44. Duhân Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 59 âyettir. Duhân, “duman” anlamına gelir. Sûre adını 10. âyetteki aynı kelimeden almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/495)
Hadis: ‘Cuma gecesinde Duhan sûresini okuyan kimse bağışlanır.’ (Tirmizi Tefsir Duhan 8, Ebû Hüreyre (a)’den, İ. KARAGÖZ 7/69)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
44/1-12 KUŞKUSUZ BİZ UYARICIYIZ
1. Hâ, Mîm.
2-3. (Hükümleri) apaçık olan Kur’ân’a andolsun ki gerçekten biz, onu mübârek bir gecede indirdik. Çünkü biz (insanlarıKur’ân’la) uyarıcıyız. [bk. 2/185; 97/1-2]
4-5-6. (Rızıkveecelgibitakdiredilen) her hikmetli iş, tarafımızdan (verilen) bir emirle o gecede ayırt edilir (yazılıpbelirlenir). (Ey Peygamberim!) Doğrusu biz, Rabbinden bir rahmet olarak (ötedenberipeygamberler) göndermekteyiz. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, bilendir.
7. (Ey insanlar!) Eğer gerçekten inananlar iseniz (bilinkiAllah), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
8. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, diriltir ve öldürür. (O,) sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.
9. (Ey Peygamberim!) Fakat onlar (kıyâmetinvukûunakarşı) bir şüphe içinde (dünyâ işleriyle) oyalanaıp duruyorlar.
10, 11. (Rasûlüm!) göğün apaçık bir duman getireceği günü gözetle. (Odumanbütün) insanları saracaktır. Bu acıklı bir azaptır.
12. (İnsanlar🙂 “Ey Rabbimiz! Bizden bu azâbı açıp kaldır. Çünkü biz îman edeceğiz.” (diyecekler).
1-12 (1, 2, 3).‘(Hükümleri) apaçık olan Kur’ân’a andolsun ki gerçekten biz, onu mübârek bir gecede indirdik. Çünkü biz (insanlarıKur’ân’la) uyarıcıyız.’ Üzerine yemin edilen şey, değerli, önemli ve bâzan kutsaldır. Burada yemin eden Allah, üzerinde yemin edilen de Kur’ân’dır; maksat bu kitabın ne kadar önemli ve değerli olduğunu bildirmektir. (KUR’AN YOLU, 4/791)
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’ı Kadr sûresi 1’inci âyette kadir gecesinde, bu âyette ise mübârek bir gecede indirdiğini bildirmiştir. Eğer bu iki gece aynı olmazsa, çelişki doğar. Diğer yandan başka âyette, Kur’ân’ın Ramazan ayında indirildiği açıkça ifâde edilmiştir. (bk. Bakara 2/185, H. DÖNDÜREN, 2/785)
‘Mübârek bir gecede’ ifâdesiyle, bâzı müfessirler Kur’ân’ın nüzûlünün başladığı gecenin kastedildiği görüşündedirler. Bâzıları ise, bu gece ile Kur’ân’ın ümmü‘l kitap’tan alınarak vahiy taşıyıcısı meleklere tümüyle devredildiği gecenin kastedildiği görüşündedirler ki, zaman ve mekân uygunluğu gözetilerek 23 yıl içerisinde gerektikçe Hz. Muhammed’e indirilmiştir. Doğrusunu ise Allah bilir. (MEVDÛDİ, 5/279)
Gecenin mübârek olmakla nitelendirilmesi, Kur’ân-ı Kerîm’in bütün dünyevi nîmetleri içerecek şekilde indirilmesi yâhut da o gecede meleklerin ve rahmetin inmesi, duâların kabul edilmesi, o gecedeki ibâdetin üstünlüğü yâhut bütün bunlarla birlikte rızıkların takdir edilip, ecel ve buna benzer diğer hükümlerin açıkça belirtilmesi dolayısıyladır. (Âlûsi’den S. HAVVÂ, 13/287)
(4, 5, 6).‘O gecede bizim katımızdan bir emirle hüküm ve hikmet konusu olan bütün işler ayrılır.’ ‘Ayrılma’ kelimesinin öncesinde ve sonrasında ‘indirme’ ve ‘gönderme’ zikredildiğine göre, kelimenin buradaki mânâsı da açıklanmış olmaktadır. Allâh’ın emriyle veya bir başka yoruma göre Allâh’ın emri (işi) olarak ayrılan / gönderilen / indirilen şey Kur’ân’dır. Ayırmaktan maksat, indirmek, Cebrâil ve Hz. Peygamber aracılığı ile insanlara göndermektir. ‘İndirme ve gönderme’ yanında ‘ayırma ve ayrılma’ kelimesinin de kullanılması, ister Kur’ân olsun, ister hükmü verilmiş, zamanı gelmiş diğer hikmetli işler olsun hepsinin, bir bütün içinden ayrılarak kuvveden fiile, kaderden kazaya, takdirden tekvine, bilgi ve tasarıdan gerçekleştirme ve yaratmaya geçildiğini anlatma amacına yöneliktir. Nitekim İsrâ sûresinde (17/106) Kur’ân’ın bütününden ayrılan parçaların yeri ve zamanı geldikçe Hz. Peygambere gönderilmesi aynı kelime ile ‘ayırdık’ denilerek ifâde edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 4/791, 792)
‘Her hikmetli iş o mübârek gecede ayırdedilir.’ Bu gecede inen Kur’ân aracılığı ile her emir ayırt edilmiş, her mesele çözüme bağlanmış, kalıcı hak ile yüzeysel bâtıl belirlenmiş, sınırlar çizilmiş, insanlığın bu geceden itibaren kıyâmet gününe kadar sürecek yolculuğundaki güzergâhı belirleyen tüm yol işâretleri dikilmiştir. İnsanların dünyâsında, hayâtın dayanmak zorunda olduğu hiç bir temel, açıklanmadan, belirlenmeden bırakılmamıştır. Genel ve kalıcı evrensel yasalar sisteminde olduğu gibi herşey ortaya konmuştur. (S. KUTUB, 9/154, 155)
‘Katımızdan bir emirle… ‘ Yâni bütün olanlar ve yüce Allâh’ın takdir edip vahyettikleri, O’nun emriyle, izniyle ve bilgisiyledir. Yâni Kadir gecesinde ayırt edilen her bir iş, Allah katından bir emir iledir. Ve bu iş, bundan önceki âyet-i kerîmede hikmetli olmakla nitelendirilmiştir. (S. HAVVÂ, 13/270)
‘Şüphesiz ki Biz peygamberler göndermekteyiz.’ Yâni, Biz bu Kur’ân-ı Kerîm’i indirdik. Çünkü onlara karşı rahmet için bizim peygamberler ile birlikte kullarımıza kitap göndermemiz şânımız ve sünnetimizin bir gereğidir. (S. HAVVÂ, 13/270)
‘Doğrusu biz, Rabbinden bir rahmet olarak (ötedenberipeygamberler) göndermekteyiz.’ Yâni bu kitabın gönderilmesi, sâdece bir hikmetin gereği değil, aynı zamanda Allâh’ın rahmetinin de gereğidir. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah, kullarının bedeni ihtiyaçları için herşeyi yarattığı gibi, onların karanlık içinde kalmamaları, doğru yolu görebilmeleri için Hak ve Bâtılın ne olduğunu kendilerine bildirecek bir bilgiye de ihtiyaçları olduğunu bildiğindendolayıonlara Kitabı göndermiştir. (MEVDÛDİ, 5/280, 281)
(7).‘Eğer gerçekten inananlar iseniz (Rabbiniz), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.’ İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Yâni, bu Kur’ân-ı Kerîm’i indiren, göklerin, yerin ve onlarda bulunan herşeyin Rabbi, yaratıcısı ve mâliki olandır. Eğer sizler, gerçekten yakîn sâhibi kimseler iseniz (bu gerçeği kesinlikle kabul edeceksiniz). (S. HAVVÂ, 13/270)
Nesefi de yüce Allâh’ın: ‘Şâyet kesin olarak inanıyorsanız’ buyruğunun anlamı hakkında şunları söylemektedir: ‘Onlar, göklerin ve yerin bir Rabbinin ve bir yaratıcısının olduğunu kabul ediyorlardı. Onlara şöyle denildi: Peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi Rabbin bir rahmetidir. Daha sonra şöyle denildi: Şâyet sizin ikrârınız bir bilgiye dayalı ise, bilin ki bu Rab, sizin gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları yaratan olduğunu itiraf edip kabul ettiğiniz, herşeyi işitip, herşeyi bilendir. O hâlde O’nun peygamberler gönderip, kitaplar indirdiğine de îman ediniz. İşte bu, şânı yüce Allâh’ı hakkıyla tanımanın, O’nun kesin olarak peygamberler gönderdiğinin ve kitaplar indirdiğinin de kesin bir delîlidir. (S. HAVVÂ, 13/270)
(8).‘Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, diriltir ve öldürür. (O,) sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.’ İşte bu niteliklere sâhip olan yüce Allâh’ın kullarını uyarmaksızın, hidâyetsiz, doğruya yöneltmeksizin ve peygamber göndermeksizin terk etmesi söz konusu olamaz. (S. HAVVÂ, 13/270)
(9).‘Fakat müşrikler şüphededirler ve eğlenceye dalmaktadırlar.’ İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Yüce Allah buyuruyor ki: Fakat bu müşrikler şüphe içerisindedirler, oyalanıp gidiyorlar. Hak onlara apaçık gelmişken, onlar bu haktan yana şüphe ediyorlar, tasdik etmiyorlar. (S. HAVVÂ, 13/271)
Bu da onların yüce Allâh’ı tanımalarının esâsen sağlıklı olmadığına işâret etmektedir. Ayrıca onların bu tanıma ve bilgilerinin dil ile söylenen bir söz olmaktan öteye gitmediğini, Allâh’ın varlığını ve niteliklerini kabul edişlerinin ise bilgi ve yakînden kaynaklanmadığını; aksine gaflet, alay ve oyun ile karışık bir sözden ibâret olduğunu göstermektedir. (S. HAVVÂ, 13/272)
(10, 11).‘Gökyüzünde apaçık bir dumanın görüneceği günü gözetle’ bekle. ‘İnsanları bürüyecektir.’ Onları kaplayacak ve kuşatacaktır. Onlar da: ‘Bu elîm bir azaptır’ yâni acı ve ıstırap verecek bir azaptır, diyeceklerdir. (S. HAVVÂ, 13/275)
(…) Söz konusu âyette geçen ‘yevme te’ti s’semâü bi dühânin mübîn’ ifâdesini kıyâmet alâmeti olarak görmek zorlama bir tevilden başka bir şey değildir. Zîrâ âyetteki ‘dühan’ tâbirine böyle bir anlam yüklemek, Kur’ân’a bütüncül yaklaşmamak anlamına gelmektedir. Hâlbuki bu tarz bir okuma muhâtabı hiçbir zaman doğru sonuca ulaştırmaz. O hâlde burada da bütüncül bir okumanın söz konusu edilmesi gerekmektedir. Böylesi bir okumanın sonucunda, özellikle sonraki âyetlerden ortaya çıkan tablo da duhan olayının daha önce gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Çünkü burada, ele almış olduğumuz âyetin arkasından gelen âyetlerden anlaşılmaktadır ki, müşrikler çektikleri bu kıtlık sıkıntısından kurtulmak için ‘Rabbimiz azâbı üzerimizden kaldır bizler artık inanıyoruz’ demişler, Allah Teâlâ da: ‘Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti’ buyurmuştur. (M. DEMİRCİ, 3/99, 100)
(12).“Ey Rabbimiz! Bizden bu azâbı açıp kaldır. Doğrusu biz artık müminleriz.’ Üzerimizden azâbı kaldıracak olursan îman edeceğiz. (S. HAVVÂ, 13/275)
Hadis: Allah Rasûlü (s), dâvetine karşı müşriklerin direnmesi sebebiyle Allâh’a yalvararak, Hz. Yûsuf’un kavmine yaptığı gibi bunlara da bir kıtlık vermesini istedi. Duâsı kabul edildi, kıtlık geldi, yiyecek içecek bir şey kalmadı. İnsanlar derilere ve kemiklere varıncaya kadar ne buldularsa yediler. Açlıktan öylesine zayıfladılar ki, sonunda görme bozukluğuna yakalandılar, baktıklarında kendilerini kuşatmış bir duman görüyorlardı. Nihâyet Peygamberimiz (s)‘e müracaat ederek artık inandıklarını, dolayısıyla bu azâbın kaldırılması için duâ etmesini istediler. Efendimiz ise ’Azap kalkınca yine eski hâlinize dönersiniz’ buyurdu. Nitekim duâsı üzerine azap kaldırıldı, onlar da derhâl eski inkârcılıklarına döndüler. Allah bu dönekliğin, inkâr ve zulümde ısrar etmenin cezâsını Bedir savaşında verdi. (Buhâri Tefsir 44/1-5’den, Ö. ÇELİK, 4/488, 489)
44/13-21 ONLARDA ÖĞÜT ALMAK NEREDE?
13, 14. Onlar nerede, düşünüp ibret almak nerede! Hâlbuki kendilerine (herşeyi) açıklayan bir peygamber de gelmişti. Yine de ondan yüz çevirdiler ve: “(O,kendisinebirtakımşeyler) öğretilmiş bir delidir.” dediler.
15. (Ey müşrikler!) Biz (sizden) o azâbı biraz kaldıracağız. (Fakat) siz, yine (eskiinkârcılığınıza) döneceksiniz. [bk. 6/28]
16. (Ey Peygamberim!) Büyük bir yakalayışla (müşriklericezâiçin) yakalayacağımız o gün, hiç şüphesiz biz (onlardan) intikam alırız.
17, 18, 19. Andolsun ki müşriklerden önce Firavun halkını da sınadık. Onlara şerefli bir peygamber gelmiş (veşöyledemişti): “Allâh’ın kullarını, bana bırak! Çünkü ben size (gönderilmiş) emin bir peygamberim.” [krş. 20/47] “Allâh’a karşı yücelik taslamayın (emirlerinebaşkaldırmayın). Çünkü ben (doğruluğumadâir) size apaçık bir mûcize getiriyorum.”
20, 21. “Şüphesiz ben, beni recmetmeniz (taşlayaraköldürmeniz)e karşı, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olanAllâh)’a sığındım.” 21. “Eğer bana inanmazsanız, benden ayrılıp uzaklaşın.” (demişti.)
13-21. (13, 14).‘Onlar nerede, düşünüp ibret almak nerede! Hâlbuki kendilerine (herşeyi) açıklayan bir peygamber de gelmişti.’ Açık âyetler, açık mûcizelerle Allah tarafından gönderildiği besbelli olarak herşeyi apaçık anlatan, hem fiili hem sözü ile açık olan bir peygamber geldi. (ELMALILI, 7/71, 72)
‘Yine de ondan yüz çevirdiler ve: “(O) öğretilmiş bir delidir” dediler.’ ‘Öğretilmiş’, ‘deli’ dediler. Kâh muallem yâni tâlim olunmuş, öğretilmiş, Sekif’ten birinin A’cemi (Arap olmayan) bir kölesi öğretiyor, dediler, kâh da mecnun (deli) dediler, artık bu hâlde, bu yetenekte bulunan insanlara yalnız olayların ifâdesinden ibret almak, uyanmak, sözünde durmak ne kadar uzak. (ELMALILI, 7/72)
(15).‘Biz (sizden) o azâbı biraz kaldıracağız. (Fakat) siz, yine (eskiinkârcılığınıza) döneceksiniz.’ Gerçekten her iki durum (kâşif /azâbın biraz kaldırılması ve âid / inkâra dönme olayı) da gerçekleşmiştir.Zîrâ Allah Teâlâ, peygamberin duâsı bereketiyle onlardan belâyı kaldırmış, ardından onlar da hemen eski azgınlık ve inatlarına dönmüşlerdir. Çünkü bunların bozuk tıynetleri ve çarpık tabiatlarının gerektirdiği durum, hemen sözlerinden dönüp ahdi bozmaları ve engel kalkınca derhâl şirke dönmeleridir. Allah Teâlâ bu durumu Kur’ân-ı Kerîm’de muhtelif yerlerde gemi yolcuları hakkında beyan etmektedir. (Yûnus 10/23; Lokman 31/32) Yâni bunlar fırtınaya yakalanınca Allâh’a yalvarırlar. Kurtulup sorunsuz olarak karaya çıkınca da şirk, isyan ve küfürlerinde ısrar ederler. (İ. H. BURSEVİ, 18/522, 523)
(16).‘Büyük bir yakalayışla yakalayacağımız o gün, hiç şüphesiz biz (onlardan) intikam alırız.’ Allah Teâlâ onları açlık ve duman ile yakalayıp cezâlandırmış, sonra onlara Bedir günü ölüm ve esâreti tattırmıştır. Bütün bunlar büyük azaptan ayrı olarak yakın azap kabîlindendir. Kıyâmet günü ise, Allah Teâlâ onları öyle şiddetli bir şekilde yakalayacaktır ki, bu durum dünyâdaki ile aslâ kıyas edilemez. (İ. H. BURSEVİ, 18/523)
Müfessir Râzi, söz konusu yakalamanın gerçekleştirileceği günün, Bedir savaşında vuku bulduğu gün değil, kıyâmet günü olduğunu ileri sürmektedir. Zîrâ ona göre Bedir savaşı kıyâmete nazaran çok özel şartlarda gerçekleştirilmiş bir yakalama ve hesap sormayı ifâde etmektedir. Hâlbuki ilâhi sorgulama ve cezâlandırma genel boyutuyla ancak kıyâmette mümkün olacaktır. Böyle olması sebebiyledir ki, kıyâmete kıyâmet-i kübra yâni büyük kıyâmet denilmiştir. (Râzi, 27/245’den M. DEMİRCİ, 3/101)
(17, 18, 19).‘Andolsun ki müşriklerden önce Firavun halkını da imtihan ettik.’ Çeşitli nîmetlerle, iktidarla, yeryüzü egemenliği ile, uzun süre refah içinde yaşamalarına fırsat vererek zenginlik ve üstünlük sağlayıcı sebepleri ellerinin altına vererek denedik onları. (S. KUTUB, 9/161)
‘Onlara değerli’ yâhut da bizzat şerefli, soylu ve kıymetli ‘bir peygamber de gelmişti.’ Çünkü şânı yüce Allah, bütün peygamberleri, kavimlerinin şeref ve üstünlük itibâriyle ileri derecesinde bulunanları arasından göndermiştir. Burada kastedilen kişi de Mûsâ (as)’dır. (S. HAVVÂ, 13/277)
“Allâh’ın kullarını, bana bırak!’ Yâni Mûsâ (as) Firavun’a ve kavmine: Allâh’ın kulları olan İsrâiloğulları’nı bana teslim ediniz, demişti. Onları ‘bana teslim ediniz’ derken, benimle birlikte onları serbest bırakınız, benimle berâber gelsinler demek istemiştir. (S. HAVVÂ, 13/277)
‘Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” Yâni, ben kendisine güvenilmesi gereken bir Rasûl’üm, Konuştuklarını kendisinden uyduran bir kimse değilim. Ayrıca çıkarlarıma, hevâ ve hevesime dayanarak peygamberlik iddia ederek, Allâh’a da nispet ediyor değilim. Söylediklerime güvenebilirsiniz. Çünkü ben, Allah tarafından gönderilmiş bir mesajı eksiksiz bir biçimde sizlere aktarıyorum. (Hz. Mûsâ’nın bu sözleri tebliğe başladığı bir zamanda söylemiş olması, oldukça dikkate değerdir. MEVDÛDİ, 5/287)
“Allâh’a karşı yücelik taslamayın.’ Yâni O’nun Rasûlünü ve vahyini küçümseyerek Allâh’a karşı büyüklük taslamayın veya Allâh’ın peygamberine karşı büyüklenmeyin, demektir. İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Yâni Allâh’ın âyetlerine tâbi olmaktan, hüccetlerine boyun eğmekten, burhanlarına îman etmekten uzak kalarak büyüklük taslamayın. (S. HAVVÂ, 13/277)
‘Doğrusu ben size açık bir delil (mucize) getirdim.” 19’uncu âyette Hz. Mûsâ’nın sözünü ettiği açık delil tek değil, Firavun’la mücâdelesi boyunca, Firavun’a ilk gelişinden, İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkışına kadar gösterdiği bir mûcizeler silsilesidir. Gösterilen her mûcize yalanlandığında Allah, Hz. Mûsâ’ya ondan daha büyük bir mûcize vermiştir. (bk. Zuhruf 43/48, Ö. ÇELİK, 4/490)
(20).“Şüphesiz ben, beni taşlamanıza karşı, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olanAllâh)’a sığındım.” Yâni o, bundan dolayı Rabbine sığınmaktadır. Onlardan, onların hîle ve tuzaklarından kendisini koruması için O’na tevekkül etmektedir. Kendisini tehdit ettikleri taşlamaya ve öldürmeye aldırmamaktadır. Bâzıları ‘taşlama’yı hakâret ve küfür diye de tefsir etmişlerdir. (S. HAVVÂ, 13/277, 278)
(21).“Eğer bana inanmazsanız, benden ayrılıp uzaklaşın.” Bu konuşma, Firavun’un Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeleri inkâr ettiği ve Mısır hâlkı ile devlet yöneticilerinin etkilenmelerinden ötürü korku ve telaş içinde olduğu bir zamanda yapılmıştır. Firavun, bu yüzden ilk kanaatlerini kendi meclisinde yaptığı bir konuşmada (Zuhruf 43/51-53) açıklamıştır. Daha sonra tahtının sallandığını hissedince de, Hz. Mûsâ’yı katletmeye karar vermiştir. Bunun üzerine Hz. Mûsâ ‘Ben hesap gününe inanmayan her mütekebbirden benim de, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a sığınırım’ der. (Mümin 40/27, MEVDÛDİ 5/287)
44/22-29 GÖK VE YER ONLARIN ARDINDAN AĞLAMADI
22. Sonra (Mûsâ) Rabbine: “Doğrusu bunlar, kâfir ve zâlim bir toplumdur (bana yardım et).” diye duâ etti.
23, 24. (Allah Mûsâ’ya şöyle buyurdu🙂 “Kullarımı geceleyin çıkart. Çünkü siz (Firavunveordusutarafından) takip edileceksiniz.” [bk. 20/77; 26/52] “Denizi sâkince geçip git. (korkma ve denize âsânı vur,) yolu açık tut. Çünkü onlar boğul(mayıhaket)miş bir ordudur.”
25, 26, 27, 28. Firavun ve adamları (boğulunca) geride neler bıraktılar neler! Nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, içinde zevk sürdükleri nice nîmetler! 28. İşte böyle. Biz de (bütün) bunları, başka bir kavme mîras bıraktık.
29. Gök ve yer onlara ağlamadı. Onlar süre verilenlerden de olmadılar (boğulupgittiler).
22-29. (22).‘Sonra (Mûsâ) Rabbine: “Doğrusu bunlar, zâlim ve kâfir bir toplumdur (bana yardım et)” diye duâ etti.’ Yâni, kavmini şikâyet ederek Rabbine duâ etti: Bunlar günahkâr bir topluluktur, dedi. Bunun üzerine şânı yüce Allah, ona İsrâiloğulları’nı Firavun’un emri olmadan, onunla danışmadan, onun iznini almadan aralarından alıp çıkarması emrini verdi. (S. HAVVÂ, 13/278)
(23, 24).‘(Allah şöyle dedi: Ey Mûsâ🙂 “Kullarımı geceleyin yola çıkar.’ Geceleyin kullarım olan İsrailoğulları’nı al ve yürü! ‘Kesinlikle siz takip olunacaksınız.’ Sizler önden gideceksiniz, Firavun ve askerleri arkanızdan gelecek; sizleri kurtaracak, onları ise suda boğacaktır. (S. HAVVÂ, 13/278)
“Denizi sâkince geç.’ Yâni herhangi bir şey değişmeksizin, ona asâsı ile vurmaksızın, yolu kuru hâliyle suları da ayağa kalkıp dikilmiş şekli ile karar ve sükûn içerisinde bırak ki, Kıpti’ler ona girsinler. Onlar oraya girdiklerinde, Allah suyu üzerlerine kapatacaktır. (S. HAVVÂ, 13/278)
‘Doğrusu onlar’ sizin denizden çıkmanızdan sonra ‘suda boğulacak bir ordudur.” Nitekim de böyle olmuştur. (S. HAVVÂ, 13/278)
Firavun ve adamları inkârda ısrar edince ve İsrâiloğullarından Hz. Mûsâ ile Mısır’dan ayrılmalarına izin vermeyince yüce Allah, Hz. Mûsâ’ya Mısır’dan ayrıldıktan sonra Kızıl Denizi geçerek Kenan diyarına gitmesini emretmiştir. Şuarâ sûresinin 63’üncü ve Tâhâ sûresinin 77’nci âyetinde ifâde edildiği üzereHz. Mûsâ, Allâh’ın emriyle âsâsıyla denize vurmuş, deniz yarılıp bir yol açılmıştır. Hz. Mûsâ ve müminler, selâmetle Kızıl Deniz’den geçmişler, kendilerini tâkip eden Firavun ve adamları denizin ortasına geldiklerinde, açılan yol su ile dolmuş, Firavun ve adamları denizde boğulmuşlardır. (2/5, 10/90; İ. KARAGÖZ 7/84)
(25-28).‘Firavun ve kavmi nice nice bahçeleri, pınarları’ kuyu ve nehirleri ‘bırakmışlardı.’ Her türden ‘nice nice ekinleri, muhteşem konakları da’ güzel meskenleri, güzel yerleri de terk etmişlerdi. Mücâhid ile Said b. Cübeyr ‘muhteşem konakları’ ifâdesini, onların insanlar arasında konuşma yapmak üzere çıktıkları ‘kürsüleri’ diye açıklamıştır. Yâni bu türden pek çok şeyi onlar terk etmek zorunda kalmışlardı, demektir. ‘Zevk ve sefâ sürdükleri nice nîmetleri de.’ İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Onlar diledikleri gibi yaşadıkları, dilediklerini yedikleri, diledikleri şeyi giydikleri, bununla birlikte pek çok mal ve mevkiye sâhip oldukları ülke üzerindeki hâkimiyetlerinin tümünü (….) ellerinden çıkarttılar. Dünyâdan ayrıldılar, cehenneme gittiler. O ne kötü gidiş yeridir. (S. HAVVÂ, 13/279)
‘İşte böyle. Biz de (bütün) bunları, başka bir kavme mîras bıraktık.’ Hasan Basri’ye göre bu topluluk ile, Firavun’dan sonra Mısır’a hâkim olan İsrâiloğulları kast olunmaktadır. Katâde ise, ‘Bu topluluk ile Âl-i Firavun’dan sonra Mısır’a hâkim olan kavimler kast edilmektedir. Çünkü İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkışlarından sonra geri döndüklerine dâir târihi hiçbir delil bulunmamaktadır’ demiştir. (MEVDÛDİ, 5/288)
‘Gök ve yer onlara ağlamadı. Onlar mühlet verilenlerden de olmadılar (boğulupgittiler).’ Araplar, değer verdikleri bir insanın ölümü üzerine, ‘dünyâ onun için karardı’, ‘ay ve güneş onun için tutuldu’ , ‘rüzgâr, gök ve yer onun için ağladı’, derlerdi. İşte bu âyette yüce Allah da onların kullandığı söz konusu bu üslûp tarzını kullanarak, âyette Firavn ve adamlarının değersizliğini anlatmak üzere, onların arkalarından hiçkimsenin ağlamadığını belirtmiştir. (Râzi’den, M. DEMİRCİ, 3/103)
Yâni, onların iktidarları zamânında, her tarafta onların şöhretleri hüküm sürüyor ve herkes hayranlıkla onlardan bahsediyordu. Öyle ki âdetâ, dünyâda bir benzerleri bulunmuyordu ve herkes onların ihsanları altında eziliyordu. Ancak, saltanatları yerle bir olduğunda hiç kimse arkalarından gözyaşı dökmedi. Aksine onların yıkılmasına memnun bile oldular. Sanki büyük bir musîbetten kurtulmuşlardı. Onların, Allâh’ın yarattıklarına karşı herhangi bir kimsenin kendileri için üzülmesini gerektirecek bir iyilik bile yapmadıkları anlaşılıyor. Yine onlar göktekilerin, onların yıkılmasından üzüntü duyacakları Allah rızâsı için bir iyilik te yapamamışlardır. Allâh’ın onlara fırsat verdiği süre boyunca, yeryüzünde fesat çıkarmışlar ve sonunda haddi aştıklarında da azap gelmiş ve âdetâ bir çöp gibi ezilerek kenara atılmışlardır. (MEVDÛDİ, 5/289)
44/30-42 BİZ GÖKLERİ YERİ EĞLENCE OLSUN DİYE YARATMADIK
30, 31. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’nı o zillet verici azaptan yâni Firavun’dan kurtarmıştık. Çünkü o, haddi aşan, üstünlük taslayan bir zorba idi. [bk. 2/49]
32. Andolsun ki biz, (hâllerini) bilerek onları, (ozamanki) âlemlere karşı tercih etmiş (çevrelerinehâkimkılmış)tık.
33. Bir de İsrâiloğullarına (denizinyarılması, bulutungölgeyapması, kudrethelvasıvebıldırcıngibi) her birinin içinde açık bir sınav bulunan mûcizeleri vermiştik.
34-35-36. (Rasûlüm!) Doğrusu bunlar, (buMekkelikâfirler) de diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka (birölüm) yoktur. Biz diriltilecek değiliz. Eğer doğru söylüyorsanız, (bize) atalarımızı getirin (degörelim).” [krş. 45/24]
37. (Ey Peygamberim!) Bunlar mı kuvvetçe üstün, yoksa Tübba kavmi ve onlardan öncekiler mi? Biz onları helâk ettik. Çünkü onlar günahkâr (kâfir, müşrik ve zâlim)diler.
38. Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri (oyunveeğlenceolsunda) “oyalanalım” diye (boşuna) yaratmadık.
39. Gökler ve yerde bulunan varlıkları, ancak hak (gerçekbirsebepvehikmetle, bir amaca yönelik) ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler. [bk. 10/5; 21/16; 23/115; 38/27]
40, 41, 42. Şüphesiz o (hakvebâtıltaraftarlarını) ayırt etme (vehesap) günü, hepsi için belirlenmiş (birtoplanma) vaktidir. O gün bir dost, bir dosta/akraba akrabaya hiçbir şekilde fayda vermez (azâbındanbirşeyisavamaz). Onlara yardım da edilmez. Ancak Allâh’ın merhamet ettiği (mü’min) kimseler hâriçtir. Çünkü O (Allah) mutlak gâliptir, çok merhametlidir.
30-42. (30, 31).‘Andolsun biz, İsrâiloğulları’nı o alçaltıcı azaptan kurtardık.’ Zelil kılan/ alçaltan bir azaptan (kurtardık). Firavun’un onları köleleştirip erkekleri ve oğullarını öldürmesinden, kadınları ve kızları hizmetçi olarak kullanmasından ve onları ağır işlere mahkûm etmesinden, Kıptileri denizde boğarak Yâkup oğullarını kurtardık. (İ. H. BURSEVİ, 18/544)
‘Firavun’dan. Doğrusu o azgın’ müstekbir, zorba ve inatçı ‘ve haddi aşan birisi idi.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni, işinde aşırıya giden ve özü itibâriyle seviyesiz görüş sâhibi bir kimse idi. (S. HAVVÂ, 13/279)
(32).‘Andolsun ki biz, (hâllerini) bilerek onları, âlemlere karşı tercih etmiş (çevrelerinehâkimkılmış)tık.’ Katâde der ki: Kendi dönemlerindeki insanların üzerinde seçkin kılındılar, demektir.’ (S. HAVVÂ, 13/279)
(….) İsrâiloğulları’nın âlemlere üstün tutulması devamlılık ifâde etmez. Bu üstünlük, sâdece Hz. Mûsâ’ya tâbi oldukları ilk dönemlere âittir. Yoksa onların sonsuza kadar üstün oldukları anlamında değildir. Gerçeğin böyle olmadığına târih şâhittir. (Ö. ÇELİK, 4/492)
(33).‘İsrâiloğullarına bir kısım mûcizeler’ hüccetler, burhanlar, denizin yarılması, bulutun gölgelendirmesi, kudret helvası ve bıldırcın etinin indirilmesi ve buna benzer harikulâde şeyler ‘verdik ki, onlarda açık bir imtihan vardı.’ Açık bir nîmet vardı. Yâhut onların ne şekilde çalışacaklarını görmek üzere açıktan açığa bunu onlar için bir deneme yaptık, demektir. (S. HAVVÂ, 13/279, 280)
Allah Teâlâ onlara hem bolluk ve nîmet hem de belâ ve sıkıntı vererek, onları sınayıp onlardan bolluk zamânında şükür, belâ zamanında ise sabır göstermelerini istemiştir. İnsan bâzen belâ okuyla yaralanır, bâzen lütuf ve ihsâna boğulur. Hak Teâlâ (cc) rahatlık zamanında şükür, belâ ve sıkıntı zamanında ise sabır ister. (İ. H. BURSEVİ, 18/548)
(34, 35, 36).‘(Rasûlüm!) Doğrusu bunlar, (Kureyşkâfirleri) diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka (birölüm) yoktur. Biz diriltilecek değiliz.’ Yâni âkıbet, işin sonu dünyâ hayâtını ortadan kaldıran ilk ve tek ölüm olup bir daha dirilmek yoktur, demektedirler. (İ. H. BURSEVİ, 18/549)
‘Doğru söylüyorsanız, atalarımızı getirin.” Bu hitap, kâfirlere öldükten sonra dirilmeyi vaad eden peygambere ve müminleredir. ‘O hâlde babalarımızı mezardan çıkarıp getirin ve onlara hayat verin.’ (İ. H. BURSEVİ, 18/550)
İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Bu, bâtıl bir delil ve tutarsız bir şüphedir. Çünkü öldükten sonra dirilme, dünyâda değil, Kıyâmet gününde olacaktır. Dünyânın yok olmasından, bitip tükenmesinden sonra, şânı yüce Allah, bütün âlemleri yeniden yaratacak, zâlimleri cehennem için yakıt kılacaktır. Daha sonra yüce Allah, onları geri çevrilemeyecek azâbını hatırlatarak tehdit etmektedir. Nitekim onların benzerleri olan, öldükten sonra dirilişi inkâr eden müşriklerin başına gelen geri çevrilemeyecek azâbını hatırlatarak tehdit etmektedir. Tübba’ kavmini (ki bunlar Sebe’ kavmidir) yüce Allah helâk etti. Ülkelerini helâk edip, darmadağın edip parçaladığında, inkârlarının kendilerine hiçbir faydası olmamıştı. (S. HAVVÂ, 13/280)
Kıyâmetin kopacağına, ölülerin diriltileceğine, Allâh’ın insanları hesaba çekeceğine, mğminlerin cennete, kâfirlerin cehenneme gideceğine îman etmek, îman esaslarından biridir. Bu gerçeklere îman etmeyen kimse mümin ve Müslüman olamaz. (İ. KARAGÖZ 7/88)
(37).‘Bunlar mı kuvvetçe üstün, yoksa Tübba kavmi ve onlardan öncekiler mi? Biz onları helâk ettik. Çünkü onlar günahkâr (kâfir, müşrik, zâlim)diler.’ İbn Kesir şunları söylemektedir: ‘Şânı yüce Allah, geldiği zaman aslâ geri çevrilmeyen azâbını onlara hatırlatarak tehdit edip uyarmaktadır. Nitekim onlara benzeyen, öldükten sonra dirilişi inkâr eden müşriklerden Tübba’ kavmi diye bilinen Sebe’ kavmine ve benzerlerine de böyle azap göndermiştir. Yüce Allah onları helâk etmiş, ülkelerini harap etmiş, onları dört bir yana dağıtmış ve darmadağın etmiştir. (S. HAVVÂ, 13/293)
(38).‘Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri “oyalanalım” diye (boşuna ve amaçsız) yaratmadık.’ Nesefi şöyle demektedir: ‘Şâyet öldükten sonra diriliş, hesap ve sevap olmamış olsaydı, bütün yaratıklar özellikle yok olmak için yaratılmış olurdu ki, bu da bir oyun olurdu. (S. HAVVÂ, 13/281)
Göklerde bulunan varlıklar, Güneş, Ay, yıldızla ve galâksiler, bulutlar, rüzgârlar ve melekler, hava, su, toprak, denizler, ağaçlar, hayvanlar, meyveler, sebzeler, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün varlıklardır. YüceAllah hiçbir varlığı boş yere, amaçsız yere, oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Her bir varlık, Allâh’ın varlığına, birliğine ve kudretine delildir. Aynı zamanda bu varlıklar yeryüzünün halîfeleri olan insanların hizmetine sunulmuştur. (2/29, 31/20). İnsanlar amaçsız ve gâyesiz yaratılmış değildir, yaratılış gâyeleri Allâh’a kulluk etmektir. (51/56; İ. KARAGÖZ 7/90)
‘Onları, ancak hak (gerçekbirsebepvehikmetlibiramaç) ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler.’ Dolayısıyla öldükten sonra dirilişe îman etmezler. Eğer bu inkârcılar, şânı yüce Allâh’ın boş iş yapmaktan münezzeh olduğunu, gökleri ve yeri hak ile yaratan olduğunu bilselerdi, öldükten sonra dirilişe, hesâba inanırlardı; fakat bilmemektedirler. (S. HAVVÂ, 13/281)
(39).‘Onları (göklerdeveyerdebulunanvarlıkları) sâdece gerçek bir sebeple yarattık.’ Allah Teâlâ gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan bütün varlıkları oyun ve eğlence için değil, büyük bir gâye ve eşsiz bir hikmet üzere yaratmıştır. Hakkı ikâme etmek, Allâh’ın birliğini ve O’na itaatin lüzumunu göstermek ve hakkı üstün tutmak için var etmiştir. Hakların tam olarak verilmesi ise âhirette gerçekleşecektir. (bk. Müminûn 23/115; Sâd 38/27; Ö. ÇELİK, 4/494)
(40, 41, 42).‘Şüphesiz o (hakvebâtıltaraftarlarını) ayırt etme (vehesap) günü, hepsi için belirlenmiş (birtoplanma) vaktidir.’ ‘Yargı günü’nden maksat, kıyâmeti tâkip edecek olan sorgulama ve yargılamanın yapılacağı zamandır. Bu muhâkeme sonunda iyiler ve kötüler, suçlular ve mâsumlar, zâlimler ve mazlumlar, cennetlikler ve cehennemlikler birbirinden ayrılacak, herkes dünyâda yaptıklarının karşılığını elde edecektir. (KUR’AN YOLU, 4/799)
Kıyâmetin bir ismi de ‘Fas(ı)l günü’dür. Çünkü herkes o gün bir araya getirilecek, hesaplar görülecek, hak bâtıldan ve haklı haksızdan ayrılacaktır. Yine kişiler yakınlarından ayrılacak, hesâbın dehşetiyle onlardan uzaklaşıp kaçmaya çalışacaklardır. Neticede herkes, amellerine göre gruplara ayrılacak, ya cennetin yüksek derecelerine veya cehennem çukurunun alçak derekelerine yerleştirilecektir. (Ö. ÇELİK, 4/494)
Hadis: ‘Kıyâmet günü haklar, sâhiplerine mutlaka ödenir. Hattâ boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan (boynuzlama karşılığı) hakkını alır.’ (Müslim Birr ve Sıla 60; İ. KARAGÖZ 7/91)
Hadis: ‘Kimin yanında kardeşinin onuru veya malı ve benzeri bir şeyden borcu varsa, hak sâhibi ile dinar ve dirhemin (altın ve gümüş paranın) bulunmadığı gün gelmeden önce helâlleşsin. O gün bu kimsenin sâlih ameli (hayır ve hasenâtı) varsa bu amelinden (hayır ve hasenatından) borcu kadar alınır, hak sâhibine cerilir. Eğer hayır ve hasenâtı yok ise alacaklının kötülükve günahlarından alınır, hak üstlenmiş kimsenin boynuna yüklenir.’ (Buhâri Mezâlim 11; İ. KARAGÖZ 7/91)
‘O gün bir dost, bir dosta/akraba akrabaya hiçbir şekilde fayda vermez. Onlara yardım da edilmez.’ Yakın yakınına yardımcı olamayacağı gibi, dışardan da ona yardım ulaşmaz. (S. HAVVÂ, 13/281)
‘Hiçbir dostun hiçbir dosta faydası olmaz.’ Âhirette birbirine faydası olmayacak dostlar kâfir dostlardır. Bu husus hem bu sûrenin 42’nci âyeti hem Zuhruf sûresini ‘Kıyâmet günü Allâh’a karşı gelmekten sakınan mğminler hâriç dostlar birbirine düşman olurlar’ anlamındaki 42’nci âyeti açık delildir. (..) Dost, iyi ve kötü günde insanın yanında olan, sevinçlerini ve başarılarını, sıkıntılarını, kederlerini ve üzüntülerini paylaşan kimsedir. Bu anlamda âhirette kimsenin dostu olmaz, kimse kimsenin günahını yüklenmez, sevâbını vermez ve alacağından vaz geçmez. (14/31, 3/68, 6/51; İ. KARAGÖZ 7/92, 93)
‘Ancak Allâh’ın merhamet ettiği (mü’min) kimseler hâriçtir.’ Allâh’ın merhamet edip esirgediği kişiler dışında kimse azaptan uzak duramaz, kurtulamaz. İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Yâni o gün, Allâh’ın yarattıklarına olan rahmetinden başka hiçbir şeyin faydası olmayacaktır.’ ‘Şüphesiz ki O’ düşmanlarına gâlip gelen ‘Azîz’dir.’ velî ve dostlarına merhamet eden ‘Rahîm’dir.’ (S. HAVVÂ, 13/281)
44/43-59 CENNET VE CEHENNEMLİKLERİN YİYECEK VE GİYECEKLERİ
43,44, 45, 46. Şüphesiz o zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. [krş. 37/62-64] 45. Erimiş mâden gibi karınlar(ın)da kaynar. 46. Sıcak suyun kaynadığı gibi.
47, 48, 49, 50. (Zebânîlere🙂 “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.” 48. “Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.” denilir. 49. (Onada🙂 “Tad (azâbı), çünkü sen (benimyanımdadeğil, güya) kendince üstün ve şerefliydin.” 50. “Şüphesiz bu (azap), hakkında şüphe ettiğiniz şeydir.” (denilir).
51, 52, 53. Doğrusu muttakî (Allâh’ınemirlerineuygunyaşayan)lar ise, güvenli bir yerde, cennetlerde ve pınarlar (etrafın)dadır. 53. (Onlar) ince ipekten ve parlak atlastan (elbiseler) giyecekler, karşı karşıya (oturupsohbetedecekler)dir.
54. İşte (hâlleri) böyledir. Hem de onlara, iri gözlü cennet kızlarını eş yaptık.
55, 56, 57. Orada güven içinde (canlarınınistediği) her meyveyi iste(yipye)rler. 56. Orada (dünyâdaki) ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. (Allah) onları cehennem azâbından korumuştur. 57. (Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte bu, büyük kurtuluş (vesaâdet)in ta kendisidir.
58. (Rasûlüm!) Biz o (Kur’ân’)ı ancak (anlayıp) öğüt alsınlar diye senin dilinle (indirip) kolaylaştırdık.
59. (Ey Peygamberim!) Artık sen, (Allâh’ın müşriklere karşı sana yardımını) bekle, şüphesiz onlar senin (helâk olmanı) beklemektedirler.
43-59. (43).‘Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların’ yâni sözüyle, fiiliyle, itikadıyla günahkâr olanların yâni kâfirlerin ‘yiyeceğidir.’ Ondan başka yiyeceği yok demektir. ‘Erimiş mâden’ yâni yağ tortusu ‘gibidir; karınlar(ın)da kaynar, ‘Sıcak suyun kaynadığı gibi.’ En ileri derecede kaynayan su gibi kaynar. Maksat onun ne kadar kaynar ve Zakkum ağacının ne kadar bayağı olduğunu ifâde etmektir. (S. HAVVÂ, 13/282)
43’üncü âyetteki ‘zakkum ağacı’ cehennemde bulunan ve azap için kullanılan bir ağaçtır. (bk. Sâffât 37/62; KUR’AN YOLU, 4/799)
(46).‘Kaynar suyun kaynaması gibi’ ki, o suyun harâretinin şiddetinden dolayı sıcaklığı ve kaynaması son noktadadır. Mide için tiksindiricidir. (…) Galy ve galeyan tencerenin kaynayıp taşmasıdır. Âyetteki ifâde, bundan mecaz olarak alınmıştır. (İ. H. BURSEVİ, 18/574)
(47).‘(Zebânîlere🙂 “Tutun onu’ İbn Kesir şöyle demektedir: ‘Rivâyete göre şânı yüce Allah, zebânilere; onu yakalayın, diyeceğinde yetmişbin melek onu yakalayacaktır.’ ‘Cehennemin ortasına sürükleyin.’ Yâni onu şiddetli olarak ve kaba ve katı bir şekilde götürün. İbn Kesir der ki: Sürükleyerek, sırtından da iterek götürün, demektir. (S. HAVVÂ, 13/282)
(48).“Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.” denilir.’ Kıskıvrak yakalayın onu. Sürükleyin cehenneme doğru. Saygı göstermeden, acımadan, aşağılayarak, kaba davranarak bağlayın. Orada haşlayan, yakan, kaynar sudan dökün başından aşağı. Bağlanmanın, itilip kakılmanın, sürüklenmenin, yanıp haşlanmanın yanı sıra bir de azarlanıyor, rezil ediliyor. (S. KUTUB, 9/169)
İbn Kesir der ki: ‘Bundan önce de belirtildiği gibi, melek onun tepesine demir balyozunu indirir. Kafası yarılıp, beyni açılır, daha sonra o kaynar su tepesi üstünden dökülür. Bütün vücûduna iner. Karnında ne varsa bağırsaklarından topuklarından akıncaya kadar çıkar. Yüce Allah bizi bundan korusun. (S. HAVVÂ, 13/282)
(49).‘(Onada🙂 “Tad (azâbı), çünkü sen (benimyanımdadeğil, güya) kendince üstün ve şerefliydin.” Yâni, ona azarlayıcı ve mütehakkim / zorba bir üslupla böyle söyleyin. Yâni sen, aslında güçlü de değilsin, demektir. (S. HAVVÂ, 13/282)
İbn Kesir şöyle demektedir: el Emevi, Megâzi’sinde İkrime’nin şöyle dediğini nakletmektedir: ‘Rasûlullah (s), Ebû Cehil – Allâh’ın lâneti üzerine olsun – ile karşılaşmış ve ona şöyle demişti: ‘(Şiddetli azap) sana lâyıktır, sana lâyıktır. Sonra yine sana lâyıktır, sana lâyıktır.’ (el Kıyâme, 75/34-35) Elbisesini elinden çekerek şöyle dedi: ‘Sen de, senin sâhibin de bana hiçbir şey yapamaz. Sen de bilirsin ki bu çölün en güçlü olanı, en değerli olanı benim!’ Fakat yüce Allah Bedir günü onun öldürülmesini takdir etti, onu zelil kıldı ve söylemiş olduğu bu sözleri dolayısıyla: ‘Tad bakalım! Güçlü olan, değerli olan yalnız sendin ha!’ buyruğunu indirdi. (S. HAVVÂ, 13/296)
(…) Ebu Cehil hakkında söylenmiş olan ‘Hani sen, kendince güçlüydün, değerliydin.’ sözü, aşağılama ifâde etmektedir. Ancak onu kavmi azîz ve kerîm olarak nitelendirmiş, kendisi de buna gönülden inanmıştı. Bu yüzden yüce Allah ilgili sözle, hem Ebû Cehil hem de aynı inkârcı özelliğini taşıyanlar için demek istemektedir ki, Ey güç ve kudretine, soy ve şerefine güvenen kişi ya da kişiler! Dünyâda sâhiplenip gururlandığınız bu sıfatlar, sizleri şimdi o şiddetli ateşten kurtarsın da görelim. (M. DEMİRCİ, 3/105)
(50).‘İşte o kuşkulanıp durduğunuz şey budur!.’ Siz,peygamberleri alaya alıyor, onların sunduğu âyetlerle eğlendiğiniz gibi, bugünün geleceğinden de kuşku duyuyordunuz. (S. KUTUB, 9/169)
(51, 52).‘Takvâ sâhipleri ise şüphesiz’ âhirette emin makamdadırlar.’ Cennettedirler. Orada ölümden, çıkarılmaktan, her türlü üzüntü, keder ve kaygıdan; usanç, yorgunluk ve yorulmaktan; şeytandan ve şeytanın tuzak ve hîlelerinden ve diğer âfet ve musîbetlerden yana emniyet içerisindedirler. (S. HAVVÂ, 13/283)
Hadis: Cennet ehline denilecek ki, ‘Sizler burada hiç hasta olmayacak, sürekli sıhhatli kalacaksınız. Ölüm de yok, ebedi yaşayacaksınız. Sıkıntı duymayacak, hep huzur içinde olacaksınız. Yaşlanmayacak, hep genç kalacaksınız.’ (Müslim Cennet 22’den Ö. ÇELİK, 4/497)
Hadis: ‘İşlerinizde orta yolu tutun. Bilin ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez’ buyurunca ashâb-ı kiram: ‘Sen de mi kurtulamazsın ey Allâh’ın Rasûlü?’ diye sordular. Bunun üzerine Peygamberimiz (s): ‘Evet, ben de kurtulamam. Şu kadar var ki, Allah merhametiyle beni bağışlarsa, o başka’ buyurdu. (Müslim Münâfikin 76, 78’den, Ö. ÇELİK, 4/497)
(….) Hem cennete girmek, hem de cehennem azâbından emin olmak tamâmen Allâh’ın irâdesine bağlıdır. Zîrâ Kur’ân, ‘O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah onu esirgemiştir. İşte apaçık kurtuluş budur’ (En’âm 6/16) âyetiyle kurtuluşun yalnızca ilâhi irâdeye bağlı olduğunu ifâde etmektedir. Çünkü O, dilediğini yapandır. Demek ki insanı cennetin nîmetine erdiren sâdece insanın kendi ibâdeti değil, bunlarla birlikte Allâh’ın rahmeti, lütfu ve keremidir. Bu da insanın Allâh’a lâyıkıyla ibâdet edemediğinden, O’nun verdiği nîmetin şükrünü gerçek anlamda yerine getiremediğindendir. (M. DEMİRCİ, 3/107)
‘Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.’ Bu ise cehennemliklerin içinde bulundukları Zakkum ağacı ve kaynar suyu içmek diye ifâde edilen azâbın karşılığında cennetliklere verilecek bir mükâfattır. (S. HAVVÂ, 13/284)
(53).‘(Onlar) ince ipekten ve parlak atlastan (elbiseler) giyecekler, karşı karşıya (oturupsohbetedecekler)dir.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni kuruldukları tahtlar üzerinde biri ötekine sırtını dönerek oturmazlar.’ (S. HAVVÂ, 13/284)
(54).‘İşte (hâlleri) böyledir. Hem de onlara, iri gözlü hûrileri eş yaptık.’ ‘Hûri’, gözünün karası oldukça kara, beyazı oldukça beyaz demektir. ‘İyn’ kelimesi ise geniş gözlü demek olan ‘el ayna’nın çoğuludur. İbn Kesir der ki: ‘Onlara iri gözlü güzel hûrileri eş yaptığımız gibi, bunlarla birlikte bu ihsanları da vermiş olacağız, demektir. (S. HAVVÂ, 13/284)
Cennette evlilik ve eş durumu vardır. Ancak bir nikâh akdi yoktur. Çünkü nikâhın getirdiği fayda, karşı cinsin kişiye helâl olmasıdır. Oysa cennet, teklif yurdu olmadığı için, buna gerek yoktur. Orada bir şeyin helâl yâhut haram kılınması diye bir şey söz konusu değildir. (İ. H. BURSEVİ, 18/581)
(55, 56, 57).‘Orada güven içinde her meyveyi iste(yipye)rler.’ İbn Kesir der ki: ‘Yâni her ne vakit, türlü çeşitli meyveler isteyecek olurlarsa, kesilmesinden ve alıkonulmasından yana emin olarak onlara getirilir. Ne zaman isterlerse, istedikleri gibi hazır edilir. (S. HAVVÂ, 13/284)
‘Her meyveyi isterler’ bunlar görünüşte iri gözlü hûrilerle zevkyâb ve canlarının çektiği nîmetlerle meşgul olup, kalpleriyle ise yüce Zât’a yönelmiş olarak, o Zât’ın cemâlini müşâhede hâlindedirler. (İ. H. BURSEVİ, 18/583)
‘Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar.’ Yâni dünyâda tattıkları ilk ölümlerinden daha başka, onlar için ölüm olmayacaktır. İbn Kesir der ki: Bunun anlamı, onların cennette ebediyyen ölümü tatmayacakları şeklindedir. (S. HAVVÂ, 13/284)
Hadis: Buhâri ile Müslim’de sâbit olduğuna göre, Rasûlullah (s) şöyle buyurmuştur: ‘Ölüm beyaz bir koç sûretinde cennet ile cehennem arasında getirilip durdurulur. Sonra boğazlanır ve şöyle denilir: ‘Ey cennet ehli, artık ebedisiniz ve artık ölüm olmayacaktır ve ey cehennem ehli, artık ebedisiniz ve ölüm olmayacaktır.’ (Müslim Cennet 40; S. HAVVÂ, 13/296)
‘(Allah) onları cehennem azâbından korumuştur.’ Bu, yüce Allâh’ın onlara yönelik bir lütfudur. Çünkü azaptan kurtuluş, ancak O’nun lütfu ile, O’nun merhameti ile mümkündür. (S. KUTUB, 9/170)
‘(Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.’ Bu, Rabbinin onlar üzerindeki lütfu ve onlara ihsânı sebebiyle verilmiş olacaktır. Nesefi der ki: ‘Allâh’ın onlara bir lütfudur bu. Çünkü kulun Allah üzerinde alacak bir hakkının olması söz konusu değildir. (S. HAVVÂ, 13/284)
Hadis: ‘Hiç birinizi ameli cennete girdiremez ve cehennemden kurtaramaz. Ben dahi cennete amelimle değil, Ancak Allâh’n rahmetiyle girebilirim.’ (Müslim Münâfikin 77’den, İ. H. BURSEVİ, 18/586)
(58).‘(Rasûlüm!) Biz o (Kur’ân’)ı ancak öğüt alsınlar diye senin dilinle (indirip) kolaylaştırdık.’ ‘Yâni Biz dillerin en fasihi, en açığı, en tatlısı ve en üstünü olan senin dilin ile kolay, vazıh, açık ve seçik olarak indirmiş olduğumuz bu Kur’ân’ı (ayrıca) kolaylaştırdık. ‘Öğüt alsınlar diye.’ Anlarlar ve gereğince amel ederler diye. (İbn Kesir’den, S. HAVVÂ, 13/285)
(59).‘(Hâlâöğütdinlemezlerse, başlarınagelecekleri) bekle. Çünkü onlar da (senin helâk olmanı) beklemektedirler.’ Mekkede müşrikler, Hz. Peygamber’e ve müminlere zulmediyorlardı. Âyette yüce Allah, Hz. Peygambere yardımını beklemesini emretmektedir. ‘Şüphesiz biz, peygamberlerimize ve îman edenlere dünyâ hayâtında da şâhitlerin şâhitlik edecekleri kıyâmet gününde de yardım ederiz.’ (40/51, 52). ‘Allah, ‘Şüphesiz ben ve peygamberlerim gâlip geleceğiz’, diye yazmıştır.’ (58/21; İ. KARAGÖZ 7/101).
Onlar da senin zayıf düşeceğin zamânı bekliyorlar. Ancak bu, sana zarar vermez. Pek yakında senin amelin gerçekleşecek, onların ameli ise boşa çıkacaktır. Yâni, Allah’tan sana ilâhi yardım, onlara sonsuz bir azap; dostlarına her dem yeni bir fetih, düşmanlarına târifi imkânsız bir sıkıntı gelecek. Kendisine tâbi olanlara ‘varılacak en güzel yer’ verilecek; inkârcılara ise ‘tadın azâbı’ denilecek. (İ. H. BURSEVİ, 18/588)