81 / Tekvîr Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 29 âyettir. Adını birinci âyetten almıştır. Tekvîr, “dürülme ve dürme” anlamına gelir. (H. T. FEYİZLİ, 1/585)
Hadis: ‘Kıyâmet gününü gözüyle görmüşçesine izlemek isteyen varsa Tekvir, İnfitar ve İnşikak sûrelerini okusun. Çünkü bu sûrelerde kıyâmetin akıllara durgunluk veren korkunç sahneleri bütün ayrıntılarıyla yer almaktadır.’ (Tirmizi’den İ. H. BURSEVİ, 23/137)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
81/1-14 GÜNEŞ KATLANIP DÜRÜLDÜĞÜNDE
1-6. (Kıyâmet zamanı Sûr’a üfürüldüğü, çekimlerin yok olduğu) güneş dürül(üp ışığı söndürül)düğünde, 2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, [krş. 54/1] 3. Dağlar, yürütül(üp yok ol)duğunda, 4. (Titizlikle bakımı gereken) on aylık gebe develer (bile, dehşetten başıboş) salıverildiğinde, 5. Vahşi hayvanlar (her yönde ürkerek) toplandığında, 6. Denizler kaynatıl(ıp ateş kesil)diğinde,
7-14. Ruhlar bedenle birleştiğinde (veya kişiler kendi grubuyla tasnif edildiğinde,) 8-9. Diri diri toprağa gömülen kız, “hangi günahından dolayı öldürüldü?” diye sorulduğunda, 10. (Amel) defterleri açılıp yayıldığında, [krş. 17/13) 11. Gök (yerinden) sıyrıl(ıp dürül)düğünde, [krş. 21/104] 12. Cehennem daha da alevlendirildiğinde, 13. Cennet (mü’minlere) yaklaştırıldığında, 14. (Her) kişi (artık hayır ve şerden) ne hazırladığını bilecektir. [krş. 3/30; 75/13]
1-14. I Kıyâmet Başlangıcından Hesap Zamanına Kadar Olacaklar:
(1).‘Güneş dürül(üp ışığı söndürül)düğü zaman,’ Güneşin dürülmesi, onun soğuması, alevlerinin sönmesi, şu anda etrâfındaki uzaya, binlerce mil uzaklıktaki varlıklara gönderdiği ışığının ve ışınlarının sönmesi anlamına gelebilir. (S. KUTUB, 10/382)
(..) Alıştığımız bu kâinat güzel uyumu, ölçülü hareketi, değişmez oranlamaları, sağlam yapısı, güç ve ustalıkla binâ edilen bu evrenin, evet bütün bu özellikleri ile bu evrenin, nizâmının, düzeninin bağı çözülecek. Parçaları etrâfa yayılıp saçılacak. Kendisini ayakta tutan şu anki sıfatları ve özellikleri kaybolacak. Belirlenmiş eceline doğru gidip sona erecektir. Bütün yaratıklar orada başka bir şekil alacaktır. Evren başka bir evren; hayat başka bir hayat olacaktır. (S. KUTUB, 10/381, 382)
(2).‘Yıldızlar döküldüğü zaman,’ Güneş ışığının sönmesi, bir kısım parlaklığını güneşten alan diğer yıldızların söneceğine işâret eder. Ayrıca kıyâmetin kopmasıyla kozmik sistem bozulunca yıldızların da birbirine çarpmak, yörüngelerinden kaymak, çekimden kurtulmak gibi gelişmelerle mevcut düzen ve işlevlerini kaybedecekleri, uzay boşluğuna saçılacakları düşünülebilir. (İbn Âşur, ayrıca bk. İnfitar 82/2; KUR’AN YOLU, 5/561)
(3).‘Dağlar, yürütüldüğü zaman.’ Yerkürenin zelzele ve depremle sarsılıp patlayarak dağların yün gibi atıldığı, yerleri serap gibi olmak üzere başlar üzerinden geçen bulutlar gibi göğe fırlatılıp toz hâlinde serpildiği andır. (ELMALILI, 9/12)
Depremle sarsılınca yerküre’nin dengesini sağlayan kazıklar mesabesindeki (79/32, 15/19) dağlar, kaldırılıp birdirine çarpılır (69/13-15), yerlerinden sökülüp savrulur, dağılıp saçılır (77/10), parçalanır, atılmış renkli yün gibi olur. (70/9, 101/5), kum yığını (74/14, 56/4-6) ve toz duman hâline gelir. (56/4-6; bk. 20/105-107; İ. KARAGÖZ 8/424, 425)
(4).‘On aylık gebe develer salıverildiğinde,’ Kıyâmetin dehşeti öyle büyük olacaktır ki, insanların gebe develeri olsa onları bile salıverip başıboş bırakacaklar ve kendi başlarının derdine düşecekler. (İ. H. BURSEVİ, 23/107)
(5).‘Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman.’ Bu yabâni ve ürkek hayvanları bile meydana gelen olaylar korkutmuş ve ürkütmüştür. Hepsi biraraya gelip birbirinin yanına sokulmuştur. Dağların ve vâdilerin arasında yayılmışken korkudan biraraya gelmişler; birbirlerinden kaynaklanan korkularını unutmuşlar ve yırtıcılık özelliklerini yitirmişlerdir. (S. KUTUB, 10/383)
(6).‘Denizler kaynatıldığı zaman.’ Bu, şiddetli sarsıntı netîcesinde yerkürede meydana gelecek olan volkanik patlaklar ve derin çatlaklardan dışarı püsküren mağmanın, lâv kütlelerinin deniz sularını ısıtıp kaynatması yâhut dünyânın şiddetle sarsılması ve dağların parçalanıp yok olmasının doğal sonucu olarak denizlerin birbirine karışması ve tek deniz hâline gelmesi demektir. İbn Âşur, krş. Tûr 52/6; İnfitar 82/3; KUR’AN YOLU, 5/562)
II Hesâbın Başlangıcından İtibaren Gerçekleşecekler:
(7).‘Ruhlar (bedenlerle) buluşturulduğu zaman.’ Ölümle birlikte bedenlerini terk eden ruhlar, mahşer günü yeniden yaratılan bedenleriyle birleştirilecek. Veya herkes dünyâda yaptığı amelleriyle orada buluşacak, ona göre bir bünyeye kavuşacak ve ona göre bir karşılık görecektir. Yâhut her bir insan, inanç ve ameline uygun bir gruba ilhak edilecektir. Yâni müminler müminlerle, kâfirler kâfirlerle buluşturulacaktır. (bk. Vâkıa 56/7-11; Ö. ÇELİK, 5/376)
(8, 9).‘Diri diri toprağa gömülen kız, “hangi günahından dolayı öldürüldü?” diye sorulduğunda,’ Câhiliye döneminde – nâdir de görülse – bâzı Araplar kız çocukları yüzünden utanç duydukları (Nahl 16/58-59). Bâzıları da onları büyütüp beslemede sıkıntı çekmekten endişe ettikleri için (bk. En’âm 6/151; İsrâ 17/31) onları diri diri toprağa gömerlerdi. İşte âhirette sorgulama başladığında bu kâtiller öldürdükleri kızlarıyla birlikte mahkemeye getirilecek ve hesâba çekileceklerdir. (KUR’AN YOLU, 5/563)
(10).‘defterler açılıp yayıldığında,’ İnsanlar öldüklerinde hesap gününde açılmak üzere amel defterleri kapanır. Hesap gününde bu defterler ortaya konduğunda herkes, dünyâda iken hayır ve şer adına ne işlemişse kendi amel defterinde yazılmış olduğunu görür ve yaptıklarını hatırlar. Hesâbı görüldükten sonra artık hakkında amellerine göre işlem yapılır. (amel defterleri hakkında bk. Hâkka 69/19-28; ayrıca krş. İsrâ 17/13-14; Kehf 18/49; KUR’AN YOLU, 5/563)
Amel ‘defterleri açıldığında’ Çünkü amel defterleri kişi öldüğünde dürülür ve hesap zamânı geldiğinde açılır. Bir başka ifâdeyle; defterler açık bir biçimde insanlara sağ ve sollarından verilir. Böylece kişi, defterinin içinde olanlara vâkıf olur. Ona bütün amelleri sayılıp dökülür. Bunun üzerine kişi, Kur’ân’ın ifâdesiyle ‘Vay hâlimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş.’ (Kehf 18/49) der. (İ. H. BURSEVİ, 23/113)
(11).‘Gök sıyrılıp alındığı zaman,’ Gök sıyrılıp alınacak, insanın gözü önünden engeller kaldırılacak, böylece gayb âleminin gizli gerçekleri açığa çıkacak, insanların cennet, cehennem, melek gibi gaybi varlıkları gerçek yönleriyle görüp tanıma imkânı doğacaktır. (bk. Kâf 50/22; Ö. ÇELİK, 5/377)
(12).‘Cehennem daha da alevlendirildiğinde,’ Cehennemin tutuşturulması demek, hâlen mevcut olan alevinin daha da azgınlaştırılması demektir. Yoksa bu zamâna kadar alevsiz olup da o anda tutuşturulmaya başlanması demek değildir. (İ. H. BURSEVİ, 23/114)
(13).‘Cennet (mü’minlere) yaklaştırıldığında,’ Cennet dünyâda îman, sâlih amel, ihlâs ve ihsan ile Hakk’ın rızâsını kazanan müminlere yaklaştırılır. Müminlerin girmesine hazır hâle getirilir. Müminlerde oraya girecek olmanın tatlı bir heyecânı başlar. (bk. Şuarâ 26/90; Kâf 50/31; Ö. ÇELİK, 5/377)
(14).‘(Her) kişi ne hazırladığını bilecektir. ‘ Hayır mı, şer mi? İyi mi, kötü mü? Dünyâda ne yapmış, o gün için ne hazırlamış olduğunu kesin bir bilgiyle bilip anlayacaktır. Çünkü bir zerre miktârı da olsa hayır veya şer olarak yapmış olduğu her amelin, defterinde getirilip terâzisine konduğunu ve karşısında kendisine şekillendiğini görecektir. (ELMALILI, 9/24)
81/15-24 ARKADAŞINIZ (MUHAMMED) DE MECNUN DEĞİLDİR
15, 16. (Hayır! Yine) yemin ederim, (gündüzleri) doğup görünen, 16. (Ve yörüngelerinde) batıp gizlenen yıldızlara.
17, 18. (Kararmaya) yöneldiği zaman geceye, 18. Nefes nefes ağarmaya başladığı zaman sabaha ki,
19-21. Şüphesiz Kur’ân, arşın sâhibi (Allah katında) yüksek mevkiye sâhip, çok şerefli, güçlü bir elçinin (Cebrâil’in, Allah’tan) getirdiği sözüdür. [bk. 10/37-38; 53/5-10; 72/23] 21. Orada, (mele–i a’lâda meleklerce kendisine) itaat olun(maya lâyık ol)andır; tam güvenilendir.
- (Ey Mekkeliler!) Arkadaşınız (Muhammed, kâfirlerin dediği gibi) mecnun değildir.
- Andolsun ki Muhammed, Cebrâil’i apaçık ufukta gördü. [krş. 53/13-16]
- Muhammed, gayb konusunda (görünmeyenleri haber verme hususunda) cimri (ve gizleyen) değildir.
15-24. (15, 16).‘(Hayır! Yine) yemin ederim, (gündüzleri) doğup görünen (ve batıp) gizlenen yıldızlara.’ (…) Söz konusu âyette üzerine yemin edilen varlıklar yıldızlardır. Çünkü bu âyetin ardından gelen iki âyette geceye ve gündüze yemin edilmektedir. O hâlde ‘el cevâri‘l künnes’ ifâdesiyle gece ortaya çıkan ancak gündüz güneşin ışığı sebebiyle görünmeyen yıldızlara yemin edilmiş olması daha mantıklı bir yaklaşım olabilir. Böyle bir değerlendirme de hem ilgili âyetin bağlamına hem de içreriğinde yer alan her iki kelimenin sözlük anlamına uygun düşmektedir. Bu bakımdan bize göre ‘fe lâ uksimü bi’l hunnesi‘l cevâri‘l künnes’ âyetlerini ‘Hayır! Hayır! Yörüngelerinde akıp giderek doğan ve batan yıldızlara andolsun’ şeklinde tercüme etmek daha isâbetli görünmektedir. (M. DEMİRCİ, 3/509)
(17).‘(Kararmaya) yöneldiği zaman geceye,’ ‘Nefes nefes ağarmaya başladığı zaman sabaha ki,’ (…) Burada karanlığın iyice koyulaştığı ve sabahın yaklaştığı vakit olan gecenin sonuna, yâni seher vaktine yemin edilmiş olma ihtimâli daha kuvvetlidir. Nitekim peşinden de ‘nefes almaya başlayan sabaha’ yemin edilmektedir ki, bu mânâya uygun düşer. Çünkü seher vaktinden sonra sabah solumaya, gün doğup yavaştan kendini göstermeye başlar. Burada Peygamberimiz (sav) ve müminlere karanlık gecelere benzeyen sıkıntılı günlerin yavaş yavaş zâil olacağı ve aydınlık sabahlara benzeyen İslâm’ın parlak günlerinin geleceği müjdesi verilmiş olmaktadır. (Ö. ÇELİK, 5/378)
(19, 20).Bütün bunlara yemin olsun ki, ‘O,’ yâni olacak dehşetli olayları haber veren bu Kur’ân ‘değerli bir elçinin (getirdiği) sözdür.’ Yâni yüce Allah katında ikrâma lâyık, saygın bir elçinin getirdiğikelâmdır. Hâkka sûresinde de anlatıldığı üzere burada bu değerli elçiden maksat, Kur’ân’ı Hz. Peygamber (s)’e getiren Rûh-ı Emin Cebrâil (as)’dir. (ELMALILI, 9/34)
‘zî kuvvetin: Pek kuvvetli’ yüklendiği elçilik görevini, aldığı emri yerine getirmede güçsüz değil; karşı konulmaz, kuşku götürmez büyük bir kuvveti var, güçlü bir elçi; öyle ki; ‘Çok çetin kuvvetlere sâhip, güçlü’ (Necm 53/5-6; ELMALILI, 9/34)
(21).‘Allah katında çok itibarlı’ yâni büyük bir şeref ve itibârı var. Öyle ki ‘orada sözü dinlenen,’ yüce Allâh’ın huzûrunda Allâh’a yakın melekler ona itaat eder, emrini dinlerler. Ondan emir alır ve ona başvururlar. ‘güvenilir,’ her yönüyle kendisine güveni(lebi)lir, vahyi iletmekte ve elçilikte son derece emin (…) aldığı emirde aslâ sınırı aşmaz, görevini gereği gibi yerine getirir. Getirmiş olduğu vahiyle kusûru, hatâsı, hâinliği düşünülemez. (ELMALILI, 9/34)
(22).‘Arkadaşınız (Muhammed) mecnun değildir.’ (…) Ey o Kur’ân’a ve peygamberlik haberlerine inanmamak için Peygamber’e cin çarpmış diye iftira etmek isteyenler! O Peygamber (s) sizin arkadaşınızdır. Siz yıllarca onun sohbetinde bulundunuz. Aklının, ahlâkının yüksekliğini denediniz. Görüş ve fikrine başvurdunuz, konuştunuz. Bilirsiniz ki o, deli ve mecnun değildir. Akıl ve anlayışı tam, üstünlük ve erdemliliği herkesçe kabul edilmiş, sizin iyiliğinizi isteyen bir zattır. (ELMALILI, 9/34, 35)
(23).‘Yemin olsun ki (Muhammed) Cebrâil’i apaçık ufukta görmüştür.’ İbn Kesir şöyle der: ‘Muhammed (s) kendisine Allah’tan mesaj getiren Cibrîl’i Allâh’ın onu yaratmış olduğu şekilde 600 kanatlı olarak ‘apapçık ufukta’ görmüştür. Bu el Batha denilen yerde gerçekleşen ilk görmedir. (S. HAVVÂ, 16/57)
(24).‘O, gayb konusunda cimri değildir (gizlemez).’ Muhammed (s) kendisine gelen vahiyde cimrilik yapmaz. Aksine herkese onu sunar. Vahyi tebliğ ve onu öğretme konusunda ihmalkâr davranmaz. Kendisinde bulunan bütün bilgileri başkalarına verir. (S. HAVVÂ, 16/58)
81/25-29 O, HERKES İÇİN BİR ÖĞÜTTÜR
- Kur’ân kovulmuş şeytanın sözü de değildir. [bk. 26/ 210-212]
- (Ey müşrikler! Kur’ân’ı bırakıp) nereye gidiyorsunuz?
27, 28. (Ey müşrikler!) Kur’ân, bütün âlemlere (insan ve cinlere, özellikle de) içinizden doğru hareket etmek isteyen kimselere, bir öğüt ve uyarıdır.
- (Ey insanlar!) Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz (bir şey) dileyemezsiniz. [bk. 74/56; 76/30]
25-29. (25).‘Kur’ân kovulmuş şeytanın sözü de değildir.’ Yâni Kur’ân, kulak hırsızlığı yapan bâzı şeytanların sözü değildir. Burada şeytan kelimesinden maksadın ‘kulak hırsızlığı yapan şeytan’ olduğunu ‘racîm’ kelimesinden çıkarıyoruz. Çünkü ‘racîm’ arkasından gök taşları fırlatılan şeytan demektir. Bu cümle, kâfirlerin Peygamber efendimiz hakkında ‘o kâhindir ve büyücüdür’ şeklindeki sözlerini reddetmek için ifâde edilmiştir. Nitekim Allah bir başka âyet-i kerîmede aynı konuyu şöyle vurguluyor: ‘Kur’ân’ı şeytanlar indirmedi.’ (Şuarâ 26/210; İ. H. BURSEVİ, 23/133)
(26).‘(Kur’ân’ı bırakıp) nereye gidiyorsunuz?’ Bu gerçeklere karşı doğru yolu bırakıp da hangi görüş ve düşüncelere kapılıyorsunuz? Ne büyük sapıklıklara düşüyorsunuz. (ELMALILI, 9/37)
(27, 28).‘Kur’ân, bütün âlemlere içinizden doğru hareket etmek isteyen kimselere, bir öğüt ve uyarıdır.’ Nesefi der ki: ‘Kur’ân doğruluk isteyenler için bir öğüttür. Yâni İslâm dînine girerek doğruluk isteyenler zikirden (Kur’ân’dan) faydalanırlar. Her ne kadar o, bütün insanlara öğüt olarak verilmiş olsa da İslâm’a girenlerin dışındakiler sanki ondan öğüt almamış gibidirler.’ (S. HAVVÂ, 16/58)
(29).‘Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz (bir şey) dileyemezsiniz.’ (…) İslâm’ın ‘din ve vicdan özgürlüğü’ ilkesi esas alınarak artık bunlardan ders çıkarıp doğru yolu seçmek insanların hür irâdelerine bırakılmıştır. Hiç kimse kendi irâdesinin dışında bir tercihe zorlanamaz. Ancak insanların irâde ve güçleri kendilerinden değil, Allah’tandır; sınav gereği Allah böyle olmasını dilemiş, insanlara irâde hürriyeti vermiştir. (bk. İnsan 76/30; KUR’AN YOLU, 5/566)
Herşey Allah Teâlâ’nın dilemesiyledir. Bunun böyle olması, insan irâdesine ters düşmez. (..) Allah birini saptırırsa o bunu hak ettiği için Allah ona adâletiyle muâmele edip saptırmıştır. Şâyet birini hidâyete ulaştırmışsa ona da lütfu ile muâmele etmiştir. Eğer herşey Allah Teâlâ’nın dilemesiyle olmasaydı, o zaman Allah Teâlâ günaha yenik düşmüş olurdu. Hâlbuki bu olamaz. Allah hiçbir şeye yenik düşmez. Dolayısıyla herşey Allâh’ın dilemesiyledir. Bu bir zorlama anlamı taşımaz. Allah bilmiş ve istemiş ve kudretiyle onu açığa çıkarmıştır. Bilme bir şeyi ortaya çıkarır, onu herhangi bir şeye zorlamaz. Allah falan kimsenin ne işleyeceğini bilmiş, o işi dilemiş ve kudretiyle onun yapacağı işi ortaya çıkarmıştır. (S. HAVVÂ, 16/58, 59)