18 / Kehf Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 110 âyettir. İçinde mağaraya sığınanların konusu da geçtiği için bu ismi almıştır. 28. âyetin Medîne döneminde indirildiği rivâyet edilmiştir. (H. T. FEYİZLİ. 1/292)
(Bu) sûrenin inme sebebi şudur: Kureyş müşrikleri, Medîne Yahûdileri’nin yönlendirmesi ile üç soru sordular: (a) Mağara arkadaşları, (b) Doğu ve batıya ulaşan Zü‘l Karneyn, (c) Ruh. Hz. Muhammed onlara ‘inşâallah’’ demeden ‘yarın cevap veririm’ demiş, ve 15 gün aradan sonra bu sûre ve ruh hakkında bilgi içeren İsrâ 17/85 âyet inmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/476)
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
18/1-6 DOSDOĞRU BİR KİTAP
1, 2, 3, 4. Allah’a hamdolsun (Her türlü övgü Allâh’a mahsustur) ki kulu (Muhammedaleyhisselâm)a, içinde hiçbir eğrilik bulunmayarak ve sağlam bir düstur olarak bu Kitab’ı; hem kendi tarafından gelecek şiddetli bir azapla (inkârcılarıvegünahkârları) korkutsun, hem sâlih ameller işleyen mü’minleri (en) güzel bir mükâfat olan (ve) içinde ebedî kalacakları cennetle müjdelesin, hem de: “Allah çocuk edindi.” diyenleri (korkutup) uyarsın diye indirdi.
5. (Allahbiroğuledindidiyenlerin) buna dâir müşriklerin kendilerinin ve atalarının hiçbir bilgisi yoktur. (Oysa) bir kelime olarak ağızlarından çıkan (şey) ne küstahca (birsöz)! (Hakikatte) onların söyledikleri ancak yalandan ibarettir!
6. (Ey Peygamberim!) Bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa, onların peşlerinden üzüntüden neredeyse kendini helâk edeceksin! [bk. 15/97; 26/3]
1-6. (1).Hamd O Allah’a ki, kuluna kitabı (Kur’ân) indirdi ve onda hiçbir eğrilik koymadı.’ Mânâları arasında tutarsızlık ve çelişki yoktur. Hikmetin dışında onda, hiçbir şey yoktur. Onda eğrilik, büğrülük bulunmaz. (S. HAVVÂ, 8/301)
(Yine) onda lafzın dil yönünden bozuk olması, fesâhat ve belâğata aykırı olması, mânâlarının çelişkili olması, gerçek olmayan şeyler içermesi, Allah’tan başka(sına) kulluğa dâvet etmesi gibi eğrilik ve çarpıklık sayılacak bir şey bulmak mümkün değildir. (Zemahşeri’den Ö. ÇELİK, 3/185)
Kur’ân-ı Kerim âyetleri kendi içinde tutarlı, birbiriyle insicamlı ve sağlam bir metin olarak Allah tarafından telif edilmiş, anlam ve maksatları açık, anlatım yöntemlerinin her çeşidi kullanılmış, değişik örnekler, temsiller, teşbihler ile tafsilâtlı olarak anlatılmış sağlam ve muhkem bir kitaptır. Onda eğrilik, çelişki ve hakikati çarpıtma gibi hikmete aykırı hiçbir olumsuzluk yoktur. (4/82, 11/1, 39/23; İ. KARAGÖZ 4/328)
‘Ve Allah çocuk edindi diyenleri uyarmak için (Kur’ân’ı indirdi)’ Bunlar meleklere Allah’ın kızlarıdır diyen Arap müşrikleri, Uzeyr’e Allah’ın oğlu diyen Yahûdiler, Mesih’e (Hz. İsa) Allah’ın oğludur diyen Hristiyanlardır. Öyle olmakla berâber, bu hususta hıristîyanlar hepsinden fazla ısrar ediyorlar. (ELMALILI, 5/341)
(6).‘Bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa, onların peşlerinden üzüntüden neredeyse kendini helâk edeceksin.’ Yüce Allah, müşriklerin Kur’ân’a inanmamaları hâlinde helâk olacakları korkusuyla üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmekte ve bu kadar üzülmesine gerek olmadığını bildirmektedir. Çünkü Peygamber’in görevi onları zorla îmana getirmek değil, Kur’ân’ı tebliğ edip, doğru yolu göstermektir. (Nahl, 16/82, KUR’AN YOLU, 3/536)
Hadis: Benimle sizin durumunuz şuna benzer: Bir adam ateş yakar. Ateş etrâfı aydınlatınca pervâneler ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onlara engel olmaya çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak pek çoğu ateşe düşerler. Ben, ateşe düşmemeniz için sizi belinizden yakalıyorum, ancak siz, ateşe atılmak için koşuyorsunuz.’ (Buhâri Rikak 26, Müslim Edeb 82, Ahmed b. Hanbel 2/244’den, Ö. ÇELİK, 3/186)
18/7-12 RABBİMİZ! BİZE BİR KURTULUŞ YOLU HAZIRLA !
7. Şüphesiz biz yeryüzünde olan şeyleri, onun üzerinde ziynet/süs yaptık. Böylece insanların hangisinin amel bakımından daha güzel olduğunu denemek istedik. [krş. 21/35; 67/2]
8. Biz şüphesiz o yeryüzündekileri (yok edip) kupkuru bir toprak hâline getireceğiz.
9. (Buböyleiken, EyRasûlüm!) Yoksa sen sâdece Ashâb-ı Kehf’i ve Rakîm’i mi bizim şaşılacak âyetlerimizden sandın?
10. (Ey Peygamberim!) Hani o gençler mağaraya sığınıp: “Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (vebaşarı) hazırla.” demişlerdi.
11. Bunun üzerine mağarada, nice yıllar onların kulaklarına (perde) vurduk (yıllarca derinuykuyadaldırdık). [bk. 18/25]
12. Sonra (uykudanekadarkaldıklarıhakkındaihtilafeden) iki taraftan hangisinin süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtelim diye onları uyandırdık.
7-12. (7).‘Yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet kıldık. İnsanlardan hangisinin daha güzel amel işleyeceğini deneyelim diye.’ Allah Teâlâ, kimlerin daha iyi davranışlarda bulunacağını denemek (imtihan) için bunca güzel nîmetleri, malı, mülkü, evlât ve serveti dünyânın bir süsü olarak yaratıp, çekici kılmıştır. Bunun yanında insanları da irâde sâhibi, iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edip ve yaptıklarından sorumlu olacak özellikte yaratmıştır. (KUR’AN YOLU, 3/536)
(8).‘Biz elbette o yeryüzündekileri (birgün) kupkuru bir toprak hâline getireceğiz.’ Canlıları öldürmek, bitki, ağaç ve başka şeyleri kurutmak sûretiyle daha önce mâmur iken sonradan harâbeye dönüştürecektir. Yâni, bizler bu süslü hâlinden sonra dünyâyı harâbeye çevirecek ve tahrip edeceğiz. (S. HAVVÂ, 8/303)
Bu yok oluş ve toprak hâline geliş, her an durmadan devam etmektedir. An be an canlılar ölmekte, insanların, hayvanların ve bitkilerin bedenleri toprağa karışıp, toprak olmaktadır. Evler, saraylar, hanlar, hamamlar, milletler, devletler, kültürler ve medeniyetler için de aynı ilâhi kânun hükmünü icra etmektedir. (Ö. ÇELİK, 3/187)
‘.. yeryüzünü hiçbir ziynet ve bitki bulunmayan kuru bir toprak yapacağız.’ Bâki olan sâdece yüce Allah’tır. (55/27). Dünyâda sürekli olan hiçbir şey yoktur. Her canlı bir gün ölecektir. (55/26). Dünyâ ve üzerindekilerin ölümü, kıyâmetin kopmasıyla gerçekleşecektir. Kıyâmet kopunca dünyâ değişecektir: ‘Bir gün gelecek, yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allâh’ın huzuruna çıkacaklardır.’ (14/48; İ. KARAGÖZ 4/132)
Hadis: Gerçek şu ki, dünyâ hoş ve göz alıcıdır. Allah sizleri, orada ne yapacaklarınızı görmek için hâlîfe tayin etmiştir. O bakından dünyâdan sakınınız, kadınlardan sakınınız. Çünkü İsrailoğullarının karşı karşıya kaldığı ilk fitne, kadınlar olmuştur. (Müslim Zikir 99’dan, S. HAVVÂ, 8/318)
(9).‘Yoksa sen sâdece Ashâb-ı Kehf’i ve Rakîm’i mi bizim şaşılacak âyetlerimizden sandın?’ Yâni onların durumları bizim kudret ve egemenliğimiz çerçevesinde şaşılacak bir şey değildir. Göklerle yerin yaratılması, gece ile gündüzün değişip durması, güneş, ay ve yıldızların insanın emrine verilmesi, bunların dışında kalan, Yüce Allah’ın kudretine delil olan büyük birçok belgeler, Ashâb-ı Kehf’e dâir haberlerden daha çok şaşırtıcıdır ve Allah herşeye kâdirdir, O’nu hiçbir şey âciz bırakamaz. (S. HAVVÂ, 8/316)
Ashâb-ı Kehf, Allah’tan başkasına tapmaya zorlandıkları için Rablerine sığınarak mağaraya çekilen, ilâhi kudret eliyle uyutulup orada uzun bir süre kalan ve âhiretin varlığına açık bir delil olmak üzere tekrar uyandırılan bir grup genç yiğitlerdir. (Ö. ÇELİK, 3/188) Rakîm, ashâb-ı Kehf’e benzeyen bir kavimdir. (Saîd bin Cübeyr’den, Mâverdi, Zemahşeri; M. DEMİRCİ, 2/235) Bu olay, ehl-i kitabın kitaplarında bilinmekte idi ve hıristîyanlık dîninden öncesine âitti. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. (S. HAVVÂ, 8/318)
Yüce Allah bu mağaranın, yeryüzünün hangi tarafında olduğunu bize bildirmemektedir. Çünkü bunun bize bir faydası yoktur ve bunda şer’i bir maksat ta gözetilmemektedir. (S. HAVVÂ, 8/316)
(10).‘Hani o yiğitler mağaraya sığınmışlardı.’ Kavimleri, dinleri sebebiyle kendilerini işkenceye maruz bıraktıklarında, dinlerinden dönmemek için, kavimlerinden kaçtılar ve onlardan saklanmak maksadıyla bir mağaraya sığınmışlardı. (S. HAVVÂ, 8/316)
(11).‘Kulaklarına perde vurduk’ Bu âyet Ashâb-ı Kehf’in uzun bir süre uyutulması için kulaklarınınseslerekarşıtıkalıpozisyona getirildiğinden söz etmektedir. Yâni Yüce Allah sesleri işitip uyanmamaları için onların kulaklarına perde koymuştur. Zîrâ âyetteki ifâde, tam olarak bu anlamın karşılığıdır. O nedenle âyette esâsen mevcut olması gereken perde / hicap sözcüğü hazfedilmiştir / belirtilmemiştir. (Zemahşeri ve Nesefi’den M. DEMİRCİ, 2/237)
(12).‘Sonra (uykudanekadarkaldıklarıhakkındaihtilafeden) iki taraftan hangisinin süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtelim diye onları uyandırdık.’ Mücâhid’e göre söz konusu âyette yer alan ‘el hizbeyn / iki grup’ dan maksat, Ashâb-ı Kehf’in içinde bulunduğu iki ayrı gruptur. (Taberi, Mâverdi). Çünkü onlar, uyandıklarında mağaradaki uyku süreleri hakkında ikiye ayrılmışlar, bir kısmı bir gün yahut daha kısa bir zaman uyuduklarını ileri sürerken, diğerleri de bu süreyi Allah daha iyi bilir demişlerdir. (Kehf 18/19; M. DEMİRCİ, 2/239)
18/13-17 RABLERİNE İNANMIŞ GENÇLER
13. (Ey Peygamberim!) Biz sana (şimdi) onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Doğrusu onlar Rablerine inanmış birtakım gençlerdi. Biz de onların hidâyetini (îmangüçlerini) artırmıştık.
14. Onların kalplerini (sebatvemetânetlehakka) bağlamıştık da o zaman (putlara/putheykelleretapmayıreddederek, (..) takiyyeyapmayarak) ayağa kalkıp: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına aslâ ilâh diye duâ ve ibâdet etmeyiz. (OnunsözünüRabbimizAllah’ınsözündenüstüntutmayız. Böyleyapmazsak) o zaman haktan uzak, (peksaçma) bir söz söylemiş oluruz.” dediler.
15. “Şu kimseler kavmimizdir. Onlar, Allah’tan başka ilâhlar edindiler. Bu müşriklerin ilâh edindiği (putlar) hakkında açık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Allâh’a yalan uyduran kimseden daha zâlim kim vardır?
16. (Gençlerdenbirişöyledemişti🙂 “Mâdem ki siz onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o hâlde mağaraya (girip) sığının ki Rabbiniz size rahmetini yaysın ve (bu) işinizi size imkân ve kolaylık olarak hazırlasın.”
17. (Ey Peygamberim! Onlaruyurkenbaksaydın) güneşi görürdün ki; doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meyleder, battığı zaman da sol yanından onları kesip geçerdi (onlaradeğmezdi). Hâlbuki onlar, o (mağara)nın açık (vegeniş) bir yerindeydiler. Bu, Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Allah kimi doğru yola iletirse, o artık doğru yolu bulmuştur. Kimi de (kendiamelindendolayı) sapıklıkta bırakırsa, artık onun için aslâ yol gösteren bir dost bulamazsın.
13-17. (13).‘Biz sana (şimdi) onların haberlerini doğru olarak anlatıyoruz: Doğrusu onlar Rablerine inanmış birtakım gençlerdi. Biz de onların hidâyetini (îmangüçlerini) artırmıştık.’ Yüce Allah, kıssanın başında onların genç olduklarını bize bildirmektedir. Gençler, azgınlık etmiş, bâtıl dîne dönmüş yaşlılara göre hakkı kabûle daha yatkın kimselerdir. Bu bakımdan şânı Yüce Allah’a ve Rasûlüne, çağrılarını kabul edip gelenlerin çoğu genç idi. Kureyş’in yaşlıları ise, genellikle dinleri üzere kaldılar ve çok azı müstesnâ, onlardan İslâm’a giren olmadı. İşte bunda, dâvetçiler için önemli bir ders vardır. (S. HAVVÂ, 8/320)
Bu âyetlerde Allah’ın haram kıldığı şeylerden ve haramların işlendiği ortamlardan uzaklaşmanın önemine dikkat çekilir. Gerçekten de Allah’ın dışındaki varlıklardan kalben uzaklaşmak, Allâh’a kavuşmayı kolaylaştırır. (Ö. ÇELİK, 3/190)
(16).‘(Gençlerden biri diğerine) o hâlde mağaraya çekilin’ (dedi)’ oraya gidin yâhut da mağara barınağınız olsun ki, ibâdetlerinizde onlardan ayrıldığınız gibi, bedenlerinizle de onlardan ayrılabilesiniz. (S. HAVVÂ, 8/321)
Mağaraya sığınmanın kararlaştırılmış olması da, küfürden ve küfür ehlinden ruh ve kalp ile ayrılma ve uzaklaşma önemli olduğu gibi, maddi olarak ve bedenen de ayrılmanın önemine delildir. (S. HAVVÂ, 8/321)
Din ve vicdan hürriyeti bulunmayan bir toplumda yaşayan bu gençler, putperest kavimlerine karşı çıkıp göklerin ve yerin Rabbinden başkasına ibâdet etmeyeceklerini açıkladılar. Ancak gelişmeler karşısında kavimleri arasında Allah’a olan îmanlarını serbestçe ifâde etme ve inançlarının gereğini yerine getirme imkânı bulamayacaklarını, hattâ onların arasında hayat hakkına dahi sâhip olamayacaklarını anlayınca, köpeklerini de yanlarına alarak mağaraya sığındılar. Baskı ve zulümden kaçan gençler, Allâh’ın yardımını ve bir kurtuluş yolu göstereceğini ümit ederek, ‘Rabbimiz! bize rahmet et ve bize bir çıkış yolu hazırla’ diye duâ ettiler. Allah onların duâlarını kabul etti ve kendilerini orada uzun süre derin bir uykuya daldırdı.(KUR’AN YOLU, 3/542)
(17).‘(Onlaruyurkenbaksaydın) güneşi görürdün ki; doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meyleder, battığı zaman da sol yanından onları kesip geçerdi (onlaradeğmezdi). Hâlbuki onlar, o (mağara)nın açık bir yerindeydiler.’ Onlar bütün gün boyunca gölgede idiler, güneş ne doğarken ne de batarken onlara ulaşmıyordu. Ama mağara, gâyet sağlıklı bir havaya sâhipti. Çünkü hem güneş ışığı alıyor, hem de havalanıyordu. Böylece onlar, mağaranın verdiği sıkıntıyı hissetmiyorlar, diğer taraftan da açık havanın temizliğinden yararlanıyorlardı. (S. HAVVÂ, 8/322)
Âyetlerin tasvirinden anlaşıldığına göre, mağaranın ağzı kuzey ile kuzey batı arasında bir noktaya bakmaktadır. Zira sabah güneşi sağ tarafından doğmakta ve batıncaya kadar güneş ışınları mağaranın içine düşmemektedir. Ancak akşam güneşi, çok kısa bir süre mağaranın kapısından içeri vurmakta, fakat onlar mağaranın ortasında oldukları için bundan etkilenmemektedirler. (KUR’AN YOLU, 3/542)
18/18-22 ASHAB-I KEHF HAKKINDA
18. (Ey Peygamberim!) Onlar uykuda oldukları hâlde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları (zaman zaman) gâh sağa ve gâh sola çevirdik. Köpekleri de ön ayaklarını (mağaranın) girişine doğru uzatmış (yatmaktay)dı. Onlarla aniden karşılaşıverseydin, mutlaka dönüp kaçardın ve için korkuyla dolardı.
19. İşte böylece, aralarında (hâllerinibirbirlerine) sorsunlar diye onları uyandırdık; içlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?” dedi. “Bir gün veya günün bir parçası kadar (eğleştik).” dediler. (Diğerleride) dediler ki: “Rabbiniz ne kadar kaldığınızı daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha temiz (veiyiise) ondan size bir azık getirsin. Ayrıca çok nâzik (vetedbirli) davransın, sakın siz(inbulunduğunuzyer)i hiç kimseye sezdirmesin!”
20. “Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse, ya taşla öldürürler ya da (zorlakendi) dinlerine döndürürler. Bu takdirde aslâ kurtulamazsınız.”
21. Bu şekilde, (insanları) onların durumundan haberdar ettik ki bu sâyede, Allah’ın (diriltme) vaadinin gerçek olduğunu ve kıyâmet(inkopmasında) da hiçbir şüphe bulunmadığını bilsinler. Nihâyet, (onlarıbulanhâlkkendiaralarında) onlar hakkında ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Bâzıları: “Onların hâtırasına bir binâ yapın. (Bizonlarıngerçekdurumunubilemeyiz.) Rableri onları daha iyi bilir.” dediler. Onların durumuna dair (tartışmayı) kazananlar: “Mutlaka onların üstünde bir mescid edineceğiz.” dediler. (Mağaranınkapısıönünebirmescidyaptılar.)
22. Onlar (Ashâb–ıKehf’insayılarıhakkında): “Üçtür, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler; “beştir, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. (Busözler) bilinmeyen hakkında tahminde bulunmak / kafadan atmaktır. (Kimileride): “Yedidir, sekizincileri köpekleridir.” derler. De ki: “Rabbin onların sayılarını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası bilmez. O hâlde bunlar hakkında, (Kur’ân’daaçıklanan) bir tartışmadan başka, bir tartışmaya girme! Bunlar hakkında onlardan hiçbirine (görüş) sorma!”
18-22. (18).‘Biz onları sağa ve sola döndürürdük.’ Bunu hikmeti ise, modern tıpta bilinen bir şeydir. Çünkü şimdilerde ilim, şöyle demektedir: İnsan, aylarca aynı hâlde kalacak olursa, yere bitişik olan tarafında bir araya gelip toplanacak tuzlardan dolayı ölür. (S. HAVVÂ, 8/322, 323)
‘Köpekleri de kollarını eşiğe uzatmıştı.’ İbn-i Cüreyc, Kapıda durup onları koruyordu, demektedir. Bu, köpeğin tabiatından / yaratılışından gelen bir hâldir. O onları korur gibi kapılarında beklemişti, kapının dışında oturmuş olmasının sebebi ise, meleklerin köpeğin bulunduğu bir yere girmeyişleridir. Nitekim bu hüküm, sahih bir hadiste varid olmuştur. (S. HAVVÂ, 8/323)
İbnKesirşöyledemektedir: Onların bereketi köpeklerini de kapsadı, bu bakından bu hâlde iken onlara gelen uyku, köpeklerine de geldi. İştebu, hayırlıkimselerlebirlikte olmanın faydasıdır. (S. HAVVÂ, 8/323)
Mümin gençlerin mağarada ölmedikleri hâlde, yemeden ve içmeden uyutulmaları, fiziksel bir bozulma olmaması ve elbiselerinin eskimemesi, Allâh’ın varlığının ve gücünün açık bir delilidir. (İ. KARAGÖZ 4/341)
(19).‘Böylece Biz, onları uyandırdık ta’ Yüce Allah’ın, mağaradaki gençleri hiçbir gıdâ almadıkları hâlde, bedenlerinde herhangi bir bozulma olmadan uzun süre uyuttuktan sonra tekrar uyandırması, O’nun insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğine dâir bir misâl ve delildir. (KUR’AN YOLU, 3/544)
‘Bir gün veya günün bir parçası kadar (eğleştik) dediler.’ Bu, zann-ı gâlibe dayanan bir cevaptır. İctihadın câiz olduğuna ve zannı gâlibe dayanarak söz söylemenin câiz olduğuna delildir. (S. HAVVÂ, 8/324)
‘ve kıyâmetin muhakkak kopacağını ve onda şüphe edilmeyeceğini bilsinler.’ O hâlde Kehf ashâbı olayında hikmet, öldükten sonra dirilmeye delil göstermektir. Âhiret hak olduğuna göre, dünyâ hayatının zi(y)netinin kıymeti yoktur. (S. HAVVÂ, 8/304)
‘.. Allâh’ın vaadinin (ölüm sonrası dirilmenin) gerçek olduğunu ve..’ Allâh’ın vaadi haktır, kıyâmet birgün mutlaka kopacaktır. Âhirete îman etmek, îman esaslarından biridir. Îman esasları, Hz. Âdem peygamberden beri bütün peygamberlerin tebliğ ettiği hak dinde vardır ve hiç değişmemiştir. Yüce Allah, ne söyledi ise doğrudur. Birgün mutlaka kıyâmet kopacak, insanlar kabirlerinden kalkacak, hesaba çekilecek, sonuçta müminler cennete, kâfirler cehenneme gireceklerdir. (İ. KARAGÖZ 4/345)
(22).‘De ki: Onların sayısını en iyi bilen Rabbimdir.’ Bu buyrukta, böyle bir durumda yapılacak en iyi işin, ilmi Yüce Allah’a havâle etmek olduğu gösterilmektedir. Çünkü bu gibi hususlarda bilgi olmaksızın dalmayı gerektirecek bir durum yoktur. Bizler, Allah tarafından bir işe bilgilendirilirsek onu söyleriz, değilse durur söylemeyiz. İşte bu, tam bir bilgi sâhibi olmadığı bütün konularda Müslümanın takınması gereken genel bir edeptir. (S. HAVVÂ, 8/327)
‘Onları pek az kimseden başkası bilmez.’ İbn-i Abbas dedi ki: Ben o az kimselerden birisiyim. Bunlar yedi kişi idiler. (S. HAVVÂ, 8/327)
‘De ki onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.’ Cümlesi, bu tür konuları Allâh’ın bilgisine havâle etmenin ve vahyin bildirdiğinden fazla bir şey söylememenin daha uygun olduğunu, böyle konular hakkında ileri geri söz söylemenin bir fayda sağlamayacağını ifâde etmektedir. (KUR’AN YOLU, 3/546)
Ashâb-ı Kehf’in Hıristîyanlığa veya Yahûdiliğe mensup olduklarına dâir de Kur’ân’da veya hadis kaynaklarında herhangi bir bilgi yoktur. Kıssanın nüzul sebebi dikkate alındığında bunların Hz. İsa’dan önce yaşamış olmaları muhtemeldir. Çünkü bunlarla ilgili soruyu Hz. Peygambere sormalarını müşriklere tavsiye edenler, Yahûdi âlimleriydi. (KUR’AN YOLU, 3/546, DİA ’den.)
18/23-27 İNŞAALLAH DEYİNİZ
23, 24. (Ey Peygamberim!) İnşaallah (Allahdilerse/Allahizinverirse) demeksizin, aslâ, hiçbir şey için: “Ben yarın bunu mutlaka yaparım.” deme! Unuttuğun zaman da (yineinşaallahdiyerek) Rabbini an ve: “Umarım ki Rabbim beni, bundan daha isâbetli (bir) doğruya ulaştırır.” de.
25. Onlar (gençler), mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar; (bâzıları) dokuz (yıl) da ilave ettiler.
26. (Ey Peygamberim!) De ki: “Allah, (onların) ne kadar kaldıklarını daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı(nıbilmek) O’na mahsustur. O, ne güzel gören ve ne güzel işitendir! Onların (yerdevegökteolanların), O’ndan başka dostu (veyardımcısı) yoktur. O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.”
27. (Rasûlüm!) Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyedilenleri oku. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Allah’tan başka da aslâ sığınılacak (birmercî) bulamazsın.
23-27. (23).‘İnşaallah demeksizin, aslâ hiç bir şey için ‘Ben yarın bunu mutlaka yaparım’ deme!’ İnsanın azim ve irâdesi bir şeyin meydana gelmesi için yeterli sebep değildir. ‘Kimse yarın ne kazanacağını bilmez.’ (Lokman, 31/34) ‘Ancak Allah’ın dilemesi hâriç’ o vakit yapabilirsin. Bundan dolayı gelecekte bir işi yapmaya azmederken, işi Allah’ın irâdesine bağlamalı, inşaallah demeyi unutmamalı. (ELMALILI, 5/355)
Müşrikler Rasûlullah (s)’e Ashâb-ı Kehf’in kimler olduğuna dâir soru sordular. Peygamberimiz (s) de inşaallah demeyi unutup, soru hakkında vahyin mutlaka geleceği ümidiyle, ‘Yarın size sorularınızın cevâbını bildireceğim’ buyurdu. Fakat vahiy 15 gün gelmedi. Bu, hem efendimizin zor durumda kalmasına, hem de müşriklerin bir kısım dedikodularına sebep oldu. Sonra bu âyetler inerek inşaallah demeden gelecekte herhangi bir şeyi mutlaka yapacağım demeyi yasakladı. (Ö. ÇELİK, 3/196, Taberi’den)
(25).‘Onlar mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar; (bâzıları) dokuz (yıl) da ilâve ettiler.’ Biz 300 ve 309 yıllık sürelerin Allah’ın kendi sözü olarak değil, başkalarının bu konuyla ilgili kendi görüşleri olarak Kur’ân’da belirtildiği görüşündeyiz. Bu görüş, bir sonraki âyete, dayanmaktadır: ‘Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.’ Abdullah b. Abbas (r) da bunun Allah’ın sözü değil, kıssanın bir parçası olarak burada yer aldığını söylemiştir. (MEVDÛDİ, 3/151)
(26).‘De ki: Allah (onların) ne kadar kaldıklarını daha iyi bilir.’ İbn-i Mes’ud’un âyetin başına ‘ve kâlû: ve dediler ki’ cümlesini ilâve ederek okuması da farklı şeyler söyleyenlerin sözü olduğu görüşünü destekler. Buna göre Allah, Ashab-ı Kehf’in sayısını da, mağarada kaldıkları süreyi de bildirmemiştir. Nitekim 26. Âyette, bu bilginin sâdece Allah katında olduğu belirtilmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/548, 549)
‘O hükümde hiç kimseyi ortak etmez.’ Emir de yaratmak da yalnız O’nundur. O’nun hükmünü kimse kovuşturamaz. O’nun yardımcısı, ortağı, danışmanı yoktur. Bundan yüce ve mukaddestir. Bu buyruk şuna delildir: Allah’tan başkalarına hâkimiyetin verilmesi, şirkin çeşitlerinden birisidir. Bu hâkimiyet, ister yaratmada, ister emir vermek konusunda olsun, yine şirktir. (S. HAVVÂ, 8/330)
Bu kıssanın anlatımında hedeflenen hikmet ve maksatlar uyuyanların sayısı veya mağarada ne kadar kaldıkları değil(dir). Olayın öğretmek istediği derslerdir, şöyle ki: (a) Gerçek mümin haktan dönmemeli, bâtıl önünde boyun eğmemelidir, (b) Bir mümin sâdece maddi vâsıtalara değil, Allah’a güvenmelidir, (c) Allah’ın kudret tezâhürleri tabiat kanunları ile sınırlı değildir, (d) Allah, geçmiş gelecek bütün insanları mahşer günü tekrar diriltmeye kâdirdir. (Ö. ÇELİK, 3/198)
(27).‘(Rasûlüm) Rabbinin kitabından sana vahyedilenleri oku.’ İbâdet, düşünmek, tebliğ ve amel için oku! (S. HAVVÂ, 8/330)
Bu âyet, münkirlerin / inkârcıların ‘Ya bize bundan başka bir Kur’ân getir veya onu değiştir.’ (Yûnus, 10/15) gibi taleplerine cevap olarak inmiştir. Buna göre peygamberin ve müminlerin vazifesi / görevi Kur’ân-ı Kerim’i hiçbir ekleme ve eksiltmeye tabi kılmaksızın olduğu gibi okumak ve tebliğ etmektir. (Ö. ÇELİK, 3/198)
‘Kitaptan sana vahyolunanı tilâvet et’ emri, dört görevi içerir: (a). Kur’an okumayı öğrenmek ve okumak, (b). Kur’^sn’ın içeriğini öğrenmek ve anlamak, (c). Kur’ân’ın hükümlerine, emir ve yasaklarına uymak, (ç). Kur’an ve hükümlerini diğer insanlara öğretmek. (İ. KARAGÖZ 4/350)
‘Kur’an kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur’ cümlesi, hem Kur’ân’ın Allah’tan geldiği gibi korunduğunu, hem kelime ve cümlelerini kimsenin tahrif edemeyeceğini, kimsenin Kur’ân’a ilâve ve ondan çıkarma yapamayacağını, hem de emir ve yasaklarını, ilke ve hükümlerini, kimsenin değiştiremeyeceğini ifâde eder. Çünkü ‘Kur’an, doğruluk ve adâlet açısından tamdır.’ (6/115). Kur’ân’ın her hükmü, her emir ve yasağı uygulanabilir nitelikte, fert ve toplumların yararına olacak şekildedir. (İ. KARAGÖZ 4/351)
18/28-31 HAK, RABBIMIZ KATINDAN GELENDİR
28. (Ey Peygamberim!) Sabah akşam rızâsını dileyerek Rablerine yalvaranlarla berâber olmaya devam et. Dünyâ hayâtının süsünü isteyerek gözlerini onlardan (fakirmü’minlerden) ayırma (onlarıgözardıetme). Kalbini bizi anmaktan gâfil bıraktığımız; kendi “hevâsına / arzu ve hevesine” uyan ve işi (hepemirlerimizekarşıisyanve) taşkınlık olan kimseye de boyun eğme!
29. (Ey Peygamberim!) De ki: “Hak (olanbuKur’ân) Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen de küfre sapsın (kâfirolsun).” Şüphesiz biz (kâfirolanbu) zâlimlere, duvarları kendilerini (çepeçevre) kuşatan bir ateş hazırladık. Şâyet onlar (susuzluktanferyatederek) yardım isterlerse, (kendilerine) erimiş mâden gibi yüzlerini kavuran bir su ile yardım edilir. O ne kötü bir içecektir ve (oateş) ne fenâ dayan(ılıpoturul)acak yerdir!
30. Doğrusu îmân edip de sâlih amel işleyenlere gelince, elbette biz, ameli güzel olanın mükâfâtını aslâ zâyi etmeyiz.
31. İşte bu kimseler için, alt tarafından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle bezenecekler, ince ipekten, kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler. Tahtlar üzerine yaslân(ıpotur)acaklardır. O ne güzel mükâfat, ne güzel yaslâna(rakoturula)cak yerdir! [krş. 25/75-76; 35/33]
28-31. (28).‘Sabah akşam rızâsını dileyerek Rablerine yalvaranlarla berâber olmaya devam et.’ Bu âyette Hz. Peygambere hitap edilerek şöyle uyarıda bulunulmaktadır: Üstünlük ve şeref dünyâ malında ve zi(y)netinde değil, gönül zi(y)netindedir, yâni îman ve güzel ahlâktadır. Servet ve mevki sâhipleri öne alınıp, yoksullar arkaya itilemez. Sen ayırım gözetmeden Allah’ın âyetlerini herkese oku. (KUR’AN YOLU, 3/550)
Zengin ve ileri gelen bâzı müşrikler, Rasûlullah’tan, fakir mü’minleri yanından kovması şartıyla kendisiyle görüşeceklerini söylediler. Yukarıdaki âyet bunun üzerine nâzil oldu.) [bk. 6/52; 20/16; 68/8-14; 76/24] (H. T. FEYİZLİ, 1/296)
Yüce Allah, âyette peygamberin şahsında müminlerin, üç niteliğe sâhip kimselere itaat edilesini yasaklamaktadır: (a). Kalbini Allâh’ın zikirden gaflette bıraktığı kimseye (yâni kâfir kimseye) itaat etmek, (b). Kötü arzularına uyan kimseye itaat etmek, (c). İşi hep aşırılık olan kâfir kimseye itaat etmek. (İ. KARAGÖZ 4/352, 353)
(29).‘Artık dileyen inansın, dileyen de küfre sapsın.’ İslâm karşısında zengin – fakir, güçlü – zayıf, şöhretli – şöhretsiz herkes eşittir. Rabbimiz, îmân edip etmeme konusunda insanları serbest bırakmıştır. İsteyen inanır, isteyen de onu inkâr eder. (Ö. ÇELİK, 3/201)
‘Şâyet onlar yardım isterlerse (kendilerine) erimiş mâden gibi yüzlerini kavuran bir su ile yardım edilir.’ Hadis: Su, ağzına yaklaştırılır, ancak ondan tiksinir. Ona, daha da yaklaştırıldı mı, yüzünü kavurur ve başının perçemi düşer. O suyu içince de bağırsaklarını parçalar ve nihâyet bağırsakları arkasından çıkar. Nitekim Yüce Allah, ‘O cehennemliklere kaynar su içirilir de bu onların bağırsaklarını paramparça eder.’ (Muhammed, 47/15, Tirmizi’den Ö. ÇELİK, 3/201)
‘yüzleri kavuran bir su verilir.’ Kâfir, bu suyu içmek isteyip de yüzüne doğru yaklaştırınca yüzündeki deriler soyuluncaya kadar onu kavurur. (S. HAVVÂ, 8/332)
(Yâni) ateşin harâreti ile su talep ettikleri vakit, onlara su yerine kızgın mâden eriyiği verilir. Onu içmeye başladıkları vakit, harâretinden dolayı yüzleri haşlanır. O, Nebi (s)’in de buyurduğu gibi zeytinyağı tortusu gibi (Tirmizi’den) simsiyahtır. Kişi, o simsiyah ve galiz içeceğe yaklaşınca onun harâretinden yüzünün derisi dökülür. (İ. H. BURSEVİ, 11/382)
(31).‘İşte onlara altlarından ırmaklar akan (sonsuz mutluluk ve huzur diyârı olan, M. KISA, 1/318) Adn cennetleri vardır.’ (..)‘İnce ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyeceklerdir.’ Yeşil, gözleri en çok dinlendiren ve gözleri en iyi okşayan renklerdendir. Nitekim çağdaş ilim adamları da böyle söylemektedir. ‘Orada tahtları üzerine yaslanırlar.’ Yaslanma hâllerinin özellikle zikredilmesinin sebebi, tahtları üzerinde rahat içerisinde bulunanların hâllerini îzah ettiğinden ve cennetin de nîmetler yurdu olmasından dolayıdır. (S. HAVVÂ, 8/333)
Âhiret hayâtı ve burada müminlere verilecek nîmetler öz ve yapı itibâriyle dünyâda bilinen nesnelerden farklı olduğu için insanlar tarafından bilinmemektedir. Burada ve benzeri diğer âyetlerdeki tasvirler ise (Meselâ Hacc, 22/23; İnsan, 76/21) müminler için ebedî hayatın konforu, canlılığı ve rahatlığının temsîlî birer anlatımıdır. ((KUR’AN YOLU, 3/552)
18/32-36 ŞU İKİ ADAMI MİSAL OLARAK ANLAT
32. (Ey Peygamberim!) Onlara (şu) iki adamı örnek ver: Biz onların birine iki üzüm bağı lütfetmiş, etraflarını hurmalarla çevirmiş ve ikisinin arasında da ekin (vemeyvelîk) bitirmiştik.
33. Her iki bağ da (hersene) yemişlerini vermiş, hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Onların (ikibağın) arasından bir de ırmak akıtmıştık.
34. Onun (başka) serveti de vardı. Bu yüzden arkadaşı ile konuşması sırasında: “Benim malım ve servetim seninkinden daha çoktur ve (ayrıca) maiyyetim bakımından da senden daha itibarlıyım.” dedi.
35, 36. (Böylece) o (zenginliğiyleövünenkimse), kendisine zulmederek, (inkârcıbirhâlde) bahçesine girdi: “Bunun hiçbir zaman batacağını zannetmiyorum.” dedi. 36. “Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen ben, Rabbime döndürülürsem bunun yerine, elbette bundan daha iyisini bulurum.” dedi.
32-36. (32).‘Onlara (şu) iki adamı örnek ver.’ Yüce Allah bu âyetlerde biri îman, diğeri küfrün temsilcisi durumundaki iki adamın inanç ve davranış özelliklerini örnek vermiştir. Âyetlerden anlaşıldığına göre, küfrün temsilcisi olan şahıs büyük servete sâhîp, îmânın temsilcisi ise fakir ve zayıftır. Servet sâhibi olan şahıs, fakir olan arkadaşına böbürlenme ve nankörlük vesîlesi yapmıştır. Malının yok olmayacağına ve kıyâmetin kopmayacağına inanmaktadır; kopsa bile âhirette Allah katında daha iyi durumda olacağını iddia etmektedir. Âhirete inanan arkadaşı ise, îman ve sâlih amel konusunda öğüt vermiş, kendisini topraktan (Allah’ın) yarattığını, O’na ortak koşmamasını, nankörlük etmemesini bildirmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/554, 555)
18/37-44 O ALLAH BENİM RABBİMDİR
37, 38. Onunla konuşmakta olan arkadaşı da, ona dedi ki: “Seni (önce) topraktan, sonra bir nutfe (sperm)den yaratıp sonra da sana insan biçimi veren (Allah’)ı inkâr mı ediyorsun?” 38. “Fakat (beninanıyorumki) O Allah benim Rabbimdir; ben Rabbime hiç kimseyi ortak tutmam.”
39, 40, 41. “(Keşke) Bahçene girdiğin zaman, ‘Mâşâallah, lâ kuvvete illâ billâh (buAllah’ındilediğidir, Allah’tanbaşkahiçbirkuvvetyoktur!)’ deseydin. Üstelik beni, mal ve evlât bakımından kendinden daha aşağı görüyorsun. Umulur ki Rabbim bana senin bahçenden daha iyisini verir, o (seninki)nin üzerine gökten bir âfet indirir, o da kuru bir toprak oluverir yâhut suyu yere çekilir de artık onu bir daha elde edemezsin.” [krş. 57/20]
42. Nitekim o (inkârcı)nın serveti kuşatıl(ıpürünühelâkedil)di, çardakları çökmüş hâlde (görünce), o (bahçe)nin uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını ovuşturmaya başladı ve: “Keşke ben, Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım.” dedi. [krş. 68/17-31]
43. Ona Allah’tan başka yardım edecek bir topluluk da yoktu. Karşı koy(upkendisinikurtar)amadı da.
44. İşte bu durumda velâyet (yardım ve dostluk, himâye ve koruma) sâdece hak olan Allâh’a mahsustur. Allah en hayırlı mikâfat verendir ve en hayırlı sonucu var edendir!
37-44. (37).‘Bahçene girdiğin zaman ‘Mâşaallah, lâ kuvvete illâ billâh’ deseydin.’ Çok güzel ve üstün yaratılışlı bir şeyi görünce ‘Mâşaallah, la kuvvete illâ billâh’ demek gerekir. Böylece kişinin bakışları ve o şeyi nazar yoluyla etkilemesi de kırılmış olur. (H. DÖNDÜREN, 1/478)
Hadis: Ebû Hüreyre’den Peygamber (s) buyurdu ki: Sana cennet hazînelerinden birisini bildireyim mi? ‘Lâ kuvvete illa billâh.’ (Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 8/346)
Hadis: Allah herhangi bir kula âile, mal veya çocuk gibi, her ne nîmet verirse, o kişi ‘Mâşâallah, lâ kuvvete illâ billâh’ deyiversin. Ölümden başka onda herhangi bir musibet görmez. (S. HAVVÂ, 8/346)
Bilesinki, anlatılan kıssa, şüphesiz pek çok ibretlerle doludur. Bunların en önemlisi ise, tevhîde sarılmanın ve dünyâ sevgisini terk etmenin iki cihanda kurtuluşa sebep olacağıdır. Şirk ve dünyâ sevgisi kişiyi dünyâda ve âhirette helâke götürür. (İ. H. BURSEVİ, 11/406)
Bu olay, inananla inanmayan insanın iç dünyâlarını anlatan bir temsildir. Burada inanmanın insan rûhuna verdiği güven ve huzur ile, inançsızlığın sebep olduğu güvensizlik ve huzursuzluk anlatılarak Mekkeli zengin müşriklerle yoksul Müslümanların ruh hâlleri tasvir edilmiştir. (KUR’AN YOLU 3/555)
18/45-49 RABBİN HUZÛRUNA ÇIKARILIŞ
45. (Ey Peygamberim!) İnsanlara dünyâ hayâtının misâlini şöyle anlat: O (dünyâhayatınındurumu) tıpkı, gökyüzünden indirdiğimiz su ile yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması (sulanıpgüzelleşmesi) ve sonunda (obitkilerinkuruyup) rüzgârların savurduğu çöp kırıntısı hâline gelivermeleri gibidir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sâhibidir. [bk. 10/24; 39/21; 57/20]
46. Mal ve oğullar, (geçici) dünyâ hayâtının ziynetidir. Bâkî olan sâlih ameller ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı, ümit bağlanmaya da daha lâyıktır. [bk. 3/14; 64/15]
47. (Ey Peygamberim!) Kıyâmetin koptuğu gün, biz dağları yürüt(üpgider)eceğiz ve yeri apaçık (düzveçıplak) göreceksin. (Yineogün) içlerinden hiçbir kimseyi bırakmaksızın herkesi (mahşerde) toplarız. [bk. 20/ 105-107; 101/5]
48. (Ey Peygamberim! Mahşer yerinde insanlar) sıralar hâlinde Rabbine arz olunmuşlardır. (Onlara🙂 “Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz. Fakat siz, sizin için vaadi(mizi) yerine getirecek bir zaman sınırlamadığımızı zannettiniz değil mi?” (denilir).
49. (Amelleriyazılı) kitap (önlerine) konulmuştur. Artık o günahkârları görürsün ki onun içindeki (yazılı) şeylerden korkarak: “Eyvah bize! Bu nasıl kitaptır? Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp onları sayıp dökmüş.” derler. Onlar (bütün) yaptıklarını (okitabıniçinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. [bk. 17/71; 45/28-29]
45-49. (45).‘Onlara dünyâ hayatının örneğini şöyle anlat: O (dünyâhayatınındurumu) tıpkı, gökyüzünden indirdiğimiz su ile yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması ve sonunda (obitkilerinkuruyup) rüzgârların savurduğu çöp kırıntısı hâline gelivermeleri gibidir.’ Mekke’li bâzı zenginler, mal ve evlât çokluğu sebebiyle tevhid dînine girmeye tenezzül etmiyorlar. (Kalem, 68/14, 15; Câsiye, 45/24) Yüce Allah dünyâ hayâtını bitkiye hayat veren suya benzetiyor, bir süre sonra su çekilince bitkiler kuruyacaktır. Bu ibretli benzetmeye göre dünyâ hayâtı fânîdir, fânî olan gidecek, sâlih ameller kalacaktır. (KUR’AN YOLU, 3/557)
(46).‘Mal ve oğullar (geçici) dünyâ hayâtının ziynetidir.’ İslâm, helâlmalkazanmayı ve dünyâ nîmetlerinden yararlanmayı yasaklamamıştır. ‘De ki: Allâh’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünyâ hayâtında müminlere yaraşır.’ (Araf, 7/32) Ancak İslâm, bu nîmetlerin fakirlere karşı kibir ve gurur vesîlesi edilmesini, maddi ve psikolojik baskı aracı yapılmasını hoş görmez. (KUR’AN YOLU, 3/557)
Allah’ı zikir, namaz, oruç, zekât, hac, cihat etmek, iyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak, ana, baba, akraba, komşuya iyi davranmak, Kur’ân’ın öngördüğü bütün iyi işler, kurtuluşa vesîle olacak sâlih amellerdir. (KUR’AN YOLU, 3/557)
Bâkiyât-ı Sâlihat: Beş vakit namaz, tesbih, tehlil, tekbir, hamd gibi Allah’ı öven, ve duâ niteliği taşıyan yakarışlar, anlamı da verilmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/478) (..) İslâm’ın yapılmasını istediği sözlü ve fiili, kalbî, mâlî ve bedenî her türlü iyi, güzel ve hayırlı ameller bâki olansâlihamellerdir. Îman bunların başında gelir. (İ. KARAGÖZ 4/364)
Âyette mal, mülk, servet ve evlenip çocuk sâhibi olunması teşvik edilmektedir. ‘(Ey Peygamberim!) De ki: Allâh’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünyâ hayâtında müminlere yaraşır, kıyâmet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır.’ (7/12). (..) Bakara sûresinin 201’nci âyetinde beyan edildiği gibi mümin hem dünyâ nîmetlerine, iyilik, güzellik ve ziynetlerine, hem âhiret nîmetlerine tâlip olur, bu uğurda çalışır, helâlinden kazanır. (İ. KARAGÖZ 4/363)
(47).‘(Kıyâmet) günü biz dağları yürüt(üpgider)eceğiz.’ Kur’ân’ın değişik yerlerdeki anlatımına göre, o gün yer kütlesi sarsılacak ve dağlar darmadağın edilecek (Hâkka, 69/10), savrulan kum yığınları hâline gelecek (Müzzemmil, 73/14), atılmış renkli yün gibi olacak (Kâria, 101/5), toz duman hâline gelecek (Vâkıa, 56/5, 6), buLûtlar gibi hareket edecek, nihâyet bir serap olacaktır. (Nebe, 78/20). Rabbimiz dağları unufak edip savuracak, yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak, kıvrım ve tümsek görülmeyecek. (Tâhâ, 20/105, 107, KUR’AN YOLU, 3/558)
‘.. sen yeryüzünü dümdüz görürsün.’ Yerin dümdüz olması: Dağlar yürütülüp yıkılınca yeryüzü bir serap gibi dümdüz olur, dere ve tepe kalmaz. (78/20). ‘(Ey Peygamberim!) Sana dağları soruyorlar. De ki: Rabbim onları unufak edip savuracak, yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak. Orada artık ne bir kıvrım, ne de bir tümsek görürsün.’ (20/105-107; İ. KARAGÖZ 4/365)
(49).‘Artık kitap ortaya konmuştur. Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır? Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp onları sayıp dökmüş’ derler.’ (mücrimler) Bu ve benzeri âyetler (meselâ Câsiye 45/29; İnfitar 82/10-12) insanoğlunun dünyâda başıboş bırakılmadığını yapmış olduğu iyi veya kötü, büyük veya küçük her türlü amelin, mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde yazılıp korunduğunu ifâde etmektedir. (KUR’AN YOLU, 3/558)
‘Rabbin hiç kimseye zulmetmez.’ Ne başkasının işlediği bir günah, bir kimsenin hesap defterine yazılır, ne bir kimse işlediği günahın cezâsından fazlasına çarptırılır, ne de suçsuz bir insan cezâlandırılır. (MEVDÛDİ, 3/159)
Hadis: Hz. Âişe (r), ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Kadın ve erkeklerin hepsi bir arada olunca birbirlerine bakmazlar mı? Diye sormuş. Peygamber (s): Ey Âişe! O gün durum, insanların birbirine bakamayacakları kadar şiddetlidir’ cevâbını vermiştir. (Müslim Cennet 14, İ. KARAGÖZ 4/368)
18/50-53 İBLİS CİNLERDENDİ, RABBİNİN EMRİNDEN DIŞARI ÇIKTI
50. (Ey Peygamberim!) Hani meleklere: “Âdem’e secde edin.” demiştik de İblis hâriç hemen secdeye kapanmışlardı. O cin(ler)dendi, Rabbinin emrinden çıktı / âsî oldu. (Eyinsanlar!) Beni bırakıp da iblisi ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar size düşmandır. (Böyleyapmak) zâlimler için ne kötü bir değiştirmedir! [bk. 2/34; 7/12; 15/28-39]
51. Ben, göklerin ve yerin yaratılmasında ve kendilerinin yaratılmasında, onları (iblis ve zürriyetini) hazır bulundurmadım. (İnsanları) saptıranları da (kendime) yardımcı edinmiş değilim. [bk. 17/56; 27/60-64; 34/22-23]
52. (Ey Peygamberim!) O gün (Allah, müşriklere): “Benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz putları çağırın.” der. Hemen onları çağıracaklar ama (onlar) kendilerine cevap vermeyeceklerdir. Biz onların arasına bir cehennem vâdilerinden bir vâdi koyacağız. [bk. 46/5]
53. Kâfirler, ateşi gördüklerinde artık, içine düşecek olanların kendileri olduklarını anlayacaklar, fakat oradan dönecek (vekaçacak) yer de bulamayacaklar.
50-53. (50).‘Hani meleklere: Âdem’e secde edin demiştik de İblis hâriç hemen secdeye kapanmışlardı. O cin(ler)dendi, Rabbinin emrinden çıktı / âsi oldu.’ Melekler, nûrâni varlıklar olup, onların erkeklik ve dişilikleri yoktur. Onlar evlenmezler, dolayısıyla çocuk sâhibi olmazlar. Melekler, yaratılışları itibâriyle itaatkâr varlıklar olup, Allah’a aslâ isyan etmezler, kendilerine emredilenleri yerine getirirler (Nahl, 16/50; Tahrim, 66/6). Hâlbuki İblis Allah’a isyan etmiştir, çünkü o cinlerdendir. Cinler ise itaat veya isyan etme özgürlüğüne sâhîp varlıklardır. (KUR’AN YOLU, 3/560)
Kur’ân-ı Kerimde İblis’in de (A’raf 7/12) cinlerin de (Rahman, 55/15) ateşten yaratılmış oldukları bildirilmiştir. Bu âyetler, cinlerle meleklerin ayrı ayrı varlıklar olduğunu gösterir. (KUR’AN YOLU, 3/560)
Birini ‘dost edinmek’, onu sevmek, ona yardım etmek, onun dediğini tutmak, güvenmek, sırlarını açmak, iyi ve kötü gününde onunla birlikte olmak(tır). ‘.. düşman edinmek’ ise, onu sevmemek, onun dediğini tutmamak, ona karşı tedbirli olmak, ona güvenmemektir. Dolayısıyla iblis, insan ve cin şeytanlarını düşman bilmek, onlara uymamak gerekir. (..) Kimin arkadaşı şeytan olursa, o kimse kendisine çok kötü bir arkadaş edinmiş olur.’ (4/38). ‘Kim Allâh’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse muhakkakki o, açık bir ziyana uğramıştır.’ (4/119; İ. KARAGÖZ 4/372)
Hadis: Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise öz ateşten yaratıldı. Âdem de (Kur’ân’da) size anlatılan şeyden (toprak) yaratıldı. (Müslim Zühd 60, KUR’AN YOLU, 3/561)
(..) İnkâr etmek, Allâh’a ortak koşmak, cana kıymak, hırsızlık, yalan ve benzeri günahları işlemek, namaz ve oruç gibi farz ibâdetleri terk etmek gibi; kötü söz, eylem ve davranışlar şeytana uymanın sonucudur. Îman edip dînî görevleri yapmak ve haramlardan sakınmak, Allâh’ı dost edinmektir. İnsanların zihinlerine gelen iyi düşünceler Allah’tan, kötü düşünceler şeytandandır. (İ. KARAGÖZ 4/373)
(52).‘O gün (Allah, müşriklere): “Benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz putları çağırın.” der. Hemen onları çağıracaklar ama (onlar) kendilerine cevap vermeyeceklerdir. Biz onların arasına bir cehennem vâdilerinden bir vâdi koyacağız.’ Şânı Yüce Allah, bu müşriklerin kurtuluşları olmadığını, onların dünyâ hayâtında ilâh diye kabul ettikleri ilâhlarına ulaşamayacaklarını, âhirette bu ilâhlar ile onlara tapan kimselerin arasını ayıracağını, her grubun ötekisine gidemeyeceğini, aksine aralarında korkunç bir helâk yeri bulunacağını ve bunun dehşet verici ve korkunç bir iş olacağını belirtmektedir. (S. HAVVÂ, 8/361)
‘mevbikan: uçurum’: Helâk olacak yer. İbn-i Abbas, ‘helâk olacak yer’ diye tefsir etmiştir. Katâde dedi ki: Bize anlatıldığına göre Ömer El Bukai, Abdullah b. Amr’dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Orası derin bir vâdidir. Kıyâmet gününde hidâyet ehli ile dalâlet ehlini birbirinden ayırır. Katâde der ki: Mevbık, cehennemde bir vâdidir. (S. HAVVÂ, 8/367)
Hadis: İbn Cerir rivâyet ediyor… Ebu Said’den, o da Rasûlullah (s)’den dedi ki: Kâfir, kırk yıllık mesâfeden cehennemi görür ve oraya düşeceğini anlar.’ (S. HAVVÂ, 8/368)
18/54-59 TARTIŞMAYA EN ÇOK DÜŞKÜN VARLIK
54. Andolsun ki biz, bu Kur’ân’da insanlara (ihtiyaçduydukları) her misâli farklı üslûplarda açıkladık. Fakat (kâfir) insan, pek çok şeyde tartışmacı olmuştur.
55. Kendilerine doğru yolu gösteren rehber (peygamberveKur’ân) geldiği hâlde insanları, îman etmelerinden ve Rablerinden mağfiret dilemelerinden alıkoyan şey, ancak ve ancak evvelkilerin başlarına gelen, âdet-i ilâhî (olanfelâket)in kendilerine de gelmesini veya onlara gözleri önünde (âhiretteki) azâbın gelivermesi(nibeklemeleri)dir.
56. Biz peygamberleri sâdece (cenneti) müjdeleyici ve (azâbakarşı) uyarıcılar olarak gönderdik. Küfre sapanlar ise, hakkı bâtılla çürütmek (veortadankaldırmak) için mücâdele ederler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri de alaya aldılar.
57. Rabbinin âyetleriyle (kendine) hatırlatıldığı hâlde, onlardan yüz çeviren ve kendi yaptığı (günahları)nı unutan kimseden daha zâlim kim vardır? Biz de (busebeple) onların kalplerinin üzerine, onu (Kur’ân’ı) iyi anlamalarına engel olan perdeler ve kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları Kur’ân’a çağırsan da, aslâ doğru yola gelmezler.
58. (Ey Peygamberim!) Senin Rabbin çok bağışlayıcı, merhamet sâhibidir. Eğer onları kazandıkları (günahları) ile hesâba çekseydi, onlar için azâbı çabuklaştırırdı. Fakat onlar için vaadedilen bir zaman vardır ki, (ogüngeldiğinde) O’ndan başka hiçbir sığınacak yer bulamayacaklardır. [bk. 16/61; 35/45]
59. İşte (Âd, Semûdgibi) zâlim oldukları vakit kendilerini helâk ettiğimiz beldeler! Onların helâki için de belli vakit koymuştuk.
54-59. (54).‘Fakat insan, pek çok şeyde tartışmacı olmuştur.’ Cedelin hedefi, başkasını kötülemek, ayıplamak ve onu perişan etmektir. Bu ise olgun insanın değil, yırtıcı hayvanların özelliklerindendir. Bu sebeple, (Hadis) Resul-i Ekrem (sav), haklı olduğu hâlde bile, cedeli, münâkaşayı terk edene cennetin kenarında bir köşk verileceğini müjdelemektedir. (Ebu Dâvut, Tirmizi’den Ö. ÇELİK, 3/211)
Hadis: Hz. Ali (r) anlatıyor: Rasûl-i Ekrem (s) bir seferinde gelip, ben ve eşim Fâtıma içerde bulunuyorken kapımızı çaldı ve ‘(Gece, S. HAVVÂ) namaz kılmaz mısınız?’ diye buyurdu. Ben: Ey Allâh’ın Rasûlü! Canlarımız Allâh’ın elindedir. O bizi kaldırmak isterse kaldırır’ diye karşılık verdim. Bunu işiten Rasûlullah (s)’in elini baldırına vurarak ‘Ne var ki insan gerçekler karşısında kavga ve tartışmaya pek düşkündür. (Kehf, 18/54) buyruğunu okuyup, gittiğini duydum. (Buhâri Teheccüd 5, Müslim Müsâfirin 206’den Ö. ÇELİK, 3/211, 212)
Bu hadis-i şerif şunu göstermektedir: Farîzâları, vâcipleri terk ve günahları işlemek gibi kusur hâller şöyle dursun, kemâli gerektirici hâllerden uzaklaşmaya bile kaderi gerekçe göstermek, İslâmi edebe aykırıdır. (S. HAVVÂ, 8/369)
‘.. inkâr edenler ise, bâtıl sözlerle hak olan Kur’ân’ı iptal etmek ve hükümsüz hâle getirmek için mücâdele ederler.’ Çağımızda da, geçmişte müşriklerin yaptıkları gibi, peygamberi ve müminleri yeren, eleştiren, Kur’an hükümlerini etkisiz, hükümsüz ve uygulanmaz hâle getirmek için bâtıl söz, düşünce ve yöntemlerle çalışan kâfirler vardır. Ancak yüce Allah, kâfirler istemese de dînini gâlip ve hâkim kılacaktır. (48/28)
‘Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya aldılar.’ İslâm, peygamber, âyetler ve Kur’an hükümleri ile alay etmemek gerekir. Çünkü bunlarla alay etmek, kâfirlerin özelliğidir. Alay eden kimse, alay ettiği şeyi küçümsediği, beğenmediği, değersiz ve önemsiz gördüğü için alay eder. Peygamber, Kur’an, âyetler, ilâhi emir ve yasakları küçümsemek, beğenmemek, önemsiz ve değersiz görmek küfürdür. (İ. KARAGÖZ 4/380)
(57).‘Rabbinin âyetleriyle (kendine) hatırlatıldığı hâlde, onlardan yüz çeviren ve kendi yaptığı (günahları)nı unutan kimseden daha zâlim kim vardır? Biz de (busebeple) onların kalplerinin üzerine, onu (Kur’ân’ı) iyi anlamalarına engel olan perdeler ve kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, aslâ doğru yola gelmezler.’ Allah’ın âyetleri kendilerine hatırlatıldığı hâlde kibirlenip, sırt çevirenlerin ve yaptıkları kötülükleri unutanlar, kendilerine en büyük zulmü yapmışlardır. Yüce Allah, peşin fikirli ve inatçı kimselerin, inkârları yüzünden kalplerini mühürler, kulaklarını da kapatır. (Nisâ 4/155) Dolayısıyla bunlar, hakkı işitmez ve anlamazlar. (KUR’AN YOLU, 3/564)
Kalplerin perdeli ve kulakların sağır olmasının sebebi, insanın kendisidir. İnkârı isteyen kâfir ve müşrikler, bu sebeple kalpleri anlamaz, ve kulakları duymaz yapan yüce Allah’tır. İnsan inkâr ve isyan istemedikçe, arzu ve irâdesini bu istikâmette kullanmadıkça, yüce Allah onun kalbine perde ve kulaklarına ağırlık koymaz. (13/11, 8/53; İ. KARAGÖZ 4/381)
(58).‘Ama Rabbin çok bağışlayıcı, merhamet sâhibidir. Eğer onları kazandıkları (günahları) ile hesâba çekseydi, onlar için azâbı çabuklaştırırdı…’ İşte O’nun azâbı çabucak göndermeyişi, rahmet ve mağfiretinin delilidir. Çünkü O, hilim göstererek hemen cezâlandırmaz, günahları örter, mağfiret eder ve süre tanır. (S. HAVVÂ, 8/365)
(59).‘İşte zulmettiklerinden dolayı (hâlkını) helâk ettiğimiz şehirler. Onları da yok etmek için bir süre belirlemiştik.’ Yüce Allah, kullarının kusur ve isyanlarına rağmen onları hemen cezâlandırmaz, uslanmaları için mühlet verir. Allah’ın sünneti böyledir. Verilen süre içinde tevbe edip hakka dönmezlerse, artık dünyâ ve âhirette cezâlarını verir. Nitekim daha önce zâlim Âd, Semûd, Lût vb. kavimlere de belli bir süre vermiş, fakat verilen süre içinde hakka dönmedikleri için onları helâk etmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/564)
18/60-64 MÛSÂ VE GENÇ ADAM
60. Bir vakit Mûsâ, (hizmeteden) gencine demişti ki: “Ben (Hızır’labuluşmakiçin) iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim veya uzun zaman geçireceğim.”
61. Derken (ikisi) o iki (denizarası)nın birleştiği yere varınca (birkayayasığındılar. Fakatazıklarındansubirikintisinekoyduklarıcansız) balıklarını unuttular. O da sıçrayıp denizde bir deliğe / oyuğa doğru yola koyulmuştu.
62. (Odenizkavşağını) geçtikleri zaman (Mûsâ) gencine: “Kuşluk yemeğimizi getir (deyiyelim). Bu yolculuğumuzda hakikaten yorgun düştük.” dedi.
63. (Genç🙂 “Gördün mü! O kayalığa sığın(ıpdinlen)diğimiz sırada, balığı (söylemeyi) unuttum. Onu söylememi bana unutturan şeytandan başkası değildir. O, şaşılacak şekilde (canlanıp) denizde yolunu tutmuştu.” dedi.
64. (Mûsâ🙂 “Aradığımız şey bu!” dedi. Hemen (geldikleriyoldanikisi) izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler.
60-64. (60).‘Hani Mûsâ, genç arkadaşına demişti ki, Ben yıllarca sürse dahi, iki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar yürümeye kararlıyım.’ Onun genç arkadaşı, vefâtından sonra kavminin üzerinde Hz. Mûsâ’nın hâlifesi olarak kalan Yûşâ b. Nûn’dur. Ondan ‘genç arkadaşı’ diye söz etmesi, hem ona hizmet edip onunla birlikte bulunması, hem de ondan ilim öğrenmesi sebebiyledir. Bunda öğretenlere de öğrencilere de bir ibret dersi vardır. Öğretenlerin öğrencileri arasından en yetenekli, en iyi ve en çok memnun oldukları kimseleri sohbetlerine almaları ve onları ehliyetli bir seviyeye getirmeleri gerekir. Diğer taraftan öğrencilerin de bu şekilde hocaları ile birlikte olmaktan, ona hizmet etmekten çekinmemeleri gerekir. (S. HAVVÂ, 8/375)
Hadis: İbn-i Abbas’ın, Übey b. Ka’b’dan naklettiğine göre, Nebi (s) özetle şöyle buyurmuştur: Mûsâ İsrailoğullarına konuşmuştu. Kendisine ‘En bilgili insan kimdir?’ diye soruldu. O da ‘Benim’ dedi. Bunun üzerine Allah, vermediği bir ilimden ötürü onu kınadı ve ona iki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulun, ondan daha bilgili olduğunu vahyetti. Yanlarına bir balık alıp, onu aramalarını bildirdi. Bu gençle (Yûşâ) yola çıktı, balığı kaybettikleri yerde Hızır (as) ile buluştular ve aşağıdaki âyetlerde anlatılacak olan hikmetli olaylarla dolu yolculuğa çıktılar. (Buhâri Tefsir 18/2’den, H. DÖNDÜREN, 1/479)
(..) En kuvvetli ihtimâle göre Mecmaü ‘l Bahreyn Akabe ve Süveyş körfezlerinin birleştiği yerdir. Çünkü burası iki denizin ayrıldığı ve birleştiği noktadır. İbn Abbas’ın naklettiği bir hadisteki bilgilerden anlaşıldığı gibi olay (Buhâri, Müslim) Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğullarını Mısır’dan çıkarıp Sînâ dağına götürmesi ve burada vahiy almasından sonra vuku bulnuştur. Sînâ dağına ve Sînâ çölüne en yakın iki deniz ise Süveyş ve Akabe körfezleridir. (..) Bilindiği kadarıyla Hz. Mûsâ, Mısır’dan ayrıldıktan sonra, denizi geçip Sînâ yarımadasının batı sâhilini tâkip ederek güneydeki Sînâ dağına ulaşmış, daha sonra arz-ı mev’uda gitmek üzere bu defâ Sînâ yarımadasının doğu tarafından yukarıya çıkmış(tır). İsrâiloğulları söz dinlemeyince geri dönmüş, kırk yılını Sînâ yarımadasında geçirmiş (el Mâide 5/26). (daha sonra) vefat etmiştir. (TDV İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, Mecmaü ‘l Bahreyn md. 28/256)
(61).‘İkisi, iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular.’ Sözün gelişinden anlaşılıyor ki Mûsâ, sormayı unuttu. Delikanlısı da söylemeyi unuttu. (..) ‘Hâlbuki o denizdeki yolunu tutmuş, bir deliğe girmişti.’ Demek ki, ‘ölülerin diriltilmesi’ne nümûne olanbir mûcize meydanagelmiştir. Mûsâ’nın haberi olmadığına göre, bu artık aranan zâtın mûcizesi oluyordu. Delikanlı bunu görmüş, her nasılsa haber vermeyi unutmuştu. (ELMALILI, 5/369)
Buluşacakları kişi, ledünni ilme sâhîp, Hızır (as) dan başkası değildir. Mûsâ (as) zahir ilmi, Hızır (as) ise bâtın ilmi temsil ediyordu. Yolculuk sırasında yaşanan (a) Gemiyi delme, (b) Oğlan çocuğunu sebepsiz yere öldürme, (c) Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı düzeltme olayları, bize her sosyal olayların, kaza ve musîbetlerin bir görünen yüzü, bir de görünmeyen yüzünün bulunduğunu gösterir. (H. DÖNDÜREN, 1/480)
18/65-70 MÛSÂ (AS) İLE HIZIR (AS) BULUŞMASI
65. Derken (orada) kullarımızdan bir kul (olanHızır’ı) buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet (vahiy) vermiştik ve ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66. Mûsâ ona: “Sana doğru yol (vehayır) olarak öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
67. (Oda🙂 “Doğrusu sen, benimle birlikte (yaptıklarıma) sabretmeye dayanamazsın.”
68. “(Üstelikbilgiolarak) içyüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?” dedi.
69. (Mûsâ🙂 “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.” dedi.
70. (Hızırda🙂 “O hâlde bana tâbi olursan, ben sana (okonuda) bir söz söyleyinceye kadar, bana (yaptıklarımdan) hiçbir şey sorma.” dedi.
65-70. (65).‘Derken (orada) kullarımızdan bir kul (olanHızır’ı) buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.’ Hızır (as)ın yaşayıp – yaşamadığıtartışmalı bir konudur. Birçok âlimler bâzı hadisler ile Enbiya (21/34) âyetiyle ‘Ey Muhammed! Biz senden önce hiçbir insana ebedilik vermedik’ akla ve nakle dayanan bâzı deliller getirerek vefat etmiş olduğunu söylemişlerdir. (ELMALILI, 5/370)
(Bâzı) tasavvuf bilginleri Hızır’ın vefat etmediğini ve arasıra görüldüğünü söylemişlerdir. Kimi tasavvuf bilginleri de, Hızır’lığı kimi sâlih kişilerin erdiği mânevi bir rütbe olarak açıklamışlardır. Buna göre Hızır (as)‘ın varlığı, biyolojik yaşam yerine, misâl âleminde gayba ilişkin bir takım görevler üstlenme olarak algılanabilir. (H. DÖNDÜREN, 1/480)
Ledünni İlim / Gayb ve sır ilmi: Vahiy ve ilham her ikisi de Allah’tan gelen, vâsıtasız / aracısız elde edilen bilgilerdir. Her ikisi de Allah katındandır. Vahiy objektif ve genel, ilham sübjektifveözeldir. İlham, belli konulara âit özel bilgi olup, meşruiyeti, geçerliliği vahiy yoluyla alınan bilgiye uygun olmasına bağlıdır. (KUR’AN YOLU, 3/573, 574)
Ledünni İlim: İnsanlara verilen vasıtalarla elde edilmeyen, ancak Allah’ın bildirmesiyle bilinen gayb bilgisi veya onun bir çeşididir. Ledünni ilim, bir kısım ehil zevâta mahsustur; onun özü de zühddür, ihsan duygusuna vasıl olabilmektir. Hâsılı bu ilim kalbi hayatla ilgilidir. (Ö. ÇELİK, 3/219)
Hadis: Mûsâ (as), Hızır’la karşılaştıklarında ona hitâben Hızır: (İnsanların en zâlimi sen misin sualine karşılık) ‘Ya Mûsâ! Allah bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur’ dedi. (Buhâri Tefsir 18/2, 3, 4’den, Ö. ÇELİK, 3/219)
(66).‘Mûsâ ona: ‘Sana doğru yol olarak öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?’ dedi.’ Bu kıssada ilim için araştırma yapmak ve yolculuğa çıkmaya bir teşvik delîli ve bununla berâber ledünni ilmin çaba harcamak ve istemekle kazanılmasının mümkün olmadığını anlatmak vardır. Rüşd: Hayrı, doğru yolu bulmaktır. Bu sözde, âlime karşı alçak gönüllülüğün gereğine ve ilim tahsilinden esas maksadın rüşdü kazanmak olduğuna ve ilim öğrenmede gönül alçaklığı, edep, nezâket, ardına düşme ve hizmetin şart olduğuna delâlet vardır. (ELMALILI, 5/372)
Bu buyrukta şuna delil vardır: Bir kişi ulaşılabilecek en ileri noktaya ulaşmış olsa dahi, ilim talebine ara vermeyecek, onu terk etmeyecektir. İnsanın rûhu ne kadar yücelirse, o kadar kibirden uzaklaşmış olur. İşte Mûsâ, ulü’l azm peygamberlerden olmasına rağmen, Hz. Hızır’dan bilgi öğrenmek isteyişini, kendisini küçültücü bir yaklaşım olarak görmemiştir. (S. HAVVÂ, 8/384)
18/71-78 MÛSÂ (AS) İLE HIZIR (AS) YOLCULUĞU
71. Bunun üzerine ikisi de sâhilde yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri vakit, (Hızır) onu deldi. (Mûsâ🙂 “Gemi hâlkını boğmak için mi onu deldin? Hakikaten sen kötü bir şey yaptın.” dedi.
72. (Oda🙂 “Sen benimle birlikteliğe aslâ sabredemezsin demedim mi?” dedi.
73. (Mûsâ🙂 “Unuttuğum şeyden dolayı bana çıkışma, (arkadaşlık) işimde bana bir güçlük çıkarma (dabeniaffet).” dedi.
74. Yine (birlikte) gittiler. Tâ ki, bir oğlan çocuğuna rastlayınca (Hızır) hemen onu öldürdü. (Mûsâ🙂 “Bir can karşılığı olmaksızın, tertemiz (günahsız) bir canı öldürdün ha! Hakikaten sen (benzerigörülmemiş) çirkin bir iş yaptın.” dedi.
75. (Hızır🙂 “Ben sana, benimle birlikteliğe sabretmeye aslâ dayanamazsın demedim mi?” dedi.
76. (Mûsâ🙂 “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma! Artık bununla, tarafımdan (kabuledilen) son mâzerete ulaştın.” dedi.
77. Yine gittiler. Nihâyet bir memleket hâlkına varıp onlardan yemek istediler. (Vermedilerve) onları misâfir etmekten kaçındılar. Derken (orada) yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hemen onu doğrulttu (eskihâlinegetirdi). (Mûsâ: “Niçinyaptın?) Eğer isteseydin buna karşı bir ücret alırdın.” dedi.
78. (Hızır🙂 “İşte bu, seninle benim (birbirimizden) ayrılma (vakti)mizdir. (Şimdi) sana, sabretmeye dayanamadığın şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.” dedi.
71-78. (73).‘(Mûsâda)(Neolur) unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorguya çekme.’ Hadis: Rasûlullah (s) buyuruyor: Böylece ilk unutma ortaya çıktı. Bu sırada bir serçe gelip, geminin kenarına kondu ve ardından su içmek üzere gagasını denize daldırdı. Bunu üzerine Hızır (as), Hz. Mûsâ’ya: Allah’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır’ dedi. (Buhâri, Ö. ÇELİK, 3/221)
(74).‘Yine gittiler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladılar, o hemen bunu öldürdü. Ona: Cana karşılık olmaksızın mâsum bir kimseye mi kıydın? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.’ Kıssada geçen ‘Suçsuz bir insanı öldürmesi’ni hiçbir ilâhi din onaylamaz. Hâlbuki, âyetlerden anlaşıldığına göre Hızır bunları kendiliğinden değil, ilâhi emir gereği olarak yapmıştır. Hz. Mûsâ ve Hızır da aynı kaynaktan emir aldığına göre, Hızır’ın Allah’ın emirlerini uygulayan bir melek olduğu veya insanlar için belirlenen sınırlarla bağımlı olmayan başka bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır. (MEVDÛDİ, 3/172)
Hz. Mûsâ’nın itiraz etmemesinden anlaşıldığına göre, onun mâsum zannettiği kimse çocuk değil, işlediği suçlardan dolayı öldürülmesi gereken ergin bir gençtir. Hızır (as) bunu kendiliğinden değil, Allah’ın emriyle yaptığını söylemiştir. Hızır’ın çocuğu öldürmesi olayı, genel kurala aykırı olmakla berâber, Hızır için özel bir vahye dayanmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/573, ELMALILI’ya atıf var)
Bu arada Hızır, Mûsâ’ya şöyle demiştir: Ben Allah tarafından öyle bir ilim sâhibiyim ki, senin onunla amel etmen uygun değildir. Çünkü sen onunla amele memur değilsin. Sen de Allah tarafından öyle bir ilim sâhibisin ki, benim onunla amel etmem uygun değildir. Çünkü ben, onunla amele memur değilim. (Buhâri, Ö. ÇELİK, 3/222)
Hadis: Rasûl-i Ekrem (s) şöyle buyurur: Allâh’ın rahmeti bizim ve Mûsâ’nın üzerine olsun. Eğer acele etmemiş olsaydı, hayret edilecek daha nice şeyler görürdü. Fakat o, arkadaşından utandı, sabretmiş olsaydı, hayret edecek şeyler görecekti. (Müslim Fezâil 172’den, Ö. ÇELİK, 3/222, 223)
18/79-82 SABREDEMEDİĞİN ŞEYLERİN İÇ YÜZÜ
79. “Gemiye gelince: (O), denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) peşlerinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.”
80, 81. “Oğlanın ise, anne babası inanan kimselerdi. (Buçocuğun) onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden (veyazorlamasından) korktuk.” 81. “İstedik ki Rableri ona karşılık, kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.”
82. “Gelelim duvara: (O,) şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara âit bir defîne vardı. Babaları da sâlih (iyivetemiz) bir kimse idi. Rabbin onların (büyüyüp) olgunluk çağına ermelerini ve kendisinden bir rahmet olmak üzere defînelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu kendi emrim (vere’yim)le yapmadım. İşte üzerinde sabretmeye dayanamadığın şeylerin içyüzü bu!”
79-82. (79).“Gemiye gelince: (O), denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) peşlerinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.” Yaptığı açıklamayla Hızır’ın gemiyi niçin delip, hasarlı hâle getirdiği kolaylıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu davranış, bir ilâhi rahmet tecellisi ve o yoksullara yapılmış çok büyük bir iyiliktir. İşte Allah’ın hüküm ve fiillerinde dış görünüşe göre böyle zararlı gibi görünen bir kısım şeylere rastlanır ki, Allah katındaki sırları bilinirse, onların zarar değil fayda olduğu anlaşılır. (Bakara 2/216, Ö. ÇELİK, 3/223, 224)
(80).‘Oğlanın ise anne babası inanan kimselerdi. (Buçocuğun) onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden (veyazorlamasından) korktuk.’ Yâni oğlan, göründüğü gibi mâsum değildi. Bülûğa ermiş, azmış bir kâfir idi ki, anasını, babasını da küfür ve azgınlığının istilâsı altına almak üzere idi. Yâhut henüz çocuk ise de öyle küfür ve azgınlığa kabiliyetliydi ki, sağ kalırsa ileride anasını, babasını bile azıtacak, onları da küfre bürüyecekti. Hâlbuki o ana ve babanın îmanlarındaki samimiyeti, Allah tarafından böyle bir kötülükten korunmaya layık ve onun çocuk iken ölmesi hepsi hakkında hayırlı idi. (ELMALILI, 5/377)
Hadis: Hızır’ın canını aldığı çocuk, kâfir olarak tescillenmişti. Eğer yaşasaydı anne ve babasını kesinlikle azgınlık ve küfre zorlayacaktı. (Müslim Kader 29, İ. KARAGÖZ 4/392)
(Çocuk) dünyâya geldiği vakit, sevinmişlerdi. Öldürüldüğü zaman ise üzüldüler. Eğer hayatta kalmış olsaydı, onun sebebiyle helâk olacaklardı. O bakımdan kişi Allah’ın kazasına râzı olmalıdır. Çünkü müminin hoşuna gitmeyecek hususlarda dahi, Allah’ın kazasında bir hayır vardır. (S. HAVVÂ, 8/380)
‘Babaları da sâlih bir kimse idi.’ Bu buyrukta sâlih bir kimsenin zürriyetinin de korunduğuna bir delil vardır. Onun ibâdetinin bereketinin zürriyetini dünyâ ve âhirette onlara şefaatçi olmasıyla ve cennette derecelerinin daha yükseğe çıkartılması için şefaatini gerçekleştirmesi ile onları kapsar. (S. HAVVÂ, 8/380)
(82).‘Ben bunları kendiliğimden yapmadım.’ Senin gördüğün bu işleri, kendi içtihadımdan hareketle yapmış değilim. Allah’tan aldığım emire göre yaptım. ‘İşte dayanamadığın işlerin içyüzleri budur.’ (S. HAVVÂ, 8/380)
Âyetlerde sözü edilen bu üç olay, insanın dünyâ hayâtında karşılaştığı her işte ilâhi hikmetlerin nasıl tecelli ettiğini göstermektedir. Varlık âlemindeortaya çıkan hiçbir olay şer olarak nitelendirilemez. Allâh’ın her yaptığında, her emir ve yasağında nice hikmetler vardır. Ancak bu hikmetlerher zaman insanlar tarafından bilinemeyebilir. (İ. KARAGÖZ 4/394)
Kıssanın burada bitmesinden anlaşılıyor ki, bu açıklamaya karşı Mûsâ bir şey dememiştir. Demek ki Mûsâ’nın görünürde zararlı ve beğenilmez gördüğü şeyler, gerçekte öyle değilmiş. Öyle ki, o gizli sebepler açıklanınca zâhir ve bâtın birleşiyor. Bundan dolayı hakîkat ile şerîat uyuşmazlığıgerekmez, (sözkonusudeğil) çünküşeriat hakkın hükmüdür. Hakkın hükmü de, hakikatte ne ise odur. Onun için iç yüze göre emredilmiş olan Hızır, Hakk’ın emri olan şeriat ile amel ettiği gibi, şeriatla emrolunmuş bulunan Mûsâ da, hakîkat açıklandığı zaman şeriat bakımından itirâza yer olmadığını görüyor. Bunun için İmâm-ı Rabbâni, Mektubat’ında 43. Mektupta demiştir ki: Tarikat ve şeriat birbirinin aynıdır. Aralarında kıl ucu kadar uyumsuzluk yoktur. Şerîata aykırı olan her şey reddedilir ve şeriatın reddettiği her hakikat iddiası bir zındıklıktır.
Yine 41. Mektupta şeriat, tarikat ve hakîkat konusunda demiştir ki: Meselâ dilin yalan söylememesi şeriat, kalpten yalan hatırasını yok etmek eğer zorlanıp çalışmakla olursa tarikat ve eğer külfetsiz yapılması kolay olursa hakikattir. (ELMALILI, 5/378, 379)
18/83-88 SANA ZÜLKARNEYN HAKKINDA SORARLAR
83. (EyRasûlüm!) Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. De ki: “Size ondan bir haber okuyacağım.”
84, 85, 86. Gerçekten biz onu yeryüzünde (büyük) bir iktidar sâhibi yaptık ve ihtiyaç duyduğu her şey için bir sebep (biryolveimkân) bahşettik. 85. O da (batıyadoğru) bir yol takip etti. 86. Nihâyet güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir su gözesinde batıyor buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. (Ona🙂 “Ey Zülkarneyn! (İmanetmezlerseonlara) ya cezalandırırsın veya haklarında güzel (olanyol)u tutarsın.” dedik.
87. (Zülkarneyn) dedi ki: “Kim (inkârederek) zâlim olursa, biz onu cezâlandıracağız. Sonra o, Rabbine döndürülür. O da kendisine görülmemiş (şiddetli) bir azap ile azap eder.”
88. “Ama kim de inanıp sâlih amelde bulunursa, mükâfatların en güzeli (olan cennet) onundur. Ve ona buyruklarımızdan kolayını söyleyeceğiz.”
83-88. (83).‘Sana Zülkarneyn’i sorarlar.’ Soranlar Mekke kâfirleridir. Kehf sûresinin nüzul sebebinde görmüş olduğumuz gibi, Yahûdilerin onlara tavsiyesi üzerine, sınama maksadıyla sormuşlardı. (S. HAVVÂ, 8/395)
Hz. Ali (r) onun (Zülkarneynin) peygamber veya hükümdar olmadığını, sâdece sâlih bir kul olduğunu, Allâh’ı sevdiğini, Allâh’ın da onu sevdiğini, Allah için öğüt verdiğini, Allâh’ın da onun bu hayırlı çalışmalarını kabul ettiğini ifâde etmiştir. (Şevkani’den, KUR’AN YOLU, 3/577)
Âyet, Zülkarneyn’in şahsı, yaşadığı dönem ve yeri hakkında herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Bu belirsizlik, Kur’an’da yer alan hikâyelerin değişmez özelliğidir. Çünkü Kur’an’da yer alan hikâyelerin asıl amacı târihi tespit değildir. Amaç, hikâyeden yararlı sonuç çıkarmaktır. Çoğu zamanda yer ve zaman tespitine gerek kalmadan hkâyelerden istenilen sonuç çıkarılabilir. Yazılı târih, İskender-i Zülkarneyn adlı bir kraldan söz eder. Ancak bu kralın Kur’ân-ı Kerim’de sözü edilen Zülkarneyn olmadığı kesin. Çünkü Yunan Kralı İskender putperestti. Oysa Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn Allâh’ın birliğine inanan bir mümindir, ölümden sonra dirilişe ve âhirete inanan birisidir. (S. KUTUB, 7/129, 130)
(84).‘Doğrusu Biz ona yeryüzünde büyük bir iktidar vermiştik.’ Ona büyük bir krallık vermiştik. Ona iktidar vesîlesi olan her şeyi vermiştik. Asker, savaş âletleri ve sur ve hisârlar gibi. Bu bakımdan o, yeryüzünün doğusuna ve batısına sâhip olmuş, ülkeler ona boyun eğmiş, ülke kralları ona teslim olmuştu.
‘ve ona her şeyin yolunu öğretmiştik.’ Allah ona sebepleri yâni yolları kolaylaştırmış, çeşitli ülke, toprak, kasaba ve yerlerin fetih yollarını, düşmanı yenmeyi, yeryüzü krallarını baskısı altına almayı, müşrikleri zelil kılmayı ve bunun yollarını göstermişti(k). (S. HAVVÂ, 8/395)
Önemli şeylerden tâkip ettiği maksadına ermek için açıktan ve gizliden ilim, kudret, âletler ve vâsıtalar gibi her türlü sebebi ihsan eyledik. (ELMALILI, 5/388)
(86).‘Nihâyet, güneşin battığı yere vardığı zaman Onu kara çamurlu bir pınarda batıyor gördü. Yanında bir kavme rastladı.’ Tefsircilerin kanaatine göre, Zülkarneyn’in sahilde karşılaştığı kavim, inkârcı bir topluluk idi. O yüzden Allah Teâlâ onu, bu kavmi cezâlandırmak veya eğitmek ve böylece iyilikle yola getirmek arasında serbest bıraktı. (KUR’AN YOLU, 3/578)
(87).‘(Zülkarneyn) dedi ki: “Kim (inkârederek) zâlim olursa, biz onu cezâlandıracağız. Sonra o, Rabbine döndürülür. O da kendisine görülmemiş (şiddetli) bir azap ile azap eder.” “Ama kim de inanıp sâlih amelde bulunursa, mükâfatların en güzeli (olan cennet) onundur. Ve ona buyruklarımızdan kolayını söyleyeceğiz.” Yöneticilerin ve bilginlerin inkâr ve isyan edipzulmedenleri dünyevi ve uhrevi cezâlarla uyarmaları, îman edip sâlih amel işleyenleridünyevi ve uhrevi ödüllerle müjdelemeleri gerekir. Kötülüklerin ve haramlarınterk edilmesi önceliklidir. Âyette önce uyarı, sonra müjde yapılması bu anlamı ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 4/400)
18/89-98 SİZ BANA KUVVETİNİZLE DESTEK OLUN, BANA DEMİR KÜTLELER GETİRİN
89, 90, 91. Sonra (Zülkarneyn doğuya doğru) bir yol daha tâkip etti. 90. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, onun (güneşin), kendilerine (sıcaktankoruyacak) hiçbir siper nasip etmediğimiz (çıplak) bir kavim üzerine doğduğunu gördü. 91. İşte (Zülkarneyn) böyle (birhükümranlığasâhip)tir. Doğrusu biz onun yanında bulunan herşeyi ilm(imiz)le kuşatmıştık.
92, 93. Sonra bir (başka) yol tuttu. 93. Nihâyet iki dağ arasına ulaştığı zaman, onların önünde (eteğinde), hemen hemen hiç söz (dil) anlamayan bir topluluk buldu.
94. Onlar: “Ey Zülkarneyn! Hakikaten Ye’cûc ve Me’cûc, bu yerde (çeşitlikötülükleryaparak) bozgunculuk çıkarmaktadır. Bizimle onlar arasına bir set yapman için sana vergi verelim mi?” dediler.
95. (Oda🙂 “Rabbimin o hususta bana verdiği imkân (vekudret) daha hayırlıdır. Şimdi siz, bana kuvvet(iniz)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım!” dedi.
96. “Bana demir kütleleri getirin.” Nihâyet iki dağın arası (dolup) denkleşince: “Üfleyin (körükleyin).” dedi. Nihâyet onu bir ateş hâline koyduğu zaman: “Getirin bana, üstüne erimiş bakır dökeyim.” dedi.
97. Artık (Ye’cûcveMe’cûc) onu ne aşabildiler ne de delebildiler.
98. (Zülkarneyn🙂 “Bu (set), Rabbimden (kullarına) bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyâmetyaklaştığı) zaman, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.” dedi. [krş. 21/96]
89-98. (89).‘Sonra (doğuyadoğru) bir yol tuttu.’ Zülkarneyn batıda işlerini bitirdikten sonra, doğunun yolunu tuttu. Neticede muhtemelen Afrika’nın veya Asya’nın doğu kıyılarına, Hint Okyanusuna yâhut Hazar denizine ulaştı. Âyetlerin akışından anlaşıldığına göre, burada medeni hayat gelişmemişti. Zülkarneyn’in karşılaştığı insanlar, medeniyetten uzak olduklarından, güneşin sıcağına ve yağmura karşı korunmak için, ne elbise dikip giymesini biliyorlardı, ne de barınabilecekleri evleri vardı, topraklarında güneşe karşı koruyabilecek bitki örtüsü de bulunmuyordu. (KUR’AN YOLU, 3/578)
(90).‘güneşe karşı kendilerine hiçbir örtü yapmadığımız bir kavmin.’ Onların kendileri güneşe karşı koruyacak binalarının, ağaçlıklarının olmadığı ihtimâlini bu ifâdeler ortaya koymaktadır. Yâni yaşadıkları arâzi, çölü andıran bir arâzi olabilir. Veya oldukça geri kalmış elbisesiz ve çıplak olmaları da muhtemeldir. (S. HAVVÂ, 8/398)
(92).‘Sonra diğer bir yol tuttu.’ Zülkarneyn üçüncü defa ordusunu hazırlayıp, seferine devam etti. Bu seferin hangi istikâmete yapıldığı Kur’ân’da açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, tefsirciler bunun kuzeye yapıldığı kanaatindedirler. (KUR’AN YOLU, 3/579)
(93).‘En sonunda iki dağın arasına varınca, önlerinde hemen hemen hiçbir söz anlamayan bir kavme rastladı.’ Biz ne Zülkarneyn’in ‘iki set’ arasında vardığı yer hakkında ne de bu iki setin nerede oldukları hakkında kesin bir şey söyleyemiyoruz. Âyette bütün anladığımız onun aralarında bir boşluk veya geçiş yeri bulunan iki doğal engel ya da sonradan yapılmış iki set arasındaki bir bölgeye vardığı ve orada ‘nerede ise hiç söz anlamayan’ ilkel bir toplumla karşılaştığıdır. (S. KUTUB, 7/135)
‘hiçbir söz anlamayan bir kavme rastladı.’ Bu Ye’cüc ve Me’cüc, komşu toplumlardan ayrı idiler, kendilerinin dili ile çevrelerinde bulunan toplumların konuştukları dil, birbirinden ayrı idi. (S. HAVVÂ, 8/399)
(94).‘Dediler ki: Ey Zülkarneyn, Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede doğrusu bozgunculuk yapıyorlar.’ Yâni işleri, yeryüzünü bozmaktır. Bu memleketi harap ediyorlar, önlerine geleni tahrip ediyorlar. Bırakılırlarsa bütün yeryüzünü bozacaklardır. Ebu Hayyan der ki: Bunların sayı ve şekilleri hakkındaki sözlerin hiç biri sahih haber değildir. Kısaca Ye’cüc ve Me’cüc, aslı ve soyu belirsiz, din ve millet tanımaz karma bir insan topluluğudur ki, çıkmaları kıyâmet alâmetlerindendir. Yeryüzünü bozacaklardır. (ELMALILI, 5/392)
Hadis: Sıhhati ittifakla kabul edilen hadiste Peygamber (s)’in hanımı Cahş Kızı Zeyneb’in şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (s) uykusundan yüzü kızarmış durumda uyandı ve şöyle demeye koyuldu: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yaklaşmakta olan bir kötülükten dolayı Arapların vay hâline! Bugün Ye’cüc ve Me’cüc seddinden şunun gibi bir delik açıldı’ dedi ve parmaklarını hâlka hâlinde yaptı. Ben, ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, aramızda sâlihler olduğu hâlde helâk edilir miyiz? Deyince o: ‘Evet, kötülük yayılacak olursa,’ diye buyurdu. (S. HAVVÂ, 8/406)
(96).‘Bana demir kütleleri getirin.. Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim’ dedi.’ O dehşet verici araçlara sâhipmiş. Çünkü bakırın eritilmesi ve bunun hararetle kızdırılmış muazzam demir seddinin üzerine dökülebilmesi birçok araç ve gerecin bulunmasını gerektirmektedir. İşte bunu bilecek olursak ‘ve ona her şeyin yolunu öğretmiştik.’ (âyet 84) buyruğunun anlamını da anlarız. (S. HAVVÂ, 8/400)
(97).‘Onlar artık onu ne aşabildiler’ Yâni Ye’cüc ve Me’cüc bu seddin üstüne çıkamadılar ‘ve ne delip geçebildiler’ Ne de onun altını eşeleyerek çıkmak imkânını bulabildiler. (S. HAVVÂ, 8/400)
Demek ki bunun sırrı, Zülkarneyn’in döktüğü akıcı maddedeydi. Demek ki o, normal bir madde değil, ilâhi bir kuvvetti. Onun için ‘Dedi ki: Bu Rabbimin bir rahmetidir.’ Yâni ne sizin işinizdir, ne benim; yalnız Allâh’ın nîmetlerinden, Allâh’ın bir lütfudur. Bununla berâber, bunun bir sonu vardır. (ELMALILI, 5/393) Zülkarneyn ‘Dedi ki: Bu’ yâni sed veya bu seddi yapabilme güç ve imkânının verilmesi, ‘Rabbimin bir rahmetidir.’ İnsanlara olan rahmetinin bir tecellisidir. Çünkü bu kavim ile Ye’cüc ve Me’cüc arasına onların bu kavme haksızlık yapmalarını önleyecek büyük bir engel yaptı. (S. HAVVÂ, 8/400)
(98).‘Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. .. ‘ve Rabbimin vaadi haktır.’ Kıyâmet muhakkak kopacaktır. ‘Nihâyet, Ye’cüc ve Me’cüc’ün (seddleri) açılıp ta her tepeden boşaldıklarında’ (Enbiyâ, 21/96) âyetinin sırrı belirip Ye’cüc ve Me’cüc çıkacak, yer yüzünün düzeni bozulacak, kıyâmet kopacaktır. (ELMALILI, 5/393)
‘(Zülkarneyn🙂 “Bu, Rabbimden (kullarına) bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyâmetyaklaştığıveyaYe’cûcveMe’cûc’ünçıkacağı) zaman, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.” dedi.’ Bununla Zülkarneyn’in hayâtından aktarılan bu bölüm son buluyor. Kuşkusuz Zülkarneyn, iktidârını iyi işler uğruna yapıcı yönde kullanan hükümdârın güzel bir örneğidir. Yüce Allah, onu yeryüzüne egemen kılmış, her türlü sebebe sarılma imkânını eline vermişti. O da yeryüzünün doğusuna ve batısına seferler düzenlemiş, ama zorbalık yapmamış büyüklük taslamamıştı. Elindeki iktidârı kullanarak azgınlaşmamış, şımarmamıştı. Gerçekleştirdiği fetihleri, maddi kazanç için bir araç olarak kullanmamıştı. Fertleri, toplumları ve ülkeleri sömürmemişti. Fethettiği ülkelerde yaşayan insanlara köle muâmelesi yapmamıştı. (..) Gittiği her yerde adâlet dağıtmıştı. (S. KUTUB, 7/136)
Ebu’l Kelâm Âzâd’a göre, Zülkarneyn seddi Derbend’de değil, Kafkasya’yı iki ana bölgeye ayıran Daryal Geçidindedir. Derbend ve Daryal geçitlerinin aynı bölgede ve birbirine yakın yerlerde bulunması sebebiyle bu ikisi birbirine karıştırılmıştır. Daryal geçidi, Kur’an’daki tasvirlere uygun biçimde Hazar Denizi’yle Karadeniz arasındaki sıradağların doğal duvar oluşturduğu bir bölgede yer almakta ve geçitte iki yüksek dağın arasına demirden inşa edilmiş bir set bulunmaktadır. Bu set (…) eski Ermeni kitâbelerinde Koreş Geçidi diye anılmaktadır. Öte yandan Kehf sûresinin 98. Âyetinde Zülkarneyn’in dilinden aktarılan ‘Rabbimin belirlediği vakit gelip çattığında bu sed darmadağın olur.’ Meâlindeki ifâdeyi (tefsirlerdeki hâkim görüşün aksine) söz konusu seddin kıyâmete kadar yıkılmayacağına hamletmek yerine, hem düşman saldırılarına karşı son derece dayanıklı olduğuna hem de ilâhi güç ve kudretin karşısında hiçbir gücün duramayacağına dâir bir uyarı olarak anlamamız gerekir. Zîrâ dünyâ üzerindeki herşey gibi bu seddin de doğal ömrünü doldurduğunda yıkılıp yok olması mukadderdir. (TDV İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, Zülkarneyn md. 44/566, 567)
18/99-106 EN ÇOK ZARARA UĞRAYANLAR
99, 100, 101. O gün biz (herkesidenizdalgalarıgibi) birbiri içinde (çarparak) dalgalanır bir hâlde bırakmışızdır. Sûr’a üflenince de onları hep bir araya toplarız. 100-101. Beni anmaktan yana (kalp) gözleri perdeli olan ve (Kur’ân’ı) dinlemeye dayanamayan o kâfirlere / küfre sapanlara o gün cehennemi tam anlamıyla gösteririz.
102. Beni bırakıp kulların (olan melekleri, Îsâ ve Üzeyr’i ) dostlar, rab ve ilâhlar edinen kâfirler (benim kendilerini cezâlandırmayacağımı) mı sandılar? (Sanmasınlar) Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık.
103-104. (Ey Peygamberim!) De ki: “(Yaptıkları) işler itibâriyle, en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?” Bunlar, kendilerinin iyi işler yaptıklarını sandıkları hâlde, dünyâ hayâtında çalışmaları boşa giden kimselerdir. [bk. 24/39; 88/1-3]
105. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden kimselerdir. Bu yüzden, (onlarınhayırolarakyaptığıbütün) işleri boşa gitmiştir. Kıyâmet günü onlar(ıniyiamelleriolmadığı) için bir terâzi kurmayız.
106. İşte, hem küfre saptıkları/inkâr ettikleri hem de âyetlerimi ve peygamberlerimi eğlence edindikleri için onların cezâsı cehennemdir.
99-106. (99).‘O gün biz herkesi (denizdalgalarıgibi) birbiri içinde (çarparak) dalgalanır bir hâlde bırakmışızdır. Sûra üflenince de onları hep bir araya toplarız.’ Ebû Hayyan der ki: Daha kuvvetli görüşe göre buradaki zamirin Ye’cüc ve Me’cüc’e âit olmasıdır. Yâni biz o gün Ye’cüc ve Me’cüc’ün bir kısmını, sedden kalabalıklar hâlinde çıkacakları zaman, ülkelerde birbirlerine karışmalarına, dalgalar hâlinde iç içe girmelerine müsaade ederiz. Bu durum ise, İsa Mesih (as)’ın inmesinden sonra olacaktır. Âlûsi devamla: Mahlûkâtın deniz gibi çalkalanacağı o günde birbirlerine karışacaklardır. Bunun ise birinci nefhadan önce meydana gelecek büyük olaylar sebebiyle olması muhtemeldir. (Âlûsi’den S. HAVVÂ, 8/409)
‘.. Rabbimin vaadi’ ile maksat, kıyâmet kopma saatinin yaklaşması, büyük alâmetlerin zuhur etmesidir. Buna ‘Nihâyet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. Gerçek vaad, kıyâmetin kopması yaklaştı.’ (21/96, 97) âyetleri delâlet eder. (..) Müslim’in rivâyet ettiği sahih bir hadiste Peygamberimiz (s) kıyâmetin büyük alâmetlerinden birisi olarak Ye’cüc ve Me’cüc’ün zuhur etmesini zikretmiştir. (İ. KARAGÖZ 4/404, 405)
‘Derken sûra (ikincidefa) üflenince hepsini bir araya toplarız.’ ’O gün kâfirlere cehennemi ayan beyan gösteririz.’ Sûr, Allah Rasulü tarafından boynuza benzetilmiştir. Sûr’a üflemekle görevli melek İsrafil’dir. İki defa üfleyecek, birinci üfleyişte kâinattaki canlılar yok olacak, ikincisinde de bütün canlılar tekrar dirilecekler. (En’am 6/73, KUR’AN YOLU, 3/581)
(102).‘Kâfirler beni bırakıp ta kullarımı velî edinebileceklerini mi sandılar.’ Âyette, Allâh’ı bırakıp ta Hz. Îsâ’ya meleklere, şeytanlara (putlara, Ö. ÇELİK, 3/236), vb. varlıklara tapanlar kınanmaktadır. Şüphesiz ki Allah’tan başka hiçbir varlık ilâh olmaya layık değildir. İlâh diye taptıkları varlıklar onlara fayda sağlayamayacak ve koruyamayacaktır. (KUR’AN YOLU, 3/583, 584)
‘Beni bırakıp kullarımı dostlar (ilâhlar) edinen kâfirler..’ Allâh’ı bırakıp başka varlıkları ilâh edinmek inkârdır. Mekkeli müşrikler, putları ilâh; Yahûdiler Hz. Üzeyr’i; Hıristiyanlar ise Hz. Îsâ’yı rab edindiler. (5/72-73, 9/30-31). Bu, Allâh’a ortak koşmak ve inkârdır. Yüce Allah ‘(Ey insanlar!) Rabbinizden size indirilen (Kur’an)a uyun. Allâh’ı bırakıp başka dostlara uymayın’ buyurmuştur. (..) ‘Ayette, Allâh’ı bırakıp insan, melek, şeytan ve benzeri varlıklara tapanlar kınanmaktadır. Allah’tan başka hiçbir varlık ilâh olamaz. (İ. KARAGÖZ 4/407)
Allah’ıngerçekkulları kâfirlerin velîsi olamazlar. Çünkü (kâfirlere) tâbi olmak, dünyâ hayâtının ziynetinden bir parçadır. Aziz ve Celil olan Allah ise, müminlere kâfirleri velî edinmelerini haram kılmıştır. (S. HAVVÂ, 8/411)
(103).‘De ki: Size amel bakımından en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?’ ‘Onlar iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde dünyâ hayatındaki çalışmaları boşa gitmiş olanlardır.’ Hadis: Mus’ab’danrivâyetle dedi ki: Babama – Sa’d b. Ebi Vakkas’ı kastediyor – Allâh’ın ‘De ki: Size amel bakımından en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?’ buyruğundan kastedilenler Hârûrâlılar (Yâni Hariciler) midir? Diye sordum, bana şöyle dedi: Hayır, onlar Yahûdilerle hıristîyanlardır. Yahûdiler Muhammed (s)’i yalanladılar. Hıristîyanlar ise, cenneti inkâr ettiler. Hârûrâlılar da onlardandır. (Buhâri’den, S. HAVVÂ, 8/415)
Hz. Ali’denrivâyetle: Bu âyet-i kerime Yahûdileri, hıristîyanları ve başkalarını kapsadığı gibi, Hârûrâlı’ları (Haricileri) de kapsamaktadır. (..) Bu âyet-i kerime Allâh’ın râzı olduğu yoldan başkası üzere Allâh’a ibâdet edip te, kendisinin bunda isâbetli olduğunu zanneden, hâlbuki amelinde hatâ eden ve ameli reddedilmiş bulunan herkes hakkındadır. (S. HAVVÂ, 8/415)
(105).‘…Biz onlar için ağırlık tartmayacağız.’ Mahşer günü terâzi, yalnız tevhid ehli için ve kemiyet yâni amellerin miktarını belirleme açısından olacaktır. Küfür ise, iyilikleri kemiyet değil, keyfiyet açısından yok edeceği için kâfirlerin amellerini tartmak üzere terazi kurulmayacaktır. (Ö. ÇELİK, 3/237)
Hadis: ‘Kâfire gelince Allah için yaptığı güzel amelleri sebebiyle dünyâda onu rızıklandırır, nihâyet âhirete geldiği zaman onun ödüllendirilebileceği bir hasenâtı kalmaz.’ (Müslim Sıftü’l Münâfikın 56, İ. KARAGÖZ 4/409)
Bu âyetler (7/8-9; 23/102-103; 101/6-11) birlikte değerlendirildiğinde kâfirler için mîzan kurulacağı, ancak bu mîzânın, kâfirlerin iyilik ve kötülüklerini, sevap ve günahlarını ayırt etmek için değil, günahlarını ve kötülüklerinisayıp ortaya çıkarmak ve sorgulamak için kurulacağı anlaşılır. Çünkü îmanları olmadığı için kâfirlerin hiçbir hasenâtı yâni iyi ve güzel amelleri olmaz. Îman va sâlih amelleri olmayınca mizanda tartıları hafif gelir. (İ. KARAGÖZ 4/410)
‘Tartının kurulmaması … âyetlerimizi ve peygamberlerimizi alaya almaları ..’ Allâh’ın âyetlerini ve peygamberlerini alaya almak, inkâr etmenin, küçümsemenin ve beğenmemenin sonucudur. Dolayısıyla bir insan, bir peygamber ile veya bir âyet ile veya âyetteki bir hüküm, emir ve yasak, helâl ve haram ile dînî bir değer ile alay etse, o kimse kâfir olur. Kâfirin âhirette gideceği yer ise cehennemdir. (İ. KARAGÖZ 4/411)
18/107-110 KİM RABBİNE KAVUŞMAYI UMUYORSA İYİ İŞ YAPSIN
107, 108. Şüphesiz îman edip de sâlih ameller işleyenler(egelince), onlara da konak olarak Firdevs cennetleri vardır. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan başka yere gitmek istemezler.
109. (Ey Peygamberim!) De ki: “Rabbimin sözleri(ni / ilminiyazmak) için deniz(ler) mürekkep olsa, yardım olarak bir o kadarını daha getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce o deniz(ler) tükenirdi.” [krş. 31/27]
110. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım; şu farkla ki bana ilâhınızın, bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine (rızâsınaerişmişbirmü’minolarak) kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih amel işlesin ve Rabbine ‘ibâdet ve itaatte’ hiçbir şekilde ortak koşmasın.” [krş. 1/4; 11/123; 12/106]
107-110. (107).‘Şüphesiz îman edip de sâlih ameller işleyenler(egelince), onlara da konak olarak Firdevs cennetleri vardır.’ Hadis: Cennette yüz derece vardır. Her derece arası gökle yer arası kadar geniştir. Allah onları kendi uğrunda cihad edenler için hazırlamıştır. Allah’tan istediğiniz zaman O’ndan firdevsi isteyiniz. O, cennetin ortası ve en yüksek yeridir. Cennetin nehirleri oradan fışkırır. Üstünde de Yüce Rahmân’ın arşı vardır. (Beyhaki’den, KUR’AN YOLU, 3/585)
(109).‘De ki: “Rabbimin sözleri(ni / ilminiyazmak) için deniz(ler) mürekkep olsa, yardım olarak bir o kadarını daha getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce o deniz(ler) tükenirdi.” Allah’ın sözlerinden maksat, O’nun ilim ve hikmetidir. Yüce Allâh’ın ilim ve hikmeti, sonsuz ve sınırsızdır; denizler ise büyüklüğüne rağmen, sonlu ve sınırlıdır. Şu hâlde Allâh’ın ilmini ve hikmetini yazmak için denizlerin tamâmı mürekkep olarak kullanılsa, bir o kadar da ilâve edilse, yine de Allâh’ın ilmini yazmaya yeterli olmaz. (KUR’AN YOLU, 3/585)
‘.. ben de sizin gibi bir beşerim’ ifâdesinin iki önemli delâleti vardır: 1. Benden takatimin üstünde şeyler isterseniz ben bunu yapamam. 2. Beni beşer üstü görüp ilâhlaştırmayın. (F. BEŞER 1/641)
(110).‘Artık her kim Rabbine kavuşmayı bekliyorsa sâlih amel işlesin ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın.’ Kur’ân-ı Kerim şirki kesinlikle yasaklamış ve onun Allâh’ın affetmeyeceği büyük bir günah olduğunu haber vermiştir. (Nisâ, 4/48, 116) Şirkin açığı olduğu gibi, gizlisi de vardır. Allah’tan başkasına tapmak, onları Allâh’ı sever gibi sevmek, Allah’tan korkar gibi onlardan korkmak, onlardan yardım dilemek, ilâhmış gibi onlara itaat etmek, korumasına sığınmak ve benzeri davranışlar açık şirke misâldir. İbadetleri gösteriş için yapmak gizli şirke misâldir. (Ö. ÇELİK, 3/239)
Hadis: Kim riyâkârlık olsun ve desinler diye ayağa kalkarsa, oturuncaya kadar Allah’ın gazabı içerisindedir. (S. HAVVÂ, 8/420)
Allah varken, O’nu bırakıp gerek başkalarından yardım ummak, gerek Allah’ın emirlerine aykırı emir verenlere bağlanıp itaat etmek, amellere şirk karıştırmaktır. Rabbe kavuşma yolunda îmandan sonra ilk adım, O’na ibâdet ve emirlerine itaat, son mertebe de O’na tevekkül ve teslimiyettir (bk. 11/123). Allâh’ın rızâsına kavuşmak sâlih amelle olur. Kul namazı, cennet kazanma, Allah’tan korkma veya bir borç olarak kılmaktan ziyâde; O’nun rızâsına kavuşmak için kılmalıdır. Namaz, aynı zamanda nefsin veya içinde bulunulan her türlü ortamın köleliğinden kurtulduğunun ve Allah ile hür olduğunun göstergesidir. Mü’minin birinci görevi de bu hürlüğü şirksiz elde etmektir.) [bk. 2/45, 144] (H. T. FEYİZLİ, 1/303)