- Târık Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan herşeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifâde kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır. (H. T. FEYİZLİ, 1/590)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
86/1-8 İNSAN NEDEN YARATILDIĞINA BİR BAKSIN
1-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. 2. (Ey Peygamberim!) Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? 3. (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
- Hiçbir nefis yoktur ki üzerinde (kendisini görüp gözeten) bir koruyan (görevli bir melek) olmasın. [bk. 13/11]
5-7. Artık insan, neden yaratıldığına (ibretle) bir baksın! O, tazyikle çıkan (menî denen) sudan yaratıldı. 7. O su, sulb (omurga) ile terâtib (eğe kemiği) arasın(da oluşup gelişen sonra torbaya inen testisler)den çıkar.
- Şüphesiz ki O (Allah), onu (öldürdükten sonra dünyâdaki hâli gibi diriltip) döndürmeye kâdirdir.
1-8. (1-3).‘Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin?(O karanlığı) delen yıldızdır.’ ‘en Necmü s sâkıb’ Arapça’da ‘bir yıldız’ anlamına gelmektedir. Ancak burada yıldızların cinsini belirtmek için kullanılmıştır. Böyle bir şey üzerine yemin edilmesinin nedeni, insanoğlunun dikkatini gökyüzüne çekmek içindir. Gökyüzünde asılı duran şu yıldızlara bakın, gecenin karanlığında nasıl da ışıldamakta ve her biri kendi yolu üzerinde hareket etmektedir. Birbirlerinin yollarına tecâvüz etmezler ve birbirlerine çarpmazlar. Bütün bunları yaratan bir kudret sâhibi olduğuna bizzat kendileri şehâdet etmektedirler. (MEVDÛDİ, 7/86)
Abdullah b. Abbas’a göre o (yıldız) Cediy yıldızıdır. Cediy yıldızı kuzey kutbunda ‘benât-ı na’ş: yedi kardeşler’ adı verilen Büyükayı ve Küçükayı takım yıldızları yâni ‘Kutup yıldızı’ demektir. (ELMALILI) Kutup yıldızı da bilindiği gibi dünyânın ekseni ile hemen hemen aynı doğrultuda olduğundan, diğer gök cisimlerinin aksine gün boyunca yer değiştirmez ve hep kuzeyi gösterir. Bu özelliği nedeniyle o, târih boyunca yön bulma ve seyir amacıyla kullanılmıştır. Aynı nedenden dolayı ona Demirkazık veya Kuzey yıldızı gibi isimler de verilmiştir. (M. DEMİRCİ, 3/538)
(4).‘Hiçbir nefis yoktur ki üzerinde bir gözetleyici (bir melek) olmasın.’ ‘Koruyucu’ ifâdesiyle Allah Teâlâ’nın zâtı kastedilmektedir. O Allah ki, küçük ve büyük yaratmış olduğu herşey O’nun kontrolü altındadır ve tüm mahlûkat O’nun lütfu sâyesinde hayâtını sürdürmektedir. Bunun için gerekli olan her imkân sağlanmış ve insan belirli bir süreye mahsus olmak üzere, her âfetten korunmuştur. Bu husûsun teyidi için gökyüzüne ve akşam karanlığıyla birlikte ortaya çıkan yıldızlara yemin edilmektedir. (MEVDÛDİ, 7/86)
(5-6).‘Artık insan, neden yaratıldığına bir baksın! O, tazyikle çıkan (menî denen) sudan yaratıldı.’ Yâni cehâletten, nisyandan mürekkep olan ve öldükten sonra dirilmeyi, mahşer yerinde toplanmayı, mizânı inkâr eden insanoğlu hangi şeyden yaratıldığı noktasında kafa yorsun, onların üzerinde düşünsün. (İ. H. BURSEVİ, 23/267)
(7).‘O su, sulb (omurga) ile terâtib (eğe kemiği) arasından çıkar.’ Erkek çocuğun testisleri (er bezleri) ve kızın yumurtalığı henüz cenin hâlinde iken, onun sulb’u (omurgası/belkemiği) ile terâib’i (eğe kemikleri) arasıdaki yerde gelişir. 6-7 ay sonra erkeğin testisi yavaş yavaş torbaya iner. Kızınki ise legen boşluğunda kalır. Ama her ikisinde de bunlara âit damar ve sinirler, esas geliştiği yerleri olan sulb ve terâib arasında yer almıştır. Menî ise, testis ve diğer üreme organlarından oluşur. Yumurtayı aşılayan, menîdeki spermaların güçlülüğüdür. (Bkz. el-Bâr, Kur’ân ve Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı, s. 41, 43.) (H. T. FEYİZLİ, 1/590)
(8).‘Şüphesiz ki O (Allah), onu (öldürdükten sonra dünyâdaki hâli gibi diriltip) döndürmeye kâdirdir.’ Allah insanı, ana rahmine düşmesinden ölümüne kadar korumuş olması, onu ölümünden sonra tekrar diriltmeye de muktedir olduğunun apaçık bir delilidir. (MEVDÛDİ, 7/87)
86/9-17 KUR’ÂN HAK İLE BÂTILI AYIRAN BİR SÖZDÜR
9, 10. O gün (bütün) sırlar açığa çıkarılacaktır. 10. Artık o (kâfir insan)ın hiçbir kuvveti ve hiçbir yardımcısı yoktur.
11-14. Yağmur (yüklü bulutları) olan göğe, (bitkilerin ve kaynakların çıkması için) yarılmaya elverişli yere andolsun ki hakikaten o (Kur’ân), elbette (hak ile bâtılı) ayıran kesin bir sözdür; o bir şaka değildir.
15, 16. Şüphesiz kâfirler (Kur’ân’ı ve Peygamberi etkisizleştirmek için) hep bir hîle düzenlerler. 16. Ben de (onların) düzenlerini bozarım.
- (Rasûlüm!) Sen kâfirlere mühlet ver. (Hemen helâklerini isteme.) Şimdilik onları biraz kendi hâllerine bırak. (Onlar ihmal edilmeyeceklerdir.) [bk. 3/178; 19/84; 31/24; 35/43-45]
9-17. (9).‘O gün sırlar açığa çıkarılacaktır.’ Serâir (…): Kalplerde gizlenen inançlar, niyetler, sevgiler, kinler ve maksatlar gibi sırf bâtıni işlerden olan sırları ve gizli şekilde yapılan iyi veya kötü gizli işleri kapsar. Bu sırların imtihan meydanına çıkarılması, yoklanması da iyisini kötüsünü, pisini temizini ayırmak için ortaya çıkarılıp teftiş ve tetkik edilerek seçilmesi ve tanınmasıdır. (ELMALILI, 9/128)
(10).‘Artık (kâfirler)in hiçbir kuvveti ve hiçbir yardımcısı yoktur.’ Yâni Allâh’a karşı kendisini korumak, sırlarını meydana döktürmemek için o gün insanın ne kendinde bir kuvvet bulunur, ne de dıştan bir yardımcı. Çünkü ‘O gün mülk yalnız Allâh’ındır.’ (Hacc 22/56,ELMALILI, 9/129))
(11).‘Yemin olsun yağmur (yüklü bulutları) olan göğe.’ Çünkü gök, çağımızda bilindiği gibi yağmuru ve sesi yeryüzüne geri döndürmektedir. ‘Ve yarılan yere.’ Yer, bitkiler ve yanardağlar sebebiyle yarılır. ‘Ki doğrusu bu’ yâni Kur’ân; ‘kesinlikle ayırdedici bir sözdür.’ Hakla bâtılı birbirinden ayırdedicidir. (S. HAVVÂ, 16/141)
‘sad’ / yarılmak’ Yüce Allah toprağa yarılma, içindeki tohumların toprağın yüzeyine çıkma özelliği vermiştir. Bitki, sebze ve ağaçlar toprağı yarıp yer üstüne çıkarlar. Bunu sağlayan yüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 8/485)
(14).‘Ve o aslâ bir şaka değildir.’ Târık’tan, delen yıldızdan, nefisten, nefis üzerindeki koruyucudan, yaratıcının kudretinden, sırların ortaya döküleceği günden bahsederken ölüm ve geri dönüşü, başlangıç ve sonu göstermek üzere atan sudan, sulb ve göğüs kemiklerinden bahsetmesi şiir ve mizah türünden bir şaka değildir. Hepsi ciddi ve gerçektir. (ELMALILI, 9/132)
(15).’Kâfirler bir tuzak kuruyorlar.’ Yâni Kur’ân’ı geçersiz saymak ve onun nûrunu söndürmek sûretiyle hakkın emrine karşı gelmek için birtakım hîleler kuruyorlar, entrikalarla önlemler almak istiyorlar. (ELMALILI, 9/132)
(16).‘Ben de tuzaklarını bozarım.’ Allah Teâlâ’nın onlara tuzak kurması ise ‘Peygambere karşı kurdukları tuzakları engelleyip, onların planlarını boşa çıkarması, kendi aleyhlerine çevirmesi ve onları cezâlandırması’ anlamına gelir. (KUR’AN YOLU, 5/599)
‘keyd / tuzak / hîle’ (Bu keline) Allah için kullanıldığında İslâm dîni ve Müslümanlar aleyhinde çalışan kâfirlerin plânlarını boşa çıkarması anlamına gelir. Yüce Allah, kendi plânı uyarınca âyetlerini yalan sayanları hemen cezalandırmaz, onlara süre, bâzı imkân ve fırsatlar verir, sonra onları cezalandırır. (7/182, 183, 6/44; İ. KARAGÖZ 8/486)
(17).‘(Rasûlüm!) Sen kâfirlere süre tanı.’ Nesefi: ‘Onların helâk olmaları için bedduâ etme ve bundan acele davranma’ der. (…) Nesefi der ki: ‘Onlara süre tanı. Allah Teâlâ bu âyette mühlet verme anlamını ifâde eden lafzı, Hz. Peygamber’i (s) daha fazla yatıştırmak ve sabrını artırmak için farklı şekilde iki defa tekrar etmiştir. (S. HAVVÂ, 16/142)
Hadis: ‘Yüce Allah, zâlime (hâlini düzeltmesi için) mühlet ve fırsat verir. Cezâlandırmak üzere yakaladığı zaman helâk edip yok eder.’ (Müslim Birr ve Sıla 61; İ. KARAGÖZ 8/487)