Teğabün Suresi

64 / Teğâbün Sûresi

Medîne döneminde inmiştir. 18 âyettir. Adını, dokuzuncu âyette geçen “Yevmu’t-Teğâbün” (Teğâbün günü) kelimesinden almıştır. Teğâbün günü, kusur işleyen insanın âhirette günahlarını görüp dünyâda iken aldandığını kabul ettiği gündür. (H. T. FEYİZLİ, 1/555)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

 64/1-6 MÜLK  O’NUNDUR,  HAMD  O’NADIR

  1. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) Allâh’ı tesbih eder (yüceliğini anarlar). Hükümranlık ancak O’nundur, her türlü övgü ancak O’nadır. O, herşeye kâdirdir.
  2. (Ey insanlar!) Sizi yaratan Allah’tır. Öyle iken, kiminiz kâfir (oluyor), kiminiz de mü’min. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
  3. (Ey insanlar!) Gökleri ve yeri hak ile (bir amaca yönelik olarak) O yarattı. Size (ayrı ayrı) şekil verdi; hem de şekillerinizi güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır. (Kıyâmet kopunca diriltilecek ve hesaba çekileceksiniz.) [krş. 40/ 64; 82/6-8]
  4. (Ey insanlar!) Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. (O,) gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah gönüllerde olanı hakkıyla bilendir.
  5. (Ey kâfirler!) Bundan önce(ki devirlerde) inkâr etmiş olanların haberi size gelmedi mi? Onlar (küfür) işlerinin vebâlini (cezâsını, dünyâda) tattılar ve (ayrıca) onlar için (âhirette) de acıklı bir azap vardır.
  6. Bunun sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller (ve mûcizeler) getiriyorlardı. Onlar da: “Bir insan mı bizi doğru yola iletecek?” demişlerdi. (Böylece) de kâfir olup (îmandan) yüz çevirmişlerdi. Allah ise (onlara, hiçbir şeye) muhtaç olmadığını gösterdi. (Zâten) Allah zengindir, her türlü övgüye lâyık olandır.

 1-6.(1).‘Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) Allâh’ı tesbih eder.’  Yerde ve göklerde bulunan mahlûkâtın tamâmı Allâh’ı (noksan sıfatlardan) tenzih etmekte, senâ etmekte ve övmektedirler. Bu tenzih, kesintiye uğramaksızın, devamlı ve defalarca sürüp gitmektedir. (M. A. SÂBÛNİ, 3/368)

Yerden göğe ve hattâ fezânın derinliklerine kadar dikkatli baktığınızda herşeyin Allâh’ın zaaf, ayıp ve noksanlardan münezzeh olduğuna şehâdet ettiklerini görürsünüz. Şâyet O’nun zat, sıfat, fiil ve işlerinde küçük bir noksanlık ya da kusur olsaydı, böylesine mükemmel bir nizâma sâhip olan kâinâtın ayakta kalması mümkün olmazdı. Aksine biz, bu kâinâtın eksiksiz, muazzam bir işleyişi olduğunu müşâhede ediyoruz. (MEVDÛDİ, 6/305)

‘Hükümranlık ancak Allâh’ındır, her türlü övgü ancak O’nadır.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni bütün varlıklarda mutlak tasarruf sâhibi olan O’dur. Yarattığı ve takdir buyurduğu herşey için hamd edilen, övülen O’dur. (S. HAVVÂ, 15/143)

‘O, herşeye kâdirdir.’ İbn Kesir’in açıklamasına göre: ne yapmak isterse O’na karşı hiçbir kimsenin engellemesi ve durması söz konusu olmaksızın olur. Dilemediği hiçbir şey de olmaz. (S. HAVVÂ, 15/143, 144)

(2).‘Sizi yaratan Allah’tır. Öyle iken, kiminiz kâfir (oluyor), kiminiz de mü’min.’ Allâhu Teâlâ insanı yaratmış ve ona peygamber ve kitap göndermiş, îman ve küfrü seçmede serbest bırakmıştır. Fakat kâfirliğe rızâsı olmadığını da ayrıca bildirmiştir. [bk. 31/7; 76/3] (H. T. FEYİZLİ, 1/555)

‘Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni O, hidâyete hak kazananı da, dalâleti hak edeni de çok iyi görendir. O kullarının amellerine tanık olandır, amellerine en mükemmel şekliyle karşılık verecektir.’ (S. HAVVÂ, 15/144)

(3).‘Allah gökleri ve yeri hak ile (bir amaca yönelik olarak) yarattı.’ (..) Bu kâinâtı yaratan onu başıboş, anlamsız yaratmamıştır. Ardında bir hikmet vardır. Ve bir maksat için yaratılmıştır. Bu kâinâtın içinde ne yaratılmışsa, mutlak sûrette bir fonksiyonu (görevi) vardır. (MEVDÛDİ, 6/307)

3’üncü âyette ‘hak ile’ demek, boş yere değil, ‘bir amaç için yarattı’ demektir. Yüce Allah, hiçbir şeyi boş yere (38/27), oyun ve eğlence olsun diye (21/16) yaratmamıştır. En büyüğünden en küçüğüne, görülenden görülmeyenine varıncaya kadar, Allah herşeyi belli bir hesap, belli bir ölçü, belli bir sayı, belli bir görev, (15/19, 55/5) ve yüce bir amaç için yaratmıştır. (15/85, 21/16, 38/27, 45/12, 13, 22, 67/1, 2) (..) Küçük veya büyük, canlı veya cansız her varlığın bir yaratılış gâyesi vardır. İnsanları, cinleri, (51/56) ve melekleri kendisine kulluk etmeleri için /66/6), yerde ve göklerde bulunan varlıkları, kendi varlığına, birliğine ve gücüne delil olması ve insanlara hizmet etmeleri için yaratmıştır. (2/29, 32/20, 45/12-13; İ. KARAGÖZ 8/61, 62)

‘Size şekil verdi; hem de şekillerinizi güzel yaptı.’ Bu ifâde ile insanın sâdece yüzü değil, Allâh’ın insana bağışladığı ve onların yardımıyla insanın hayâtını idâme ettirdiği bedeni yapısı ile kuvvet ve yetenekleri kast olunmaktadır. İnsan bu iki özelliğiyle diğer tüm mahlûkattan üstündür ve dolayısıyla onlar üzerinde hüküm sürmektedir. (MEVDÛDİ, 6/307)

Bu ifâde insanın zihninde kendisinin Allah katında ne kadar saygın bir yere sâhip olduğu ve yüce Allâh’ın hem bedensel hem duygusal şeklini güzel yapmakla kendisine ne büyük bir lütufta bulunduğu düşüncesini uyandırıyor. Çünkü insan, bedensel yapısı açısından yeryüzündeki canlıların en mükemmelidir. Yine duygusal yapısı ve akıl almaz sırlarla dolu ruhsal yetenekleri açısından da canlıların en gelişmişidir. İşte bu yüzden kendisine yeryüzünde hâlîfelik görevi verilmiştir. (S. KUTUB, 10/24)

‘Dönüş ancak O’nadır.’ Böylesine mükemmel ve hikmete dayanan bir kâinat içinde, kendisine sınırlı bir özgürlük, yetenek ve tasarruf hakkı verilen insana, bu nîmetleri nasıl kullandığının sorulacağı âşikârdır.(…) Daha sonraki âyette, bu dönüş tüm insanlığın âhirette yeniden dirilip sorguya çekileceği vakittir. İnsanın ancak o zaman, bu dünyâda kendisine verilen özgürlüğü hak yolda mı bâtıl yolda mı kullanmış olduğu dikkate alınarak ‘yaptıklarına karşılık’ verilecektir. (MEVDÛDİ, 6/307)

(4).‘Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. (O,) gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah gönüllerde olanı hakkıyla bilendir.’ Nesefi der ki: O, önce göklerde ve yerde bulunanları bildiğine, sonra kulların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine, daha sonra da göğüslerin özünü bildiğine dikkat çekti ve genel olsun, cüz’i olsun hiçbir şeyin O’na gizli kalmayacağını belirtti. O hâlde O’na karşı takvâlı olmak ve O’ndan sakınmak gerekir. O’nun rızâsına aykırı herhangi bir şey yapmak cesâretini göstermemelidir. Bütün bunları bildiğini tekrarlaması ise tehdîdin tekrarlanması anlamındadır.’ (S. HAVVÂ, 15/145)

(5).‘Bundan önce(ki devirlerde) inkâr etmiş olanların haberi size gelmedi mi? Onlar (küfür) işlerinin vebâlini (cezâsını, dünyâda) tattılar.’  Nuh, Âd, Semûd, Lût Kavmi ve Firavun gibi küfürde ısrar edenlerin küfürlerinin, azgınlıklarının vebâli olan o ağır ve acı felâketleri bu dünyâda nasıl tattıklarını ve nasıl battıklarını işitmediniz mi? Gerek önceki kitaplarda ve gerek Kur’an’da bunlar size haber verilmedi mi? Hâlbuki onlar yalnız bu dünyâda tattıkları o acılarla kalmadılar. ‘Onlar için daha çok acıklı, dayanılmaz bir azap da vardır’ ki, o da âhirettedir. Bunlar size haber verilmişken, sizler niçin ibret almayıp küfürde ısrar ediyorsunuz. (ELMALILI, 8/88)

(6).‘Bunun’ yâni dünyâ hayâtında onlara isâbet eden azap ile âhirette onlar için hazırladığı azâbın ‘sebebi şudur: Peygamberleri onlara apaçık deliller’ hüccetler, burhanlar ve mûcizeler ‘getiriyorlardı. Onlar da: “Bir insan mı bizi doğru yola iletecek?” demişlerdi.’  İnsanlar arasında risâlet ile görevli kimsenin olmasını uzak bir ihtimal gördüler ve kendileri gibi insanlar olanlar vâsıtasıyla hidâyeti bulacaklarını uzak bir ihtimal olarak kabul ettiler. (S. HAVVÂ, 15/145)

‘bu sûretle küfrettiler’ Hakkı tanımadılar, o peygamberlere ve delillere inanmadılar. ‘Ve aksine gittiler, Allah da muhtaç olmadığını gösterdi.’ Onların ne îman ve itaatlarına, ne de kendilerine aslâ ihtiyâcı bulunmadığını anlattı. Onların hepsini helâk edip, arkalarını kesti. Şüphe yok ki, yaratan Allah gani (zengin) olmasaydı öyle yapmazdı. ‘Allah ganîdir,’ sâdece onlardan değil, bütün âlemlerden ganîdir. Dilerse hepsini mahveder, yenisini yapar. ‘Hamîd’dir’, zâtında her güzelliği, her üstünlüğü toplayıcı, her türlü hamd ve hürmete müstehaktır. (ELMALILI, 8/88, 89)

 64/7-10 MAHŞER  VAKTİNDE  SİZİ  TOPLAYACAĞI  GÜN

  1. O inkâr edenler, tekrar aslâ diriltilmeyeceklerini sandılar. (Rasûlüm!) De ki: “Hayır! (Öyle değil!) Rabbime andolsun ki siz kesinlikle diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeylerden kesinlikle haberdar edileceksiniz. Bu Allâh’a göre çok kolaydır.” [krş. 6/29-30; 10/7-8; 23/37-42; 45/24]
  2. (Ey insanlar!) Allâh’a, Rasûlü’ne ve indirdiğimiz o nûra (Kur’an’a) îman edin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.
  3. (Allah) o gün, o toplanma (kıyâmet) günü için, sizi bir araya getirecektir. İşte o gün, (dünyâda iken) aldanma(nın ortaya çıkış) günüdür. Kim de Allâh’a inanır, sâlih amel işlerse, (Allah) onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş ve saâdet budur.
  4. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar, cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. O gidilecek ne kötü bir yerdir!

 7-10. (7).‘O inkâr edenler, tekrar aslâ diriltilmeyeceklerini sandılar. (Rasûlüm!) De ki: “Hayır! Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeylerden mutlaka haberdar edileceksiniz.’ Hesâba çekilip cezâlandırılacaksınız, îman edip iyi işler yapanlar kârlı çıkıp bahtiyar olacak; küfür ve nankörlüğe gidenler zarara uğrayıp, belâlarını bulacaklardır. ‘Bu’ dirilme ve cezâ size zor gelse de  ‘Allâh’a göre kolaydır.’ Çünkü O yaratıcı, herşeye kâdirdir. (ELMALILI, 8/89) 

(8).‘Allâh’a, Rasûlü’ne ve indirdiğimiz o nûra (Kur’ân’a) îman edin.’ Yâni şuurları, basîretleri aydınlatacak Hak nûru olan Kur’ân’a îman ediniz. İnanıp gereğince amel ediniz, gösterdiği yolda, anlattığı huy ve ahlâkta çalışınız, emirlerini tutup nehiylerinden kaçınarak Hak uğrunda güzel işler yapınız ‘ki Allah her ne yaparsanız haberdardır,’ küçük büyük, iyi ve kötü hepsini bilir, sırası gelince hepsini size haber verir. (ELMALILI, 8/89)

(9).‘(Allah) o gün, o toplanma günü için, sizi bir araya getirecektir.’ İbn Kesir’in açıklamasına göre bu, Kıyâmet günü olup, ona bu ismin veriliş sebebi; öncekilerin de sonrakilerin de aynı alanda dâvetçinin sesini işitecekleri ve gözle rahatlıkla görülecekleri bir yerde toplanacaklarından dolayıdır. (S. HAVVÂ, 15/147)

‘İşte o gün, tegâbün günüdür / aldananların ortaya çıkacağı gündür..’ Asıl ve gerçek tegâbün, kıyâmet günü vukû bulacaktır. Ancak o gün, kimin kazanıp kimin kaybettiği, kimin hakkının kime geçtiği, kimin hakkından mahrum olduğu, , gerçekten kandırılanın kim, akıllının kim olduğu anlaşılacaktır. Yine, kimin hayâtındaki sermâyeyi yanlış bir işe yatırarak iflâs ettiği, kimin yeteneklerini, vaktini, malını kârlı bir işe yatırarak kâr ettiği, kimin ise dünyâ hayâtının gerçeğini anlayıp hüsrâna uğramadığı orada belli olacaktır. (MEVDÛDİ, 6/313)

Îman yerine küfrü, hidâyet yerine dalâleti, hak yerine bâtılı, hayır yerine şerri, iyilik yerine kötülüğü, doğru yerine yanlışı, itaat yerine isyânı tercih edenler aldanmıştır. (2/16). Kâfirler, müşrikler, münâfıklar, ateistler ve dinsizler, Allâh’a verdikleri sözü düşük bir bedelle satanlar aldanmış kimselerdir. (İ. KARAGÖZ 8/68, 69)

 64/11-13 ELÇİMİZE  DÜŞEN  APAÇIK  BİR DUYURMADIR

  1. Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir musîbet (hastalık ve üzüntü) gelip çatmaz. Kim de Allâh’a inanırsa, (Allah) onun kalbini doğruya yöneltir. Allah herşeyi hakkıyla bilendir. [bk. 57/22]
  2. (Ey insanlar!) Allâh’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, (bilin ki) Rasûlümüz’ün üzerine düşen ancak apaçık bir tebliğdir (artık sorumluluk size âittir.)
  3. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Mü’minler ancak Allâh’a güvenip dayansınlar.

 11-13. (11).‘Allâh’ın izni olmaksızın hiçbir musîbet isâbet etmez.’ Yâni gerek kâfir, gerek mümin, fert yâhut topluluk her kim olursa olsun, başına can, mal veya başka şeylerle ilgili herhangi bir musîbet, maddi, mânevi, kavli veya fiili hoşa gitmeyecek acı bir hâdise gelirse o, herhâlde Allâh’ın izniyledir. Allâh’ın izni olmayınca hiç kimsenin istemesiyle, çalışmasıyla kimseye bir musîbet erişmez. Allâh’ın izni olmayınca bir yaprak bile yerinden oynamaz. Gerçi, ‘Başına gelen kötülük ise nefsindendir.’ (Nisâ 4/79), ‘Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez.’ (Ra’d 13/11) âyetlerinde geçtiği üzere bâzı musîbetlerin kaynağı, insanın veya kavminin kendisi olduğu kesin ise de, böylesi musîbetler bile yine de Allâh’ın takdîri, irâdesi ve izni olmadıkça meydana gelmez. Onun için ‘De ki, hepsi Allah’tandır.’ (Nisâ 4/78) buyurulmuştur. (ELMALILI, 8/93)

‘Kim de Allâh’a îman ederse onun kalbine hidâyet verir.’ Yâni, kime bir musîbet gelir çatar, o da onun Allâh’ın kazâ ve kaderi ile olduğunu bilir; sabreder, ecrini Allah’tan bekler, Allâh’ın kazâsına teslim olursa, Allah onun kalbine hidâyet verir. Dünyâdan kaybettiğinin yerine bedel olarak ona kalbinde bir hidâyet, samîmi ve doğru bir yakîn verir, kimi zaman ondan almanın yerine yerini tutacak veya ondan daha hayırlı olacak şeyler de verir. (S. HAVVÂ, 15/155, 156)

Hadis: ‘Müminin durumuna hayret edilir. Allah onun hakkında hangi hükmü verirse versin, mutlaka onun için hayır olur. Ona bir sıkıntı isâbet edecek olursa sabreder, bu onun için hayır olur; ona bir sevinç ve bolluk isâbet ederse şükreder, bu da onun için hayır olur. Böylesi de, müminden başka hiçbir kimse hakkında söz konusu değildir.’ (Buhâri, Müslim Zühd 64; Dârimi Rikak 61’den, S. HAVVÂ, 15/156) 

(12).‘Allâh’a’ kitabına uymak sûretiyle ‘itaat edin, Peygamber’e’ de hayatta iken onun şahsına, vefâtından sonra da onun sünnetine uymak sûretiyle ‘itaat edin.’ Eğer Allâh’a ve Rasûlüne itaatten ‘yüz çevirecek olursanız, bilin ki Peygamberimize düşen apaçık tebliğdir.’ O’nun görevi apaçık tebliği yapmaktır ve nitekim bunu yapmıştır. (S. HAVVÂ, 15/150)

Allâh’a ve Peygamberi’ne itaat, Kur’an ve sünnetteki emir ve yasaklara, tavsiye ve hükümlere, helâl ve haramlara uymaktır. Kur’an’da ısrarlaAllah ve Peygambere itaat edilmesi emredilmiştir. (3/32, 4/13, 59, 69, 5/92…; İ. KARAGÖZ 8/72)

(13).‘Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Mü’minler ancak Allâh’a güvenip dayansınlar.’ Yâni mâbudluğa lâyık olan O’dur. O’ndan başkası değildir. Hidâyete ve dalâlete kâdir olan O’dur. İnsanlara doğru yolu göstermede ve sapıklıkları içerisinde bırakmada O’nun hiçbir ortağı yoktur. Peygamberlerin elinde de bu özelliklerden hiçbiri yoktur. ‘Müminler’ kalplerine îmânın yerleştirilmesi, musîbetlere karşı sabır husûsunda ne tek başına ne de diğerleriyle ortaklaşarak –başkasına değil – özellikle ‘yalnız Allâh’a dayanıp güvensinler.’ (İ. H. BURSEVİ, 21/444)

Allâh’a tevekkül, çalışmadan, sebeplere sarılmadan işi Allâh’a havâle etmek değildir. İnsan her ne iş yaparsa yapsın, o işini kurallarına uygun olarak yapacak, çalışacak, sabredecek, Allah’tan başarısı için yardım isteyecek ve Allâh’ın kendisini başarılı kılacağına güvenecektir. Bu konu Ankebût sûresinin 58 ve 59’uncu âyetlerinde açıkça ifâde edilmiştir: ‘Çalışanların ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler.’ (İ. KARAGÖZ 8/73, 74)

 64/14-18 KENDİ  İYİLİĞİNİZE  OLARAK  HARCAYIN

  1. Ey îman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlâtlarınızdan (sizi Allah yolundan alıkoymakla) size düşman(lık etmiş olanlar) da vardır. Onlardan sakının (kendinizi tamâmen kaptırmayın sâlih amelinize devam edin). Eğer (onları) affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
  2. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir fitne (bir sınav konusu)dur. Allâh’ın katında ise büyük mükâfat vardır.
  3. (Ey müminler!) O hâlde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkup emirlerine uygun yaşayın (emir ve yasaklarını) dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olarak (Allah yolunda mallarınızı) harcayın. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saâdete erenlerin ta kendileridir. [bk. 3/14, 102; 8/28; 18/46; 63/9]
  4. (Ey müminler!) Eğer Allâh’a güzel (gönül hoşluğu ile) bir borç verir (mallarınızı emrettiği yere harcar)sanız, (Allah) onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah az (hayr)a çok karşılık verendir, Hâlîm’dir (cezâda acele etmeyendir.) [bk. 57/11]
  5. Allah, gizliyi de, âşikârı da bilendir. (O) mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

 14-18. (14).‘Ey îman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlâtlarınızdan (sizi Allah yolundan alıkoymakla) size düşman(lık etmiş olanlar) da vardır.’ İbn Abbas’tan rivâyete göre, kimi Mekke’liler İslâm’a girmiş, ancak eşi ve çocukları Medîne’ye hicret etmelerine engel olmaya kalkışınca, kendilerini cezâlandırmak istemişlerdi. Yukarıdaki âyetin iniş sebebi budur. Atâ İbn Ebi Rabah’a göre ise âyetin inme sebebi şudur: Avf İbn Mâlik Hz. Peygamber’le birlikte bir savaşa katılmak istemiş, ancak eşi ve çocukları buna engel olmuş, bu yüzden de kendisi çok üzülmüştü. Kısaca savaş, hicret, hac, malını Allah yolunda tasadduk gibi ecri büyük amellere engel olmaya çalışan âile fertleri dostluk değil düşmanlık tapmış olur. (H. DÖNDÜREN, 2/892)

‘Onlardan sakının’ Yâni zarar vermelerine karşı uyanık olun. Burada ‘onlardan’ zamiri eşlere ve çocuklara âittir. Yâni onların sizleri yolunuzda ilerlemekten engellemelerine, âhiretten uzaklaştırıp başka yöne çevirmelerine, yoldan saptırmalarına, size dünyâyı sevdirmelerine, en üstün makamdan en aşağısına indirmelerine yâhut herhangi bir hayır işi işlemekten yana size gevşeklik vermelerine veya bir kötülüğe düşürmelerine karşı sakınınız, onlardan. (S. HAVVÂ, 15/151, 152)

‘Eğer (onları) affederseniz’ Yâni affetmek hakkınız olup tarafınızdan affı mümkün olan suçlarını bağışlarsanız – ki bunlar size karşı yapılan ve  başkalarını ilgilendirmeyen  dünyâ işleriyle alâkalı yâhut  da dînî konularda olup  da tevbe ettikleri suçlardır – affeder, (ELMALILI, 8/96) ‘yüzlerine vurmaz,  başlarına kakmaz,’onları azarlamaya yönelmez (S. HAVVÂ) ‘ve’ ayıplarını, eksikliklerini ‘örter,’ müsâmaha gösterirsiniz. (ELMALILI) ‘Şüphesiz ki Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.’ Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizin kötülüklerinizi örter. (S. HAVVÂ, 15/152)

(15).‘Doğrusu mallarınız ve evlâtlarınız bir fitne (bir imtihan konusu)dur.’ Sizi kendilerine tutkun edip zahmetlere ve günahlara sokmaya sebep olan ve birtakım hayırlardan, itaatlerden alıkoyan bir imtihan ve sıkıntıdır.’Hâlbuki büyük mükâfat Allâh’ın yanındadır.’ Binâenaleyh Allah muhabbetini, zikir ve taatı  mal ve evlât sevgisine  tercih etmeli, mal ve evlât kaygılarıyla uğraşırken Allah için olan ibâdet ve taatı bozmamalıdır. (ELMALILI, 8/96)

Malların sınav olması; malı, mülkü ve serveti helâlinden kazanmak, fakirin hakkını vermek, helâl alanlarda harcamak, israf etmemek, malı ve mülkü kibre ve ibâdetleri terk etmeye sebep yapmamaktır. Çocukların sınav olması; çocukları sağlıklı yetiştirme, onlara İslâm’ı öğretme, iyi bir Müslüman olarak yetiştirmektir. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (s)’e kadar gelip geçen bütün peygamberlerin tebliğ ettiği hak din İslâm’ın korunmasını amaçladığı beş temel esastan ikisi malı ve nesli korumaktır. (..) Servet ve çocuklara düşkünlük, Allâh’ın emir ve yasaklarına uymağa engel olmazsa imtihan kazanılmış, aksi takdirde sınav kaybedilmiş olur. (İ. KARAGÖZ 8/78, 79)

(16).‘Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun.’ Fitneden, Allâh’ın rızâsına muhâlif olan şeylerden sakınıp Allâh’ın korumasına sığınarak takvâ yolunu tutun. Bu emir, ‘Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun…’ (Âl-i İmran 3/102) emrine nazaran çok hafifletilmiştir. Yâni Allâh’a lâyık bir şekilde tam hakkıyla takvâ yapamasanız bile, gücünüzün yettiği kadar müttaki olun, korunun, Allâh’ı zikirden gaflet etmeyin. ‘ve dinleyin’ ve Allâh’ın emirlerini, yasaklarını, vaaz ve nasihatı dinleyin. ‘ve itaat edin,’ dinlediklerinizi tutup kendi gönlünüzle uygulayın ve icrâ edin. ‘ve infak edin,’ çoğalmak ve iftihar etmek için mal toplayıp biriktirmek hırsına kapılmayıp, gerek çalışarak kazandıklarınızdan gerek yerden çıkan mâdenlerden Allâh’ın size rızık olarak verdiği şeylerden, eşlerin ve çocukların nafakalarını verdikten sonra Bakara ve Berâe sûrelerinde emir ve teşvik edilen cihetlere; ana, baba ve yakın akraba, yetimler, miskinler ve yolcular için nafakalar, müslüman topluluğun fakir kulların ihtiyaçlarını, İslâm dînini yayma ve müdâfaa ile Allah yolunda cihad, iyilik ve  takvâda yardımlaşmak için gücünüzün yettiği kadar vergi, zekât ve sadaka verin. ‘Nefisleriniz için hayır yapın,’  Allâh’ın koruması altında olmanız için kendi nefisleriniz hakkında en hayırlı, en faydalı olanı işleyin. (…) ‘ve her kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa ki’ bu ancak Allâh’ın korumasına sığınmakla olabilir. ‘İşte onlar felâh bulanlardır.’ O’nun için gücünüzün yettiği kadar Allâh’a sığının da hırslı ve cimri olmamaya çalışın. Nefislerinizin hırsına düşkün olup da vurgunculuk ve cimrilik ile kendinizi, çoluk çocuğunuzu ve cemaatinizi felâketlere sürüklemeyin. Cömert ve asil olmaya çalışarak Allah için hayır işlerde yarışın. (ELMALILI, 8/97)

Hadis: ‘Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi hâlime bırakın. Sizden önceki ümmetleri çok soru sormaları ve peygamberlerinin emir ve yasakları üzerinde tartışmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakının. Bir şeyi emrettiğimde de onu gücünüz yettiği ölçüde yerine getirin. (Buhâri İ’tisam 2, Müslim Fezâil 130, 131’den Ö. ÇELİK, 5/155)

‘Eğer Allâh’a güzel bir borç verirseniz,’ Bu âyet de infâka teşvik etmektedir. Bâzıları bundan maksat farz olan zekâttır, demişler; bâzıları mendup, bâzıları da hepsinden daha genel olduğunu söylemişlerdir ki, teşvike en uygun olan da budur. (ELMALILI 8/98) Allâh’a borç vermek, Allah için borç vermek, bir karşılık beklemeksizin Allâh’ın rızâsını kazanmak ve Allah yoluna harcaması için borç vermektir. Kur’an’da muhtaçlara fâizsiz kredi, ödünç para ve mal – mülk vermek Allâh’a borç vermek olarak ifâde edilmiştir. Şüphesiz yüce Allâh’ın insanlara ihtiyâcı yoktur. Çünkü ‘Allah zengin, insanlar fakirdir.’ (47/48). Yüce Allah, insanlara borç vermeyi kendine borç verme olarak ifâde etmiştir. Fâizsiz, çıkarsız ve ibâdet amacıyla ihtiyaç sâhiplerine borç verilmesini teşvik etmiştir. (İ. KARAGÖZ 8/82)

‘Çünkü Allah onu kat kat mükâfâtıyla öder.’ On kattan yedi yüze kadar ve hattâ daha fazla katlar. (ELMALILI, 8/98)

‘ve sizi bağışlar,’ Günahlarınızı örter. ‘Allah şekürdür,’ Azı kabul eder ve çokça mükâfat ve karşılık verir. ‘Hâlîm’dir.’ İbn Kesir’in açıklamasına göre, yâni O, günahları, yanılmaları, hatâları, kötülükleri başa kakmaz, mağfiret eder, örter, affeder. (S. HAVVÂ, 15/153)

(18).‘Gizliyi de,’ yâni kalplerde gizlenip saklananları, gaybın gizlilik perdeleri arkasında bulunanları,  ‘âşikârı’ açığa vurulan hâlleri, bize göre de ayrıca gözlerin gördükleri şeyleri ‘bilendir. Azîz’dir.’ İzzet ile muttasıftır. ‘Hakîm’dir.’ (..) (Nesefi’den S. HAVVÂ, 15/153, 154)

‘Şekür’ Şükrün karşılığını verendir. ‘Halîm’ Suçluları hemen cezâlandırmayan, hâllerini düzeltmeleri için onlara mühlet verendir. ‘Azîz’ Çok güçlü ve her işinde üstün olandır. ‘Hakîm’ Hüküm ve hikmet sâhibi, her işi, her emir ve yasağı çok hikmetli olandır. (İ. KARAGÖZ 8/81)