66 / Tahrîm Sûresi
Medîne döneminde inmiştir. 12 âyettir. Tahrîm, “haram kılmak” demektir. Adını sûrenin başındaki konudan almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/559)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
66/1-2 NİÇİN KENDİNE HARAM EDİYORSUN?
- Ey Peygamber(im)! Kadınlarının hoşnutluğunu arayarak, Allâh’ın sana helâl kıldığı şeyi (bal şerbeti içmeyi) niçin (kendine) yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
- Allah size (gerektiğinde) yeminlerinizi (kefâretle) çözmenizi meşru kılmıştır. Allah sizin sâhibinizdir. O hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
1-2.(1).’Ey Peygamber(im)! Kadınlarının hoşnutluğunu arayarak, Allâh’ın sana helâl kıldığı şeyi (bal şerbeti içmeyi) niçin (kendine) yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’ Hz. Peygamber Medîne’de bir ara eşlerinin kendisinden birtakım dünyâlık isteklerde bulunması üzerine üzülmüş ve bir ay süreyle onlara yaklaşmamaya yemin ederek ‘îlâ’ süreci başlatmıştı (bk. Ahzâb 33/28; Bakara 2/226, 227). Bu hoşnutsuzlukta bir eşin bal ikram etmesi, diğer iki eşin kıskançlık yüzünden, şerbetin megâfir (kötü koku) koktuğunu öne sürmesi etkili olmuştur. Nitekim Hz. Âişe’den rivâyete göre Allâh’ın elçisi, kendisine bal ikram eden eşi Zeyneb binti Cahş’ın yanında uzunca süre kalınca, diğer eşleri Âişe ve Hafsa anlaşarak, Hz. Peygamber kendi yanlarına geldiğinde kötü bir kokunun bulunduğunu, herhâlde megâfir yediğini söylemişlerdi. Hz. Peygamber buna itiraz etti ve ‘Zeyneb’in yanında bal şerbeti içmiştim. Bundan sonra bal yemeyeceğim, buna yemin ettim. Bundam hiç kimseye söz etmeyin’, buyurdu. (Buhâri) Peygamber eşlerinin kimi dünyâlık istekleri de eklenince Hz. Peygamber odasına çekilmiş, bir izar (alt peştamal) örtünmüş, bir hasır, bir yastık ve bir namaz pöstekisi ile yetinerek, helâl olan eşyâ ve rızıkları kendisine haram kılarak münzevi bir yaşama girmişti. 29’uncu günün sonunda bu ayrı yaşam son bulmuştur. İşte yukarıdaki âyet bunun üzerine inmiştir. (Buhâri Tefsiru Sûre 66/2, Müslim Talâk 31, 32, Ebû Dâvud Edeb 135’den H. DÖNDÜREN, 2/897)
(…) Allâh’ın helâl kıldığı bir şeyi, Peygamber dahi olsa, hiç kimsenin haram kılma yetkisinin olmadığı kuralı ortaya çıkmaktadır. Oysa Hz. Peygamber (s) o şeyi akidevi olarak ve şer’an değil, sâdece kendi nefsine haram kılmıştı. Ancak O, sıradan bir insan konumunda değildi ve O bir peygamberdi. O’nun herhangi bir şeyi kendi nefsine haram kıldığında, ümmetin de o şeyi haram ya da en azından mekruh olarak kabul etme tehlikesi söz konusuydu. Veya ümmet içerisinde bâzı kimseler, kendi kendilerine birtakım haramlar ihdas ettiklerinde, hiç kimse bunda bir beis görmeyebilirdi. Bu bakımdan Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’i (s) bu davranışı dolayısıyla şiddetle uyararak bu davranışından vaz geçmesini emretmiştir. (MEVDÛDİ, 6/353)
Peygamber bile kendiliğinden helâl veya haram kılamadığına göre, insanlar Allâh’ın helâlini haram, haramını helâl kılamazlar. ‘Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı şu helâldir, şu haramdır demeyin. Allâh’a yalan uydurmuş olursunuz. Allâh’a karşı yalan uyduranlar ise kurtuluşa eremezler.’ (16/116) anlamındaki âyet ve benzeri âyetlerle insanların helâli haram, haramı helâl kılmaları yasaklanmış ve böyle bir şey yapmanın Allâh’a iftirâ olacağı bildirilmiştir. Dolayısıyla hiçbir mümin, eşini veya bir başkasını râzı etmek veya bir çıkar sağlamak için veya başka gerekçelerle helâli haram, haramı helâl kılamaz, kılarsa Allâh’a iftirâ etmiş ve büyük günah işlemiştir. (İ. KARAGÖZ 8/107)
Helâlı haram kılmanın hükmü: Bir kimsenin haram kıldığı şeyde maksada itibar edilir. Şâyet bir yemeğe tahrim etmişse, onu yememeye; câriyesini kendisine haram kılmışsa cimâ etmemeye, karısını haram kılmışsa belli bir niyeti olmadığı takdirde onun hakkında îlâ’ya yemin sayılır. Zıhara niyyet ederse zıhar, talâka niyet ederse bayin bir talâk vukû bulur. (ELMALILI, 8/148)
(2).‘Allah size yeminlerinizi (kefâretle) çözmenizi meşru kılmıştır.’ Nesefi der ki: ‘Yâni yüce Allah sizin için yeminlerinizi kendi aracılığı ile çözülüp helâl kılacağınız şey olan keffâreti takdir buyurmuştur. Yâhut O, sizin yeminlerinizi keffâret yolu ile helâl kılmanızı size teşri buyurmuştur.’ (S. HAVVÂ, 15/202)
‘Allah sizin Mevlânızdır.’ Sizin Mevlânızdan kasıt, yâni kendi öz canlarınızdan sizin için daha yakındır, daha önceliklidir. O bakımdan O’nun size verdiği öğüt, bizzat kendinize verdiğiniz öğütlerinizden daha faydalıdır.’ (Nesefi’den S. HAVVÂ, 15/202)
Hanefilere göre, bir kimsenin talâk niyeti olmaksızın hanımını kendisine haram kılması veya ona yaklaşmayacağına yemin etmesi ‘îlâ’dır. Dolayısıyla bu durumdaki bir erkeğin hanımına yaklaşmadan önce keffâret vermesi gerekmektedir. Tam aksine talâk niyetiyle hanımını kendisine haram kılmış olursa, niyetinin açığa çıkması gerekir; üç talâk niyetiyle söylenmişse üç talâk; 1 veya 2 talâk niyetiyle söylenmişse 1 talâk sayılır. Şâyet bir kimse hanımını kastetmeksizin, ‘Bana helâl olan ne varsa, haram olsun’ derse, hanımı kendisine haram olmaz ama diğer helâl şeyleri yemin keffâreti vermeksizin kullanması câiz değildir. (Cessas’tan MEVDÛDİ, 6/356)
66/3-5 HER ŞEYİ BİLEN ALLAH BANA HABER VERDİ
- O zaman Peygamber, hanımlarından birine (Hz. Hafsa’ya) gizli bir söz söylemişti. Fakat o (hanımı), bunu (Hz. Âişe’ye) haber verdi. Allah bu (yaptığı)nı Râsûlü’ne açıklayınca, (Peygamber de hanımı Hafsa’ya) bu (söyledikleri)nin bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. İşte bunu kendisine (Hz. Hafsa’ya) haber verince (hanımı): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Rasûl(ullah) da: “(Herşeyi) bilen, hakkıyla haberi olan (Allah) bana haber verdi.” buyurdu.
- (Ey Peygamberin eşleri!) Eğer ikiniz de Allâh’a tevbe ederseniz (Allah tevbenizi kabul eder). Çünkü kalpleriniz (tevbeyi gerektiren bir kusura) meyletmişti. Eğer o (Peygamber’)in aleyhine birbirinize arka olursanız, şüphesiz Allah, bizzat onun dostu ve yardımcısıdır. Cibrîl de, mü’minlerin iyileri de (onun yardımcısıdır). Ayrıca melekler de ona arkadır (yardımcıdır).
- (Ey Peygamber eşleri!) Eğer o sizi boşarsa, olur ki Rabbi ona (sizin yerinize), sizden daha hayırlı, ‘Allâh’a itaatle teslim olan’, (tam) îman eden, gönülden itaat eden, tevbekâr olan, ibâdet eden, oruç tutan dullar ve bâkireler verir.
3-5. (3).‘O zaman Peygamber, hanımlarından birine gizli bir söz söylemişti.’ (…) (Hz.) Peygamber eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemiş ve ‘bu sözü kimseye söyleme’ demişti; bu sır ne idi? Evvelâ ‘hadîsen’ buyurulmakla bunun bir fiil olmayıp karı ile koca arasında kalması gereken sâde bir sözden ibâret olduğu anlatılıyor. Fakat ne o hanımın isminin açıklanmasına, ne de bu sözün neden ibâret olduğunun beyan edilmesine bir sebep olmadığı için Allah Teâlâ, âyette ne onun ismini ne de bu sözün ne olduğunu bildirmeyerek âile arasındaki bu tür sırları bilenlerin de, onları yaymalarının câiz olmayacağını hatırlatmıştır. O hâlde en doğrusu bunların ‘kim ve ne olduğunu Allah bilir’ deyip iç yüzünü araştırmaya kalkışmamaktır. (ELMALILI, 8/153)
Bu âyette atıfta bulunulan olay vesîlesiyle, sır verme konusunda titiz davranmak gerektiği, sır saklama konumunda olanların da ağır sorumluluk altında bulundukları dolaylı biçimde ifâde edilmiş olmaktadır. İslâm ahlâkında sır saklamaya ‘ketum olmak’ denir. Ahlâk kitaplarında sır saklamanın iki şeklinden söz edilir: (a) Bir kimsenin kişisel sırlarını gizli tutup, başkalarına söylememesi; (b) Kendisine güvenilerek sır verilen bu kimsenin bu sırrı, sır sâhibi açıklamaya izin vermediği sürece kendi sırrı gibi gizli tutması. İslâm ahlâkçıları sırrı bir tür emânet, onu başkalarına duyurmayı (ifşâ etmeyi) emânete hıyânet saymışlardır. (KUR’AN YOLU, 5/407)
‘Ona bunu böyle anlatıverince’ o hanım söylediği sırrın duyulmuş olmasından üzülmüş olarak ve inkâra da kalkışmayarak birdenbire heyecanla ‘Bunu sana kim haber verdi? Dedi,’ Âişe’nin haber verip vermediğini öğrenmek istedi. Buna karşı Hz. Peygamber de ‘Bana o bilen ve haberdar olan Allah haber verdi.’ dedi. İşte kendine verilen bir sırrı saklamayıp da ne kadar gizli bir şekilde ve yakınına söylemiş olsa bile, Allah Teâlâ onu böyle utandırır ve hele âile arasında özellikle karı koca ile ilgili bir sırrı söylemek büyük pişmanlıkara sebebiyet verebilir. (ELMALILI, 6/157)
(4).‘Eğer ikiniz de Allâh’a tevbe ederseniz’ Nesefi’nin açıklamasına göre burada hitap, onlara yapılan serzenişin daha anlamlı olması için iltifat yoluyla Hz. Hafsa ile Hz. Âişe’yedir. ‘kalpleriniz kulak vermiş olur.’ Yâni eğer Allâh’a tevbe edecek olursanız, kalpleriniz Allah’ın emrini kabul edecek şekilde işitmiş olur. (S. HAVVÂ, 15/203)
Âyette tevbe etmeleri istenen Hz. Peygamberin eşleri Hz. Hafsa ve Hz. Âişe’dir. Her ikisi işbirliği yapıp Peygambere tavır almışlardı. Yüce Allah, her ikisinin kalplerinin haktan meylettiğini bildirerek yaptıklarından tevbeyi gerektirecek bir davranış olduğunu bildirdi. Peygamberimiz (s) bal şerbetini ve eşlerini severdi. Hz. Âişe ve Hz. Hafsa, tavırlarıyla Hz. Peygamberin sevdiklerinden uzak kalmasına sebep olmuşlardı. Hâlbuki onların Peygamberin sevdiğini sevmeleri ve onu hoşnut edecek bir tavır içinde olmaları, şaka da olsa onu üzecek tavırlardan uzak durmaları gerekirdi. (İ. KARAGÖZ 8/110)
‘Şâyet onun aleyhinde birbirinize arka çıkarsanız.’ İleri derecede kıskançlık, sırrını açıklamak gibi onun hoşuna gitmeyecek şeylerde yardımlaşırsanız veya sevmediği şeyleri yapma hâlinizi sürdürecek olursanız, ‘hiç şüphesiz ki Allah onun Mevlâsıdır,’ dostu ve yardımcısıdır. (…) ‘Cebrâil de’ aynı şekilde onun velîsi, dostu ve yardımcısıdır; ‘müminlerin Sâlih olanları da’ aynı şekilde onun velîleridir. Müminlerin sâlih olanları ise îman edip sâlih amel işleyen herkestir. ‘Bunun ardından’ yâni Allâh’ın, Cebrâil’in ve sâlih olan müminlerin ona yardımcı olmasından başka ‘bütün melekler de’ sayılarının çokluğu ile birlikte ‘ona yardımcıdırlar.’ (S. HAVVÂ, 15/203)
(5).‘(Ey Peygamber eşleri!) Eğer o sizi boşarsa, olur ki Rabbi ona (sizin yerinize), sizden daha hayırlı, ‘Allâh’a itaatle teslim olan’, (tam) îman eden, gönülden itaat eden, tevbekâr olan, ibâdet eden, oruç tutan dullar ve bâkireler verir.’ Hadis: Buhâri rivâyet ediyor… Enes dedi ki: Hz. Ömer şöyle dedi: Peygamber (sa)’in hanımları kıskançlık husûsunda ona karşı biraraya geldiler. Ben onlara: ‘Şâyet o sizi boşarsa, Rabbi ona sizin yerinize sizden daha iyi eşler verir’ dedim de, bu âyet-i kerîme indi. (S. HAVVÂ, 15/217)
Bu nitelikler bir kadında bulunabilecek bütün hayırlı özelliklerin tümünü ifâde eder. Bir kadın eğitip yetiştiren bir kimse, onu bu niteliklere sâhip kılsın. Bir kadın seçecek olan kişi de bu nitelikleri kendisinde toplayanını seçsin. Çünkü bunlar yüce Allâh’ın peygamberi için seçtiği kimselerde belirlediği niteliklerdir. (S. HAVVÂ, 15/204)
66/6-8 KENDİNİZİ VE ÂİLENİZİ ATEŞTEN KORUYUN
- Ey îman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde (görevli) sert ve çok şiddetli, Allâh’ın kendilerine emrettiği şeylere baş kaldırmayan ve emredildikleri şeyleri yapan melekler vardır. [bk. 74/30-31]
- (Cehenneme girerlerken kâfirlere şöyle denir🙂 “Ey küfre sapanlar / inkâr edenler! Bugün (boşuna) bahâne üretmeyin. Siz, ancak yapmakta olduklarınızla cezâlandırılacaksınız.” (denilir.)
- Ey îman edenler! İhlâsla ve samîmi bir tevbe ile Allâh’a yönelin. (Böyle yaparsanız) umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi(’ni) ve onunla berâber olan mü’minleri utandırmayacaktır. Onların nûru önlerinde ve sağlarından aydınlatacaktır. (Mü’minlerin nurları birbirlerinden farklı olduklarından) diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Bizim nûrumuzu tamamla (cennete kadar devam ettir, söndürme) ve bizi bağışla, doğrusu sen herşeye kâdirsin.” [krş. 57/12]
6-8. (6).‘Ey îman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.’ Cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandan koruyarak Allâh’ın emirlerine, itaate götürün. Çünkü âile sâhibi kendinden sorumlu olduğu gibi, âilesinden de sorumludur. Zîrâ konuyla ilgili ‘Hepiniz çobansınız ve hepiniz teb’anızdan sorumlusunuz. (Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud). ‘Sizin hayırlı olanınız, ehline karşı hayırlı olanınızdır.’ (İbn Mâce). Hadisleri bilinmektedir. (ELMALILI, 8/161)
Abdullah b. Abbas ® şöyle demiştir: Allâh’a itaat edin. Allâh’a isyandan sakının. Âile fertlerinize zikri emredin, allah sizi cehennem ateşinden korur. (İbn Kesir’den İ. KARAGÖZ 8/115)
‘Onun üzerinde (görevli) iri yapılı, haşin tabiatlı melekler vardır.’ Ki bunlara zebâni denilir. Bunların kabalık ve sertlikleri cehennem ehline karşıdır. Çünkü Allah onlara öyle emretmiştir. Bütün meleklerin vasfı da şöyledir: (ELMALILI, 8/162) ‘Onlar, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmez ve emredildikleri şeyleri yaparlar.’ ‘Yâni yüce Allah onlara ne emir verirse hemen onu yaparlar; göz kırpacak bir süre kadar dahi gecikmezler, onlar emrolunan işleri yapma gücüne sâhip kimselerdir. O emri yerine getirmekte acze düşmezler. Bunlar zebânilerdir.’ (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 15/207)
(7).‘Ey kâfirler!’ yâni melekler bu kimseleri kendilerine emredildiği biçimde cehenneme sokarlarken kendilerine bu şekilde hitap edilir. Yâni zebâniler, kâfirleri günahlarından dolayı cehenneme götürürler, onlar itiraz ederek kurtulmaya çalışırlar, sonra Allah Teâlâ meleklere şöyle buyurur: ‘Ey kâfirler! Bugün bahâne / mâzeret üretmeyin.’ Yâni bugün özür beyan etmeyiniz, zîrâ makbul olmaz ve size fayda vermeyecektir. (İ. H. BURSEVİ, 21/574)
‘Siz, ancak yapmakta olduklarınızla cezâlandırılacaksınız.” (denilir.)’ İbn Kesir şöyle demektedir: ‘kâfirlere Kıyâmet gününde özür beyan etmeyin. Sizden kabul edilmeyecektir ve bugün sizlere sâdece amellerinizin karşılığı ile cezâ verilecektir; denilir.’ (S. HAVVÂ, 15/207)
(8).‘Ey îman edenler! İhlâsla ve samîmi bir tevbe ile Allâh’a yönelin.’ Günahtan pişmanlık duyarak ve kesin dönüş yaparak tevbe etmektir. Muaz İbn Cebel’in ‘Nasuh Tevbesi nedir?’ sorusuna Allâh’ın Rasûlü şöyle cevap vermiştir: ‘Kulun yapmış olduğu günaha pişmanlık duyup ve Allâh’a özrünü arzedip sonra da sütün memeye dönmediği gibi o günaha dönmemektir.’ (Süyûti) Hz. Ali bir soru üzerine: kesin tevbenin aşağıdaki altı niteliği taşıması gerektiğini söylemiştir: (a) Geçmiş günahlara pişmanlık duymak, (b) Eksik farzları yerine getirmek, (c) Kul hakkını îfâ etmek, (d) Hasımlarla helâllaşmak, (e) Bir daha günaha dönmemek, (f) Nefsini günah ve taatte eğitmektir. (ELMALILI’dan) Küçük günahların yapılan ibâdetler, insanlararası güzel ilişkiler, hac, cuma namazı, beş vakit namazı cemaatle kılma gibi sebeplerle ve duâ ile bağışlanma ümidi vardır. Büyük günahların affı için ise günahın çeşidine göre kesin tevbe yanında keffâret, ona bedel sâlih bir amel işleme gibi ek çabanın sarfedilmesi gerekir. (Büyük günahlar için bk. Nisâ 4/31; Şûrâ 42/37; Necm 53/32; H. DÖNDÜREN 2/898)
Hadis: ‘Ey insanlar! Allâh’a tevbe ediniz! Çünkü ben günde yüz kere tevbe ediyorum.’ (Müslim Zikir 42’den İ. H. BURSEVİ, 21/579)
Günahkâr olan insanın tevbe etmesi farzdır. Günaha tevbe etmemek, ayrıca günahtır. Kur’an’da bu konu zulüm olarak nitelendirilmektedir: ‘Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.’ (49/11, İ. KARAGÖZ 8/123)
‘O gün Allah, Peygamberi(’ni) ve onunla berâber olan mü’minleri utandırmayacaktır.’ Kıyâmet gününde Allah, Peygamberi ve müminleri zelil etmeyecektir. Nesefi der ki: ‘Bu ifâdede Allâh’ın rezil edeceği kâfirlere bir târiz vardır.’ (S. HAVVÂ, 15/208)
‘Onların nûru önlerinde ve sağlarından aydınlatacaktır.’ Onları cennete götüren yollarını aydınlatacak; Kıyâmet gününde – Hadid sûresinde de vârid olduğu üzere – münâfıkların nurları söndürüleceğinde: ‘Rabbimiz, bizim için nûrumuzu tamamla, bizi bağışla.’ O korkunç anda günahlarının baskın çıkmasından korkarak bu sözleri söyleyeceklerdir. (S. HAVVÂ, 15/208, 209)
Hadis: ‘Allâh’ım kalbime nur ver, kulağıma nur ver, gözüme nur ver, sağımdan nur ver, solumdan nur ver, önümü nur kıl, arkamı nur kıl, üzerimde nur kıl, altımda nur kıl ve beni nur kıl.’ (Buhâri Deavat 9, Ebû Dâvud Tatavvu 26, Titnizi Deavat 30’den İ. H. BURSEVİ, 21/587)
66/9-12 KÂFİRLERE VE MÜNÂFIKLARA KARŞI CİHAD ET
- Ey Peygamber(im)! Kâfirlere ve münâfıklara karşı (gereğince) cihadda bulun ve onlara sert davran. Onların barınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir gidilecek yerdir! [bk. 9/73, 123; 48/29]
- Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misâl verdi. Bunlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara (dinde) hıyânet ettiler. (O iki peygamber) Allâh’(ın azâbın)dan onları, hiçbir şekilde kurtaramadılar. (O iki kadına🙂 “Girin ateşe (diğer) girenlerle berâber.” denildi.
11, 12. Allah, îman edenlere de Firavun’un karısını örnek gösterdi. “Ey Rabbim! Bana katında, cennetin içinde bir ev yap ve beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar. Hem de beni o zâlimler topluluğundan selâmete çıkar.” Diye duâ etmişti. 12. (Yine inananlara) İmran’ın kızı Meryem’i de (örnek verdi). O ki nâmûsunu sağlamca korudu. Biz de ona rûhumuzdan üfledik. Hem o, Rabbinin (bütün) kelimelerini ve kitaplarını tasdik eden ve (Rabbine) gönülden itaat edenlerdendi. [bk. 4/156; 21/91]
9-12. (9).‘Ey Peygamber(im)! Kâfirlerle’ Nesefi’nin açıklamasına göre kılıçla ‘ve münâfıklarla’ Nesefi’nin açıklamasına göre sert ve katı sözlerle, beliğ vaadlerle; bir görüşe göre de onları hadleri uygulamakla ‘cihad et!’ Yüce Allah Rasûlüne, kâfirlerle münâfıklara karşı cihad etmesini emretmektedir. Kâfirlerle silâh ve kıtal ile, ötekilerle ise onlara hadleri uygulamak sûretiyle cihad edilir. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 15/210)
‘Onlara karşı sert davran.’ (…) Allah Teâlâ bu âyette kâfir ve münâfıkları kastederek yapılmasını istediği cihad, inkârcılara karşı savaşla, münâfıklara karşı da birtakım faaliyetleri gerçekleştirmek sûretiyle yapılabilir. Söz konusu faaliyetler de iknâ yoluyla tebliğ etmek, gerektiğinde tehdîde başvurmak, kaba ve sert davranmak (tâvizsiz olmak da eklenebilir, M SELMAN), tuzaklarını bozmak, had cezâlarını uygulamak, sırlarını ifşâ etmek vb. den ibârettir. (M. DEMİRCİ, 3/385)
Nifak, kalpte gizli olan bir şeydir. Peygamber Efendimiz’in (s) kalplerde olan nifak ve ihlâsı bilmesinin herhangi bir yolu yoktur. Bunları ancak yüce Allâh’ın kendisine bildirmesiyle bilebilir. Bundan dolayı Allah, Peygamber Efendimiz’e münâfık olduğunu bildirdiği kimselerle diliyle cihad etmesini emretmiştir. Kılıçla cihadın emredilmeyişinin sebebi, münâfığın kelime-i şehâdeti diliyle telâffuz etmesi, dolayısıyla kanını kurtarmış olmasından ve ölünceye kadar bu sıfat üzere bulunduğu sürece müslümanların tâbi olduğu hükümlere tâbi olmasından dolayıdır. (İ. H. BURSEVİ, 21/592)
(10).‘Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek verdi. Bunlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara (dinde) hıyânet ettiler.’ Bu ihânet, onların zinâ yaptıkları anlamına gelmez. Bu ifâdenin anlamı, onların îman yolunda olan Hz. Nuh ve Hz. Lût’a karşı din düşmanlarıyla işbirliği yapmış olmalarıdır. İbni Abbas, hiçbir Peygamber’in hanımının zinâ suçu işlemediğini söylemektedir. Bu iki kadının ihânetleri dîni bakımdandı. Onlar Hz. Nuh ve Hz. Lût’un getirdiği dîni kabul etmemişlerdi. Hz. Nûh’un hanımı kendi toplumundaki zâlimlere müminleri ihbar ederken; Hz. Lût’un hanımı kocasına gelen misâfirleri ahlâksız zorbalara jurnalliyordu. (İbn Cerir’den MEVDÛDİ, 6/369)
‘(O iki peygamber) Allâh’(ın azâbın)dan onları, hiçbir şekilde kurtaramadılar. (O iki kadına🙂 “Girin ateşe (diğer) girenlerle berâber.” denildi.’ İkisi de helâk olan kâfirlerle berâber cehenneme gittiler. Demek ki yalnız kocalarının iyiliği, Allah katındaki büyük derecesi ve peygamberliği bile, inkâr eden hanımlarını Allâh’ın azâbından, o şiddetli meleklerin görevli oldukları cehennem ateşinden kurtaramaz. İşte bu, bütün kâfirler için darb-ı mesel olmuş bir nümunedir. Peygamberler her ne kadar küfredenleri ıslah etmek, kurtarmak isteseler de îmâna gelmeyen, küfür ve hıyânete tevbe etmeyenleri eşleri bile olsa, Allâh’ın azâbından kurtaramazlar. Herkes kendi ameline göre karşılık görür. (ELMALILI, 8/168)
(11, 12).‘Allah, îman edenlere de Firavun’un karısını örnek gösterdi.’ İbn Kesir der ki: ‘Bu yüce Allâh’ın müminlere, eğer ihtiyaçları var ise kâfirlerle birlikte bulunmanın, kendilerine zarar vermeyeceğini beyan etmek üzere verdiği bir haberdir. Katâde der ki: ‘Firavun yeryüzü hâlkının en zorba, kâfir ve inatçısı idi. Allâh’a yemin ederim, kocasının küfrünün Rabbine itaat ettiği için hanımına hiçbir zararı olmadı. Bilsinler ki Allah, adâletle hüküm verendir. Kimi olursa olsun, ancak kendi günahından dolayı sorumlu tutar.’ (S. HAVVÂ, 15/212, 213)
‘Hani o’ Firavun’un hanımı ‘Rabbim bana katında, cennette bir ev yap!’ ‘Beni Firavun’dan ve onun yaptıklarından kurtar.’ İbn Kesir der ki: ‘Beni ondan koru. Onun işledikleriyle en ufak bir ilişkimin olmadığını sana beyan ediyorum.’ Şunu belirtelim ki, o zâhiren ölümü dileyerek Firavun’dan kurtulmayı talep etmiş görünüyor. (S. HAVVÂ, 15/213)
‘Beni zâlimler topluluğundan’ yâni bütün Firavun kavminden ‘kurtar, demişti.’ Nesefi der ki: ‘Bu buyrukta Allâh’a sığınmaya, O’nun himâyesine girmeyi talep etmeye ve mihnetlerle musîbetler başgösterdiğinde kurtuluşu dilemenin sâlih kimselerin izlediği bir yol olduğuna delil vardır.’ (S. HAVVÂ, 15/213)
‘(Yine inananlara) İmran’ın kızı Meryem’i de (misâl verdi). O ki nâmûsunu sağlamca korudu.’ İffetini gereği gibi muhâfaza etmiş, İbn Kesir’in açıklamasına göre: ihsan (mahrem yerini sapasağlam korumak), iffet ve hürriyettir. Nesefi’nin açıklamasına göre de bu koruma, erkeklere karşı olmuştu. (S. HAVVÂ, 15/213)
Meryem, ırzını sağlam korumuş, iffetini iyi muhâfaza etmiş, yakasını ve eteğini kale gibi sağlam tutup kimseye açmamıştı. Hattâ Cebrâil kendisine göründüğü vakit bile: ‘Şüphesiz ben senden Rahmân’a sığınırım! Eğer sende Allah korkusu varsa çekil yanımdan!’ (Meryem 19/18) diyerek yüce dergâha sığınmıştı. O, kendisine iftirâ etmek isteyenlerin zannettikleri gibi değil, bilâkis son derece temiz ve iffetli bir kızdı. Allah Teâlâ ona rûhundan üfürdü. Cebrâil (as) tam bir beşer sûretinde gelip ona Îsâ (as)’yı hîbe etti. (bk. Meryem 19/17-21; Ö. ÇELİK, 5/181)
‘Biz de ona rûhumuzdan üflemiştik.’ Cebrâil Allâh’ın rûhundan onun mahrem yerine üflemişti. ‘Rûhumuzdan’ kasıt ise, Allâh’ın hâlkettiği bir ruhtur. Onu şereflendirmek için bu rûhu kendisine izâfe etmiştir. Üflemeyi de kendi yüce zâtına izâfe etmesinin sebebi, bu üflemeyi emredenin kendisi olması dolayısıyladır. (S. HAVVÂ, 15/213)
‘O Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti.’ İbn Kesir’in açıklamasına göre; kaderini ve şeriatını tasdik etmişti. (S. HAVVÂ, 15/213) ‘ve o gönülden itaat edenlerdendi.’ Hz. Meryem aynı zamanda ‘kânitîn’den, yâni itaate, namaz ve ibâdete devam eden itaatkâr kullardandı. Nitekim ‘Meryem! Rabbine gönülden itaat et, secdeye kapan ve rukû edenlerle berâber sen de rukû et.’ (Âl-i İmran 3/43) âyetinde de Hz. Meryem’in ibâdet ve kulluğa müdâvim biri olduğu zikredilir. (Ö. ÇELİK, 5/181) (Cenâb-ı Hakkın izniyle Tahrim Sûresi ve 9. Cilt tamam oldu. Rabbim okumayı ve amel etmeyi nasib eylesin. Âmîn, 1 Haziran 2018, 17 Ramazan 1439)