizması karbondan, oksijenden, hidrojenden, fosfordan, kükürtten, azottan, kalsiyumdan, potasyumdan, sodyumdan, klordan, magnezyumdan, demirden, manganezden, bakırdan, florinden, kobalttan, çinkodan, silisyumdan ve alüminyumdan oluşur. Bu elementler aynı zamanda toprağı da oluşturan elementlerdir. (S. KUTUB, 9/483)

(15).‘Cini ise dumansız ateşten yarattı.’ Cinler salt rûhî varlıklar değillerdir ve onların da maddi cisimleri vardır. Onlar hâlis bir ateşten yaratıldıkları için, insanlar onları göremezler; Zîrâ kendileri (yâni insanlar) topraktan yaratılmışlardır. (…) (A’raf 7/27) Ayrıca cinler hızlı hareket etmekte değişik şekillere dönüşmekte ve topraktan yaratılmış olan insanın görünmeden giremeyeceği yerlere, hiç hissettirmeden girmektedir. Bu özellikler, ateşten yaratılmış bir varlık için mümkündür. (MEVDÛDİ, 6/69)

Cinler, insanlardan önce yaratılmış, ((15/27), insanlar gibi aklı ve irâdesi olan, Allâh’a ibâdet etmekle sorunlu tutulan (51/56), Müslümanı ve kâfiri, sâlih ve günahkârı bulunan (72/11, 14), gözle görülmeyen,  âhirette cennet veya cehenneme gidecek olan (7/179, 38/85) varlıklardır. (İ. KARAGÖZ 7/503)

Hadis: İmam Ahmed rivâyet ediyor… Urve, Âişe (r. anha) den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (s) buyurdu ki: ‘Melekler nurdan, cinler dumansız bir alevden yaratılmıştır. Âdem’i de yüce Allâh’ın size (Kur’ân-ı Kerîm’de) nitelendirdiği şekilde yaratmıştır.’ (Ahmed Müsned 40/109 No: 25194). Bu hadîsi senedi ile birlikte Müslim de rivâyet etmiştir. (S. HAVVÂ, 14/329)

(17).‘(Allah) iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.’ İki doğu ve iki batı; dünyânın yuvarlak / küre olması ve dönmesi itibâriyle, güneş ve diğerlerinin, birbirine karşıt olan taraflarına göre dünyânın bir zaman dilimindeki doğusu ve batısıdır. Yâni yarım küre olan bir tarafta, görünüşe göre güneş batıp gece olurken, diğer tarafta doğmaktadır. Böylece dünyâda iki doğu ve iki batı olayı meydana gelmektedir (senelik doğuş ve batış yeri için bk. 37/5). Mevsimlere göre doğuş ve batış yerleri ise dünyânın güneşin yörüngesindeki dönüşündendir. Bunların hepsi Allâh’ın takdîri ve kânûnudur. (H. T. FEYİZLİ, 1/531)

(…) Sayılan bu güzellikte eşsiz işleri yaratan, yazın ve kışın, doğunun ve batının her ikisinin de Rabbidir. Bunun kaçınılmaz bir gereğidir ki iki doğunun ve batının arasındaki bütün varlıkların da Rabbidir. Yâni doğu ve batının en yüksek ve en aşağı sınırlarını zikretmek, aralarındaki herşeyi içine alıp kuşattıklarına işâret eder. (İ. H. BURSEVİ, 20/392) 

(18).(Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?’ Burada ‘âlâi’ kelimesinin anlamının, mevki ve mahâl itibarıyla ‘kudret’ mânâsında olması daha muhtemeldir. Ve fakat aynı zamanda nîmet ve hamde lâyık sıfatlar anlamını da içerir. Güneşin doğuşunu ve batışını bir kurala bağlamış olması, Allâh’ın büyük bir nîmetidir. Çünkü bu değişmez kuralın insanlara, hayvanlara ve bitkilere sayısız yararları vardır. Şâyet mevsimler bu sisteme bağlı olarak devran etmeseydi, insanlar, hayvanlar ve bitkiler hayatlarını sürdüremezlerdi. Yarattığı mahlûkat için her türlü uygun ortamı hazırlaması, Allâh’ın rahmet, rubûbiyet ve hikmetidir. (MEVDÛDİ, 6/71)

(19).‘(Suları acı ve tatlı olan) iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.’ ‘Aralarında bir engel vardır ki birbirinin sınırını aşmıyorlar.’  ‘İki deniz’ ve ‘aralarındaki engel’ den maksadın ne olduğu hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bâzı müfessirler bunu Furkan sûresinde belirtildiği üzere tatlı ve tuzlu suların birbirine kavuşması ama karışmamasıyla açıklamışlardır. (bilgi için bk. Furkan 25/53; Fatır 35/12). ELMALILI, farklı yorumları aktardıktan sonra ‘her iki türüyle deniz’ denirse bunun acı – tatlı, iç – dış,  semâvi – arzi, hattâ hakikat ve mecaz her iki çeşiti kapsayacağını, böylece işâri bir mânâ olarak cismâni âlem ve rûhâni âlem ayırımının da bu kapsamda düşünülebileceğini belirtir. Burada günümüz deniz araştırmalarının ortaya koyduğu bilimsel bir gerçeğe işâret bulunduğu söylenebilir. Şöyle ki, tespitlere göre büyük denizlerin birleşim noktalarında oluşan doğal bir engel bunların terkibi özelliklerinin karışıp bozulmasını önlemekte, bu da kendilerine özgü bitki türlerinin ve hayvan türlerinin korunmasını sağlamaktadır. (KUR’AN YOLU, 5/204)

‘Bahreyn: iki deniz’ kelimesinin söz konusu ettiği iki denizle, faraza ‘A’ ve ‘B’ denizi gibi iki deniz mi, yoksa birden çok iki deniz mi kastedilmiştir? Sorusuna cevap aramak gerekmektedir. Bize göre ilgili âyette kastedilen sâdece ‘A’ ve ‘B’ denizi değil, suları bir noktada birleşen herhangi iki denizdir. O hâlde, âyetin sözünü ettiği denizler ikiden fazladır, yâni birkaç tâne iki deniz bu âyette söz konusu edilmiştir. Nitekim ünlü deniz bilimci Jacques Cousteau yaptığı bir araştırmada âyette zikri geçen iki denizin Atlas Okyanusu ile Akdeniz olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü bu iki denizin suları Cebel-i Târık boğazında birleşmektedir. Alman bilim adamlarının yapmış oldukları bir araştırmaya göre de söz konusu iki denizden maksat Aden Körfezi ile Kızıl Deniz’dir. Zîrâ bu iki denizin suyu da Mendep Boğazında birbirine ulaşmaktadır. O hâlde kısaca denilebilir ki ‘merace‘l bahreyni yeltekıyân’ âyeti daha önce de ifâde ettiğimiz gibi sâdece iki denizi değil, genel bir ilke ortaya koyarak suları herhangi bir noktada birleşen tüm denizleri ifâde etmiş olmaktadır. (M. DEMİRCİ, 3/267)

(22).‘O ikisinden inci’ özellikle iri inci ‘ve mercan çıkar.’ Lisânımızda da mercanın kırmızısı meşhurdur. Bilindiği gibi inci ile mercan, hem süs eşyası olarak kullanılır hem de ticâret nîmetlerindendir. (ELMALILI, 7/372)

(23).(Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?’ Bunca kıymetli eşyâyı yaratmış olması Allâh’ın bir nîmetidir. Ayrıca mahlûkuna güzellik zevki vermekle birlikte, bu zevkin tatmin olacağı güzel eşyâları da hâlk etmesi, O’nun Rubûbiyetinin şânındandır. (MEVDÛDİ, 6/71)

(24).‘Dağlar gibi yapılıp denizde yüzüp giden (gemi)ler (gerçekte) Allâh’ındır.’ Burada ‘alem’ dağ mânâsına olmakla berâber, bayrak ve alâmet mânâsına da gelebilir. Evet, inşâ edilip de denizde akıp giden, o inci ve mercan gibi nice faydalı şeyleri taşıyan o dağlar gibi gemiler de Allâh’ın nîmetlerindendir. Mamâfih / bununla berâber ‘cevâri‘l münşeât’ vasfı, gök deryâsında yüzüp duran bütün gök cisimlerinin Allah Teâlâ’nın kudret delillerinden olarak denizde yüzüp giden gemiler gibi akıp gittiklerini de ifâde etmeye müsâittir. (ELMALILI, 7/372)

İnsanların yaptığı gemilerin Allâh’ın olmasını, gemilerin yapıldığı malzemeyi var edenin, insana gemi yapma yeteneği ve gücü verenin Allah olması îtibâriyledir.   İnsanlar tarafından üretilse bile herşey Allâh’ındır.Sâffât sûresinin ‘Sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yarattı’ anlamındaki 96’ncı âyeti bunun delilidir. Denizlerin varlığı  Suyun kaldırma gücü, dağlar gibi büyük ve yüksek gemilerin denizde batmadan akıp gitmesi Allâh’ın nîmetlerindendir. (İ. KARAGÖZ 7/506, 507)

Âyet-i Kerîme bizlere yüce Allah’ın insanın emrine vermiş olduğunu hatırlatmaktadır. Bunun sonucunda insan, bu dünyâda taşımak, yolculuk ve birtakım şeyleri taşıyıp getirmek gibi, birçok menfaatlerine yardımcı olan bu muazzam gemileri yapabilmiştir. (S. HAVVÂ, 14/312)

 55/26-32  HER  CANLI  YOK  OLACAK

  1. (Yer) üzerinde bulunan her canlı fânidir. [bk. 28/88]
  2. (Yalnız) azamet ve ikram sâhibi Rabbinin zâtı, bâkidir.
  3. (Ey insan ve cin topluluğu!) Öyle iken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  4. Göklerde ve yerde bulunanlar, (herşeyi ancak) Allah’tan ister. O, her gün (her an, hikmetine uygun) bir işte/bir yaratıştadır.
  5. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  6. Ey (insan ve cin) toplulukları! (Verdiğimiz süreden sonra) siz(in hesab)a çekeceğiz.
  7. (Ey insan ve cin topluluğu!) Şimdi Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

 26-32. (26).‘(Yer) üzerinde bulunan her canlı fânidir.’ Yâni, o arz üzerinde bulunan her kim olursa olsun hepsi yok olucudur. Gerek o gemilerdekiler, gerek diğerleri, hepsi de su üzerindeki o yüzen gemiler gibi akıp akıp yokluğa gidecekler ve öleceklerdir. Ey muhâtab! (ELMALILI, 7/374)

(27).‘(Yalnız) azamet ve ikram sâhibi Rabbinin zâtı, bâkidir.’ Şânı yüce Allah, bu âyet-i kerîmede kendi Kerîm zatını celâl ve ikram sâhibi olmakla nitelendirmektedir. Yâni O, kendisine isyan edilmeyecek kadar üstün ve yüce; muhâlefet edilmeyip itaat edilecek olan zattır. (İbn Kesir’den) İbni Abbas ise celâl ve ikramı azamet ve kibriya ile tefsir etmektedir. ‘Fenâ: son bulmak’ta ise birçok nîmetler vardır. (…) Şunu da belirtelim ki, eğer ölüm olmasaydı, hayat imkânsız olurdu. Şâyet beş yıl süre ile ölüm söz konusu olmaksızın iki tâne sinek üreyip duracak olursa, bu yeryüzü küresi etrâfında beş santimetre kalınlığında bir sinek tabakası teşkil ederdi. (S. HAVVÂ, 14/313)

Hadis-i Şerifte şöyle denilmektedir: ‘(Duâlarınızda) ısrarla: ‘Ey Celâl ve İkram Sâhibi’ deyiniz, duâlarınızda onları çok söyleyiniz.’ (Tirmizi, Ahmed b. Hanbe’den ELMALILI, 7/376)

’Yine rivâyete göre Rasûlullah (s) namaz kılarken: ‘Ey Celâl ve İkram Sâhibi’ diyen bir adamın yanından geçmiş ve ‘Senin duân kabul olundu’ diye cevap vermiştir. (Nesefi’den, S. HAVVÂ, 14/331)

(29).‘Göklerde ve yerde bulunanlar, Allah’tan ister.’ Nesefi der ki: ^Yâni göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’na muhtaçtır. Göklerde bulunanlar dinleri ile ilgili, yerde bulunanlar ise hem dinleriyle hem dünyâlarıyla alâkalı olan hususları O’ndan isterler. (S. HAVVÂ, 14/313)

‘O, her gün (hikmetine uygun) bir işte/bir yaratıştadır.’ Gökte ve yerde olan herkes tüm ihtiyaçlarını  hem dilleriyle hem de hâlleriyle O’ndan isterler. Sözgelimi gökteki varlıklar O’ndan bağışlanma dilerken, yerdekiler de O’ndan hem rızık hem bsğışlanma isterler. Cenâb-ı Hak devamlı olarak onların ihtiyâcı olan şeyleri yaratır, ihsan eder. Çünkü O her an yaratma hâlindedir. Her an milyarlarca fiili tecellide bulunur. Yaratma, yok etme, sağlık – hastalık, izzet – zillet, rızık verme – mahrum etme, tâyin – azil, zenginlik ve fakirlik gibi hâllerin kimini getirir, kimini götürür. (Ö. ÇELİK 4/728)

‘O her gün bir iştedir.’ Mukâtil demiştir ki: Bu âyet-i kerîme, Yahûdiler hakkında inmiştir. Onlar, Allah cumartesi hiçbir şey infaz etmez, demişlerdi. Bu âyet-i kerîme, onların bu görüşlerini red etmektedir. O’nun her an yaratma hâlinde olduğuna delildir. Her gün işleri çevirir veya yeniden yaratır. (İ. H. BURSEVİ, 20/404)

Hadis: ‘Bir günahı bağışlamak, bir sıkıntıyı kaldırmak, bir topluluğu yüceltip daha başkalarını alçaltmak O’nun işlerindendir.’ (İbni Mâce Mukaddime 13’den, Ö. ÇELİK, 4/728)

(31).‘Ey (insan ve cin) toplulukları! (Verdiğimiz süreden sonra) siz(i hesâba)a çekeceğiz.’ Allah Teâlâ bu iki sorumlu gruba hitap ederek, onları âhiret azâbına karşı uyarmaktadır. Herşey fenâ bulup dünyâ sayfası kapatıldıktan ve âhiret sayfası açıldıktan sonra mahlûkâtın dünyâya âit işleri bitecek, sâdece hesâba çekme, cezâ veya mükâfat verme işi kalacaktır. Dolayısıyla burada insan ve cinnin günahkârlarına Allah’tan sakınmaları için ciddi bir ilâhi tehdit bulunmaktadır. Yoksa Allah Teâlâ için bir işi yapmak için meşgul olduğu başka bir işten boşalmak veya boş vakit bulmak gibi bir durum câiz değildir. (Ö. ÇELİK, 4/729)

 55/33-45  SUÇLULAR  SÎMÂLARINDAN  TANINIR

  1. Ey cin ve insan topluluğu! (Siz o hesabınızı görme ve azabımız geldiği zaman) göklerin ve yerin çevrelerinden geçip gitmeye (kurtulmaya) gücünüz yeterse haydi geçip gidin! Ama (Bizden) bir yetki/kudret olmadıkça geçemezsiniz. [krş. 6/128]
  2. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  3. (Ey insan ve cin topluluğu!) Üzerinize yalın ateşten bir alev ve kıpkızıl (zehirleyici) bir duman (veya erimiş bakır) gönderilecek (ve siz) de yardımlaşıp kurtulamayacaksınız.
  4. (Ey insan ve cin topluluğu!) Böyle iken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  5. (Ey insan ve cin topluluğu! Kıyâmet koptuğunda) Sonra gök (cisimleri ile) yarılıp da (içinden kaynayıp çıkanlar) kırmızı gül hâlini aldığı zaman, erimiş bir yağ gibi olduğu zaman (hâliniz ne olur). [bk. 70/8; 84/1]
  6. (Ey insan ve cin topluluğu!) Şimdi Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

39.Âhirette insana ve cine günahından sorulmaya (lüzum kalmaya)caktır.

  1. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  2. Kâfirler, sîmâlarından tanınır da (cehenneme atılmak için onlar) alınların(ın) perçemi ile ayaklar(ın)dan yakalanırlar.
  3. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

43-44. İşte bu, o kâfirlerin yalan saydığı cehennemdir ki onlar bununla kaynar su arasında (şaşkınca) gider gelirler.

  1. (Ey insan ve cin topluluğu!) Böyle (bir azap var) iken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

 33-45. (33).‘Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin çevrelerinden geçip gitmeye (kurtulmaya) gücünüz yeterse haydi geçip gidin! Ama (Bizden) bir yetki / kudret olmadıkça geçemezsiniz.’ Âyet-i Kerîmenin mânâsı; ‘şâyet Allah’tan ürkerek, kaderinden ve kazâsından kaçarak yerin ve göklerin öbür ucundan çıkıp geçmeğe gücünüz yeterse çıkıp gidin ve kendinizi azâbımdan kurtarın’ demektir. Bu ilâhi emir, onları âciz bırakmak içindir. O’nu hiçbir sûretle âciz bırakamayacaklarını, kaçmaya güçlerinin yetmeyeceğini bildirmek kasdıyla böyle hitap edilmiştir. ‘Ancak büyük güçle çıkıp gidebilirsiniz.’ Büyük, üstün bir kuvvet olmadan kurtulamazsınız. Siz ise böyle bir kuvvet sâhibi olmaktan çok uzaktasınız. (İ. H. BURSEVİ, 20/409)

(35).Ancak ‘(O’nun hüküm ve saltanatının hudûdundan) çıkmağa kalkışıldığı takdirde ne olur?’ denilirse, bunun cevâbı şöyle verilir: ’Üstünüze ateşten yalın bir alev salınır.’ Ve bir bakır yâni erimiş bakır yâhut bakır gibi kızıl bir duman veya zehirli bir duman ki, hem yakar hem boğar. ‘da her ne yapsanız bundan kurtulamazsınız.’ Kendinizi savunamaz ve kaçıp gidemezsiniz, yakalanır ve yakılırsınız. Ebû Hayyan Bahr’de der ki: ‘Bu ifâdeden maksat, cin ve insanın âcizliğini göstermektir.’ (ELMALILI, 7/379)

(37).‘Sonra da gök bir yarıldı mı’ yâni kıyâmet kopmaya başlayıp gök dürülmek üzere çatladığı ‘çatlayıp da bir gül olduğu’ kıpkırmızı bir gül gibi kızarmış bir hâlde ‘yağ gibi eridiği zaman’ ‘izâ’ şartiyyedir, cevâbı belirtilmemiştir. Yâni şimdi tafsilâtını anlayamayacağınız, beyâna sığmaz ne dehşetler, ne inkılâplar olacaktır. (ELMALILI, 7/380)

(38).‘Şimdi Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?’ Sizler şimdi Kıyâmetin vukû bulmasını mümkün görmüyorsunuz. Yâni sizlere göre Allah buna muktedir değildir. Oysa Kıyâmet vuku bulduğunda bunu kendi gözleriniz görecek ve sonra bakalım bunu yalanlayabilecek misiniz? (MEVDÛDİ, 6/75)

(39).‘Âhirette insana ve cine günahından sorulmaya (lüzum kalmaya)caktır.’ Yâni suçlu olup olmadığının anlaşılması için şuradan buradan sorularak araştırılmaya ihtiyaç yoktur. Günahlı ile günahsız karıştırılmaz. Çünkü hepsi tespit edilmiştir. Şimdi açıklanacağı gibi suçlular, yüzlerinden tanınırlar. Demek ki hesap ve sorumluluk yok değil, lâkin o gün suçlunun şahsını tanımak için soru sorulmaz. (ELMALILI, 7/380)

Birçok âyette belirtildiği üzere, herkes dünyâda yapıp ettiklerinden tek tek kayda geçirilmiş olduğunu görecek, günahkârların dilleri, elleri ve ayakları bu konuda tanıklık edecek, ayrıca 41’nci âyette ifâde edildiği gibi günahkârlar sîmâlarından tanınacaktır. İşin aslı böyle olmakla berâber, herkes kendi sevap ve günah durumuna göre haşrolunup hesap meydanına getirildikten sonra yargı süreci başlayacak(tır). Yüce Allah, bütün kullarının iyilik ve kötülüklerini eksiksiz kusursuz bilmesine rağmen adâlet ve şefkatini ortaya koymak, her kulunun nasıl bir âkıbeti hak ettiğini ona da gösterip onaylatmak üzere herkesi ince bir hesaptan sorgulama ve yargılamadan geçirecektir. (ayrıca bk. Hicr 15/92; Kasas 28/78; Sâffât 37/24; Zemahşeri’den KUR’AN YOLU, 5/210)

(41).‘Suçlular sîmâlarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.’ Melekler onların alınlarından yâni başlarının ön tarafındaki saçlarından, perçemlerinden ve ayaklarından tutarak cehenneme atarlar. Bâzan da perçemlerinden yakalayarak yüzükoyun sürükleyerek veya perçemleriyle ayakları arkalarından bir zincire vurularak yaka paça edilirler, demektir. (İ. H. BURSEVİ, 20/413)

Mahşer yerinde müminler ve kâfirler yüz hatlarından bilinir, müminlerin yüzleri ak, kâfirlerin yüzleri kapkara ve gözleri ise gömgöktür. (20/102). ‘Kıyâmet günü (bâzı) yüzler ağarır, (bâzı) yüzler kararır. Yüzleri kararanlara gelince, (onlara) ‘îmânınızdan sonrainkâr mı ettiniz? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azâbı tadın, denir.’ (3/106; bk. 10/27, İ. KARAGÖZ 7/514)

(43, 44).‘İşte bu, kâfirlerin yalan saydığı cehennemdir ki onlar bununla kaynar su arasında (şaşkınca) gider gelirler.’ Yâni, cehennem ateşi arasında döner dururlar ve onunla yakılırlar. Hamîm, sıcaklığı en yüksek derecesine ulaşmış, mücrimlerin üzerine dökülen veya onlara içirilen kaynar sudur. Şaşkınlık ve susuzluktan cehennem ateşinden kaynar suya, kaynar sudan cehennem ateşine sürekli olarak döner dururlar. (İ. H. BURSEVİ, 20/414)

 55/46-61  İYİLİĞİN  KARŞILIĞI  İYİLİKTEN  BAŞKA  BİR  ŞEY  MİDİR?

  1. Rabbinin huzûrunda (o gün günahla) durmaktan korkan, (bunun için de günah işlemeyi terk eden) için iki cennet vardır.
  2. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  3. (Bu cennetler) çeşitli nîmetlere sâhiptirler.
  4. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  5. İki cennette akıp giden iki kaynak vardır.
  6. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  7. (Cennetlerin) ikisinde de her meyveden çift çift (çeşit)ler vardır.
  8. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  9. (Hepsi de) parlak kalın atlastan döşemelere yaslanarak iki cennetin meyvelerini yakından (zahmetsizce) toplarlar.
  10. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  11. Cennetlerde bakışlarını (yalnız eşlerine) çeviren (öyle güzel eş)ler vardır ki bunlardan önce henüz kendisine bir insan ve bir cin dokunmamıştır.
  12. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  13. Cennetteki eşler yâkut ve mercan gibidirler.
  14. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  15. Sâlih amelleri güzel yapmanın karşılığı, ancak cennettir.
  16. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?

 46-61. (46).‘Rabbinin huzûrunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.’ Mücâhid’e göre Allah Teâlâ bu âyetteki ‘cennetân’ ifâdesiyle insanlar ve cinler için hazırlanan iki ayrı cennetten söz etmektedir. (M. DEMİRCİ, 3/276)

(48).‘(Bu cennetler) çeşitli nîmetlere sâhiptirler.’ Fenen / (fenn / efnân), ince ve yumuşak dal ve taze fidan mânâsınadır. Yâni her birinde türlü türlü bostanlar, yâhut birçok dallar, bölümler vardır. İkisi de çeşitlidir. (ELMALILI, 7/384)

Hadis: Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ (r) dedi ki: Rasûlullah (sa)’ın Sidretü‘l Münteha’dan söz ederken şöyle buyurduğunu dinledim: ‘Onun dallarından birisinin gölgesinde bineği üzerindeki süvâri, yüz sene boyunca yol alır – veya şöyle buyurdu Onun dallarından birisinin gölgesinde yüz tâne süvâri gölgelenir – Onda altından kelebekler vardır. Meyveleri de irilikleri itibâriyle âdetâ testiyi andırır.’ (Bu hadisi Tirmizi Yûnus’tan gelen yolla nakletmiştir, S. HAVVÂ, 14/335)

(50).‘Cennetlerde akıp giden iki kaynak vardır.’ El Hasen’den rivâyete göre; bunlar tatlı su akıtan pınarlar olup, birisi Tesnim, diğeri Selsebil’dir. İbn Kesir de der ki: ‘Yâni ağaçları, dalları sulamak ve böylece her türden meyve verdirmek için akıp duran pınarlar, demektir. (S. HAVVÂ, 14/322)

(52).‘(Cennetlerin) ikisinde de her meyveden çift çift (çeşit)ler vardır.’ Yâni bütün meyve türleri çift çifttir. Bildiklerinden, bilmediklerinden daha hayırlı olanlardan, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırından geçirmediği bütün türlerden… İbn âbbas der ki: ‘Âhirette, dünyâdan sâdece isimler vardır.’ (S. HAVVÂ, 14/322)

(54).‘(Hepsi de) parlak kalın atlastan döşemelere yaslanarak iki cennetin meyvelerini yakından toplarlar.’ Ebû İmran el Cevni der ki: Atlas, altın ile süslenmiş olan ipek demektir. Yüce Allah burada üst örtünün değer ve kıymetini açıklamak için alttaki atlasın değer ve kıymetine dikkat çekmektedir. İşte bu, daha aşağı derecede olana dikkat çekerek, daha üst derecede olanı anlatmaktır. İbn Mes’ud der ki: ‘Astarlar böyle olunca, bunların üstteki örtüleri ya nasıldır bir görseniz?’ (S. HAVVÂ, 14/322, 323)

Her iki cennetin olgunlaşmış meyveleri cennet ehline yaklaştırılmıştır. Ağaçlar cennet ehline dallarını o kadar yaklaştırırlar ki, onlar isterlerse ayakta, otururken hattâ yatarken bile onun meyvelerini toplayabilir. Nitekim bir diğer âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: ‘Cennet ağaçlarının huzur ve rahatlık veren gölgeleri onları bürür. Salkım salkım meyveler, hemen elleriyle koparacakları mesâfeye kadar sarkar.’ (İnsan 76/14; Ö. ÇELİK, 4/736)

(56).‘Cennetlerde bakışlarını (yalnız eşlerine) çeviren (hûri)ler vardır.’ İbn Kesir der ki:’Yâni eşlerinden başkalarına bakmayan, gözlerini sakınan kimseler… Cennette kendi eşlerinden daha güzel hiçbir şey görmezler. ‘Ki onlardan önce bunlara ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur.’ Herhangi bir şekilde onlarla temas etmemiştir. Nesefi der ki: ‘İşte bu, cinlerin de insanlar gibi ilişki kurduklarının delîlidir.’ İbn Kesir de der ki: ‘Yâni o kadınlar orada bâkiredirler ve yaşları denktir. Kocalarından önce insanlardan olsun, cinlerden olsun hiçbir kimse onlara yaklaşmamıştır. Aynı zamanda bu, cinlerden mümin olanların da cennete gireceklerine delildir. (S. HAVVÂ, 14/323)

(58).‘Cennetlerdeki eşler yâkut ve mercan gibidirler.’    Hadis: İbn Ebi Hâtim rivâyet ediyor… Abullah b. Mes’ud Rasûlullah (s)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: ‘Cennet ehlinden olan bir kadının bacağının beyazlığı yetmiş kat ipeğin arkasından dahi görülür. İşte yüce Allâh’ın ‘Onlar sanki yâkut ve mercandırlar’ buyruğunda anlatılan budur. Yâkut öyle bir taştır ki, onun içerisine bir tel sokacak olursanız ve sonra da saf hâliyle bakacak olursanız, o teli içinden görürsünüz.’ (Tirmizi bu şekilde mevkuf olarak naklettikten sonra, ‘daha sahih olanı budur’ demektedir. (S. HAVVÂ, 14/335)

(60).‘Sâlih amelleri en güzel şekilde yapmanın karşılığı, ancak cennettir.’ ‘Yâni dünyâda iyilik yapan bir kimseye âhirette de iyilikten başka bir şey verilmeyecektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘İyilikte bulunanlara güzellik ve bir de fazlası vardır.’ (Yûnus 10/26, S. HAVVÂ, 14/336)

 55/62-78  RABBİNİN  ADI  YÜCELERDEN  YÜCEDİR

  1. (Sâlih ameller işleyip haramlardan sakınanlara) iki (cennet)ten başka iki cennet daha vardır.
  2. (Ey insan ve cin toplulukları!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  3. (Bu iki cennet de) yemyeşildirler.
  4. (Ey insan ve cin toplulukları!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  5. Bu iki cennette, durmayıp fışkıran iki pınar vardır.
  6. (Ey insan ve cin toplulukları!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  7. (Bu iki cennetin) içlerinde (görülmedik) meyve, hurma ve nar vardır.
  8. (Ey insan ve cin toplulukları!) Böyle iken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  9. Bu iki cennette huyu güzel, kendi çok güzel kızlar vardır.
  10. (Ey insan ve cin toplulukları!) Böyle iken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  11. Cennette çadırlar içerisinde eşlerinden başkasına bakmayan hûriler vardır.
  12. (Ey insan ve cin toplulukları!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  13. Cennetlerde güzel kızlara önceden bir insan ve bir cin dokunmamıştır.
  14. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  15. (Bu cenneti kazananlar) yeşil yastıklara ve çok güzel döşeklere yaslanırlar.
  16. (Ey insan ve cin topluluğu!) O hâlde Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?
  17. Azamet ve ikram sâhibi Rabbinin ismi ne yücedir!

 62-78. (62).‘(Sâlih ameller işleyip günahlardan sakınanlar için) iki (cennet)ten başka iki cennet daha vardır.’ İbnü Zeyd’den yapılan rivâyete göre önceki cennetler mukarrebler (takvâ ve kullukta Allah’a yakın olanlar) için bunlar ise ashâb-ı yemin (amel defteri sağ eline verilenler) içindir. Hasan-ı Basri’ye göre de öncekiler sahâbiler, sonrakiler de tâbiin içindir. Bu iki görüşe göre de ikinciler, şeref ve mertebe yönünden öncekilerden aşağıdır ve ‘ve min dûnihimâ’nın ifâde ettiği anlam da budur. Öncekiler, ‘zevâtâ efnân’ ikisi de çeşitli olmakla daha derli toplu ve daha olgun vasıfla vasıflanmıştır. ‘hel cezâül ihsani illâ’l ihsân’ âyeti de en yüksek olan ihsan mertebelerini göstermiş olmaktadır. (ELMALILI, 7/386)

Hadis: Hz. Peygamber buyurmuştur: ‘İki cennet, kapları ve içindekiler gümüşten, diğer iki cennet de kapları ve içindekiler altındandır. Adn cennetinde, topluluğun Rablerine bakmasına ancak yüzlerindeki büyük günah örtüsü engel olur.’ (Buhâri Tefsir 55/1, 2’den H. DÖNDÜREN, 2/851)

(64).‘(Bu iki cennet de) yemyeşildirler.’ Yeşilliklerinin ileri derecede olmasından dolayı siyahı andırırlar. Muhammed b. Ka’b der ki: Yâni, yeşillikle dopdoludurlar. Katâde der ki: Sulak olduklarından dolayı yeşil ve yumuşaktırlar. İbn Kesir de der ki: ‘Birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlardaki dalların göz alıcı ve tâze olacağında şüphe yoktur.’ (S. HAVVÂ, 14/324, 325)

(66).‘Bu iki cennette, durmayıp fışkıran iki pınar vardır.’ Yâhut fıskiyeler, şadırvanlar vardır. Âyette geçen ‘nadh’ suyun fışkırması ve püskürmesidir. (ELMALILI, 7/386)

(…) Önce sözü geçen ‘iki cennet’ hakkında ‘İkisinde de akan iki pınar vardır.’ (âyet 50) buyurduğu hâlde burada ‘İkisinde de durmadan fışkıran iki pınar vardır.’ (âyet 66) diye buyurmaktadır. Ali b. Ebi Talha İbn Abbas’tan ‘Fışkıran, demektir. Akmak ise, fışkırmaktan daha güçlüdür.’ (S. HAVVÂ, 14/338)

(68).‘(Bu iki cennetin) içlerinde (görülmedik) meyve, hurma ve nar vardır.’ Bundan önce söz konusu edilen iki cennet hakkında ‘İkisinde de her tür meyveden çift çift vardır.’ (âyet 52) diye buyurulduğu hâlde; burada söz konusu edilen iki cennet hakkında: ‘İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır.’ (âyet 68) diye buyurulmaktadır. Şüphe yok ki, önce sözü edilen iki cennetin, meyvelerinin tür ve çeşitlerinin daha kapsamlı ve çok olduğunda şüphe yoktur. (S. HAVVÂ, 14/338)

(70).‘İçlerinde huyu güzel, kendi çok güzel kızlar vardır.’ Nesefi der ki: ‘Bunun anlamı şudur: Onlar ahlâk itibâriyle faziletli, yaratılış itibâriyle güzel olan kadınlardır.’ (S. HAVVÂ, 14/325)

(72).(Cennette) Çadırlar içine kapanmış hûriler vardır.’ Yâni, şurada burada dolaşan takımdan değil, evlerinin işleriyle meşgul nâmuslu, beyaz tenli, kara gözlü seçkin dilberler bulunmaktadır. Hûr, ahver veya havra’nın çoğuludur ki gözünün beyazı şiddetli beyaz, karası da şiddetli kara olan âhu gözlüye denilir. (ELMALILI, 7/387)

Hadis: Ebûbekr b. Abdullah b. Kays babasının Rasûlullah (s)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: ‘cennette içi oyulmuş inciden bir çadır vardır. Bunun eni altmış mildir. Mümin için bunun her bir köşesinde bir zevcesi vardır. Bunlar ötekilerini görmezler. Müminler bunları dolaşırlar.’ (Buhâri’den S. HAVVÂ, 14/339, 340)

(74).‘Cennetlerde bunlara onlardan önce bir insan ve bir cin dokunmamıştır.’ Görülüyor ki, iffet temizliği, her iki cennet gurubundaki kadınların ortak niteliğidir. (S. KUTUB, 9/497)

(76).‘Yeşil yastıklara’ Nesefi der ki: ‘Refref’, enli her türlü elbisedir. Yastıklar oldukları da söylenmiştir. ‘ Bunların yeşil olmalarının sebebi ise,  yeşilin gözleri ve rûhu dinlendirici özellikte olmasından dolayıdır. ‘ve güzel’ kaliteli, iyi ‘döşeklere yaslanırlar.’ Âyet-i Kerîmede geçen ‘abkari’ ipek veya yastık ve döşek anlamına gelir. (S. HAVVÂ, 14/325)

(77).‘Öyleyken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?’ Görülüyor ki, bununla berâber aynı âyet, otuzbir defa tekrar edilmiştir. Bunlardan sekizi, yaratılış üstünlüklerinin sayılması ve dünyâ ile âhirete dâir hususların akabinde, yedisi cehennemin ahvâliyle ilgili tenbihlerin peşinde – ki bu rakam cehennem kapılarının sayısıyla eşittir – , sekizi de ilk iki cennetin vasıflarının ardında – ki bu da cennet kapılarının sayısına eşittir – zikredilmiştir. Bu sûretle şuna işâret edilmiş gibidir ki, ilk sekiz husûsa inanıp da gerektirdiği şekilde amel eden kimse, her iki cennete girmeyi hak etmiş ve cehennemden korunmuş olacaktır. (ELMALILI, 7/391)

(78).‘Azamet ve ikram sâhibi Rabbinin ismi ne yücedir!’ Sûrede başından sonuna kadar bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın kerem ve rahmetinin tecellilerine yer verildiği gibi, bir taraftan da celâl ve azametinin tezâhürleri dile getirilmiştir. Bunları var eden, müttaki kullarına keremiyle, nankörlere ise celâliyle muâmele edecek olan Allah Teâlâ’nın ismi çok yücedir, yücelerden yücedir. (Ö. ÇELİK, 4/739)

Hadis: Rasûl-i Ekrem (s): ‘Ya ze’l celâli ve’l ikram’ / Sonsuz büyüklük ve ikram sâhibi Allâh’ım!’ diye başlayarak duâ etmeyi ihmal etmeyip sık sık söyleyin’ buyurdu. (Tirmizi Deavât 92, Ahmed b. Hanbel 4/177’den Ö. ÇELİK, 4/739)

Hadis: Allah Rasûlü (s) selâm verip namazdan çıkınca, üç defa ‘estağfirullah’ dedikten sonra ‘Allahümme ente’s selâm ve minke’s selâm, tebârekte ya ze’l celâli ve’l ikram / Allah’ım Selâm sensin. Selâmet ve esenlik sendendir. Ey sonsuz büyüklük ve ikram sâhibi Allâh’ım! Sen hayır ve bereketi çok olansın’ derdi. (Müslim Mesâcid 135, Ebû Dâvud Vitir 25’dan Ö. ÇELİK, 4/739)

Rahman sûresi Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla tamam oldu. Okuyup amel etmek niyeti ile… (25 Şubat 2018, 9 Cemaziyelahir 1439)