Warning: "continue 2" targeting switch is equivalent to "break 2". Did you mean to use "continue 3"? in /home/u0767056/tefsirim.com/wp-content/plugins/revslider/includes/operations.class.php on line 2858

Warning: "continue 2" targeting switch is equivalent to "break 2". Did you mean to use "continue 3"? in /home/u0767056/tefsirim.com/wp-content/plugins/revslider/includes/operations.class.php on line 2862
Al-i İmran Suresi - Tefsirim

Al-i İmran Suresi

Medîne döneminde inmiştir. 200 âyettir. Sûre, 33-37. âyetlerde İmran âilesinden söz edildiği için bu adı almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/49)

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla

3/1-9  MUTLAK  GÜÇ  SÂHİBİ

1. Elif, Lâm, Mîm.

2. Allah ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O, Hayy ve Kayyûm’dur (dâimâdiriveyarattıklarınıgözetipyönetendir. Herşey, onunlavarlığınıdevamettirir).

3-4. (Ey Peygamberim! Allah, bu) Kur’ân’ı sana, hak (vehakîkatin) ta kendisi ile (doluve) kendinden öncekileri(nasıllarını) tasdik edici olarak indirdi. Bundan önce, insanları doğru yola götürmek için Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti ve nihâyet Furkân’ı (hakilebâtılıayırtedenKur’ân’ı) da indirdi. Allâh’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, onlar için kesinlikle şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak gâlip ve amansız cezâlandırıcı / (mazlumların) intikamını alıcıdır.

5. Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allâh’a gizli kalmaz.

6. Rahimlerde sizi nasıl isterse öyle şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. (O) mutlak gâlip, hüküm ve hikmet sâhibidir.

7. (Ey Peygamberim!) Sana Kur’ân’ı indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (açıkvekesin) âyetlerdir ki onlar Kur’ân’ın esâsı (temeli)dir, bir kısmı da müteşâbih (anlamı açık olmayan) âyetlerdir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (kendiarzularınagöre) yorum yapmak isteyerek, onun müteşâbih olanlarına uyarlar. Hâlbuki onun yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar da: “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. (Bunu) akl-ı selîm sâhipleri düşünüp anlayabilirler.

8. (Onlarderlerki🙂 “Ey Rabbimiz; Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi (haktan) çevirme. Bize yüce katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen bağışı en bol olansın.”

9. “Ey Rabbimiz; Muhakkak ki sen, insanları (geleceğindenaslâ) şüphe edilmeyen bir günde toplayacak olansın. Hiç şüphesiz, Allah sözünden dönmez.”

1-9. (1, 2).‘Elif, lâm, mîm.’ ‘Allah ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Hayy’dır, Kayyûm’dur.’ O yüce Allah, öyle bir Hak mâbuddur ki, ondan başka tapınılmaya değer, tapınılmayı hak etmiş, ilâh denilecek, kulluk edilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü O, Hayy (diri) ve Kayyûm’dur (Kendi zâtı ile kâimdir, bütün varlıkları yaratan, yaşatan ve yönetendir.) Yok olmaktan, zevâl bulmaktan münezzehtir, ölmez. Ezelde ve ebedde hâzır ve nâzır, vâcibü’l vücud (varlığı zarûri) olan ve herşeyi yöneten, yönlendiren, yarattıklarını koruyan, kayıran ve doyurandır. Her şeyi ayakta tutan O, besleyen ve büyüten O’dur. Bununla berâber, kendisinden hiçbir şey eksilmez, sürekli Hayy ve Kayyûm’dur. Üstelik Hayy ve Kayyûm olan yalnızca O’dur. (ELMALILI, 2/293)

Kayyûm,  Kendi zâtı ile kâim (var olan), kendisini var etmek için  başkasına ihtiyâcı  bulunmayan, var olmak için herhangi bir yere veya bir başka zâta gerek duymayan demektir. (S. HAVVÂ, 2/252)  

Bâzı hadislerde,  ‘Allâhü lâ ilâhe illâ hüve‘l hayyü‘l kayyûm’  ‘İsm-i Âzam’ (Cenâb-ı Hakk’ın en büyük ismi) olarak nitelendirilmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/464)

İsm-i Âzam: İsm-i Âzam, Allâh’ın en yüce ismi demektir. Kur’ân’da ‘Yüce Rabbinin adını tesbîh et’ (Vâkıa 56/74; Hâkka 69/52; A’lâ 87/1) ‘Azamet ve ikram sâhibi Rabbinin adı yücedir.’ (Rahmân 55/78) buyurulmuş,  bâzı hadislerde Allâh’ın İsm-i Âzamı’ndan söz edilmiştir. (..) İsm-i Âzam olarak ifâde edilen isimler şunlardır: (a) ‘Allah’ lâfzı ve O’na işâret eden ‘hüve’ zamiri, (b) ‘Lâ ilâhe illâ hû’ ‘Hayy ve Kayyûm’, ve ‘Rahmân ve Rahîm’ Bu isimler şu hadiste geçmektedir: Peygamberimiz, ‘Allâh’ın İsm-i Âzamı şu iki âyettedir buyurmuş ve Bakara sûresinin ‘İlâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir’ anlamındaki 163. âyeti ile Âl-i İmran sûresinin ‘O Allah ki O’ndan başka ilâh yoktur. O, diridir, Kayyûm’dur’ anlamındaki 2. âyetini  okumuştur. (Tirmizi, İbn Mâce, Ahmed) (…)  (c) Mennân, Bediussemâvâti ve’l ard’, ‘Zü’l Celâli ve’l ikrâm’ (…) (d) ‘Allah’, ‘lâ ilâhe illâ hû’, ‘ehad’, ‘samed’ ‘ellezî lem yelid ve lem yûled’. (…) (DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, 1/286)

(3, 4).‘O sana kitabı Hak ile indirdi.’ Rasûlü Muhammed (s) üzerine Kur’ân’ı değişmez, hiçbir şüphe ve tereddüdü kabul etmez bir şekilde sâbit bir hak  (delilleri ile, M. A. SÂBÛNİ) olarak indiren O’dur.

‘Kendinden öncekileri doğrulayıcı..’ daha önce indirilmiş bulunan kitapları onaylayandır.  ‘Bundan önce de insanlara yol gösterici olarak Tevrat ile İncil’i indirmişti.’ O Tevrat’ı Mûsâ’ya, İncil’i de Îsâ’ya, Kur’ân’dan önce insanlara hidâyet olmaları için indirmiştir. ‘Bir de Furkân’ı indirdi.’    Furkan,  Hak ile bâtılı, hidâyet ile dalâleti, doğru ile eğriyi birbirinden ayırt eden demektir. (S. HAVVÂ, 2/253)

Bu âyetteki ‘el Kitâb’ kelimesi ile Kur’ân-ı Kerîm amaçlanmaktadır. (KUR’AN YOLU, 1/465) ‘bi‘l hakkı’: Bu deyimle, Hz. Peygamberin doğru  haberler verdiği, hakîkatı yansıttığı, Allah katından geldiğinin delilleri ile dolu olduğu, tutarlı, doğru ile eğriyi ayırt eden bir kitap anlamına geldiği anlaşılmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/465) ‘musaddikan / doğrulayıcı:  Kur’ân-ı Kerîm’in önceki ilâhi kitapları doğrulayıcı olduğu, tevhid inancının Hz. Muhammed’le başlamadığı, dînî öğretilerin gelişiminin Hz. Muhammed’le zirveye ulaştığı anlaşılmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/465)

İlâhi bildirimin doruğunu temsil eden Kur’ân-ı Kerîm’in inmesinden sonra, Tevrat ve İncil’in hidâyet rehberi olarak görülmemesi gerektiği anlaşılır. (KUR’ÂN YOLU, 1/467)

Kur’ân-ı Kerîm’de Tevrat: Tevrat ile ilgili Kur’ân âyetlerinde Hz. Mûsâ’ya kitap verildiği (2/53, 87, 6/91,154, 11/110, 23/49), bu kitabın İsrâiloğulları için bir hidâyet rehberi olduğu (17/2), Tevrat’ın Allah tarafından vahyedilmiş olduğu (5/44), Yahûdilerin ise Tevrat yanlarında iken Hz. Peygamberi hakem yapmak istedikleri (5/43), Ehl-i Kitab’ın Tevrat ve İncil’i uygulamadıkları (5/66,68), Hz. Îsâ’nın Tevrat’ı doğruladığı (3/48, 50, 5/110; 61/6), Hz. Muhammed’in Tevrat’ta müjdelendiği (7/157), Yahûdilerin Tevrat’ı değiştirdikleri (2/75; 4/46) bildirilmekte, Tevrat’ın içeriği ile ilgili bilgiler de (5/45; 9/111) verilmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/477, 478)

Kur’ân-ı Kerîm’de İncil: Kur’ân’da İncil, daha çok Tevrat’la birlikte anılmakta, Hz. Îsâ’nın Tevrat’ı onayladığı, kendisine kitabın, hikmetin, Tevrat’ın ve İncil’in öğretildiği bildirilmektedir. (3/48, 50)

Kur’ân’da Hristiyanların İncil’in gereklerini yerine getirmedikleri, verilen öğüdün bir kısmını unuttukları, bir kısmını gizledikleri belirtilerek kınanmaktadır. (5/14, 15, 66)  (KUR’ÂN YOLU, 1/483)

(6).‘Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O’dur.’  Erkek veya dişi, güzel ya da çirkin, şu ya da bu renkte… değişik şekiller veren O’dur. (…) Bu âyet-i kerîmede dolaylı olarak Meryem oğlu Îsâ’nın da  diğer insanlar gibi Allah tarafından yaratıldığına işâret vardır. Zîrâ Allah onu da annesinin rahminde şekil verip dilediği gibi yaratmıştır. (S. HAVVÂ, 2/254)

Bu âyet-i kerîme ile hıristiyanların ilâh inancı reddedilmektedir. Necran Hıristiyanları, Peygamberimiz (s)’e Hz. Îsâ’nın ilâh oluşuna delil olarak ölüleri diriltmesini, körleri ve alaca hastalarını  iyileştirmesini ve çamurdan kuş yapıp canlandırmasını (3/49, 5/110) anlatmışlardı.   

(7).‘Sana Kur’ân’ı indiren O’dur. O’nun bâzı âyetleri muhkemdir.’ Rasûlü Muhammed’e Kur’ân’ı indiren O’dur. Bu Kur’ân’ın bir kısmının âyetlerinin metinleri son derece muhkem kılınmıştır. Çeşitli ihtimal ve benzerliklerden korunmuşlardır. Delâletleri, maksadı gâyet açık bir şekilde ortaya koymaktadır, herhangi bir karışıklık sözkonusu değildir.  ‘Bunlar kitabın anasıdır.’ Ve aslını oluşturur. Yâni bu muhkem âyetler kitabın aslıdır. Müteşâbih olanlar, onlara göre yorunlanır, herhangi bir şüphe ve tereddüde düşüldüğünde muhkem âyetlere başvurulur. (S. HAVVÂ, 2/254)

İbn-i Abbas’a göre muhkem âyetler, yürürlük kaldıran, helâl, haram, hadler (cezâlar), cezâların hükümleri, emredilen ve kendisi ile amel edilen hükümlerdir. (H. DÖNDÜREN,  1/108)

‘Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir.’ Müteşâbih, sözlükte birbirine benzeyen demektir. Terim olarak ise, Dış anlamı ile tam anlaşılamayan ve gerçek anlamı Allâh’a bırakılan ya da birçok anlama gelme olasılığı bulunup, bunlardan birini öncelemede zorluk olan kelime ve sözdür.  Bunlar, ‘Elif Lâm Mîm’, ‘Tâ hâ’ gibi kesik harflerle,  Allâh’ın eli, yüzü,  rızâsı, cennet ve arş gibi ifâdeler ve Basîr ve Kadîr gibi sıfatlardır. (H. T. FEYİZLİ, 1/49)

Müteşâbihin Faydası: İlim adamları müteşâbihin anlamlarını öğrenme konusunda kafalarını yorsunlar, muhâkeme ederek kavramaya çalışsınlar. Allâh’ın kitabını kavramaya âciz olduklarını bilsinler, Kur’ân’ı anlamak için gayretler, çabalar kesintisiz devam etsin. (S. HAVVÂ, 2/256)

İlimde derinleşmiş alanların hâllerinden biri de saptırmaması için duâ etmeleridir. Hadis: Peygamberimiz “kalpleri evirip çeviren Allâh’ım kalplerimizi dînin üzerine sâbit kıl” diye duâ ederdi. (Tirmizi’den S. HAVVÂ, 2/258, 259)

Târih boyunca ortaya çıkmış olan sapık fırkaların her biri, yanlış anladığı ve tutarsız yorumladığı âyetlere yapışmıştır. Bu gibi grupların sıkıca sarıldığı âyetler müteşâbih türden âyetlerdir. Diğer taraftan bir takım kâfir odaklar fâsit görüşlerini ispatlamak için birtakım âyetleri kullanmaktadırlar. Bunlar aynı zamanda İslâm’a karşı savaşmaktadırlar. Müslümanları küfre yöneltmek istemekte, muhkemi göz ardı ederek gerçek yüzlerini gizlemektedirler. (S. HAVVÂ, 2/259)

3/10-13  MAL  VE  EVLÂT  SEVGİSİ

10. Şüphesiz ki küfre sapıp inkâr edenlerin, malları da, evlâtları da, Allah katında onlara aslâ bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar (cehennemde) ateşin yakıtıdırlar.

11. (İnkâr edenlerin âhiretteki durumu) Firavun âilesinin ve onlardan öncekilerin hâli gibidir. Onlar âyetlerimizi yalanladılar; Allâh(’ınazâbı) da günahları sebebiyle, onları yakaladı. Allâh’ın cezâsı çok şiddetlidir.

12. (Rasûlüm!) Küfre sapan / inkâr edenlere de ki: “Siz yakında mağlûp olacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir!”

13. (Ey müminler! Bedir’desavaşiçinbirbiriyle) karşılaşan iki grupta, sizin için ibret vardır: (Onlardan) bir grup Allah yolunda savaşanlar, diğeri de inkârcılar (idiki) bu (Allahyolunda savaşan müslüma)nlar bizzat gözleriyle kendilerini, onların iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, (hakîkat) gözü açık olanlar için bir ibret vardır. [bk. 2/249-250; 8/44]

10-13. (10).“İnkâr edenlerin malları da evlâtları da Allah katında onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır.’ Allah dünyâda ve âhirette onları azaplandırmak istediği takdirde çocukları da malları da bu azaptan hiçbir şeyi geri çeviremezler. (S. HAVVÂ, 2/260)

Çocukların fayda sağlaması şöyledursun, kâfirler âhirette çocuklarından ve yakınlarından kaçarlar (80/33-36), âhirettekâfirlere mâzeretleri de fayda vermez(40/52). Âhirette insana fayda sağlayacak olansâdece îman ve sâlih ameller, ihlâs ve takvâdır. (26/88, 89; İ. KARAGÖZ 1/471)

(11).‘Firavun hânedânının ve daha öncekilerin durumu gibi. Firavun hânedânına nasıl ki çocuklarının ve mallarının bir faydası olmadı, dünyâda cezâlandırılıp âhirette de azâba dûçar edilirlerse, işte bunlar da böyle olacaklardır. (S. HAVVÂ, 2/260)

(12).“Yakında mağlûp olacaksınız ve cehenneme sürükleneceksiniz.’ ‘Yakında yenileceksiniz’ ifâdesi yakın gelecekte karşılaşacak mûcizevi bir olayı haber vermektedir. Nitekim bundan sonra Mekke müşrikleri kesin yenilgiye uğramış, ancak Mekke fethine kadar direnmişler. Medîne Yahûdileri ise Allah Rasûlü’nün dünyâ hayâtına vedâ etmesinden önce etkili konumlarını kaybetmişlerdir. (KUR’ÂN YOLU, 1/ 510, 511)

Bedir Günü müşriklerin sayısı 900 veya 1000 müslümanların sayısı 313 kişiydi. Kâfirler müminlerin 3 katı idi. Enfâl 8/44 de “karşılaştığımız zaman onları sizin gözlerinize az gösteriyor” mûcibince Allah, müşrikleri müslümanların gözünde üç katından daha az, iki kat olarak göstermiştir. (S. HAVVÂ, 2/261)

Bedir’de maddi şartlar müşrikler lehine olmakla berâber müslümanların gâlip gelmesi bir mucizedir ve îmânın verdiği moral gücün her şeyin üstünde olduğunu göstermektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/512)

İman ve küfür mücâdelesinde sayısal değerlere aldanmamak gerekir. Allah dilerse karşı tarafı farklı algılamayı sağlar, dilerse müminleri meleklerle destekler, sayısal dengeleri altüst eder. (KUR’ÂN YOLU, 1/512)

Yüce Allah, yardımı ile dilediğini destekler, dilediğine güç verir. Yüce Allah Bedir savaşında 1 000 melek ile Müslümanlara yardım etmiştir. (8/9-12). Allah Müslümanlara daha sonraları örneğin Çanakkale Savaşında da aynı şekilde yardım etmiştir. Allâh’ın izniyle büyük bir topluluğa gâlip gelen nice küçük topluluklar vardır. (2/249, İ. KARAGÖZ 1/476)

3/14-17  DÜNY  NİMETLERİNİN  ALDATICILIĞI

14. Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılıp biriktirilmiş altın ve gümüşten ve (otlağa) salınmış (özelbesili) atlardan; (deve, sığır, koyun, keçigibi) hayvanlardan ve ekinlerden yana nefsin istekleri, insanlara süslü (câzip) gösterildi. Bunlar (sınamaiçinverilen) dünyâ hayâtının (geçicibirer) nîmetidir. Varılacak yerin en güzeli ise Allâh’ın katındadır.

15. (EyRasûlüm!) De ki: “Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâya erenler (yâniAllâh’ınemrineuygunyaşayıpgünahtansakınanlar) için Rableri katında, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve (hepsininüstünde) Allah rızâsı vardır. Allah kullarını hakkıyla görmektedir.”

16, 17. (Otakvâsâhipleri🙂 “Ey Rabbimiz; Biz gerçekten îman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azâbından koru.” deyip sabredenler, (îmanlarında, söz, niyetveişlerinde) doğruluk gösterenler, (Allâh’a) itaat ederek boyun eğenler, infak eden (O’nunrızâsıiçinmallarınıharcayan)lar ve seher vakitlerinde (duâedip) bağışlanma dileyenlerdir.

14-17. (14).“İşte bunlar dünyâ hayâtının geçici ziyneti ve nîmetlerdir.” Âyette insana câzip kılınan dünyalık zevk ve nimetten karşı cinse ilgi, oğullar, altın, gümüş, atlar, hayvanlar ve ekinler… Bunların dünyâ hayâtının geçici yararlanmaları olduğu açıklanmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/514)

Hadis: Dünyâ geçim yeridir. Dünyâ metâının en hayırlısı ise sâliha kadındır. (Müslim Radâ 59, İbn Mâce Nikâh 5’den H. DÖNDÜREN, 1/108)

Hadis: “Dünyânızdan bana kadınlar ve hoş koku sevdirildi. Gözümün nûru da namazda kılındı. (Nesâi İşretü’nnisâ 1’den H. DÖNDÜREN, 1/108, 109)

Allâh’ın meşru kıldığı çerçevede iffetini koruyup çokça evlât sâhibi olmak için kadınları sevmek arzulanan ve teşvik edilen durumdur. Çocuk sevgisi nesli ve müslümanları çoğaltmak için ise övülmüş (sevilmiş olup), başkalarına karşı övünmek için olursa yerilmiştir. (S. HAVVÂ, 2/263)

Mal sevgisi; eğer övünmek, büyüklenmek ve zayıflara karşı büyüklenme, fakirlere karşı da zorbalık yapmak için olduğu takdirde bu da yerilmiştir. Yakın akrabâlara yardım etmek, akraba ziyâretinde bulunmak, yakınları gözetmek, çeşitli hayır ve itaat yollarında harcamak amacıyla olursa, bu şeriatça hoş görülmüş ve sevilmiş bir şeydir. (S. HAVVÂ, 2/263)

Allâh’ın belirlediği sınırlar içerisinde kaldığımız ve bu sınırlar çerçevesinde kullanarak bunlar üzerinde Allâh’ın hakkını unutmadan âhireti de hatırdan çıkartmayıp azgınlık etmediğimiz takdirde dünyâ hayâtının güzellikleri bize haram kılınmamıştır. (S. HAVVÂ, 2/263)

(15).‘..Takvâya erenler için Rableri katında, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah rızâsı vardır…” Kur’ân-ı Kerim’de cennet kadınları şöyle tasvir edilmektedir: Yeniden yaratılmışlardır, hep bir yaşıt genç kızlardır, eşlerini çok severler, gösterişli ve sürekli bâkiredirler (56/35-37, 78/33), iri siyah gözlü, beyz tenli ve pek çok güzeldirler. (56/22, 23) saklanıp korunmuş, el değmemiş inci(37/48, 49), yâkut ve mercan gibidirler (55/56-58). Huyları, yüzleri ve gözleri güzeldir. (55/70, 74; İ. KARAGÖZ 1/479). 

(16, 17).‘(O takvâ sâhipleri) Sabredenler, doğru olanlar, gönülden ibâdet edenler (Allah yolunda) harcayanlar ve seherlerde Allah’tan mağfiret dileyenlerdir.’  Daha hayırlı olan nimetler şu aşağıda sayılanlar içindir: (a) sabredenler: itaatlere devam etmek, haramları terk etmek, musîbetlere karşı direnerek sabredenler, (b) doğru olanlar: hakkı sözlü olarak bildirmek, amelleri sağlam yapıp fiili olarak karar verdiklerini uygulanarak, niyette (..) doğru olanlar, (c) gönülden ibâdet edenler: ibâdeti yerine getirenler, mallarından tasaddukta bulunanlar, akrabâyı görüp gözetenler, ihtiyaç sâhiplerine yardım edenler, (d) seherlerde Allah’tan bağışlanma dileyenler: seher vaktinde namaz kılanlar, istiğfar edenlerdir. (S. HAVVÂ, 2/264)

Hadis: Allah, her gece rahmetiyle dünyâ semâsına iner, gecenin son üçte biri olunca şöyle seslenir; İsteyen yok mu vereyim, duâ eden yok mu kabul edeyim, kim bağışlanma isterse onu bağışlayayım. (Buhâri Teheccüd 14; Müslim Müsâfirin 168-170’den  H.DÖNDÜREN, 1/109)

3/18-20  HAK  KATINDAKİ  DİN

18. Allah kendisinden başka hiçbir ilâhın olmadığına şehâdet etmiş (bildirmiş)tir. Melekler ve (adâletli) ilim sâhipleri de dosdoğru (bugerçeğeîmanveikrarileşehâdetettiler). O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak gâlip, hüküm ve hikmet sâhibidir.

19. Şüphe yok ki Allah katında (hak) din İslâm’dır. Ancak kitap verilen (yahûdiveHıristiyan)lar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allâh’ın âyetlerine karşı küfre saparsa, bilsinler ki Allah, hesâbı çok çabuk görendir.

20. (EyMuhammed! Bunarağmendinişlerindekimler) seninle tartışmaya girişirlerse de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allâh’a teslim ettim.” (Kendilerine) kitap verilenlerle, ümmîlere (kitabıolmayanlara / müşriklere) de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” (Kabul edin) Eğer hakka teslim olup İslâm’a girerlerse, muhakkak doğru yolu bulmuş olurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen ancak duyurmaktır. Allah, kullarının her hâlini hakkıyla görendir.

18-20. (18).‘Allah adâleti ayakta tutarak şehâdet etti ki; gerçekten ondan başka ilâh yoktur.’  Yüce Allah, verdiği rızıklarda, ecellerde, verdiği sevaplar ve cezâlarda (nasıl adâletli ise) kullarına; birbirlerine karşı, eşit davranmalarını emretmektedir. (nasıl vahiysiz, adâletsiz, kitapsız bırakmadıysa)  (S. HAVVÂ, 2/265)

Adâleti ayakta tutarak şöyle buyurmuştur: O bütün yaratıkların biricik ve tek ilâhıdır. Hepsi onun kulu ve mahlûkudur. Ona muhtaçtır. (S. HAVVÂ, 2/265)

Allâh’ın şu evren ve insanların hayâtıyla ilgili idâresi sürekli olarak adâlet ile yürütülmektedir. İnsanların hayâtında mutlak adâletin oluşması, evrende yer alan her varlığın kendi görevini başka varlıkların görevi ile mutlak bir âhenk içinde yerine getirilmesi gibi insanlar arasındaki işlerin düzene girmesi, Allâh’ın insanların hayâtı için seçtiği ve kendi kitabında açıkladığı Allâh’ın yolunu hakem kabul etmedikçe gerçekleşemez. Yoksa evrenin hareketi ile insanın hareketi arasında ne adâletten, ne mükemmellikten, ne de uyumdan söz edilebilir. Bu hâl ise zulümdür, çatışmadır, dağılmadır ve yok olmadır. Böylece görüyoruz ki, târih boyunca ne zaman yalnız Allâh’ın kitabı hükmetmişse, ancak o zaman insanlar adâletin tadını çıkarabilmiştir. (…) Ne zaman da insanların hayâtına insanların ürünü başka bir yaşam biçimi hükmetmişse berâberinde beşerin barbarlığını ve âcizliğini getirmiştir. Bunların yanı sıra onunla berâber herhangi bir şekliyle zulüm ve çelişki de eksik olmamıştır. Bireyin topluma zulmü, toplumun bireye zulmü; bir sınıfın diğer bir sınıfa zulmü; bir milletin başka bir millete zulmü; ya da bir neslin diğer bir nesle zulmü… Yalnız Allâh’ın adâleti bunların hepsinden uzaktır. Çünkü Allah tüm kulların ilâhıdır. Sonra yerde ve gökte ne varsa hiçbir varlık O’ndan gizli değildir. (S. KUTUB, 2/55)  

(19).‘Şüphesiz Allah katında din, İslâm’dır.’ Allah tarafından kabul edilecek din, sâdece İslâm’dır. İslâm, Allâh’a teslim olmaktır. Bu dînin son nüshası, Hz Muhammed’e (s) indirdiği ve diğer bütün dinleri yürürlükten kaldırdığı bütün âlemlerin uymakla yükümlü olduğu son dindir. (S. HAVVÂ, 2/275)

İslâm yalnız Allah ile kul arasında bir olay olmayıp, sosyal ve hukûki esasları ile hem dünyâ hem âhiret saâdetini temin eden ve kaynağını Kur’an’dan alan ilâhi bir dindir. İslâm dîni, içine aldığı îman, ibâdet, ahlâk, muâmelât ve cezâ hükümleri ile bir bütündür. Bundan dolayı Kur’ân hükümlerinden birini reddeden kimse dinden çıkar. (H. T. FEYİZLİ, 1/51)

O İslâm ki, kuru bir iddiâdan ibâret değildir, sâdece bir sembol değildir, sâdece dil ile söylenen bir sözcük değildir, hattâ kalbin huzur içinde kapsamına aldığı bir düşünce de değildir. Bireylerin kendi başlarına namazda, oruçda ve Hacc’da yerine getirdiği birtakım bireysel dînî görevler hiç değildir. Hayır… Allâh’ın insanlar için kendisinden başka hiçbir dîni kabul etmediği İslâm, bu değildir… Burada sözü edilen İslâm, teslim olmakla gerçekleşen İslâm’dır. İtaat ve bağlılıkla gerçekleşen İslâm’dır. Kulların aralarında Allâh’ın kitâbını hakem tâyin etmekle gerçekleşen İslâm’dır. (..) İslâm, ilâhlık ve otorite birliğinin kabul edilmesidir. (S. KUTUB, 2/56, 57)

‘Kitap verilenler ise ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler.’ Yahûdi ve Hıristiyanlar, ayrı ayrı kendi aralarında ve (her kısım) biribirleri arasında ancak hiçbir şüphesi bulunmayan, hiçbir kapalılığı olmayan apaçık bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık; başkanlık tutkusu  ve bâzı kimselerin kendilerine tâbi olmasını sağlama istekleri  yüzünden ihtilâfa düştüler. Yâni onların anlaşmazlıklarının tek sebebi, bu gibi konular dolayısıyla zulme sapmaları olmuştur. (S. HAVVÂ, 2/275)   

(20).‘Seninle tartışmaya girişirlerse: ‘Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allâh’a teslim ettim’ de.’ Yahûdi ve Hıristiyan olup, ‘Kendilerine kitap verilenlere ve’ hiçbir kitabı olmayan ‘Kitapsız ümmîlere: ‘Siz de İslâm oldunuz mu?’ de.’ Bu, emir amacı ile sorulmuş bir sorudur. ‘İslâm olunuz, çünkü sizlere İslâm olmanızı gerektirecek şekilde apaçık deliller gelmiş bulunuyor’ demektir. ‘Eğer İslâm olurlarsa hidâyet bulmuşlardır.’ Yahûdi ve Hıristiyan olup’ “şâyet yüz çevirirlerse” İslâm’a girmeyip reddedecek olurlarsa “sana yalnız tebliğ etmek düşer” sana düşen sâdece risâletini onlara bildirmek, hidâyet yolunu gösterip ona dikkati çekmektir. (S. HAVVÂ, 2/276)

‘..sana yalnızca tebliğ etmek düşer..’ İslâm’da din özgürlüğü esastır. Kimse İslâm’ı kabule zorlanamaz. Sâdece usulüne uygun olarak tebliğ yapılır. (İ. KARAGÖZ 1/487)

Hadis: ‘Benim peygamberliğimi, Yahûdi olsun Hıristiyan olsun işitip te îman etmeksizin ölürse, mutlaka cehennemliklerden olacaklardır.’ (Müslim’den, S. HAVVÂ, 2/276)

3/21-25  ÇABALARI  BOŞA  GİDENLER

21, 22. Allâh’ın âyetlerini tanımayanlar, haksızlık yaparak peygamberleri öldürenler ve adâleti emreden insanların canlarına kıyanlar var ya, sen onlara çok acıklı bir azâbı haber ver.  22. İşte onlar, dünyâ ve âhirette amelleri boşa giden kimselerdir. Onların (azaplarınaengelolacak) hiçbir yardımcıları yoktur.

23, 24. (Rasûlüm!) Baksana o kendilerine Tevrat’tan bir pay verilmiş (yahûdi)lerin hâline! (Onlar,) aralarında hüküm vermek için, Allâh’ın Kitâbı’na çağrılıyorlar da, sonra onlardan bir grup, (oKitab’a) sırt çeviriyor. Zâten onlar, (ilâhîhükümlerden) yüz çevirenlerdir. Bunun sebebi, onların: “Ateş bize, sayılı gün dışında aslâ dokunmayacak.” demeleridir. Hâlbuki uydurdukları bu şeyler, dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştı.

25. Onları (gelmesinde) hiçbir şüphe bulunmayan bir gün (olankıyâmet)te bir araya topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese (dünyâda) kazandığının karşılığı tastamam ödendiği zaman, artık (Kur’ân’dan yüzçevirenlerinhalleri) nasıl olacak (birdüşünseler)?

21-25. (21).‘..Haksız yere peygamberleri öldürenlere… elem verici bir azâbı müjdele.’ O Yahûdiler, Zekeriyâ ve oğlu Yahyâ’yı ve başka peygamberleri haksız yere öldürdüler. (M. A. SÂBÛNİ, 1/174)

İnsanlar arasında adâletle emreden kimseleri öldürmek, kibrin etkilerinden birisidir. Çünkü Rasûlullah kibri hakka karşılık azgınlık ve insanları küçük görmek olarak tanımlamıştır. Hâlbuki “kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse cennete girmeyecektir.” (S. HAVVÂ, 2/277) 

(23).‘Kendilerine Tevrat’tan bir pay verilmiş olanları görmedin mi ki, aralarında hüküm vermek üzere Allâh’ın kitabı(Tevrat)na çağırılıyorlar da sonra onlardan bir zümre arkasını çevirerek gidiyor.’ Onların bu şekilde arkalarını çevirerek gitmeleri gerçekten hayret verici, şaşırtıcı bir durumdur. Zîrâ Allâh’ın kitabına başvurmak farzdır, vazgeçilmezbirşeydir. Fakat onların bu tür durumlarda yüz çevirmeleri, âdetleri ve alışkanlıklarıdır. (S. HAVVÂ, 2/278)

“Bu onların “sayılı günlerden başka bize aslâ ateş dokunmayacak” demeleri yüzündendir.” Bu şekilde Allâh’ın hükmünden yüz çevirmelerinin sebebi onların âhirette göreceği cezâyı kendilerine kolay göstermeleri, kırk veya yetmiş gün gibi kısa süre sonra ateşten çıkacaklarına inanmalarıdır. (S. HAVVÂ, 2/279)

Zinâ eden iki yahûdi hakkında Peygamber Efendimiz’in hakemliğine başvuruldu. O da Tevrat’a göre taşlanmalarını emredince kıyâmeti kopardılar. “Tevrat’ta böyle bir emir yok” diyerek inkâra kalkıştılar. Peygamberimiz Tevrat’ı getirtip o hükmü okutunca dağılıp gittiler. [Krş. 2/80] (H. T. FEYİZLİ, 1/52)

(25).‘Hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese hak ettiği (tastamam) verildiğinde hâlleri nice olacak.’ Sorumluluk sâhibi herkes, dünyâda yaptıkları bir gün mutlaka önüne çıkacak; ilâhi adâlet gereği hesâbını vermek zorunda kalacaktır. Bir kul hakkında bağışlanma ve cennete konma olsa bile, bu aşamadan önce hesap gününün ayrı bir yaptırımı olacaktır. (KUR’ÂN YOLU, 1/531)

3/26-27  MÜLKÜN  SÂHİBİ

26, 27. (Rasûlüm!) De ki: “Ey mülkün sâhibi Allâh’ım; Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü çekip alırsın; dilediğini yükseltir, dilediğini de alçaltırsın; (hertürlü) hayır yalnız senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye kâdirsin.”  27. “Gece (saatlerin)den gündüze katar (gündüzleriuzatır)sın. Gündüz (saatlerin)den de geceye katar, (geceleriuzatır)sın, ölüden diri çıkarır diriden de ölü çıkarırsın, dilediğini de hesapsız rızıklandırırsın.”

26-27. (26).‘De ki: ‘Ey mülkün sâhibi olan Allâh’ım, sen mülkü dilediğine verirsin.’ Dilediğin kimseye pay ettiğin mülkü verirsin, ‘ve dilediğinden de alırsın.’ O kişiye mülk ve mevki vererek ‘dilediğini yüceltirsin.’ Mülkü ve mevkiyi ondan alarak da ‘dilediğini alçaltırsın.’ Hayır yalnız senin elindedir.’ Sen onu dilediğine verirsin ve dilediğinden de alırsın. (S. HAVVÂ, 2/280)

Mülk kelimesi, ‘peygamberlik, kudret, idâre etme kuvveti, zafer, hâkimiyet, ilim, servet, itibar, akıl ve sıhhat gibi maddi ve mânevi imkânlar’ anlamlarını içerir. Buna göre ‘mâlikü’l mülk’ olan Allah Teâlâ, sayılan bu imkânların hepsinin mutlak olarak sâhibidir. O, bu nimetlerden istediği kullarına dilediğini vermekte sonsuz bir kudret ve irâdeye mâliktir. (Ö. ÇELİK, 1/395)

Mülkten maksat ister peygamberlik, ister dünyâ hâkimiyeti, isterse yukarıda anılan diğer anlamlardan biri olsun, fark etmez, Cenâb-ı Hak bunları dilediğine lütfeder, dilediğinden de çekip geri alır. Nitekim Peygamberler asırlar boyu İsrâiloğulları neslinden devam etmiştir. Bu sebeple onlar, Tevrat’ta gelmesi müjdelenen son peygamberin de yine kendilerinden olmasını bekliyorlardı. Bunu doğal bir hak olarak görüyorlardı. Fakat Allâhü Teâlâ, işledikleri günahları ve nankörlükleri sebebiyle bu nîmeti ellerinden aldı ve Arapların seçkin kolu Kureyş’ten Hz. Muhammed’e ihsan etti. Efendimiz Medîne’de İslâm devletini kurdu ve kısa zamanda Arap yarımadasına hâkim oldu. Fazla zaman geçmeden de Bizans ve İran imparatorlukları fethedildi, İslâm Devleti’nin sınırları İstanbul’a, Kafkaslar’a ve İspanya’ya kadar genişledi. (Ö. ÇELİK, 1/396)

(27).‘Geceyi gündüze katarsın, gündüzü geceye katarsın.’ Yâni bunu kısaltırken, öbürünü uzatırsın. (..) Bu sefer biri uzarken, öbürü kısalır. Daha sonra tekrar birbirlerine yaklaşırlar. İşte bu durum yılın bahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimlerinde böylece devam edip gider. (S. HAVVÂ, 2/280)

‘Ölüden diri, diriden de ölü çıkarırsın.’ (Âl-i İmran 3/27) ifâdesi, maddi hayatla ilgili olabileceği gibi, mânevi hayatla ilgili de olabilir. Kur’ân-ı Kerîm’in ‘öldürme ve diriltme’ kelimelerini kullandığı anlamları dikkate aldığımızda her ikisi de mümkündür. Allah Teâlâ dâneden başağı, başaktan dâneyi; çekirdekten ağacı, ağaçtan çekirdeği; meniden canlı organizmayı, canlı organizmadan meniyi; yumurtadan kuşu, kuştan yumurtayı çıkarır. Yüce Rabbimiz kötüden iyiyi, iyiden kötüyü; kâfirden mümini, müminden kâfiri; âlimden câhili, câhilden âlimi çıkarır. Cenâb-ı Hakk’ın günah ve bozgunculukta çok ileri gitmiş toplumların içinden peygamberler çıkarmış olması buna güzel bir örnekdir. (Ö. ÇELİK, 1/397)

‘Dilediğin kimseye de hesapsız rızık verirsin.’ Dilediğin kişiye, – senin tarafından her şeyiyle bilinmekle birlikte – sayamayacağı  hattâ hesâbını ve tutarını bilemeyeceği kadar çokça mal verirsin. (S. HAVVÂ, 2/281) 

Bu âyetler grubunun (19-27 âyetler arası)  indiği dönemde (hicri 3.yıl)  müminler fakirlik, açlık ve zorluklar çekerken, kâfirler ve âsîler bolluk içinde yaşamaktadırlar.  Zihinlerde oluşabilecek mukadder soruya bu âyetler cevap vermektedir: Tüm otorite, güç, zenginlik ve servetin sâhibi Allah’tır. Bunları dilediğine verir. Zenginlik, bir şeref ve dostluk kriteri değildir. (MEVDÛDİ, 1/217)

3/28-30  KÂFİRLERİ  DOST  EDİNMEYİN

28. Mü’minler, mü’minleri bırakıp küfre sapanları / İslâm karşıtlarını velî, (hâkim, kumandan, hükümdarvesırdaş) edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık Allah’tan ona (yardımolarakbekleyeceği) hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan (gelebilecekbirtehlikeden) korkup da sakınmanız (içinzorâkidostçadavranmanızvemüslümanlarınaleyhineolmayacakkonulardaantlaşmalaryapmanız) hâriçtir. Allah sizi, asıl kendisine karşı (gelmektenveisyandan) sakındırır, dönüş ancak Allâh’adır. [krş. 4/139-144; 58/22]

29. (Ey Peygamberim!) De ki: (Ey insanlar!) “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da, Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kâdirdir.” [krş. 3/100]

30. Her insan kıyâmet günü, (dünyâda) yaptığı her hayrı hazır bulacak, işlediği her türlü kötülüğü de… (Amainsan) işlediği (kötülük) ile kendi arasında uzak bir mesâfe bulunmasını isteyecek. Allah, sizi (azâbınıhaketmeyesinizdiye) kendisine (karşıgelmekten) sakındırıyor; Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

28-30. (28).‘Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin’  Bu âyet, müminlerin akrabâlık, arkadaşlık, menfaat, ümit ya da korku sebebiyle (kâfirlere) bağlılık ve sevgi beslemelerini yasaklamaktadır. ‘Müminleri bırakıp’ buyruğu, müminleri dost edinmenin yeterli olduğu, kâfirleri müminlere tercih etmemeleri gerektiğini ifâde etmektedir. ‘Kim böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz.’ Kim kâfirleri dost edinirse, hiçbir şekilde onun Allah ile dostluğu kalmaz. Hem dostunu sevecek ve ona bağlanacaksın, hem de o dostunun düşmanına sevgi besleyeceksin; bunlar birbirlerine aykırı şeylerdir. (S. HAVVÂ, 2/281)

‘Müslüman olmayanları dost edinmemek, onlarla tamamen insânî ve sosyal ilişkileri kesmek, alış – verişi, ticâreti, komşuluğu, bilim – teknik sanat, üretim ve faydalı şeylerde  onlardan yararlanmayı, onlarla işbirliği yapmayı, yardımlaşmayı, onlara iyilik yapmayı ve adâletli davranmayı terk etmek değildir. (60/8). Haklara riâyet etmek, ahde vefâ göstermek, güzel muâmelede bulunmak, adâlet, ihsan, merhamet gibi güzel davranışlar müminin şiârı, îmanlarının gereğidir. Mümin, kâfir de olsaher insanın hakkına riâyet eder, hiç kimseye zulmetmez, herkesin hayrını ve yararını ister. Bütün insanları îmâna, sâlih amellere ve güzel ahlâka dâvet eder. (İ. KARAGÖZ 1/495)

Esâsen İslâm’ın evrensel bir din olması ve müslümanların İslâm’ı tebliğ yükümlülüklerinin bulunması, onların diğer toplumlarla iyi ilişkiler kurmalarını gerekli kılmaktadır. Çünkü tebliğ ve dîne dâvet ancak iyi ilişkilerin hâkim olduğu bir ortamda ve barışçı yollarla mümkündür. (Nahl 16/125; Ankebût 29/46). Nitekim: ‘Allah sizi, din hakkında sizinle  savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan  menetmez. Çünkü Allah adâleti yerine getirenleri sever.’ (Mümtehine 60/8). ‘Allah ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardımda bulunanları dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.’ (Mümtehine 60/9). Âyetleri görüldüğü gibi müslüman toplumların, gayr-i müslüm toplumlara karşı izleyeceği dış siyâsetin ana çerçevesini oluşturmaktadır. Ama bu siyâset, hangi sebeple olursa olsun müslümanların kendi değerlerinden tâviz vererek’ gerçekleştirecekleri bir anlayışla yapılmamalıdır. Yâni âyette de belirtildiği gibi söz konusu ilişkinin ‘velâ:dostluk’ olmadığı açıktır. Kur’ân’ın diğer âyetlerine da bakıldığında görülür ki, burada yasaklanan dostluk ‘sevgi besleme’, ‘güven duyma’, ve ‘bel bağlama’ gibi sâdece inanç birliği ve yakınlığı sebebiyle ortaya konabilecek hususları ifâde etmektedir. O hâlde sözünü ettiğimiz âyete göre gayr-i müslimlerle her türlü ilişki kurulabilir. Ancak bu ilişkiyi, söz konusu unsurlara gizli bilgiler verecek boyuta taşımak doğru değildir. Çünkü ilişkilerin bozulması durumunda gayr-i müslim unsurların onları müslümanların aleyhine kullanmaları her zaman mümkündür. (M. DEMİRCİ, 1/199)    

‘Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı takıyye yapmanız bunun dışındadır.’ Takıyye,  malını, canını veya ırzını düşmanın kötülüklerinden/şerrinden korumak için, ondan sakınmak demektir. Gerek böyle bir korunma, gerek İslâm’a hizmet için, harama düşmeyecek şekilde kendini gizlemesi câiz görülmüştür. (H. DÖNDÜREN, 1/109)

Kişinin korku içinde bulunduğu yer ve zamanlarda ‘takıyye’ ile buna izin verilmiştir. Yalnız bu, dil ile gerçekleşen bir takıyyedir. Kalp ile beslenen bir dostluk, ya da fiili olarak gerçekleşen bir dostluk değildir. İbn-i Abbas (r) diyor ki: ‘Takıyye eylem ile olmaz. Takıyye ancak dil ile olur.’ Mümin ile kâfir arasında  bir sevginin meydana gelmesi izin verilen takıyye kapsamına girmediği gibi, müminin takıyye adı altında pratik olarak herhangi bir şekilde kâfire yardım etmesi  de izin verilen takıyye kapsamına girmez. Allâh’a karşı bu tür düzenbazlıklara başvurmak doğru değildir! Kâfir, Kur’ân ifâdesinin burada kapalı olarak geçtiği fakat başka bir sûrede açık olarak gösterdiği gibi, hayâtın her alanında Allâh’ın kitabının egemen olmasına taraftar olmayan kişidir. (S. KUTUB, 2/66, 67)

(…) Takıyye ile yakın anlam ilişkisi bulunan bir kavram da ‘müdârâ: durumu idare etmek’ dir. Müdârâ, bir insanın aynı ortamı paylaştığı diğer insanlarla iyi geçinmeye çalışarak, bir gerçeğin üzerini kapatmadan ya da iki yüzlü hareket etmeden durumu idâre etmesi demektir. Denildiğine höre Hz. Peygamber kendilerinden kötülük gelme ihtimâli bulunan  kişilerle  karşılaştığında onları idâre etmiş, bu münâsebetle âile içi barışın sağlanması vb. durumlarda bu yönteme baş vurulmasını uygun görmüştür. (Bu hadisler için bkz. Buhâri, Nikâh 79; Hudud 31; Tirmizi Birr 59; Dârimi Nikâh 35; M. DEMİRCİ, 1/201)

Hadis: Buhâri, Ebu’d Derdâ’nın şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizler, bâzı kimselere güler yüz göstermekle birlikte, kalplerimizden onlara lânet okumaktayız.  (S. HAVVÂ, 2/281)

Bâzı âlimler, bu âyeti, kâfirlerin (devlet işlerinde)  eleman olarak kullanılamayacağını, divan ve benzer devlet işlerinde kullanılamayacağına delil göstermişlerdir. Onlara selâm vermek, ululamak (ayağa kalkmak) ve meclislerde saygı göstermeyi onları dost edinme kapsamına almışlardır. (S. HAVVÂ, 2/291)

(29).‘De ki: İçinizde olanı’ Yâni, kâfirlere dostluk beslemek ve buna benzer Allâh’ın râzı olmadığı  şeyleri ‘gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir.’ Bu durum Allâh’a gizli kalmaz. Bu ifâde son derece açık bir tedittir. (S. HAVVÂ, 2/283)

(30).‘Herkesin yaptığı iyiliği de, işlediği kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı gün…’ Bütün gerçeklerin ortaya çıkacağı günde kişinin yaptığı kötülükleri nedeniyle pişmanlık duyacağı belirtilmiştir. Başka âyetlerde,  dünyâ hayâtında kulların yaptığı tüm işlerin melekler tarafından kayda alındığı, kıyâmet gününde bu amellerin açılmış kitapta gösterileceği bildirilmiştir.  (KUR’ÂN YOLU, 1/541)

Kâfir, münafık ve müşrikler amel defterlerindedünyâda bütün yaptıklarını görünce şaşıracak ‘Bu nasıl bir kitaptır ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!’ diyecek (18/49). ‘Keşke kitabım bana verilmeseydi’ (69/25) diyecek ve bu amel defteri ile kendi arasında uzak bir mesâfe olmasını temenni edecektir. Ancak bunun bir faydası olmayacaktır. (İ. KARAGÖZ 1/499)

3/31-32  PEYGAMBER’E  TÂBİ OLMAK

31. (EyRasûlüm!) De ki: “Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”

32. (Ey Peygamberim!) de ki: “Allâh’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kâfirolurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.

31-32. (31).‘De ki Allâh’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin.’ Kulun Allâh’ı sevmesi, ona itaati her şeye tercih etmesidir. Allah, bu âyet-i kerîmede söz, fiil ve hallerinde Rasûlüne tâbi olmayı, kendisine olan sevginin alâmeti kılmıştır. (..) Âyet-i kerîmede Allâh’ı tanımak ve bilmekten değil, O’nu sevmekten söz edilmektedir. Çünkü samimi sevgide, münâfıklık olmayıp yakın ilgi, alâka ve bağlılık vardır. Bundan dolayı bir şeye ne kadar ilgi ve alâka gösteriliyorsa, ona olan sevgi de o ölçüde demektir. Allâh’ı sevmenin ölçüsü de O’nun emirlerini içtenlikle sevmek, yakın ilgiyle onları yerine getirmek, Rasûlü’ne/onun sünnetine uymak ve onun prensiplerini örnek almaktır. İşte buna karşılık da yüce Allah, bizi seveceğini ve mağfiret edeceğini vaadetmektedir.) [bk. 3/164; 4/80; 7/158; 24/63; 33/21. Ayrıca Hz. Peygamber’in emrine aykırı davrananlar için bk. 4/14; 24/63; 33/36] (H. T. FEYİZLİ, 1/53)

(32).‘De ki, Allâh’a ve Peygamber’e itaat edin.’  Bu emir, Kur’ân’daki buyruklara itaat sûretiyle Allâh’a itaat etmeye, Rasûlüne tâbi olmak sûretiyle ona itaatte bulunmaya dâir umumi / genel bir emirdir. Buna muhâlefet edip yüz çeviren, reddedip kulak asmayan kâfirdir. (S. HAVVÂ, 2/284, 285)

De ki, (kitabına bağlı kalarak) Allâh’a itaat edin.’ Hayatta iken ona itaat, vefâtından sonra sünnetine itaat, söz, fiil ve hallerde ona uyarak da ‘Peygambere itaat edin, şâyet yüz çevirirlerse (itaati kabul etmeyecek olurlarsa)  şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez’  O’na itaati kabul etmeyen kimse kâfirdir.  Ve Allah da o kimseyi sevmez. (S. HAVVÂ, 2/285)  

Allah ve Peygamberden yüz çevirme iki şekilde anlaşılabilir: (a) Îman etmemek: Bu anlamda yüz çevirmek küfürdür. ‘Allah kâfirleri sevmez’ cümlesi, buna işâret etmektedir. (..) Eğer itaatsizlik dînî hükümleri beğenmemek, benimsememek, küçümsemek, gereksiz ve çağdışı bulma sebebiyle olursa bu, küfürdür. (O kişinin kâfir olmasına sebep olur.) (b) Îman ettiği hâlde Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına riâyet etmemek. Bu itaatsizlik tembellik, nefse ve şeytana uyma sebebiyle ise, kişi isyankâr, fâsık ve zâlim olur, günahına tevbe etmesi gerekir. (İ. KARAGÖZ 1/502) 

Bu âyet-i kerîme, (31. âyet) Necran Hıristiyanları hakkında inmiştir. Şöyle ki, onlar: Yüce Allâh’ı sevdiğimiz ve O’na ululama olsun diye Mesihi yüceltiyor ve ibâdet ediyoruz, demişlerdi. Bu âyet-i kerîmeyi onların bu iddiâlarını reddetmek üzere indirdi. (S. HAVVÂ, 2/307)

3/33-37  HAZRET-İ  MERYEM

33, 34. Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim âilesini ve ‘İmran âilesini’ birbirinin soyu(ndangelenbirnesil) olarak âlemler üzerine seçkin kıldı (soylarındanpeygamberlergetirdi). Allah (herşeyi) işitendir, bilendir.

35. Hani İmran’ın karısı (Meryem’inannesiHanne) demişti ki: “Rabbim! Karnımdakini (BeytiMakdis’ehizmetetmeküzere) hür bir kul olarak sana adadım, benden kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten, tamâmıyla bilen ancak sensin, sen.”

36. (Hanne) onu doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu bildiği hâlde şöyle dedi: “Rabbim! Ben onu kız doğurdum; (BeytiMakdis’ehizmetbakımından) erkek, kız gibi değildir. Bununla berâber, ben ona Meryem adını koydum. İşte ben, onu ve neslini taşlanıp kovulan şeytana karşı (koruyasındiye) sana sığınırım.”

37. Bunun üzerine Rabbi de onu(nböyleadanmışolmasını) güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve (eniştesi) Zekeriyâ’yı da ona bakmakla sorumlu kıldı. Zekeriyâ, ne zaman (mâbetteMeryem’inbulunduğu) mihraba / odaya girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. “Ey Meryem! Bu sana nereden (geliyor)?” dedi. O da: “Bu Allah katındandır.” dedi. Şüphe yok ki Allah, dilediği kimseye hesapsız rızık verendir.

33-37. (33).‘Muhakkak Allah’ insanların atası ‘Âdem’i’, rasullerin pîri ‘Nûh’u, İbrâhim âilesini’, İsmâil, İshak ve her ikisinin soyundan gelen sâlih kimseleri ‘İmran âilesini’, Yahyâ’nın annesini, Îsâ’nın annesini,  Yahyâ, ÎsâveZekeriyâhazretlerini ‘birbiri soyundan olarak âlemlere üstün kıldı.‘  İmran âilesinin seçilip, üstün kılınmasının sebepleri şunlardır: Hayra, ibâdete, Allâh’a hizmete tutkun olmaları, şeytan şerrinden Allâh’a sığınmalarıdır. (S. HAVVÂ, 2/320, 321)

(35).‘Hani’ Meryem’in annesi, Îsâ’nın ve Yahyâ’nın da anneannesi olan ‘İmran’ın karısı: Rabbim, karnımdakini hür olarak sana adadım’  Burada ‘hür olarak’  sözünden maksat, sâdece ibâdet için adanmış ve ibâdet maksadıyla herşeyden elini çekmiş demektir.  İmran’ın karısı: ‘Karnımda bulunan çocuğu sâdece senin ibâdetin ve senin beytinin (Beytü’l Makdis)hizmetiiçinadadım, demektedir. (S. HAVVÂ, 2/320, 321)

‘İmran’ın karısı demişti ki: Rabbim! Karnımdakini hür bir kul olarak sana adadım.’ Burada zikredilen ‘hür olarak’ sözünden maksat; sâdece ibâdet için adanmış ve ibâdet maksadıyla her şeyden elini çekmiş, demektir. (..) Ben onun üzerinde hiçbir kimsenin tasarruf yetkisi olmamasını, özel bir maksat ile kullanılıp istihdam edilmemesini adamış bulunuyorum. (S. HAVVÂ, 2/320)

İmran’ın karısı her çeşit bağ, her çeşit ortak koşma ve yüce Allah dışında hak sâhibi olabilecek herkesten bağımsız bir samimiyet ve özgürce davranışla ifâde edişi gerçekten anlamlıdır. Gerçek bağımsızlık  ancak, bütünü ile Allâh’a teslim olmak ve her kişi, varlık ve değere kulluk etmekten kurtulmakla elde edilebilir. Bu durumda insan, tek Allâh’a kulluk eder. Gerçek özgürlük budur işte…  Bundanötesiözgürlükgibigörünsedeköleliktenbaşkabiranlamifâdeetmez. Burada, Tevhid özgürlüğünün en ideal biçimi ortaya çıkmaktadır. İnsan kendi içinde, yaşama biçiminde, bu hayatta egemen bulunan konular, değeryargıları, kânunlarve yasalarda Allah’tan başka birine herhangi bir şekilde boyun eğdiği sürece aslâ özgür olamaz. İnsanınhayatında, Allah’tan başkalarından alınma yasalar, değer sistemleri ve ölçüler yok edilmedikçe insan özgür olamaz. İslâm, Tevhid esâsıyla  insanın dünyâsına özgürlüğün de biricik şeklini getirmiş oluyordu. İmran’ın karısı, Rabbine adağını (..) kabul buyurması için tüm içtenliği ile ifâde edilen  bu duâsı, tertemiz olarak Allâh’a teslim oluşun, bütünü ile O’na yönelişin, O’nun onayını ve rızâsını elde etmek dışında her çeşit bağdan özgür oluşun  ve kurtuluşun ifâdesidir. (S. KUTUB, 2/74)

‘Muharrer’ kelimesi, esâsen iyice âzadlanmış, hâlis, hür bırakılmış demektir ki, ibâdette ihlâs sâhibi (samimi) veya mâbed hizmetçisi veya dünyâdan âzâde, anlamlarıyla açıklanmıştır. (ELMALILI, 2/357)   

İmran’ın hanımı/Meryem’in annesi olan kadının adı Kur’ân’da geçmez. Onun adı, İslâmi kaynaklarda Hanne,  Hıristiyan kaynaklarda Anna diye geçer. (KUR’ÂN YOLU, 1/547)

(36).‘Erkek, kız gibi değildir.’  Meryem’in annesi, özür beyan etme anlamında bu sözü söylemiştir. İbâdetteki güç ve gayretinde, Mescid-i Aksâ hizmetinde erkek, kız gibi değildir. (..) Erkek kız gibi değildir buyruğunda, büyük bir kural dile getirilmektedir. Dişi, hiçbir zaman bedeni ve rûhi yapı itibariyle erkek gibi değildir. Bu bakımdan erkek ve dişinin yaşamsal görevleri birbirinden farklıdır. (S. HAVVÂ, 2/321)

Hadis: ‘Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, doğum sırasında şeytan ona dokunmuş olmasın, çocuk doğar doğmaz şeytanın bu dokunuşundan dolayı imdat isteyerek ağlar. Ancak Meryem ve oğlu Îsâ bunun dışındadır.’ (Buhâri Tefsir Sûre 3 bab 2’den  H.DÖNDÜREN, 1/110)

‘Zekeriyyâ onun yanına mihrâba her girişinde onun yanında bir yiyecek bulurdu.’ Mihrab: Kelimenin Kur’ân-ı Kerim’deki kullanımları ve konuya ilişkin târihi bilgiler göz önüne alındığında âyette geçen mihrab kelimesi ile Beytülmakdis ve yüksekçe yapılmış özel bir odanın kastedildiği anlaşılmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/550)

‘Yanında yiyecek bul(ur)du.’ Kışın yaz meyvesini, yazın da kış meyvesini görürdü. İbn-i Kesir, bu buyrukta “velîlerin kerâmetlerine delâlet vardır. (S. HAVVÂ, 2/323)

Hz. Zekeriyâ’nın, Meryem’in yanında o mevsimde yetişmeyen meyveler görmesi, Hz. Meryem açısından kerâmet olarak yorumlanmış ve bu âyet, kerâmetin hak olduğuna dâir delil sayılmıştır. (KUR’ÂN YOLU, 1/550, 551)

3/38-41  HAYIRLI  NESİL  İSTEMEK

38. Orada (yiyeceklerigörünce) Zekeriyâ, Rabbine (şöyle) duâ etti: “Yâ Rabbi! Bana kendi katından çok temiz bir nesil (çocuk) bağışla. Muhakkak ki sen duâyı hakkıyla işitensin.”

39. Zekeriyâ, mihrab (denenmâbedodasın)da durup namaz kılarken, melekler ona şöyle seslendi: “Muhakkak ki Allah seni, kendisinden (olan) bir kelimeyi (Îsâ’yı) doğrulayan; (kavmine) efendi, nefsine hâkim ve iyilerden bir peygamber olacak olan Yahyâ ile müjdeliyor.”

40. (Zekeriyâ) dedi ki: “Ey Rabbim; Bana ihtiyarlık gelip çattığı ve karım da kısır olduğu hâlde benim nasıl bir oğlum olur?” (Allah) buyurdu ki: “Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar.”

41. (Zekeriyâ🙂 “Ey Rabbim. O hâlde bana (bunaâit) bir alâmet ver.” dedi. (Allah) buyurdu ki: “Senin alâmetin üç gün insanlara işâretten başka söz söylememendir. Bununla berâber Rabbini çok an ve akşam sabah (O’nu) tesbih et.”

38-41. (39).‘O mihrabda namaz kılarken melekler ona seslendiler: “ Allah sana kendisinden (1) bir kelimeyi tasdik edici, (2) bir efendi, (3) nefsine hâkim ve (4) sâlihlerden olarak Yahyâ’yı müjdeler.’ Bu buyrukta, dileklerin namazlar esnâsında sunulabileceğine, namazlardaki dileklerin ve duâların kabul edileceğine ihtiyaçların karşılanacağına delil bulunmaktadır. (..) (1) ‘Tasdik edilen kelime’den kastın burada Hz. Îsâ olması ihtimâli vardır. Çünkü Hz. Îsâ’nın yaratılması, babasız olarak ‘ol’ emriyle gerçekleşmiştir. ‘Allâh’ın kelimesi’nin Allâh’ın kitabı da olması muhtemeldir. Burada nas / âyet metni ya Hz. Yahyâ’nın Hz. Îsâ’ya îman edeceğini ya da onun Rabbinin Kitabına ve sözlerine îman eden bir kimse olacağını ifâde etmektedir. Onun hakkında söz konusu edilen (2) ‘efendilik’ şerefteki üstünlüktür. İslâm’da bu şeref ve üstünlüğün sebebi ise hilm, ibâdet, ilim, takvâ, güzel ahlâk ve dîne bağlılıktır. (S. HAVVÂ, 2/324)  (3) Nefsine hâkim olması: Kudreti olduğu halde nefsini bütün şehvetlerden, arzulardan hapseden, koruyan, fazlasıyla ve lâyıkıyla yapan, demektir. (4) ‘sâlihlerden bir peygamber’ olması: Salâh, hayrın her türlüsünü içine alan bir sıfattır. Hz. Yahyâ, peygamberlerin soyundan gelmiş, sâlihler içinde yetişmiş ve vakti geldiğinde de ilâhi vahye mazhariyetle peygamberlik rütbesine ermiştir. (Ö. ÇELİK, 1/408)

Meryem sûresinin 12 – 14. Âyetlerinde Hz. Yahyâ’ya henüz küçükken hikmet verildiği ve kendisinden Tevrat’a vargücüyle sarılmasının istendiği, Allâh’ın lütfu ile yumuşak alpli, temiz bir insan olduğu, takvâ sâhibi ve anne ve babasına iyi davranan bir kişi olduğu, isyankâr ve zorba olmadığı bildirilmektedir. Enbiyâ sûresinin 90. Âyetinde, anne ve babasıyla birlikte hayır işlerinde koşuşan, hem ümit hem de korku içinde Allâh’a derin saygı besleyen insanlar olarak anılmaktadır. En’am sûresinin 85. Âyetinde de diğer bâzı peygamberlerle birlikte adına yer verilerek Allâh’ın hidâyet verdiklerinden ve sâlih kişilerden olduğubelirtilmektedir. (İ. KARAGÖZ 1/509)

Hz. Zekeriyâ ‘Rabbim bana katından temiz bir nesil bağışla.’ (3/38). ‘Katından bana ve Yâkup oğullarına vâris olacak, ilimde ve toplumu yönetmedeyerime geçecek, bana bir halef ver.’ (19/5-6) diye duâ etmiş, Bunun üzerine yüce Allah, vahiy ile bir çocuğu olacağını müjdelemiş, çocuğun isminin Yahyâ olacağını ve bu ismin daha önce hiç kimseye verilmediğini, bildirmiştir. (19/5-7). Buna şaşıran Zekeriyâ Ey Rabbim; karım kısır, ben de çok yaşlıyım, benim nasıl çocuğum olabilir?’ diye şaşırmıştır. (19/8-10). Bunun üzerine kendisine, Allâh’ın dilediğini yapabileceği cevâbı verilmiştir. Gerçekten yegâne yaratıcı  ve her şeye gücü yetenolan Allah, dilediğini yapar. /İ. KARAGÖZ 1/510)  

3/42-44  MERYEM’İN  İBÂDET  VE  KULLUĞU

42. Vaktiyle melekler (Meryem’e): “Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti, seni (baştanberi) tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarından seçkin kıldı.” demişti.

43. (Melekler) “Ey Meryem! Rabbine (ibâdetiçin) dîvan dur, secde et, (O’nunhuzûrunda) rükû edenlerle berâber rükû et.” (demişti.)

44. (EyPeygamberim!) Bunlar (Hanne, Zekeriyâ, Yahyâ, Meryemkıssaları) sana vahyettiğimiz gaybın (görmediğindevrin) haberlerindendir. Meryem’e, (küçükken) onlardan hangisi kefil ol(uphimâyesineal)acak diye kalemlerini (veyakur’aoklarını) atarlarken sen onların yanlarında değildin. Bu hususta çekiştikleri zaman da sen onların yanlarında değildin.

42-44. (42).‘Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı.’ Yüce Allâh’ın emri gereği melekler Meryem’e çokça ibâdeti zuhd ve şerefi dolayısı ile kendisini seçmiş olduğunu, çeşitli hâller, sözler ve vesvese gibi her türlü pislikten temizlenmiş olduğunu belirtmişlerdir. (S. HAVVÂ, 2/325)

Kâmil insan: Hadis: Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise Meryem bint-i İmran ile Firavun’un karısı Âsiye’den başka kemâle eren yoktur. (Buhâri) Çoğunluk İslâm bilginleri kadından peygamber gelmediğini ancak Meryem’in kerâmeti Kur’ân âyeti ile sâbit olduğundan bir evliyâ (Azîze) olduğunu söylemişlerdir. (Kurtubi’den) (H. DÖNDÜREN, 1/110)

Kerâmet: Sözlükte izzet, şeref, iyilik ve güzellik demektir. Terim olarak, Allâh’ın kimi kullarında açığa çıkan olağanüstü hâllere ‘kerâmet’ denir. Çoğunluk bilginler, Hz. Meryem’e meleklerin gelişini, ona hizmet edişini ve Yüce Allah’tan haber ulaştırmasını bir kerâmet olarak nitelendirmiştir. (bk. 3/37). Yine Ashâb-ı Kehf mağarada yıllarca kalmış, daha sonra yeniden canlanarak hayâta dönmüşlerdir. (bk. Kehf 18/9-12). Hz. Süleyman’ın isteği üzerine bir kulun, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmesi (Neml 27/38-40). Mağarada mahsur kalan üç kişinin geçmiş güzel amellerini ileri sürerek kurtulması (Buhâri), ve Hz. Ömer’in Cuma hutbesi sırasında Nihâvend’de savaş hâlindeki komutanı Sâriye’yi uyarması birer kerâmet hâli olarak nitelendirilmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/110)  

(43).“Secdeye kapan ve rükû edenlerle berâber rükûa var”  Hz. Meryem, böyle bir ilâhi seçeneğe, tertemiz, pampak idi. Çirkin hallerden, Yahûdilerin iftirâlarından uzak ve temiz idi. Hiçbir kadında görülmemiş  bir şekilde Hz. Îsâ’ya anne olması yönüyle, dünyâdaki kadınların hepsinden üstün oldu. Bu seçmenin eseri ve bu temizliğin iyilik alâmeti olmak üzere ibâdet ve tâat ile meşgul olur, Rabbinin dîvânına durur, kaşını gözünü kaldırmaz, duâlar eder, secdelere kapanır, namaz  kılar, âsîlerle değil, namaz kılan tâat ehli cemaat ile berâber olur, Beyt-i Makdis’te ibâdet ederdi. Böyle yapması için kalbinde meleklerin kendine ilham ettiklerini duyar ve bu emirlere uyardı. Yahûdilerin ve Hıristiyanların  bilinen ve görünen namazlarında rükû bulunmadığına göre ‘rukû edenlerle rükû et’ ifâdesinde rükûun mânâsı, namaz veya tâat  ve şükür veya İslâm’dakinden başka bir şekil  veya aynen öyle olması hakkında tefsirciler çeşitli açıklamalarda bulunmuş  ve aynı zamanda ‘rukû edenler’ ile berâberliğin anlamı da açıklanmıştır.  Her hâlde ayakta durma, secdeler ve rükûun, namazın erkânı  (içindeki farzları)nı  ve ‘râkiîn’ cemâati ifâde ettiği açık olduğundan, Meryem’in  namazında bir rükû bulunduğu meydandadır. (ELMALILI, 2/360)   

(44).“Meryem’in işlerine kim bakacak diye kalemlerini atıp kur’a çekerlerken sen onların yanlarında değildin” Hz. Zekeriyyâ’nın, Hz. Meryem’i bakımına alması ancak kur’a sonucu olmuştur. (S. HAVVÂ, 2/326) 

Kur’a çekmek: Bâzı ilim adamları bu âyetin kur’a çekmeye delil olduğunu belirtmişlerdir. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu, birbirine eşit olan kimseler arasında adâleti sağlamak, oluşabilecek olumsuz düşünceleri bertaraf etmek, birinin “ötekine üstünlüğünü önlemek için kur’a çekmenin sünnet olduğunu belirtmişlerdir. (…) Enfâl ve Zühre sûresinde ensar, muhâcirlerin kalacakları evlerin tespîti için kur’a çekmişlerdir. (S. HAVVÂ, 2/343)

Hadis: Rasûlullah herhangi bir yolculuğa çıkmak isteyince hanımları arasında kur’a çekerdi. Hangisinin adı çıkarsa onunla birlikde yolculuk yapardı. (S. HAVVÂ, 2/344)

3/45-51  HZ.  ÎSÂ’NIN DÜNYÂYA  GELMESİ

45. (Ey Peygamberim!) O vakit melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah, kendisinden (gelen) bir kelime ile (şimdiden) sana müjde veriyor ki adı, Meryemoğlu Îsâ Mesih’tir; dünyâdave âhirette itibarlı ve (Allâh’a) yakın olanlardandır.”

46. (Melekler, devamederekdediki🙂 “O, hem beşikte iken hem yetişkinliğinde (peygamberolarak) insanlara hitap edip konuşacak. Üstelik de (o), iyilerdendir.”

47. (Meryem) dedi ki: “Yâ Rabbi; Bana bir beşer eli değmemiş (ilişmemiş) iken nasıl bir çocuğum olur?” (Allahşöyle) buyurdu: “Öyle de olsa Allah, dilediğini yaratır. O, bir işin olmasını dilediği zaman ancak, ‘ol’ der, o da oluverir.” [bk. 19/16-23]

48-49. (Melekler, Îsâhakkındakisözlerinedevamederek: “Allah) ona (Îsâ’ya) kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.” O İsrâiloğulları’na (gönderilen) bir Elçi olarak şöyle diyecektir: “Hakikaten ben Rabbinizden size bir âyet (mûcize) ile geldim ki, size çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır ona üflerim. (Oda) Allâh’ın izniyle, hemen (canlanıp) bir kuş oluverir. Anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm, hattâ Allâh’ın izniyle ölüleri diriltirim, evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer (Allâh’a) îman edenlerdenseniz, elbette bunda sizin için (benimpeygamberliğimigösteren) kesin bir delil vardır.”

50. “(Yineben) önümde olan Tevrat’(ınaslın)ı doğrulayıcı olarak ve size haram edilenlerden bâzısını size (tekrar) helâl kılmak için (gönderildim). Size, Rabbinizden (peygamberliğimiispateden) bir âyet (mûcize) getirdim; artık Allah’tan korkun da bana itaat edin.”

51. “Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.”

45-51. (45).‘Ey Meryem! Allah seni kendinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ mesihtir.’  Hz. Meryem’e müjde vererek Allah’tan bir kelime ile dünyâya gelecek bir çocuğun müjdesini veriyor. Yâni ona “ol” diyecek o da hemen oluverecektir. ‘Adı  Meryem oğlu Îsâ Mesih’tir.’ Allah ondan Meryem oğlu diye söz etmesi, onun babasız olarak dünyâya geleceğini Hz. Meryem’e bildirmektedir.  O ancak annesine nisbet edilir ve bu durum onun için  hem bir şeref hem de bir müjdedir. (S. HAVVÂ, 2/328 )

Bilindiği gibi Yüce Allah, yaratmayı murad ettiği bütün varlıkları ve nesneleri ‘ol’ emriyle yaratmaktadır. (Yâsin 36/82) Ancak Allâh’ın insanlarla ilgili yaratma sünneti, herhangi bir kişinin bir ana ve bir babadan doğmak sûretiyle varlık âlemindeki yerini almak şeklindedir.  İşte bu, Hz. Îsâ’nın doğumunda farklı bir nitelik arzetmektedir. Yâni o, babasız olarak yaratılmıştır. Bir bakıma yüce Allah bu yaratmada genel anlamdaki sünnetinin dışına çıkarak kudretinin sonsuzluğunu göstermek istemiştir. Bu yüzden Allah Teâlâ bu kutlu doğumu ‘kelime’ olarak nitelendirmiştir. Yâni Îsâ Mesih’in yaratılışı başlıbaşına bir söz, insanlara ibret olacak bir kelime, nitelikli bir varlık,  bir âyet ve bir mûcizedir. (M. DEMİRCİ, 1/209)

Kur’an’da Hz. Îsâ:  Allah’tan bir kelimedir. Ve bir ruhtur. Rûhu’l Kudüs ile desteklenmiştir. Annesi ile birlikte Allah’tan bir âyettir, Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştir, annesine karşı hürmetkârdır, sâlihlerdendir, Allâh’a yakındır, Allah ona kitap vermiş, peygamber yapmış, mübârek kılmıştır, bir insandır, bir kuldur, beşikte iken konuşmuştur, Tevrat’ı tasdik etmiş, bâzı yasakları kaldırmıştır; kavmine, namazı, zekâtı emretmiştir, kendisinden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/572, 573)

Hz Îsâ babasız doğunca Hz. Meryem’in iffetinde şüpheye düşen topluma karşı Allâh’ın izniyle beşikte konuşmuş, Allâh’ın kulu ve peygamberi olduğunu kendisine kitap verildiğini ve Allah tarafından mübârek kılındığını söylemiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/110, 111)

(46).‘Beşiğinde de yetişkinlik hâlinde de insanlarla konuşacaktır.’ Bir mûcize ve bir âyet olmak üzere, küçüklüğünde Allâh’a şirk koşmaksızın yalnızca O’na ibâdete dâvet edeceği gibi yüce Allâh’ın ona vahiyde bulunacağı ve peygamberlere peygamberliğin verildiği  yetişkinlik çağında da (..) peygamberlerin sözleriyle konuşacaktır. ‘ve sâlihlerdendir.’ Sözüyle, ameliyle sâlih kimselerdendir. (S. HAVVÂ, 2/328)

Hz. Meryem, meleklerin kendisine bu müjdeyi Allah’tan getirdiklerini işitince Rabbine niyaz ederek: ‘dedi ki: Ey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?’ Hz. Meryem hayret ve şaşkınlık içinde şunları söylüyor: ‘Benim kocam olmadığı, evlenmek düşüncem de bulunmadığı hâlde  ve ahlâksız bir kadın da olmamakla birlikte nasıl benden bir çocuk doğabilir?’ ‘Melekler de ‘Allah dilediğini öylece yaratır ve bir şeyin olmasını dilerse ona ‘ol’ der, o da oluverir’ dedi(ler)’ Yâni bir şeyi yaratmak dilediği takdirde hiçbir şey geri kalmaz. Burada ‘ol’ lâfzı ile bunun dile getilmesi, O’nun var etmesi ile eşyânın hızlıca oluştuğunu haber vermektedir. (S. HAVVÂ, 2/328, 329)

(48).‘Allah ona kitabı,  hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmektedir.’      ‘Ona kitabı’ burada kitaptan kasıt, yazı yazmak yâhut Allâh’ın kitapları yâhut farzlar olma olasılığı vardır. Hikmeti yâni helâl ve haram ışığında her şeyi yerli yerine koymayı, Hz. Mûsâ’ya indirilmiş bulunan Tevrat’ı, Hz. İsa’ya indirilecek kitap İncil’i öğretecektir. (S. HAVVÂ, 2/329)

‘Onu İsrâiloğulları’na peygamber olarak gönderecek’ (..) ve onlara şöyle diyecektir: ‘Ben size Rabbinizden bir âyet getirdim’ Hârikulâde bir alâmet ve peygamberlik iddiâmda doğruluğuma delâlet edecek bir delil ile geldim, o da şudur: (1) ‘Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim de Allâh’ın izniyle hemen kuş olacak,’ (2) ‘Anadan doğma köle ve abraş’ı (alaca hastaları) iyi edeceğim.’ (3) ‘Allâh’ın izniyle ölüleri dirilteceğim,’ (4) ‘Yediklerinizi ve sakladıklarınızı  da size haber vereceğim.’

‘Yediklerinizi ve sakladıklarınızı size haber vereceğim.’ (Hz. Îsâ) İnsanlara evlerinde ne yiyip içtiklerini ve ne biriktirdiklerini haber vermiştir. Bu, gayb yâni gizli lan bir konuda haber vermektir. Gaybı sâdece Allah bilir. Bir insan kendiliğinden bilemez. Ancak Allah bildirirse bilebilir. Yüce Allah, (gaybı) Hz. Îsâ’ya bildirmiştir. (İ. KARAGÖZ 1/519)

(50).“Ben benden önceki Tevrat’ı tasdik edici olarak ve size haram kılınan bâzı şeyleri helâl kılmak için gönderildim” Bu buyrukta Hz. İsa’nın, Tevrat’ın şer’i hükümlerinin bir kısmını yürürlükten kaldırdığına delâlet vardır. (S. HAVVÂ, 2 /329)

Hz. Îsâ’nın bir görevi, kendinden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, bununla berâber İsrâiloğulları’na  daha önce haram kılınmış olan birkısım şeyleri tekrar helâl kılmaktır. Nitekim Nisâ 160, En’âm 146 ve Nahl 118 âyetlerde Yahûdilere, zulüm ve isyanları yüzünden bâzı şeylerin haram kılındığına temas edilmektedir. Dolayısıyla burada Hz. Îsâ’nın şeriatının, bu haramları kaldırmak sûretiyle, Hz. Mûsa’nın tebliğ ettiği birtakım hükümleri yürürlükten kaldırdığı ortaya konulmaktadır. (Ö. ÇELİK, 1/413)    

(Hz. Îsâ), İsrâiloğullarına haram kılınan bâzı şeyleri helâl kılmıştır. Yahûdilere cumartesi günü çalışmak, deve eti ve iç yağı yemek haramdı. Hz. Îsâ’nın gelmesiyle Allah, bu yasakları kaldırmıştır. (İ. KARAGÖZ 1/520)

3/52-54  HZ.  ÎS  VE  HAVÂRİLERİ

52. Îsâ, onların inkârları(ndakiısrarları)nı sezince: “Allâh(’ındîni) için yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havâriler: “Biziz Allah (dînin)in yardımcıları. Biz Allâh’a îman ettik ve şâhit ol ki biz, gerçek müslümanlarız.” dedi(ler).

53. (Havâriler) “Ey Rabbimiz! İndirdiğin (Kitab’)a inandık ve Rasûl’ün de peşinden gittik; artık bizi şehâdet edenlerle berâber yaz.” (dediler).

54. (İsrâiloğullarının kâfirleri, Hz. Îsâ’yıöldürmekiçin) tuzak kurdular. Allah da tuzaklarını kendi aleyhlerine çevirdi. Allah tuzak kuranlara karşılığını en iyi verendir.

52-54. (52).‘Îsâ onların inkârlarını sezince’Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?’ dedi.’ Havâri:  Âyet-i kerîmede geçtiği üzere havâri kelimesi arkadaş, dost, sâhip, yardımcı demek olup, aslı havaryadır. İbrânicesi de “heverim” dir. Havariler, Hz. İsa’ya ve Allah’tan getirdiği dîne yardım etmeyi taahhüt etmiş olan sahâbelerdendir. Hıristiyanlara nasârâ denmesi de havârilerin Hz. Îsâ’ya yardım bîatı etmelerindendir. (H. T. FEYİZLİ, 1/55)

‘..ve şâhit ol ki, biz Müslümanlarız..’ cümlesi, bütün Peygamberlerin tebliğ ettiğidînin, hak din İslâm, peygamberlere îman edenlerin de ‘Müslüman oldukları’nı ifâde eder. (..) Hz. Âdem’den itibâren Peygamberlerin tebliğ ettiği hak din İslâm’ı kabul eden herkesin Müslüman ismi ile nitelendiğini ifâde eder. Allah katında yegâne hak din İslâm, İslâm’ı din olarak kabul edenlerin adı da ‘Müslüman’dır. (3/19, 22/78, İ. KARAGÖZ 1/522)

(54).‘Yahûdiler tuzak kurdular, Allah da onları cezâlandırdı. (tuzaklarınıbozdu)’ Hîle yaptılar. Hîle yapanlar İsrâiloğulları’nın kâfirleridir. Hem de onu öldürmek, haça germek küfrüne.. ‘Allah da onları cezâlandırdı.’ Hz. Îsâ’yı semâya yükseltti, Îsâ’nın öldürülmesini isteyen kişiyi ona benzeterek öldürülmesini takdir etti. (S. HAVVÂ, 2/ 330, 331)

3/55-58  HZ.  ÎSÂ’NIN  GÖĞE  YÜKSELTİLMESİ

55. O vakit Allah buyurmuştu ki: “Ey Îsâ! (Korkma) Şüphesiz ki seni ben (içlerinden) alıp kendi katıma yükselteceğim, seni vefat ettirecek benim, inkâr edenlerden de seni (kurtarıp) arındıracağım ve sana (ancakAllâh’ınkuluvebirpeygamberiolarak) uyanları kıyâmet gününe kadar, (katımda) inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz ancak banadır. (Ovakit) ihtilâf ettiğiniz konularda aranızda ben hükmedeceğim.”

56. (Îsâ’nın peygamber olduğunu) İnkâr edenlere gelince, onları dünyâ ve âhirette en şiddetli azap ile cezâlandıracağım. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

57. İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onlara mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah zâlimleri sevmez.

58. (EyPeygamberim!) İşte bu sana okuduğumuz (olayvehükümler), âyetlerden ve hikmetli öğütlerdir.  

55-58. (55).‘Ey Îsâ, seni öldürecek benim, seni (kendime) yükselteceğim. (yükseltecekbenim) Çoğunluk müfessirler, buradaki ‘vefat’ın uyku hâli olduğunu, Hz. Îsâ’nın asıl ölümünün ise dünyâya inişinden sonra olacağını söylemişlerdir. Çünkü kıyâmete yakın bir dönemde Hz. Îsâ yeryüzüne inerek kitap ehli ile İslâm ümmeti arasında adâletle hakemlik yapacağı, haçı kıracağı, domuzu öldüreceği ve İslâm’a tâbi olarak amel edeceği çeşitli hadislerle bildirilmiştir. (Buhâri, Müslim, Tirmizi, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel; H. DÖNDÜREN, 1/111)

‘Seni kendime yükseltip kaldıracak.’ Yâni semâya ve meleklerimin karar kıldıkları yere yükselteceğim. Bunun delîli ise,  Miraç gecesinde  Rasûlümüz (s)’ün onu görmesidir. (S. HAVVÂ, 2/331, 332)

‘Sana tâbi olanları kıyâmet gününe kadar küfredenlerden üstün tutacak ta benim.’ Bu buyrukta, müminlere bir müjde bulunmaktadır. Bizler herşeyi güzel ve yerli yerinde yaptığımız takdirde bütün âlemlerin üstünde olacağız. Çağlar boyunca Yüce Allah, kâfirlere karşı gâlip olmakla lütuflandırmıştır. Son dönemlerde bize, ne isâbet etmişse dînimizi ihmâlimiz sebebiyle başımıza gelmiştir. (S. HAVVÂ, 2/332, 333)

(56).‘Küfredenleri de dünyâ ve âhirette şiddetli azâba uğratacağım.’ Dünyâda öldürülmek, esir alınmak ve mallarının alınması ile ülkelerdeki egemenliklere son vermek sûretiyle onları cezâlandıracak, âhirette de azapları bundan daha şiddetli ve daha ağır olacaktır. (S. HAVVÂ, 2/332)

(57).‘Îman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onların mükâfatlarını eksiksiz ödeyecektir.’ Dünyâda da  âhirette de onları eksiksiz olarak mükâfatlandıracaktır. Dünyâda onlara zafer vermekle, âhirette de onları yüksek cennetlere koymakla mükâfatlandıracaktır. (S. HAVVÂ, 2/332)

(58).‘(EyPeygamberim!) İşte bu sana okuduğumuz (olayvehükümler), âyetlerden ve hikmetli öğütlerdir.’ Kur’ân-ı Kerim ve Kur’an’daki kıssalar ve gaybî haberler, Hz. Muhammed’in hak peygamber, Kur’ân’ın hak kitap olduğunun delilidir. Çünkü okuma yazma bilmeyen ve herhangi bir özel öğretim görmeyen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s)’in Hz. Îsâ ile ilgili bilgileri kendiliğinden bilmesi mümkün değildir. Onu bu bilgilerden haberdar edenyüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 1/527)

3/59-63  HAK  RABBİNİN  KATINDADIR

59. Şüphesiz ki Allah katında Îsâ’nın (babasızdünyâyagelişinin) durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra “ol” dedi, o da derhal oluverdi.

60. (Ey Peygamberim! Bu) gerçek, Rabbinden (gelmekte)dir. Artık şüphecilerden olma!

61. (Ey Peygamberim!) Artık sana (Îsâ’nın, Allâh’ınkuluveRasûlüolduğuhakkındaki) ilim geldikten sonra, seninle kim tartışırsa, de ki: “Gelin (bizvesiz) oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve (sizin) kendinizi çağıralım, sonra lânetleşelim; Allâh’ın lânetini yalancılar üzerine dileyelim.”

62. İşte (Îsâhakkında) bu (anlattıklarımız), elbette en doğru haberlerdir. (Bilesinizki,) Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah elbette mutlak gâlip, hüküm ve hikmet sâhibidir.

63. (Ey Peygamberim!) Eğer yine (Allâh’ınbirliğineîmanetmekten) yüz çevirirlerse, elbette Allah, o fesatçıları hakkıyla bilen (vekarşılığınıveren)dir.

59-63. (59).‘Hakikat şu ki; Allah katında Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, o da oluverdi.’ İlâhi irâde, Hz. Îsâ’nın bir delil, bir mûcize olarak babasız dünyâya gelmesini murat etmiştir.  Bunun nasıl gerçekleşeceğini ilk soran Hz. Meryem’dir. (19/21) Yüce Allâh’ın dilediğini yarattığı (3/47) bunun için ‘ol’ buyurmasının yeterli olduğu (3/47) belirtilmiştir. ‘Öyleyse kuşkulananlardan olma’ buyruğu ile müminlerin Allah’tan gelen bilgiye teslim olmaları istenmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/588)

(61).‘Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra lânetleşelim.’ Yâni ‘Allâh’ın lâneti – ister siz ister biz olalım – yalancının üzerine olsun’ diyelim. Lânetleşmenin aslı budur. (S. HAVVÂ, 2/334)   

‘Sonra lânetleşelim, Allâh’ın lânetinin yalancılara olmasını dileyelim.’ Allâh’a duâ edelim, Îsâ konusunda kim yalancıysa, ona lânet et Allâh’ım diyelim. (Necran ileri gelenleri) lânetleşmekten kaçındılar. Ve cizye ödemeyi kabul ettiler. İbn Hayyan: Hıristiyanların lânetleşmeyi kabul etmemeleri, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin doğruluğunu (itiraf etmeleri) anlamına gelir, demiştir.  (M. A. SÂBÛNÎ, 1/188)

Bu âyetler, Necran Hıristiyanlarından Medîne’ye gelip Hz. Peygamber’le görüşen 60 kişilik bir heyetle ilgili olarak inmiştir. Mukâtil bin Süleyman’a göre bu sûrenin baştan kimi âyetleri Yahûdilerle, M. İbn-i İshak’a göre ise 62. âyetin sonuna kadar Hristiyanlarla ilgili olarak inmiştir. 60 kişilik bir Necran Hıristiyan heyeti ikindi namazı sırasında Medîne’ye gelmiş, mescidde Hz. Peygamber’in izni ile kendi namazlarını kılmışlar ve üç kişilik temsilci heyeti birkaç gün Medîne’de kalarak Hz. Muhammed’le görüşmüştü. Bu sırada Hz. Îsâ’dan ‘Allâh’, ‘Allâh’ın oğlu’, ‘üçün üçüncüsü’ olarak söz ediyorlar ve ‘ölüleri diriltmesini, hastaları iyi etmesini, gâipden haber vermesini, çamurdan kuş yapıp canlandırmasını’ delil getiriyorlardı. Gelen âyetlerde, ‘olayların doğru olduğu, ancak bunların Hz. Îsâ’nın birer mûcizesinden başka bir şey olmadığı’ belirtildi. (bk. Âl-i İmran 3/62; Mâide 5/110). Gelen heyet, Kur’ân’da yer alan ‘Hz. Îsâ’nın Allâh’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğu’ nitelemesini (bk. 3/39, 45; 4/171) kendi anlayışları yönünde yorumlayarak müslüman olmadılar ve özel statüde bir topluluk olarak varlıklarını sürdürdüler. İşte bu görüşme sonunda Hz. Peygamber, doğru olanı bulmak için yukarıdaki âyette sözü edilen ‘lânetleşme’yi teklif etmiş, fakat Hıristiyanlar buna da cesâret edememişti. (H. DÖNDÜREN, 1/111) 

Hadis: Şâbi’den gelen rivâyete göre: Rasûlullah (s) şöyle buyurmuştur: Şâyet, lânetleşmiş olsalardı, ağacın üzerindeki kuşlara varıncaya kadar, Necran halkının helâk olacağına dâir bana müjde verilmişti. (S. HAVVÂ, 2/346)

M. Reşid Rızâ, bu âyette kadınların özel olarak zikredilmiş olmasından hareketle,  Kur’ân-ı Kerîm’in toplumsal etkinliklerde kadınların da  yer alması gerektiğine  hükmettiğini belirtir. (KUR’ÂN YOLU, 1/591)

(62).‘Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.’ Allah’tan başkasına kulluk yoktur. Allah’tan başkasına itâat yoktur. Allah’tan başka hiç kimseden emir almak yoktur. Allah’tan başka kulluk yapılacak kimse yoktur. (..) Allah’tan başka itâat edilecek kimse yoktur. Ondan başka emir alınacak kimse yoktur. Kânun koymada emir alma, değer yargıları ve kuralları belirlemede emir alma, eğitim ve ahlâkta emir alma, insanın hayat düzeni ile ilgili her şeyde emir alma kaynağı Allah’tır. Böyle hareket edilmediği sürece bu, şirkin ve küfrün kendisidir. (S. KUTUB, 2/97)

3/64-74  EHL-İ  KİTAB’I  TEVHÎDE  DÂVET

64. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey Ehl-i Kitap (olanyahûdiveHıristiyanlar)! Bizimle sizin aranızda eşitlik sağlayan (ortak) bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allâh’ın dışında bâzımız bâzısını rab edin(ipmüşrikol)masın.” (Ey müminler!) Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse (onlara): “Şâhit olun ki biz, gerçek müslümanlarız.” deyin.

65. Ey Ehl-i Kitap! Niçin İbrâhim hakkında (oyahûdiveyaHıristiyandırdiye) tartışıyorsunuz? Hâlbuki Tevrat da İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. (Bukadarına) akıl erdiremiyor musunuz?

66. (Ey Ehli Kitap!) Haydi siz, hakkında (az) bir bilginiz olan şeyde tartıştınız (diyelim, peki) niçin hiçbir bilginiz olmayan hususta tartışıyorsunuz? Hâlbuki (herşeyi) Allah bilir, siz bilemezsiniz.

67. İbrâhim, ne bir yahûdi ne de bir Hıristiyandı. Fakat o, “Allâh’ı ‘bir’ tanıyan” dosdoğru bir müslümandı; müşriklerden değildi.

68. Şüphesiz ki İbrâhîm’e insanların en yakını, (zamânında) ona uyanlarla, şu peygamber (Muhammed) ve ona îman edenlerdir. Allah mü’minlerin dostu ve yardımcısıdır.

69. (Ey müminler!) Ehl-i Kitap’dan bir grup sizi inancınızdan saptırmak istediler. Hâlbuki onlar ancak kendilerini saptırırlar da bunun farkına varamazlar.

70. Ey Ehl-i Kitap! Siz (gerçeği) gördüğünüz hâlde niçin Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

71. Ey Ehl-i Kitap! Niçin hakkı (gerçeği) bâtıl ile ört(üpbâtılıhakdiyegösteri)yor, bile bile hakkı (Muhammed’in peygamber olduğunu) gizliyorsunuz? [krş. 2/42]

72. Ehl-i Kitap’dan bir grup, (diğerlerine) şöyle dedi: “İman edenlere indirilen (Kur’ânıKerîm’)e gündüzün başında (görünüşte) inanın, günün sonunda inkâr edin. Olur ki (şüpheyedüşerlerde) onlar da dönerler.”

73. (Yahûdilerin ileri gelenleri halka) “Sizin dîninize tâbi olanlardan başkasına da sakın inanmayın!” (derler). (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz (bilinki) doğru yol, Allâh’ın yolu (İslâm)dır.” (O, ilerigelenyahûdiler, birbirlerineşöylederler🙂 Size verilenin benzerinin (başka) herhangi bir kimseye verilmiş olduğuna, yâhut onların (müslümanların) Rabbiniz yanında size karşı delil getire(reküstüngele)ceklerine de inanmayın. De ki: “Lütuf Allâh’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah ‘lütfu ve ihsânı bol olan’, (herşeyi) hakkıyla bilendir.”

74. (Allah,) rahmetini (peygamberliği, kitapvemûcizeyi) dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sâhibidir.

64-74. (64).‘Hepiniz, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin.’ Kur’ân’ın, İncil’in ve Tevrat’ın ortak olduğu şu kelimeye gelin: (a) Allah’tan başkasına itaat etmeyelim, (b) O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, (c) ve Allâh’ı bırakıp ta kimimiz kimimizi rab edinmesin.  İbâdet yalnız Allâh’adır, itaat da Allâh’adır. Helâl ve haram kılan yalnız O’dur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.  (S. HAVVÂ, 2/361)

Bâzılarını rab edinmek: Peygamberimiz’inbuyurduğugibi, Allâh’ınemirveyasakları varken, bunlara aykırı emirler veren kişinin emirlerini emir, yasaklarını yasak sayarak hükümlerini kabullenmek ve isteyerek/gönülden onlara itaat etmek, onları rab kabul etmektir. [bk. 9/31; 3/83] (H. T. FEYİZLİ, 1/57)

Allah Rasûlü, İslâm’a dâvet için Rum devlet başkanı Herakl’e yazdığı mektupta bu âyetten söz ediyor. (M. A. SÂBÛNÎ, 1/191)

‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim.’ Bu, yalnız Allâh’a kulluğa çağrıdır. O’na hiçbir varlığı… hiçbir insanı, hiçbir taşı ortak koşmamaya çağrıdır. İnsanların birbirlerini, hiçbir Nebîyi, hiçbir Rasûlü, Allah ile birlikte ilâh edinmemesine çağrısıdır. Peygamberlerin hepsi de Allâh’ın kullarıdır. Allah onları, emirlerini tebliğ etsinler diye seçmiştir. İlâhlık ve rablıkta  kendilerini Allâh’a ortak etsinler diye, değil. (S. KUTUB, 2/98)

Âyette yer alan insanların birbirini ilâh edinmesi Allâh’ın belirledikleri dışında helâl ve haramlar koyup, onlara uymak olarak tefsir edilmiştir. Nitekim Hıristiyan iken müslüman olan Adiy bin Hâtem’in bu âyetin inmesiyle ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz din büyüklerimize tapmazdık demesi üzerine, Hz. Peygamber ’Onlar size bir şeyi helâl ve haram kılıyorlar, siz de onların dediklerine uyuyordunuz. İşte bu, onlara tapmaktır.  (H. DÖNDÜREN, 1/112, M. A. SÂBÛNÎ, 1/190)

‘Siz haydi bilginiz olan şey hakkında münâkaşa ettiniz.’ Kurtubi’ye göre, Muhammed (s)’in peygamberliği konusunda tartışmaya girdiniz’ demektir. Zîrâ onlar, Rasûlullâh’ın niteliklerini kendi kitaplarında (Tevrat, İncil) yazılı olarak buluyor ve  peygamber olduğunu biliyorlardı. (S. HAVVÂ, 2/362).

(67).‘İbrâhim ne Yahûdi ne de Hıristiyan idi. Fakat O hanif bir Müslüman idi.’   Hanif: Allâh’ın dîni dışında bütün dinlerden uzak kalan kimse demektir. Bütün işlerini Allâh’a teslim eden kimse ‘müslüman’ demektir. (S. HAVVÂ, 2/362) ‘Fakat hiç bilgi sâhibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz.’ Kurtubi bu âyetten bilgisiz kişi ile tartışmaya girmekten sakınmak gerektiği hükmünü çıkarır. (KUR’ÂN YOLU, 1/598)

‘Allah müminlerin velisi(dir)’ demek; müminleri sever, amellerinin karşılığını tam verir, onları kötülüklerden korur, onlara yardım eder, îman üzere sâbit kılar, onlardan râzı ve hoşnut olur, demektir. Müminlerin gerçek dostu Allah’tır. Bu konuda Kur’an’da birçok âyet vardır. Birkaçının meâli şöyledir: ‘Ey müminler! Sizin için Allah’tan başka ne bir velî, ne de bir yardımcı vardır.’ (2/107, 9/116, 29/22) ‘Allah îman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.’ (2/257). ‘Allah müttakîlerin velisidir.’ (45/19). ‘Dost olarak Allah size yeter, yardımcı olarak da Allah size yeter.’ (4/45). ‘Allah yardımcıların en hayırlısıdır.’ (3/150) (İ. KARAGÖZ 1/536)

İnsanlar, sâlih ameller işlemek, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına uymak, Allah ve yarattıklarının haklarına riâyet ederek Allâh’ın dostluğunu kazanabilirler. Mümin Kur’an ve sünnete ne kadar uyar ve günahlardan ne kadar sakınırsao nispette Allâh’ın dostluğunu elde eder. (İ. KARAGÖZ 1/536)  

(69).‘Kitap ehlinden bir grup, sizi doğru yoldan saptırmak istediler.’ Sizleri İslâm’dan döndürmek istediler. Bu âyet-i kerîme, Yahûdilerin Huzeyfe, Ammar ve Muaz hazretlerini Yahûdiliğe dâvete kalkıştıkları bir olay hakkında inmiştir. Ama bu âyet, Yahûdiler ve başkaları hakkında geneldir. Zîrâ bugün İslâm topraklarında müslümanları haktan saptırma arzusu ile misyonerlik kurumu faaliyet yürütmektedir.  (S. HAVVÂ, 2/368)

Allâh’ın indirdiğini beğenmeyip, hevâ ve hevesleri doğrultusunda bâtıl yolu seçen ve diğer insanları da bu yola götürmede önderlik edenler ve onların peşinden gidenler işlenen günahlarda ortaktırlar.  (H. T. FEYİZLİ, 16/25 âyet meali)

(70).‘Niçin Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz.’ NiçinKur’ân’ıve Rasûlullah (s)’ın nübüvvetinin delillerini inkâr etmektesiniz? Halbuki sizler her iki kitapta da onun niteliklerini görüyor ve biliyorsunuz. (S. HAVVÂ, 2/369) 

‘Âyetleri inkâr etmek’, mucizeleri, Kur’ân’ı veya Kur’ân’ın bir âyetini, bir âyetteki bir hükmü, bir ilkeyi, bir haramı, kabul etmemek, beğenmemek, uygulanamaz ve çağdışı bulmaktır. (İ. KARAGÖZ 1/538)

(71).‘Ey Ehl-i Kitap, niçin hakkı bâtıla karıştırıyorsunuz?’ Neden Mûsâ’ya ve Îsâ’ya îman ile Muhammed (s)’i inkâr etmeyi birbirine karıştırıyor ve ‘Bile bile hakkı gizliyorsunuz?’ Muhammed (sa)’in niteliklerini, onun peygamberliğinin ve dîninin hak olduğunu bildiğiniz hâlde açıklamıyorsunuz?. (S. HAVVÂ, 2/369)

(72).‘Ehl-i Kitap’tan bir grup şöyle dedi: ‘Varın, o müminlere indirilenlere güpegündüz  îman edin, sonunda da dönüp küfredin, belki onlar da dönerler.’ Rivâyete göre Hayberli 12 Yahûdi hahamı, günün ilk saatlerinde güya İslâm’a girecekler, akşam üzeri kendi kitaplarında Hz. Muhammed hakkında bir işâret bulamadıklarını söyleyerek İslâm’ı terk edecekler, böylece müslümanları dinlerinden döndüreceklerdi. Bu âyet, bu plâna işâret etmektedir. (H. DÖNDÜREN, 1/112)

Bu âyette, Müslümanları dinlerinden döndürmek, İslâm’ın yayılmasını ve güçlenmesini önlemek için başvurulan psikolojik savaş yöntemlerinden biri dile getirilmektedir. Medîne civârında yaşayan birtakım yahûdi bilginleri ve liderleri, îmânı (henüz) kuvvetlenmemiş müminleri şüpheye düşürmekiçin aralarında (yukarıda belirtilmiş olan) bir karar alırlar. (..) Âyetin bize verdiği mesaj şudur: Herhangi bir şekilde Müslümanı îmânından uzaklaştırmak, İslâm’dan soğumasına ve uzaklaşmasına sebep olmak, geçmişte yahûdilerin yaptığına benzemektir. Böyle bir davranış büyük günahtır. (İ. KARAGÖZ 1/539)

Yahûdiler tarafından beslenen bu hâin eller, İslâm târihini, kahramanlarını ve târihi olaylarını tersyüzettiler. Aslı olmayan şeyler eklediler. Bununla da kalmayıp Peygamberin (s) hadislerine el attılar. (..) Kur’ân tefsîrine de  uzandılar. Onu o kadar karıştırdılar ki, araştırıcılar bu konuda yol işâretlerine varamayacak gibi bir durumla karşı karşıya kaldı. Şahsiyetler üzerinde de birtakım plânlar yaptılar. Yüzlercesi, binlercesi İslâm kültürü aleyhinde kullanıldı. Bugün bu yöntemler hâlâ ‘oryantalistler / doğu bilimciler tarafından icrâ edilmektedir. Ayrıca halkları müslüman ülkelerde, şu an düşünce önderliği makamlarını işgal edenler de oryantalistlerin öğrencileridir. Haçlılar ve Siyonistler tarafından üretilerek İslâm ümmetine kahraman diye lânse edilen onlarca şahsiyet ortaya çıkarılmıştır. (..) Bu oyunlar hâlâ sürdürülmekte ve devam etmektedir. Bu plânların etkisinden kurtulma ve korunmanın tek yolu, muhâfaza altına alınnan Kur’ân’a sığınmak ve asırlarca süren savaşta istişâre için O’na dönüş yapmaktır. (S. KUTUB, 2/108)   

Yahûdi din adamlarının amaçları müslümanların cesâretini kırmak, insanlar arasında Hz. Peygamberin getirdiği ve söyledikleri hakkında şüpheler uyandırmaktı. Yahûdi din adamlarının bu oyuna girmelerinin nedeni, kıskançlıkları ve atalarının dînine bağlı olmalarıdır. (MEVDÛDİ, 1/237)

(73).‘(Ehl-i Kitaptan bir grup, halka hitâben) ‘Sizin dininize tâbi olanlardan başkasına da sakın inanmayın!’ (derler)’ ‘Dîninize uyanların dışında kimseye güvenmeyin. Yalnız sizden olanlara güven besleyin ve bildiğiniz şeyleri sâdece kendi aranızda söyleyin ki, hiç kimse İslâm’dan yararlanamasın ve müslümanların da sizin bu söyleyeceklerinizde aleyhinizde getirebilecekleri delilleri olmasın.’ İşte onlar, birbirlerine bunu tavsiye etmekteydiler. (S. HAVVÂ, 2/369)

‘De ki, doğru yol Allâh’ın yoludur.’ Allah dilediği kimseye hidâyet verir, o kimse de İslâm’a girer, İslâm üzere sebat eder ve sizin bu desiseleriniz / hileleriniz, tuzaklarınız ona zarar veremez. Fakat böyle bir şeyi niçin yapıyorsunuz? Niçin başkalarını saptırmak için plânlar hazırlıyor ve birbirinize bâtılı tavsiye ediyordunuz? (S. HAVVÂ, 2/369)

3/75-83  EHL-İ  KİTÂB’IN  BÂZI  ÖZELLİKLERİ

75. Ehl-i Kitap’dan öylesi vardır ki ona bir kıntar (binaltın) emânet etsen, onu sana (eksiksiz) öder. Onlardan öyle kimse de vardır ki ona bir dînar (altınpara) emânet etsen, devamlı üzerinde dikilip durmadıkça onu ödemez. Bunun sebebi de onların: “Ümmîlere (EhliKitap’danolmayanlarakarşıneyapsakmübahtır.) Bizim aleyhimize bir yol (bizebirsorumluluk) yoktur.” demeleridir. Onlar, bilip durdukları hâlde Allâh’a karşı yalan söylemektedirler.

76. (Ey Ehli Kitap!) Hayır (gerçekonlarınsöylediklerigibideğil), kim ahdini yerine getirir ve “Allâh’ın emrine uyup günahlardan sakınırsa” (bilsinki) şüphesiz Allah, muttakî olan (yasaklarındankaçınanveemrineuygunyaşayan)ları sever.

77. Doğrusu Allâh’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir değer (olandünyâlık) karşılığında satanlar var ya, işte onlara âhirette hiçbir nasip yoktur. Allah, kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara (merhametle) bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için çok acı verici bir azap vardır.

78. (Ey müminler!) Onlardan (EhliKitap’tan) bir kısmı da, (değiştirdiklerikelimeleri) Tevrat’tan olmadığı hâlde, okurken; Tevrat’tan olduğunu sanasınız diye dillerini (veağızlarını) eğip bükerler. “Bu, Allah katındandır.” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah nâmına yalan uydururlar.

79. Allâh’ın kendisine Kitap, hüküm ve peygamberlik verdiği hiçbir kişinin kalkıp da insanlara: “Allâh’ın dışında bana da kul olun.” demesi mümkün değildir; ancak o kimse, “öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz Kitab’ın gerektirdiği gibi Rabbe bağlı kullar olun.” diyebilir.

80. (Peygamber) size, melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, hiç kâfirliği emreder mi?

81. (Ey Peygamberim!) Allah, peygamberlerlerine (hitâben): “Andolsun ki size Kitap ve hikmet verdim. Sonra size, yanınızda olan (kitaplar)ı doğrulayan bir Elçi geldiğinde, (hepiniz) ona mutlaka inanacaksınız ve ona yardım edeceksiniz.” diye sağlam bir söz alıp: “Siz de bunu kabul ettiniz ve bu ağır görevi (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” dediğinde, onlar da: “Kabul ettik.” dediler. (Allah🙂 “Öyleyse birbirinize şâhit olun, ben de (busözünüze) şâhit olanlardanım.” buyurdu.

82. Artık bundan sonra kim (verdiğisözden) yüz çevirirse, işte onlar fâsıkların (Allâh’ınemrindensapanların) ta kendileridir.

83. Onlar (Yahûdi ve Hıristiyanlar) Allâh’ın (dîniİslâm) dîninden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerdekiler ister istemez O’na teslim olmuşlardır ve ancak O’na döndürülüp götürüleceklerdir. [krş. 3/85]

75-83.  (75).‘…başına dikilip durmazsan, onu sana geri vermezler.’  Ebu Hanife, âyetin bu bölümünü delil olarak, borçlunun malı olduğu hâlde, borcunu ödemezse,  hapsedilebileceğini söylemiştir. Çoğunluk ise, borçlunun başında dikilip durma’nın, onu utandırarak borcunu ödemeye zorlama anlamında olduğunu söylemişlerdir. (H. DÖNDÜREN, 1/112)

‘Bu durum onların ‘ümmîlere karşı bir sorumluluğumuz yoktur’ demelerindendir.’  Onlar, (Ehl-i kitap, DÖNDÜREN) başka dinlere mensup kimselere zulmetmeyi helâl görmekte idiler. Kendi dinlerinden olmayanların haklarına riâyet edilmemesi hâlinde, kendileri için herhangi bir günah olmayacağı kanaatindedirler. (S. HAVVÂ, 2/372)

Ümmîler:  Öncelikle Araplar, ikinci olarak ta Yahûdiler dışında kalan Hıristiyanlar ve diğer din mensuplarıdır. (S. HAVVÂ, 2/372, 373)

İbn-i Abbas’a bir adam, gazvelerde zimmet ehline âit, tavuk, koyun gibi malları almamızda bir sakınca var mı? diye sormuş, İbn-i Abbas bu âyeti delil getirerek ‘Zimmiler, cizye verdikleri zaman, onların malları kendi rızâları dışında size helâl olmaz’ demiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/112)

Yüce Allah, hiç kimse veya zümreye başkalarının haklarını gasp etme izni vermemiştir. Kim ayrıcalıklı olduğunu iddiâ ederse, Allâh’a iftirâ etmiş olur. Bu âyet indiğinde, Rasûlullah, ‘Allah düşmanları yalan söylemişler, câhiliye döneminin (kötü olan) herşeyi ayaklarımın altındadır, emânete gelince, sâhibi iyi olsun, kötü olsun, o yerine verilir.’ (sâhibine iade edilir) (KUR’ÂN YOLU, 1/608)

(78).‘Okuduklarını kitaptan sanasınız diye, kitabı okurken dillerini eğip bükerler.’ Allah kelâmının anlamlarını değiştirmek için Yahûdilerden bir tayfa, dillerini eğip bükerek Tevrat âyetlerini (S. HAVVÂ) okuyorlar. İbn-i Abbas, Allâh’ın murâdının dışında yorumlamakla değiştiriyorlardı, demektedir. (M. A. SÂBÛNİ, 1/193) Doğru olanı bırakıp, değiştirileni söylerler. (S. HAVVÂ, 2/373)

Hadis: (Buhâri’den) Adamın birisi, pazara bir mal getirdi. Daha önce verilmemiş bir fiyâta bu malı satmak istedi. Müslümanlardan birini kandırmak için yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah, ‘Allâh’ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir pahaya değişenlerin âhirette hiçbir payı yoktur’ buyruğu indi. (S. HAVVÂ, 2/374)

(79).‘Rabbe bağlı kullar olun.’ HiçbirPeygamber’in  insanlara ‘Allâh’ı bırakarak bana kul olun’ demesi söz konusu olamaz. Peygamberin onlara çağrısı ‘Allâh’a kul olmayı benimseyin’ şeklindedir. Allâh’ın kulları ve köleleri olarak Allâh’a bağlanın, ibâdet ile yalnız O’na yönelin. Hayat sisteminizi yalnız O’ndan alın. Böylece tertemiz ve Rabbâniler olarak O’na yönelin. Kitabı bilmenizin ve onu tetkik etmenizin hükmü ile Rabbâniler olunuz. Çünkü kitabı bilmenin ve onu incelemenin gereği budur. (S. KUTUB, 2/117)   

Rabbâni: Fâtih, âlim, muallim, ilmiyle amel eden, sabır ve takvâ sâhibi âlim gibi anlamlara gelir. (H. DÖNDÜREN)

Hz. Peygamber, her müminin Kur’ân öğrenmesi ve dînî hükümleri anlamaya çalışması, Allâh’ın o kimse üzerinde bir hakkı olduğunu söyleyerek, bu  (79.) âyeti okumuştur. (H. DÖNDÜREN, 1/112, 113)

Hüküm: Bâzı müfessirler, hükmet ve sağlam muhâkeme şeklinde açıklamışlardır. Kur’ân’da hüküm kelimesi, Yüce Allâh’a nisbet edilerek mutlak irâde, hâkimiyet, karar yetkisi anlamlarında kullanıldığı gibi, peygamberlere ve insanlara nisbet edilerek, hukûki çekişmeleri karâra bağlama anlamında da kullanılmıştır. (KUR’ÂN YOLU, 1/614)

Rasûlullah, Yahûdi ve Hıristiyanların kendi hahamlarını ve rahiplerini Allâh’ın dışında rabler edinmelerini, din adamlarının kendilerine haramı helâl, helâli de haram kıldıklarını, onların da bu konuda haham ve râhiplere uyduklarını söyleyerek açıklamışlardır. Böylelikle uydukları, insan ya da grupları rab edinmiş oluyorlar. (S. HAVVÂ, 2/379)

(81).‘Allah, peygamberler vâsıtası ile şu taahhüdü talep etti: ‘…yanınızda olanı doğrulayan bir peygamber geldiğinde mutlaka ona inanacak ve yardım edeceksiniz.’  Ey ehl-i kitap, siz peygamberinize verdiğiniz sözle, Muhammed (a)’e inanmakla yükümlüsünüz.  Her Peygamber, kendinden sonra gelecek peygamberi halkına haber vermiş, gelecek peygambere uymalarını istemiştir. (…) Bu bağlamda bu sözün Hz. Muhammed’den önce gelen bütün peygamberlerden alındığını açıkça belirtmekte yarar var. Böylece her peygamber,  kendinden sonra gelecek olan peygamberi halkına haber vermiş ve onlardan, gelen peygambere uymalarını istemiştir. Fakat Hz. Muhammed’den (s) de böyle bir söz alındığını bildirir bir delile, ne Kur’ân’da ne de hadislerde rastlanmamaktadır. (MEVDÛDİ, 1/242)

‘İkrar edip te ahdi kabul ettiniz mi? demişti.’  ‘El İkrar’ kelimesi, ağır ahit ve söz demektir. Yâni, hak ve hayır ile tâbi olma işi, ancak nefsini arındırıp,  temizleyen kişilerin altından kalkabileceği ağır bir iştir. (S. HAVVÂ, 2/379)

(82).‘Artık kim bundan sonra dönerse, işte onlar fâsıklardır.’  Bu sözlere rağmen, kim bunu kabul ettikten sonra bozacak ve yeni peygambere îman etmekten yüz çevirecek olursa işte onlar fâsıklardır, isyankâr kâfirlerdir.(S. HAVVÂ, 2/380)

(83).‘Yoksa Allâh’ın dîninden başkasını mı arıyorlar.’  Kur’ân/İslâm geldikten sonra önceki din/kitap ve İslâm dışı ve karşıtı olarak çıkan bütün ideolojilerin hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Çünkü İslâm’dan önceki dinler/kitaplar, birer kavme gelmiştir. Bunlardan elde bulunan Tevrat ve İncil de, hem sonraki asırlarda hatırlarda kalanlardan yazılmış hem de değiştirilimiştir. Yahûdi ve Hıristiyanlar, Allâh’a oğul isnad ederek şirke/küfre düşmüşler (5/17-18, 72-73; 9/30), yahûdiler millî ilâh, Hıristiyanlar da üçlü ilâh kabul etmişlerdir. Bundan dolayı da İbrâhîmî din özelliğini kaybetmişlerdir. Yüce Allah cihanşümûl olarak bütün insanlara tevhid esâsı üzerine son olarak İslâm dînini ve Kur’ân’ı göndermiştir ki aslını aynen korumaktadır. Hıristiyanların, “Dinlerin kaynağı birdir; hangisi olsa Allâh’a götürür.” şeklindeki diyalog çağrısında dinleri eşitmiş gibi göstererek, İslâm’ın özelliklerinden ve bilgisinden yoksun genç nesli Hıristiyanlaştırmak veya Hıristiyanca düşünmelerini sağlama çalışmaları vardır. Din bir tânedir, o da son din İslâm’dır. Ancak İslâm’ı tebliğ için Hıristiyan, yahûdi hattâ ateistle, yâni her insanla diyalog kurulur. Bu hususta yüce Allah, 2/120; 3/85, 100. âyetleriyle mü’minleri uyarmaktadır. İlave bilgi için bk. 64. âyet) (H. T. FEYİZLİ, 1/59)

Halbuki Göklerde melekler ve yerde kim varsa ins, cin ve başkaları ister istemez ona teslim olmuşlardır. Mümin kişi kalbiyle, kalıbıyla Allâh’a teslim olan kimsedir. Kâfir ise, istemeyerek Allâh’a teslim olur. Zîrâ o, Yüce Allâh’ın tesir, kahır, tasarrufu ve egemenliği altındadır. (S. HAVVÂ, 2/380)

3/84-85  ANCAK  İSLÂM

84. (Ey Peygamberim! Ehli Kitâba) De ki: “Allâh’a, bize indirilen (Kur’ânıKerîm’)e, İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Yâkub’a ve torunlarına indirilene; Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inandık. Onlardan hiçbirinin arasında (Peygamberolmalarıbakımından) ayırım yapmayız (hepsidehaktır). Biz yalnız O’na teslim olanlarız.”

85. Kim İslâm’dan başka bir din arar (onlarıönemser)se aslâ ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette de hüsrâna (büyükzarara) uğrayanlardan olacaktır.

84-85. (84).‘Allâh’a îman ettik.’ Onun birliğine, sıfatlarına, isimlerine, fiillerine, Rabliğine ve kulluk etmeğe îman ettik. (S. HAVVÂ, 2/384)

‘Onların hiç birisi arasında fark gözetmeyiz.’ Yahûdi ve Hıristiyanların yaptığı gibi, bâzı peygamberlere îman edip, bâzılarını inkâr etmeyiz. Aksine, tamâmına îman ederiz. (M. A. SÂBÛNİ, 1/196)

(85).‘Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bu ondan aslâ kabul edilmeyecektir.‘ İniş   sebebi: İbn-i Abbas’tan ensardan bir adam İslâm’dan irtidad etti. Şirke girdi sonra pişman oldu. Kavmine dönerek Rasûlullâh’a sorun, ben pişman oldum benim için bir tevbe var mı? bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Bu zat da İslâm’a döndü. (M. A. SÂBÛNİ, 1/185)

Bu âyetler dîni terk edip sonradan içtenlikle dönüş yapan herkes için tevbe kapısının açık olduğunu ifâde eder. (H. DÖNDÜREN, 1/113)

Âyet-i kerîmedeki İslâm’dan maksat, en son gönderilen, 84. âyette geçtiği üzere, önceki ilâhî dinlerin esaslarını kabul eden, aynı zamanda dünyâ ve âhiret için gereken esasları bildiren, yâni hem ibâdetlerin, hem sosyal hayâtın gereken prensiplerini gösteren sosyal ve evrensel ilâhî bir din ve ilâhî bir hukuk sistemidir. İçeriği bozulmuş veya insan ürünü değildir. Hıristiyanlar dinlerinin icrâ yerini kilise yaptıkları gibi, İslâm, yalnız câmide icrâ edilecek merâsim dîni de değildir. Buna rağmen bundan başka bir din aranması Allâh-u Teâlâ yanında geçersizdir. Ancak Allâh’ın dînini beğenmeyenler kendilerine uygun gelen bir sınıf (grup ve millet) dîni icat etmeye veya İslâm’ı kendilerine uydurmaya çalışırlar; müslüman ancak İslâm’a göre müslüman olur. Bundan dolayı müslümanlar başka bir din/sistem, ideoloji aramaya yönelmezler. Aksi hâlde Allâh’ın onaylamadığı, reddettiği bir şeyi onaylamış ve onu beğenmiş olurlar. Ancak bütün dinlerin üstünde olan İslâm’ı tebliğ için veya dünyâ işlerine âit meselelerde diğer dinlere mensup insanlar arasında diyalog yâni konuşma, anlaşma ve tebliğ olabilir. [bk. 3/19; 6/114-117; 9/33; 40/14] (H. T. FEYİZLİ, 1/60)

3/86-89  HAKKA  GİDEN  YOL

86. İman edip Rasûl’ün hak olduğuna şâhitlik ettikten ve kendilerine (kitaplarında) apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir kavmi, Allah nasıl hidâyete eriştirir (vemuvaffakkılar)?! Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.

87-88. İşte, böyle (kâfirliğesapan) kimselerin cezâsı, muhakkak ki Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti(nin) onların üzerlerine (olması)dır. O (lânetcezâsı)nın içinde ebedî kalacaklardır. Onların ne azâbı hafifletilir ne de onlar(ınyüzlerin)e bakılır.

89. Ancak bu (küfresapmasuçu)ndan sonra tevbe eden, hâllerini düzeltenler hâriçtir (onlaraffedilirler). Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [krş. 4/17-18]

86-89. (86).‘Îman edip Rasûl’ün hak olduğuna şâhitlik ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir kavmi, Allah nasıl hidâyete eriştirir?’ Bu âyette Allâh’ın hidâyetine lâyık olma vasfını bütünüyle yitiren inkârcılar hakkında üç özellik birarada belirtilmiştir: (a) Îman ettikten sonra, (b) bu Rasûlün hak olduğuna şâhit olduktan sonra, (c) kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra, inkâr yolunu seçme. Bu tür inkârcılık tam anlamıyla bir inatlaşma ve hakîkatlere karşı bile bile direnmedemek(tir). (KUR’ÂN YOLU, 1/624)

(87).‘İşte bunların (îmandansonradindençıkanların) cezâsı Allâh’ın meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerindedir.’    Allâh’ın lâneti onları rızâsından ve âhiret nimetlerinden yoksun bırakmak ve ağır cezâlara çarptırmaktır. Meleklerin ve insanların lâneti onları kötülükle anmaları anlamına gelmektedir.  Bâzı hadislerde, müminin özellikleri sayılırken, lânetkâr olmanın mümine yakışmayacağı ifâde edilmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/626) 

89’ncu âyette tevbe kapısının açık olduğunun belirtilmesi müslümanlara şu mesajı vermektedir. İnsanlar arası ilişkilerde bağışlama ve hoşgörünün yaygınlaştırılması ve müslümanın örnek kişi olmasıdır.  (KUR’ÂN YOLU, 1/626)

Zeydiyye müfessirleri 87. âyetten lânet okumanın câiz olduğu sonucunu çıkarmıştır.

Lânet: Âyetlere göre Allâh’ın lânetine uğrayacaklar: kâfirler (2/89, 161), Yahûdiler (4/46), zâlimler (7/44), şeytan (15/35), Allâh’ın indirdiklerini gizleyenler (2/159), nâmuslu kadınlara zinâ iftirâsında bulunanlar (4/93), münâfıklar (9/68), Âd kavmi (11/60), Firavun ve adamları (11/99), Allâh’a ve Rasûlüne eziyet edenler (33/57), Allâh’a verdikleri sözde durmayanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar (13/25), yalan haber yayanlar (33/60-61).

Hadislerde lânete uğrayanlar: Ana babasına sövenler (Müslim), hırsızlar (Buhâri, Müslim), arâziler arasında sınır değiştirenler (Müslim), içki içenler (Ebû Dâvud, Müsned), livâta yapanlar (Ahmed), fâiz yiyenler (Buhâri), atışlarda canlıları hedef yapanlar (Müslim), hayvanlara müsle yapanlar (Buhâri), kadına benzemeye çalışan erkekler, erkeğe benzemeye çalışan kadınlar (Buhâri), vücutlarına dövme yapan-yaptıranlar (Buhâri), ölü arkasından ağıt yakıp, üstünü başını yırtanlar, saçını kazıtanlar. (DÎNÎ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, 1/347)

‘… tevbe edip îman eden ve kendilerini ıslah edenler hâriç..’ ‘hâli ıslah’ ile maksat, insanın söz, eylem ve davranışlarını îmânına uygun hâle getirmesi, ibâdetleri eksiksiz yerine getirip haramlardan sakınması, ihlâslı ve içtenlikli oması, Allah ve kul haklarına riâyet etmesidir. Bir kimse böyle yapabilirse, iyi bir mümin ve Müslüman olur. Yüce Allah, onun geçmiş günahlarını bağışlar. (İ. KARAGÖZ 1/554)

90-91  İMANDAN KÜFRE  DÜŞMEK

90. İmanlarından sonra kâfir olan, sonra (küfrü) daha da artıranlar var ya, onların tevbeleri aslâ kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.

91. Şüphesiz ki inkâr eden / küfre sapan ve kâfir olarak ölenler var ya, onların dünyâ dolusu altını olsa ve onu kurtuluş fidyesi olarak verseler bile hiçbirinden aslâ kabul edilmez. Onlar için çok acı bir azap vardır ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

90-91. (90).‘Şüphesiz ki îmandan sonra küfre sapan sonra küfrünü artırmış olanların tevbeleri aslâ kabul edilmeyecektir.’   Bu âyet, Hz. Îsâ’yı ve İncil’i inkâr eden daha sonra da Hz. Muhammed’i ve Kur’ân’ı inkâr ederek küfrünü artıran Yahûdiler hakkında inmiştir. Ebû Âliye’ye göre ise bu âyet Hz. Muhammed’in niteliklerini kendi kitaplarında görüp inandıktan sonra inkâr eden tüm ehl-i kitap hakkında inmiştir. Burada tevbenin kabul edilmemesi ölüm sırasında yapılacak tevbe olarak  açıklanmıştır. Çünkü, başka âyetlerde tevbe kapısının ömür boyu açık olduğu ifâde edilmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/113 )

(91).‘Doğrusu küfredip de kâfir olarak ölenler yeryüzü dolusu altını fidye verecek olsalar yine de hiçbirinden bu kabul olunmaz.’ Bu âyet küfür üzere ölenin dünyâdaki hiçbir hayrının kendisine bir yarar sağlayamayacağını ifâde etmektedir. Hz. Peygambere, çok iyilik yapan, yoksullara yemek yediren Abdullah bin Cüd’an’ın bu hayırlarının kendisine bir yararı olacak mı? diye sorulunca “hayır, çünkü o, hiçbir zaman; Rabbim din gününde benim hatâlarımı bağışla, dememiştir” (H. DÖNDÜREN, 1/113 )

Bu âyet-i kerîmeler kâfirleri üç kısma ayırmaktadır: (a) Bir kısmı tevbe-i sâdıka ile tevbe etmiş yararını görmüşlerdir, (b) Bir kısmı fâsit tevbe yapmış, bu tevbesi fayda vermemiştir. (c) Bir kısmı aslâ tevbe etmemiş ve küfür üzere ölmüştür. (M. A. SÂBÛNİ, 1/197)

3/92  SEVDİKLERİNİZDEN  HARCAMADIKÇA

92. (Ey müminler!) Sevdiğiniz şeylerden (bir kısmını llahyolunda) infak edinceye kadar aslâ ‘iyi’ye (hayra, takvâya, Allâh’ınrızâsına) erişemezsiniz. Her ne harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilendir. [krş. 2/177]

92-92. “sevdiğiniz şeylerden (bir kısmını) infak etmedikçe birr’e erişemezsiniz”    Sevdiği şey: serveti mal ve mevkii, ilim ve beden kuvveti olarak yorumlamıştır. (KUR’ÂN YOLU, 1/630 )

Birr, kişiyi Allâh’a yaklaştıran îman, ibâdet, ahlâk, en güzel hayâtı yaşamak ve Allah rızâsı, rahmeti ve cenneti olarak anlamlanmıştır. Günah anlamına gelen ism ve kötülük anlamına gelen fücûr karşıtı olarak kullanılmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/630)

HasanBasri: sevdiği şeyi bir hurma tânesi de olsa Allah rızâsı için tasadduk eden herkes bu âyetin kapsamına dâhildir, demiştir. (S. HAVVÂ, 2/391)

Hadis: (Buhâri Vesâyâ 22; veMüslim’denHz. Ömer ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, Hayber’deki payımın dışında bana göre en değerli bulunan hiçbir malım yoktur. Onun hakkında neler yapmamı emredersin? Peygamber (s)  “Aslını vakfet, meyvesini de sadaka olarak ver.” diye buyurdu. İşte bu buyruk, vakfın meşrûiyeti konusunda temel delillerden biridir. (S. HAVVÂ, 2/391)

3/93-95  TEMİZ  HANİF  DÎNİ

93. Tevrat indirilmeden önce, İsrâil’in (Yâkub’un) kendisine haram saydığı (deve eti ve sütü) dışında, İsrâiloğulları’na bütün yiyecekler helâldi. (Ey Peygamberim! Yahûdilere ) de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, (asıl) Tevrat’ı getirin de onu güzelce okuyun (yoksaharamvehelâlsizindediğinizgibideğildir).”

94. Artık kim (Kur’an’da bildirildikten) sonra da (haramvehelâlhakkında) Allah adına yalan uydurursa, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

95. (EyPeygamberim!) De ki: “Allah doğruyu söylemiştir (helâlveharamlar / emirveyasaklarO’nunbildirdiğigibidir). Artık (onlarındeğilşirktenuzak) ‘Allâh’ı bir tanıyarak’ İbrâhîm’in dînine (İslâm’a) uyun; o, müşriklerden değildi.”

93-95. (93).‘Tevrat inmeden önce, İsrâil’in (Hz. Yâkub’un) kendi nefsine haram kıldığı (deve eti ve sütü)nden başka bütün yiyecekler İsrâiloğulları’na helâl idi.’ Daha önce bütün yiyecekler İsrâiloğulları’na helâl idi. Sonra işledikleri kötülüklerden dolayı Allah İsrâiloğulları’nı cezâlandırmak ve terbiye etmek için, bâzı temiz yiyecekleri Tevrat’ta onlara haram kıldı. (…) (Bk.  Nisâ 4/160, En’âm 6/146) Hz. Peygamber döneminde Yahûdiler, ilâhi kitaplar arasında yürürlükten kaldırmanın olmadığını iddiâ ediyorlar ve Hz. Peygamberi yalancı olmakla suçluyorlardı. Âyetin verdiği cevap son derece açık olup, Tevrat’ı şâhit tutmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/ 632, 633)

(..) Develerin et ve sütü de haram kılınmıştı. İsrâil adıyla bildiğimiz Hz. Yâkub)’un kendisine haram kıldığı bu yiyecekler, Tevrat’ın indirilmesinden önce helâl idi. (S. HAVVÂ, 2/392)

Yahûdilerin Peygamber Efendimiz’e, “Hem İbrâhim dîninden olduğunu söylüyorsun hem de deve eti yiyor, deve sütü içiyorsun, İbrâhim bunları yapmazdı.” demeleri üzerine bu âyet indi.  (H. T. FEYİZLİ, 1/61)

(94).‘Artık kim bundan sonra da (haramvehelâlhakkında) Allah adına yalan uydurursa, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.’ İsrâiloğulları Tevrat inmeden önce Hz. İbrâhîm’in dîni ile amel ediyordu. Hz. İbrâhîm’in tebliğ ettiği hak dinde temiz yiyeceklerin hiçbiri haram değildi. Daha sonra Yahûdiler, insanları Allah yolundan alıkoymalarıve birtakım haksızca ve edepsizce davranışlarda bulunmaları sebebiyle cezâ olarak birçok temiz yiyecekler (4/160), tırnaklı hayvanlar, sığır ve koyunların sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlarveya kemiklerine karışanlar dışındaki iç yağlar Tevrat’ta haram kılındı. (6/146, İ. KARAGÖZ 1/558)

Âyette yahûdilere reddiye vardır. Çünkü Yahûdiler, yürürlükten kaldırmayı kabul etmezler, ‘önceden helâl olup da sonradan haram olan bir şey yok’ derler. Böylece Tevrat’ın hükümlerinin yürürlükten kaldırılamayacağını iddiâ ederlerdi. Yahûdilerin ‘haram şeyler evvelden beri haramdır’ demelerine karşı, yüce Allah Peygamberimiz (s)’e ‘Ey Peygamberim! Yahûdilere de ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun’ demelerini emretmiştir. Peygamberimiz (s) emredileni yerine getirmiş, ancak Yahûdiler, Tevrat’ı getirip okuyamamışlar, böylece yalan söyledikleri ve iftirâ ettikleri ortaya çıkmıştır. (İ. KARAGÖZ 1/559)   

Şu hâlde ‘nesih yoktur (yürürlükten kaldırma yoktur)dâvâsı bir iftirâ olduğu gibi, En’âm sûresindeki ‘Yahûdilere bütün tırnaklı (hayvan)ları haram kıldık. Sığır ve koyunun da yağlarını onlara haram ettik;  yalnız sırtlarının, yâhut bağırsaklarının taşıdığı  ya da kemiğe karışan yağlarını haram etmedik. Saldırganlıkları yüzünden onları böyle  cezâlandırdık.’ (En’âm 6/146). Âyeti gereğince, İsrâiloğulları’nın bunlardan mahrum oluşları saldırganlıklarının bir cezâsı idi. Tevrat’tan önce Hz. Yâkub’un kendine haram ettiği, yâni kendisine yasakladığı şey hâriç tutulursa, diğerleri haram değildi. Tevrat, yürürlükten kaldırmayı inkâr etmek şöyle dursun, tam tersine önceden helâl olan bâzı şeyleri İsrâiloğulları’na haram etmekle yürürlükten kaldırma işlemi yapmış bulunuyordu. (ELMALILI, 2/400, 401)   

(95).‘Allah doğru söyledi.’ Cümlesi ile maksat, Kur’an’da verilen bilgilerdir. Bu cümle, Kur’an’da verilen bilgilerin, Hz. Muhammed’in sözü değil, Allah sözü olduğuna ve Yahûdilerin yalan söylediklerine delâlet eder. (..) Allâh’ın her söylediği doğrudur, doğru olduğunda aslâ şüphe yoktur. (İ. KARAGÖZ 1/560)

‘O hâlde İbrâhim’in Hanif dînine uyunuz.’ Yahûdiliği terk ediniz, İslâm dînine uyunuz. (M. A. SÂBÛNİ, 1/199)  

O, tevhid dînindendi. O, hem çeşitli güçlerin simgeleri olan putlara tapmayı hem de insanları Hak düzenine karşı gelmeye çağıran tâğûtları reddetmişti. Çünkü tâğûtlar, Allâh’ın emrine aykırı emir verip hüküm koyarlar, böylece kendi kendilerine birer rab/ilâh olmuş olurlar. (H. T. FEYİZLİ, 1/61) 

‘Millete İbrâhim’ ‘İbrâhim’in dini’ diye çevrilen ‘milletü ibrâhim’ tamlaması,  Hz. İbrâhîm’e bildirilmiş olan ve bütün peygamberler tarafından benimsenip tebliğ edilmiş bulunan ilâhi ve değişmez ilkeleri, mesajları, topyekün bir inanç sistemini ifâde eder. Bu da Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine ona vahyedilen Kur’ân’ın bütün hak dinlerde var olduğu hâlde unutulmuş veya değiştirilmiş bulunan evrensel ilkeleri içerdiği ve bu bakımdan onun geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nitekim Bakara sûresinin 135. âyetinde müslümanlara hitap edilerek ‘Biz hanif olan İbrâhîm’in dînine uyarız.’ Demeleri emredildiği gibi burada da ‘Hanif olan İbrâhîm’in dînine uyunuz.’ Buyurularak, Hz. Muhammed’in getirdiği din ile Hz. İbrâhim’in getirdiği din arasında temelde bir fark bulunmadığı, bunların aynı ilâhi gerçekleri içerdiği belirtilmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/633, 634)

3/96-97  KÂBE  VE  HAC

96. Şüphesiz insanlar(ınibâdetveziyâreti) için kurulan çok mübârek ve âlemlere hidâyet kaynağı olan ilk mâbed, Mekke’deki (Kâbe’)dir.

97. Orada, (Kâbe’ninmâbedolduğunugösteren) apaçık deliller ve İbrâhîm’in makâmı vardır. Kim oraya girerse emniyette olur. Oraya (gitmeye) bir yol (imkân) bulabilen kimseye, Beyt(ullâh)’ı haccetmesi, Allâh’ın hakkı (olarakokimseyefarz)dır. Kim de (bunureddederde) küfre saparsa, (küfrükendialeyhinedirve) şüphesiz Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir (kimseyeihtiyâcıyoktur). [krş. 2/125]

96-97. (96).‘İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev Mekke’de bulunan (Kâbe’)dir.’ Yüce Allah, Mekke’yi, dünyânın en kutsal şehri kılmıştır. Mekke’nin yer aldığı bölge, kan dökmekten sakınılan yer anlamına gelen harem diye anılmaktadır. 

Kur’ân’da bu şehir, Bekke’den başka, Mekke (48/24), el Beledül Emin (95/39, harem âmin (28/57, 29/67), ümmü’l kurâ (42/7), adları ile anılmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/635, 636)

Peygamberimiz (s) yeryüzünde ilk yapılan mâbedin Mescid-i Haram olduğunu bildirmiştir. (Müslim) Konu ile ilgili âyetlerden (2/125-127, 22/26-29)Kâbe’nin Hz. İbrâhim’den önce var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu, Allâh’ın yerini Hz. İbrâhîm’e bildirdiği (22/26) ve Hz. İbrâhîm’in oğlu İsmâil ile birlikte yeniden yaptığı anlaşılmaktadır. 2/127, İ. KARAGÖZ 1/561)

Kâbe’nin bereket kaynağı olması ile maksat, yüce Allâh’ın bu mâbedi ve yakın çevresini maddî ve mânevi bereketlerle donatmış olmasıdır. Mescid-i Haram’da yapılan ibâdetlerin sevâbı diğer mâbetlerde yapılanlardan yüzbin kat daha fazladır (Buhâri) Mekke ziraate elverişsiz (14/37) bir vâdide kurulmuş olmasına rağmen, çeşitli bölgelerede yetiştirilen, her türlü sebze, meyve ve diğer ürünler buraya bolca getirilmekte (28/57) ve burada yaşayanların rızıkları temin edilmektedir. Çünkü Hz. İbrâhim, bu beldenin bereketlenmesi için duâ etmiştir. (2/126, İ. KARAGÖZ 1/561)

(97).‘Orada apaçık alâmetlerle, İbrâhîm’in makâmı vardır. Kim oraya girerse emin olur.’   Apaçık deliller: Hz. İbrâhîm’in makâmı, buraya girenlerin her tür tecâvüzden korunmaları, gitmeye gücü yetenlerin haccetmeleri, Hacer’ül Esved, Safâ-Merve, Zemzem … gibi anlamlarla açıklanmıştır.  (KUR’ÂN YOLU, 1/635)

(a).İbrâhîm’in Makâmı: (Birinci Alâmet) İbrâhim (a.s.)’ın, Kâbe’yi inşâ ederken üzerine çıktığı ve ayaklarının iz bıraktığı taştır. Bu iz, Allâh’ın kudretine ve İbrâhîm’in peygamberliğine güçlü şekilde delâlet etmektedir. Zîrâ onun ayakları yumuşatılan taş üzerine mûcize olarak iz bırakmıştır. (S. HAVVÂ, 2/394, 395)

(b).’Kim oraya girerse emin olur.’ (İkinci İşâret/delil)  Oraya giren kimse emniyet içindedir. Harem bölgesinde av hayvanları avlanmaz, herhangi bir şekilde ürkütülmez, ağaçlar kesilmez, hareme sığınan suçlu (zinâ, kısas vb.) ya ilişilmez. (Cezâlandırmak için Harem dışına çıkmaya zorlanır)   

Hadis: Mekke’de silâh taşımak kimseye helâl değildir.  (S. HAVVÂ, 2/ 396, 397)

Hz. İbrâhîm’in Duâsı: ‘Hani İbrâhim’ Mekke’de Kâbe’yi inşâ ettikten sonra, Rabbine el açıp yalvararak ‘demişti ki: ‘Ey Rabbim; Bu şehri,’ insanların huzur ve emniyetiçerisinde yaşayabilecekleri ‘güvenli bir bölge kıl, beni ve neslimi putlara tapmaktan’ ebediyen ‘uzak tut.’ (14/35; M. KISA 1/277)

‘Ona yol bulabilen herkesin Kâbe’yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.’ İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre bu, haccı farz kılan âyet-i kerîmedir. Haccın, İslâm’ın rükünlerinden olduğunu açıklayan birçok hadîs-i şerif rivâyet edilmiştir. Mükellef olan kimseye ömürde bir defa farz olduğu âyet ve icma ile sabittir. (S. HAVVÂ, 2/397)

Hac farz-ı ayın ve ömürde bir defa farzdır. (Müslim). Bu konuda bütün Müslümanlar oy birliği etmiş, böylece icmâ sağlanmıştır. Hac yapma imkânı elde edildiği yıl, hac yapmak Müslümana farz olur. (İbn Mâce) (..) İmam Ebû Yusuf’un Ebû Hanife’den nakletttiği ve tercih ettiği görüşe göre haccın, hac yapma imkânı elde edildiği yıl yapılması gerekir. Yapılmayıp sonraki yıllara ertelenmesi günahtır. (..) İmam Şâfii’ye göre hac, daha sonraki yıllara ertelenebilir. (İ. KARAÖZ 1/564)

Haccın farz olmasının şartları:  (a) Müslüman olmak, (b) Ergin ve akıllı olmak, (c) Hür olmak, (d)Vakit, (e) Haccı îfâya güç yetirmek. Haccın Edâsının Şartları:  (a) Beden sağlığı, (b) Gerekli maddi güce sâhip olmak, (c) Yol güvenliği, (d) Kadın yolcunun yanında mahremi olması. (H. DÖNDÜREN, 1/135)

Hadis: ‘Kim Allah için hacceder de Allâh’ın rızasına uymayan kötü söz ve davranışlardan ve Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, kul hakkı dışında, annesinin onu doğurduğu günkü gibi günahlarından arınmış olarak hacdan döner.’ (Buhâri)

Hadis: ‘Makbul bir haccın mükâfâtı ancak cennettir.’ (Müslim Hac 437, İ. KARAGÖZ 1/563)

3/98-101  NASIL  İNKÂR  EDERSİNİZ ?

98. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Allah yaptığınız her şeyi görüp dururken, niçin Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (İnkâr etmemeniz gerekir.)

99. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Artık (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin onu eğri göstermeye yeltenerek mü’minleri Allah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

100. Ey îman edenler! Eğer Kitap verilen (Hıristiyanveyahûdi)lerden herhangi bir gruba (dînî konularda) uyarsanız îmânınızdan sonra küfre / kâfirliğe döndürürler. [bk. 2/120; 3/149; 4/59; 5/49-50, 54-57; 7/45, 56; 11/19; 60/4, 6]

101. (Ey insanlar!) Size Allâh’ın âyetleri okunduğu ve içinizde de O’nun Rasûlü bulunduğu hâlde, nasıl küfre / kâfirliğe saparsınız? Kim (küfürdensakınıp) Allâh’(ındîniİslâm’)a sımsıkı sarılırsa muhakkak o doğru bir yola iletilmiş olur.

98-101. (99).“De ki: Ey kitap ehli, gerçeği görüp dururken niçin Allâh’ın yolunu eğri göstermeye çalışarak, îman edeni Allâh’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz?” Günümüzde kâfir devlet ve kurumlar İslâm’ın yayılması ve uygulanmasını engellemek için çaba sarf etmektedirler. İslâm dâvetçilerinin başarı elde etmemesi için gayret etmektedirler. Yahûdiler ve Hıristiyanlar İslâm’ın birtakım ruhsal durumlardan ve ibâdetlerden ibâret olduğuna indirgemek istemektedirler. İslâm’ın bütünüyle uygulanmasını önlemek yolunda çaba harcarlar. (ehli kitap) (S. HAVVÂ, 2/399)

İslâm’ın karşısında olanlar veya bunu açıkça söyleyemeyenler, hep bu yolu izlemişler; onu, modernlikten geri koyan bir din olarak ya da Yahûdilik veya Hıristiyanlığın taklidi gibi göstermeye çalışmışlardır. (H. T. FEYİZLİ, 1/61)

Söz, yazı, tavır, davrabış veya herhangi bir şekilde insanların Müslüman olmasına engel olmak veya nüslümanları İslâm’dan soğutmak ve onların kâfir olmalarına sebep olmak inkârdır. İslâm’ı insanlara kötülemek, çelişkili gibi göstermek, eleştirmek, çağa hitap etmediğini söylemek ve benzeri söz, eylem ve davranışlar küfürdür. (İ. KARAGÖZ 1/568)

(100).‘Ey îman edenler !.. Eğer kendilerine kitap verilenlerden bir zumreye itaat ederseniz, îmânınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar.’    İniş sebebi: Mirşas b. Kays adı Yahûdi İslâm’la şereflenmiş olan Evs ve Hazreç kabîlesi mensuplarının sevgi ve kaynaşmasını görünce bunlar bir arada oldukça bize bir karar yoktur, diyerek Yahûdi bir gence Buas harbini hatırlatarak şiirler okumasını emretti. Bunun üzerine Evs’liler ve Hazreç’liler birbirine karşı övünmeye ve münâkaşa etmeye “silâh, silâh’’ demeye başladılar, durumu öğrenen Allah Rasûlu ensar ve muhâcir bir gurupla gelerek: Allah sizi İslâm’la şereflendirdikten sonra, aranızdaki câhiliyeti keserek, aranızı bulduktan sonra, câhiliyet dâvâsı güdüyorsunuz” buyurdu. Bu olay üzere bu âyet nazil oldu (M. A. SÂBÛNİ, 1/198)  Evs ve Hazreç’liler şeytanın ve düşmanın hîlesi olduğunu anlayarak, silâhlarını bırakıp, kucaklaşarak, ağlaştılar.

(101).‘Allah âyetleri size okunur ve aranızda peygamberi bulunurken nasıl küfredersiniz.’ Allah Rasûlü uyarmakta, şüphelerimizi gidermekte, mûcizeler göstermekteyken sizlere küfür nasıl bulaşabilir. (S. HAVVÂ, 2/416)

Kur’an’daAllâh’a, peygambere ve Müslüman yöneticilere itaatin emredilmesine (4/59, 5/92, 24/54, 64/12) karşılık, müşrik, münafık, kâfir, hıristiyan, yahûdi, bozguncu, günahkâr, müsrif, yalancı ve yalanlayıcı insanlara itaat edilmesi yasaklanmaktadır. (25/52, 68/8, 33/48) (..) Âyette sözü edilen ‘itaat’ ile  maksat, Ehl-i Kitâbın İslâm’a uymayaninanç, düşünce, söz, fiil ve davranışlarını benimsemektir. Din konusunda Allah ve peygamberden başkasının İslâm’a uymayan inanç, düşünce ve sözlerini kabul eden, Allâh’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram kılan kimse, Allâh’a bu kimseleri ortak koşmuş olur. Çünkü dîni hükümler, helâl ve haramlar konusunda Allah’tan başkasını hüküm verme, helâl ve haram koymakonumuna yükseltmiş olur. Allah ve Peygamberin dışında bir insana itaat, ancak mâruf olan, haram ve günah olmayan konulardasöz konusudur. (İ. KARAGÖZ 1/569)

Âyette yasaklanan itaat, dîni konular ile ilgilidir. Dolayısıyla âyet; Müslümanların kitap ehliile yâni hıristiyan ve yahûdilerle sosyal ilişkiler kumalarını, aynı toplumda birlikte yaşamalarını, komşuluk, eğitim, iş ve ticâret gibifaaliyetlerini yasaklamamaktadır. Yüce Allah kitap ehlinden, düşmanlık eden, fitne, fesat çıkaran, İslâm’a saldıran, Müslümanları inançlarından uzaklaştırmak isteyenlerin sözlerine itibar edilmemesini, onlara uyulmamasını, düşüncelerine ve telkinlerine itibar edilmemesini emretmektedir. Aksi takdirde bu tür insanlar, Müslümanları îmanlarından uzaklaştırıp kâfir yapabilirler. (İ. KARAGÖZ 1/569, 570)

Hadis: Allâh’a isyan konusunda (kula) ıtaat olmaz. İtaat ancak İslâm’a ve akl-ı selîme uygun olan şeylerde olur.’ (Müslim İmâre 39; İ. KARAGÖZ 1/569)

Hadis: Peygamber (s) günün birinde ashâbına şöyle sorduğu rivâyet edilmektedir: ‘yarattıkları arasında en çok beğendikleriniz kimlerdir?’ Ashab: ‘meleklerdir’ dediler. Hz peygamber: ‘Rablerinin katında olduklarına göre ne diye îman etmesinler?’ diye duyurdu. Ashab: ‘O hâlde peygamberlerdir’ deyince şöyle buyurdu: ‘Onlara vahiy indiğine göre ne diye îman etmesinler?’ Bu sefer Ashab: ‘O hâlde bizleriz’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Ben sizin aranızda olduğuma göre ne diye îman etmeyeceksiniz?’ dedi.  Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: “ İmânı en çok hoşuma giden sizden sonra gelecek bir topluluktur. Bunlar, içinde bir şeylerin yazılı olduğu sahîfeler bularak ve bu sahîfelerin içinde yazılanlara îman edecekler. (S. HAVVÂ, 2/416, 417)

3/102-103  MÜSLÜMAN  OLARAK  CAN  VERMEK

102. Ey îman edenler! (Emir ve yasaklarına riâyet ederek) Allâh’a karşı gelmekten sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin. [bk. 12/101; 64/16]

103. (Ey müminler!) Hepiniz toptan Allâh’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın, (onuhayâtahâkimkılın, ayrılıkveanlaşmazlığadüşüptektekyadagrupgrup) parçalanıp ayrılmayın. Allâh’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman (kabîleler) idiniz de (Allah) kalplerinizi (İslâm’da) birleştirdi. İşte onun (İslâm) nimetiyle (hepiniz) kardeş oldunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi (İslâmile) O kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor ki doğru yola eresiniz.

102-103. (102).‘Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun.’      Takvâ:  Kişinin kendisini günahkâr kılacak şeylerden korunması, insanın ibâdet ve sâlih amel işleyerek azaptan korunması olarak tanımlanmıştır. (…) Sahâbeden Abdullah b. Mesud, takvâyı, Allâh’a itaat edip, isyan etmemek, O’nu devamlı hatırda tutup unutmamak ve şükredip nankör olmamak, olarak tanımlamıştır.  (KUR’ÂN YOLU, 1/642, S. HAVVÂ, 2/421)

Takvâ Sâhipleri, Kur’ân’da övgüyle anılmış ve büyük nimetler verileceği  bildirilmiştir:  Allah katında en değerli kimseler takvâ sâhipleridir (49/13), Allah takvâ sâhiplerinin  dostudur (49/19, Allah onları sever (3/76), onlarla berâberdir (2/194, onlar için güzel bir gelecek vardır (38/49), âhiret yurdu onlar için hazırlanmıştır (43/35), onlar güvenli makamdadır (44/51), cennetler ve her türlü nimetler onlar içindir (13/35,78/319. (KUR’ÂN YOLU, 1/642,643)

‘Ve her halde müslümanlar olarak can verin.’  İslâm üzere ölmeniz, İslâm’a sımsıkı sarılmanız ile mümkündür. Bir kişi ne üzere yaşarsa, o şekilde ölür. Ne üzere ölürse, o şekilde dirilir. Bunun dışında bir hâl ile ölmekten Allâh’a sığınırız.  (S. HAVVÂ, 2/421)

Müslüman olarak ölebilmek için, iki şeye özen gösterilmesi gerekir: (1) Biri, îmânı korumak, insanı dinden uzaklaştıracak inanç, söz, eylem ve davranışlardan sakınmak; (2) diğeriise, farz görevleri terk etmemek ve haram fiilleri işlememektir. Farzları terk eden ve haramları işleyen kimse günah işlemiş olur, hemen tevbe etmesi (4/17), günahta ısrar etmemesi (3/135) ve kalbinin kararmasına fırsat vermemesigerekir. (İ. KARAGÖZ 1/574)   

Hadis: Rasûlullah ölümüne üç gün kala buyurdu:  Hiç biriniz Allah hakkında hüsn-ü zan sâhibi olmadıkça ölmesin. (Müslim, S. HAVVÂ, 2/427)

Rabbimiz bu âyet-i kerîmede kendisine îman edenlere hayâtın gâyesi ile ilgili en önemli îkazlardan birini yapmaktadır. Allah’tan gereği gibi korkmak ve İslâmî bir yaşayış içinde ölmek son derece mühimdir. Bunun içindir ki Allâh’ı gereği gibi tanıyan ve O’na saygı duyanlar, îman ve sâlih amelle yaşarlar. Küfür, şirk ve tâğût belâsına karşı sarsılmazlar, eğilmezler ve şeytanın oyununa gelmezler. Allâh’ın bu emri karşısında mü’minler, müslümanca ölmeyi gâye bilirler. Müslümanca yaşayıp ölmek, ferdin kendi iç dinamiklerini ve yaşantısını İslâm’a uygun hâle getirmekle berâber bunun yanında kendi içinde bulunduğu toplumun da yalnız diliyle “müslümanım” demesi değil, müslümanca yaşamayı isteyen ve yaşayan bir toplum olması da bunu kolaylaştıran sebeplerden olur. Yüce Allah da bunun için bu (102.) âyetle başka türlüsü olmayan bir hareket tarzını bildirmektedir. [bk. 23/52-53] (H. T. FEYİZLİ, 1/62).

(103).‘Hepiniz toptan Allâh’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın.’  Bütününüzle ‘Kur’ân’a sarılın.’ Bölünüp, parçalanmayın. Tefrikayı / ayrılığı doğuracak, bir arada olmayı sona erdirecek işler yapmayın. Câhiliye döneminde olduğu gibi, birbirinizle savaşarak, tefrikaya düşmeyin. (S. HAVVÂ, 2/421)

Allâh’ın ipi: Kur’ân-ı Kerîm’dir. (Hadis, Abdullah b. Mesud’dan)(..) İtaat ve cemaat olarak ta açıklanmıştır. (Abdullah b. Mesut’tan, S. HAVVÂ, 2/427)

Hadis: Kur’an Allâh’ın sağlam ipidir. O, hikmetli öğüttür ve o dosdoğru yoldur.’ (Tirmizi’den İ. KARAGÖZ 1/575)

‘Hep birlikte Allâh’ın ipine sımsıkı sarılmak’ ile maksat, hep birlikte Kur’ân’a îman edip hüküm ve ilkelerini uygulamak, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak, Kur’an hükümleri ile amel etmek, Kur’an ile yaşamaktır. (43/43). Îman edip hükümlerine uyan kimse, kopmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur (2/256, 31/22). Allah Kur’ân’a sımsıkı sarılanların mükâfâtını zâyi etmez. (7/170). ‘Allâh’ın ipi Kur’ân’a sımsıkı sarılın’ emri, bütün Müslümanları bağlayıcıdır. Bu itibarla her bir müslüman’ın Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uyması gerekir. Bu âyetteki emir, aynı zamanda genel olarak Kur’an’daki emirlerin aksi bir delil ve karine yoksa bağlayıcı olduğunu yâni emirlere uymanın zorunlu olduğunu ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 1/575, 576)

‘.. bölünüp parçalanmayın..’ cümlesi ile, bölünüp parçalanmayı ve ihtilâfa düşmeyi yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, müminleri zayıflatır, güçsüzleştirir, yok olmaya ve fesâda sürükler, birlik ve berâberlik iserahmettir, güç ve kuvvettir. (..) Müslümanlar Kur’an etrafında birlik sağlayamadıkları, bölünüp parçalandıkları zaman Kur’ân’ı hayâta hâkim kılamazlar, îman, ibâdet ve Kur’an ahlâkını koruyamazlar, Bölünüp çeşitli gruplara ayrılmış Müslümanların sosyal, kültürel, maddi ve mânevi baskılar karşısında dayanma güçleri zayıflayacağı için dinlerini kaybetme tehlikesi ile sürekli karşı karşıya kalırlar. (İ. KARAGÖZ 1/576)

‘Allâh’ın nimetlerini anın’ demek, nîmetleri verenin, yüce Allah olduğunu bilin, unutmayın, bunu takdir edin ve O’na nankörlük etmeyin, demektir. (İ. KARAGÖZ 1/577)

‘.. O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler oldunuz.’ Medîne’de yaşayan Evs ve Hazrec adında iki Arap kabilesi birbirleriyle yüzyıllarca savaşmışlardır. Allah onları îman ve İslâm ile birleştirdi, kardeşler yaptı. Bu cümlenin bize verdiği mesaj, bir toplumu birleştirecek unsurlar, îman ve İslâm’dır. (İ. KARAGÖZ 1/577)