Warning: "continue 2" targeting switch is equivalent to "break 2". Did you mean to use "continue 3"? in /home/u0767056/tefsirim.com/wp-content/plugins/revslider/includes/operations.class.php on line 2858

Warning: "continue 2" targeting switch is equivalent to "break 2". Did you mean to use "continue 3"? in /home/u0767056/tefsirim.com/wp-content/plugins/revslider/includes/operations.class.php on line 2862
Meryem Suresi - Tefsirim

Meryem Suresi

19/ Meryem Sûresi

Mekke döneminde, Habeşistan’a hicretten önce inmiştir. 98 âyettir. 58 ve 71. âyetler Medîne döneminde inmiştir. Özellikle Hz. Meryem’den ve onun Hz. İsa’yı dünyâya getirmesinden bahseder. Adını da Hz. Meryem’den almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/304)

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

19/1-6  HZ. ZEKERİYYÂ’NIN DUÂSI

1. Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.

2. (Ey Peygamberim! Bu âyetler), Rabbinin kulu Zekeriyâ’ya rahmetini hatırlatmadır.

3. (O,) Rabbine gizli bir seslenişle duâ etmişti.

4. Demişti ki: “Rabbim hakikaten artık benim kemik(lerim) gevşedi / yaşlandım, saçım başım ağardı. Rabbim! Sana yaptığım duâlarda hiç eli boş dönmedim.”

5-6. (Ey Rabbim;) “Doğrusu ben, arkamdan yerime geçecek yakınlarım(ınâsîolmaların)dan korktum; karım da kısırdır. Artık tarafından (yerimegeçecek) bir yardımcı (oğul) ihsan et ki (o) bana da mîrasçı olsun, Yâkub âilesine de mîrasçı olsun. Rabbim! Hem de onu rızâna lâyık (olanlardan) kıl.” [bk. 3/38-39]

1-6. (1).‘Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.’ Bu harfler Allah ile Peygamberi arasında bir şifredir. Ne mânâya geldiklerini, neler işâret ettiklerini tam olarak mümkün değildir. (Ö. ÇELİK, 3/244)

(2).‘(Bu âyetler), Rabbinin kulu Zekeriyâ’ya rahmetinin hatırlatılmasıdır.’   Zekeriyyâ (as), İsrailoğullarına gönderilmiş son peygamberlerden biridir. Ancak kendisine müstakil bir kitap verilmemiş, Hz. Mûsâ’nın şerîatıyla amel etmiştir. Kaynaklarda, Hz. Meryem’in teyzesinin kocası ve Beyt-i Makdis’in reisi olduğu, Tevrat nüshâlarını yazarak çoğalttığı bildirilmektedir. (bilgi için bk. Al-i İmran, 3/37-41; KUR’AN YOLU, 3/588)   

Sahih-i Buhâri’de Hz. Zekeriya (as)’nın el – emeğinden sağladığı kazancı yiyerek geçinen bir marangoz olduğu kaydedilmektedir. Bu, çalışma ve kazanç konusunda önemli bir derstir ve onun en yüksek makamlara dahi aykırı olmadığını ortaya koymaktadır. (S. HAVVÂ, 8/439)  

(3).‘Bir defâsında Zekeriyâ Rabbine gizlice niyaz etmişti.’ EsÂSEN Allah Teâlâ’ya göre gizli ve açık eşittir; fakat duâda gizlilik daha iyidir. Çünkü bu hâl, duânın riyadan uzak olmasına ve ihlâsla yapılmasına yardımcı olur. Dolayısıyla Zekeriyâ (as)’ın duâsı, içine riyâ karışmayan bir duâ olmuştur. (..) Her hâlükârda âyet-i kerîme duânın olabildiği kadar gizli ve içten yapılmasının makbul olduğuna delâlet eder. (bk. A’raf 7/55; Ö. ÇELİK, 3/245)  

(5).‘Doğrusu ben arkamda (ölümümdensonra) gelecek yakınlarımdan (yânikavmimdenolanyakınkimselerden)  korkuyorum.’ Onların dini değiştirmelerinden ve ümmet üzerinde gereğince hâlifelik yapamayacaklarından; soyundan, ayakta tutmak için sâlih bir evlat gelmesini istedi. (S. HAVVÂ, 8/435)

‘O bana (yâniilimvenübüvvete) ve Yâkuboğullarına mîrasçı olsun.’ Burada Yâkub hânedânına vâris olmaktan maksat onların mallarına mîrasçı olmak değil, Hz. Ya’kub’un soyu olan İsrailoğullarının misyonuna, peygamberliğin geride bıraktığı geleneğe ve ahlâka vâris olmak ve onların gittiği doğru yolu tâkip etmektir. (KUR’AN YOLU, 3/589)

Hadis: Buhâri ve Müslim’de Rasûlullah’ın şöyle buyurduğu sâbittir: Bizler, peygamberler topluluğu, mîras bırakmayız. Ne terk edersek o, sadakadır.’ Tirmizi’de sahih bir isnadla yer alan rivâyette ise şöyle denilmektedir: ‘Biz peygamberler topluluğunun mîrasçısı olunmaz.’ (S. HAVVÂ, 8/440)        

Buradaşunu hemen belirtelim ki, İbn Âşur tefsirinde bu konuya temas ederek demiştir ki, söz konusu hadislerinde Allah Rasûlü bütün peygamberleri değil sâdece kendisini kastetmiştir. Nitekim Buhâri’nin nakline göre Hz. Ömer de Rasûlullâh’ın bu sözüyle yalnızca kendisini kastettiğini ileri sürmüştür. O hâlde Allah Rasûlü (s)’in dışında diğer peygamberlerin mal mülk anlamında miras bırakmaları söz konusu edilebilir. Bu bakımdan Hz. Zekeriyyâ’nın mal ve mülkünü bırakacağı bir mirasçı talebinde bulunması meşru bir duâ demektir. (M. DEMİRCİ, 2/263) 

19/7-10  HZ. YAHYÂ’NIN DOĞUMU

7. (Allahşöylebuyurdu🙂 “Ey Zekeriyâ! Biz sana ismi Yahyâ olan bir oğul müjdeliyoruz. Biz daha önce onun adını kimseye vermedik.

8. (Zekeriyâ🙂 “Rabbim; benim için bir oğul nereden olacak? Üstelik karım kısırdır, ben de ihtiyarlığın son haddine ulaştım.

9. (Cebrâil Zekeriyâ’ya şöyle dedi:) “Hâl böyledir.” dedi. (Fakat) Rabbin de buyurur ki: “O bana göre kolaydır. (Çünkü) bundan evvel sen hiçbir şey değilken de seni yaratmışımdır.”

10. (Zekeriyâ🙂 “Rabbim; (Öyleise) bana bir işâret ver.” dedi. (Allah🙂 “Senin işâretin, sapasağlam olduğun hâlde üç (gün, üç) gece insanlarla konuşamaz hâle gelmendir.” (buyurdu). [bk. 3/41]

7-10. (7).‘(Allahşöylebuyurdu🙂 “Ey Zekeriyâ! Hakikaten biz sana bir oğul müjdeliyoruz. Onun adı Yahyâ’dır. Biz daha önce onun adını kimseye vermedik.”  (Bununla birlikte) Yahyâ’daki (as) bâzı özellikleri birlikte taşıyan bir peygamber daha önce gelmemiştir. Bu özellikler, onun ihtiyar bir baba ile kısır ve yaşlı bir anneden dünyâya gelmesi, Yahyâ adının ondan önce hiç kimseye verilmemiş olması, çocukluğunda ona ‘hikmet’ (peygamberlik veya kutsal kitabı anlama yeteneği) verilmesi, (bk. Âyet 12) şeklinde açıklanmaktadır. Bir başka âyette efendi ve peygamber olarak nitelenmiş; haramdan sakınmada güçlük çekmemesi için Allah ona özel bir lütufta bulunmuş, onu iffet ve zühd sâhibi kılmış, Hz. Îsâ’nın peygamberliğinin müjdecisi olmuştur. (bk. Âl-i İmran 3/39, KUR’AN YOLU, 3/590)

(10).‘(Zekeriyâ🙂 “Rabbim! (Öyleise) bana bir işâret ver.” dedi. (Allah🙂 “Senin işâretin, sapasağlam olduğun hâlde üç (gün, üç) gece insanlarla konuşamaz hâle gelmendir.” (buyurdu).’ Burada ‘geceler’ in Âl-i İmran sûresinde de ‘günler’ in zikredilmesi, konuşamama hâlinin geceli gündüzlü üç gün süreyle devam ettiğinin delilidir. (S. HAVVÂ, 8/437)    

19/11-15  HZ. YAHYÂ’NIN PEYGAMBERLİĞE SEÇİLMESİ

11. Derken (Zekeriyâ) mâbetten kavminin karşısına çıkıp onlara: “Sabah akşam (Allâh’ı) tesbih edin (namazkılın).” diye işâretle bildirdi.

(Teklif çağına gelmiş olan Hz. Yahya’ya:)

12, 13, 14, 15. “Ey Yahya! Kitab’a (Tevrat’a) kuvvetle sarıl.” (hükümlerine uy dedik) ve daha çocukken ona hikmeti (ilmi, derinveinceanlayışı) verdik. Tarafımızdan bir kalp yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik de (ihsanettik). O, çok müttaki idi. Annesine babasına da itaatkâr (idi), âsîlik eden bir zorba değildi. Doğduğu gün de, öleceği gün de, dirileceği gün de, ona selâm olsun!

11-15. (12).’Ey Yahyâ kitaba kuvvetle sarıl.’  Sözüedilenkitap Hz. Mûsâ’dan beri İsrâiloğullarının kutsal kaynağı olan Tevrat’tır. Hz. Mûsâ’dan sonraki İsrâiloğullarına gelen bütün peygamberler bu kitaba dayanmışlar, insanlara onu öğretmişler, hükümlerinde onun ilkelerini rehber edinmişlerdir. (S. KUTUB, 7/153, 154)

‘.. tesbîh edin’: Allâh’ı noksan sıfatlardan tenzih edin, sünhânellah deyin, namaz kılın, demektir. Hz. Zekeriyâ’nın halka akşam ve sabah yapılmasını emrettiği tesbîh, gündüz başlamadan önce kılınan sabah namazı ile, gecenin başlamasından önce kılınan ikindi namazıdır. (İ. KARAGÖZ 4/424)

‘Daha çocuk iken ona hikmet verdik.’ Henüz küçük iken anlamayı, bilgiyi, azmi, hayra yönelmeyi, hayır üzerine abanmayı ve bu konuda çokça gayret göstermeyi öğrettik. (S. HAVVÂ, 8/438)

Hikmet: (..) Hikmet kavramı, Kur’an’daki kullanımı itibariyle Allâh’a (2/32, 129, 209, 220, 228, 240, 260; 3/6, 18, 58), Kur’ân’a (31/2, 36/2), ve peygamberler’e ((4/54, 113; 5/110; 17/39), sıfat olmuştur. Hikmet, Allâh’a isnad edildiği zaman hakîkî, O’nun dışındaki varlıklara isnad edildiği zaman da mecâzi anlam ifâde eder. Çünkü bu sıfatın gerçek sâhibi Allah’tır ve varlıklardan dilediğine hikmeti O vermektedir. (2/269). Peygamberler ve insan için hikmet, ‘doğru inanç, doğru amel ve doğru düşünme’ demektir. Bu anlamda hikmet, vahyedilsin – edilmesin bütün sahih inanç, iyi amel ve sağlıklı düşünceleri kapsayıcı bir özellik taşımaktadır. Çünkü bir kısım âyetlerde hikmetin kitaptan ayrı olarak anılması (2/129, 151, 231, 251; 3/48, 164; 4/54) onun ahlâken ve aklen cesâret gösterip Allâh’a yönelen insanlara verilmiş doğru bir muhâkeme, keskin görüş ve ince bir düşünce kâbiliyeti olduğunu çağrıştırmaktadır. (M. DEMİRCİ, 2/265) 

‘Ayrıca katımızdan ona şefkat ve ruh temizliği de (verdik).’ (..) Biz Yahyâ peygambere katımızdan sevgi, muhabbet, şefkat, merhamet ve insanlara karşı yumuşak davranma özelliği verdik ve hepsinden önemlisi de onun ömrünü bereketlendirdik. Böylece o, mânevi olarak tüm günah kirlerinden temizlenip, arınmış oldu. (M. DEMİRCİ, 2/266)

‘Selâm olsun’ (Allah’tan bir güvenlik olsun) ‘ona doğduğu günde’ (şeytanın ona zarar vermesinden) ‘öleceği günde’ (kabir azabından ve berzahın yalnızlığından yana) ‘ve dirileceği günde’ yâni bugünde de, bütün bu üç hâlde de onun için emniyet ve güvenlik vardır. (S. HAVVÂ, 8/438) 

19/16-21  HZ. MERYEM’E HZ. ÎSÂ’NIN DOĞUM HABERİNİN VERİLMESİ

16, 17. (Rasûlüm! Bu) Kitap’da Meryem’den de (onlara) söz et. Hani o, âilesinden ayrılıp (mâbedin) doğu tarafında bir yere çekilmişti. 17. Sonra onlarla kendi arasına bir perde edin(ipçek)mişti. Biz ona Cebrâil’i göndermiştik de o, kendisine tam (vedüzgün) bir insan olarak görünmüştü.

18. (Meryem) dedi ki: “Doğrusu ben senden, esirgeyen (Allah’)a sığınırım. Eğer (günahtan) sakınan (bir) kimse isen (bana dokunma).”

19. (Cebrâilde🙂 “Ben ancak Rabbinin sana tertemiz bir oğlan bağışlamak için gönderdiği elçisiyim.” dedi.

20. “Bana bir insan dokunmadığı ve ben de kötü / iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde benim nasıl bir çocuğum olur?” dedi. [krş. 3/47]

21. (Cebrâil🙂 “Bu böyledir.” dedi. “(Ey Meryem;) Rabbin: ‘O bana göre kolaydır. Onu insanlara (kudretimize) bir işâret ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız’ dedi. Zaten (oezelde) takdir edilmiş bir iştir.”

16-21. (16).‘Derken Biz de ona rûhumuzu (Yâni Hz. Cebrâil’i) göndermiştik.’ Burada Rûh’un Yüce Allah’a izâfe edilmesi ve onu teşrif içindir. Ona ‘Ruh’  adının verilmesi ise, dinin onunla ve onun getirdiği vahiy ile hayat bulmasıdır. Burada bu rûhu gönderen de Yüce Allah’ın kendisidir. (S. HAVVÂ, 8/448) 

(18).‘Dedi ki: Eğer Allah’tan sakınan birisi isen senden Rahman’a sığınırım.’  Hz. Meryem ona bu sözleri tek başına bir yerde bulunduğu ve melek ona insan sûretinde görünüp kendisi ile kavmi arasında perde bulunduğu sırada söylemişti. Ondan korkmuş ve ondan murad almak istediğini sanmıştı. Bu bakımdan ona Allah’ı hatırlattı. (S:HAVVÂ, 8/448)  

(20).‘Dedi ki: Bana bir insan (nikâhlıbirkoca) dokunmamışken benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve ben kötü kadın da değilim.’  Erkekleri azdıran zâniye ve facire birisi değilim. Hâlbuki âdeten çocuk, ancak bu iki yoldan birisi ile olur. Yâni benim kocam olmadığına göre ve benim ahlaksızlık yapmam düşünülemeyeceğine göre, bu çocuk benden nasıl olur da dünyâya gelebilir. (S. HAVVÂ, 8/448, 449)

(21).‘Dedi ki:’ Hz. Cebrâil ona cevap olarak şunu söyledi: ‘Bu böyledir.’ Yâni durum gerçekten senin dediğin gibidir. Ne nikâh ne de zinâ yoluyla bir erkek sana dokunmuş değildir; fakat Allah her şeye kâdirdir. ‘Rabbin: Bu bana kolaydır’  Babasız çocuk vermek, benim için zor değildir. ‘buyuruyor ve onu insanlar için bir mûcize ve katımızdan bir rahmet kılalım diye.’  İbn Kesir der ki: İnsanlara onları yaratan ve var edenin kudretine bir delâlet ve alâmet olsun diye yapacağız. O yaratıcı ki, onların yaratılışını çeşit çeşit yapmış, ilk atalarını erkek ve dişi olmaksızın, varetmiştir. Hz. Havvâ’yı dişi olmaksızın erkekten yaratmıştır. Geri kalan zürriyeti ise Îsâ müstesnâ erkek ve dişiden yaratmıştır. Îsâ’yı ise sâdece dişiden, erkeksiz olarak yaratmıştır. Böylece O’nun kudretinin kemâline delâlet eden dört yön ile yaratma şekli de gerçekleşmiştir. (S. HAVVÂ, 8/449)  

‘Bu (Îsâ’nınyaratılması) olup bitmiş bir iştir.’ Takdir edilmiş ve Levh-i Mahfuz’da yazılmıştır. Yâni Allah buna hükmünü vermiştir, bu iş olacaktır, başka çıkar yol yoktur. (S. HAVVÂ, 8/449) 

19/22-26  HZ. MERYEM’İN HZ. ÎSÂ’YA GEBE KALMASI

22. Nihâyet (Meryem, Allâh’ınizniyle) ona (Îsâ’ya) gebe kaldı ve bu (hâli) ile uzak bir yere çekildi. [krş. 3/59-60]

23. Doğum sancısı onu hurma ağacını yanına getirdi. “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim!” dedi.

24. Derken, (Cebrâil, ırmakın) alt tarafından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin alt (yan)ında küçük bir nehir meydana getirdi.” (bk. 23/50)

25. (Ey Meryem!) “Hurma ağacının dalını kendine doğru silkele, (kudretimizedelilolarak) sana tâze, olgun hurma dökülsün.”

26. (Ey Meryem!) “Artık ye, iç, (oğlundolayısıyla) gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: ‘Ben, Rahmân için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla aslâ konuşmayacağım’ de.”

22-26. (22).‘Nihâyet ona (YâniÎsâ (as)’a) gebe kaldı ve bu sebeple onunla uzak bir yere çekildi.’  Neticede Allah melek aracılığıyla rûhu üfleyince Meryem hâmile kaldı (krş. Enbiyâ 21/91; Tahrım 66/12) Çocuk ana rahminde büyüyüp gelişmeye başlayınca Meryem, insanların kendisini kınayacağından endişe ettiği için, durumu âilesinden gizlemek maksadıyla uzak bir yere çekilerek bir müddet hâmileliğini gizledi. (KUR’AN YOLU, 3/596, 597)    

(23).‘Keşke dedi, bundan önce öleydim.’ Hâmilelik süresi bitip de doğum sancıları başlayınca Meryem bir hurma ağacının altına sığındı. Bir taraftan doğum sancılarıyla kıvranırken, diğer taraftan da insanların kendisinin günahsız olduğunu kabul etmeyeceklerini düşünerek tedirgin oluyordu. Zîrâ daha önce kavmi onu erdemli, iffetli bir kız olarak tanımıştı; şimdi ise onların gözünde gayr-i meşru bir çocuk doğuran biri olarak tanınabilirdi. Dolayısıyla büyük bir üzüntüye kapılarak ‘Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!’ dedi. (KUR’AN YOLU, 3/597)

İbn Kesir diyor ki: Bu buyrukta fitne zamanı ölümü temenni etmeye delil vardır. (S. HAVVÂ, 8/457)

(26).“Artık ye, iç, (oğlundolayısıyla) gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: ‘Ben, Rahmân için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla aslâ konuşmayacağım’ de.”  Hurmalardan ‘ye’ akan sudan da ’iç’ Bu buyruk, hurmanın lohusa kadına faydalı ve uygun bir gıda olduğunun delilidir. ‘Gözün aydın olsun.’ Bu, sevimli çocukla gözün aydın olsun. Yâni Hz. Îsâ sebebiyle gönlünü hoş tut. Seni üzen şeyleri bir kenara at. ‘İnsanlardan birisini görecek olursan ben O çok esirgeyici Allah’a oruç adadım.’ Yâni susmayı ve konuşmamayı adadım. Onların şeriatında konuşmayarak oruç tutmak meşrû idi. Bizim şeriatımızda nesh edildi. (S. HAVVÂ, 8/450)

İsrâiloğullarından mücâhede ehlinin orucu, akşama kadar bir şey yemekten ve konuşmaktan kendisini alıkoymaktı. Bu oruç şekli bu ümmet için yürürlükten kaldırılmuştır. Çünkü Hz. Peygamber (s) susma orucunu yasaklamıştır. … Câhiliye ehli (ise) bir gün ve bir gece sükût edip itikâf yapmakla ibâdette bulunurlardı. İslâm bunu yasaklayıp, hayır söylemeyi ve zikir yapmayı emretmiştir. (İ. H. BURSEVİ, 12/51, 52)      

‘.. ben o çok esirgeyici Allâh’a oruç adadım.’ Nesefi şunları söylemektedir: Ona konuşmamayı adaması emredildi. Çünkü onu temize çıkartmak için Hz. İsa (as)’ın onlarla konuşması yeterli olacaktı. Diğer taraftan o, serseri kimseler ile tartışmaktan korunmuş olacaktı. Bu buyrukta, ayak takımı kimselere karşı susmanın vâcip olduğuna dâir delil vardır. (S. HAVVÂ, 8/461) 

19/27-33  HZ. ÎSÂ’NIN BEŞİKTE KONUŞMASI

27. ‘(Meryem) onu (kucağında) taşıyarak akrabâlarına getirdi. (Onlar🙂 “Ey Meryem! Sen ne çirkin bir şey yaptın!” dediler.

28. “Ey Hârûn’un kız kardeşi! Baban (İmran) kötü iş yapan bir kimse değildi, annen de fâhişe değildi.” (dediler).

29. O da (kendileriylekonuşmasıiçin) çocuğa işâret etti. (Onlar🙂 “Biz beşikteki bir çocuk ile nasıl konuşuruz?” dediler. [bk. 23/50]

30, 31, 32. (Çocuk) dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” 31. “Nerede olursam olayım beni, mübârek (ve erdemli) kıldı. Hayatta olduğum müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti.” 32. “Beni anneme itaatli (veiyilikedici) kıldı. Beni azgın bir zorba yapmadı.”

33. “Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, ‘selâm’ (esenlik, Allah’tan) benim üzerimedir.” [krş. 19/15]

27-33. (28). ‘Ey Hârûn’un kız kardeşi…’ Âyette yer alan Hârûn muhtemelen Meryem (as)’ın içinde yaşadığı toplumun saygı duyduğu asil ve şerefli bir zat idi. Kavmi Meryem’i ona nispet etmeklebir taraftan onun da Hârûn gibi şerefli ve soylu olduğunu dile getirmek, diğer taraftan da yaptığı işin, sâhip olduğu soy ve şerefle uyuşmadığını ortaya koyarak Meryem’i suçlamak  ve toplum karşısında suçlamak istemişlerdi. (..) Tıpkı bunun gibi kavmi de Meryem’i bir anlamda ‘ ..ey Hârûn’un kız kardeşi..’ demek suretiyle överek söze başlamış, böylece hem onun yaptığı işin kötülüğünü ortaya koymak, hem de eleştirinin dozunu daha da artırmak istemişlerdir. Buna göre düşünülürse, işte o zaman ‘ey Hârûn’un kız kardeşi..’ sözündeki Meryem’in Hârûn’a nispeti, hakikat değil, mecaz olmuş olur. Tıpkı, ‘Ey Fâtih’in torunları..’ hitâbında olduğu gibi. (M. DEMİRCİ, 2/271, 272)

(29).‘Biz beşikteki çocuk ile nasıl konuşabiliriz? Dediler.’ Hz. Meryem kavminin ‘Gerçekten sen çirkin bir şey yaptın’ şeklindeki ağır ithâmına (âyet 27) cevap vermedi; olayı çocukla konuşmaları için ona işâret etti. Fakat onlar, ‘Beşikteki bebekle nasıl konuşalım?’ diyerek hayretlerini ifâde ettiler. Bunun üzerine çocuk dile geldi ve bu âyetlerde geçen cevâbı verdi. (KUR’AN YOLU, 3/597, 598)

(30).‘(Çocuk) dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.” Hz. Îsâ’nın beşikteki ilk sözünün ‘Allah’ın kuluyum’  olması, daha sonra onu ilâhlaştıracak olanlara açık bir reddir. Burada Hz. Îsâ’ya verilecek olan kitap da İncil’dir. Âyette geçmiş zaman kipinin kullanılması, belirtilen hususların ezeli ilimde belirlenmiş olması ve zamânı gelince gerçekleşmesinin kesin olması yüzündendir. (H. DÖNDÜREN, 2/503)    

(32).‘Bir de anneme iyi davranmamı öğütledi.’ 14’ncü âyette Hz. Yahyâ’dan söz edilirken ‘Ana babasına çok iyi davranırdı’ dendiği hâlde, aynı tema Hz. Îsâ açısından işlenirken, ‘Anneme saygılı kıldı’ denmesi, onun babasız dünyâya geldiğine işâret eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de hep Meryem oğlu Îsâ olarak anılmıştır. (KUR’AN YOLU, 3/598)

(33).‘Selâm olsun bana, doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kalkacağım günde, dedi.’ Bu üç hâlde benim üzerime selâm olsun. Bu ifâdede Hz. Meryem’i itham edenlere ve onun düşmanlarına târiz yoluyla lânet vardır…. Hz. İsa, bütün bu söyledikleri ile Yüce Allâh’a kulluğunu ve yaratılmış ve kendisine emir verilmiş bir görevli olduğunu ortaya koymaktadır. (S. HAVVÂ, 8/452)

Allah beşikteki çocuğu konuşturdu ve o bir peygamber olduğunu söyledi. İsrailoğulları bu olağanüstü olayı Allâh’ın bu mûcizesini görmelerine rağmen Hz. Îsâ’nın (as) peygamberliğini inkâr ettiler ve onu çarmıha germek için saraya götürdüler. Böylece Allâh’ın gazabını hak etmiş oldular. (MEVDÛDİ, 3/199)

19/34-40  ALLÂH’A  DÖNÜŞ

34. (Ey Peygamberim!) İşte (Hıristiyanların) çekiş(ipayrılığadüş)tükleri Meryemoğlu Îsâ hakkında (Allah’ın) gerçek olan söz(ü) budur.

35. Allâh’ın çocuk edinmesi (aslâ) söz konusu değildir. O’nun şânı yücedir (veböyleyakıştırmalardanuzaktır). O, bir işe hükmettiği zaman, sâdece ona “ol” der, o da (hemen) oluverir.

36. “Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.”

37. Sonra, birtakım (Yahûdi ve Hıristiyan) gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Artık (hesap) görülecek büyük günde kâfirlerin vay hâline!

38. (Bu gruplar) bize gelecekleri gün (başlarınageleceklerkonusunda) neler neler işitecekler, (dehşetiçerisinde) neler neler görecekler! Fakat (bunarağmen) zâlimler, bugün (hâlâ) apaçık bir sapıklık içindedirler. [bk. 32/12]

39. (Rasûlüm!) İşin bitirildiği (inkârcıvegünahkârlarınazapgöreceği) pişmanlık gününe karşı onları uyar. Onlar ise hâlâ gaflet içindedirler ve hâlâ inanmazlar. [krş. 39/54-56]

40. Şüphesiz biz, yeryüzüne ve üzerinde bulunan bütün insanlara vâris olacağız. Onlar (sonunda) ancak bize döndürüleceklerdir.

34-40. (34).‘İşte (YâniHz. Îsâ’nınsöylemişolduğu) ‘ben Allâh’ın kuluyum..’ (şeklindekisözleriile) ‘Meryem oğlu Îsâ hak söze göre budur.’ Hıristîyanların söyledikleri gibi bir ilâh veya Allah’ın oğlu değildir. Meryem’in oğludur, sizin ileri sürdüğünüz gibi bir ilâh değildir. ‘Onlarsa onun hakkında şüphe ediyorlar.’ Yahûdiler: yalancı, zinakar bir kadının oğlu, bir sihirbazdır, derken; Hıristîyanlar ise, Allah’ın oğlu, üçün üçüncüsüdür, demişlerdir. (S. HAVVÂ, 8/452) 

(37).‘Fakat aralarından fırkalar ihtilafa düştüler.’ Yahûdiler bir türlü söylediler. Hıristîyanların kendi fırkaları da değişik tartışmaların içine girdiler; bir kısmı Allâh’ın oğlu dediler, bir kısmı da Allah’ın kendisidir, yere indi sonra göğe çıktı dediler; diğer bir kısmı ise üçün biri dediler. Sağlam bir grup da Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu tasdik ettiler. (ELMALILI, 5/406) 

(39).‘Sen onları pişmanlık günü ile korkut. Onlar gaflet içinde inanmamakta direnirlerken iş bitirilmiş olur.’ Râzi, ‘Îş bitirilmiş olur’ ifâdesini dünyanın fenaya uğrayıp, teklifin sona ermesi olarak açıklamıştır. (M. DEMİRCİ, 2/275)   

Hadis: Rasûlullah (s) biz ümmetini gaflet uykusundan uyandırmak için: ‘Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur’ buyurmuştu. ‘O pişmanlık nedir, yâ Rasûlallah?’ diye soruldu. Efendimiz: ‘Ölen, iyilik ve ihsan sâhibi kişi ise bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna, şayet kötü bir kişi ise kötülükten vaz geçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır’ cevâbını verdi. (Tirmizi Zühd 59, No: 2403’den Ö. ÇELİK, 3/260)         

19/41-50  HZ. İBRÂHÎM’İN  BABASINA  DİNİ  TEBLİĞ  ETMESİ

41. (Ey Peygamberim!) Kur’an’da İbrâhim’i de (onlara) hatırlat. Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdi.

42. Hani O, babasına demişti ki: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir fayda vermeyen putlara niçin tapıyorsun?”

43. “Babacığım! Kesin bilesin ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir. Bana uy da seni doğru yola eriştireyim.” [bk. 6/74]

44. “Babacığım! Şeytana tapma! Çünkü şeytan, Rahmân’a âsî olmuştur.”

45. “Babacığım! Doğrusu ben, sana Rahmân’dan bir azâbın dokunmasından, böylece de şeytana dost olmandan korkuyorum.”

46. (Babası🙂 “Ey İbrâhim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (onlarıkötülemekten) vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutarım; uzun bir zaman benden uzak dur” dedi.

47. (İbrâhim) dedi ki: “Sana selâm olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkârdır.” [bk. 14/41; 60/4 ve krş. 9/113-114]

48. (Ey babacığım!) “Sizden de Allah’tan başka taptığınız putlardan da ayrılıyorum ve Rabbime (seniniçin) duâ ediyorum. Umulur ki Rabbime duâ etmekle, bedbaht olmam (mahrumbırakılmam).”

49. İşte (İbrâhim) onlardan ve Allah’tan başka yalvar(ıptap)tıklarından ayrılınca, biz de ona İshâk’ı ve Yâkûb’u bahşettik ve her birini peygamber yaptık. [krş. 2/133; 11/ 71; 21/72]

50. Onlara (İbrahim, İshak ve Yâkub’a)  rahmetimizden (peygamberlikvererek) ihsanda bulunduk (rızık, mal, müşk ve evlât verdik.)  ve onlar için yüce bir doğruluk dili (saygıylaanılma) sağladık.

41-50. (41).‘Kur’an’da İbrâhim’i de an. Şüphesiz o sıddik bir peygamberdi.’ Burada Hz. İbrâhim kıssasının zikredilmesinden hikmet, gâyet açıktır. O Hz. Îsâ’nın da büyük atasıdır, Arapların da atasıdır. Ümmetlerin çoğunluğu, onun nübüvvet ve risâletini kabul etmektedir. (S. HAVVÂ, 8/467)

Hz. İbrâhim’e burada sâdece nebi denilmiş olmakla birlikte, başka âyetlerde ona sahîfeler gönderildiği ifâde buyurulmuştur (bk A’la 88/18-18-19, Necm 53/ 36-37) Bu da onun hem nebi,  hem de resul olduğunu gösterir. (KUR’AN YOLU, 3/602)

(42).‘Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?’ Bu âyetler, evlâdın ana babaya karşı tavrının nasıl olması gerektiğini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Hz. İbrâhim, babası Âzer’e her sözünün başında ‘babacığım’ diye hitap etmekte, -ilerideki âyetlerden anlaşılacağı üzere – babası müşrik olmasına, kendisine karşı son derece kaba ve tehditkâr ifâdeler kullanmasına rağmen, ona karşı saygıda kusur etmediği görülmektedir. Âyetlerden aynı zamanda küçüğün de büyüğe öğüt verebileceği ve din konusunda insanları doğru yola iletecek gerçek bilginin ilâhi vahiy olduğu anlaşılmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/602)

(43).‘Babacığım, doğrusu sana gelmemiş olan bir ilim (vahiyvemârifetullah) bana gelmiştir.’ Babasına gelmeyip Hz. İbrâhim’e gelen ilimden maksat; Allah’a îman, O’nu tanıma, O’na kulluk etme, ölümden sonra vuku bulacak olaylar ve Allah’tan başkasına tapanların karşılaşacakları azaplara dâir ancak vahiyle bilinebilecek bilgilerdir. İbrâhim (as), her ne kadar babası cehâletin zirvesine olsa da onu aşırı câhillikle vasfetmemiştir. (Ö. ÇELİK, 3/262)

(44).‘Babacığım şeytana tapma!’ Kur’ân akla, hakikate ve ahlâka aykırı olan her türlü hareketi şeytânî olarak ve şeytâni sevk edicilere teslimiyet yönünde ortaya konan her türlü eylemide‘şeytana tapma’ olarak tanımlamaktadır. (krş. Nisâ, 4/117, KUR’AN YOLU, 3/602)

İbrâhim (as)’ın babasını şeytana tapmaktan menetmesinin illeti, şeytanın Rahmân’a âsi olmasıdır. Bundan, Allâh’a isyan eden kimselere hiçbir durumda, hiçbir zaman ve zeminde itaat etmemek gerektiği anlaşılmaktadır. Zira âsiye itaat etmek, cezâyı gerektirir ve nîmetin elden gitmesine sebep olur. (Ö. ÇELİK, 3/262)

(45).‘Babacığım, doğrusu sana Rahman katından bir azâbın gelip çatmasından korkuyorum.’ (Hz. İbrâhim) babasını hakka dâvet ederken yumuşak ve ince bir üslûpla yaklaştı ona. Babasını kara câhillikle, kendisini de üstün bir bilgi ile nitelemedi. Ancak, ‘sende bulunmayan bir miktar ilim bende var, bu ise dosdoğru yolu gösteren bilgidir’ dedi. Ona âkıbetinin kötülüğünü hatırlatarak korkuttu. Bu (putlara) ibâdetin başına getireceği sıkıntı ve vebâli hatırlattı, bununla birlikte gereken edep ölçülerine de riâyet etti. (S. HAVVÂ, 8/468)

(46).‘(Babası🙂 “Ey İbrâhim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutarım; uzun bir zaman benden uzaklaş” dedi. Hz. İbrâhim ona ‘babacığım’ demesinekarşılık o ona ‘yavrucuğum’ demedi. Bu, onun İbrâhim’e karşı öfkeli olduğunu göstermektedir. ‘Andolsun ki’ (putlara küfredip, hakâret etmek ve onları ayıplamaktan) ‘vazgeçmezsen seni taşlarım.’ Seni taşa tutarak öldürürüm yâhut da benden uzaklaşıp gidene kadar sana taş atar veya sana hakâret ederim. (S. HAVVÂ, 8/469)

(47).‘İbrâhim dedi ki: Selâm olsun sana! Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim.’ Buyruğu hakkında İbn Kesir şunları söylemektedir: İbrâhim (as) babasına uzun bir süre mağfiret dileyip durdu. Şam topraklarına hicret ettikten, Mescid-i Harâm’ı inşa ettikten, İsmâil ve İshak (as) adındaki çocukları dünyâya geldikten sonra bile, Yüce Allah’ın bize aktardığı şekilde: ‘Rabbim, bana, anne – babama ve bütün müminlere hesap için kalkılacağı o günde mağfiret buyur.’ (İbrâhim, 14/41)  buyruğundabudurumaçıklandığıüzere mağfiret dilemeye devam etti. (..)  Bundan sonra Yüce Allah bizlere Hz. İbrâhim’in buna da son verdiğini ve vaz geçtiğini şu buyruğu ile anlatmaktadır: ‘Müşrikler için mağfiret dilemek, peygambere de müminlere de yaraşmaz.’ (et Tevbe, 9/113-114; S. HAVVÂ, 8/477, 478)

(48).‘Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım.’ Hz. İbrâhim’in kullandığı bu ifâde, bir alçak gönüllülük, nefsin payını ortadan kaldırmak ve onların bedbahtlığını anlatmak gibi bir özellik taşımaktadır. Hz. İbrâhim ve berâberindekileri onlardan uzak kalmaları, onlardan ayrılmak, putlarından uzaklaşmak ve bundan sonra da yaşadıkları topraklardan hicret etmekle gerçekleşmişti. (S. HAVVÂ, 8/470)      

(49).‘Ona İshâk’ı ve Yâkûb’u bahşettik ve her birini peygamber yaptık.’ Hz. İbrâhim, kavminden ayrılıp Şam’a hicrete karar verince, önce Harran’a gitmiş, orada Hz. Sâre ile evlenmiştir. Ondan İshak, onun soyundan da Hz. Yâkub (as) dünyâya gelmiştir. İbrâhim (as)’ın öbür eşi Hz. Hâcer’den de Hz. İsmâil dünyâya gelmiştir. Hz. İsmâil, Hz. İshak’tan önce dünyâya gelmiştir. (H. DÖNDÜREN, 2/503)

(50).‘Onların dillerde saygı ile anılmalarını sağladık.’  Onları övgüye mazhar kıldık. Dil ile meydana gelen övgüye burada lisân tabiri kullanılmıştır. Onlar hakkında söylenen doğru söz ise onların övülmeleridir. İbn Cerir der ki: Burada Yüce Allah, ‘yüce veya saygı’  ifâdesini kullanmıştır. Çünkü bütün din ve şeriatler, onlardan övgü ile söz eder ve onları methederler. …. (Aynı şekilde) namazda bizim Hz. İbrâhim’e ve onun âilesine duâ etmemiz de onlara yapılan övgüden sayılır. Bütün bunlar ise, Hz. İbrâhim’in babasından ve kavminden Allah uğrunda ayrılmasının bereketi ile olmuştur. (S. HAVVÂ, 8/470, 471)

(Nitekim) Hz. İbrâhim, kendisinin sonraki nesiller içerisinde iyilikle anılması için duâ etmiş (bk. eş Şuarâ, 26/84) Allah da duâsını kabul ederek ona bu nîmeti vermiş, hatta onun dînine uymasını Hz. Peygambere emretmiş (bk. Nahl 16/123; krş. Âl-i İmran 3/95, Nisâ 4/125); bundan dolayıdır ki, Müslümanlar onu önder kabul eder, kendisi ve soyundan gelenleri hayırla anarlar. Yahûdi ve Hıristîyanlar gibi Ehl-i Kitap da aynı şekilde ona ve soyundan gelenlere saygı gösterirler. (Zemahşeri’den, KUR’AN YOLU, 3/603) 

19/51-53  İHLÂSIN  DERECELERİ

51. (EyRasûlüm!) Kur’an’da Mûsâ’yı da anlat. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş idi; hem de (İsrâiloğulları’nagönderilmiş) bir Resûl ve bir peygamberdi.

52. Ona Tûr’un sağ tarafından seslenmiş ve özel konuşmak için onu (huzûrumuza) yaklaştırmıştık.

53. Rahmetimizden dolayı ona, kardeşi Hârûn’u da nebi olarak ihsan ettik.

51-53. (51).‘O ihlâsa erdirilmiş ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdi.’  Nesefi der ki: Resul kitabı bulunan bir peygamberdir, peygamber ise (yâni nebi) şânı Yüce Allah’tan berâberinde kitap olmasa dahi, aldığı haberleri bildiren kimsedir. Allah Hz. Mûsâ’da her iki sıfatı da toplamış bulunmaktadır. O ‘ulü‘l azm’  olan ve Rasullerin büyüklerinden olan beş rasulden birisidir: Nuh, İbrâhim, Mûsâ, İsa ve Muhammed (aleyhimüsselâm) dırlar. Hz. Mûsâ, hem rasul, hem nebi hem de ihlâsa erdirilmiş bir kimse idi. (S. HAVVÂ, 8/472)   

(52).‘Ona Tûr’un sağ yanından seslendik.’ Hz. Mûsâ (as), Medyen’den Mısır’a gitmek üzere yolunda ilerlerken kendisine ağaçtan nidâ edildi ve bu ağaç, Hz. Mûsâ’nın sağına düşen dağın yan tarafında bulunmakta idi. (S. HAVVÂ, 8/473)

Sinâ Dağı: Tur, Mısır’la Medyen arasında bir dağın adıdır. Mûsâ (as) Medyen’den Mısır’a dönüşünde Sinâ dağının yanından geçerken yolunu kaybetmiş, soğuk bir havada, eşinin doğum sancısının da tuttuğu bir sırada, Sinâ Dağının üst kısmında bir ateş görmüş, ona yaklaşınca ‘Ben Allah’ım’ sesini işitmiştir. (bk. Taha 20/10 vd., H. DÖNDÜREN, 2/503, 504)

(53).‘Ve rahmetimizden ona kardeşi Hârûn’u da bir peygamber olarak bağışladık.’ Yüce Allah Hz. Mûsâ’ya, Firavun’a gidip İsrailoğulları’nı serbest bırakmasını ondan istemelerini emrettiğinde Hz. Mûsâ, kardeşi Hârûn’u da peygamber ve kendisine yardımcı olarak görevlendirmesi için Allah’a duâ etti.  (Tâhâ, 20/29-32) Allâh-ü Teâlâ onun duâsını kabul ederek kardeşini de peygamber olarak görevlendirdi. Ve onun yanına yardımcı olarak verdi. Mûsâ (as)’ın dilindeki tutukluğa karşılık Hârûn, güzel ve açık konuşurdu. (Krş. Tâhâ 20/2532, Kasas, 28/34) Hz. Mûsâ’nıninsanlaratebliğetmek istediklerini o tebliğ eder ve bulunmadığında ona vekâlet ederdi. (Mûsâ ve Hârûn hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49-59, Tâhâ 20/30 vd. ; Kasas 28/3 vd., KUR’AN YOLU, 3/605)

19/54-55  HZ. İSMÂİL’İN  SADÂKATİ

54. (Ey Peygamberim!) Kur’an’da İsmâil’i de anlat. Çünkü o, sözüne sâdıktı ve (tarafımızdan) gönderilmiş bir peygamber idi. [Hz. İsmâil’inkurbanedilmesihakkındabk. 37/102103]

55. İsmâil, âilesine / kavmine namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi katında da beğenilmişti.

54-55. (54).‘Kur’an’da İsmâil’i de anlat. Çünkü o sözüne sâdık idi.’ Onun hakkında ‘sözünde duran’ denilmesinin sebebi babasına: ‘Allah’ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın’ demesi ve bu konuda gerçekten sözünde durup yalancı çıkmamasıdır. (S. HAVVÂ, 8/479)

‘O bir nebî idi.’ Allah’tan haber veriyordu. O, babası İbrâhim (as)’ın şerîatına göre amel ediyordu. Ona indirilen bir kitabın olmadığı, bütün âlimlerin ittifakıyla sâbittir. Lût, İshak ve Yâkub peygamberler de böyledir. (İ. H. BURSEVİ, 12/89)

Hz. İsmâil orijinal mesaj sâhibi bir ‘Rasul’ idi. Bu yüzden ilk Araplar arasında hakka çağrı görevi yürütmüş olmalıdır. Zâten Arapların atası idi. Peygamberimizin peygamber olmasına yakın yıllarda tek Allah inancına bağlı tek – tük bâzı Araplara rastlanıyordu. Bu kimselerin, Hz. İsmâil’in bağlılarının uzantıları olmaları kuvvetle muhtemeldir. (S. KUTUB, 7/172)

19/56-58  HZ. İDRÎS’İN  MAKÂMI

56. (Ey Peygamberim!) Kur’an’da İdrîs’i de anlat. Çünkü o, çok doğru bir peygamber idi. 57. Biz onu pek yüce bir yere (makâma) yükselttik.

58. İşte bunlar, kendilerine Allah’ın nîmet verdiği peygamberlerden; Âdem’in neslinden ve Nuh ile berâber (gemide) taşıdıklarımızdan; İbrâhim ve İsrâil (Yakub)’un neslinden, doğru yola eriştirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahmân (olanAllah)’ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak (hemen) secdeye kapanırlardı.

56-58. (56).‘Kur’an’da İdrîs’i de anlat.’  Bu kitap ehlinin kendisine ‘Ahnuh’  adını verdiği ve Âdem (as)den sonra gönderilmiş bir rasul olduğunu kaydettikleri yüce zattır. (Bu isim hadîs-i şerifde de varid olmuştur., S. HAVVÂ, 8/474, 480)

Onun kimliğini belirlememize yardımcı olacak sahih hadis de yoktur. Fakat bir sonraki (58) âyet, onun Hz. Nuh’tan önce gönderilen peygamberlerden olduğunu destekler. Çünkü adı geçen tüm peygamberlerden sâdece ona ‘Âdem’in zürriyetinden’  denilebilir/denilmektedir. (MEVDÛDİ, 3/205)

Biz Hz. İdrîs’in hangi dönemde yaşadığını tam olarak bilemiyoruz. Fakat Hz. İbrâhim’den daha önce yaşamış olması kuvvetle muhtemeldir. O İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden değildi. Bu yüzden Yahudi kaynaklarında adına rastlanmaz. (S. KUTUB, 7/172)

Hadis: ‘Ben Mirac’da dördüncü kat semâya çıktığımda, İdris peygamberle karşılaştım. Cibril bana ‘Bu gördüğün İdris’tir. Ona selâm ver!’ dedi. Ben de selâm verdim. O da benim selâmıma cevap verdi. Sonra ‘Merhaba Sâlih kardeş, sâlih peygamber!’ dedi. (Buhâri Bed’ül Halk 6; Müslim Îman 259-264’den, Ö. ÇELİK, 3/267)

(58).‘İşte bunlar, kendilerine Allah’ın nîmet verdiği peygamberlerden; Âdem’in neslinden ve Nuh ile berâber (gemide) taşıdıklarımızdan; İbrâhim ve İsrâil (Yâkub)’un neslinden, doğru yola eriştirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir.’ Peygamberlertârihineilişkin bu hızlı film şeridinde sâdece tarihe yön vermiş belirgin hâlkalara değinmekle yetinilmiştir. ‘Âdem soyu’ndan, ‘Nuh ile gemiye binenler’den, ‘İbrâhim ile İsrâil’in soyu’ndan söz edilmiştir. (..) Bu kâfilenin başını çekenler peygamberlerdir. Onların yanında peygamberlerin sonraki kuşaklara sarkmış iyi davranışlı ‘seçilmiş soydaşları’ vardır. (S. KUTUB, 7/173, 174)

‘Bunlar rahmeti bol olan Allâh’ın âyetleri kendilerine okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlar.’ Allâh’ın rahmetini ümid ederek, intikamından korkarak ve ağlayarak yüzleri üstüne secdeye kapanırlar. Yâni Yüce Allâh’ın hüccet, delil ve burhânını içeren kelâmını işittikleri zaman, Rablerine boyun eğerek secdeye kapanırlar, içinde bulundukları bu büyük nîmetlere şükretmek ve hamdetmek için bunu yaparlar. (S. HAVVÂ, 8/475)    

19/59-63  MÜTTAKİLERE  VERİLECEK  CENNETLER

59. Kendilerinden sonra arkalarından öyle (kötü) bir nesil geldi ki namazı bıraktılar ve şehvetlerine uydular. İşte (bunlar), azgınlıklarının cezâsına uğrayacaklardır.

60, 61. Ancak tevbe edenler, îmân edenler ve sâlih amelde bulunanlar hâriçtir. İşte bunlar hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacak ve cennete, Rahmân (olanAllah)’ın kullarına gıyâben vaadettiği Adn cennetlerine (girecekler)dir. Muhakkak ki O’nun vaadi yerine gelecektir.

62. Orada boş bir söz değil, ancak selâm (esenlik) sözleri işiteceklerdir. Orada (dünyâdaki) sabah akşam (sürelerinceveistediklerizaman) onların rızıkları da vardır.

63. Kullarımızdan, takvâ sâhibi (emirlerimizeuygunyaşayan) kimseleri mîrasçı kılacağımız cennet işte budur.

59-63. (59).’Ama onların ardından namazı terk eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi.’ Şekli farklı da olsa namaz bütün peygamberlere ve ümmetlerine farz kılınmıştır. Çünkü namaz, kulu Allah’a yaklaştıran, O’nunla irtibâtını / bağlantısını en mükemmel bir şekilde sağlayan ve kulu kötülüklerden koruyan önemli bir ibâdettir. (..) Ancak eski peygamberlerden sonra gelenler namazı ya hiç kılmamışlar veya onun edâsında yerine getirilmesi gereken hususlara dikkat etmemişlerdir. (..) Âyet, bunların yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını, cezâlarını mutlaka çekeceklerini ifâde etmektedir. (KUR’AN YOLU, 3/609)

‘.. ve şehvetlerine uydular.’ ‘şehevat’ ile maksat, insanın farz görevleri terk etmesi ve haramları işlemesi, Allah ve peygambere değil, nefsine uymasıdır. Allah ile bağını koparanlar veya zayıflatanlar, nefislerinin kötü arzuları kendilerine hâkim olmaya başlar, Allâh’ın emirlerinin yerine,  kendi kötü arzu ve isteklerine uymayı tercih ederler. Âyette bu kimselerinyaptıklarının karşılıksız kalmayacağı, cezâlarını mutlaka çekecekleribildirilmektedir. (İ. KARAGÖZ 4/449) 

‘Onlar kötülük bulacaklardır.’ Denilmiş ki Gayy cehennemde öyle bir vâdidir ki, cehennemin diğer bütün vâdileri, ondan Allâh’a sığınırlar. (ELMALILI, 5/411)

Abdullah b. Mesud (r) ‘ğayy’ın cehennemde yiyecekleri son derece pis, çok derin bir vâdi olduğunu söyler. Bir başka rivâyette de orada kan ve irin aktığı haber verilir.  (Taberi’den, Ö. ÇELİK, 3/270)

(60, 61).‘Ancak tevbe edip, îmân ederek sâlih amel işleyenler müstesnâdır. Onlar cennete girerler ve hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.’ Namazları terk edip şehvetlere uymaktan vazgeçenler bunun dışındadır. Allah onların tevbelerini kabul eder, âkıbetlerini güzel yapar, onları naim cennetlerinin mîrasçısı kılar.  Çünkü tevbe, kendisinden öncekileri siler. Bundan dolayı tevbe edenlerin, işledikleri sâlih amellerin karşılığı eksiltilmez. (S. HAVVÂ, 8/482)

‘.. hiçbir şekilde zulmedilmezler’, haksız muâmeleyapılmazlar, demektir. Müminlere sâlih amellerinin sevapları on katından yediyüz katına kadar verilir. Hiçbir iyiliğinin karşılığı mükâfatsız bırakılmaz. (6/160, 2/161). Kâfirlere işledikleri günahtan fazla cezâ verilmez. (6/160). ‘O gün hiç kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlediğiniz şeylerin karşılığı verilir.’ (36/54; İ. KARAGÖZ 4/451).

‘Rahmân’ın gıyâben kullarına va’dettiği Adn cennetlerine.‘     Adn, cennetin müstesnâ bölümlerinden biri olup oranın, mukarrebûn denilen ve peygamberler, şehidler, sıddikler ve âlimlerden oluşan, Allah’ın en seçkin kullarına tahsis edildiği bildirilmektedir. Adn cennetlerine alınacak olan müminler orada korku ve endişeye kapılacak bir söz işitmeyecekler, hep mutluluk ve esenlik içinde olacak ve dâimâ ve yeni mutlulukların müjdesi anlamında ‘selâm sözü’ işiteceklerdir. (Adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Ra’d 13/23, KUR’AN YOLU, 3/609)

(62).‘Orada (cennette) boş sözler değil’ çirkin, yalan yâhut ta hiçbir faydası bulunmayan sözler değildir işittikleri. Bu buyrukta boş sözlerden uzak kalmak ve sakınmak gereğine dikkat çekilmektedir. ‘Sâdece selâm sözü işitirler.’

‘Ve sabah akşam rızıklarını orada hazır bulurlar.’ (Çünkü) orada gece ve gündüz bulunmayacaktır. Sebebi ise ebediyen nûr içerisinde olmalarıdır. Onlar günün başlangıcını perdelerin kaldırılması ile gecenin başlangıcını da perdelerin indirilmesi ile bilirler. … Rızkın devamlı olduğu da anlatılmak istenmiştir. Göründüğü kadarıyla cennetliklerin dileyecekleri her bir rızık, hemen oluverecektir. (S. HAVVÂ, 8/483)

Hadîs-i Şerif: Rasûlullah (s) buyurdu ki: Cennete ilk girecek grubun sûretleri ondördündeki ayın sûretinde olacaktır. Orada tükürmezler, sümkürmezler, dışarıya çıkmak ihtiyacını hissetmezler. Kapkacakları, tarakları altından olacaktır. Tütsülenecekleri kokular ‘el Elüvve’  denilen ot olacaktır. Terlerinin kokusu misk olacaktır. Onların her birisinin iki zevcesi olacak, bacağının kemiğindeki ilik, ileri derecedeki güzellikten dolayı, etin arasından görünecektir. Aralarında görüş ayrılıkları, birbirinden nefret olmayacaktır. Kalpleribirtekadamınkalbigibiolacaktır; hepsisabahakşam Allah’ı tesbih edeceklerdir. (Buhâri, Müslim’denS. HAVVÂ, 8/488)           

19/64-67  ALLAH  İSMİNİN  YÜCELİĞİ  

64. (Cebrâil şöyle dediJ “Biz (görevlimelekler) ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan şeyler O’nundur. Rabbin aslâ unutkan değildir.”

65. (Ey Peygamberim!) göklerin, yerin ve bunlar arasındaki her şeyin Rabbidir. O hâlde O’na kulluk et ve bu kullukta sabret. O’nun bir adaşını (benzerini) biliyor musun? (Yoktur.)

66. (Kâfir) İnsan: “Ben öldüğüm zaman mı diri olarak çıkarılacağım?” der. [bk. 13/5; 36/77-79]

67. İnsan, önceden hiçbir şey değilken kendisini bizim yarattığımızı düşünmez mi?

64-67. (64).‘Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz.’ Müşrikler, Rasûlullah (s)’e bâzı hususlarda sualler sordular. Peygamberimiz (s) de kendilerine yakında bilgi vereceğini söyledi. Fakat Cebrâil (as) onun beklediği zamanda gelmediği için, onların istediği cevapları hemen veremedi. Arayıp da  bulamadıkları fırsatı kaçırmayan müşrikler,  bu kez: ‘Muhammed’in Rabbi onu unuttu.!’ Demeye başladılar. Efendimiz (sav) buna çok üzülünce bu âyetler nazil oldu. (Razi’den, Ö. ÇELİK, 3/273, 274)

‘Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan şeyler O’nundur.’  Önümüzdekiler; geleceğin, âhiretin bilgisi ve yönetimi; arkamızdakiler geçmişin bilgisi; yerle gökler arasındakilerin bilgisi ve yönetimi Allâh’a âittir. (İ. KARAGÖZ 4/455)

‘ve Rabbin aslâ unutkan değildir.” Unutmak yüce Allah için söz konusu değildir. Yüce Allah hiçbir şeyi, hiçbir kulunu unutmaz; aslâ gâfil edğildir. Gerçek anlamda ‘uhutma’ Allah için muhâldir. Allah aslâ unutmaz. (..) ‘Allâh’ı unuttular, Allah da onları unuttu’ (9/67) cümlesindeki ‘unutma’ mecâzi anlamda olup, Allâh’a îmânı (..) terk edenleri, yolundan sapanları başarı, hidâyet, rahmet, nîmet, mükâfat ve rızasından mahrum etmesi, dünyâda dalâlet, âhirette azap içerisinde bırakması anlamına gelir. (İ. KARAGÖZ 4/455)

Hadis: Rasûlullah (s) buyurdu ki: Allah’ın kitabında helâl kıldığı şey helâldir, haram kıldığı şey de haramdır. Hakkında sustuğu şey de bağışlanmıştır. Yüce Allah’tan yaptığı bağışı kabul ediniz. Çünkü Allah, hiçbir şeyi unutmaz’ diye buyurdu, ondan sonra da ‘Ve Rabbin unutkan değildir’ âyetini okudu. (S. HAVVÂ, 8/490)   

(65).‘(O,) göklerin, yerin ve bunlar arasındaki her şeyin Rabbidir. O hâlde O’na kulluk et ve bu kullukta sabret. O’nun bir adaşını (benzerini) biliyor musun? (Yoktur.)’ Cenâb-ı Hakk’ın özel ismi Allah’tır. Kullukta yâni ibâdet ve itaatte kendisine denk hiçbir ilâh (tanrı) yoktur. Mâbud ancak O’dur, hüküm ve mutlak hâkimiyet ancak O’nundur. Allah’ın emrine aykırı olan hususlarda başkalarına bile bile ve isteyerek itaat ise, onları rab edinmektir. [bk. 9/31] (H. T. FEYİZLİ, 1/309)

(66).‘(Kâfir) İnsan der ki: Ben öldükten sonra mı diriltileceğim?’ Burada soru inkâr mânâsınadır. Yâni onlar ölümden sonra bir hayatın var olmasını kabul etmemektedirler. (S. HAVVÂ, 8/496)

(67).‘İnsan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden bir şey değilken onu Biz yarattık.’ İnsanilkyaratılışınıhatırlamaksızın nasıl olur da böyle konuşabilir? Hatırlayacak olursa, ikinci defa yaratılışı inkâr etmez. Çünkü ilk yaratılış, yaratanın kudretini daha bir açıkça ortaya koymaktadır. Birinci yaratılış daha büyük bir delildir. Çünkü cevherler ve arazlar, yokluktan varlık âlemine çıkartılmıştır. İkinci yaratılış ise ölümden sonradır. Bunda sâdece mevcut parçaların bir araya getirilmesi ve daha önce üzerinde oldukları hâle, dağılmışlıktan sonra bir araya getirilişten başka bir şey yoktur. İşte Yüce Allah, insana yeniden yaratılışa delil olmak üzere ilk yaratılışı hatırlatmaktadır. (S. HAVVÂ, 8/496) 

19/68-72  MÜTTAKİLERİN  CEHENNEM ATEŞİNDEN  KURTULMALARI

68. (Ey Peygamberim!) Rabbine Andolsun ki biz, onları da şeytanları da (mahşerde) toplayacağız. Sonra onları mutlaka cehennemin etrafında diz çökmüş olarak hazır bulunduracağız.

69. Sonra her ümmetten hangisi Rahmân (olanAllâh)’a en çok karşı gelmişse (önceonucehenneme) çekip ayıracağız.

70. Sonra biz, onlardan cehenneme girip yanmaya daha lâyık olanları elbette daha iyi biliriz.

71. (Ey kâfirler!) Sizden (Sırât’ıgeçebilmekiçin) cehenneme gitmeyecek (uğramayacak) kimse yoktur. (Bu,) Rabbinin (yapmayı) üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.

72. Sonra müttakî olan (ibâdetveitâatlegünahlardansakınan)ları kurtarırız (cennetesevkederiz). Zâlimleri de orada (cehennemde) diz üstü çökmüş olarak bırakırız.

68-72. (68).(Ey Peygamberim!) Rabbine andolsun ki, Biz onları da şeytanları da berâber haşredeceğiz.’    ‘Şeytanlar’dan maksat; hem cin şeytanları, hem de bir gün Allah’ın huzûruna çıkıp dünyâda yaptıklarından hesâba çekilecekleri bir âhiret günü olmadığını, hayâtın sâdece bu dünyâ hayatından ibâret olduğunu iddiâ ederek insanları aldatıp saptıran inkârcı kimselerdir. Özellikle şeytanlaşmış önderlerdir. Çünkü insanları saptırmada onların etkisi daha fazladır. İşte Allah, bunların hepsini cehennemin etrafında diz üstü çökmüş hâlde toplayacak, hesaplarını görüp, cezâlarını verecektir. (Ö. ÇELİK, 3/275)

(69).‘Sonra her toplumdan Rahmân’a karşı en çok kimin başkaldırdığını ortaya koyacağız.’ Daha cüretkâr ve daha fâcir olanları belirteceğiz. Yâni azgınlık kesimlerinin her birisinden sırasıyla en azgınlarını çıkartacağız. Onlar bir araya geldiklerinde, sıralamalarına göre cehenneme koyacağız. Hangileri azâba daha lâyık ise onu önde tutacağız. (S. HAVVÂ, 8/497)

Ancak, tefsircilerin çoğunluğuna göre, âyet bütünüyle kâfirlere dâirdir. ‘Ayırt edilmek’ten maksat ise, insanların inkârcılık ve isyan derecesine göre çeşitli gruplara ayrılmasıdır. Buna göre her grup, cehennemde durumuna uygun bir tabakaya atılacaktır. Suç işleme ve inkârda öncülük ve önderlik edenlerin azâbı daha ağır olacaktır.    (bk. Nahl, 16/88; Ankebut, 29/13; KUR’AN YOLU, 3/612, 613)

(70).‘Sonra elbette Biz, kimlerin oraya gitmeye daha çok müstehak olduğunu daha iyi biliriz.’ Bilesin ki, kıyâmet günü ilk yapılacak olan dirilme (ba’s), sonra haşr, sonra hazır etme (ihzar), sonra ayırma, sonra da cehenneme atmadır. (İ. H. BURSEVİ, 12/114)

(71).‘İçinizde ona uğramayacak yoktur.’  Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem de Yüce Allah’ın ‘İçinizde ona uğramayacak kimse yoktur’ buyruğu hakkında şöyle demiştir: Müslümanların ona uğraması, her iki tarafında kurulu bulunan köprünün üzerinden geçmesi demektir. Müşriklerin or(a)dan geçmesi ise, oraya girmeleri demektir. (S. HAVVÂ, 8/511)

Hadis: sırat köprüsü cehennem üzerin kurulur, şefaat gerçekleşir, insanlar ‘Allah’ım selâmet ver, Allah’ım selâmet ver’ derler, buyurdu. Ashâb-ı Kiram: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, köprü nedir?’ diye sorulunca, şu cevabı verdi: ‘O çok kaygan ve üzerinde durulması zor bir yerdir. Ondan kancalar ve Necid taraflarında üzerinde de dikencikler bulunup Sa’dan diye bilinen dikenler vardır. Müminler mânevi durumlarına göre göz açıp kaparcasına şimşek gibi, rüzgâr gibi, kuş gibi, en asil atlar gibi ve develer gibi köprünün üzerinden geçerler. Kimisi tamâmıyla yarasız, beresiz kurtulur, kimisi yara bere almış olarak serbest bırakılır. Kimisi de cehennem ateşine atılır. (Buhâri Tevhid 24, Müslim Îman 302’den, Ö. ÇELİK, 3/276)

‘(Ey kâfirler!) Sizden (Sırât’ıgeçebilmekiçin) cehenneme uğramayacak kimse yoktur.’  Müminlerin cehenneme uğraması, cennete doğru giderken orayı görmeleri olarak anlaşılmıştır. Çünkü mümin olmakla, nasıl bir azaptan kurtulmuş olacağını görmekbile büyük bir nimettir. (..) Herkes oraya uğrayacak, ama îman etmiş olanlar oradan zarar görmeden kurtulacaklar. (F. BEŞER 1/653, 654)

(72).‘.. sakınan müminleri (âhirette cehenneme girmekten) koruruz.’ ‘nüneccî: kurtarırız: Kurtarmaktan maksat, cehennem azâbından korumaktır. Dolayısıyla kelime ‘koruruz’ anlamındadır. (İ. KARAGÖZ 4/463)

‘Sonra Biz takvaya erenleri kurtaracağız. Zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.’ Âyet-i Kerîmede herkesin oradan geçeceğine delil vardır. Çünkü Yüce Allah, ‘bırakacağız’ diye buyurmuştur. Ehl-i sünnet ve’l cemaatin görüşüne göre, büyük günah sâhibi, günahı miktarı cezâlandırılabilir. Ondan sonra da cehennemden kurtulacaktır. Yâni durum, Mürcie’nin söylediği gibi değildir. Onlar: büyük günah sâhibi aslâ cezâlandırılmaz’ derler. Çünkü onlara göre, İslâm ile berâber günahın zararı olmaz. Yine durum Mutezilenin dediği gibi de değildir. Onlar: ‘Büyük günah işleyen kişi, ebediyyen cehennemde kalır’, derler. (S. HAVVÂ, 8/497, 498)

İbn Kesir şöyle diyor: Onların sırat üzerinden geçmeleri ve hızlıca yol almaları, dünyâ hayâtındaki amelleri kadar olacaktır. Bundan sonra mümin olup ta büyük günah işlemiş olanlara şefaat olacaktır. Melekler, peygamberler ve müminler şefaat edecekler ve yüzlerinde secde yerleri müstesnâ, ateşin kendilerini yediği birçok kimsenin cehennemden çıkmalarına sebep olacaklardır. Onların cehennemden çıkmalarına sebep teşkil etmeleri de kalplerinde olan îmâna göre olacaktır. Evvelâ kalbinde dînar ağırlığı kadar îman bulunan kişiyi çıkartırlar, ondan sonra ona yakın olan, sonra ona yakın olan çıkartılır. Nihâyet kalbinde bir zerre ağırlığından daha da aşağı îman bulunan kimseyi çıkartırlar, arkasından Yüce Allah zamanın sâdece bir gününde ‘Lâ ilâhe illâllah’ diyen kimseyi, hiçbir hayır işlememiş dahi olsa, çıkartır ve cehennemde üzerine ebediyen ateşin hak olduğu kimselerin dışında kalmaz. (S. HAVVÂ, 8/498)

19/73-76  KALICI  SÂLİH  AMELLER

73. Onlara apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman inkâr edenler, îman edenlere: “Bu iki topluluktan (mü’minvekâfirlerden) hangisinin yeri daha iyi ve mevkii daha (muteberve) güzeldir?” dediler.

74. (Ey Peygamberim!) Onlardan (müşriklerden) önce nice asır(lardanicenesilleri) yok ettik. Hâlbuki onlar, varlıkça ve gösterişçe daha (muteberve) güzeldi.

75. (Ey Peygamberim! Kâfirlere) De ki: “Kim sapıklık içinde ise, Rahmân (olanAllah) ona mühlet verdikçe versin (neçıkar), nihâyet vaadedildikleri şeyi -ya (dünyâdaki) azâbı ya da kıyâmeti- gördükleri zaman, artık yerce / makamca kimin daha kötü, güç ve taraftar bakımından kimin daha zayıf olduğunu bileceklerdir.

76. (Ey Peygamberim!) Allah, (İslâmile) doğru yolu bulanların hidâyetini (îmangücünü) artırır. (Mü’minkimsedengeride) devamlı kalacak sâlih işler, Rabbinin katında hem sevap yönüyle daha iyi, hem sonuç olarak da daha hayırlıdır.

73-76. (73).‘Âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman, o küfreden adamlar müminlere: ‘Bu iki grup insanın hangisinin makâmı daha iyi ve meclisi daha güzeldir? Derler.’ Genellikle peygamberlere ilk inananlar toplumun zayıfları ve fakirleridir. Onları inkâr edenler ise servet ve iktidar sâhipleridir. Bu kesim, inananları sürekli küçümsemiş, horlamış ve ezmeye çalışmıştır. Kur’ân’da bunun örneklerine yer veren birçok âyet vardır….. Gurûra kapılmış olan müşrikler, ancak fakirleri yanından kovduğu takdirde Hz. Peygamberin tebliğini dinleyebileceklerini bildirmişlerdir. (bk. En’am, 6/52-53; KUR’AN YOLU, 3/614)

‘Biz kâfirler her türlü nîmet, rahatlık ve zenginlik içindeyiz. Siz müminler ise, fakirlik, korku ve zillet içindesiniz. İşte bu durum, sizin değil, bizim doğru yol üzere olduğumuzu gösterir. (Ahkâf, 46/11, Ö. ÇELİK, 3/277)   

(75).‘Nihâyet tehdit edildikleri azap ile Kıyâmet gününü gördükleri zaman kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha güçsüz olduğunu bileceklerdir.’ Yüce Allâh’ın kâfirlere vaad ettiği azap, dünyâ hayatında doğrudan doğruya onlara gelip çatacak olan Rabbâni azaptır yâhut da müminler aracılığıyla öldürülmek veya esir alınmak sûretiyle onlara gelecek azaptır. Nitekim Yüce Allah: ‘Onlarla savaşınız, Allah onları sizin ellerinizle azaplandırsın.’ (et Tevbe, 9/14) diye buyurmuştur. Kıyâmetten kasıt ise, o günde kendilerine isâbet edecek cezâ ve rüsvaylıktır. (S. HAVVÂ, 8/500)

(76).‘Allah hidâyet bulanların hidâyetini artırır.’ Allah’ın insanlara olan hidâyeti dört aşamadan oluşur: (1) Her mükellefe lütfettiği akıl ve idrak yetenekleriyle hayatını sürdürmeyi sağlayan zorunlu bilgiler (bk. Tâhâ 20/50). (2) Vahiy ve peygamberler yoluyla yaptığı dâvet (bk. Enbiyâ 21/73).  (3) Hidâyeti benimseyenlere lütfettiği başarı (Meryem 19/76). (4) Hak kazananları âhirette cennette ödüllendirmek.  (Araf 7/43). Bu hidâyet türleri buradaki tertibe göre birbirine bağlı olup, bir sonraki hidâyetin gerçekleşmesi için, bir öncekinin gerçekleşmesi şarttır. (DİA İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, Hidâyet md’den, KUR’AN YOLU, 3/615)

‘Bâki kalacak sâlih ameller’ : yâni âhirete âit bütün ameller yâhut beş vakit namaz veya ‘sübhânallâhi velhamdü’lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vAllâhü ekber’ zikri. (S. HAVVÂ, 8/500)      

19/77-84  HER  NEFESİN  KIYMETİ

77, 78, 79, 80. Âyetlerimizi inkâr eden ve: “(Kıyâmette) bana mal ve evlât verilecek.” diyeni gördün mü? 78. O, gaybı (âhireti) mi biliyor, yoksa Rahmân (olanAllâh)’ın katından bir söz mü aldı? 79. Hayır, biz onun söylediğini yazacağız ve ona azâbı uzattıkça uzatacağız.  80. O dediği (malveevlâdı)na, biz vâris olacağız ve o bize tek başına (malsızveevlâtsız) gelecek.

81,82. Müşrikler, kendilerine bir şeref, güç ve mevki kaynağı olsun diye, Allah’tan başka tanrılar edindiler (Birtakımvarlıklarıtanrı / puthâlinegetiriponabağlandılar). [bk. 4/139; 29/25; 63/8] 82. Hayır! (Putlar onlara şeref veremez ve şefaatçi olamaz). O (taptıkları) putlar, bunların tapınmalarını (ogün) inkâr edecek ve kendilerine azılı düşman kesilecektir. [krş. 2/165-167]

83, 84. (Ey Peygamberim!) Kâfirlerin üzerine, onları daha da kışkırtan şeytanları, bizim gönderdiğimizi görmedin mi? 84. O hâlde onlara karşı (azapiçin) acele etme! Biz onlara azap etmek için gün sayıyoruz. [bk. 3/178; 31/24; 86/17]

77-84. (77).‘Âyetlerimizi inkâr eden: ‘Bana elbette mal ve çocuk verilecektir’ diyeni gördün mü?’ (Hz. Habbâb’ın Âs b. Vâil’den alacağı vardı. Onu istedi. Âs da, “Muhammed’i inkâr edersen veririm!” dedi. Habbâb (r) ise, “Vallâhi ne hayâtımda ne ölümümde ne de tekrar dirildiğimde onu inkâr ederim” dedi. Âs ise, “Mâdem dirilecekmişiz, o zaman bana gel, benim de yine malım ve çocuğum çok olur, sana istediğini veririm.” dedi. İşte aşağıdaki âyetler, bu türlü kimselere cevap vermektedir.) (H. T. FEYİZLİ, 1/310)

79ve80’nciâyetlerdeyüceAllah, Âs b. Vâil’i ve onun gibi olanları dört yaptırım ile uyarmıştır: (a). Söylediklerini yazacağız, (b). Onu cehennemde sürekli cezalandıracağız, (c). Ölünce malına biz vâris olacağız, (ç). Âhirette bize tek başına gelecek, malı, mülkü ve dostu olmayacaktır. Bunlar İslâm düşmanı Âs b. Vâil’in konumunda olan her insan için geçerlidir. (İ. KARAGÖZ 4/468)

(82).‘Hayır, onlar (butapındıklarıputlarveortaklar) kendilerinin ibâdetlerini inkâr edecekler.’ En’am sûresinin 23’ncü âyetinde ‘Rabbimiz! Allâh’a yemin ederiz biz müşriklerden değildik’ diyerek putlara taptıklarını inkâr edecekleri bildirilmekte, Ahkaf sûresinin 6’ncı âyetinde ise ‘Lıyâmet günü taptıkları putları kendilerine düşman olur ve onların ibâdetlerini inkâr ederler’ denilmektedir. Yüce Allah, ilâh kabul edilen putlara konuşma imkânı verir ve putlar, müşriklerin ibâdetlerini reddederler ve onlara düşman olurlar. (İ. KARAGÖZ 4/469)

(83).‘Bilmiyor musun ki, kâfirlerin üzerine şeytanları göndeririz, onları kışkırttıkça kışkırtırlar.’ Allah Teâlâ, imtihan maksadıyla şeytanları serbest bırakmış ve: ‘Gücünün yettiği kimseleri o kandırıcı sesinle yerinden oynat, baştan çıkar…’ (İsrâ 17/64) buyurmuştur. ‘Gerçekte şeytanın îman edenler ve yalnızca Rablerine güvenip dayananlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur.’ (Nahl 16/99)   düstûru gereğince Allâh’a îman eden ve O’na sığınanlar onların şerlerinden korunurlar. ‘Şeytanın zorlayıcı gücü ancak onu dost edinenlerin ve onu Allâh’a ortak koşanlar üzerindedir.’ (Nahl 16/100) düstûru gereğince de Allâh’ı inkâr edenler, şeytanların her yönden saldırısına uğrarlar. (Ö. ÇELİK, 3/279, 280)

(84).‘Şu hâlde sen onlara karşı acele etme; Biz onlara (günlerini) saydıkça sayıyoruz.’ Yâni sayılı ve belirlenmiş bir süreye kadar onları ve taptıklarını ertelemekteyiz. Ama bu erteleyişle onlar kaçınılmaz olarak Allâh’ın azap ve cezâsına doğru yol almaktadırlar. Süddi bu âyet hakkında şöyle demektedir: ‘Yılları, ayları, günleri ve en kısa sürelerini saymaktayız.’ İbn Abbas da bu konuda şöyle demektedir: ‘Dünyâ hayâtındaki nefeslerini sayıyoruz.’ (S. HAVVÂ, 8/503) 

19/85-95  ÇOCUK  EDİNMEK  RAHMÂN’A  YAKIŞMAZ

85, 86. Kıyâmet günü)  takvâ sâhiplerini, Rahmân’ın huzûruna toplayacağız ve günahkârları da susuz cehenneme sevk edeceğiz.

87. (Kıyâmet günü) Rahmân’ın katında bir söz ve izin almış kimseler şefâat edebilirler.

88. (Müşrikler) “Rahmân (olanAllah) çocuk edindi.” dediler.

89, 90, 91. (Ey Kâfirler!) Andolsun ki siz, pek çirkin bir söz attınız. 90. On(larınsözün)den neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar da yıkılıp çökecekti. 91. (Bunasebep,) Rahmân için bir çocuk iddiâ etmeleridir.

92. Hâlbuki çocuk edinmek Rahmân’ın şânına yakışmaz. [bk. 16/57; 43/15-18; 53/21-22]

93. Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar, Rahmân’a bir kul olarak gelecektir. [bk. 10/68]

94. O, bunların hepsini kuşatmış ve onların adedini sayıp tespit etmiştir.

95. Ve onların hepsi de, kıyâmet günü tek başına O’un huzûruna gelecektir.

85-95. (85).‘Müttakileri o gün Rahmân’ın huzûrunda, Ona gelmiş konuklar olarak toplarız.’  İbn Kesir der ki: Âyet-i kerimede sözü geçen ‘vefd : konuklar’ binekli olarak gelen kimselerdemektir. Onların binekleri, âhiret yurdu bineklerinden olan ‘nurdan develer’  olacaktır. Onlar bir hayır üzerine gelecekler; Yüce Allâh’ın lütuf ve rızâsının yurduna varacaklardır. Günahkârlar rasulleri yalanlayan ve onlara muhâlefet edenler ise, ateşe sürüklenerek ve susamışlar olarak atılacaklardır. (S. HAVVÂ, 8/504)  

Ali (r)’inyanındaoturuyoridik, o: ‘müttakileri o gün Rahmân’ın huzûrunda ona gelmiş konuklar olarak toplarız’  buyruğunu okudu ve şöyle dedi: ‘Allah’a yemin ederim, ayakları üzerinde (piyâde olarak) haşredilmeyeceklerdir. ‘Gelen konuklar’ kesinlikle ayakları üzere haşredilmezler. Aksine onlar dişi develer üzerinde haşredileceklerdir. Mahlûkat onların benzerini görmüş değildir. Onların eğerleri altındandır. Üzerlerine binecekler ve cennetin kapısına varıncaya kadar bu durumda kalacaklardır. (İmam Ahmed’in Müsned’inden, S. HAVVÂ, 8/514)

‘Mücrimleri (kâfirleri) de susamışlar olarak cehenneme süreriz.’ Burada ‘sürmek’ten söz edilerek, onların davarlar gibi sürüleceklerine işâret vardır. Ve bunlar susamış bir hâlde olacaklardır. Âyet-i kerîmede zikredilen vird‘in hakikati suya gitmektir. (S. HAVVÂ, 8/504) (..) Günaha dalmış inkârcı suçlular ise susamış hayvan sürülerinin suvarılmak üzere suya sevk edildikleri gibi, hor ve aşağılanarak, itilip kakılarak cehenneme sürüleceklerdir. (Ö. ÇELİK, 3/281)

(87).‘Rahmân’ın katında (îman ederek ve Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehâdet ederek) bir ahd almış olanlardan başkası aslâ şefâatte bulunamayacaktır.’ Burada iki husûsa değinilir. Birincisi; şefaat ancak bu maksatla Rahman’dan izin alabilen, yâni dünyâda iken Allâh’a inanıp, O’nun af ve mağfiretine lâyık bir hâle gelen kimse için geçerli olacaktır. Kıyâmet günü sâdece böyle kimseler için şefaat edilecektir. İkincisi ise, sâdece Rahmân’ın izin verdiği kimseler başkaları için şefaat edebilecektir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: ‘O gün hiç kimsenin şefaati fayda vermeyecek; ancak Rahmân’ın izin verdiği ve konuşmasına râzı olduğu kimsenin ki müstesnâ.’ (Tâhâ 20/109; ayrıca bk. Bakara 2/255) (Ö. ÇELİK, 3/281)

Âyet-i kerîme şefaat edene de, edilene de delâlet etmektedir. Şöyle ki: Başkalarına şefaat edecek olanlar, kişilerin kendilerince şefaatçi kabul ettikleri kimseler olmayıp, ancak Rahmân olan Allah’ın izin verdiği kimseler olacaktır. Şefaat edilecek olanlar ise Rahmân’dan izin alabilen yâni dünyâda iken Allah’a inanan, O’nun emir ve yasaklarını açıkta veya gizlide dışlamayan kimseler olacaktır.) (H. T. FEYİZLİ, 1/310)

Hadîs-i Şerif: Rasûlullah (s) şöyle buyurur: ‘Ben şefaat edip duracağım. Nihâyet, Rabbim ‘Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah, diyen kimseler hakkında da şefaatimi kabul buyur’ diyeceğim. Rabbim şöyle cevap verecek: ‘Ey Muhammed! O sana değil, bana âittir.’ (Müslim Îman 326’dan, Ö. ÇELİK, 3/281)

(88).‘Rahman çocuk edindi dediler.’     Müşrikler, ‘Melekler Allâh’ın kızlarıdır’ diyerek Allah’a çocuk isnadında bulunurken, Yahûdilerin bir kısmı ‘Üzeyir Allâh’ın oğludur’, Hıristîyanlar da ‘Mesih Allâh’ın oğludur’ demek sûretiyle O’na çocuk isnat ederek son derece çirkin bir iddiâda bulunmuşlardır. (KUR’AN YOLU, 3/619)     

Hadîs-i Şerif:  Ebu Mûsâ dedi ki: Rasûlullah (s) şöyle buyurdu: ‘İşittiği rahatsız edici söze karşı Allah’tan daha çok sabır gösteren varlık yoktur. Ona şirk koşulur, ona evlât isnad edilir, bununla birlikte O, onlara âfiyet verir, başlarına gelecek belâları önler, onlara rızık ihsan eder.  (Buhâri ve Müslim’den S. HAVVÂ, 8/515)   

19/96-98  HAKİKİ  DOSTLUK

96. Îman edip sâlih amel işleyenler için Rahmân, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.

97. (Rasûlüm!) Biz onu (Kur’ân’ı) senin dilinde (indirerek) kolaylaştırdık ki onunla (günahlardan) sakınanları müjdeleyesin ve inatçıları da onunla uyarasın.

98. (Ey Peygamberim!) Biz Mekkeli müşriklerden önce nice nesiller (insanlar)ı yok ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor veya onlardan bir fısıltı (olsun) işitiyor musun?

96-98. (96).‘Muhakkak ki îman edip sâlih amel işleyenlere Rahman bir sevgi peyda edecektir.’      Hadîs-i Şerif: Ebû Hüreyre (r)‘den: Peygamber (s) buyurdu ki: Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil’e: Ben filân kişiyi sevdim, onu sen de sev! Buyurur. Gökyüzünde Cebrâil nida eder. Ondan sonra da yeryüzü hâlkına da onun muhabbeti indirilir. İşte Yüce Allâh’ın: ‘Muhakkak ki îman edip sâlih amel işleyenlere Rahman bir sevgi peyda edecektir’  buyruğunda anlatılan budur. (S. HAVVÂ, 8/516)

(97).‘İşte Biz bunu takvâ sâhiplerini müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi uyarasın diye senin dilinle kolaylaştırdık.’ Allah Teâlâ, gönderdiği peygamber hangi kavimden ise, onlara iyice açıklasın diye, o kavmin diliyle göndermiştir. Kur’ân’ı da Arap olan Hz. Peygambere Arapça olarak indirmek ve anlaşılır kılmak sûretiyle kolaylaştırmıştır ki, hem peygamber kitabı iyi anlasın, hem de hâlkına kolaylıkla tebliğ ederek müjdeleme ve uyarma görevini tam mânâsıyla yerine getirebilsin. (krş. Yûsuf 12/2, KUR’AN YOLU, 3/621)