95 / Tîn Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Tîn, sözlükte “incir”, mecâzen onun yetiştiği yer anlamındadır. Tîn’e yeminle başladığından sûre bu adı almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/596)
Rasûl-i Ekrem (s) seferde yatsı namazını kıldırırken, iki rekâttan birinde bu sûreyi okumuştur. (Buhâri Ezan 100, Müslim Salât 175-177’den Ö. ÇELİK, 5/513)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
95/1-8 BİZ İNSANI EN GÜZEL BİÇİMDE YARATTIK
1-4. İncire ve zeytine, Sînâ dağına ve şu güvenli şehre (Mekke’ye) andolsun ki biz insanı gerçekten en güzel biçimde yarattık.
5, 6. Sonra (kâfir) insanı aşağıların aşağısına (cehenneme) atacağız. 6. Yalnız îman edip de sâlih (sevaplı) amel (ve hareket)lerde bulunanlar bunun dışındadır. Çünkü onlar için (cennette) bitmez tükenmez ödüller vardır.
- (Ey kâfir insan! Bunca delillerden) sonra dîni (hesap gününü) hangi şey sana yalan saydırabilir?
- Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni (ve hükmü en iyi olan) değil midir? (Elbette en iyi hükmedendir.)
1-8. (1-4).‘İncire ve zeytine, Sînâ dağına ve şu güvenli şehre (Mekke’ye) yemin ederim ki biz insanı gerçekten en güzel biçimde yarattık.’ İbn Kesir (..) şöyle der: Bâzı imamlar -dört yemin husûsunda – derler ki: Bunlar, herbirinde Allah Teâlâ’nın ulü’l azm ve büyük şeriat sâhibi peygamberlerden birini gönderdiği üç yerdir: Birincisi, İncir ve zeytin bölgesi ki, burası Allah Teâlâ’nın Meryem oğlu Îsâ’yı peygamber olarak gönderdiği Beytü’l Makdis’tir. İkincisi; Tûr-u Sînîn’dir. Burası üzerinde Allah Teâlâ’nın İmran oğlu Mûsâ ile konuştuğu Tur Dağı’dır. Üçüncüsü; girenlerin güvenlikte olduğu emin belde Mekke’dir. Bu da Muhammed (s)’in peygamber olarak gönderildiği yerdir. (S. HAVVÂ, 16/274)
(..) Ahsen-i takvim kavramı, insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı ifâde etmektedir. Nitekim Taberi’nin tercih ettiği anlam da budur. Bu sâyede insan, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik, gerekse ruhsal yetenekler bakmından en mükemmel ve en seçkin bir varlık olarak inşâ edilmiş demektir. Söz konusu güzellik ve mükemmelliğin kaynağı da hiç şüphesiz Yüce Allah’tır. Zîrâ Allah Teâlâ insanı kendi eliyle yaratıp ona kendi rûhundan üfürmüş (Sâd 38/72), insanlık düzeyinde olmak üzere kendi sıfatlarından ona lütufta bulunmuş (Buhâri, Müslim), sonra da onu yeryüzünde hâlîfe kılmıştır. (Bakara 2/30). Kısacası ahsen-i takvim, insanın ruh ve beden bakımından en mükemmel şekilde yaratıldığını ifâde etmektedir. Yâni insan dileyen, isteyen, düşünen, konuşan, yazan, anlayan, anlatan ve sanat kâbiliyeti olan; hakkı bâtıldan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hayrı şerden ayıran akıl ve temyiz gücüne sâhip bir varlık olarak yaratılmıştır. (M. DEMİRCİ, 3/595)
(5, 6).‘Sonra (kâfir) insanı aşağıların aşağısına (cehenneme) atacağız.’ Allah, insana muhâkeme ve irâde gücü ve yeteneği vermiştir. Kulağını, gözünü, gönlünü, aklını vahiyden koparıp hevâ ve hevesine bağlayan insan, Allâh’a olan nankörlüğü, O’nu inkârı, ilâhî hükümleri tanımaması ve hareketlerindeki isyânı sebebiyle Allah katında hayvanlardan da aşağı olmayı ve cehennemin en alt tabakasına gitmeyi hak etmiştir. [bk. 7/179] (H. T. FEYİZLİ, 1/596)
Burada insanın ruhsal özelliklerine ağırlık verilmektedir. İnsan fıtratın doğru yolundan ayrılınca ve fıtrata paralel olan îman yolundan sapınca aşağıların aşağısına baş aşağı düşen, bu ‘ruhsal özellikleri’dir. Çünkü gâyet açıkça bellidir ki, insanın bedensel yapısı aşağıların aşağısına düşmez. İnsanın yapısındaki üstünlük işte bu ruhsal özelliklerden ortaya çıkmaktadır. İnsan meleklerin ulaştıkları yerlerin çok daha yükseğine erişebilecek yetenekte yaratılmıştır. Nitekim miraç olayı bunun delîlidir. Orada Cebrâil bir noktaya gelince durmuş, (bir insan olan Abdullah oğlu Muhammed) daha yüce makâma yükselmiştir. Öte yandan insanoğlu, doğru yoldan çıkınca hiçbir yaratığın inemeyeceği çukurlara yuvarlanmaya da yatkındır: Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.’ (S. KUTUB, 10/510)
‘Yalnız îman edip de sâlih amellerde bulunanlar bunun dışındadır. Çünkü onlar için (cennette) bitmez tükenmez ödüller vardır.’ Onlar aşağıların aşağısına çevrilmez. Aksine, onlara ‘kesintisiz ecir’ vardır. Bitmez, tükenmez ecir vardır. ‘Andolsun asra ki, hiç şüphesiz insan ziyandadır. Yalnız îman edip, sâlih amel işleyenler başka.’ (el Asr, 1-2. S. HAVVÂ, 16/275)
(7).‘(Ey kâfir insan! Bunca delillerden) sonra dîni (hesap gününü) hangi şey sana yalan saydırabilir?’ ‘Öyle ise ey Âdemoğlu! Bundan sonra âhirette amellerin karşılığını görmeyi sana yalanlatan nedir? Kendi başlangıcını öğrendin. İnsanı ilk baştan yaratmaya kâdir olanın, onu tekrar yaratmaya öncelikle kâdir olacağını da biliyorsun. Bunu bildiğin hâlde seni âhireti yalanlamaya sevk eden şey nedir?’ (İbn Kesir’den S. HAVVÂ 16/276)
(8).‘Allah, hüküm verenlerin en âdili değil midir?’ cümlesi, Allâh’ın evreni ve evrendeki varlıkları hikmet ve adâlet ölçülerinde yaratıp yönettiğini, dünyâda peygamberleri aracılığıyla en doğru ve âdil hükmü verdiğini, âhirette de yine en âdil hâkim olarak mahlûkat arasında hüküm vereceğini ifâde eder. Sözün soru şeklinde olması hükmün kesinliğini gösterir. Hz. Peygamber, bu âyeti okuyanın, ‘Evet, öyledir; ben de buna şâhitlik edenlerdenim’ demesini tavsiye etmiştir. (Tirmizi Tefsir 84, KUR’AN YOLU, 5/648)