Mekke döneminde nâzil olmuştur. 111 âyettir. Bütün sûre Hz. Yûsuf’dan bahsettiği için bu adı almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/234)
Sûre111âyettir. Mekke’deinmiştir. (1,2,3,7,. Âyetler hâriç) Sûrede başlıca en güzel kıssa, Yûsuf (a.s.) ile Züleyha kıssası, Yûsuf’un kuyuya atılması, Mısır Mâliye Bakanına satılması, Züleyha’nın cinsel isteklerini reddedince hapse atılması, rüyâ yorumları, kralın rüyâsını yorumlaması, Mâliye Bakanı olması, aldığı ekonomik önlemlerle kıtlık yıllarını geçirmesi, âilesini Mısır’a getirmesi gibi konular yer alır.
Sûrenin inme sebebi, Yahûdi bilginlerinin, ‘Muhammed’e sorun, İsrailoğulları Mısır’a hangi sebepten geçmişlerdir?’ demeleridir. Sa’d b. Ebi Vakkas’a göre kimi sahâbilerin, ‘Hz. Muhammed’e Bize kıssa anlatsan’ demeleridir. (H. DÖNDÜREN, 1/390)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
12/1-3 KISSALARIN EN GÜZELİ
1. Elif, Lâm, Râ. Bu (okuna)nlar gerçeği açıklayan apaçık Kitab’ın (Kur’an) âyetleridir.
2. Biz onu (kitabı) Arapça bir Kur’ân olarak indirdik (mânâsınınderinliğineiyice) akıl erdiresiniz diye.
3. (Ey Peygamberim!) Biz bu Kur’ân’ı vahyederek kıssaların en güzelini sana anlatacağız. Şu bir gerçek ki daha önce sen (bunları) bilmeyenlerdendin.
1-3. (1).’Elif, lâm, râ.’ Bu harfler burada, benzeri diğer harfler gibi, îcâza işâret etmekte, Kur’ân’ın birliğinin anahtarlarından birisine, sûrenin ses tonuna hâkim olan seslere ve buna benzer şeylere işâret etmektedir. (S. HAVVÂ, 7/154)
‘İşte bunlar sana o açık seçik kitabın âyetleridir.’ Kur’ân Arap edebiyatçılarını, şâirlerini, bütün insanları ve cinleri îcâzı ile âciz bırakmış, Allah tarafından mûcize olarak nâzil olmuş bir kitaptır. Kur’ân, ahkâm ve şeriat kuralları, mülk ve melekûta âit gizlilikler, gaybe âit haberler, kıssalar ve öğütler gibi, dînin usûl ve bilgilerini açıklayan bir kitaptır. Yine Kur’ân, hakkı bâtıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden ayırt eden bir kitaptır. (..) Kur’ân, dilin ifâde güzelliği, beyan gücü bakımından da gayet parlak bir kitaptır. Kur’ân beyan ve ifâdesinde çok yönlü kuvvet, katmerli bir güç, seçkin bir güzellik bulunması açısından da açık bir kitaptır. (ELMALILI, 5/29-30)
‘Kur’an açıklayıcıdır.’ Çünkü dili ve ifâdesi gâyet güzel, maksadını gereği gibi anlatan, veciz, fasih ve beliğdir. Hidâyet ve dalâlet, îman ve inkâr, âhiret hayâtı, cennet ve cehennem, insan hakları, evlenme ve boşanma, mîras, ticâret, eğitim ve öğretim, adâlet., yargı, temizlik, çalışma ve benzeri fert ve toplum hayâtı için gerekli olan her türlü ilke ve hükümler, helâl ve haramlar, emir ve yasaklar, örnek ve ibret alınması için peygamber ve geçmiş kavimlerin kıssaları ve benzeri pekçok konuyu açık seçik beyan ettiği için Kur’ân’a ‘mübîn’ denilmiştir. (İ. KARAGÖZ 3/502)
(2).’Doğrusu biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Akıl erdiresiniz diye.’ Bu Kur’ân’ın inişi, hem Araplar için, hem Arap dili için bir şereftir. Ayrıca, Kur’ân-ı Kerim’in bu dil ile nâzil olması bütün âlemler için de bir lütuftur. Çünkü Arap Dili, dillerin en fasih, en açık, en geniş olanı, mânâları en iyi ifâde edecek sözlere sâhip olanıdır. Kur’ân, kitapların en şereflisi, Muhammed (s) peygamberlerin en şereflisi, Arapça da dillerin en şereflisidir. (S. HAVVÂ, 7/155)
Kur’ân’ın Arapça olarak indirilmesinin temel sebebi, son peygamberin Araplar arasından seçilmiş olmasıdır. Yüce Allah, her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir. (İbrâhim, 14/4) Kur’ân’ın Arap dili ile indirilmiş olması, onun sâdece Araplara indirildiğini ifâde etmez. Nitekim bâzı âyetler, onun bütün insanlığa hitap ettiğini, evrensel kitap olduğunu göstermektedir. (Bakara, 2/185, Âl-i İmran 3/138, Sebe, 34/28, Ra’d 13/37; KUR’AN YOLU, 3/212)
(3).Kıssaların en güzeli: (..) Bu sûrede peygamberlerin, meleklerin, şeytanların, cinlerin, insanların, hayvanların, kuşların, hükümdarların ve onların idâre ettikleri kimselerin davranışlarının, tüccarların, âlimlerin ve câhillerin, erkeklerin, kadınların, kadınların hîle ve tuzaklarının söz konusu edilmesidir. Yine bu sûrede tevhid, fıkıh (hukuk, derleyenin ilâvesi), siyer, rüyâ tâbiri, siyâset, muâşeret, iktisâdi hayat, hem dîne hem de dünyaya yarayacak pekçok faydalı hususların bulunmasıdır. (..) Bu sûrede sevenin, sevilenin ve bunların izledikleri yolların söz konusu edilmesidir. (..) Bu sûrede sözü edilen herkesin sonunda mutluluğa ermesidir. Bunun için Yûsuf’un babasının, kardeşlerinin ve azîzin hanımının âkıbetlerini hatırlamak yetecektir. (..) Bu isim, Yûsuf’un yaptığı şu duânın en güzel duâ olmasından ileri gelmiştir: ‘Allâhım! Müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat’ (Yûsuf 12/101) (Ö. ÇELİK, 2/600, 601)
‘Kıssaların en güzeli’ ile maksat, Hz. Yûsuf’un hayat hikâyesidir. Hz. Yûsuf’un kıssası, yaşanmış bir kıssadır. Hz. Yûsuf’un kıssasında baba ve oğul özlemi, ıstırap ve üzüntü, ihtiras, hapis, yokluk, zenginlik, nefisle sınav, kıskançlık ve benzeri birçok konu ve örnek canlı bir şekilde dile getirilmektedir. (İ. KARAGÖZ 3/505).
12/4-6 YÛSUF’UN RÜYÂSI
4. Hani bir zaman Yûsuf babasına: “Babacığım, inan ki ben (rüyamda) on bir yıldızla, güneş ve ayı gördüm, hem de onlar bana secde ediyorlardı.” demişti.
5. (BabasıYâkub) dedi ki: “Ey yavrucuğum! Rüyânı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar (şeytanauyupsanakötülükederler). Çünkü şeytan insan için apaçık bir düşmandır.”
6. (Ey Yûsuf!) “Rabbin seni böylece (rüyandakigibi) seçecek, sözlerin/rüyaların çözüm ve yorumundan sana (birşeyler) öğretecek; sana da, Yâkub’un âile fertlerine de (tevbelerisonucunda) nîmetini, tıpkı daha önce ataların İbrâhim ve İshak’a tamamladığı gibi tamamlayacak (senipeygamberyapacak)tır. Rabbin hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sâhibidir.”
4-6. (4).‘Hani Yûsuf babasına demişti ki: ‘Babacığım rüyamda onbir yıldızla Güneş’i ve Ay’ı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde etmektedirler.’ Yûsuf (a.s.)ın soy kütüğü şöyledir: Yûsuf, babası Yakup, babası İshak, babası İbrâhim (a.s.) Görüldüğü gibi Yûsuf (as), Hz. İbrâhim’in dördüncü kuşaktan torunudur. (KUR’AN YOLU, 3/214)
Bu rüyâda Güneş ile Ay anne ve babası, onbir yıldız ise kardeşleridir. Hz. Yakup, Yûsuf’un kardeşlerinin ona secde edecek kadar saygı göstereceklerini anlamıştı. Kardeşlerinin kıskançlıkları nedeniyle, başına bir takım gâileler getirmelerinden korkmuş ve ‘rüyânı kardeşlerine anlatma’ uyarısında bulunmuştu. (S. HAVVÂ, 7/158)
(Râzi’ye göre) Allah, insan rûhunu madde ötesi âleme çıkabilecek, levh-i mahfuz’u okuyabilecek yetenekte yaratmıştır. Ancak rûhun bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku hâlinde rûhun bedenle ilgisi azalır, levh-i mahfuzu okuma gücü artar. (KUR’AN YOLU, 3/215)
İslâmi kaynaklarda rüyâ, üç türlüdür: (a) Sâdık Rüyâ: Kaynağı ilâhi olan uyarı ve işâretler olup, doğru ve gerçek rüyâlardır. Hz. Peygamber, bu tür rüyâların, peygamberliğin kırkaltı cüzünden biri olduğunu haber vermiştir. (Buhâri) (..) (b) Nefisten (beyin, duyu organları, iç organlardan kaynaklanan) düşler: Bunlar, hâtıraların, arzuların hayâlde canlanmasından ibârettir. (c) İnsan rûhunun şeytandan etkilenmesi sonucu meydana gelen korkma ve sapmalardır. Yalancı bir çağrışım olup, hayâli olaylardır. Hz. Peygamber, bu tür rüyâların şeytandan kaynaklandığını haber vermiştir. (Buhâri, KUR’AN YOLU, 3/216)
(5).‘Dedi ki: Yavrucuğum, rüyânı kardeşlerine anlatma! Sonra sana bir tuzak kurarlar.’ Bu âyetten açıkça ortaya çıkana kadar nîmetin gizlenmesi emri çıkartılır. Nitekim Hadis-i Şerifte de şöyle varid olmuştur: ‘İhtiyaçlarınızı gerçekleştirmeye onları gizli tutarak yardımcı olunuz. Çünkü nîmet sâhibi her kimse kıskanılır.’ (İbn Kesir’den,S. HAVVÂ, 7/159)
‘Rabbin seni böyle beğenip seçecek’. Rabbin seni, hâlkın en şereflisi yapacak, en yüksek makamda bulunanlar arasına katacak, parlak bir makama getirecek, Rabbin sana peygamberlik verecek, büyük adamlar senin emrine boyun eğecek. ‘ve sana haberlerin yorumu ile ilgili ilim öğretecek.’ Yâni rüyaları tâbir etmek, vahiy ve ilâhi işâretlerin muammâlarını anlamak, ledünni hakikatleri anlamak, olayların sonunda alacağı şekli anlamak, hâsıl olacak sonuçları anlamak ilminden pay verecektir. Kesbî ilimler ile değil, vehbî ilim ile doğru (isâbetli) tabirler, teviller, yorumlar yapıp şan alacaksın. (ELMALILI, 5/34)
Hadis. Peygamberlerin rüyası, bir vahiydir.’ (Buhâri Vudu’ 5)
Hadis: ‘Kıyâmet yaklaştığı zaman, müminin rüyası, neredeyse yalan çıkmaz olur’ (Buhâri Ta’bir 26)
Hadis: ‘En doğru rüya seherlerde görülendir.’ (Tirmizi Rüyâ 2)
Hadis. ‘Sizin, rüyâsı en doğru olan, söz bakımından en doğru olanınızdır. (Müslim, İbn-i Mâce Rüya 9; Müslim Rüya6) (H. DÖNDÜREN, 1/390)
Hadis: ‘Biriniz hoşlanmadığı bir rüyâ gördüğü zaman bilsin ki, bu rüyâ ancak şeytandandır. Onun şerrinden Allâh’a sığınsın, bu rüyâyı kimseye anlatmasın, böyle yaparsa kötü rüyâ ona zarar vermez.’ (Buhâri Tâbir 3; İ. KARAGÖZ 3/508)
12/7-10 YÛSUF’A KURULAN TUZAK
7. Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır.
8. (Kardeşleri) demişlerdi ki: “Elbette Yûsuf ve (öz) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir, hâlbuki biz (birbirine) bağlı (güçlü) bir topluluğuz. Doğrusu babamız apaçık bir yanılgı içindedir.”
9. “Yûsuf’u öldürün veya onu (uzak, ıssız) bir yere atın ki babanızın teveccühü (sevgisi) size kalsın! Ondan sonra, (hemtevbeederhemdeonunyanında) iyi bir topluluk olursunuz.”
10. İçlerinden biri: “Yûsuf’u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kâfilesinden biri onu bulup götürsün; eğer yapacaksanız (böyleyapın).” dedi.
7-10. (7).‘Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde isteyenler için ibretler vardır.’ Allâh’ın herşeye kâdir olduğuna ve herşeyde hikmetinin sonsuz olduğuna delâlet eden işâretler, belgeler vardır. (..) Bu kıssanın Kur’ân-ı Kerim’de vârid olması, Muhammed (a.s.) ın nübüvvetinin belgelerini, bu Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafından indirilmiş olduğunun delillerini içermektedir. Çünkü Muhammed (s) bu kıssayı insanlara, hiç kimseden dinlemediği hâlde okudu. Hâlbuki herhangi bir kitapta daha önceden de okuyup görmüş değildi. (S. HAVVÂ, 7/164)
Hz. Yûsufkıssasında haset, hîle, yalan, ihânet ve zulmün kötülüğü ve haramlığı, sabır ve sebat etmenin, iffetli ve merhametli olmanın önemi ve değeri, Allâh’ın yardımı, iktisâdi hayat, ekonomik tedbir, Hz. Muhammed’in hak peygamber, Kur’ân’ın hak kitap, İslâm’ın hak din olması ve daha pek çok alınacak ibret ve dersler vardır. (İ. KARAGÖZ 3/512)
‘Hani bir vakitler dediler ki, hiç şüphesiz Yûsuf ve kardeşi…’ Hepsi kardeş oldukları hâlde, ‘Yûsuf ve kardeşi’ deyip te ‘kardeşimiz’ dememeleri, Bünyâmin, Yûsuf’un ana baba bir kardeşi olmasından dolayıdır. (..) Bundan da anlaşılıyor ki, diğer on kardeş, bu ikisinin yalnızca baba bir, anaları ayrı kardeşleri oluyorlardı. Üvey kardeş olduklarından ve biraz da kıskançlıkları yüzünden bu ikisini kendilerine kardeş saymayarak, aralarında böyle söylemişlerdi. (ELMALILI, 5/36)
12/11-14 KARDEŞLERİNİN YÛSUF’U BABALARINDAN İSTEMESİ
11. (Babalarınagelip🙂 “Ey babamız! Senin için ne (sakıncası) var ki Yûsuf’u güvenip de bize emânet etmiyorsun? Hâlbuki biz, ona öğüt veren ve ona samimi davranan kimseleriz.” dediler.
12. “Yarın onu, bizimle berâber (kıra) gönder de bol bol yiyip içsin, oynasın; hiç şüphesiz biz onu çok iyi koruruz.”
13. (Yâkub) dedi ki: “Onu götürmeniz beni elbette üzer; siz ondan habersizken, onu kurt yer diye korkuyorum.”
14. (Onlarda🙂 “Andolsun ki biz, (güçlü) bir grup iken onu kurt yerse, bu durumda kesinlikle, ziyâna uğrayan (âciz, işeyaramayan) kimseler sayılırız.” dediler.
11-14. ‘Onu bir kurdun yemesinden korkuyorum.’ Peygamberimiz buyurdu ki, ‘insanların hatırlarında olmayanı hatırlatarak onlara ipucu vermeyin, sonra yalan söylerler. Baksanıza Yâkub’un oğulları, kurdun insan yiyeceğini düşünmezken o, kendilerine onu kurt (gelip) yemesinden korkarım diye telkinde bulunduğu için, onlar da ‘Yûsuf’u kurt yedi’ dediler. (H. T. FEYİZLİ, 1/235; H. DÖNDÜREN, Dârimi’den)
12/15-18 YÛSUF’U KURT YEMİŞ!
15. Nihâyet onu götürüp de kuyunun dibine bırakmaya topluca karar verdikleri (vebıraktıkları) zaman biz de kendisine: “Andolsun ki sen, onların bu yaptıklarını, hiç farkında değillerken (zamânıgelince) kendilerine haber vereceksin.” diye vahyettik.
16. (Onlar) yatsı vakti ağlayarak babalarına geldiler.
17. Dediler ki: “Ey babamız! Hakikaten biz yarış yapmak üzere gitmiş, Yûsuf’u da eşyâmızın yanına bırakmıştık; (birdegördükki) onu kurt yemiş. Ama (biliyoruzki) doğru söylesek de, sen bize inanmazsın!”
18. Bir de gömleğinin üzerinde sahte bir kan (bulaştırıp) getirdiler. (Yâkub🙂 “Hayır!” dedi, “nefisleriniz sizi aldatıp (böylekötü) bir işe sürükledi. Artık (banadüşenumutla) güzel bir sabırdır. (Bu) anlattıklarınız üzerine, yardımı istenecek ancak Allah’tır.”
15-18. (15).‘Biz de kendisine şunu vahyettik.’ Buradaki vahiy, arıya (16/69) ve Hz. Mûsâ’nın annesine (7/28) olan vahiy gibi olup ilham anlamındadır. (..) (Vehbe Zuhayli’den, H. T. FEYİZLİ, 1/236)
(..) Ele aldığımız bu âyette (..) vahiy teriminin Yûsuf için ilham anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü İslâmi terminolojide ilhamla daha çok kalpleri tasfiye edilmiş kişilere verilen tefekkürve istidlâl dışı bilgiler kastedilmektedir. İşte bu anlamda ilham, hem peygamberler hem bâzı özel insanlar için söz konusudur. Dolayısıyla bu âyette Yûsuf’a, peygamberlik öncesi verilen bir ilhamdan söz edilmiş olmaktadır. Ayrıca şunu da biliyoruz ki, ileride kendisine peygamberlik verilecek kişiler için önceki hayatlarında ilâhi bir koruma söz konusudur. Bu da esâsen ilhamla gerçekleştirilmektedir. Demek ki ilham, peygamber olarak seçilen şahsiyetler için bir ön hazırlıktır. Nitekim Hz. Yûsuf da Zeliha’ya meyledeceği esnâda ilham sâyesinde ondan korunmuştur. (Yûsuf 12/24; M. DEMİRCİ, 2/29)
(17).‘Onu kurt yedi.’ Rivâyete göre bu acı haberi alan Hz. Yâkub, çok üzüldü ve gömleği alıp, yüzüne sürerek dedi ki, ‘Bugüne kadar böyle yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş, fakat sırtındaki gömleği yırtmamış!’ Yâkub, bu sözleri ile oğullarının söylediklerine inanmadığını ifâde etmek istemiştir. (KUR’AN YOLU, 3/222)
‘Artık (banadüşen) güzelce sabretmektir.’ Sabr-ı cemil, yaratıklara herhangi bir şekilde şikâyette bulunmaksızın, gerçekleştirilen sabırdır. (S. HAVVÂ, 7/168)
(Sevri’den) Üç şey sabırdandır: Vücudundaki ağrıdan söz etmemek, başına gelen musîbetten söz etmemek ve kendini övüp temize çıkarmamak. (S. HAVVÂ, 7/175)
12/19-22. KUYUDAN MISIR’A
19. Nihâyet bir yolcu kâfilesi geldi, sucularını (kuyuya) gönderdiler. O da (gidip) kovasını sarkıttı. “Hey müjde! Bu(rada) bir oğlan (çocuğuvar)dır.” dedi. Onu bir ticâret malı olarak (başkalarından) sakladılar. Hâlbuki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendi.
20. (KâfileMısır’avarınca) onu düşük bir fiyâta, sayılı (birkaç) dirheme sattılar. Ona değer verenlerden değildiler.
21. Onu satın alan Mısırlı (azîz), karısı (Züleyha’)ya: “Ona yerli yerince bak; ola ki bize faydası dokunur, yâhut onu evlât ediniriz.” dedi. İşte bu şekilde Yûsuf’u o yerde yerleştirdik, ona rüyâların “yorum ilmini” öğrettik. Allah dilediğini yapmakta mutlak gâliptir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
22. (Yûsuf) erginlik çağına gelince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. [krş. 12/6]
19-22. (19).‘Onu bir ticâret malı olarak (başkalarından) sakladılar.’ Kanaatimizce Hz. Yûsuf’u, bir ticâret malı olarak saklayanlar kardeşleri değil, kuyudan onu çıkaran kervancı ile yanındaki arkadaşlarıdır. Zîrâ kardeşleri onu kuyuya attıktan sonra gömleğini kana bulayıp babalarının yanına dönmüşlerdi. (KUR’AN YOLU, 3/222)
(21).‘…ve bunu olayların yorumunu öğretelim diye yaptık’ meâlindeki cümle, Hz. Yûsuf’un devlet yönetimine âit konularda eğitimden geçirildiğine işâret eder. En azından imkânları bol, görgülü ve kültürlü bir ortamda kalmakla devlet yönetimine âit bilgi ve görgüsü artmış ülke yönetimin öğrenmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/224)
Kur’ân-ı Kerim Yûsuf’u satın alan Mısırlı’yı sonraki âyetlerde ‘aziz’ olarak zikreder. (bk. Yûsuf 12/30, 51) İleride devlet idâresinde yüksek bir makâma getirilecek olan Yûsuf da bu ünvanla anılacaktır. (bk. Yûsuf 12/78). Bu durum ‘aziz’ sıfatının Mısır’da yüksek bir resmi makam olduğunu gösterir. (Ö. ÇELİK, 2/611)
‘,,, insanların çoğu bilmezler.’ Zâhirde insanlar için şer gibi görünenler, hayır olabilir. Hz. Yûsuf’un kuyuya atılması, Mısır’da köle gibi satılması ve hapsedilmesi aleyhte gibi görünse de sonuçta hayırlı olmuş; Hz. Yûsuf Mısır’da bakan olmuştur. Bu sebeple Allah’tan sürekli herşeyin hayırlısını istemek ve Allâh’ın kaderine râzı olup, O’nun yardımına güvenmek gerekir. (İ. KARAGÖZ 3/520)
(22).‘(Yûsuf) tam ergenlik çağına erişince, ona (isâbetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik.’ Hüküm, yönetim bilimi, hikmet ise, insanlar arasında hakemlik demektir. İlim, rüya, söz ve olayları yorumlama bilgisini kapsar. (H. DÖNDÜREN, 1/391)
Burada hükümden kasıt, ilim ile birlikte amel, hikmet, insanlar arasında hükmedecek hukûki ve fıkhi bilgi demektir. İbn-i Kesir, hüküm ve ilmi, nübüvvet diye tefsir etmiştir. (S. HAVVÂ, 7/178) Elmalılı hocamız, hüküm ve ilmi, olağanüstü bir nüfuz ve kavrayış üstünlüğü ve bir Vehbi ilim verdik’ diye yorumlamıştır. (ELMALILI, 5/39)
12/23-24 ZÜLEYHÂ’NIN TUZAĞI
23. (Yûsuf’un) evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murad almak istedi. Kapıları sımsıkı kapadı ve (Yûsuf’a): “Haydi gelsene!” dedi. (Yûsufda): “Allâh’a sığınırım (sanayaklaşmaktan). Doğrusu o (kocan) benim efendimdir, bana çok güzel baktı (beniseiyiliğekarşınankörlükedemem). Gerçek şu ki; zâlimler (nankörlervezinÂedenler) iflah olmaz.” dedi.
24. Hakikaten kadın (Züleyha) ona niyeti (bozmuş, kavuşmaplanını) kurmuştu. Eğer, Rabbinin (zinâdanalıkoyan) kesin delîlini görmeseydi, o (andaYûsuf) da onu arzu etmişti. İşte bu (delilimiz), böylece ondan fenâlığı ve fuhşu gidermemiz içindir. Çünkü o, bizim ihlâsa erdirilmiş (seçkin) kullarımızdandı.
23-24. (24).‘Andolsun ki kadın, ona meyletti. Eğer Rabbinin işâret ve uyarısını görmeseydi, o da kadına meyletmişti.’ Yûsuf ona, aynı şekilde karşılık vermedi, hanımın isteğine ve teklîfine uymadı, amma bu onun erkeklik hissinin eksikliğinden veya gücünün zayıflığından dolayı sanılmamalıdır. (..) Fakat Yûsuf’un iffet, ismet ve nezâheti o kadar yüksek idi ki, öyle bir anda bile Rabbinin burhânını görüyordu: Haramın çirkinliğini bütün çıplaklığı ile ayne’l yakîn görüyordu. (ELMALILI, 5/40)
‘Eğer Rabbinin burhânını görmemiş olsaydı…’ Yâni, şayet o da, Rabbi’nin Burhânı’nı görmemiş olsaydı, tabiatı gereği onu isteyecekti. Fakat Rabbinin Burhânını gördüğünden dolayı, öyle bir istek onda meydana gelmedi. (S. HAVVÂ, 7/185)
Said b. Cübeyr, Mücâhid, İkrime, İbn Sîrîn ve Katâde de demiştir ki, Zelîha kendisine meyletmeye başladığı anda Yûsuf karşısında tecessüm eden babası Hz. Yâkûb’un sûretini görmüş ve böylece şehveti parmaklarının arasından boşalıp gitmişti. İşte âyette kasdedilen burhanla bu kasdedilmişti. (..) İlgili âyette yer verilen burhandan maksat Yûsuf’un babasının sûretiyle karşı karşıya kalıp şehvetten tamâmen arınmasıdır. Bu, esâsen Hz. Yûsuf’a verilen canlı bir ilhamdır. Onun böylesi bir ilhamla korunması da kendisine ileride peygamberliğin verilecek olmasından dolayıdır. Bilindiği gibi istikbalde peygamber olacak kişileri de Allah Teâlâ mânevi bakımdan koruma altına almaktadır. Bundan dolayıdır ki peygamberler, yaşadıkları toplum içerisinde kendilerine nübüvvet görevi verilmeden önce de aslâ puta tapmamışlar, zinâ ve hırsızlık gibi yüz kızartıcı suç işlememişlerdir. (M. DEMİRCİ, 2/32)
Hz. Yûsuf’un murad alma maksadı olsaydı, Hz. Âdem, Hz. Lût ve Hz. Dâvud’un tevbe ve istiğfarlarından söz edildiği gibi, onun da tevbe ve istiğfarından söz edilirdi. Oysa Yüce Allah onu ‘ihlâsa erdirilmiş’ olarak adlandırmıştır. (S. HAVVÂ, 7/186)
12/25-29. GÖMLEK NEREDEN YIRTILMIŞ
25. (KaçmakisteyenYûsuföndeolduğuhâlde,) ikisi de kapıya (doğru) koşuştular. (Onututupçevirmekisteyen) kadın, Yûsuf’un gömleğini arkadan yırttı. Derken kapının yanında kocasına rastladılar. (Kadın) dedi ki: “Âilene bir kötülük etmek isteyenin cezâsı zindana atılmaktan veya çok acıklı bir azaptan (işkenceden) başka nedir?”
26, 27. (Yûsufda: “Öyledeğil,) o benim nefsimden murad almak istedi.” dedi. Kadının âilesinden biri de şâhitliği üstlendi: “Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, (kadın) doğru söylemiştir; o ise yalancılardandır.” 27. “(Yok) eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa; (kadın) yalan söylemiştir; o ise doğru söyleyenlerdendir.”
28. (Kocası) onun gömleğini arkadan yırtılmış olarak görünce (kadına) dedi ki: “Hiç şüphesiz bu, sizin (kadınların) bir tuzağınızdan ibârettir. Çünkü sizin tuzağınız büyüktür.”
29. (Vezir: “Ey) Yûsuf! Sen bundan vazgeç (kimseyesöyleme! Züleyha!) Sen de günahının bağışlanmasını dile; doğrusu sen günah işleyenlerden oldun.” (dedi).
25-29. (25).‘İkisi de kapıya doğru koştu.’ Az kelime ile birçok mânâyı içeren bu ifâde, Kur’ân’ın îcâzındandır. Bu ifâdenin içerdiği anlamlar: (a) Kadın murad almak istemiş, (Yûsuf) dayatmıştır, (b) Kadın onu, (bu eylem için) zorlamıştır, (c) (Yûsuf’un) hızlıca kaçtığı, sığınacak yer aradığı. (M. A. SÂBÛNİ, 2/47, 48)
‘Âilene kötülük etmek isteyenin cezâsı zindana atılmaktan veya acıklı bir azaptan başka ne olabilir?’ Böylece kendisini temize çıkarmak istedi. Hem de onu sevmesinin gereği olarak adını söylemediği gibi verilecek ölüm cezâsına da katlanamadığı için cezâyı kendisi söylemişti. (H. T. FEYİZLİ, 1/237)
Bundan sonra Yûsuf, Zelîha’nın kilitlemiş olduğu kapıları açarak dışarı çıkmak istedi. Onu dışarı bırakmak istemeyen Zeliha, arkadan gömleğinden tutup çekerek gömleği yırttı. Kapıda kocasıyla karşılaştılar. Kölesiyle zinâ etmeyi göze alan Zeliha, maksadına ulaşamadan böyle bir manzara ile karşılaşınca durumu kurtarmak için Yûsuf’a iftira etmekte bir sakınca görmedi, onun cezâlandırılması gerektiğini söyledi. (KUR’AN YOLU, 3/227)
(27).‘Yok eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, bu durumda da kadın yalan söylemiştir.’ Yûsuf’un kendisini savunması üzerine, kadının âilesinden olup kuvvetli ihtimalle Aziz ile birlikte eve gelmekte olan tecrübeli bir kişi kanâatini şöyle ifâde etti: ‘Gömlek önden yırtılmışsa kadın, arkadan yırtılmışsa Yûsuf haklıdır’. (KUR’AN YOLU, 3/227)
‘(Kocası) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce dedi ki: Doğrusu bu sizin tuzağınızdandır’ Yâni bu iffetli gencin nâmûsuna sürmek istediğiniz leke ve iftirâ, sizin yaptığınız tuzakların bir parçasıdır. (..) Daha sonra Hz. Yûsuf’a meydana gelen olayı gizlemesini emretmek üzere şöyle dedi: ‘Yûsuf, sen bundan yüz çevir’ Yâni böyle bir şeyi olmamış gibi kabul et, kimseye bundan söz etme!’ Ey kadın, sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü gerçekten sen suçlulardan, ‘günah işlemeye yeltenenlerden’ oldun. (S. HAVVÂ, 7/180)
(28).‘Sizin komplolarınız yamandır’ cümlesinde söz konusu kadına yönelik olumsuz bir dokundurma yapılmamaktadır. Tam tersine, söz konusu kadının davranışıyla, dişiliğiyle büyük fentler açabilecek denli dört dörtlük mükemmel bir dişiliğe sâhip olduğu îmâ edilmektedir. Adam, daha sonra mâsum olan Hz. Yûsuf’a dönüp eklemektedir: ‘Sen ona bakma, kapat bu olayı’ Yâni bu konuyu kapat. Kendi kendine önemseyip hatırlamaktan vaz geç. Kimseye de açma! Önemli olan da budur zâten! Görüntüyü kurtarmak yeterlidir! (S. KUTUB, 6/252)
(..) Karısının sabretmesine imkân bırakmayacak şeyi gördüğünü tespit ettiğinden ve herhangi bir şey de olmadığından dolayı onu (karısını) mâzur görmüştür. Aslında lüks içerisinde yaşayıp, kendilerini engelleyecek herhangi bir inanç ve itikatları olmayan kimselerden başka tavırlar beklememeliyiz. Hattâ bundan da öte, deyyusluk bile yaparlar. Çağımızda cereyan eden olayları gözönünde bulundurduğumuz takdirde bu söylenenleri ayrıca delillendirmeye gerek kalmaz. (S. HAVVÂ, 7/180)
12/30-32 MISIR’LI KADINLAR VE ZÜLEYHA
30. Şehirde birtakım kadınlar: “Vezirin karısı, delikanlısı (olanuşağı)nın nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgisi yüreğine işlemiş! Doğrusu biz bu durumda onu apaçık bir çılgınlıkta görüyoruz.” dedi(ler).
31. (Züleyha) o (kadı)nların (dedikodularlakendisinidiledüşürme) hîlelerini işitince, onlara (birdâvetçi) gönderdi. Onlar için dayalı döşeli (oturulup) yaslanılacak bir yer hazırladı. Ve onlardan her birine de bir bıçak verdi. (Kadınlarmeyvelerisoymaktaiken, Yûsuf’a🙂 “Çık karşılarına!” dedi. Onlar bunu görünce, (gözlerinde) onu çok büyüttüler, (âdetabüyülendilerdemeyveyerine) ellerini kestiler ve: “Allâh’ı tenzih ederiz, bu bir insan değildir. Bu ancak değerli bir melektir.” dediler.
32. (Züleyha) dedi ki: “İşte hakkında, beni ayıpladığınız kişi budur. Andolsun ki ben, onun nefsinden murad almak istedim de, o nâmûsunu korudu. Yine yemin ederim ki kendisine emrettiğim (birlikteolmateklifin)i yapmazsa, elbette o, zindana atılacak ve elbette aşağılananlardan olacaktır.”
30-32. (30).‘Şehirde birtakım kadınlar: “Vezirin karısı, delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgisi yüreğine işlemiş! Doğrusu biz bu durumda onu apaçık bir çılgınlıkta görüyoruz.” dedi(ler).’ Dedikodunun çevreye yayılması ve şehrin ileri gelenlerince duyulması, bir iki günlük bir mesele olmasa gerek. Buna bakarak Yûsuf’un aylar süren bir baskı altında, sürekli olarak hanımı tarafından bu işe zorlandığını, uzun süreli baskı ve tehdit altında kaldığını düşünmek gerekir. (ELMALILI, 5/42)
‘Aziz’in karısı, uşağının nefsinden murad almak istiyormuş.’ Burada dikkat çekici husus şudur: Mısır’ın ileri gelenlerininhanımları, Aziz’in karısının bu çirkin fiile teşebbüs etmesini kınamış olmasına rağmen, dâvet ettiği hanımların huzûrunda ahlâk dışı niyetlerini açıkça ilân etmiştir. Yûsuf’u dâvetlilerin huzûruna çıkararak, böyle yakışıklı, güzel bir köleye âşık olmanın, toplum değerleri açısından bir noksanlık olmadığını vurgulamak istemiştir. (KUR’AN YOLU, 3/229)
‘Yaslanmaları için yastıklar hazırladı.’ Onlar arkalarına dayanarak yemek yedikleri için bunun, ‘yemek meclisi’ anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü varlıklı ve kibirli kişiler, genellikle arkalarına dayanarak yiyip içtikleri için Allâh’ın Rasûlü ‘sol elle ve arkaya dayanarak yemek yemeyi’ yasaklamıştır. (H. DÖNDÜREN, 1/392)
(31).‘(Kadınlarşaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve ‘Haşa Rabbimiz! Bu bir beşer değil… Bu ancak üstün bir melektir’ dediler.’ Hz. Yûsuf’un güzelliğinden söz eden birden çok hadîs–i şerif vârid olmuştur: İsrâ gecesi, Rasûlullah üçüncü semâda Hz. Yûsuf’u görmüş, ‘Ona güzelliğin yarısının verilmiş olduğunu gördüm’ buyurmuştur. Başka bir hadiste, ‘Yûsuf’a ve annesine, güzelliğin yarısı verilmiştir’ buyurmuştur. (S. HAVVÂ, 7/188)
12/33-35. ZİNDAN DAHA İYİDİR
33. (Yûsuf🙂 “Ey Rabbim! Zindan bana, onların beni kendisine çağırdıkları (günah işlemek)den daha sevimlidir. Eğer onların tuzaklarını benden çevirmezsen, (olurki) onlara meyleder ve cahillerden olurum.” dedi.
34. Rabbi, onun duâsını kabul etti de onların hîlesini ondan savdı. Çünkü o, hakkıyla işiten ve (herşeyi) bilenin ta kendisidir.
35. Sonra onlara (…Yûsuf’unsuçsuzluğunadair) gördükleri delillerin ardından yine de (dedikodununkesileceği) bir zamana kadar onu, zindana atmak fikri (daha) uygun geldi.
33-35. (33).‘(Yûsuf) ‘Ey Rabbim! Zindan bana, bunların dâvet ettiklerinden daha iyidir.’ Hz. Yûsuf, korunmak için Allâh’a sığındı. Kendi nefsi ile baş başa bırakılacak olursa, imtihânın sürüp gitmesi hâlinde, gücünün yeterli gelmeyeceğini hatırlatmakta, şehvetin imtihan alevine hapse girmeyi tercih ettiğini görmekteyiz. Gerçekten böyle bir imtihan oldukça zordur. Hz. Yûsuf, ne kadar mükemmel bir insandı! (S. HAVVÂ, 7/182)
Güzellik fitnesi, hikmetli davrananların dahi aklını başından alacak kadar büyük bir fitnedir. Bu bakımdan peygamber (s) şöyle buyurmuştur: benden sonra erkekler için, kadınlardan daha büyük bir fitne bırakmış değilim.’ (S. HAVVÂ, 7/189)
Hz. Yûsuf dünyâ zindanını, nefsine mağlup olmaktan ve nefsin karanlıklarında kalmaktan daha hafif görmüştür. Onun için de nefsini çağıran tuzaklardan Allâh’a sığınıyor. İşte Hz. Yûsuf bu şekilde gerçek anlamıyla Allâh’a inanıp teslim olanlara örnek teşkil etmiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/238)
Bâzı kadınlar, hîle ile erkekleri tuzağa düşürebilirler. Bu itibarla aralarında nikâh düşen kadın ve erkeğin bir (kapalı) mekânda bulunmamaları, (halvet olmamaları) güzelliklerini teşhir etmemeleri, karşı cinse şehvetle bakmamaları gerekir. (24/30-31) (..) Zinâ ve benzeri bir harama düşmemek için Hz. Yûsuf gibi Allâh’a sığınmak ve O’ndan yardım istemek gerekir. Çünkü insanın fıtratında karşı cinse eğilim duygusu vardır. 33 ve 34’ncü âyetler, günahlardan ancak Allâh’ın yardımı ile kurtulmanın mümkün olacağını ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 3/529)
12/36-42 ZİNDAN ARKADAŞLARININ RÜYÂLARI
36. (Yûsuf’un) kendisiyle berâber iki delikanlı da zindana girdiler. Onlardan biri: “Ben (rüyamda) kendimi şarap (içinüzüm) sıkarken gördüm.” dedi. Diğeri de: “Ben başımın üzerinde bir ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm.” dedi. “Bunun yorumunu bize haber ver, çünkü biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz.” (dediler).
37. (Yûsufdaonlaraşunları) söyledi: “Size kendisiyle rızıklanacağınız bir yemek gelecek, o daha size gelmeden önce onun ne olduğunu size haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allâh’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir kavmin dînini terkettim.”
38. “Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dînine uydum. Allâh’a bir şeyi ortak koşmamız bizim için (aslâdoğru) olmaz. Bu (tevhidinancı), bize ve insanlara Allâh’ın bir lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmezler.”
39. “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşit çeşit (düzmece, hiçbirşeyegücüyetmeyen) tanrılar mı daha iyidir, yoksa sonsuz kahretme gücü olan tek Allah mı?”
40. “Siz ise O’nun dışında kendinizin ve atalarınızın takmış olduğu anlamsız isimlere (putlara) tapıyorsunuz. Allah, onların tanrı oldukları hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm (vemutlakhâkimiyet) ancak Allâh’ındır. O, kendisinden başkasına (aslâ) kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
41. “Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyânızagelince🙂 Biriniz (zindandankurtulup) yine efendisine şarap içir(meyedevamed)ecek, diğeri ise (suçlubulunup) asılıp başından kuşlar yiyecek. Hakkında yorum (vebilgi) istediğiniz iş (konu), böylece hâlledildi.”
42. Onlardan kurtulacağını anladığı kimseye de dedi ki: “Efendinin yanında benden söz et (suçsuzolduğumusöyle).” Ama şeytan, efendisine anmayı ona unutturdu da (buyüzdenYûsuf) birkaç yıl daha zindanda kaldı.
36-42. (37).‘(Yûsuf) şöyle dedi: Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir.’ Bir mûcize olarak, yemeğin cinsini (Beydâvi) Hz. Yûsuf, bu soruya cevaptan önce onları tevhîde dâvet etmiş ve onları kendi doğruluğuna iknâ için ilim adamlarından üstün bilgiye sâhip olduğunu söylemiş ve gaybı haber verme mûcizesini göstermiştir. (H. T. FEYİZLİ, 1/238)
‘Doğrusu ben Allâh’a inanmayan bir kavmin dînini bıraktım.’ Hz. Yûsuf bu sözüyle aralarında yetiştiği millete; başvezirin âilesi, kralın kurmayları, milletin ileri gelenleri ve onlara tâbi olan hâlka işâret ediyor. Aslında karşısındaki delikanlılar da o milletin dînindendir. Ama Hz. Yûsuf, onların kişiliklerini hedef seçmiyor. Tam tersine, onları rencide etmemek, kendinden nefret ettirmemek için, genel bazda söz konusu milleti hedef seçiyor. Bu bir üslûptur, hikmettir, nezâkettir, kişilerin gönlüne güzellikle girebilme yöntemidir. (S. KUTUB, 6/259)
Hz. Yûsuf’un hapiste iki gencin rüyâsını yorumlaması ve öncesinde tevhîde dâveti, peygamberliğini teblîğe başladığı ilk olay olmalıdır. O, rüyâ yorumlama ilminin, Allâh’ın kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin, Allâh’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlıların dinine iltifat etmediğini atalarının dînine (İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dîni) mensup olduğunu, bunların Allâh’a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifâde etmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/233)
‘Bu (rüyâyorumlamailmi) Rabbimin bana öğrettiklerindendir.’ Bu ifâde ona, Allâh’ın rüya yorumlama dışında, şer’i ilimler, hikmet, iktisât vb. birçok ilmi öğretmiş olduğuna işâret eder. Hz. Yûsuf’un (55. Âyette) krala hitâben: ‘Beni ülkenin hazinelerine tâyin et’ demesi de bu yorumu desteklemektedir. (KUR’AN YOLU, 3/233)
Allâh’a inanıp inanmama konusunda insanlar mümin, kâfir, münâfık ve müşrik durumundadırlar. Mümin; dili ve kalbi ile Allâh’a inanıp tam teslimiyet gösterendir. Kâfir; inkâr edendir. Münâfık; gösteriş olan yerlerde veya zor durumlarda dili ile Allâh’a inandığını söyleyen (sahtekâr), fakat kalbi ile inanmayan işte bundan dolayı da Allâh’ın emirlerinin yerine getirilmesine her fırsatta tepki gösterendir. Müşrik ise; Allâh’ın varlığını kabul eden fakat başka varlıkları O’ndan önde tutup onlara bağlanandır. (H. T. FEYİZLİ, 1/238)
(40).‘Hüküm (veyamutlakhâkimiyet) ancak Allâh’ındır.’ O, kendisinden başkasına (aslâ) kulluk etmemenizi emretmiştir.’ İbâdetin hangi türü olursa olsun, O’ndan başkası için yapılacak olursa, şirktir, küfürdür, dalâlettir. (..) Hz. Yûsuf, onların (rüyâ tâbiri ile ilgili) soru sormalarını, tevhid ve İslâm’a dâvet için bir vesîle olarak değerlendirmiştir. (S. HAVVÂ, 7/193)
Hüküm koyma yetkisi sâdece ve sâdece Allâh’ın olmalıdır. İlâhlığının her şeye egemen olması gereğince hüküm, sâdece Allâh’a özgüdür. Zîra egemenlik tanrılığın niteliklerindendir. Egemenliğin kendisine âit olduğunu ileri süren – ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir grup, bir ulus, isterse uluslararası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun – tanrılığın nitelikleri noktasından herkesten önce Allâh’a savaş açmış demektir. (..) İnsanlar bir bütün olarak, egemenlik yâni hüküm koyma hakkına sâhip değildirler. Bu hak, sâdece bir olan Allâh’a âittir. İnsanlar sâdece, Allâh’ın şeriatında bildirdiği hükümleri uygulamak durumundadırlar. Allâh’ın şeriatında yer almamış bir hükmün ne doğruluğu söz konusudur, ne de meşruluğu! Doğru olan, sâdece Allâh’ın koyduğu hükümlerdir… (S. KUTUB, 6/262, 263)
(42).‘Efendinin yanında benden söz et.’ ‘Ama şeytan efendisine anmayı ona unutturdu(da)’ (buyüzdenYûsuf) birkaç yıl daha zindanda kaldı.’ Hz. Yûsuf, zindandan kurtulması için, Allâh’a yalvarsa idi, araya şeytan girmeyecek ve daha önce kurtulacaktı. O ise, efendiden yardım istemekle hapsi birkaç yıl daha uzadı. Yûsuf durumunda olan Allâh’a yakın olanlara yakışan şey, her beklentilerini Allah’tan istemektir. (ELMALILI, 5/45, H. T. FEYİZLİ)
12/43-45 KRALIN RÜYÂSI
43. (BirgünMısır’da) hükümdar: “Ben (rüyamda) yedi semiz ineği yedi zayıf (ineğ)in yediğini ve yedi yeşil başak ile kuru olan (yedi) başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer siz rüyâ tâbir ediyorsanız, benim rüyâmı açıklayın.” dedi.
44. (Ünlütâbirciler) dediler ki: “(Bunlar) birtakım karışık düşlerdir; biz böyle rüyâların yorumunu bilmeyiz.”
45. (Zindandaki) o iki (kişi)den kurtulanı, bir zaman sonra (Yûsuf’u) hatırladı da: “Ben size rüyânın yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin.” dedi.
43-45. ’Yorumcular ‘bunlar karmakarışık düşlerdir’ dediler.’ Kral, gördüğü rüyâdan etkilenip korktu. Bunun üzerine, ülkesindeki rüya yorumcularını toplayıp, rüyâyı onlara anlattı. Fakat yorumcular, rüyâyı yorumlamaktan aciz kaldılar. (KUR’AN YOLU, 3/237)
Hulüm, eskisi yenisi birbirine karışmış yığın yığın uyku hayalleri, anlamsız birtakım vehim ve hayâllerin karışımıdır. Hulüm, uykuda görülmüş boş hayaldir ki, ihtilâm kelimesi bundan alınmıştır. (ELMALILI, 5/46)
12/46-49. YÛSUF’UN RÜYÂ TÂBİRİ
46. (Gençzindanagittivedediki🙂 “Ey doğru sözlü Yûsuf! (Rüyadagörülen) yedi zayıf (ineğin) yedi semiz ineği yemesi ile yedi yeşil başak ve diğer (yedi) kuru başak hakkında bize açıklama yap. Umarım ki (buisâbetliyorumla, benigönderen) insanlara dönerim de belki onlar (böylecedoğruyuvesenindeğerini) bilirler.”
47. (Yûsuf) dedi ki: “Yedi sene âdet(iniz) üzere ekin ekersiniz, sonra yediğiniz az miktarın dışında, biçtiğinizi başağında öylece bırakın (depolayın).”
48. Sonra bunun ardından yedi (yıl) kuraklık gelir ki bu da (tohumolarak) ayıracağınız az miktar dışında, daha önce biriktirdiklerinizin hepsini yiyip bitirecek.
49. “Sonra bunun ardından öyle bir yıl gelecek ki o yılda insanlara yağmur (vebereket) verilecek, insanlar (ürünleri) sıkacaklar.”
46-49. Hz. Yûsuf, gelecekte Mısır’da etkili kıtlık geleceğini ve alınacak tedbirleri anlattı. Yedi sene bolluk olacağını, ardından yedi yıl kıtlık olacağını, ilk yedi yıl ürünlerini başakları ile saklamalarını söyledi.
‘Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir.’ ‘(Buondörtyıldan) sonra bunun ardından öyle bir yıl gelir ki, insanlar onda yağmura kavuşturulur. (Oyılbolbolyağmuryağar) ve onda (üzüm, zeytinvebaşkaşeyleri) sıkıp sağarlar.’ Hz. Yûsuf, semiz inekler ile yeşil başakları bolluk yılları ile zayıf inekler ile kuru başakları da kurak yıllar diye yorumladı. O bunları vahiy yolu ile öğrenmiş idi. (S. HAVVÂ, 7/203)
12/50-53 HAZRET-İ YÛSUF’UN BERÂETİ
50. (Buyorumuöğrenen) hükümdar: “Onu bana getirin.” dedi. Elçi de ona gelince (Yûsuf, zindandançıkmayıhemenkabuletmeyipelçiye): “Efendine dön ve ona ellerini kesen kadınların o andaki hâlleri ne imiş sor. Şüphe yok ki Rabbim onların tuzaklarını hakkıyla bilendir.” dedi.
51. (Buisteküzerinehükümdar, kadınlarıçağırıp🙂 “Yûsuf’un gönlünü çelip nefsinden murad almak istediğiniz zamanki durumunuz / müşâhedeniz neydi?” dedi. (Kadınlar): “Hâşâ! Allah için, (doğrusu) biz onun aleyhine olacak hiçbir kötülük (yaptığınıgörmedikve) bilmeyiz.” dediler. Tam o sırada Azîz’in karısı: “Şimdi gerçek açığa çıktı; ben, onun nefsinden murad almak istemiştim. O ise özü sözü bir, dürüst kimselerdendir.” dedi.
52. (Elçi, kadınlarınbuitiraflarınıYûsuf’ailetince, odaşöylededi🙂 “Bu (benimböylesordurmam; vezirin) yokluğunda kendisine gerçekten ihânet etmediğimi ve hâinlerin hîlesini şüphesiz Allâh’ın başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.” dedi.
53. “(Yinede) ben, nefsimi temize çıkar(makiste)mem. Çünkü Rabbimin esirgemesi olmadıkça, nefis her dâim kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (dedi).
50-53. (50).‘Elçi de ona gelince (Yûsuf zindandan çıkmayı hemen kabul etmeyip elçiye) ‘Efendine dön ve ona ellerini kesen kadınların o andaki hâlleri ne imiş sor’ Hz. Yûsuf, işini sağlam tuttu. Hükümdara cevap vermekte teenni gösterdi. Kendisine yapılan iftirâdan ve zindana atıldığı suçtan uzak olduğunu açığa çıkarmağa öncelik tanıdı. Bu tavırda, ithamları reddetmek için olanca gayreti harcamanın (tıpkı haddi aşmaktan sakınmanın vücûbu gibi) bir farz olduğuna delil vardır. (Nesefi’den, S. HAVVÂ, 7/204)
Burada dikkat çeken bir husus da şudur: Hz. Yûsuf, hâdisenin içyüzünün araştırılmasını isterken asıl suçlu olan Aziz’in hanımının ismini vermemiş, ‘ellerini kesen o kadınlar’ diyerek ortaya konuşmuştur. Bu kadar sene hapishânede kalan Yûsuf, psikolojik olarak zerre kadar sarsılmadığı gibi, böylece büyüklük üstüne büyüklük göstererek, yine de nezâketten ayrılmamıştır. (Ö. ÇELİK, 2/626)
‘(Elçi, kadınların bu itiraflarını Yûsuf’a iletince, o da şöyle dedi) Bu (benim böyle sordurmam, vezirin) yokluğunda kendisine gerçekten ihânet etmediğimi ve hâinlerin hîlesini şüphesiz Allâh’ın başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.’ (Söz konusu) hanımın 51. âyetteki itirâfı, onun düşük karakterini yansıtmakta, buna karşılık 52. Âyetteki asil ve ağır başlı konuşma, Hz. Yûsuf’un asil karakterini yansıtmaktadır. Apaçıktır ki, bu sözler doğru, kerem sâhibi, mütevâzı ve Allah’tan korkan birinin sözleridir. Bu sözler, ‘bana gel’ kötü niyet besleyenin cezâsı ‘ve isteğimi kabul etmezse hapse atılacak’ gibi sözler sarf eden bir ağızdan çıkamaz. (MEVDÛDİ, 2/440)
Kadın suçunu itiraf ettiğine göre, kalkıp bir de, ‘o suçlu ama ben de büsbütün temiz değilim’ anlamında bir söz söylemesi, çelişkili olacağından kanaatimizce, o sözleri Hz. Yûsuf söylemiş olmalıdır. (KUR’AN YOLU, 3/240, 241)
(53).‘Nefis kötülüğü emreder’ beyânı, dikkatleri terbiye ve tezkiye olmamış nefsin kötülüğü emredici olmakla münâsebeti üzerine çekmektedir. Gerçekten de insan nefsinin fıtrat olarak aürekli şehvete, günaha ve fenâlık tarafına meyletme, bütün gücüyle kötülüğü telkin etme özelliği vardır. Nefis, kendi kuvvetini ve emrindeki vâsıtaları hep o yönde kullanmak ister. Bu sebeple insan, sırf kendi nefsine kalırsa, fenâlığa sürüklenir. Dolayısıyla nefsin bu zarar verici yapısını iyi tanımak ve onun fırsat bulduğunda rûhâni melekeleri dumûra (..) uğratacağı beklenir. (Ö. ÇELİK, 2/627, 628)
Hadis: Rabbim, beni bir göz açıp kapayana kadar, hatta bundan da az bir süre için bile nefsimin eline bırakma. (Ebu Davud’dan, İ. H. BURSEVİ, 9/190)
12/54-57. MISIR HAZİNELERİNE TÂYİNİ
54. Hükümdar (elçininYûsuf’tangetirdiğibuhaberüzerine): “Onu bana getirin, onu kendime (danışmanolarak) seçeceğim.” dedi. Onunla konuşunca da (Yûsuf’a): “Bugün(densonra) hakikaten sen, yanımızda mühim mevki sâhibi, güvenilir birisin.” dedi.
55. (Yûsuf): “Beni ülkenin hazinelerinin başına getir. Çünkü ben (onları) iyi korur ve (idâresinide) iyi bilirim.” dedi.
56. Böylece Yûsuf’u o yere (Mısır’da) imkân ve iktidar verdik; orada dilediği yere gidebilirdi. Biz rahmetimizi dilediğimiz kimseye ulaştırırız, güzel hareket edenlerin mükâfatını zâyi etmeyiz.
57. İnananlar ve ‘Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına uygun yaşayanlar’ için, âhiret mükâfâtı elbet daha hayırlıdır.
54-57. (55).(Yûsuf) ‘Beni ülkenin hazînelerinin başına getir’ dedi.’ Yûsuf’un yaptığı bu teklif misâl gösterilerek, adâleti ve görevin gerektirdiği hususları hakkıyla yerine getireceğine güvenen bir insanın valilik ve yöneticilik talebinde bulunması, hatta kâfirlerden bile yöneticilik alması câiz demişlerdir. (ELMALILI, 5/58)
Talep konusuna gelince: Onun fıkhi hükmü şudur: Ehliyet ve liyâkatları olmayanlara vâlilik ve yöneticilik vermek haramdır. Bunun, talep eden açısından talebi de haram, görevlendiren açısından görev verilmesi de harandır. Ehliyeti olanlara kabul caiz, talep mekruhtur. O işe ondan başka ehil bulunmazsa talep vâcip olur. (ELMALILI, 5/59)
Hz. Yûsuf’un böyle bir talepte bulunması, Allâh’ın hükümlerini uygulamak, hakkı yerleştirmek, adâleti yaymak içindir. (..) Nesefi der ki: İlim adamları şöyle demiştir: Bu buyrukta herhangi bir kimsenin, zâlim bir yöneticiden belli bir görev kabul etmesinin caiz olduğunun delili vardır. Nitekim selef, zâlimler tarafından verilen yargı makamlarını kabul ediyorlardı. (S. HAVVÂ, 7/207)
Biz Yûsuf (a.s.) kıssasından şunu anlıyoruz: Müslüman, bâzı durumlarda kendisini tezkiye edebilir. Eğer, Allâh’ın dinine veya genel olarak bütün insanların menfaatine bir hizmet söz konusu ise, bir günahın varlığından da söz edilemiyorsa, herhangi bir devlet görevini, Müslüman alabilir. Bu konuda niyet faktörü de, hak ehlinin konumu da önemlidir. (S. HAVVÂ, 7/213)
AncakAllahRasûlü (s) liyâkatli olmayanların idâri bir görev talep etmelerini uygun görmediği gibi, liyâkatli olsa bile, zorunluluk olmadığı sürece, böyle bir talepte bulunmamayı tavsiye etmektedir. Nitekim kendisinden idâri görev isteyenlere: Hadis: ‘Vallâhi biz bu işe ne onu isteyen birini, ne de ona hırs gösteren birini tâyin ederiz’ buyurarak onların isteklerini reddetmiştir. (Buhâri, Müslim’den Ö. ÇELİK, 2/630, 631)
Hadis: ‘Ey Abdurrahman! Yöneticilik isteme. Çünkü istediğin yöneticilik sana verilirse, onunla başbaşa kalırsın. İstemeden sana yöneticilik verilirse bu konuda sen yardım görürsün.’ (Müslim İmâre 13, İ. KARAGÖZ 3/545)
12/58-62 YÛSUF’UN KARDEŞLERİ MISIR’DA
58. (Nihâyet sözügeçenkıtlıkyılıgelinceMısır’danzahirealmalarıiçin) Yûsuf’un kardeşleri gelip onun huzûruna girdiler. Onlar kendisini tanımadılar ise de o onları tanıdı. [bk. 12/15]
59, 60. (Yûsuf) onların (zahire) yüklerini kendilerine hazırlatınca dedi ki: “Baba bir erkek kardeşinizi de bana getirin. Gördüğünüz gibi, ben (onunhissesiyleberâber) ölçüyü tastamam (vebolca) yapıyorum ve ben konuk sevenlerin de en hayırlısıyım.” 60. “Eğer onu yanıma getirmezseniz artık benim yanımda size bir ölçek bile (zahire) yok ve bana da yaklaşmayın.”
61. (Kardeşleri🙂 “Onu babasından isteyeceğiz, biz her hâlükârda (buisteğinizi) yaparız.” dediler.
62. (Yûsuf) adamlarına: “Erzak bedellerini yüklerinin içine koyun. Umarım ki onlar âilelerine döndükleri zaman, onun farkına varırlar da yine gelirler.” dedi.
58-62. (58).‘Yûsuf onları hemen tanıdı. Onlar ise onu tanımamışlardı.’ Çünkü o, çocukken ayrılmış, büyümüş, değişmiş ve tanınmayacak bir makamda bulunuyordu. Şu hâlde, sûrenin baş tarafında da geçtiği üzere Yûsuf kuyuya atıldığı zaman kendisine vahy edilmiş olan ‘Sen onlara bu yaptıklarını hiç beklemedikleri bir sırada haber vereceksin’ (15. Âyet) ilâhi vaadi gerçekleşmeye başlıyordu. (ELMALILI, 5/63)
Anlaşıldığına göre Yûsuf (a.s.) her şeyi öyle ayarlamıştı ki, hiçbir yabancı kendisinden özel izin almadan tahıl satın alamıyordu. Dolayısıyla kardeşleri Mısır’a ulaştığında bu darlık ekonomisinde sabit miktarı satın almak için belirlenmiş özel izni alabilmek üzere Hz. Yûsuf’un (a.s.) huzûruna çıkmak zorunda kalmış olmalıydılar. (Denetim) (MEVDÛDİ, 2/445)
(59).’Dedi ki, bana babanızdan olan öbür kardeşinizi de getirin.’ Bu kardeş, daha önce yukarıda geçtiği üzere, ‘Yûsuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevimli’ (8. Âyet) demiş oldukları Bünyamin idi. (..) Yûsuf bunu söylerken, ‘kardeşiniz’ dememiş, ‘babanızdan olan öbür kardeşinizi’ demesi de çok anlamlıdır. Böyle söylemekle, onu tanımıyormuş gibi davranmış, hem onun yalnız kaldığını işâret etmiş, hem de kendi (öz) kardeşini îmâ etmiştir. (ELMALILI, 5/63, 64)
‘Ben misâfirperverlerin hayırlısıyım.’ Hz. Yûsuf, bu sözü başa kakmak için söylememiş, daha fazla zahîre veremediği için mâzeret olarak söylemiş, bir kişi daha olsaydınız daha fazla zahîre verecektim, demek istemiştir. Bu sözleri, kardeşinin getirilmesini sağlamak için sarf etmiştir. (ELMALILI, 5/64)
12/63-65 BÜNYAMİN’İN GÖNDERİLMESİ
63. Nihâyet babalarına döndükleri zaman: “Ey babamız! Artık bize erzak verilmeyecek. Kardeşimizi de bizimle berâber gönder de zahîre alalım. Biz onu ne pahâsına olursa olsun koruyacağız.” dediler.
64. (Yâkub) dedi ki: “Daha önce bunun kardeşini (Yûsuf’u) size güvendiğim gibi bunu da mı size emânet edeyim? (Nesizneben,) en iyi koruyucu Allah’tır. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
65. Nihâyet zahire yüklerini açtıkları zaman, erzak bedellerini kendilerine geri verilmiş buldular. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne istiyoruz? İşte (götürdüğümüz) zahire bedellerimiz bize geri verilmiş! (Bununlatekrar) âilemize yiyecek getirir, kardeşimizi de koruruz ve (fazladan) bir deve yükü de (yiyecek) artırırız. (Zâten) bu, az bir ölçek (zahire)dir (bizeyetmez).”
63-65. (64).Babaları onların teklifini red ile kabul arasında bir cevapla karşıladı: ‘Dedi ki: Onu size emânet edeyim mi?’ Yâni (emânet) etmem, nasıl edebilirim?‘Ancak ondan önce kardeşi hakkında güvendiğim gibi güvenmiş olurum.’ Yâni bu güvenmem, lâyıkıyla bir güvenme olmaz. (..) Bu ifâde hem sitemi, hem de reddi ifâde eder. (..) ‘İmdi Allah’tır en hayırlı koruyucu.’ Korursa O korur. Allah korumayı istediği takdirde mutlaka korur ve Allah koruyanların en hayırlısıdır. Korumayı murad edince, nerede olsa, nasıl olsa korur ve en mükemmel, en hayırlı bir şekilde korur. (ELMALILI, 5/67, 68)
‘şimdi de onu mu size emânet edeyim?’ Daha önce Yûsuf’u size emânet ettim de ne oldu? Onun için de aynı yeminleri etmiştiniz, şimdi size güvenmemi nasıl beklersiniz benden? Fakat anlaşılan o ki, başka çârem de yok. Eğer mutlaka gitmesi gerekiyorsa, ben onu size değil, Allâh’a emânet ediyorum. (M. KISA, 1/260)
‘..O merhametlilerin en merhametlisidir.’ ‘Allâh’ın 100 rahmeti vardır. Bunlardan bir tânesini; insanlar, cinler, evcil hayvanlar, vahşi hayvanlara vermiştir. Bu bir rahmetle şefkat ederler ve merhamet ederler. Vahşi hayvanlar, bu merhametle yavrularına merhamet eder. Allah 99 merhameti âhirete saklamıştır. Bununla kullarına kıyâmet günü merhamet eder. (Hadis, Müslim, İ. KARAGÖZ 3/549).
12/66-68. BÜNYÂMİN MISIR YOLCUSU
66. (Yâkub🙂 “Hepiniz kuşatıl(ıpçaresizkal)madıkça, onu bana mutlaka getireceğinize dâir, Allah için sağlam bir söz verinceye kadar, onu sizinle berâber kesinlikle göndermeyeceğim.” dedi. Artık babalarına yeminle / sağlam söz vermeleri üzerine (Yâkub): “Allah konuştuğumuza vekildir.” dedi (veBünyâmin’ionlarlaberâbergöndermeye râzı oldu).
67. (Mısır’ahareketetmedenönceonlara🙂 “Oğullarım! (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin (nazar-ıdikkatiçekmenizdenkorkuyorum). Gerçi, Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm ancak Allâh’ındır. Ben ancak O’na dayanıp güvendim. Tevekkül edenler de ancak O’na dayanıp güvensinler.” dedi.
68. Nihâyet babalarının kendilerine emrettiği şekilde (Mısır’aayrıayrıkapılardan) girdiler. (Aslındababalarının) bu tedbiri Allah’tan (gelecek) bir şeyi onlardan gideremezdi. Sâdece Yâkub nefsindeki (korkudankorunmayadâir) bir dileği yerine getirdi. Doğrusu o, kendisine (vahiyveilhamla) öğrettiğimiz için ilim sâhibi idi. Fakat insanların çoğu (ilâhîtakdiri) bilmezler.
66-68. (67).‘Ayrı ayrı kapılardan giriniz.’ Mısır’a tek kapıdan girmeyiniz. (Hz. Yâkup) onlar topluca tek kapıdan girdikleri takdirde göz (değmesin)den korkmuştu. Çünkü onlar hem yakışıklı hem de heybetli idiler. Hadiste geldiği gibi nazar (göz) değmesi haktır, insanı kabre, deveyi tencereye koyar. (M. A. SÂBÛNİ, 2/54)
Bu tavsiyenin sebebi, toplu bir şekilde (tek kapıdan) girince, göze çarpacaklar, dikkat çekeceklerdi. Böyle duruma düşmekten sakındırmak için bu tavsiyeyi yapmıştır. (ELMALILI, 5/69)
‘Gerçi Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam.’ Eğer Allah, hakkınızda bir kaza (hüküm) murad etmiş ise o mutlaka olur. O’nun takdîrine karşı hiçbir tedbir fayda vermez. Her ihtimâle karşı tedbir almak gerekli ise de, alınan tedbir, takdîri engelleyecek ve ilâhi murâdın meydana gelmesini önleyecek değildir. Tedbir. Nihâyet Allah’tan o vesîle ile bir yardım dilemedir. Takdire uygun ise faydalı olur, yoksa kadere engel olamaz. (ELMALILI, 5/69)
Diğer görüşe göre Hz. Yâkub’ un göz değmesi/ nazar değmesinden korkmuş olduğu için ‘farklı kapılardan girmeleri’ ni emretmiştir. Hz. Peygamberin torunları Hasan ve Hüseyin’i kem gözlerden koruması için Allâh’a duâ etmiştir. (Buhâri, KUR’AN YOLU, 3/245, S. HAVVÂ, 7/222)
Göz Değmesi: Allah Rasûlü (s); ‘Göz değmesi haktır.’ (Hadis, Buhâri) ve yüzünde sarılık gördüğü biri için ‘duâ edin, çünkü kendisinde nazar var’ (Buhâri) buyurmuştur. (Yine Peygamberimiz) nazar değmesine karşı, Kur’ân’ın son iki sûresini okumuş ve ashâbına da bu sûreleri okumalarını tavsiye etmiştir. (Tirmizi). Hz. Peygamber (s) torunları Hasan ve Hüseyin’i nazar ve benzeri olumsuzluklardan korumak için şu duâyı okumuştur: ‘Sizi her türlü şeytan ve zehirli hayvanlardan ve bütün kem gözlerden Allâh’ın eksiksiz kelimelerine ısmarlarım.’ (İbn Mâce, Buhâri; İ. KARAGÖZ 3/552))
(Fakat bu) Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı’ Allâh’ın hükmü değişmez olsa bile, insanlar bunu bilemezler ve tedbir almakla yükümlüdürler. Ayrıca tedbir, insanı psikolojik olarak rahatlatır. İnsanların çoğu kader – tedbir ilişkisini bilmez, ama peygamberler bilirler; çünkü bunu onlara Allah öğretmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/246)
‘Hüküm ancak Allâh’ındır.’ Yâni Allah, dilediğini yapar. İnsanların başlarına gelen şeylerin sebepleri, insanların kendileri bile olsa, hayır ve şer herşey, O’nun takdîri ve izni ile olur. (İ. KARAGÖZ 3/553)
12/69-75 YÛSUF BÜNYAMİN BULUŞMASI
69. (Kardeşleri) Yûsuf’un yanına girince, (öz) kardeşi olan (Bünyâmin’)i yanına aldı (veona): “Ben senin öz kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme!” dedi.
70. (Yûsuf,) onların yüklerini hazırlatınca su kabını (öz) kardeşinin yükü içine koydu. Sonra bir çağırıcı şöyle bağırdı: “Ey kervancılar! Siz hırsızsınız!”
71. (Yâkub’unoğulları) onlara dönerek: “Ne kaybettiniz?” dediler.
72. Dediler ki: “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü (mükâfat) vardır.” (İçlerinden biri🙂 “Buna ben kefilim.” (dedi.)
73. (Yûsuf’unkardeşleri🙂 “Allâh’a yemin ederiz ki bizim bu ülkeye fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Ayrıca biz hırsız da değiliz.” dediler.
74. (Onlarda🙂 “Eğer yalancı iseniz hırsızın cezâsı nedir?” dediler.
75. “Onun cezâsı, (çalınanmal) kimin yükünde bulunursa, kendisi onun karşılığıdır. Biz (hırsızlıkyapan) zâlimleri böyle cezâlandırırız.” dediler.
69-75. (69).‘Yûsuf’un huzûruna girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı (veonagizlice) ‘Ben gerçekten senin kardeşinim’. Görüldüğü kadarıyla o kardeşine, bu durumu öteki kardeşlerine açıklamamasını, kendisinin Yûsuf olduğunu bildirmemesini söylemiş, ona gereken saygı, ikram ile yanında alıkoymak için bir çâreye başvurmak üzere de anlaşmış idiler. (S. HAVVÂ, 7/223)
(70).‘…sonra da bir çağırıcı bağırdı ‘Ey kâfile siz mutlaka hırsızsınız!’ (..) Bu dış görünüşüyle bir itham olsun, ancak su kabının çalınmadığını bilen Yûsuf açısından bu bir yalan bir iftirâ ve bühtan değil mi? Yûsuf buna nasıl izin ve cevaz vermiş olabilir? Burada bu soru önemli, cevâbı da gayet incedir. (..) Fakat Bünyâmin’e gizli olarak ‘olup biteceklerden üzülme’ diye tenbih eden Yûsuf, kendisi böyle bir cezâ ile kardeşlerinden intikam mı almak istiyordu? Hayır, ileride de göreceğimiz şekilde Yûsuf, onlardan kendi hakkını affetmişti. Lâkin onların yaptıkları işlerde bir de Allâh’ın hakkı vardı ki, onu affetmek Yûsuf’un elinde değildi. Ancak o, kardeşlerinin Allah katında da affa uğramalarını istiyordu. Bundan dolayı bu konuda kandisini tanıtmadan önce, Allâh’ın hakkı nâmına / adına târizli bir uyarıyı içeren o suçlama ile ciddi bir pişmanlık duygusuna sevk etmek ve onları bütün yaptıkları için tevbeye yönlendirmek için Bünyâmin’in bu şekilde kalmasını temin ettiği gibi, onların da tevbekâr olarak hakka yönelmelerini hazırlamış olacaktı. (ELMALILI, 5/74)
(74).‘(Yûsuf’unadamları) dediler ki: Peki, siz yalancı iseniz bunun (bu tası çalmanın) cezâsı nedir?’ Eğer kardeşini Kralın yasalarına göre vyargılayacak olsaydı, onu alıkoyabilmesi mümkün değildi. Hırsıza çaldığı eşyaya uygun düşecek bir cezâ verebilirdi ama bu gerekçeyle onu alıkoyamazdı. Ancak Yûsuf onu, kardeşlerinin mensup olduğu dînin hükümlerine göre yargılamış ve sonuçta alıkoyabilmişti. Bu, yüce Allâh’ın Hz. Yûsuf’a nasıl uygulayacağını ve ne yapacağını ilham ettiği bir plandı. (S. KUTUB, 6/302)
12/76-79 BÜNYÂMİN’İN MISIR’DA ALIKONMASI
76. Bunun üzerine (Yûsuf, öz) kardeşinin kabından önce (hemenonusuçlamaçekincesindendolayı), onların kaplarını (aramaya) başladı. Sonra onu, kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz (Yûsuf’a, kardeşiBünyamin’igerialmasıiçin) böyle bir plan hazırlattık. Yoksa hükümdarın kânûnuna göre, Allâh’ın dilemesi dışında kardeşini alamazdı. (Biz) dilediğimizi yükseltiriz. Her ilim sâhibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.
77. (Yûsuf’unkardeşleri🙂 “Eğer o çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” dediler. Yûsuf, bunu içinde sakladı, onu onlara belli etmedi ve (içinden): “Bana yaptığınız yanında sizin durumunuz daha kötüdür.” dedi. “Allah sizin anlatmakta olduğunuzu çok iyi bilendir.”
78. (Kardeşleri Yûsuf’a şöyle dediler🙂 “Ey azîz! Onun çok ihtiyar bir babası var. Birimizi onun yerine al (hapset; yeterkionubırak). Biz seni kesinlikle iyiliksever (insanlardan) görüyoruz.” dediler.
79. (Yûsuf🙂 “Malımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını (yakalayıp) almaktan Allâh’a sığınırız; çünkü biz o takdirde zulmedenlerden oluruz.” dedi.
76-79. (76).‘İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kânûnuna göre kardeşini alıkoyamayacaktı.’ Bu âyette ‘din’ sözcüğü kralın koyduğu sistem ve yasaları ifâde etmek için kullanılıyor. Bu sistem ve yasalara göre hırsızı, hırsızlığın cezâsı olarak alıkoymak mümkün değildir. Ancak Hz. Yâkub’un dîninin sistem ve yasalarına göre alıkoyma cezâsı mümkündü. Nitekim Hz. Yûsuf’un kardeşleri bu olayda daha baştan, kendi dinlerinin yasalarına göre yargılanmayı kabul etmişlerdi. Yûsuf da tası kardeşinin yükleri arasında bulduğunda, onların kendi dinlerinin yasalarına göre hüküm vermişti. Görülüyor ki, Kur’an’da ‘din’ sözcüğü, sistem, şeriat ve yasaları ifâde etmek için kullanılıyor. (S. KUTUB, 6/303)
Kralın kanunlarına göre hırsızın cezâsı dayak ve çaldığı şeyin iki katını ödemekti. Yâkub (a.s.)’ın şeriatında olduğu gibi köle yapmak değildi. (İ. H. BURSEVİ, 9/263, ELMALILI, 5/78)
Hz. Yûsuf, ülkenin en yüksek mevkiindeyken, Mısır’da gayri İslâmi / İslâmdışı bir düzen yürürlükte bulunmaktadır. Dolayısı ile bu durum, gayri İslâmi yasaları uygulamak zorunda olduğunu gösterir. Geçiş dönemi esnâsında, yeni câhili yasaların, henüz İslâmi yasalarla yer değiştirmediği dönemde kimi Müslümanlar şarap içmeye, fâiz yemeye, müta nikâhı vb. devam ediyorlardı. Ancak Rasûlullah, bu gibi fiilleri asla işlemiyordu. Hz. Yûsuf, Melik’in hırsızla ilgili yasasını uygulamamıştır. (MEVDÛDİ, 2/453) (Bir ülkede çok hukukluluk uygulanabilir, buradan bu anlam çıkmaktadır)
Mısır kânunlarına göre hırsıza sopa vurulur ve çaldığı malın iki misli ödettirilirdi. Hz. Yâkub’un şeriatında ise hırsız, mal sâhibine hizmet ettirilirdi. Hz. Yûsuf, işte bu kânundan yararlanıp, (çok hukukluluk) kardeşi Bünyamin’i alıkoymak istedi. Plânını buna göre hazırladı, dikkat çekmemek için aramaya önce üvey kardeşlerinin yüklerinden başladı. Sonunda su kabını Bünyâmin’in yükünden bulup çıkardı. (KUR’AN YOLU, 3/249)
(78).‘Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy.’ Plândan haberdar olmayan kardeşleri, Bünyâmin’in ihtiyar babası olup, onun için çok üzüleceğini söylediler ve yerine kendilerinden birini alıkoyup, onu serbest bırakmasını Hz. Yûsuf’tan istediler. Fakat Hz. Yûsuf, cezâların şahsiliği ilkesinden hareket etti ve suçlunun yerine başkasını cezâlandırmanın haksızlık olduğunu, böyle bir şey yapmaktan Allâh’a sığındığını bildirdi. (KUR’AN YOLU, 3/249)
(79).‘Dedi ki: Eşyâmızı yanında bulduğumuz kimselerden başkasını alıkoymaktan Allâh’a sığınırız.’ Hırsız kelimesi yerine, ‘malımızı bulduğumuz kimse’ deyiminin kullanılması çok anlamlıdır. Hz. Yûsuf (a.s.) kardeşi hakkında hırsız kelimesini kullanmaktan çekinmişti. Çünkü kardeşi, gerçekten hırsız değildi. Buna tevriye denir. Tevriye, bir gerçeği örtmek yâhut gizlemek demektir. Bu uygulamaya, belli şartlar ve sınırlar içinde İslâmi kurallar izin vermiştir. Fakat şahsi amaçlar için değil, bir kötülükten sakınmak yâhut zâlimin elinden mazlûmu kurtarmak için uygulanabilir. (MEVDÛDİ, 2/455)
12/80-82 KARDEŞLERİNİN ÇARESİZLİĞİ
80. (Yâkub’unoğulları) on(ukurtarmak)tan ümitlerini yitirince, kendi aralarında fısıldaşarak görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına kesin söz aldığını ve daha önce de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam izin verinceye veya Allah benim için hükmedinceye kadar ben bu yerden aslâ ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
81. Babanıza dönün deyin ki: “Ey babamız! İnan ki oğlun, hırsızlık etti. Biz ancak bildiğimiz şeye şahitlik ediyoruz. (Kaybolantasın, onunyükündençıktığınıgördük, hakikatibilmiyoruz.) Biz gaybın bekçileri değiliz.”
82. “(Bizeinanmazsan) içinde bulunduğumuz o şehir (hâlkın)a ve içinde dönüp geldiğimiz kervana sor. Şüphesiz biz elbette doğru söyleyenleriz!”
12/83-87. SABR-I CEMİL
83. (BununüzerineYâkub🙂 “Hayır! Nefisleriniz (sizialdatıpböyle) bir işi hoş gösterdi. Artık (banadüşen) güzel bir sabırdır. (Benise) Allâh’ın, onların hepsini bana kavuşturacağını ümit ederim. Çünkü O (herşeyi) hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sâhibidir.” dedi.
84. Ve (Yâkub) onlardan yüz çevirdi de: “Ah Yûsuf’um ah!” diye sızlandı ve kederinden (ağlayarak) iki gözüne ak düştü (perdeindi). (Bununlaberâber) o, (kederinioğullarınabellietmiyor) içine atıyordu.
85. (Oğulları) dediler ki: “Vallahi, sen Yûsuf’u hâlâ anıp duruyorsun, ya (üzüntüden) hasta olacaksın veya kendini helâk edenlerden olacaksın.”
86. (Yâkub🙂 “Ben derin üzüntü ve tasamı yalnız Allâh’a arz ederim ve Allah katından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.” dedi.
87. “Evlâtlarım! Gidin Yûsuf’u ve kardeşini ‘iyice araştırıp haber getirin.’ Allâh’ın lütfundan ümidinizi kesmeyin. Çünkü kâfirler toplumundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümit kesmez.”
83-87. (83).‘(Yâkub) dedi ki: ‘Hayır, aksine nefisleriniz size (böyle) bir işi süsledi. Artık bana düşen güzelce sabretmektir.’ Yûsuf (a.s.)’ın kardeşlerinin bu sefer söyledikleri söz yalan değildi. Bünyâmin’in alıkonulmasına da bilerek kendileri sebep olmuş değildi. Fakat önceden yalanla itham edildikleri için, bu seferki doğrularına pederleri inanmak istemedi. ‘Bizim şeriatımızda, hırsızın alıkonacağını aziz ne bilirdi?’ dedi. (H.B. ÇANTAY, 1/361, İ. H. BURSEVİ, 9/277)
Çünkü böyle bir cezâ, kralın kânûnunda değil, Yâkub (a.s.)’ın dînindendir. Sizin bildiriminiz olmasa ve ona öğretmeseydiniz, kral böyle bir hüküm vermeyecekti. (İ. H. BURSEVİ, 9/277)
(84).‘Yüzünü onlardan çevirdi ‘Ah Yûsuf’um ah’ diye sızlandı ve üzüntüden gözleri ağardı. Artık yutkunuyor da yutkunuyordu.’ Bu da gösteriyor ki, musîbet zamanlarında üzülmek ve ağlamak câizdir. Rasûlullah efendimiz, oğlu İbrâhim’e ağlamış ve ‘kalp hüzün duyar, göz yaş döker, biz elbette Rabbimizin gadab edeceği şeyi söylemeyiz ve biz elbette sana üzülüyoruz ya İbrâhim’ buyurmuştur. Ancak câiz olmayanı, bağırıp çağırmak, feryad-ü figan eylemek, dövünmek ve yaka paça yırtmak, saçını başını yolmak, mukadderâta dil uzatacak sözler etmek ve benzeri aşırılıklardır. (ELMALILI, 5/83)
Nesefi şunları söylemektedir: Bir peygamberin bu derece üzülüp kederlenmesi câizdir. Çünkü insan, üzüntü esnâsında kendisine hâkim olamayacak bir yapıdadır. İşte bundan dolayı da onun sabrı övülmeye değer bulunmuştur. (S. HAVVÂ, 7/230, 231)
(86).Bütün bunlara rağmen Yâkub (as) ‘Ben, Allah’tan gelen vahiyle sizin bilmediğiniz nice şeyleri biliyorum.’ (Yûsuf 12/86) diyerek de, olayın perde arkasındaki bir kısım hikmetlerinden haberdar olduğuna işâret etti. Yûsuf ve Bünyâmin’i araştırıp bulma ümidiyle evlâtlarını tekrar Mısır’a doğru yola uğurlarken, müminin Allâh’ın rahmetinden aslâ ümit kesmemesi gerektiği, ancak kâfir olanların O’ndan ümit keseceği gerçeğini hatırlattı. (Ö. ÇELİK, 2/644)
12/88-93 BUGÜN SİZE KINAMA YOK
88. Bunun üzerine (Yâkub’unoğullarıMısır’adönüpYûsuf’un) huzûruna girdikleri zaman: “Ey vezir! Biz ve âilemiz sıkıntıya düştük, pek kıymetsiz bir sermâye ile geldik. Bize yine ölçeği tam yap ve bize ayrıca ikramda bulun. Şüphesiz Allah ikramda bulunanları mükâfatlandırır.” dediler.
89. (Yûsufşöyle) dedi: “Siz câhil (lik/gafletdöneminizde) iken Yûsuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı hatırladınız mı (anlayıptevbeettinizmi)?”
90. “Yoksa sen, (gerçekten) sen Yûsuf musun?” dediler. O da: “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşimdir. Allah bize lütufta bulundu (bizikoruduveyüceltti). Çünkü hakikat şudur ki: Kim ‘Allâh’ın emrine uygun yaşar’ ve sabrederse muhakkak ki Allah iyilerin mükâfatını zâyi etmez.” dedi.
91. (Kardeşleri🙂 “Allâh’a yemin olsun ki Allah, seni gerçekten bizden üstün tutmuş ve bize tercih etmiştir. Biz doğrusu, (yaptığımızdandolayı) suçluyduk.” dediler.
92. (Yûsufda🙂 “Bugün size, (oyaptığınızdandolayı) hiçbir kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi.
93. “Şu gömleğimi götürün, onu babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Sonra bütün âilenizle birlikte bana gelin.”
88-93. (88).‘..ancak sen hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun / Bünyâmin’i bize bağışlayıp ver de onu da götürelim.’ İbn Cüreyc’den gelen bir nakle göre âyette yer alan ‘bize bağışta bulun’ sözü maddi anlamda bir sadaka talebi değil, Yûsuf’tan Bünyâmin’i affedip âilesine geri verme anlamında bir talep mânâsına gelmektedir. Çünkü genel bir prensip olarak peygamberlerin sadaka almaları haramdır. (Taberi, İbnü ‘l Cevzi’den, M. DEMİRCİ, 2/48)
Zira kıtlık yılı da olsa bir peygamberin, evlâtlarını göndererek bir vezirden az bir ücretle daha fazla erzak talebinde bulunması mâkul değildir. Peygamberler fakir ve yoksul olabilirler, ancak hangi şart ve durumda olurlarsa olsunlar, başkasına el açıp yardım talebinde bulunamazlar. Çünkü bu tür davranışlar onlar için onur kırıcı, hatta inanmayanlar için de alay konusu demektir. Bu yüzden Yâkup’un (as) oğulları da Mısır’a vardıklarında vezire ilk önce ‘sen hakkımızı tam ölçerek ver’ dediler, sonra da ‘ayrıca bize bağışta da bulun’ diyerek kardeşleri Bünyâmin’in bağışlanıp kendilerine iâde edilmesini istediler. (M. DEMİRCİ, 2/48, 49)
(89).‘Yûsuf dedi ki, ‘Siz câhil iken Yûsuf’a ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?’ Aslında Allâh’a karşı âsi olan herkes câhildir. İbn-i Kesir şöyle demektedir: Hz. Yûsuf, kendisini onlara Allâh’ın izin vermesi üzerine tanıtmıştır. Çünkü Allah, sıkıntıların zirve yaptığını bildiğinden, bu sıkıntıyı sona erdirdi. (S. HAVVÂ, 7/232)
İşte bu açıklama, bu şekildeki soru ile ’Sen onlara bu yaptıklarını hiç beklemedikleri bir anda, haber vereceksin’ (15. Âyet) âyeti ile vâdedilen durum gerçekleşmiş oluyordu. (ELMALILI, 5/87)
(90).‘Şüphesiz kim sakınır’ günahlarını terk edip, itaati gerektiren işleri yaparak Allah’tan korkar, Allâh’ın kazâ ve kaderine boyun eğer, günahlara düşmemeye çalışırsa ‘sabrederse, muhakkak ki Allah ihsan edenlerin ecrini zâyi etmez.’ Kim Mevlâsından sakınır, belâsına sabreder ise Allah da dünyâda olsun, âhirette olsun onun ecrini zâyi etmez. (S. HAVVÂ, 7/232)
(91).‘(Kardeşleri) Dediler ki: Allâh’a and olsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı.’ Cidden itiraf ederiz ki, Allah seni takva, sabır ve ihsan özellikleri ile bize üstün kılmıştır. Allah seni bize tercih etti, daha üstün yaptı. (..) ‘Gerçekten biz suç işlemiştik.’ Bilerek ve kasden bir günah işlemiştik. Bile bile sana karşı suç işledik’ dediler. Yûsuf kardeşlerine, kendi hakkını helâl etmiş ve onları affetmişti. (ELMALILI, 5/88)
İnsanların kıskanması, Allâh’ın bir kimse için takdir etmiş olduğu bir nîmeti engelleyemez.
Hadis: Nitekim Rasûlullah duâsında şöyle demiştir: ‘Allâh’ım senin verdiğine engel olacak yoktur. Senin engel olduğunu da verecek yoktur. (Buhâri Ezan 155) Kardeşlerinin kıskanması da, Yûsuf’un yükselmesine engel olamamıştır. (KUR’AN YOLU, 3/254)
(92).‘(Yûsuf) Dedi ki: ‘Bugün size kınamak yok.’ Yaptığınızdan dolayı, azarlanmayacak ve kınanmayacaksınız (S. HAVVÂ, 7/233), hesâba çekilmeyeceksiniz. (ELMALILI, 5/88)
‘Allah sizi bağışlasın.’ ‘O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ Rasûl-i Ekrem (s) efendimiz, Mekke’nin fethi günü, Kâbe’nin kapısında durup, Kureyş’e hitâben: ‘Benim ne yapacağımı düşünüyorsunuz?’ diye sordu. Onların cevaplarına karşılık ‘Kardeşi Yûsuf’un dediğini derim: ‘Daha önce yaptıklarınızdan dolayı bugün hesâba çekilmeyeceksiniz.’ (ELMALILI, 5/88)
(93).‘Şu benim gömleğimi götürün, babamın yüzüne koyun da gözü açılsın.’ Demek ki, yalandan kanlı bir gömlekle başlayan ve Yâkub’a dünyâyı zindan eden ve oldukça uzun süren bu hicran derdinin tedâvisi, böylece müjde olarak götürülecek mübârek bir gömlekle yapılacaktı. (..) Muhakkik (ulema), bu (gömlek ve göz açılma olayı) mutlaka vahiy ile olmuştur, demişlerdir. (ELMALILI, 5/89)
Yûsuf, babasının ağlamaktan gözlerinin göremez hâle geldiğini öğrenince, kendi gömleğini götürüp babasının yüzüne koymalarını, böylece tekrar görecek duruma geleceğini söyledi. ‘Gözlerine boz gelmesi’, hastalık olarak anlaşılırsa, açılma olayı bir mûcize olarak kabul edilir. (KUR’AN YOLU, 3/254)
12/94-98 YÛSUF’UN KOKUSUNU DUYUYORUM
94. Kervan (Mısır’dan) ayrılınca babaları: “Doğrusu, ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum. Sakın bana bunadı demeyin!” dedi.
95. (Oradakiler🙂 “Vallahi, sen hâlâ eski şaşkınlığındasın.” dediler.
96. Müjdeci gelip de o (Yûsuf’ungömleği)ni, (Yâkub’un) yüzüne koyunca derhâl (gözlerieski) görür hâline dönüverdi. (Bununüzerine🙂 “Ben size, Allah (tarafın)dan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim dememiş miydim?” dedi.
97. (Evlâtları🙂 “Ey babamız! Bizim için istiğfâr et (günahlarımızınbağışlanmasınıdile), gerçekten biz suç işleyenlerdik.” dediler.
98. (Yâkub🙂 “Sizin için Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphe yok ki O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” dedi.
94-98. (94).‘Kervan (Mısır’dan) ayrıldığında babaları: ‘Eğer bana bunak demezseniz, ben Yûsuf’un kokusunu duyuyorum’, dedi.’ Yâkub’un kokuyu duyması fenni bir olay değil, mûcizevi bir olaydır. Bâzı tefsir âlimlerinin dediği gibi, Allah Teâla’nın, Yûsuf’un kokusunu Yâkub’un vicdânındadoğrudandoğruyayaratmış ve îcâd etmiş olması da ihtimal dışı değildir. (..) Şüphesiz ki, bunun gerek Mısır’dan gönderilmesi, gerekse böyle bir hızlı titreşimin Yâkub tarafından algılanabilmesi ve kokunun Yûsuf’a âit olduğunu kestirebilmesi doğrudan doğruya ilahi tasarrufu gösteren hârikalardır. Gerek bu bakımlardan, gerek Yûsuf ile Yâkub’un birer peygamber olmaları bakımından olay, çok yönlü bir mûcizedir. (ELMALILI, 5/95)
(95).‘Vallâhi sen, hâlâ eski şaşkınlığın içindesin’, dediler.’ Âile üyeleri arasında Hz. Yûsuf (a.s.) dışındaki hiç kimse Hz. Yâkub’un (a.s.) gerçek değerini fark edememiş, Hz. Yâkub (a.s.) bizzat zihni ve rûhi durumunun iç açıcı olmadığını bilmekteydi. Ve kaderin ne garip bir cilvesidir ki, târihi meydana getiren büyük şahsiyetlerden çoğu kendi hânelerinde pek az anlaşılmışlardır. (MEVDÛDİ, 2/459)
(98).‘(Yâkup) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz o bağışlayandır, esirgeyendir’, dedi.’ Yâkup, kendisinin baba olarak onları bağışladığını îmâ etmekle birlikte seher vakti, Cuma gecesi ya da duâların kabul olacağı icâbet vaktine ertelediği akla gelebilir. (ELMALILI, 5/96)
12/99-101 YÂKUB AİLESİ MISIR’DA
99. Nihâyet (hepberâber) Yûsuf’un yanına vardıkları zaman, (Yûsuf) babasını ve annesini bağrına bastı ve: “Allâh’ın izniyle emin olarak Mısır’a girin.” dedi.
100. Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkar(ıpoturt)tu ve hepsi de onun huzûrunda (Allâh’a şükür için) secdeye kapandılar. (Yûsuf) dedi ki: “Ey babacığım! İşte bu, önceki (gördüğüm) rüyâmın yorumudur. Doğrusu Rabbim o rüyâyı gerçekleştirdi. Bana nice ihsanlarda bulundu. Böylece beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra da O (Allah), sizi çölden (buraya) getirdi. Şüphesiz Rabbim, dilediğine lütfedicidir. Çünkü O, hakkıyla bilen, mutlak hüküm sâhibidir.”
101. “Rabbim, sen bana mülk (vesaltanat) verdin ve sözlerin (rüyâların) yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Benim dünyâda ve âhirette velîm (sâhibim, gerçekdostum) sensin! Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihler arasına dâhil et.”
99-101. (100).‘..ve hepsi onun huzûrunda secdeye kapandılar.’ Yâni, Yûsuf’u selâmlamak ve saygı göstermek üzere yere kapanarak secde ettiler. Çünkü onların âdetine göre (yere kapaklanarak) secde (yapmak)selâmlama ve saygı gösterme anlamı taşıyordu. (İ. H. BURSEVİ, 9/327)
(..) Hep birlikte onun huzurunda saygıyla eğildiler. Böylece onu selâmlayıp, ona olan hürmet ve tâzimlerini sundular. Buradaki secde, kesinlikle bir ibâdet secdesi değil o dönemde gelenek olan bir selâmlaşma ve saygı hareketidir. Çünkü onların âdetine göre secde, selâmlama ve saygı gösterme mânâsı taşımaktaydı. (Ö. ÇELİK, 2/650, 651)
Hadis: Hz. Selman, peygamber (s.a.) ile Medîne yollarından birisinde karşılaşır. O sırada Selman, İslâm’a yeni girmiş idi. Peygamber (s)’in önünde secdeye kapanınca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Ey Selman, sen bana secde etme! Asla ölümü olmayan, hayat sâhibi Yüce Zât’a secde et! ‘ (S. HAVVÂ, 7/239)
‘Beni, Müslüman olarak öldür ve beni Sâlihler arasına kat.’ (Yûsuf) Günahsız bir elçi olmakla birlikte, Müslüman olarak ölmeyi dilemiştir. Onun bu dilemesi, kavmine ve gelecek nesillere, İslâm üzere ölüp – ölmeyeceklerinden emin olmayan kimselere örnek olmak içindir. (S. HAVVÂ, 7/235)
Hadis: Sizden hiç biriniz, başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmesin. Eğer mutlaka ölümü temenni edecekse, şöyle desin: ‘Allâh’ım, hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat ve eğer ölmem benim için daha hayırlı ise canımı al! (Buhâri, Müslim, S. HAVVÂ, 7/241)
Şâyet dinde fitne söz konusu ise, o takdirde ölümü dilemek câiz olur. (S. HAVVÂ, 7/241)
Her Müslümanın en büyük arzusu, kâmil bir îmanla Allâh’a kavuşmak olmalıdır. Allah Teâlâ da böyle istemektedir. (3/102, 64/16) Bu da ancak, Allâh’ın emirlerine (ve yasaklarına) uygun yaşamakla mümkündür. (H. T. FEYİZLİ, 1/246)
12/102-107 ÂYETLERDEN YÜZ ÇEVİRENLER
102. (EyMuhammed!) İşte bu, sana vahyettiğimiz, (seningörüpbilmediğin) gayb haberlerindendir. Onlar (Yûsuf’ayaptıkları) işlerde ittifak edip hîle ve düzen kurarlarken sen onların yanında değildin.
103. (Ey Peygamberim!) Ama sen, ne kadar istesen/üstüne düşsen de, yine insanların çoğu îman edecek değillerdir.
104. (Ey Peygamberim!) Hâlbuki sen buna (peygamberlikgörevi) karşılığı bir ücret istemiyorsun. O (Kur’ân), âlemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir.
105. Göklerde ve yerde (Allâh’ın varlığına, birliğine ve gücüne delâlet eden) nice deliller vardır ki onlar, (ibretlebakmayıp) ondan yüz çevirerek üstünden geçerler.
106. (Ey Peygamberim!) Onların pek çoğu Allâh’a inanmazlar. (uydurduklarıbirtakımtanrıları) Allâh’a ortak koşarlar.
107. (Ey Peygamberim!) Onlar (kâfirler), (buhâldeyaşarken) farkında olmadıkları bir sırada Allah tarafından kendilerini kuşatacak bir azap gönderilmesinden ya da kıyâmetin ansızın kopmasından emin midirler? [bk. 7/97-99]
102-107. (102). ‘(EyMuhammed) İşte bu (Yûsufkıssası) gayb haberlerindendir. Biz onları sana vahyediyoruz.’ Hz. Peygamber, bu kıssayı yaşayanlarla berâber yaşamadığı ve kitaptan okumadığı gibi, herhangi bir kimseden de öğrenmiş değildi. Medîne’de Yahûdi din âlimi de yoktu. Bütün bunlar, bu kıssanın gayb haberlerinden ve bir mûcize olduğunun delilidir. (KUR’AN YOLU, 3/260)
(103).‘Sen ne kadar istesen de insanların çoğu îman edecek değildir.’ Kureyş’in ‘İsrailoğulları Mısır’a niçin gitti?’ şeklindeki sorusuna cevap olmak üzere inmiş olan bu kıssa, Kur’ân’ın bir mucize, Hz. Muhammed’in bir peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir. Bununla birlikte Kureyş’in çoğu inanmamıştır. (KUR’AN YOLU, 3/260)
Âyet, insanın kendisi ve yüce Allah istemedikçe, kimsenin baskısı ve telkini ile îman etmeyeceğini, peygamberin zorlama görevinin bulunmadığını (50/45, 86/1-22), sâdece İslâm’ı tebliğ görevinin olduğunu (42/48) ifâde eder. Bu itibarla dileyen îman eder, dileyen inkâr eder. (18/29; İ. KARAGÖZ 3/574).
(105).‘Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, onların yanından yüzlerini çevirerek geçerler.’ Âyet, terim olarak Kur’ân’da birkaç kelime ya da cümleden meydana gelen bölümleri ifâde eder. Burada, âyet kelimesi, alamet, delil, ibret veren şey anlamında kullanılmıştır. İnsanın kendisinde ya da göklerde ve yerde, Allâh’ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine, hikmetinin üstünlüğüne nice deliller vardır. (İnsanoğlu) bunları düşünmeden, ibret almadan, bunlara sırt çevirip gider. (KUR’AN YOLU, 3/261)
Aklınıkullanan bu varlıkları, söz gelimi bitkileri, hayvanları, çiçekleri, Ay, yerküre ve Güneş’in hareketlerini incelediği zaman, bütün bunları yaratan ve yöneten yüce, âlim ve kudretli bir varlığın olduğunu anlar ve îman eder. İ. KARAGÖZ 3/576)
(106).‘Onların çoğu Allâh’a ortak koşmaksızın O’na inanmazlar.’ Olayları, olguları ya da kişileri değerlendirirken, yeryüzü kökenli değer ölçülerini benimseyerek Allâh’a ortak koşarlar! Yarar da zarar da Allâh’ın elinde olmasına karşın, bunları sâdece nedenlere bağlayarak bir tür determinizmle O’na, Allâh’a ortak koşarlar! Tek bir olan Allâh’ın şeriatını temel almamış bir yönetici ya da yönlendiriciye itaat ederek Allâh’ın gücü dışında bir güce boyun eğmek suretiyle O’na ortak koşarlar! Allâh’ın dışında, O’nun kullarından birine umut bağlamakla Allâh’a ortak koşarlar! Aslında diğer insanların bir tür beğenisini kazanabilmek amacıyla kendilerini fedâ ederek Allâh’a ortak koşarlar! Bir yarar sağlamak ya da bir zararı bertaraf etmek için cihâda katıldıklarında, Allah’tan başkasının rızâsını gözeterek Allâh’a ortak koşarlar! İbâdet sırasında Allâh’ın yanısıra, başkalarının da hoşnutluğunu kazanmaya çalışarak Allâh’a ortak koşarlar! Bu nedenledir ki Peygamberimiz: ‘İçimizdeki şirk, karıncanın ayak seslerinden bile sessizdir.’ (S. KUTUB, 6/321, 322)
Kimi toplumlarda Allah inancı yanında, O’na ortak koşma (şirk) yaygındır. Mekkelilerin ‘melekler Allâh’ın kızlarıdır’ bir kısım müşriklerin ‘Biz Allâh’a yaklaşmak için putlara tapıyoruz’, Hıristîyanların ‘İsa Allâh’ın oğludur’, Yahûdilerin ‘Uzeyr Allâh’ın oğludur’ demeleri buna örnek gösterilebilir. Kur’ân’da Yüce Allâh’ın şirki bağışlamayacağı açıkça ifâde edilir. (H. DÖNDÜREN, 1/415)
Yâni insanların çoğu Allâh’a inanır, O’nu inkâr etmezler. Fakat, O’nun yücelik ve sıfatlarını ve kâinattaki mutlak hâkimiyetini başka varlıklara verirler ve Allah’tan çok onlara bağlanırlar; böylece ortak koşmuş olurlar. (23/84-89) Bâzen de Allâh’ın istediği îmandan ziyâde şirk standartlarına / ölçülerine uygun olarak inanmışlar, kralın izin verdiği kadar inanmayı ve Allâh’ın emri yerine onun emrini yerine getirmeyi yeğlemişlerdir (7/124-126; 20/-71; 26/49). Bu durumda ister farkında olsun ister olmasınlar, kralı Allah’tan üstün tutmuş ve şirk içinde îman etmiş olurlar ki bu durumda amelleri boşa gitmiştir (6/88, 39/65). İşte şirkin temelinde, Allah’tan başka varlıklara, hevâ ve hevesine kulluk, aynı zamanda Allâh’ın birliğine ve yalnız O’na kul olmaya başkaldırı (17/42) vardır.) [Şirkin zıddı olan tevhid ve şirksiz îman için bk. 1/4; 4/116; 6/82; 25/-43; 31/13; 43/24-25] (H. T. FEYİZLİ, 1/247)
İnsan, cin, melek, hayvan, Ay, Güneş, ateş, put ve benzerleri hiçbir varlığa ilâhlık isnad edilmez. Hiçbir varlığa tapılmaz, hiçbir varlığa yaratıcılık vasfı verilemez. Aksi takdirde Allâh’a şirk koşulmuş olur. (İ. KARAGÖZ 3/577)
Allâh’a şirk koşmanın sonuçlarını şöyle sıralayabiliriz: (1). Allâh’a şirk koşan kimsenin nikâhı düşer. Çünkü Kur’an’da Allâh’a şirk koşan kimse ile evlenmek yasaklanmıştır. (2/221, 222). (2). Allah ve peygamber müşriklerden uzaktır. (9/3). (3). Müşriklerin kestiği hayvan eti yenmez. Çünkü müşrikler, hayvanları Allâh’ın adıyla kesmezler. Allâh’ın adı anılmadan kesilen hayvanın eti yenmez. (6/121). (4). Müşrikler müminlerin en yaman düşmanıdırlar. (5/82). (5). Ölen müşrikleriçin duâ edilmez, Allah’tan af ve mağfiret istenmez. (9/113). (6). Müşriklerin dost edinilmemesi ve onlardan uzak durulması gerekir. (6/106). (7). Müşrik insan âhirette ‘Keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım’ diye pişmanlık duyar (18/42), ama bir faydası olmaz. (İ. KARAGÖZ 3/577, 578).
Hadis: Ey Allâh’ın Rasulü dedim, en büyük günah hangisidir? Şöyle buyurdu: O seni yaratmış olduğu hâlde Allâh’a eş koşmandır.’ (Buhâri, Müslim)
Hadis: Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir. Ashab, ‘Küçük şirk nedir? Sorusuna, Allah Rasûlü ‘Riyâdır’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 7/269, 271)
12/108-111 ALLÂH’A BASİRETLE DÂVET
108. (Ey Peygamberim, kâfirlere) De ki: “İşte İslâm, benim yolumdur. Ben sizi Allâh’a (O’nun dîni İslâm’a) dâvet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar kesin bilgi ve açık delil üzereyiz. Ben Allâh’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (Allâh’a) ortak koşanlardan değilim.”
109. (Ey Peygamberim!) Senden önce, memleketlerin (şehirlerin) halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber) göndermedik. (İnanmayanlaracaba) yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? ‘Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına uygun yaşayanlar’ için âhiret daha hayırlıdır. Siz hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
110. Nihâyet, o peygamberler (kavimlerinininanmasından) ümitlerini kesip de kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını düşündükleri sırada, (hep) onlara yardımımız gelmiştir; böylece dilediklerimiz kurtulmuşlardır. Azâbımız suçlular toplumundan geri çevrilmez.
111. Elbette gerçek akıl sâhipleri için onların hayat hikâyelerinde ibret(ler) vardır. (BuKur’ân) uydurulan bir söz değildir. Ancak o, önceki (ilâhîkitaplarınasıllarını) doğrulayan, herşeyi açıklayan (birkitaptır), îman eden bir toplum için de bir yol gösterici ve rahmettir.
108-111. (108).‘De ki: Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar, Allâh’a basiretle dâvet ederiz.’ Dine dâvet, ancak bu şartlarda câiz ve verimli olur. Yâni müşrikler gibi, bâtıl, bozuk maksatlar uğruna, nefsâni maksatlar uğruna değil, basiret üzere, ne dediğini bilerek, ihlâs ve samimiyetle, edep, nezâhet ve hikmet çerçevesinde, Allah rızâsı gözetilerek Allâh’a dâvet edilmelidir. (ELMALILI, 5/104)
‘.. ben kesin bilgi ve açık delil üzereyim.’ Basîret, yâni, kesin bilgi ve açık delil ile maksat, İslâm’ın esaslarıdır. İslâm’ın ana kaynakları olan Kur’an ve Kur’ân’ın beyânı olan hadisler, vahye dayandığı için kesin bilgi ve açık delildir. (İ. KARAGÖZ 3/579)
‘Sübhâne’llah’ sözü,‘Allâh’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim’ demektir. Allâh’ın annesi, babası, eşi, oğlu ve kızı olması, âciz, gâfil, zâlim, unutkan, yalancı, ölümlü; görme, işitme ve konuşma engelli; irâdesiz ve benzeri niteliklerden berîdir. Allah hakkında bu sıfatları itham etmek aslâ câiz değildir. (İ. KARAGÖZ 3/579).
‘Ben Allâh’a ortak koşanlardan değilim.’ Peygamberimiz (s)’in ilk muhâtapları; Allâh’ın varlığına, yaratıcı ve rızık veren olduğuna inandıkları hâlde, vahdâniyetine yâni tek oluşuna inanmıyorlar, (38/5), putları ilâh kabul ediyor ve böylece Allâh’a ortaklar koşuyorlardı. Peygamberimiz (s), böyle müşrik bir toplumda yetiştiği hâlde, putlara hiç tapmamıştır. Yüce Allah, onu bu inanç kirliliğinden korumuştur. (İ. KARAGÖZ 3/580)
(109).‘Senden önce de şehirler hâlkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.’ Senden önceki peygamberler, ne melek, ne kadın, ne bedevi ne de başka yerlerden gelmiş insanlar değildi. O şehir hâlkından, medeni insanlardan, kendilerine vahiy verdiğimiz senin gibi erkek, adamlardan ibaret idi. (ELMALILI, 5/105)
‘yeryüzünde seyahat etmediler mi?’ Acaba kâfirler Şam ve Yemen bölgelerine gitmezler mi, Âd ve Semûd diyarından geçmezler mi? (İ. H. BURSEVİ, 9/359)
Yüce Allah, kâfirlerin yeryüzünde dolaşıp inkâr ve ısyanda ısrar edenlerin âkıbetlerini görmelerini, ibret almalarınıveneticedeîmanetmelerini istemektedir. Bu husus birçok âyette mükerreren anlatılmaktadır: ‘(EyPeygamberim!) De ki: Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş, bir görün.’ (6/11; bk. 3/117, 16/36; İ. KARAGÖZ 3/581)
Müfessirler ‘kasaba hâlkından’ ifâdesini dikkate alarak, peygamberlerin göçebe kesimden değil, yerleşik medeni toplumlardan seçilmiş oldukları kanaatine varmışlardır. (KUR’AN YOLU, 3/263)
Bilindiği gibi şehir toplumsal ahlâkın gelişmesi için daha uygundur. Şehir hâlkına tebliğ de daha kolaydır. Bu bakımdan Yüce Allâh’ın sünneti, göçebe hâlkından herhangi birisini elçi olarak göndermemek şeklinde cereyan etmiştir. (S. HAVVÂ, 7/273)
‘Kesinlikle âhiret yurdu Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir.’ Mümin hem dünyâ nîmetlerine hem de âhiret nîmetlerine tâlip olmalı (2/201-202, 17/20), ancak âhireti dünyaya tercih etmelidir. Çünkü dünyâ hayâtı geçici, âhiret hayâtı ise kalıcı ve daha hayırlıdır. Şu âyetler bu hususa ısrarla vurgu yapmaktadır: ‘Bu dünyâ hayâtı ancak bir eğlence ve oyundan ibârettir. Âhiret yurdu ise, asıl yaşanacak gerçek hayattır. (İnsanlar) keşke bilselerdi.’ (29/64; diğer âyetler için bk. 6/32, 7/169, 12/109, 16/30, 93/4; İ. KARAGÖZ 3/583)
(110).‘Nihâyet, o peygamberler (kavimlerinininanmasından) ümitlerini kesip de kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını düşündükleri sırada, (hep) onlara yardımımız gelmiştir;’ Burada tebliğ mücâdelesi süresince insan olmaları hasebiyle önceki peygamberlerin de çok sıkıntılar çektikleri, zorlandıkları, Allâh’ın yardımını bekledikleri ve nihâyetinde ilâhi yardımın geldiği, müminlerin kurtulup günahkârların helâk edildiği dikkatlere sunulmaktadır. Ayrıca Allâh’ın yardımına nâil olmanın hemen gerçekleşmediği; bunun için kul plânında lâzım gelen tüm gayretlerin son sınırına kadar sarfedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Böylece müşriklerin inkâr ve eziyetleri karşısında Peygamberimiz ve ona inananlar teselli edilmektedir. (Ö. ÇELİK, 2/657)
Îmanetmemekte, isyan ve zulümde diretenler helâk edilmişlerdir. Yüce Allah, insanlara hâllerini düzeltmeleri için mühlet verir, ancak inkâr ve isyanda ısrar edenleri ihmâl etmez, onları cezâlandırır. Bu ilâhi bir kuraldır. Her zaman geçerlidir. ‘Azâbımız kâfirler topluluğundan geri çevrilemez’ cümlesi, bu anlamı ifâde etmektedir. (İ. KARAGÖZ 3/585)
(111).‘Andolsun onların kıssalarında akıl sâhipleri için ibret vardır.’ Hz. Yûsuf’un kıssasından alınacak dersler: Bu kıssa, bir kadının yabancı bir erkeği hizmetinde kullanması, onunla başbaşa kalmasının ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçlar için bir örnek oluşturmaktadır. İslâm, bir kadının hâlvet sayılabilecek şekilde yabancı erkekle bir arada bulunmasını yasaklamıştır. (..) Hz. Yûsuf, karşılaştığı sıkıntı, zulüm, haksızlık karşısında Allâh’a güvenini yitirmemiş, Allâh’ın rahmetinden ümidini kesmemiştir. Allah Teâlâ sabrının karşılığında ona ilim, hikmet, Mısır’da istediği gibi tasarruf edebileceği bir makam ile ödüllendirmiştir. (..) Bu kıssa, Allâh’ın takdîrini hiçbir kimsenin önleyemeyeceğini göstermesi bakımından ibret vericidir. Kardeşlerinin Hz. Yûsuf’u kıskanmaları onun yükselmesine engel olamamıştır. (..) Hz. Yûsuf, kendisine yapılan kötülüğü, iyilikle karşılamıştır. Kendisinikuyuya atan kardeşlerinden intikam alma imkânına sâhipken, o bunu yapmamıştır. (KUR’AN YOLU, 3/266, 267)
‘..herşeyi açıklayan (birkitaptır) Yâni kitapta helâl, haram, sevilen, sevilmeyen herşeye dâir açıklama vardır. Bunun dışında kalan farzlar ve müstehaplara dâir açıklamalar vardır. Haram olan şeyler ve bunlara benzer mekruhlar da açık açık belirtilmiş, geleceğe dâir gaybler açıklanmıştır. Kısaca Kur’ân-ı Kerim, bu dinde açıklanmasına gerek duyulan herşeyin açıklamasını içermektedir. (S. HAVVÂ, 7/266)
Hadis: ‘Size sımsıkı sarılıp hükümlerini uyguladığınız zaman sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allâh’ın kitâbı ve peygamberinin sünneti.’
Kur’an müminler için rahmettir: Allâh’ın kullarına kitap ve peygamber göndermesi; lütfu, ihsânı, nîmeti, onların günahlarını bağışlaması, dünyâ ve âhiret nîmetleri için çalışanların emeklerinin karşılığını, ibâdet edenlerin, hayır ve hasenat yapanların mükâfatlarını fazlasıyla vermesi, cennet ve nîmetleri O’nun rahmetidir. Allâh’ın sınırsız ve sayısız nîmetleri farklı bağlamlarda rahmet kelimesi ile ifâde edilmiştir. (İ. KARAGÖZ 3/588)
Yûsuf (a.s.) ile kardeşleri arasında vuku bulan olaylar ve bunların neticelerine bakıldığında insanın aklına İbrâhim Hakkı Hz.’lerinin şu mısraları gelmektedir:
Hak şerleri hayreyler, zannetme ki gayreyler, arif ânı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.
Deme şu niçin şöyle, yerincedir o öyle, bak sonuna sabreyle,
Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler. (Ö. ÇELİK, 2/658)