3/104-109 HAYRA ÇAĞIRAN TOPLULUK
104. (Ey müminler!) İçinizden (herkesi) hayra çağıran, iyiliği (İslâm’a ve akl-ı selîme uygun olan şeyleri) emreden ve kötü (İslâm’a ve akl-ı selîme aykırı) olanı önlemeye çalışan bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
105. (Eymü’minler! Siz,) kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılan ve ihtilâfa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için (kıyâmette) çok büyük bir azap vardır.
106. Kıyâmet günü, birtakım yüzler ağaracak, birtakım yüzler de kararacak. Yüzleri kararanlara gelince (onlara): “Îmân ettikten sonra inkâra saptınız ha! İşte inkâr etmenize karşılık azâbı tadın!” (denilecek). [bk. 75/22-24; 80/38-41]
107. Yüzleri ağaranlar ise, Allâh’ın rahmeti içinde (cennette)dirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
108. (EyPeygamberim!) İşte bunlar, Allâh’ın âyetleridir. Onları sana gerçeği bildirmek üzere okuyoruz. Allah âlemlere zulmetmek istemez. [krş. 28/3]
109. Göklerde ve yerde olanlar Allâh’ındır. (Bütün) işler, (hesapiçin) ancak Allâh’a döndürülür.
104-109. (104).‘İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışan bir topluluk bulunsun.’ Hayır: İyi, iyilik, en iyi, yararlı, değerli, üstün, akıl, adâlet, fazîlet, servet, mâli yardım, Allâh’ın insanlar için takdir ettiği iyi durum anlamlarına gelir. (KUR’ÂN YOLU, 1/646 )
Mârûf: Şeriatın ve şeriata aykırı düşmeyen aklın güzel gördüğü, kitaba sünnete uygun düşen her şey, itâat, mubah, mendup, vâcip, farz demektir. Münker: Şeriatınve şeriata uygun olmayan, aklın çirkin gördüğü yâhut kitap ve sünnete muhâlif / aykırı olan şeyler yâhut isyan, mekruh ve haram olan şeyler anlamına gelir (S. HAVVÂ, 2/422)
Hayra dâvet: Kitap ve sünnete dâvettir. (S. HAVVÂ)
Hadîs: Sizden her kim bir münker (dîne aykırılık) görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Bu ise îmânın en zayıf hâlidir. (Müslim)
Hadîs: Nefsim elinde olana yemin olsun: ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız yâhut da Allah pek yakında üzerinize bir cezâ gönderir, ondan sonra da Allâh’a duâ edersiniz de bu duânızı kabul etmez. (Tirmizi, S. HAVVÂ, 2/429)
Kur’ân-ı Kerîm, savaş zamanlarında bile belli bir topluluğun savaşa katılmayıp dîni öğrenmelerini ve savaşa gidenler döndüklerinde onları uyarmalarını, iyiliği emretme, kötülüğe karşı gelme faâliyetini sürdürmelerini öngörmüştür. (Tevbe 9/122, KUR’ÂN YOLU, 1/ 647 )
Hayra dâvet, İyiliği emretme ve kötülükten sakındırmak bütün Müslümanlara farz-ı kifâyedir. Bu yapılmayınca hiçbir Müslüman sorumluluktan kendisini kurtaramaz. Fakat her kişiye farz-ı ayın değildir. (ELMALILI, 2/407)
Toplumda suç işleyenler ve kuralları ihlâl edenler vatandaşlar tarafından yetkili mercilere ihbar edilir. Bu, jurnalcilik değil, münkere engel olma görevidir. Böyle olmazsa hırsızlık, yankesicilik ve gaspçılık başını alıp gider. Sokak ve caddelerde güven ve huzuriçinde yürünmez olur. (..) Bu âyet, iyilik ve güzelliklerin yaygınlaşması, kötülük, edepsizlik ve ahlâksızlığın önlenmesi, İslâm’ın bilinmesi ve yaşanması için her Müslümana görev yüklemektedir. Herkes gücü nispetinde yazılı veya sözlü, davranış biçimi veya tepkisi ile bu görevi yapmak, en azından yapanlara destek vermek durumundadır. (İ. KARAGÖZ 1/581)
(105).‘Kendilerine apaçık deliller’ tek bir söz etrâfında birleşmeyi gerektiren hak söz geldikten ‘sonra parçalanıp ihtilâfa düşenler’ düşmanlıkla birbirlerinden ayrılan, dinleri farklı, kimisi ötekini küfürle itham edenler ‘gibi olmayın. İşte onlara büyük bir azap vardır.’ (S. HAVVÂ, 2/422)
‘Parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın’ Tefrika: Akîde – inanç konusunda, usûl-ü din konusunda ihtilâfa düşmekdir. Şüphesiz bu sapıklıktır. Ve her türlü fesâdın sebebidir. (S. HAVVÂ, 2/431)
İhtilâf: Temel inanç konuları dışında teferruatta farklılıkdır. Müctehid imamların farklı düşünüp yorumlamaları bu ihtilâf kapsamındadır. (M. A. SÂBÛNİ, 1/203)
Âyetin anlamı din konusunda ihtilâfa düşen Yahûdi ve hıristiyanlar gibi olmayın. Kur’ân âyetleri geldiğinde kendi hevâ ve nefislerine uyarak ihtilâf etmeyin. (M. A. SÂBÛNİ, 1/202)
Hadis: ‘Yahudiler 71 fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır. (Ebû Dâvud, İbn Mâce) Bu hadiste ilâhi yasağa rağmen, Ümmet-i Muhammed’in de fırkalara ayrılacağı bildirilmektedir. Gerçekten de maalesef, geçmişten günümüze Kur’an ve Sünnet ile bağdaşmayan, İslâm’ın anayolundan ayrılan gruplar olagelmiştir. (İ. KARAGÖZ 1/582)
Âyette ihtilâf edilmemesi istenen hususlar, dîni konulardır. Allâh’ın kitabının bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek, bir kısmını uygulamayı kabul edipbir kısmını kabul etmemek ihtilâfa düşmektir. Kur’an’da Yahudiler, ‘Kitab’ın bir kısmına îman edip de bir kısmını inkâr etmekle’ kınanmaktadır. (2/85). Kadınların tesettürü, çok evlilik, mîrâsın taksimi, ve fâizin haramlığı gibi bir kısım Kur’an hükümlerini kabul etmemek veya tarihselliğini savunmak veya Kur’ân’a uygun olmayan yorumlarla âyetleri çarpıtmak, Müslümanlar arasına tefrika sokmak olur ve bu âyetin kapsamına girer. (Kurtubi’den İ. KARAGÖZ 1/583)
(106).‘O gün nice yüzler ağarır’ Kıyâmet günü îmân ve itâatleri nedeniyle mü’minlerin yüzleri ağarır. (M. A. SÂBÛNİ, 1/202) ‘Nice yüzler kararır’ Bâtıl, tefrika ve bid’at ehlinin yüzleri kararır. Mü’minin kendine özgü bir nûru vardır, isterse teninin rengi siyah olsun. Kâfirin de kendine özgü bir karanlığı vardır, isterse teninin rengi beyaz olsun. (S. HAVVÂ, 2/422)
Yüzlerin ak ve kara olması, amel defterleri müminlere sağ ellerineve kâfirlere sol ellerine verildiği zaman (69/19-37) veya ameller tartıldığı zaman olabilir. (101/6). Çünkü müminler, amel defterlerini sağ ellerine alıp okudukları ve hasenâtını gördükleri zaman sevinir, kâfir ve münâfıklar (ise) amel defterlerini sol ellerine alıp okudukları ve günahlarını gördükleri zaman üzülürler. (17/13-14, 45/28, 29) Âhirette kâfirlere ‘Ey suçlular! Birbirinizden ayrılın’ denilir. (36/59) Her ümmet diz üstü çöker. (45/28) Münâfık ve mürtedlere Îmânınızdan sonra inkâr mı ettiniz? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azâbı tadın’ denir. Yüzleri kara olan kâfirler cehenneme atılacak ve cehennemde ebedi olarak kalacaklardır. Yüzleri ak olan müminler ise cennete girecekler ve cennette ebedi olarak kalacaklardır. (İ. KARAGÖZ 1/584)
(109).‘Göklerdeki ve yerdeki herşey Allâh’ındır.’ Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allâh’ındır. Bütün varlıkları yaratan, yaşatan ve yöneten Allah’tır. Yüce Allah, yeryüzü ve göklerdeki varlıkları insanların hizmetine sunmuştur. (31/20) Ancak bütün varlıkların mülkiyeti Allâh’a âittir; insanlar bu varlıklardan yararlanırlar. (İ. KARAGÖZ 1/586)
‘Bütün işler Allâh’a döndürülür.’ Dünyâda da, âhirette de mutlak egemen ve tasarruf sâhibi O’dur. İyilik yapana iyilikleri sebebiyle, kötülük yapana da kötülükleri sebebiyle amellerine uygun karşılıklar verir. (S. HAVVÂ, 2/423)
3/110-112 EN HAYIRLI ÜMMET
110. (Eymüminler!) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı toplumsunuz. (Çünkü) iyiliği (İslâm’a uygun olanı) emreder, kötülüğe (İslâm’a aykırı olana) engel olur ve Allâh’a inanırsınız. Eğer Ehl-i Kitap (olan yahûdivehıristiyanlar) da îmân etmiş olsalardı, elbette onlar için hayırlı olurdu. (Gerçi) onlardan bir kısmı îmân etmişlerdir. (Fakat) onların pek çoğu (dinden) sapmış kimselerdir. [krş. 3/104]
111. (Eymüminler!) O (Yahûdi)ler eziyet etmenin dışında size aslâ zarar veremezler. Sizinle savaşacak olurlarsa da geri dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım da edilmez.
112. Onlar (yahûdiler); nerede bulunurlarsa (bulunsunlar) -Allâh’ın ahdine ve (mü’min) insanların ahdi (vehimâyesi)ne sığınanlar hâriç- üzerlerine zillet (aşağılıkdamgası) vurulmuştur. Artık onlar Allah’tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik (vesefâletdamgası) vuruldu. Bu, onların Allâh’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksızlık yaparak peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu da onların âsî olmalarından ve haddi aşmalarındandır. [krş. 2/61; 3/21]
110-112. (110).‘Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkorsunuz ve Allâh’a inanırsınız.’ Kur’ân-ı Kerîm hayırlı ümmetin 3 özelliğinden söz etmektedir: (a) iyiliği emrederler, (b) kötülükten alıkoyarlar, (c) Allâh’a inanırlar. Yukarıda sayılan niteliklere sâhip olmayan kimseler Mâide (5/79) belirtildiği gibi kitap ehline benzerler (S. HAVVÂ, 2/423)
Âyet-i kerime bundan sonra ehl-i kitabı yermeye yöneliyor: Kur’ân, ehl–i kitabı 3 özelliğiyle niteliyor: (a) Müslümanlara zarar verememeleri, (b) savaştan kaçmaları, (c) Allah’tan yardım görememeleri. (M. HİCÂZİ, 1/317)
Hayırlı bir ümmet olma özelliğine sâhip olabilmek için, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere, Allâh’ın emir ve yasaklarını O’nun bildirdiği şekilde bilmek, hayat ve hareket tarzını onlara uygun hâle getirmek ve gücü nisbetinde bunun yaptırımı için seferber olmak gerekir. Hadîs: Peygamberimiz, “Kim bir kötülüğü görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle engel olsun. Buna da gücü yetmezse, (onu yapana) kalbiyle buğzetsin; bu da îmanın en zayıfıdır.” buyurmuştur. (H. T. FEYİZLİ, 1/63)
(111).‘İncitmekten başka size herhangi bir zarar veremezler.’ Dîninizi eleştirmek tehditte bulunmak vb. diğer eziyetler. Fakat Müslümanları kesinlikle kökten kazıyamazlar.
‘Sizinle savaşsalar bile geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.’ (..) Özellikle Yahûdilere karşı mücâdelemizde bu, unutulmamalıdır. Onlara karşı uğradığımız bozgunlara gelince; bunlar onlara karşı savaş veren kimselerin imânının gerektirdiği niteliklere hakkıyla sâhip olmadıklarını göstermekterdir ve bu gâyet açıktır. Zîrâ Arapların altında savaş verip şu âna kadar bozguna uğrayıp durdukları bayrak, küfür bayrağıdır, fâsıklık bayrağıdır. Aksi takdirde Kitap ehline karşı müminlerin geçmişteki savaşları âyet-i kerimenin işâret buyurduğu gerçeğin tanıklığını yapmaktadır. (S. HAVVÂ, 2/424)
(112).‘Nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet (damgası) vurulmuştur.’ Yahûdilernerede olurlarsa olsunlar zelil olacaklardır; bu durum bağlı oldukları devlete cizye ödemeleri ve sürekli korku içinde yaşamaları şeklinde ortaya çıkacaktır. ‘Allâh’ın ve insanların ahdine sığınmış olmaları bunun dışında’ Allâh’ın ve insanların yardımcı olmaları hâli müstesnâdır; o vakit üzerlerindeki zillet kalkabilir ve bir devlet kurabilirler. Yüce Allah onlara imkân vermiş, bizim zâlimliğimiz nedeniyle onları bizlere musallat kılmıştır. (S. HAVVÂ, 2/424, 425)
3/113-117 EHL-İ KİTABIN HEPSİ BİR DEĞİLDİR
113. (Onların) hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap içlerinden artık (müslümanolup) ‘Allâh’ın emirlerini tutan’, gece vakitlerinde Allâh’ın âyetlerini okuyan ve (namaz kılıp) secde edenler vardır.
114. (Yahûdi ve Hıristiyanlardan bir grup, gerçekten) Allâh’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülüğe engel olurlar ve hayır işlerinde yarışırlar. İşte bunlar sâlih müminlerdir.
115. (Yahûdi ve Hıristiyanlardan mümin olanların) yaptıkları hiçbir iyilik, aslâ karşılıksız bırakılmaz. Allah, takvâ sâhiplerini (emirlerineveyasaklarınariâyetedenleri) çok iyi bilendir.
116. O küfre sapan / inkâr edenlere gelince, onların ne malları ne de evlâtları Allah’(ınazâbın)a karşı kendilerine aslâ fayda vermeyecektir. Onlar ateş ehli (cehennemlik)dirler; onlar hep orada kalacaklardır.
117. Kâfirlerin bu dünyâ hayâtında yaptıkları harcamaların hâli; kendi kendilerine zulmetmiş bir topluluğun ekinlerini vurup da onu mahveden, dondurucu soğukluktaki bir rüzgârın hâline benzer (Sadakavehayırlarınınâhirettekendilerinehiçfaydasıolmaz). Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmektedirler.
113-117. (113).‘Hepsi bir değildir. Kitap ehlinden secdeye vararak geceleri Allâh’ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır.’ Bu âyette ehl-i kitaptan maksat Mûsâ ve Îsâ (a.s)’a îmân etmiş olanlardır. Bu âyetin iniş sebebine birkaç rivâyet vardır: (a) İbn-i Abbas’ın rivâyetine göre önceden Yahûdi iken sonra İslâm’a giren Abdullah bin Selâm, Sâlebe bin Saye ve Esid bin Ubeyd hakkında indiği nakledilmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/137) (b) Rasûlullah’ın Medîne’ye hicretinden önce ensardan Es’ad bin Zürâre, Berar bin Marur, Muhammed bin Mesleme ve Ebû Kubeys bin Sırma tevhid esâsına inananlardan idiler. Bunlar hanîf dîni ile amel ederlerdi. Rasûlullah gelince derhal îman edip ona yardım ettiler. (ELMALILI, 2/411)
‘Dosdoğru bir topluluk’ Hakkı tanıyan adâleti yerine getiren topluluk anlamlarına gelmektedir. Önceki âyetlerde ehl-i kitap kötü davranışları nedeni ile kınanmaktadır. Burada ise hepsinin aynı olmadığı ve içlerinde güzel ahlâk ve iyi nitelikler taşıyan sâlih kimselerin bulunduğuna dikkat çekilmektedir (KUR’ÂN YOLU, 1/654)
(116).‘Küfredenlerin malları ve çocukları Allâh’a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır.’ 116’ncı âyette mal ve evlât çokluğu ile şımarmış ve inkârcı olanlar, kendilerine azâp edilmeyeceğini iddia edenler uyarılmaktadır. Mal ve evlât çokluğu Allah’ tan gelecek azâbı önlemeyeceği bildirilmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/656)
Kâfirler ‘Biz, mal ve çocuk bakımımndan müminlerden daha fazlayız, bu hâlimizle azâba da uğratılacak değiliz.’ (Sebe 34/35) diyerek mal ve çocuklarının çokluğuyla üstünlük taslıyor, Peygamber Efendimiz ve ashâbını fakir oldukları için ayıplıyor ve ‘Şâyet Muhammed hak üzere olsaydı, Rabbi onu böyle fakirlik ve yoksulluk içinde bırakmazdı’ diyorlardı. (Râzi’den Ö. ÇELİK, 1/457)
‘Onlar cehennemliklerdir. Orada ebediyyen kalacaklardır.’ Hakkı inkâr edenler, yaptıkları harcamaların karşılığı olarak âhirette hiçbir şey alamayacaklar. Dünyâda da zarara uğramışlardır. Nitekim bu sûrenin 22. âyeti ile Bakara sûresinin 217. âyetinde kâfirlerin amellerinin dünyâda da âhirette de ziyan olduğu bildirilmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/657 )
İşte inançsızların inkâr rüzgârı, iyilik ve hayır namına ne varsa hepsini mahveder, âhirette ellerini boşa çıkarır. Ancak o şeyler, bu dünyâda bir gösteriş ve övünmeden ibâret kalır. (H. T. FEYİZLİ, 1/64)
3/118-120 EHL-İ KİTABIN İKİ YÜZLÜLERİ
118. Ey îmân edenler! Sizden olmayanları sırdaş (vedost) edinmeyin. (Çünkü) onlar, sizi(ndîninizivedüzeninizi) bozmaktan geri durmazlar; dâimâ size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Onların aşırı kin (vedüşmanlık)ları ağızlarından (taşıp) ortaya çıkmıştır. Sizlere karşı göğüslerinde gizledikleri (kin) ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetlerimizi böylece açıkladık.
119. (Ey müminler!) İşte sizler öyle kimselersiniz ki onlar (Allâh’aveİslâm’akarşıcephealanlar), sizleri sevmedikleri halde siz onları(npeygamberlerinitasdikedip) sever ve bütün kitaplara inanırsınız. Onlar ise, (ancak) size rastladıkları zaman “îmân ettik” derler. Kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfke (vekin)lerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar. (Rasûlüm!) De ki: “Öfkenizden ölün (geberin)!” Şüphesiz Allah kalplerde olanı çok iyi bilendir.
120. (Ey müminler!) Size bir iyilik (güzellik, nîmet) dokunursa, bu onları (Yahûdileri) üzer. Size bir kötülük (âfet ve musîbet) dokunursa, onunla sevinirler. Eğer sabreder ‘Allâh’ın emrine uygun yaşarsanız,’ onların hîlesi size hiçbir şekilde zarar vermez. Elbette ki Allah(’ınilmivekudreti), onların yaptıklarını kuşatmıştır (yaptıklarını boşa çıkarır).
118-120. (118).‘Ey îmân edenler! Sizden başkalarını kendînize sırdaş edinmeyin.’ Bitâne: sırdaş kelimesi kişinin özel adamları ve işlerinde sırlarını öğrenen seçkin yakınları demektir. (…) ‘Sizden başkaları’ Bu buyruğun kapsamına İslâm dışındaki bütün din mensupları (ehl-i kitap dahil) inkârcı ateistler ve münâfıklar girmektedir. (S. HAVVÂ, 2/440)
Rasûlullah’ın muhtelif Hadîslerinde bizden değildir buyurduklarının kapsamına girenler bu âyetin de kapsamı içindedir. (..) Sizin dîninize mensup olmayanları özel adamlarınız, seçkin yakınlarınız edinmeyiniz. Sırlarınızda plan ve programlarınıza bildirmeyiniz. Bu gibi kimseleri danışman, sekreter gibi oturup kalkacağınız kimseler yapmayınız (S. HAVVÂ, 2/440 )
Hadîsler: (S. HAVVÂ, 2/443)
‘Bizialdatan bizden değildir.’
‘Sünnetimdenyüzçeviren benden değildir.‘
‘Müslümanlarındertleriiledertlenmeyen onlardan değildir.’
‘Irkçılığadâveteden bizden değildir.’
‘Küçüğümüzeşefkatgöstermeyenbüyüğümüzesaygıduymayan bizden değildir.’
Rasûlullah’ın ’bizden değildir’ olarak nitelendirdiği her şey yukarıda ‘sırdaş edinmeyin’ kapsamındadır. (S. HAVVÂ, 2/443)
Kur’ân Müslümanlara karşı düşmanca tavır takınmayan gayr-i Müslimlerle beşeri ilişkileri (komşuluk gibi) yürütülmesini, gerekirse onlara iyilik edilmesini, haklarında adâletli davranılmasını tavsiye etmektedir. (60/8. âyet) İslâm gayr-i Müslimlerle ilim, teknik, sanat alanlarında alışverişte bulunmayı yasaklamaz. (KUR’ÂN YOLU, 1/660)
(119).‘..de ki: öfkenizle ölün..’ Yüce Allah Peygamberimize yahûdiler için ‘öfkenizle ölün’ demesini emretmiştir. (..) Müslümanlara hîle ve tuzak kuran kâfirlere karşı bedduâ edilebilir, öfke beslenebilir ve ‘öfkenizle ölün’ gibi (bedduâ) söz(ü) söylenebilir. (İ. KARAGÖZ 1/597, 598)
(120).‘Sabreder ve sakınırsanız onların hîlesi size hiçbir zarar veremez.’ Dînî yükümlülükleri yerine getirirken, karşılaşacağınız zorluklara, Allâh’ın imtihânlarına sabrederseniz, haramlardan sakınmak sûretiyle Allah’tan korkarsanız onların (münâfıklar ve gayr-i Müslimlerin) size karşı hîle ve tuzakların hiçbir zararını görmezsiniz. Allâh’ın korumasında olursunuz. (S. HAVVÂ, 2/442, M. A. SÂBÛNİ, 1/205 )
‘Sabreder ve sakınırsanız…’ Yüce Allah müminlerinyahûdi ve münâfıkların bu tür tutum ve davranışlarına karşı iki şey tavsiye etmektedir: Sabretmek ve korunma tedbirleri almak. Müminler böyle yapabilirlerse Yahûdi, münafık ve kâfirlerin hîle, desîse ve tuzakları müminlere hiçbir şekilde zarar veremez. (İ. KARAGÖZ 1/599)
Yüce Allah yukarıdaki âyetlerde bizim dışımızdakileri sırdaş edinmeyi yasaklıyor. Mümin kullarının sabırlı olmalarını, Allah’tan korkmaları şartıyla İslâm düşmanlarının hîle ve tuzaklarının boşa çıkacağını vaad ediyor. Bundan sonraki gelecek âyetlerde Bedir ve Uhud günlerinde mümin kullarına sabır ve takvâları nedeniyle kâfirlerin hîle ve tuzaklarını boşa çıkardığını iki örnekle anlatıyor (125. âyete bakınız, S. HAVVÂ, 2/444)
Devâmında da bu yasaklamanın sebep ve hikmetlerini şu şekilde peş peşe saymaktadır:
(1) ’Onlar size kötülük etmekten geri kalmazlar.’ Kâfirler ve münâfıklar, müminlere kötülük yapmaktan aslâ geri durmaz; onlara zarar, fesat ve şer ulaştırmakta hiç kusur etmezler.
(2) Onların her zaman sıkıntıya düşmelerini, zahmet ve meşakkate uğramalarını ister, bundan son derece memnun olurlar.
(3) ’Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır.’ Müminlere karşı şiddetli derecede bir kin, öfke ve kızgınlık içindedirler. (Ö. ÇELİK, 1/460)
(4)’İşte sizler öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz. Hâlbuki onlar sizi sevmezler.’ Müslümanlar kendi dîn kardeşlerini sevdikleri gibi, insan olmaları ve potansiyel Müslüman olmaları sebebiyle dinsiz veya başka dîne mensup olanları da severler. Onların hidâyete ermelerini arzu ederler. (Ö. ÇELİK, 1/460)
(5)’ve kitabın bütününe inanırsınız.’ ‘Onlar ise sizinle karşılaştıkları zaman ‘îmân ettik’ derler; yalnız başına kaldıkları vakit de size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar.’ Müminler hem bütün ilâhî kitaplara, hem de Kur’ân’ın tamâmına inanırlar. (..) Fakat kâfirler öyle değildir. Kur’ân’a inanmadıkları gibi özellikle ehl-i kitap kâfirleri kendi kitaplarına da tam olarak inanmazlar. Cehennemin en alt tabakasına girecek şekilde kâfir olan münâfıklar ise Müslümanlarla karşılaşınca ‘îmân ettik’ derler; fakat başbaşa kalıp meydanı boş bulduklarında müminlere olan kin ve nefretlerinden dolayı parmaklarını ısırır. Dişlerini gıcırdatıp dururlar. (Ö. ÇELİK, 1/460)
(6) ‘Sizlere bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Ama başınıza bir felâket gelirse buna sevinirler.’ Kâfirler ve münâfıklar müminlerin birlik ve berâberliklerine, başarı, zafer, refah ve mutluluklarına, hatta onlara en küçük bir iyiliğin değmesine son derece üzülür, kahrolurlar. Onların mağlûbiyet, hastalık, kıtlık ve benzeri sıkıntılara mâruz kalmalarına ise son derece sevinirler. (Ö. ÇELİK, 1/460)
3/121-122 UHUD SAVAŞI
121. (EyPeygamberim!) Hani vaktiyle sen, (Uhud’da) savaş için durulacak (elverişli) mevzilere mü’minleri yerleştirmek üzere, âilenden sabah erkenden ayrılmıştın. Allah (sözlerinizi) hakkıyla işiten ve (niyetlerinizi) bilendir.
122. (Ey Peygamberim!) Hani (Uhud’da) sizden iki bölük, Allah kendilerinin yardımcısı olduğu hâlde, korkuya kapılıp (ordununikikanadından) geri çekilmeye niyetlenmişti. Hâlbuki mü’minler ancak Allâh’a güvenip dayanmalıydılar.
121-122. (121).‘Hani sen müminleri savaş için duracakları yere yerleştirmek üzere erkenden evinden ayrılmıştın.’ Burada savaştan kasıt Uhud gazvesidir. (..) Anlam şudur: Allâh’ın müminleri dost edinmesine bir örnek olmak üzere Medîne’de âilenin yanından onları yerleştirmek üzere çıkışını hatırla; yâni müminleri savaş esnâsında sağ – sol kanatlar, kalpgâh ve artçılar olmak üzere yerlerine yerleştiriyor idin. (S. HAVVÂ, 2/444)
(122).‘O zaman sizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Hâlbuki onların yardımcısı Allah idi.’ Bu âyette geçen iki takım Hârise oğulları ve Seleme oğullarıdır. Bu iki kabîleyi hatırlayınız, korkaklık gösterip geri çekilmeye yüz tutmuştu. Allah onları münâfıklara katılmaktan alıkoydu. Bu olay bize işlerimizi Allâh’a teslîm etmeyi, ona gereğince tevekkül etmeyi, emrine muhâlefet etmemeyi öğretmektedir. (S. HAVVÂ, 2/444, 445)
‘Müminler yalnızca Allâh’a tevekkül etsinler.’ Kur’an’da ısrarla Allâh’a tevekkül edilmesi emredilmiş (5/11, 9/51) ‘Allâh’a tevekkül edene Allah yeter.’ (65/3) buyrulmuş, Peygamberlerin (9/129, 11/56) ve müminlerin Allâh’a tevekkül etmeleri gerektiği bildirilmiştir. (8/2-3; İ. KARAGÖZ 1/600)
Allâh’a tevekkül’, çalışmadan, sebeplere sarılmadanişi Allâh’a havâle etmek değildir. İnsan her ne iş yaparsa yapsın, o işini kurallarına uygun olarak yapacak, çalışacak, sabredecek, Allah’tan başarısı için yardım isteyecek ve Allâh’ın kendisini başarılı kılacağına inanacaktır. Bu konu, Ankebut sûresinin 58 ve 59. Âyetlerinde açıkça ifâde edilmiştir: ‘Çalışanların ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler.’ Buna göre çalışma, sabır ve tevekkül birlikte olacaktır. (İ. KARAGÖZ 1/601)
Yukarında 120. âyette sabır ve disiplinli davranma tavsiyelerine uyulmadığı takdirde neler olabileceğini belirtmek üzere bu âyetlerde savaş günlerinin önemli olaylarından örnek verilmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/663)
Rasûlullah (s) Uhud günü Medîne’den bin kişi ile çıkmış idi. Müşriklerin sayısı ise üç bin kişi idi. Rasulûllah (s) Uhud’a giderken yol üzerinde eş Şavt denilen yerde münâfıkların başı Abdullah b. Übey kızarak ordunun üçte birini alıp geri döndü. Zîrâ Rasûlullah (sa) onun görüşünü ve sözünü kabul edip uygulamamıştı. İşte o vakit sözü geçen iki takım nerdeyse sarsıntı geçirmek ve münâfıklarla berâber dönmek üzere idi. Ancak Allah müminleri himâye ederek ve münâfıkların tuzaklarını da boşa çıkartarak onları korudu. İşte bu iki âyet-i kerime, kâfirlerin ve münâfıkların tuzaklarının müminlere sabredip takvâya sarılmaları hâlinde zarar veremeyeceğini beyan etmek amacında gelmiş; ondan sonra da Yüce Allah müminleri dost edindiğine, onların düşmanlarını yardımsız bırakıp hîle ve tuzaklarını da boşa çıkardığına dâir Bedir günü meydana gelen olayları hatırlatarak örnek vermiştir. (S. HAVVÂ, 2/445)
3/123-129 BEDİR SAVAŞI
123. (Ey müminler!) Muhakkak ki Bedir (gazvesin)de siz, (askervesilâhbakımından) daha zayıf iken, Allah size yardım etmişti. ‘Allâh’ın emirlerine uygun yaşayın’ ki şükretmiş olasınız.
124. (Ey Peygamberim!) O vakit sen (Bedir’de) mü’minlere: “İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size yardım etmesi yetişmez mi?” diyordun.
125. (Ey müminler!) Evet, eğer sabreder ve (Allâh’aitâatsizlikten) sakınırsanız ve (buarada) onlar (düşmanınız) hemen üstünüze geliverirse, Rabbiniz size, nişâneli beş bin melekle yardım eder.
126. (Ey müminler!) Allah bunu, size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yapmıştır. Yardım / zafer ancak, mutlak gâlip, hüküm ve hikmet sâhibi Allah tarafındandır.
127. (BirdeAllahbuyardımısize) inkâr edenlerin bir kısmını(nveyâilerigelenlerininbaşlarını) kessin yâhut onları perişan etsin de (gerikalanlar) umutsuzluk içinde geri dönsünler diye (yaptı).
128. (Ey Peygamberim! Kâfirlerin yaptığı) işden hiçbir şey sana âit değildir. O (Allah) ya onların tevbelerini kabûl eder veyâ zâlim olduklarından onlara azap eder.
129. Göklerde ve yerde olanların hepsi Allâh’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayandır ve çok esirgeyendir.
123-129. Hicretin 2. yılında vuku bulan Bedir savaşında İslâm ordusu 305 kişi, Mekke müşrikleri 1000 kişi kadardı. Savaş izni verildikten sonra yapılan bu savaş tam bir zaferle sonuçlanmıştır (H. DÖNDÜREN, 1/137)
(123).‘And olsun ki siz düşkün bir durumda iken Bedir’de Allah size zafer vermişti.’ ‘ezilletin’: sayıca ve silâh bakımından azlık anlamındadır. Asıl zaferin sayı ve silâh çokluğuyla olmayıp Allah’tan gelecek yardım ile olduğunu belirtmektedir. (S. HAVVÂ, 2/445)
Müminlere önce bin melekle yardım sözü verilmişken bu sayı Kürz bin Câbir’in müşriklere yardım edeceği haberi üzerine 3000 e çıkarılmıştır. (H. DÖNDÜREN, 1/137)
Meleklerle yardım gönderme askeri yâni maddi yardım şeklinde olabiliceği gibi, kalplere sebat vermek, moral ve güven duygusu vermek gibi mânevi yardımlar da olabilir. (M. HİCÂZİ, 1/330)
(125).‘Rabbiniz size işâretli / nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.’ Kürz Bedir’de bozgun haberi alınca müşriklere yardım etmedi bunun üzerine yüce Allah müslümanlara 5000 melekle yardım gönderdi.
‘müsevvimîn’: Ayırt edici işâretler taşıyan, özel giysi şekilleri tanınan anlamları verilmişse de (etken fiil olduğundan) yara izi meydana getiren anlamı verilebilir. (..) İbn-i Abbas şöyle demiştir: Bedir günü meleklerin niŞânı, sırtlarına doğru uçları serbest bırakılan beyaz sarıklar, Huneyn günü ise kırmızı sarıklar idi. Ancak Bedir günü dışında melekler vuruşmadılar. Diğer savaşlarda sayıca ve yardımcı güç olarak geliyor ve vuruşmuyorlardı. (S. HAVVÂ, 2/449 )
Hadîs: Bedir savaşında müşriklerden bir adamı yakalayıp öldüreyim, diye tâkip ettim. Ancak yakaladığımda daha kılıcımı ona dokundurmadan kellesinin yere düştüğünü gördüm. Anladım ki, onu benden önce birisi (melek) öldürmüştü. (Ahmed b. Hanbel’den M. DEMİRCİ, 1/238)
(126).‘Bu yardımı Allah size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı.’ Allâh’ın melekleri indirmesi ve onların indirildiklerini sizlere haber vermesi, sâdece sizin için bir müjde ve kalplerinizi hoş tutup, yatıştırmak içindir. Yoksa zafer Allah katındandır. O dilediği takdirde melekler olmaksızın ve onların savaşmasına gerek kalmaksızın da düşmanlarından intikâm alabilir. Zira O, hiçbir şekilde yenik düşürülemeyen izzet ve kudretin sâhibidir. Kaderinde, hükümlerinde, tekliflerinde, zafer vermesinde yâhut bozguna uğratmasında hikmet sâhibidir. (S. HAVVÂ, 2/447)
(128).‘Senin elinde emirden bir şey yok.’ Aksine emir bütünüyle yalnız Allâh’ındır. ‘Allah ya onların tevbesini kabul eder yâhut da zâlim oldukları için azaplandırır.’ (..) Onların emirlerinin tek sâhibi yalnızca Allah’tır. Onları ya helâk eder yâhut bozguna uğratır yâhut Müslüman olmaları hâlinde onların tövbelerini kabul eder. Küfür üzere ısrar etmeleri hâlinde onları azaplandırır. Onların bu durumları sana âit değildir. Sen onları uyarmak ve cihad için gönderilmiş bir kulsun. (S. HAVVÂ, 2/448)
Hz. Peygamber savaşta yaralanınca peygamberini yaralayan kavim nasıl felâh bulur? Diye sormuş, bunun üzerine 128. âyet inmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/667)
Hz. Peygamber bu arada özellikle sabah namazının son rek’atında 4 kişinin adını vererek kunut duâsı yapıyordu. Yukarıdaki âyet inince bedduâyı bıraktı. Çünkü bugün müşrik olan düşmanın yarın İslâm’a girmesinin mümkün olduğunu anladı. Nitekim çok geçmeden Hâlid bin Velîd, Amr bin Âs ve İkrime gibi zatlar Müslüman olmuş ve İslâm’a büyük hizmetler vermiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/138)
‘…dilediğini bağışlar, dilediğini cezâlandırır.’ Fakat Allâh’ın dilemesi, kullarının tercih ve davranışlarınabağlıdır. Öyleyse O’nun bağışlamasına lâyık kullar olmaya çalışın. Unutmayın ki ‘Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.’ (M. KISA 1/85)
3/130-132 FÂİZ
130. Ey îmân edenler! Ribâyı (fâizi), hele de kat kat artırılmış olarak (hiç) yemeyin. Allâh’ın azabından korkun, emirlerine uygun yaşayın ki kurtuluşa eresiniz. [krş. 2/276]
131. (Ey insanlar!) ‘Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.’
132. ‘Allâh’a ve Peygamber’e itâat edin ki merhamete erişesiniz.’
130-132. (130).‘Kat kat fâiz yemeyin.’ Ribâ (fâiz) herhangi bir borç ilişkisi ile doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacak için ek vâde tanıyıp, vâde sonunda bu alacağı fazlalıkla tahsil etmeninyâhut alınan fazlalığın adıdır.
Âyetteki ‘kat kat fâiz’ , günümüzün deyimi ile ‘bileşik fâiz’dir. Kur’ân’ın ilk muhâtapları olan Arap toplumunda tefecilik ve katlamalı fâiz vardı. Vâdesinde ödenemeyen borca yüksek fâizler eklenerek vâde uzatılır, böylece alınan borç kısa zamanda kat kat olurdu. (İ. KARAGÖZ 1/610)
İş ve ekonomi dünyâsında günümüzde yürürlükte olan fâiz işlemleri de öz bakımından câhiliye döneminde câri olan fâiz geleneğinden farklı bir şey değildir. Araplar arasında ‘geleneksel ribâ’ günümüzün ‘basit fâiz’ veya ‘bileşik fâiz’ denilen uygulamanın aynısıdır. ‘Ribâ’ kelimesi yerine ‘fâiz’ veya ‘nema’ adı verilmesi âyette sözü edilen yasağı kaldırmaz. (İ. KARAGÖZ 1/611)
Kur’ân’da ribâ yasağı 4 aşamada gerçekleşmiştir. (a) ilk aşamada fâiz yasaklanmamış, Allah katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinilmiştir. (Rûm 30/39) (b) ikinci aşamada fâizin Yahûdilere haram kılındığı onların bunu helâl sayması ve birçok cezâya çarptırılmaları haber verilmiştir. (4/160, 161) (c) 3. aşamada (3/130) fâiz açıkça yasaklanmıştır. (d) 4. aşamada (2/275-281 ) fâiz kesin ve sert üslupla yasaklanmış, fâizde ısrar edenlerin Allah ve Rasûlüne savaş açmış olacakları belirtilmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/670, 671)
‘Allâh’a karşı gelmekten sakının.’ Bir insanın ‘müttaki’ olabilmesi için; (a) Îman edip şirkten yâni Allâh’a ortak koşmaktan, küfür ve nifaktan yâni ikiyüzlülükten sakınması, (b). Allah ve Peygamberin emrettiği şeyleri yapması, itaat etmesi, (c). Allah ve Peygamberin yasakladığı fiilleri ve haramları terk etmesi yâni isyan etmemesi, bütün günahlardan, dünyâ ve âhirette zarar verecek şeyleri yapmaktan sakınması gerekir. (..) ‘Allâh’a karşı gelmekten sakının’ demek, bu âyette fâizciliği terk ederek cehennemden sakının demek olur. (İ. KARAGÖZ 1/611)
‘..ki kurtuluşa eresiniz.’ Bir insanın kurtuluşa erebilmesi içinen başta mümin olması gerekir. Mümin olmak, kurtuluşa ermenin ön şartıdır. (2/3-4, 7/157, 23/1). Müminin kurtuluşa erebilmesi için müttaki olması (2/189, 3/130, 200) haramlardan sakınması (5/90), farz görevleri yapması (22/77), sabırlı olması (3/200) ve nîmetlere şükretmesi, kısaca Kur’an ve sünnetteki emir ve yasaklara uyması, Allah ve Peygambere itaat etmesi gerekir. (İ. KARAGÖZ 1/612)
(131).‘Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.’ Âyet-i kerimede cehennemin kâfirler için hazırlandığı ve cehennemden sakınılması emredilmektedir. Cehennemden sakınabilmek, başka bir ifâde ile cennetlik olabilmek için îman edip sâlih ameller işlemek, farz görevleri yapıp, haram ve günahlardan sakınmak gerekir. Kâfir, müşrik ve münafık olarak ölenler, âhirette cehenneme gidecekler ve orada ebedi olarak kalacaklardır. (8/14, 3/10, 116, 131, 151). ‘İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte bunlar cehennem halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır.’ (2/39, 3/116, 13/5, 39/8, 40/6, 64/10).
(132).‘Allâh’a ve Peygamber’e itâat edin ki merhamete erişesiniz.’ Âyet-i kerimede Allâh’ın merhametine mazhar olabilmek için Allah ve Peygambere itaat şart koşulmuştur. Dğnyâ ve âhiret nîmetlerini, özellikle cennet ve nîmetlerini elde edebilmek için Allâh’ın rahmeti, Allâh’ın rahmetine erebilmek için de Allâh’a ve Peygambere itaat edilmesi gerekir. Rahmet edecek olan Allah’tır. Sâhip olduğumuz bütün nîmetler, Allâh’ın rahmetidir. Cennet ve nîmetleri de Allâh’ın rahmetidir. Allâh’ın rahmeti herşeyi kapsamıştır. (7/156). Allah dünyâda, kâfir ve mümin, itaatkâr ve isyankâr herkese merhamet eder. Âhirette ise sâdece müminlere merhamet edecektir. (6/15, 16)
Hadis: ‘Kim bana itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur; kim bana isyan ederse Allâh’a isyan etmiş olur.’ (Buhâri Ahkâm 1’den İ. KARAGÖZ 1/613)
3/133-138 TAKVÂ SAHİPLERİ
133. (Ey müminler!) Rabbinizin bağışlamasına (erişmeye) ve takvâ sâhipleri için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun. [bk. 57/21]
134. O (takvâsâhibi) olanlar, bollukta ve darlıkta harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik yapan (vegüzeldavranan)ları sever.
135. Ve (yine) müttakiler, çirkin bir iş işledikleri veyâ (günahlarla) kendilerine zûlmettikleri zaman, Allâh’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Zâten, Allah’tan başka kim günahları bağışlar ki? Bir de onlar, işledikleri (günahvehatâlıişleri)nde bilerek ısrar etmezler.
136. İşte Allah’tan korkan müminlerin mükâfâtı, Rablerinden bir bağışlanma ve alt tarafından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. (İyiamel) yapanların mükâfâtı ne güzeldir!
137. (Ey müminler!) Sizden önce nice olaylar gelip geçti. Yeryüzünü dolaşın da (peygamberlerinivegetirdiklerini) yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu (bir) görün.
138. İşte bu (Kur’ân), bütün insanlara (yönelik) bir açıklamadır, takvâ sâhiplerine (Allâh’ınemirlerineuygunyaşamakisteyenlere) bir yol gösterme (hidâyet) ve öğüttür.
133-138. Yukarıdaki 4 âyetle takvâ sâhiplerinin nitelikleri ve âhiretteki mükâfâtları açıklanmaktadır. Bu nitelikler şöyle özetlenebilir: (a) Bollukta ve darlıkta Allah için harcama, (b) Öfkesini yenme, (c) affedici olma, (d) sürekli iyilik yapma, (e) çirkin günah işleyince hemen tövbe etme, (f) kötülükte ısrâr etmeme. (H. DÖNDÜREN, 1/138)
(133).“”””Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete koşun.” Cennete koşmanın mânâsı, itâat ve ihlâsa yönelmek demektir. “Genişliği göklerle yer arası” cennetin uzunluğunun fazlalığına dikkat çekmek içindir. Cennetin eni de boyu gibidir. Zîrâ cennet arşın arasında kubbe gibidir. (S. HAVVÂ, 2/455)
(134).(a) “Onlar ki, bollukta ve darlıkta infâk ederler” Mü’minlerin nitelikleri sayılmaya infâkla başlanmıştır. Çünkü infâk, nefse en ağır gelen iştir. Aynı zamanda ihlâsın en büyük delilidir. (S. HAVVÂ, 2/455)
(b) “Öfkelerini yenerler” Gayz, hoşlanılmadık bir şeye karşı insanın heyecanlanması, yâni “öfke” dır. Gadap’ın arkasında intikâm irâdesi vardır. Gadaplanma hâlinde yüzde ve diğer azalarda belirtiler(i) olur. Gayz ise sâdece kalpte kalır. Allâh’a gadab isnâd edilir, gayz isnâd edilmez. (ELMALILI, 2/424, 425)
Hadîs: Asıl pehlivan, güreşte râkibini yenen değil, kızdığı zaman öfkesine hâkim olan kimsedir. (Buhâri Edeb 76, Müslim Birr107, 108’den, KUR’ÂN YOLU, 1/673)
Hadîs: Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ise ancak su ile söndürülür. Sizden biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın (Ebû Dâvûd’dan, S. HAVVÂ, 2/459)
Hadîs: Biriniz öfkelendiğinde ayakta ise otursun öfkesi geçmezse yatsın. (Ahmed b. Hanbel’den S. HAVVÂ, 2/460)
Hadîs: Öfke esnâsında istiâzede bulunmak / eûzü besmele çekip Allâh’a sığınmak sünnettir. (S. HAVVÂ, 2/459, 460)
(c) ‘İnsanları bağışlarlar.’ Herhangi bir kimse onlara karşı bir suç işlediğinde sorumlu tutulmaz. … ihsân, kötülük yapana iyilik yapmakdır. (Çünkü) iyilik yapan bir kimseye iyilik yapmak, karşılıklı bir ticârettir. (S. HAVVÂ, 2/455)
Şûrâ sûresinde bir kötülüğe ancak misli ile karşılık verilebileceği fakat affedip bağışlayan kimseyi Allâh’ın mükâfatlandıracağıbildirilerek, af ve bağış teşvik edilmiştir. (42/40, 41/34, 35). Kötülüğe karşılık verilecekseancak misliyle karşılık verilebilir. Ancak affetmek ve barışmakdaha hayırlıdır. Çünkü misli ile karşılık vermenin sevâbı yok, ama affetmenin sevâbı vardır. (İ. KARAGÖZ 1/617)
Takvâ sâhipleri yâni Allâh’ın emirlerine uygun yaşayanlar, dünyâ malına karşı olan tutumlarında çocukluk aşamasını geçmiş üstünlük aşamasına ulaşmıştır. (a) Çünkü çocukluk aşamasındaki insanlar ihtiyâcı olsun olmasın, azıcık fayda umduğu şeyi elde etmek için çırpınırlar ve onu elde etmeyince rahat edemezler; açgözlü ve bencildirler, elindekini kimseye vermemeye ve göstermemeye çalışırlar. (b) İkinci aşamadakiler gözünü dünyâya dikmeyip, kanâate ulaşanlardır. (c) Üçüncü aşamadakiler ise takvâ sâhipleri olup maddî şeylere bağımlılıktan kurtulup İslâmî ölçüde kendisine yetecek olandan fazlasını Allah rızâsı için bollukta ve darlıkta harcarlar. İşte bunlar muhsinlerdir. [bk. 3/180; 25/67; 59/9; 76/8] (H. T. FEYİZLİ, 1/66)
(135).(d) ‘Onlar ki fenâ bir şey yaptıklarında veyâ kendilerine zulmettiklerinde Allâh’ı anarlar ” Fâhişe: Zinâ, şarap içmek gibi büyük günahlar demektir.
(e) ve hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler.’ “Onlardan herhangi bir günah sâdırolduğu takdirde, hemen arkasından tevbe ve istiğfâr ederler. ” (S. HAVVÂ, 2/456)
Hadîs: “Bir günah işleyip te arkasından güzelce abdest alan ve arkasından iki rekât namaz kılarak Allah’tan mağfiret dileyip te, günahı bağışlanmayan hiçbir kimse yoktur.” (Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 2/460)
(f) ‘Hem de onlar yaptıklarında bile bile ısrâr etmezler.’ Yâni hemen günahlarından tevbe ederler ve çabucak o işten vaz geçerler. Günahı sürdürmezler. (S. HAVVÂ, 2/456)
(137).“Sizden önce de nice hayat tarzları gelip geçti“ Peygamberlere muhâlefetleri nedeniyle nice topluluklar helâk oldular Yâni ey müminler, kâfirler Uhud olayında size karşı üstün gelse de, buna üzülmeyin. Sizden önce milletler târihinde böyle nice olaylar geçti. (ELMALILI, 2/426, 427)
“..öyleyse gezin yeryüzünü “Müfessirler, burada yeryüzünde yolculuk edip, ibret almalarını, târihî kalıntıları ziyâret etmeyi, hatta târih kitaplarını okuyup incelemeyi câiz olduğuna delil vardır, demiştir. Hattâ ibret için eski eserleri incelemek de unutulmamalıdır. (ELMALILI, 2/427)
(138).‘İşte bu (Kur’ân), bütün insanlara bir açıklamadır, takvâ sâhiplerine bir yol gösterme (hidâyet) ve öğüttür.’ Âyette Kur’ân-ı Kerîm’in üç özelliği bildirilmiştir: (1) Kur’an bütün insanlar için bir beyan ve açıklamadır. Kur’an bütün insanlara hitap eder; hak ile bâtılı, yanlış ile doğruyu birbirinden ayırt eder ve açıklar: ‘Ey Peygamberim! Sana bu kitabı herşey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.’ (16/89) (2). Kur’an genelde bütün insanlar için (2/185) özelde müttakiler için yol göstericidir, insanları dalâletten hidâyete sevk eder, insanları ve toplumları doğru yola iletir. (17/9). (3). Kur’an, özellikle müttakiler için öğüttür. Kur’ân’ın emir ve yasakları, Peygamber kıssaları, misaller ve âyetlerin her biri bir öğüttür. Nisâ sûresinin 58. Âyetinde ‘Allah bununla size negüzel vaaz ediyor’ cümlesi, bunun delîlidir. Kur’an’da Allah ve Peygamberin vaaz ettiği bildirilmektedir. (4/58, 63; 16/90; İ. KARAGÖZ 1/622)
3/139-143 EĞER İNANIYORSANIZ
139. (Eymü’minler!) Gevşemeyin ve üzülmeyin. Eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınızdan) çok üstünsünüzdür.
140. (Ey müminler!) Eğer siz (Uhud’da) yara aldı iseniz, (düşmanınızolan) o kavim de (Bedirgazvesinde) benzeri bir yara almıştı. İşte biz, o günleri (bâzengâlibiyetvebâzenmağlûbiyetşeklinde) insanlar arasında döndürür dururuz. Bu da, Allâh’ın gerçekten îmân edenleri ortaya çıkarması ve sizden şâhitler edinmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.
141. (Birde) Allâh’ın, mü’minleri (günahlarından) temizlemek ve kâfirleri mahvetmek için böyle yapar.
142. (Ey müminler!) Yoksa Allah içinizden cihâd edenleri ayırt edip ortaya koymadan, sabır (vesebât) edenleri belirleyip meydana çıkarmadan (kolayca) cennete gireceğinizi mi zannettiniz? (Zannetmeyin.) [krş. 2/214; 29/23]
143. (Ey müminler!) Andolsun ki siz, (savaşıp) ölümle karşılaşmadan önce ölmeyi (şehitolmayı) temennî etmiştiniz. Oysa (Uhud’da) onu gördüğünüz hâlde (seyircigibi) bakıp duruyordunuz.
139-143. (139).“gevşemeyin, üzülmeyin“ Cihâd etmekten geri kalıp zaafa düşmeyin, Allah yolunda size isâbet eden veyâ edecek şeyle (müsîbetlere) üzülmeyin. (S. HAVVÂ, 2/462)
“Eğer îmân ediyorsanız en üstün sizsiniz“ Üstünlüğün, zaferin, yardımın, gâlibiyetin müminlerin olacağının müjdesidir.(S. HAVVÂ, 2/462)
Âyette Uhud Savaşı’na katılan müminlere hitap edilmektedir. Müminler Uhud Savaşı’nda Bedir Savaşı gibi tam bir zafer elde edemedi, 70 şehid verdi, Peygamberimiz (s) dâhil birçok Müslüman yaralandı. Bu sebeple çok üzüldüler, kederlendiler, mahzun oldular. Yenmek de yenilmek de savaşın bir sonucudur. Hiçbir şey ilâhi takdirin dışında değildir. (İ. KARAGÖZ 1/622, 623)
(140).“Eğer size bir yara dokunduysa, şüphesiz o bana da o kadar dokunmuştur “ Onlar Uhud savaşında kararlılıklarının karşılığını almışlardır. Bu Allâh’ın bir kânânudur. (….) Allah onları sevdiği için değil, sabırla ve kararlılıkla savaştıkları için zafere ulaşmışlardır. Sabır ve kararlılık gösterenler başarıya ulaşırlar. Bu ilâhî bir kânundur. (KUR’ÂN YOLU, 1/678)
“Zîrâ o (iyi ve kötü) dönemleri biz insanlar arasında döndürüp dururuz.“ Kimi zaman müminler üstün gelir, kimi zaman kâfirler. Âkıbet, müminlerin olmakla birlikte o, bu dünyâda nimetleri ve azapları döndürüp durur. (S. HAVVÂ, 2/463)
(Bu) âyette yüce Allah, müminlere seslenip onları imtihan edilmeden, Allah yolunda cihad edip sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceklerini zannetmemeleri konusunda uyarmaktadır. Sınav gereği insan bâzen nîmet, bâzen musibet ile karşılaşabilir. Savaşlarda müminler bâzen zafer kazanır, bâzen kaybedebilir. Eğer bütün savaşlarda müminler yenen, kâfirler yenilen taraf olsalardı, o zaman hayâtın sınav oluşunun bir değeri kalmadığı gibi, serbest irâde ile îman etme imkânı da ortadan kalkar, kâfirler ister istemez îmâna zorlanmış olurlardı. İşte bu gibi hikmetlere binâen yüce Allah, zaferi ve yenilgiyi kâfirlerle müminler arasında döndürmekte, her iki tarafa da acı ve tatlı günleryaşatmaktadır. (İ. KARAGÖZ 1/626, 627)
(142).“Yoksa Allah içinizden cihâd edenler ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?“ İmtihân edilmeden, Allah yolunda cihâd edenleri ve düşmana sabır gösterenleri belirtmeden cennete giremeyeceksiniz. Başka bir anlatımla, cihâd etmeksizin ve sabretmeksizin cennete gireceğinizi sanmayınız. Bu âyet-i kerimede müminlere cihâd ve sabra teşvik vardır. (S. HAVVÂ, 2/464)
(143).“Ölümle karşılaşmadan onu istiyordunuz.“ Ölümü İstemek: Herhangi bir müslümanın, gerek savaşta, gerek savaş dışında ölümü istemesi doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Düşmanla karşılaştığınızda da sabırlı (direniniz) olunuz.“ Savaş alanlarında asıl olan ölmek değil, Müslümanların zaferi için gayret göstermek ve savaşmaktır. (KUR’ÂN YOLU, 1/681)
3/144 GERİSİN GERİYE Mİ DÖNECEKSİNİZ?
144. Muhammed, sâdece bir peygamberdir: Ondan önce de peygamberler gelip geçti. (Ey müminler!) Şimdi o ölür veya öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde (eskidîninize) gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle ökçeleri üzerinde geriye dönerse, elbette Allâh’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükrü yerine getirenlerin mükâfâtını verecektir.
144-144. ‘Şimdi o, ölür veya öldürülürse ökçeleriniz üzerinde mi döneceksiniz?’ ‘Ökçeler üzerinde geri dönmek, irtidattan yâhut da bozguna uğtamaktan mecazdır. Âyet-i kerime aynı zamanda rasûllerin öldürülebileceğini de ifâde etmektedir. (S. HAVVÂ, 2/466)
Uhud gazvesinde müşrik Abdullah b. Kamie’nin attığı taş ile Rasûlullah (s)’in mübârek yüzü yaralanmış, dişi kırılmıştı. Bunun üzerine o, “onu öldürdüm“ diye yalan yaymıştı da bu yüzden ashâb paniğe kapılmıştı. Bunun üzerine bu âyet indirildi. (H. T. FEYİZLİ, 1/67)
Uhud savaşında bir ara düşmanın bozguna uğradığını gören okçular grubu, Hz. Peygamber’in kesin tâlimâtına rağmen yerlerini bırakıp ganîmet toplamaya yönelmişti. Geri kalan sekiz olçuyu şehid eden düşman, Müslümanları bozguna uğratmış, Hz. Peygamber yüzünden yaralanmış, O’nun öldüğü haberi yayılmıştı. Bunun üzerine bir kısım sahâbe dağılmış ve Medîne’nin yolunu tutmuştu. Hâlbuki ‘Allah seni insanlardan korur.’ (Mâide 5/67) âyeti ile Allâh’ın elçisi koruma altında idi. Sonradan yeniden toparlanan İslâm ordusu düşmanı dağıtmıştır. İşte yukarıdaki âyette bu olay hatırlatılır. Allâh’ın ve dîninin kalıcı olduğuna yer verilir. (H. DÖNDÜREN, 1/138, 139)
3/145-148 ÖLÜM ALLÂH’IN DİLEMESİYLEDİR
145. Allâh’ın izni olmadan hiçbir kimseye ölmek yoktur. (Ölüm) vâdeye yazılmış bir yazıdır. Kim dünyâ nîmetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret mükâfâtını isterse kendisine de ondan veririz. Böylece şükrü yerine getirenlerin mükâfâtını vereceğiz.
146. Nice peygamberler vardır ki onlarla birlikte (Allaherleri) birçok Allah dostu savaştı da, Allah yolunda kendilerine gelen (meşakkat)lerden (dolayı) gevşeyip yılmadılar, zayıflık gösterip boyun eğmediler. Allah sabır (vesebât) edenleri sever.
147. Allah dostlarının sözleri: “Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. (Savaşta) ayaklarımızı sâbit kıl (bizedayanıklılıkver) ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et / zafer ihsân eyle.” demekten ibâretti.
148. İşte (buyüzden) Allah, onlara hem dünyâ nimetini / mükâfâtını, hem de âhiret sevâbının güzelliğini (cennetinivenîmetlerini) verdi. Allah, güzel hareket edenleri sever.
145-148. (145).“Allâh’ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölmek yoktur. O vâdesi ile yazılmış bir yazıdır.“ Allâh’ın ilmi, irâdesi ve kudreti olmadıkça, ölüm meleğine izin vermedikçe hiçbir kimse ölmez. Allâh’ın takdîri olmaksızın ve Allâh’ın belirlediği süre tamamlanmadan hiçbir kimse ölmez. (S. HAVVÂ, 2/467)
Her nefsin eceli önceden belirlenmiş mâlûm süreye kadar yazılmıştır. Öne alınmaz, tehir edilmez. Korkaklık ömrü uzatmaz, kahramanlık da ömrü kısaltmaz. İnsan eceli dolmadan ölmez. (M. A. SÂBÛNİ, 1/212) ne bir sâniye ileri, ne de bir sâniye geri alınır. Bu ilâhi kânun, peygamberler dâhil insanlar için, hem de toplumlar için geçerlidir. (KUR’ÂN YOLU, 1/684)
Kur’an’da verilen bilgilere göre insan için belirlenen süre dolunca hayat sona erer, ölüm gerçekleşir, (29/5) bundan kaçıp kurtulmak mümkün değildir. (33/16, 62/8). Dolayısıyla insan hangi sebeple ölürse ölsün, eceli ile ölmüştür. Dünyâdaki yaşama süresini doldurmadan kimse ölmez, ölmesi mukadder olanın da önüne geçilmez. ‘Savaşa gitmeseydı’, ‘yola çıkmasaydı’, ‘şöyle veya böyle yapmasaydı ölmezdi’ demek, Kur’an’la bağdaşmaz. (3/154, 156; İ. KARAGÖZ 1/630)
“rabbe kul olanlar.“ Pek çok ilim adamı, sabreden ilim adamları, sâlih ve takvâ sâhibi kimseler, (S. HAVVÂ, 2/467) eğitim görmüş topluluk (ELMALILI, 2/440) diye tefsir edilmiştir.
Burada Uhud olayı dolayısı ile Muhammed ashâbı eğitilmek üzere, ümmetlerin hayırlısı olarak rabbânîler olmaya aday iken, öldürüldüğü şâyiası karşısında perişan oluverdîniz, burada ince bir sitem vardır. (ELMALILI, 2/441)
146 ve 147. âyetlerde, Uhud savaşında Abdullah b. Übey’e gidelim de müşriklerin başkanı Ebû Süfyan’dan, bizim için eman dilesin’ diyen Müslüman veya münâfıklara bir târiz / kinâyeli söz ve bir sitem vardır. (KUR’ÂN YOLU, 1/686)
(146).”Ve Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmâdilar, boyun eğmediler.” Bu buyrukta Rasûlullah’ın öldürüldüğü ….(yalan haber) üzerine görülen gevşeklik ve bâzılarının zilleti kabul etme eğilimlerine bir sitem vardır. O kadar ki, Ebû Süfyan’dan eman istemek için İbn-i Übeyy’i aracı kullanmayı bile düşünenler oldu. (S. HAVVÂ, 2/468)
(147).‘(Allah dostlarının) sözleri ancak ‘Ey Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıkları bağışla. (Er meydanlarında dizlerimize derman, yüreğimize cesâret vererek) adımlarımızı sağlamlaştırve inkâr edenlere karşı bize yardım et.’ Âyette geçmişte peygamber ve Allah dostlarının yaptıkları duâ bildirilerek savaş ve benzerı sıkıntı zamanlarda Allâh’a dört konuda duâ ettikleri bildirilmektedir: (1). Günahların bağışlanması, (2). İşlerdeki aşırılık, yanlışlık ve hatâların bağışlanması, (3). Îmanda ve cihadda sebat ettirilmesi, (4). Kâfirlere karşı yardımcı olması. (İ. KARAGÖZ 1/633)
(148).’’Nihâyet, Allah onlara hem dünyâ nimetini ve hem de âhiret sevâbının güzelliğini verdi.’ Gâlibiyet, ganimet, şan, şeref (H.B. ÇANTAY) üstünlük, cennetini ve ondaki nimetlerini mağfiret etti (S. HAVVÂ, 2/468)
3/149-152 EN İYİ DOST ALLAH’TIR
149. Ey îmân edenler! Eğer küfre sapanlara itâat ederseniz, sizi ökçeleriniz üzerinde gerisin geri (küfre) çevirirler de (dünyâveâhirette) ziyâna uğrayanların durumuna düşersiniz.
150. (Ey müminler!) Doğrusu, Mevlânız (yardımcınız, koruyucunuz, dostunuz) yalnız Allah’tır (ohâlde, ancakO’naitâatedin). O, yardımcıların en hayırlısıdır.
151. Hakkında (Allâh’ın) hiçbir delil indirmediği (putvetabulaştırdıkları) şeyleri Allâh’a eş koştuklarından dolayı, küfre sapanların kalbine korku düşüreceğiz. Onların dönüp varacağı yer ateştir. Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür!
152. (Ey müminler!) Gerçekten Allah, (sizeolanyardım) vaadîni doğruladı (yerinegetirdi). Hani O’nun izniyle müşrikleri (Uhud’da) kırıp geçiriyordunuz. Fakat sevdiğiniz (zaferivebıraktıklarıganîmet)i size gösterdikten sonra, (Peygamber’inverdiği) emir hakkında gevşediniz, (yerlerinizdekalıpkalmamakhususunda) tartıştınız ve (emre) karşı geldiniz: Kiminiz dünyâyı (ganîmeti) istiyor, kiminiz de (emrebağlıkalarak) âhireti istiyordu. Sonra (Allah), sınamak için onlar(akarşıbaşarı)dan sizi geri koydu. Bununla berâber sizi bağışladı. Allah mü’minlere karşı çok lütufkârdır.
149-152. (149).”Kâfirlere itâat ederseniz, ökçeleriniz üzere sizi geri çevirirler.” Kâfirlere ve münâfıklara itâat ederseniz, sizi küfre, câhiliyeye, münâfıklığa ve şirke döndürürler. ”kaybedenlerden olursunuz” dünyânızı da, âhiretinizi de kaybedersiniz. O hâlde müminler, kâfirlerden ve münâfıklardan uzak durmalıdırlar. (S. HAVVÂ, 2/479)
”küfredenlerin kalplerine korku salacağız” Müslümanların Allâh’ın yardımına güvendikleri kadar, müşrikler kendi putlarının yardımına güvenmemektedirler. Çünkü onlar, tanrılar arası mücâdelelerin devâm ettiğine inanmaktadırlar. Bu da onların korkaklaşmasına neden olmaktadır. (KUR’ÂN YOLU, 1/689)
(150).”hâlbuki mevlânız Allah’tır” Size yardımcı olacak olan O’dur. Allâh’ın yardımcı olmasının delillerinden biri de kâfirlerin kalplerine korku salmasıdır. Bu vaad, kâfirlere itâatin yasaklanmasından sonra gelmiştir. Bunun anlamı, kâfirlere itâat ettiğiniz takdîrde, Allâh’ın vaadi, yardımı söz konusu olmayacaktır. (S. HAVVÂ, 2/479, 480)
Hadîs: Benden önceki hiçbir peygambere verilmemiş beş şey bana verildi; bir aylık mesâfe ile düşmanın kalbine korku salınmak sûretiyle bana yardım olundu…. (Buhâri ve Müslim’den, S. HAVVÂ, 2/480)
(152).‘Gerçekten Allâh’ın size olan vaadi doğru çıktı. O’nun izniyle kâfirleri doğruyordunuz.’ Allah size yardım ve zafer vaadini Uhud günü gerçekleştirmiştir. Zîra düşmanınızın sayısı üçbin kişi sizlerin ise altıyüz ila yediyüz kişi idîniz. Allâh’ın onları size musallat kılması sebebiyle siz onları alabildiğine öldürüyordunuz. İbn Abbas şöyle diyor: ‘Günün başlangıcında zafer Rasûlullah (s)’in idi. O kadar ki, müşrik ordusunun sancak taşıyanlarından yedi ya da dokuz kişi öldürüldü ve müşrikler dağa doğru kaçıp gitmişlerdi. İbn İshak’ın rivâyetine göre Zübeyr b. el Avvâm (r) da şöyle demektedir: ‘Allâh’a yemin ederim Hind’in hizmetçilerini ve arkadaşlarını eteklerini toplamış kaçarken gözlerimle gördüm.’ (S. HAVVÂ, 2/482)
Bedir savaşında da az sayıdaki bir topluluk, çok sayıdaki bir topluluğa üstün gelmişti. Buradan çıkaracağımız sonuç şudur; sayıca çokluk, araç, gereç, eğitim, silâh, savaş tekniği gibi zafer kânunları, Allâh’ın ordusunun varlığı hâlinde etkilerini gösteremezler. Uhud savaşında önceleri zafer verilmekle birlikte, disiplin ve niyetlerden çözülme sonucu yardım gecikmiştir. (S. HAVVÂ, 2/482-483)
‘… kiminiz dünyâyı istiyor, kiminiz de âhireti istiyordu.’ Uhud gazvesinde Ayneyn tepesine yerleştirilen nöbetçi okçular, düşmanın bir an bozulması üzerine ganîmet alınıyor zannıyla, Rasûlullah’tan emir gelmeden çoğu ganîmet için yerlerini terketmişlerdi. Mekkeli müşrikler de hemen oradan geçerek müslümanları arkadan sarmışlar ve müslümanlar bunun üzerine birden paniğe kapılmışlar(..)dı. (H. T. FEYİZLİ, 1/68)
‘Sonra Allah sınamak için o kâfirler karşısında bozguna uğrattı.’ Yâni onlara karşı size yaptığı yardımı geri çekti. (…) Yüce Allâh’ın kullarını bu şekilde sınamasının sebebi, adâletinin, (neler yapacağını bilmesi dolayısıyla değil de) kulun fiilen yapacağı şeyler dolayısıyla ona karşılık vermesi gerektiğindendir. Bu savaşta meydana gelen bu durum, ashâb için ilk deney ve kendi türünden ilk yanlışlık olması sebebiyle, Azîz ve Celîl olan Allah, Rasûlünün ashâbına lütufla işlem yapmıştır. (S. HAVVÂ, 2/484)
“ Verilen emir konusunda tartıştınız ve isyân ettiniz” Rasulûllah’ın size vermiş olduğu emri yerine getirmekte ihtilâfa düştünüz. Rasûlullah, okçuları tepeye yerleştirmiş, “bizi arkamızdan koruyunuz, öldürüldüğümüzü görseniz de bize yardıma gelmeyiniz. Ganîmet topladığımızı görseniz bile gelip bize katılmayınız.” Diye emretti. Allâh’ın Rasûlü’nün kesin emrine rağmen yerlerini terk etmeleri sonunda toplanan düşman Müslümanlara büyük zarar verdi. (S. HAVVÂ, 2/483 )
“içinizden kimi dünyâyı isitiyor, kimi âhireti istiyordu” Dünyâyı isteyenler ganîmet için yerlerini terk eden okçular, âhireti isteyen kimseler ise yerlerinden ayrılmayanlardır.
“Allah sizi kederden kedere uğrattı.” Allah sizi keder üstüne kederle cezâlandırdı. Yaralanmak, öldürülmek, müşriklerin zaferi, ganîmetin kaçırılması, Resûlullah’ın öldürüldüğü şâyiası, bunların hepsi birer kederdi. (S. HAVVÂ, 2/485)
3/153-158 ALLAH HER ŞEYDEN HABERDÂRDIR, CANI VEREN DE ALAN DA ALLAH’TIR
153. (Ey müminler!) O vakit (Uhudgazvesinde) Peygamber arkanızdan: (Bana doğrugelin.” diye) çağırdığı hâlde, siz sürekli uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bunun üzerine (Allah), ne elinizden giden (zafer)e ne de başınıza gelen (musîbet)e üzülmemeniz için size keder üstüne keder verip cezâlandırdı. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.
154. Sonra (Uhudgazvesindenkesinzafereldeedememe) kederin(in) arkasından Allah üzerinize öyle bir güven ve uyku hâli getirdi ki o hal içinizden bir kısmını sarıyordu. (Münâfıkolan) diğer bir kısmı da canlarının derdine düşmüş, Allâh’a karşı, câhiliye devrindeki gibi haksız bir zanda / düşüncede bulunarak: “Bu işten bize ne?” diyordu. (EyRasûlüm!) “Bütün iş (yetkivekarar) Allâh’ındır.” de. Onlar, senin huzûrunda açığa vuramadıklarını, içlerinde gizliyorlar ve: “Bu işte bizim bir payımız olsa (sözümüztutulsaveyaMuhammed’invaadiyerinegelse) idi, biz burada, öldürülmezdik.” diyorlar. (Rasûlüm! Yine) de ki: “Evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, devril(ipöl)ecekleri yerlere mutlaka çıkıp gideceklerdi. Bu, Allâh’ın göğüslerinizdeki (ihlâsvefitnegibi) şeyleri yoklaması ve kalplerinizdeki (vesveseleri) temizlemesi içindir. Allah, sînelerdekini hakkıyla bilicidir.”
155. (Ey îman edenler! Uhudgazvesinde) iki topluluk karşılaştığı gün, içinizden geri dönüp gidenlerin işledikleri (hatâ)nın bir kısmından dolayı şeytan, ayaklarını kaydırmak istemişti. (Tevbeetmeleriyle) şüphesiz Allah, onları affetti. Gerçekten Allah çok bağışlayıcıdır, Halîm’dir (cezâdaaceleedicideğil, mühletvericidir).
156. Ey îmân edenler! (Siz,) sefere çıktıkları veyâ savaşa gittikleri zaman (ölen) kardeşleri için: “Eğer yanımızda olsalar ölmezler ve öldürülmezlerdi.” diyen o kâfirler gibi olmayın. Allah, bu (sözleri)ni onların kalplerinde (derin) bir pişmanlık kılmıştır. Yaşatan ve öldüren Allah’tır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
157. (Ey müminler!) Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah tarafından (kazanacağınız) bağışlanma ve rahmet, onların (yaşayıpda) toplayacakları (bütündünyâlık) şeylerden daha hayırlıdır.
158. (Ey müminler!) Andolsun ki sizler ölseniz de öldürülseniz de Allâh’ın huzûrunda toplanacaksınız.
153-158. (163).‘Allah sizi kederden kedere uğrattı ki..’ Allah sizi keder üstüne kederle, peşpeşe kederlerle cezâlandırdı. Yaralanmak, öldürülmek, müşriklerin muzaffer olması, ganîmetin elden kaçırılması ve zaferden mahrûm olmak gibi. Bütün bunların dışında onlara isâbet eden en büyük keder ise, Rasûlullah (s)’in öldürüldüğü şeklindeki yalan haber idi. (S. HAVVÂ, 2/485)
Sonunda müslümanlar savaşı kazanmasalar da, Allâh’ın bağışlamasıyla tekrar toparlanıp mutlak bir bozgundan kurtuldular ve müşrikleri Mekke’ye doğru kovalâdilar. (H. T. FEYİZLİ, 1/68)
(154).‘Sonra o üzüntünün ardından üzerinize öyle bir emniyet ve öyle bir uyku indirdi ki.’ ‘Nuâs’, uyku hâli demektir. Uhud savaşı sırasında uyku hâli ile endişe, stres, uykusuzluk yok oluyor, sahâbe yeniden canlılık kazanıyordu. Bu durum, Cenâb-ı Hakk’ın Müslümanlara bir yardımıdır. Bu âyette sözü edilen uyku hâli Bedir savaşında da olmuştur. “O zaman sizi, Allah’tan bir güven olmak üzere hafif bir uyku bürüyordu” âyeti, (8/11) bunu bildirir. (H. DÖNDÜREN, 1/135)
“içinizden bir kısmını bürüyordu.” Bu uyuklama Müslümanlardan bir kısmını kaplamış idi. Onlar îmân, yakîn, sebât ve samîmî tevekkül sâhibi kimselerdi. Bunlar Allâh’ın Resûlü’ne yardım edeceğine kesinlikle inananlardı. (S. HAVVÂ, 2/486)
‘Münâfıklara gelince: Bir kısmı da canları sevdâsına düşmüştü.’ Onların bütün düşündükleri kendi nefisleri idi. Bu gibi kimseleri huzursuzluk, tedirginlik ve korkudan dolayı uyku tutmamıştı. “Allah hakkında gerçekle ilgisi olmayan câhileyet zannında bulunuyorlar.” Onlar, Allâh’ın Rasûlü’ne ve askerlerine yardım etmeyeceğine kanâat ediyorlardı. Bu gibi zanları Allâh’a şirk koşan câhil kimseler besleyebilir (S. HAVVÂ, 2/487 )
Münâfıkların ve Müşriklerin bu işten bize bir şey var mı demeleri üzerine, cevâbı; Allah veriyor. ‘De ki, bütün emir Allâh’ındır.’ Üstünlük, zafer, egemenlik tümüyle Allâh’ındır. O dilediğine verir dilemediğine vermez (S. HAVVÂ, 2/487)
Hadîs: Buhâri ve Müslim’de Sad’ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Uhud günü peygamber (s) sağında ve solunda beyaz elbiseler giyinmiş ve onu alabildiğine savunan o günden önce de görmediğim, sonra da görmediğim iki adam gördüm. ( Cebrâil ve Mikâil’i kastediyor) S. HAVVÂ, 2/490)
(155).‘(Uhudgazvesinde) iki topluluk karşılaştığı gün, içinizden geri dönüp gidenlerin işledikleri (hatâ)nın bir kısmından dolayı şeytan, ayaklarını kaydırmak istemişti.’ Bir önceki âyette Uhud’daki yenilginin kader açısından arkaplânına değinildikten sonra, bu âyette de olay dış sebepler açısından ele alınmakta(dır). Bu savaştaki yenilgiye, münâfıkların iddiâ ettikleri gibi Hz. Peygamberin hatâsı değil, Müslüman okçuların verilen tâlimâta uymamalarının ve Rasûlullâh’ın şehit edildiği (yalan) haberinin yayılması üzerine Müslümanların paniğe kapılıp savaş alanını terk etmelerinin yol açtığı hatırlatılmaktadır. Yüce Allah, ‘Sırf yaptıkları bâzı şeyleryüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmıştı’ buyurarak bu duruma işâret etmekte(dir). Ve Müslümanların uğradıkları bozgunu fırsat bilen şeytanın, onların kafalarına vesvese sokup yanlış davranışa sevk ettiğine dikkat çekmektedir. (KUR’AN YOLU, 1/696).
(156).‘Kâfirler (ve münâfıklar (KUR’ÂN YOLU, 1/698) gazâda bulunan kardeşleri için “ onlar yanımızda olsalardı ölmezler veyâ öldürülemezlerdi” demektedirler. Müminler, böyle bozuk inançlara kapılmamaları emredilmekte bu sözleri “söyleyen kâfirler gibi olmayın denmektedir” Allah bunların kalplerinde bir pişmanlık olarak koydu.”
“Allah bunu onların (ikiyüzlü kâfirlerin) kalplerinde bir pişmanlık olarak koydu.” Hasret: Arzulanan şeyin ele geçirilmemesi dolayısı ile duyulan pişmanlık demektir. Size gelince ey müminler, Allâh’ın kazâ ve kaderi hakkında sâlih bir inanç sâhibi olunuz. Kalplerinizi bu gibi yanlış inanışlardan koruyunuz. (S. HAVVÂ, 2/501)
Hâlbuki öldüren de dirilten de Allah’tır. Bu onların ‘savaş ya da yolculuk ecellerine önünü keser ya da yaklaştırır’ şeklindeki yanlış sözlerinin reddi anlamındadır. Emir Allâh’ın elindedir. Allâh’ın irâdesi kazâ ve kaderi kişi üzerinde tecelli edeceği zaman ne kimsenin ömrü uzar, ne de ömründen bir şey eksiltir. (S. HAVVÂ, 2/501)
Yukarıdaki âyetlerde (156-157-158) önce kâfirlerin (ve münâfıkların) yolculuk ve savaşın ecelleri kısalttığı şeklindeki iddiâları yalanladı. Müslümanlara da böyle bir inanç ve söylem yasaklandı. Çünkü böyle inanç, cihâdı bırakmaya sebep olur. (S. HAVVÂ, 2/501) . Bu inanç sefer ve gazâdan yılmağa, bunun faydalarından yoksun kalmağa, düşman istîlâsına uğrayıp, felâketlere baş eğmeğe sebep olur. (ELMALILI, 2/451)
(157).‘Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah tarafından (kazanacağınız) bağışlanma ve rahmet, onların (yaşayıpda) toplayacakları (bütündünyâlık) şeylerden daha hayırlıdır.’ (Bu) âyette, hayâtın son bulması gerçekleşecek olursa, Allah yolunda öldürülmekle elde edilecek mağfiret ve rahmet, dünyâ ehlinin topladığı geçici dünyâlıkların tümünden hayırlıdır, denmektedir. (S. HAVVÂ, 2/501)
Bu buyruk ile İslâm yönetim düzenin bir ilkesi ortaya koymaktadır. Şûra, temel bir ilkedir.
(159).‘Andolsun ki sizler ölseniz de öldürülseniz de Allâh’ın huzurunda toplanacaksınız.’ Ölmek ve öldürülmek, yok olmak değildir. Kıyâmet kopunca insanlar diriltilecek, mahşer yerinde ilâhi huzurda toplanacak, hesaba çekilecek, neticede müminler cennete, kâfirler cehenneme gidecektir. (İ. KARAGÖZ 1/648)
3/159-160 HZ. PEYGAMBERİN MERHAMETİ
159. (EyPeygamberim! Uhud Gazvesinde) Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, elbette onlar etrâfından dağılıverirlerdi. O halde onları affet, onlar için mağfiret dile ve (umûmaâit) iş hakkında onlara danış, artık karar verdiğin zaman da, Allâh’a güvenip dayan (onuyap). Şüphesiz Allah kendisine güvenip dayananları sever. [krş. 42/38]
160. (Ey müminler!) Eğer Allah yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse olamaz. Şâyet (AllahveRasûlü’nebağlılıktanayrılırda) O da, sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size yardım edecek kim olabilir? Öyleyse mü’minler ancak Allâh’a güvenip dayansınlar.
159-160. (159).‘Sen (ozaman) sırf Allâh’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın.’ Şimdi Ey Muhammed! Şu ilâhi nimete özellikle şükretmelidir ki, Allah katından büyük bir rahmet ile yaratılmış olduğun güzel ahlâk gereğince yumuşak, nâzik bulundun, azarlamayı hak ettikleri hâlde kusurlarını yüzlerine vurup da sert davranışta bulunmadın. (ELMALILI, 2/451)
‘Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz çevrenden dağılıp giderlerdi.’ Sözlerin kaba ve haşin, kalbin de katı olsaydı, onlar etrâfından dağılır giderlerdi. Yâni kötü sözlü ve katı kalpli birisi olsaydın (bu itici olurdu ve) etrafında hiç kimse kalmamak üzere dağılır giderlerdi. (..) Dolayısıyla Yüce Allâh’ın önderlik yâhut Müslümanlara imam (önder, lider) olma imkânı verdiği kimse, onlara yumuşak davranmama gibi bir davranış konusunda Allah’tan korkmalıdır. (S. HAVVÂ, 2/502)
“İşler hakkında onlarla müşâvere et” Savaş, barış ve daha buna benzer konulardan vahiy inmemiş olanlarında onlara âit bütün işlerde istişâre et. (S. HAVVÂ, 2/502)
Allah Rasûlu Uhud öncesi yapılan istişârede çoğunluğun görüşüne uymuş ve bilinen sıkıntılar yaşanmıştır. Buna rağmen Allah, Rasûlü’ne dünyâ işlerinde istişâre yapmasına devam etmesini bildirdi. Böylece şûrâ esâsına dayalı yönetime kapı açılmış oldu. (H. DÖNDÜREN, 1/139)
Açık hüküm, âyet – Hadîs bulunmayan konularda ve hayâti meselelerde ictihad bağlayıcı mıdır? Eğer şûra, ehli tarafından yapılacak olursa çoğunluğun görüşü bağlayıcı olmalıdır. Zîrâ Rasûlullah Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’e ‘Herhangi bir danışmada siz aynı görüşü paylaşacak olursanız. İkinize de muhâlefet etmem’ buyurmuştur. (S. HAVVÂ, 2/506)
Allah Rasûlü Uhud günü, ashâb-ı kiram ile istişâre etmiş, çoğunluğun görüşünü kabul etmiş, şûra kararını uygulamaya koymuştur. Artık bundan sonra, şehid olan için pişman olunmaz, böyle bir pişmanlık kâfirce bir düşünüşün etkisidir. Zîrâ her konuda Allâh’a teslîmiyet içinde almak gerekir. (S. HAVVÂ, 2/507 )
Danışılacak kişilerin sâlih, takvâlı, güvenilir ve işinin ehli olmalarına dikkat edilmelidir. Zîrâ Rasûlullah (sav) Efendimiz: ‘Kendisiyle istişâre edilen, güvenilir bir kimse olmalıdır’ buyurmuşlardır. (Tirmizi’den Ö. ÇELİK, 1/497)
Müslüman ticâret, iş, evlilik, seyahat ve benzeri bir işe teşebbüs ettiğive o işin kendisi için hayırlı olup olmayacağı konusunda tereddüde düştüğü zaman, önce o işin meşru ve helâl olup olmadığınıaraştırır. İşi ve faaliyeti için gerekli inceleme ve araştırmaları yapar, bir sonuca varamazsa13aile fertleri ve büyükler ve bilenlere danışır. Eğer danışma sonucunda da karar veremezse istihâre yapar. (..) İstişârenin temel dayanağı ‘Akıl akıldan üstündür’, ‘Her bilenin üstünde bir bilen vardır’ (12/55)gerçeği yatar. (İ. KARAGÖZ 1/653)
“Bir kere de azmettin mi artık Allâh’a tevekkül et” İstişâre sonrası alınan kararı uygulamakta Allâh’a tevekkül et. (S. HAVVÂ, 2/502 )
Tevekkül: Bir taraftan meşrû hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken, diğer taraftan da Allâh’a dayanıp güvenmek için sonunu O’na bırakmaktır. (KUR’ÂN YOLU, 1/703)
Hadîs: Önce deveni bağla, sonra Allâh’a tevekkül et.(Tirmizi Kıyâmet 60’dan, KUR’ÂN YOLU, 1/705)
Bedir savaşında olduğu gibi yüce Allah, yardım ederse müminler savaşta gâlip gelirler. 150. Âyette ‘Allah sizin yardımcınız, koruyucunuz ve dostunuzdur.’ Buyrulmuştu. Nitekim Allah, Bedir ve Hendek savaşında melekleriyle müminlere yardım etmiş ve onları düşmanlarına (karşı) gâlip getirtmişti. Uhud Savaşında da müminler, Allâh’ın yardımıyla tamamen imhâ edilmektenkurtulmuşlardı. Allâh’ın yardım ettiği kimse ve topluma hiç kimse ve toplum gâlip gelemez. (İ. KARAGÖZ 1/654)
(..) müminler Allâh’ın yardımına erişebilmek için, O’nun rızasına uygun hareket etmeli ve gazabına sebep olacak davranışlardan da sakınmalıdır. Ancak böyle yaptıkları takdirde, yüce Allâh’ın yardımına lâyık olurlar. Nitekim ‘Ey îman edenler! Allâh’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.’ (47/7) meâlindeki âyette buna işâret buyurulmuştur. Burada Allâh’a yardımdan maksat, O’nun emir ve yasaklarına, evrende yarattığı ilâhi kânunlara uygun davranarak sebeplere sarılmaktır. Aksi takdirdeUhud Savaşı’nda olduğu gibi, başarısızlık kaçınılmaz olur. (KUR’AN YOLU 1/705, 706)
(160).“O hâlde müminler sâdece Allâh’a tevekkül etsinler.” Bu âyet-i kerîmedeki kural, işin bütününün Allâh’a âit olduğunun delilidir. Ondan sonraki emir ise bu kuralının gerektiği inanç üzerinde yükselmiştir. Müslümana düşen görev, amellerin sonuçlarının Allâh’ın elinde olduğunu bilmektir. Her ne olursa olsun, her şey O’nun emri ile olmaktadır. O halde, her durumda tevekkül etmek gerekir. İster yardım almak ister yardımsız bırakılmak, ister öldürülmek, isterse esenlik hâlinde, Allâh’a tevekkül gereklidir. (S. HAVVÂ, 2/508 )
3/161-163 EMÂNETE HIYANET ETMEMEK
161. Bir peygamberin ganîmete (ümmetin/kamununmalınaveemânete) hıyâneti mümkün değildir. Kim hıyânet ederse, kıyâmet günü hıyânet ettiği o şeyle gelir. Sonra herkese kazandığı hiç haksızlığa uğratılmaksızın tastamam verilir.
162. Allâh’ın rızâsına uyan kimse, Allâh’ın hışmına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi olur mu?! (Hayır, olmaz.) (O), ne kötü bir dönüş yeridir!
163. Onlar, (Allahrızâsınıkazanmadavefazîlette) Allah katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
161-163. (161).“Bir peygamber için emânete hıyânet olur şey değildir.” Gulül: Ganîmet mallarında bir şeyi gizlice alıp zimmetine geçirmek anlamına gelmektedir. Bu kavram genel olarak kamu malında yolsuzluk ve suistimâlı ifâde etmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/706 )
Allah Rasûlü örnek insan, dürüst insandır. Devlet ve millet emânetinin korunması konusunda son derece titizlik gösterirdi. Görevlilerin devlet bütçesinden haksız yere faydalanmasını hıyânet saymış, hattâ yöneticilerin hediye kabul etmesini yolsuzluk olarak nitelendirmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/706-707)
Paylaşılmadanönce ganîmet malındanenküçük bir şey dahi almak câiz değildir. Dolayısıyla bir savaş ganimetini gizlice almak haram olduğugibi, bir kamu malının zimmete geçirmek de haramdır, büyük günahtır, kul hakkı üstlenmektir. Bu kimse, aldığı ganimeti ve kamu malının iâde edip, tevbe etmez ve affedilmezse, cehennemde cezalandırılır. (Müslim) (..) Aralarında imam Ebû Haîfe ve İmam Şâfii olmak üzereİslâmhukukçularınınçoğunluğunagöre ganimet malını çalan kimseden, çaldığı mal geri alınır veya gtaazmin ettirilir, bu kimseye tâzir cezâsı verilir ve ganimetten mahrum edilir. (İ. KARAGÖZ 1/655)
‘Hiçbir peygambere hıyânet yakışmaz.’ Hiçbir peygamber, emâneti yerine getirmek, ganîmeti paylaştırmak, kendisine bildirilen hükümleri tebliğ etmek ve diğer konularda hâinlik etmez. (S. HAVVÂ, 2/508)
“Kim böyle hâinlik ederse kıyâmet günü hâinlik ettiği şey ile gelir” Bâzı Hadîs-i şeriflerde devlet memurlarının almış oldukları hediyeler ‘gulul = hâinlik’ olarak adlandırılmıştır. (S. HAVVÂ, 2/517)
Hadîs: Rasûlullah İbnü’l Lütebiyye adında Ezd’lilerden bir adamı zekât toplamakla görevlendirdi. Bu kişi dönünce (getirdikleri için) “ bu sizin bu da bana hediye edildi” diyor. Bunun üzerine Allah Rasûlü minbere çıkıp ‘ Bu işi (zekât toplama) görmek üzere görevlendirdiğimiz kişiye ne oluyor ki “ bu sizin bu da bana hediye edildi” diyor. Babasının, annesinin evinde otursaydı, kendisine hediye gelir miydi, gelmez miydi, baksaydı ya… Muhammed’in nefsi elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, sizden biriniz o sadakadan bir şey ele geçirirse kıyâmet gününde onu boynunda taşıyarak gelecektir. (Buhâri, Müslim, Ahmed b. Hanbel’den, S. HAVVÂ, 2/517)
Allah Rasûlü Muâz b. Cebel’i Yemen’e gönderilirken buyurur: Benim iznim olmaksızın hiçbir şey almayasın o bir hâinliktir. Kim hâinlik ederse, kıyâmet günü, hâinlik ettiği şeyle gelir. (Tirmizi’den, S. HAVVÂ, 2/517)
(163).“Onlar (hayırveşerehli) Rableri katında derece derecedir.’ Allâh’ın rızâsına uygun iş yapanla Allâh’ın gazabına uğrayan hâin ve günahkârı; Uhud’a gelip cihad eden müminle geri kalan münâfığı; sevap kazananla günaha dalanı, sebât edenle firâr edeni aynı kefede tutmak doğru değildir. Allah katında hepsi derece derecedir. (Ö. ÇELİK, 1/501)
Cennetliklerin dereceleri cennette, cehennemliklerin aşağılık basamakarı cehennemdedir. Ya da, dereceler farklı olduğu gibi, onlar da birbirlerinden farklıdır. Yâhut sevap kazananların mevkileri farklı olduğu gibi, cezâya uğrayanların mevkileri de farklıdır. Ya da, alacakları sevap ve görecekleri cezânın farklılığına göre, farklı durumlardadırlar. (S. HAVVÂ, 2/509 )
Müminlerin bir kısmı diğerlerinden, itaatkârların bir kısmı siğerlerinden daha değerli olduğu gibi, kâfirlerin bir kısmı diğerlerinden, isyankârların bir kısmı da diğerlerinden daha kötüdür. Dolayısıyla bunların mükâfâtı ve cezâsı da aynı olmayacaktır. Cennet de cehennem de derece derecedir. Cennet içinde cennet, cehennem içinde cehennem vardır. Kur’an’da 7 cehennem, 8 cennet ismi geçmektedir. Münâfıklar cehennemin en alt tabakasında olacaklardır. (4/145, İ. KARAGÖZ 1/657)
3/164 PEYGAMBERLİK GÖREVİ
164. Hakikaten Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulundu da: Kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyan, onları (fenâhuyvegünahlardan) temizleyen ve onlara Kitab’ı, hikmeti öğreten bir Elçi gönderdi. Hâlbuki onlar, bundan önce hiç şüphesiz açık bir sapıklık içinde idiler.
164-164. “Allah müninlere iltifatta bulundu.” (a) Kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. Kendi içlerinden insan türünden, İsmâil soyundan, (b) Allâh’ın âyetlerini okuyan (Kur’ân-ı Kerîm.) (c) Onları tezkiye eden îmân, İslâm ve ihsânı, söz ve amel ile örnek ile onları tertemiz eden bir peygamber. Her türlü pislikten, kötülükten, itikâdi ve ahlâki pisliklerden arındıran (S. HAVVÂ, 2/511) (d) Kitabı, hikmeti öğreten, Kur’ân ve sünneti öğreten (S. HAVVÂ) bir rasul gönderdi.
Hikmet: Âyet-i kerimedeki hikmet Allâh’ın rasûlüne indirdiği Kur’ân’ın hükümlerini gizli ve ince mânâlarını anlama, onu yaşama, onunla hükmetme ve onu uygulama ilmidir. Bunu da Rasûlullah, sünneti ile ortaya koymuştur. (H. T. FEYİZLİ, 1/70)
Hadîs: Şüphesiz bana bir kitap ve onunla birlikte bir benzeri (açıklama ve uygulama ilmi) verilmiştr. (Ebû Dâvud’dan, H. T. FEYİZLİ, 1/70)
Hadîs: Bütün ümmetim cennete girecek, ancak sünneti hesaba katmayanlar giremeyeceklerdir. (Buhâri’den, H. T. FEYİZLİ, 1/70)
3/165-168 UHUD SAVAŞINDAKİ MUSÎBET
165. (Ey müminler! Bedirgazvesindekâfirlerinbaşınamusîbetin) iki katını getirdiğimiz hâlde (Uhudgazvesinde) size bir (kat) musîbet gelince mi: “(Peygamberbizimleberâbervebizdemüslümanolduğumuzhâlde) bu nereden geldi?” dediniz. (Ey Peygamberim! Müminlere) De ki: “O (belâ), kendi tarafınızdan (vePeygamber’eitâatetmeyişinizden)dir.” Şüphe yok ki Allah herşeye kâdirdir.
166-167. Ey Mü’minler! İki topluluğun (Uhudgazvesinde) karşılaştığı gün başınıza gelen (musîbet) Allâh’ın izniyle olmuştur. (BudaAllâh’ıngerçek) inananları ayırt etmesi ve münâfıklık yapanları meydana çıkarması içindi. (Münâfıklara): “Gelin, Allah yolunda savaşın veya (düşmanakarşı) savunmada bulunun.” denildi de: “Eğer biz savaş etmeyi bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik.” dediler. Onlar o gün, küfre, îmândan daha yakındılar. Onlar, ağızlarıyla (inanıyoruzdiye), kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Allah, (onlarınkalplerinde) gizlediklerini pek iyi bilendir. [krş. 3/152]
168. (Uhud’asavaşagitmeyipevde) oturanlar da (savaştaölen) kardeş (veyakın)ları hakkında: “Eğer bize itâat ed(ipMedîne’dekal)salardı ölmezlerdi.” demişlerdi. Onlara de ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendînizden geri çevirin.”
165-168. (165).‘Onları iki misline uğrattığınız Bedir günü 70 kâfiri öldürüp, 70 kişiyi de esir aldığınız, bir musîbete kendîniz uğrayınca, Uhud günü sizden 70 kişi öldürülünce ‘Bu da nereden’? dedîniz.
Bu âyet, Uhud yenilgisi nedeniyle, Müslümanların çoğunun zihninde beliren karışıklığı gidermeyi amaçlıyor. Zîrâ çoğu Müslüman, peygamberin aralarında olmalarında bir ayrıcalık görüyor, Allâh’ın yardım ve desteği olduğu için kâfirlerin kendilerini yenmemelerinin gerektiğini düşünüyorlardı. (MEVDÛDİ, 1/269)
Asıl sebep sizlersiniz. Yâni başınıza gelen bu musîbet sizin Rasûlullah’ın emrine karşı gelişinizdir. (S. HAVVÂ, 2/513) Siz sabretmedîniz, takvâya aykırı şeyler yaptınız, komutanların tertibâtına aykırı davrandınız, açgözlülük gösterdîniz, birbirinizle tartışmaya başladınız. (MEVDÛDİ, 1/269)
(166).“İki ordu yâni Uhud’da sizin ordunuz ile müşriklerin ordusu karşılaştığu gün size gelen musîbet düşmanınızın önünden kaçışmanız, sizden bir grubun öldürülmesi, başkalarının da yaralanması musîbeti, Allâh’ın emriyle idi. Onun bilgisi, kazâsı ve kaderi ile ilgili idi. Bu bakımdan bu konuda da Allâh’a teslim olunuz. (S. HAVVÂ, 2/513)
(167).‘O gün onlar (münâfıklar) îmandan çok küfre yakındılar.’ Bundan önce onlar dışa karşı mümin olduklarını gösteriyorlardı. Onlar, mümin askerlerin arasından ayrılınca, îmandan uzaklaşmış ve küfre yakınlaşmış oldular. Yâhut onlar geri çekilmekle müminleri (yalnız) bıraktılar, sayılarının azalmasına neden oldular, bu da müşriklerin güçlenmesi demektir. (S. HAVVÂ, 2/514, 515 )
Uhud’da olanların hikmetlerinden biri, gerçek müminleri insanlar arasından süzüp çıkarmak ve olgunlaştırmak, münâfıkları da ayırıp açığa vurmaktır. Gerçekten Uhud savaşından sonra münâfıklar toplum tarafından iyice anlaşılmış ve itibarları düşmüştür. (Ö. ÇELİK, 1/505)
3/169-171 ŞEHİDLİK MAKAMI
169, 170. (Ey Peygamberim!) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler zannetmeyin! Bilâkis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar. (Hemde) Allâh’ın kendilerine lütfettiği (şehitlikrütbesi)ne kavuşmaları sebebiyle sevinç içerisindedirler. Arkalarından henüz kendilerine (şehitolarak) katılmamış olanlara da, hiçbir korku ve üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler. [krş. 2/154]
171. (Yineşehitler, yaşayan müminlere) Allâh’ın nimet ve ihsânı ile ve Allâh’ın mü’minlerin mükâfâtını zâyi etmeyeceğini müjdelemek ister.
169-171. (169).“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın. Bilâkis onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanırlar.’ Allah yolunda öldürülenler diridirler, rızıklandırılırlar, yerler ve içerler. Bu mazhar olmalarının şartı öldürülmesinin Allah yolunda olmasıdır. Yâni, Allâh’ın adı en yüce olsun diye savaşılırken ölünmüş olmasıdır. (S. HAVVÂ, 2/527)
Genellikle mufessirler bu tür âyetler rûhun ölümsüzlüğü inancıyla açıklanmışlardır. Onlara göre ölüm olayı rûhun bedenden ayrılmasından ibârettir. Ölen rûh değil bedendir. (KUR’ÂN YOLU, 1/713, 714)
Hadîs: ‘Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki herşey kendisinin olsa dahi dünyâya geri dönmeyi arzu etmez. Sâdece şehit, gördüğü ileri derecedeki itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyâya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.’ (Buhâri Cihad 21, Müslim İmâre 109’dan Ö. ÇELİK, 1/507)
Hadîs: Uhud’da kardeşleriniz isâbet alıp şehid edilince Allah Teâlâ onların ruhlarını alıp yeşil kuşlar hâline getirdi. Şehidlerin ruhları cennet nehirlerine gelir, cennet meyvelerinden yer ve arşın gölgesindeki altundan kandillere gelirler. Şehidler, yeme – içmelerinin hoşluğunu, gezdikleri ve kaldıkları yerlerin güzelliğini görünce: ‘Cihaddan ayrı kalmamaları ve savaştan korkmamaları için, bizim cennette hayatta olup türlü nimetlerle rızıklandığımızı kardeşlerimize kim ulaştıracak?’ dediler. Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Teâla: ‘Ben bunu sizin adınıza onlara haber veririm.’ Buyurdu ve bu âyet-i kerimeleri Rasûlü’ne indirdi. (Ebû Dâvud Cihad 25 ve Müslim İmâret 121’den Ö. ÇELİK, 1/508)
Şehitlerin Allah katındayedi mükâfâtı vardır: (a). Şehit olur olmaz bağışlanır, (b). Cennetteki makâmı gösterilir, (c). Kabir azâbından korunur, (ç). Büyük günün korkusundan emin olur, (d). Başına îman tavı konur, (e). Evlendirilirler, (f). Yakınlarından 70 kişiye şefâatçı olma imkânı verilir.’ (İbn Mâce, Tirmizi’den İ. KARAGÖZ 1/664)
3/172-175 SAVAŞTA TEVEKKÜL
172. O (mü’minler) yara aldıktan sonra (müşrikleripüskürtmekiçin) Allah ve Rasûlü’nün çağrısına uyanlardır. İçlerinden iyilik yapanlar ve takvâlı olanlar (Allâh’ınemirlerineuygunyaşayan, günahtansakınanlar) için çok büyük bir mükâfat (cennet ve nîmetleri) vardır. [krş. 3/166]
173. Müminler ki insanlar kendilerine: “(Düşmanlarınızolan) müşrikler size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun.” deyince, bu (söz) onların îmanlarını artırdı da: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler (vesefereçıktılar).
174. (Müminler) kendilerine hiçbir fenâlık dokunmadan hem Allah’tan nimet (olansağlıkveselâmet)le hem de lütfu ile (Bedir’den) geri döndüler; böylece Allâh’ın rızâsına da uymuş oldular. Allah büyük lütuf sâhibidir.
175. (Ey müminler!) Şeytan, ancak sizi kendi dostları olan (müşrikvekâfirler)le korkutur. Eğer (gerçek) mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun!
172-175. (172).‘Kendileri yara aldıktan sonra yine Allâh’ın ve peygamberinin dâvetine koşanlar, onlardan iyilik edenler, sakınanlar için pek büyük bir mükâfât vardır.’ ‘minhüm: onlardan’ kelimesi, bu iyilikte bulunanları (..) beyan içindir. Çünkü Allâh’ın ve Rasûlü’nün dâvetine uyup koşanlar, iyilik yapan kimselerdir, takvâ sâhipleridir ve Allah onlardan râzı olur. (S. HAVVÂ, 2/528)
Bu âyet düşman tâkibi ile ilgili olarak inmiştir. Uhud’dan geri çekilen Kureyş ordusu, Revha denilen yerde toplanmış ve saldırı planlamıştı. Hz. Peygamberin çağrısı üzerine, 70 kadar sahâbe, Hamrâ’ül Esed’e kadar gitmişir. Kureyş, içlerine korku düşmesi ile saldırıya cesâret edemeden Mekke’ye dönmüştür. (H. DÖNDÜREN, 1/140)
İşte îmânın ilk niteliği her şart ve durumda cihad çağrısına koşarak cevap vermektir. Arkasından ikinci niteliği geliyor:
(173).‘Onlar ki birtakım kimseler kendilerine: ‘Müşrikler sizin için kuvvetlerini topladılar, onlardan korkun’ dedikleri zaman, bu haber onların îmânını artırdı’ “ İnsanlar (Ebû Süfyan ve berâberindekiler) sizin için kuvvetlerini topladılar. Onlardan korkun (çekinin) dedikleri zaman, bu haber onların îmânını artırdı. Bu söz onların basîretlerini ve yakînlerini artırdı. (S. HAVVÂ, 2/528 ) teslîmiyetlerini artırdı. (M. HİCÂZİ, 1/364)
‘…bu haber onların îmânını artırdı.’ Îmânın aslı artıp eksilmez. Zîrâ îmân kalbin onayından ibârettir. Onay ise, nicelik özelliği taşımadığı için îmânla ilgili olan artma ve eksilme ‘kuvvetlilik’ ve ‘zayıflık’ özellikleriyle açıklanabilir. (ELMALILI’ya atıfla M. DEMİRCİ, 1/243)
“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” Bize Allah yeter. Bizim mevlâmız yalnız O’dur. O’na tevekkül ederiz. O ne güzel vekildir.(..) Bu, îman ehlinin ikinci niteliğidir. Sıkıntılar başlarına daha fazla çöreklendikçe Allâh’a tevekkül ve îmanları daha da artar. Allah da kullarının kendi hakkındaki hüsn-ü zanları üzere tecelli eder. Aynı gün müşriklerin kalbine Allah korkuyu saldı ve tekrar hücum ederek Müslümanların kökünü kazımayı düşünüyor iken, kaçmaya koyuldular. (S. HAVVÂ, 2/528)
Bu âyetlerde müminlerin iki özelliğinden söz edilmektedir. Biri, her hâlükârda cihad çağrısına uyarlar, diğer özelliği ise Allâh’a tevekkül ederler. (S. HAVVÂ, 2/528)
İbrâhim (a.s) ateşe atıldığında ‘Allah bize kâfidir, O ne güzel vekildir’ sözünü söylemiştir. Süyûti, İklil’de şöyle söylemiştir: Üzüntü ve büyük olaylar olduğunda bu sözü söylemek te müstehaptır, demiştir. (M. A. SÂBÛNİ, 1/225)
Hadîs: Bir iş sana ağır gelmeye başlayınca ‘Allah bana kâfidir ve O ne güzel vekildir’ de. (Ebû Dâvud, Nesâî, Ahmed b. Hanbel’den S. HAVVÂ, 2/532)
(174).‘Sonra da kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah’tan bir nimet ve bollukla geri döndüler, Allâh’ın rızâsına uydular…’ Hz. Peygamber, atlı bir birlikle, Uhud’dan bir yıl sonra, önceki vaadi dikkate alarak Kureyş’i Bedir’de bir hafta kadar bekledi. Ebû Sufyan bir miktar askerle oraya geldiyse de çatışma olmadan geri döndü. (H. DÖNDÜREN, 1/140 ) Bu seferde herhangi bir çatışma olmadan müsümanlar Medîne’ye döndüler. Yüce Allâh’ın üç ikrâmına nâil oldular. (a) Savaş ve benzeri tehlike olmadan Medîne’ye döndüler. (b). Ticâret yaparak kazanç sağladılar. (c). Cihad sevâbı kazandılar, Allâh’ın rızâsına erdiler. (KUR’ÂN YOLU, 1/718)
(175).‘O şeytan ancak kendi dostlarını korkutur” Kendi dostları ile sizleri korkutan düşman, güç ve kuvvet sâhibi olduğunu ileri sürerek sizi korkutmaya çalışıyor. ‘O hâlde mümin iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.’ Şâyet mümin kimseler iseniz şeytanın dostlarından korkmamalı, yalnız Allah’tan korkmalısınız. Çünkü kulun Allah korkusunu üstün tutması, îmânının bir gereğidir. Bu korkunun sonucunda o, Allâh’a itâat eder; O’na aslâ isyân etmez. Allah’tan korkan bir kimseden herşey korkar ve Allah ona herşeyi boyun eğdirir. (S. HAVVÂ, 2/529)
Şeytanın propagandasına aldanarak korkanlar, münâfıklar ve kalpleri zayıf kimselerdir. (KUR’ÂN YOLU, 1/718)
“O hâlde mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Gerçekten mümin iseniz şeytanın dostlarından korkmayınız, yalnız Allah’tan korkunuz. Çünkü kulun Allah korkusunu üstün tutması, îmânın bir gereğidir. (S. HAVVÂ, 2/529) Zîrâ müminler Allâh’ın kudretine ve yardım edeceğine inanırlar. Bu nedenle insanlardan korkmaz, sâdece Allah’tan korkarlar. O dilerse, sayıca ve araç gereç bakımından zayıf Müslümanları, müşriklere üstün kılar. (KUR’ÂN YOLU, 1/719)
3/176-179 ÎMÂN VE İNKÂR
176. (Rasûlüm! İslâm’asırtdönüp) küfre doğru koşanlar seni üzmesin. Şüphesiz onlar, Allâh’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara âhirette bir nasip vermemeyi diliyor. Onlar için büyük bir azap vardır.
177. Îman karşılığında küfrü satın al(ıpdeğiş)enler, şüphesiz ki Allâh’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için çok acıklı bir azap vardır.
178. Küfre sapanlar, onlara mühlet vermemizin, kendileri hakkında hayırlı olduğunu aslâ sanmasınlar. Onlara, ancak günahlarını artırmaları için mühlet veriyoruz. Onlar için zelil ve perişan eden bir azap vardır.
179. (Ey münâfıklar!) Allah, mü’minleri içinde bulunduğunuz şu (iyininkötününayrılmadığı) durumda bırakacak değildir. Nihâyet, pis olanı temizden (münâfıkvekâfiri, samimiolandan) ayıracaktır. Allah, size “gaybı” da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gayptanonuhaberdâreder). O hâlde Allâh’a ve peygamberlerine inanın. Eğer îmân eder ve (günahlardan) korunursanız, sizin için çok büyük bir mükâfat vardır.
176-179. (176).“Şüphesiz onlar Allâh’a zarar veremezler.” Allâh’a zarar veremezler, ifâdesinde iki anlam vardır. Birincisi, Allâh’ın mülk ve saltanâtına noksanlık veremezler. Allâh’ın dînine zarar veremezler. İkincisi ise Allâh’ın evliyâsına (Allah dostlarına) zarar yapamazlar, demektir. Allah dostlarına zarar vermeye kalkışmak, Allâh’a zarar vermeye kalkışmak hükmünde abartılı mecazdır. (ELMALILI, 2/467)
(178).“Biz onlara (kâfirlere) günahları çoğalsın diye süre tanıyoruz.” Onlara süre tanımak, ömürlerini uzatmak, genişlik, bolluk vermek, şeklinde olabilir. (S. HAVVÂ, 2/536 )
İmlâ kelimesi kâfirlerin dünyâda ifâdelerini serbestçe kullanabilmeleri için fırsat verildiğini ifâde etmektedir. Allâh’ın kâfirlere uzun ömür ve bolluk vermesi onların ayrıcalıklı olduğu anlamına gelmez. Bu durum övünülecek, sevinilecek bir durum değildir. Onların ömürlerinin uzun olması, servetlerinin çok olması, onların günahlarını, azaplarını artırır. (KUR’ÂN YOLU, 1/722 )
Yüce Allah akıl, düşünme ve anlamayeteneği verdiği insanlara peygamber ve kutsal kitaplara aracılığıyla rehberlik etmiş; onları îmâna, hak dîni kabûle, ibâdet ve itaate çağırmış; ancak onları bu konuda zorlamamış, îman edip etmeme konusunda serbest bırakmıştır. (18/29). Bu özgürlük içerisindetârih boyunca îman edenler de, inkâr edenler de olmuştur. (64/2). Bu (durum) Allâh’ın bütün insanlık için koymuş olduğu değişmez bir kânunudur. Yüce Allah kâfirlereinkârlarına rağmenrızık vermekte, çalışmalarını ve emeklerini zâyi etmemekte, inkâr etmelerine râzı olmamakta (39/7), ancak onları îmâna zorlamamaktadır (2/256). Eğer zorlasaydı, istisnâsız herkesîman etmiş olurdu. (10/99, İ. KARAGÖZ 1/671)
Hadis: Bir adam Rasûlullah (s)’e ‘İnsanların hangisi hayırlıdır?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s) ‘Uzun ömürlü olup ameli güzel olan kimsedir’ buyurdu. Adam, ‘İnsanların hangisi şerlidir?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s) ’Uzun ömürlü olup, ameli kötü olan kimsedir’ buyurdu. (Tirmizi Zühd 15’den İ. KARAGÖZ 1/671)
(179).‘Nihâyet murdarı temizden ayıracaktır.’ Uhud savaşı, sabırlı mümin ile bozguncu münâfığı, itaat edenle etmeyeni ortaya çıkarmıştır. Böylece toplumda ihlâslı mümin ile münâfıkları karmakarışık bırakmayacaktır. Allah dilerse kimi peygamberlere gaybı bildirebilir. Çünkü Allah seçtiği peygamberlerin önüne ve ardına gözetleyici koyar. (72/26, H. DÖNDÜREN, 1/140)
“Allah size gaybı bildirecek de değildir.” Allah cin sûresi 26 ve 27. âyetlerde gayb bilgisinin kendisine özgü olduğunu, sâdece peygamber olarak seçtiği bâzı kullarını bu tür bilgilerden vahiy yoluyla haberdâr ettiğini bildirmektedir. Sebe sûresinin 14. âyetinde cinlerin gaybı bilmediklerini haber verilmiştir. Şu hâlde Allah’tan başka gaybı bilen yoktur. (En’am 6/59 ) (KUR’ÂN YLU, 1/723 )
‘O hâlde Allâh’a ve Peygamberlerine îman edin.’ Allâh’a ve Peygamberlere îman etmek farzdır. ‘Allâh’a ve Peygamberlerine îman edin’ emri, zorunluluk ifâde eder. Yüce Allâh’ın varlığına, birliğine ve Kur’an’da bildirilen niteliklerine îman etmek, Allâh’ın her topluma bir peygamber gönderdiğine (16/36, 35/24), son olarak (33/40)bütün insanlara Hz. Muhammed (s)’i müjdeci, uyarıcı, örnek ve rahmet peygamberi olarak gönderdiğine îman etmek gerekir. (..) (İ. KARAGÖZ, 1/674)
3/180-182 CİMRİLERİN ÂKIBETİ
180. Allâh’ın lütfu ile kendilerine bol bol verdiği şeyde (infaketmeyip) cimrilik yapanlar, aslâ bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir şerdir. (Allâh’ınverdiğiniAllahiçinvermekonusunda) cimrilik ettikleri şeyler, kıyâmet gününde boyunlarına (ateştenhalkahâlinde) geçirilir. Göklerin ve yerin mîrası Allâh’ındır, (bütünmülkO’nundur; herşey, yineO’nakalacaktır). Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
181. “Allah fakirdir, biz zenginiz.” diyen (yahûdi)lerin sözünü Allah elbette işitmiştir. Onların söylediklerini ve haksız yere peygamberlerini öldürmelerini yazacağız ve (onlara): “Tadın o yangın azâbını!” diyeceğiz.
182. (Ey kâfirler!) İşte bu (azap) kendi yaptığınızın karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına aslâ zulmedici değildir.
180-182. (180).“Cimrilik ettikleri şey kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır.” Hadîs: (Buhâri) Allah her kime mal verir de onun zekâtını ödemeyecek olursa, bu mal kendisine gözleri önünde iki noktası bulunan bir yılan hâlinde gösterilir. Ve kıyâmet günü bu onun boynuna dolanır, çenesiyle onu yakalayarak “ben senin malınım” der, Allah Rasûlü bu âyeti (180’nci âyet) okudu. (S. HAVVÂ, 2/595)
Âyette cimriliğin hayır değil şer olduğu, cimrilik edilen şeyin kıyâmet gününde cimrilik edenin boynuna dolanacağı bildirilerek cimrilik yasaklanmaktadır. Dolayısıyla cimrilik haramdır. Şu âyet (..) bu konuyu açıkça ifâde etmektedir: ‘Allâh’ın sevmediği kibirli ve kendini beğenen kimseler, cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allâh’ın lütfundan kendilerine verdiği nîmetigizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırladık.’ (4/37, İ. KARAGÖZ 1/676)
Müminin isrâfa ve kibre kaçmadan Allâh’ın verdiği nîmetlerden yararlanması gerekir. Çünkü Peygamberimizin beyanına göre ‘Allah kuluna verdiği nimetinin izini, kulunun üzerinde görmeyi sever’ (Tirmizi). Bu itibarla Müslüman cimri olamaz, olmaması gerekir; kendisi, bakmakla yükümlü olduğu insanlar için gerekli harcamayı yapar, yoksul ve hayır kurumlarına yardım eder. Cimrilik, îman ve Kur’an ahlâkıyla bağdaşmayan bir davranıştır. Peygamberimiz (s), ‘Müminde iki özellik, cimrilik ve kötü ahlâk bir araya gelmez’ buyurmuştur. (Tirmizi, İ. KARAGÖZ 1/675)
Hadis: ‘Cimrilikten sakının. Çünkü sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir.’ (Ebû Dâvud Zekât 46’dan İ. KARAGÖZ 1/676)
“Gerçekten Allah fakirdir, bizler zenginiz” Bu sözleri Yahûdiler söylemektedir. (S. HAVVÂ, 2/542)
(181).Bakara sûresinin 245. Âyeti indiğinde Yahûdiler Hz. Muhammed’e “Senin Rabbin yoksul mu düştü ki, kullarından ödünç istiyor” demeleri üzerine yukarıdaki âyet inmiştir. (H.DÖNDÜREN, 1/141)
‘..Onların söylediklerini ve haksız yere peygamberlerini öldürmelerini yazacağız..’ Savaş, kısas ve nefsi müdâfaa gibi meşru sebepler (2/178, 190) dışında bir cana kıymak haram ve büyük günahtır. Haksız yere peygamberleri öldürmek ise daha da büyük günahtır. Yahûdiler haksız yere birçok peygamberi öldürmüşlerdir. (2/61) Bu sebeple Allah, onları cezalandıracaktır. ‘Haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız’ cümlesi bu anlamı ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 1/678)
“Bu azap kendi ellerinizin yaptığının karşılığıdır.” Bu azap, sizin daha önceden düştüğünüz küfrün, isyânın, Allâh’a ve Rasûlüne karşı gösterdiğiniz cür’etkârlığınızın / haddîni bilmezliğinizin bir cezâsıdır. Âyet-i kerimede ‘ellerinizin yaptığı’nın zikredilmesi amellerin çoğunun eller vâsıtasıyla işlenmesi sebebiyledir. (S. HAVVÂ, 2/543)
‘Allah kullarına zulmedici değildir.’ Yüce Allah kullarına aslâ zulmetmez. Çünkü yüce Allah, insanlara karşı çok merhametli, çok bağışlayıcıdır. (9/102) Büyük lütuf sâhibi (27/73), her işi çok hikmetli ve hükmünde gâlip olan (2/209) ve insanlara adâleti emreden (16/90) yüce Allah, kullarına zerre kadar zulmetmez (4/40). Zulmetmek şöyle dursun, kullarına zulmetmeyi bile murat etmez (40/31). Dünyâda insanların mâruz kaldığı sıkıntılar, âfet ve musibetler, kendi elleriyle işledikleri günahlar yüzündendir. (42/30; İ. KARAGÖZ 1/679)
3/183-184 PEYGAMBERLERİ YALANLAMAK
183. “Allah bize (göktenmûcizeolarakinenbir) ateşin yiyeceği (yakıvereceği) kurban getirinceye kadar hiçbir peygambere îman etmememizi, (Tevrat’ta) emretti.” (diyeyalan) söyleyen (yahûdi)lere de ki: “Elbette benden önceki elçiler size açık mûcizelerle berâber, dediğinizi (ateşin yediği kurnanı) da getirmişti. Eğer doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?”
184. (EyRasûlüm! Şimdionlar) senin peygamberliğini yalanlarlarsa (üzülme, çünkü) senden önce açık mûcizeler, (hikmetli) sahîfeler ve aydınlatıcı kitap getiren peygamberleri de yalanlamışlardı.
183-184. Medîne Yahûdilerinden bir grup, Hz. Peygambere gelerek “Sen peygamber olduğunu Allah’tan bir kitap indiğini iddiâ ediyorsun. Oysa Allah ateşin yakacağı bir kurban getirinceye kadar hiçbir peygambere inanmamamız husûsunda söz aldı. Bize böyle bir mûcize getirirsen seni onaylarız” (yalan söz) demeleri üzerine bu âyet inmiştir. (KUR’ÂN YOLU, 1/727)
Yüce Allah ‘Doğru söylüyorsanız peygamberleri niçin öldürdünüz?’ buyurarak yahûdileri kınamakta ve Hz. Peygamberden kurban mucizesi istemelerinde samimi olmadıklarını bildirmektedir. (İ. KARAGÖZ 1/681)
3/185-189 ÖLÜM VE HESAP
185. (Ey insanlar!) Her canlı (nefis) ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılıkları ancak kıyâmet günü eksiksiz verilecektir. (Ogün) kim ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünyâ hayâtı, ancak aldatıcı bir faydalanmadan ibârettir. [krş. 21/35; 29/57]
186. (Ey müminler!) Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla (fedâkârlığakatlanma) husûsunda imtihân edileceksiniz; ve (üstelik) sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve müşriklerden çok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ üzere olursanız, elbette bu (davranış), yapılacak işlerin en değerlisidir. [krş. 2/109]
187. (Ey Peygamberim!) Vaktiyle Allah, kendilerine kitap verilenlerden: “Onu(nhükümlerini) mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” diye söz almıştı. Ama onlar o sözü önemsemeyerek kulak ardı ettiler ve ona karşılık az bir pahâ (olandünyâlıkmenfaat)i aldılar. Bu satın aldıkları şey ne kötüdür!
188. (Ey Peygamberim! Yapıp) ettikleri ile şımaran ve yapma(yıpyanılt)tıkları şeylerle övülmeyi sevenleri hesâba katma, sakın onların azaptan kurtulacakları bir yerde bulunacaklarını da sanma! Onlar için acıklı bir azap vardır.
189. Göklerin ve yerin mülkü (vehükümranlığı) Allâh’ındır. Allah her şeye kâdirdir.
185-189. (185).“Her nefis ölümü tadacaktır” Rivâyet olunuyor ki (Rahman 55/26) âyeti inince, melekler “ehl-i arz öldü” dediler sonra ‘Her nefis ölümü tadacaktır’ âyeti indiği zaman biz de öldük dediler. (ELMALILI, 2/475) Bu iki âyet bütün ruhların ölümünü akla getiriyorsa da “ Allâh’ın diledikleri dışında göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacak” âyeti, Cenâb-ı Hakk’ın dilediği ruhların ölmeksizin devâm edeceğini bildirmektedir. Çoğunluk İslâm bilginlerinin görüşü de böyledir. Buna göre, dünyâdaki ölüm olayı bir biyolojik olay olup, rûhun bedeni terk etmesinden ibârettir. (H. DÖNDÜREN, 1/141)
“Zâten dünyâ hayâtı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir” Yâni dünyâ hayâtı önemsiz fâni, yok olucu ve az’dır. (S. HAVVÂ, 2/544)
“Gurûr” aldanmak demek olduğu gibi “Garr’ın çoğulu olarak aldatıcılar demek de olabilir” Metâ-ı Gurûr, alıcıyı kandırmak için allanıp pullanarak hoş gösterilen ve alındıktan sonra, aşağılık olduğu anlaşılan mal demektir. İşte dünyâ hayâtı budur. (ELMALILI, 2/476)
(..) İnsanın dünyâ hayâtını değil, âhiret hayâtını tercih etmesi gerekir. Çünkü âhiret hayâtı, daha hayırlı ve daha süreklidir. Dünyâ hayâtı, âhiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibârettir. (13/26). ‘Ey müminler! Dünyâlık olarak size verilen herşey, dünyâ hayâtının geçimliği ve süsüdür. Allah katındaki cennet nîmetleri ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır.’ (28/60; İ. KARAGÖZ 1/685)
(186).“Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda sınava çekileceksiniz.’’ Siz o metâ-ı gurûra sakın aldanmayınız ve biliniz ki mallarınız da ve canlarınız da gerçekten sınanacak ve denemeye alınacaksınız. Mallarınız azalmaya yönelik âfetler, nefislerinizde ölüm, yaralanma, esirlik veya diğer bâzı zahmetler, meşakkatler, korkular vesâire gibi takdir edilmiş şeyler ile deneneceksiniz. (ELMALILI, 2/480)
‘Eğer sabreder ve Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar yapmaya değer ve azmi gerektiren işlerdendir.’ Yüce Allah, âyette müminlere, kâfirlerin tahriklerine kapılmamalarını; suçlamalarına,sataşmalarına, alay etmelerine, kötü söz ve davranışlarına; yanlış, adâletsiz, ahlâk dışı söz ve davranışlarına karşı sabırlı, azimli ve kararlı olmalarını, sıkıntılara katlanmalarını; maddi ve mânevi olarak zarar veren her türlü kötü davranıştan sakınmalarını ve kötülüğe karşılık vermemelerini tavsiye etmektedir. (..) Kötülük yapana misliyle karşılık verilebilir, ancak sabır daha hayırlıdır. (16/126). (..) ‘Kim affeder ve arayı düzeltirse onun mükâfâtı Allâh’a âittir.’ (42/40) ve ‘Kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir’ (42/43) buyrularak kötülüğe karşılık verilmemesi teşvik edilmiştir. (İ. KARAGÖZ 1/686, 687)
İbn-i Kesir şöyle diyor “kişi dînine bağlılığı miktârınca imtihan edilir. Dîninde selâmet var ise, bu sınav da artırılır. (S. HAVVÂ, 2/544)
(187).“Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız. Onu gizlemeyeceksiniz” diye söz almıştı.’’ Alınan söz şudur: kitap açıklanacak ve gizlenmeyecek. Kullanılan ifâdeden kitabın açıklanmasının, gizlenmemesinin farz olduğu açık bir şekilde anlamaktayız. Onlardan alınan bu sözün aynısı bizden de alınmıştır. Zira Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: Hadîs: Kendisine herhangi bir bilgi sorulur da onu gizleyen kimseye kıyâmet günü ateşten bir gem takılır.’ (S. HAVVÂ, 2/545)
(188).Abdullah b. Abbas ® âyeti şöyle yorumlamıştır: ‘Yaptıklarına sevinenler’ ile kasdedilenler, yahûdi ve hıristiyanlardır. Yüce Allah onlara kitap verdi, onlar kitap ile hükmetmediler. Âyetlerdeki kelimelerin yerlerini değiştirdiler, tahrif ettiler, buna da sevindiler. ‘Yapmadıkları şey ile övülmekten hoşlananlar’ ile kasdedilenler, yine yahûdi ve hıristiyanlardır. Hz. Muhammed (s)’i ve ona indirilen Kur’ân’ı inkâr ettiler ve buna sevindiler. (..) (İ. KARAGÖZ 1/689)
‘Onlar için acıklı bir azap vardır.’ Bu âyet münâfıklarla ilgili inmiş olmakla berâber, hükmü kâfir, müşrik ve Müslümanlardan bu ahlâkta bulunun aldanma ahlâkının hepsini kapsamaktadır. Gururlanmak, gelecekten gaflet etmek, yaptığı işi büyük kabul etmek gibi bir küçüklüktür. Ve yapmadığını yapmış gibi gösterip öğünülmekten hoşlanmak, hakkı bozmaktır ve Allâh’ı unutmaktır. (ELMALILI, 2/482)
3/190-195 AKL-I SELİM SÂHİPLERİ
190. Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ‘birbiri ardınca gelip gitmesinde’ (veuzayıpkısalmasında) akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ınbirliğinevekudretine âitibretverici) deliller vardır. [krş. 10/6]
191. (İşte) o (akl–ıselîmsâhibi) kimseler ayaktayken, otururken, yan taraflarına yaslanarak yatarken Allâh’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler (vederlerki🙂 “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru.” [krş. 4/103]
192. “Ey Rabbimiz, Elbette sen kimi ateşe sokarsan, şüphesiz onu ‘aşağılık ve perişan edersin. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.”
193. “Ey Rabbimiz, Gerçekten biz; Rabbinize inanın diye çağıran bir dâvetçiyi işittik, hemen îman ettik. Ey Rabbimiz, Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilerle berâber al.”
194. “Ey Rabbimiz, Bize peygamberlerin aracılığıyla vaadettiğin (sevâb)ı ver, bizi kıyâmet gününde rezil etme. Elbette sen, sözünden aslâ dönmezsin.” (derler).
195. Bunun üzerine Rableri onların duâlarına (şöyle) karşılık verdi: “Ben elbette, sizden erkek ve kadın (ayırmaksızınhayra) çalışan hiçbir kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Sizler, hep birbirinizden (hâsılolma)sınız. İşte (dîniiçin) hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin, mutlaka günahlarını örteceğim ve elbette onları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.” Bu mükâfat Allah tarafındandır. Allah ise sevâbın/ödülün en güzeli katında olandır. [krş. 2/186]
190-195. (190).‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında akıl sâhipleri için elbette deliller vardır.’ Göklerin ve yerin yaratılışından (sonradan var edilmesinde belli ölçülerde takdir edilmesinde) Gece ile gündüzün değişip durmasında (birbirini izlemesinde, uzayıp kısalmasında) akıl sâhipleri için âyetler vardır. Bütün bunları var eden, hikmetle var eden, kudret sâhibi mutlak zâtın varlığına deliller vardır. (S. HAVVÂ, 2/557, M. A. SÂBÛNİ, 1/230)
Yüce Allah gökler ve yer bitişik iken onları ayırmış (21/30), yeryüzü sarsılmasın diye dağları ((21/31), insanlar faydalansın diye (2/29) ovaları, bitkileri, mâdenleri, ormanları, denizleri, gölleri, ırmakları, sebze ve meyveleri (79/27-33), kısaca insana hizmet edecek ve rızık olacak herşeyi dört evrede var etmiştir (41/10). Sonra duman hâlinde bulunan göğe yönelmiş iki evrede yedi göğü (41/11), böylece gökleri ve yeri altı evrede yaratmıştır (7/54). Güneş’i, Ay’ı, yıldızları, gezegenleri ve galaksileri var etmiş (16/37), her göğe kendi işini bildirmiş ve en yakın göğü kandillerle süslemiştir (41/12, 67/14). Yüce Allah yedi göğü uyum ve âhenk içinde tabaka tabaka yaratmıştır. Allâh’ın varlıkları mükemmel yaratması ve düzene koyması sâyesinde yerde ve göklerde hiçbir düzensizlik yoktur. (67/3, İ. KARAGÖZ 1/690, 691).
Hadîs: Abdullah b. Ömer Hz. Âişe’ye Nebi (s)’in en şaşırtıcı amelini sordu. Hz. Âişe ağladı. Cevâben: Onun her işi hayret verici idi, dedi. (Bir gece) Bana müsâade et, Rabbime ibâdet edeyim, buyurdu. Daha sonra abdest aldı, namaz kıldı, Kur’ân okudu, öyle ağladı ki gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu, sonra oturdu Allâh’a hamd-ü senâ etti. Gözyaşları göğsüne düşüyordu, daha sonra sağ tarafına doğru yaslandı ve yine ağladı. Bilâl gelip sabah namazının geldiğini haber verdi. ‘Ya Rasûlâllah Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış olduğu hâlde ağlıyor musun?’ cevâben Allah Rasûlu: ‘Ey Bilâl şükreden bir kul olmayayayım mı? Hem nasıl ağlamayayım, bu gece benim üzerime şu âyetleri indirdi. (190, 191. Âyetleri okudu) ve dedi ki: ‘Bu âyet-i kerimeleri okuyup ta bunlar üzerinde düşünmeyenlerin / tefekkür etmeyenlerin vay hâline!’ (İbn Ebi Hâtim ve İbn Hibban’dan, S. HAVVÂ, 2/563)
(191).Akıl sâhipleri şöyle nitelendirilmekte: (a)“’Onlar ki ayakta, oturarak, yanları üstü yatarken Allâh’ı zikrederler.’ Zikir: Allâh’ı anmak bütün hâllerde kalpte, dilde devamlı Allâh’ı anmak olarak tefsir edilmiştir. (S. HAVVÂ, 2/558 )
‘Ayakta iken, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allâh’ı zikrederler’ ile maksat, Müslümanların her konumda Allâh’ı anmasıdır. Müslüman ayakta iken, otururken ve yatarken, ‘Allâhü Ekber’, ‘Lâ İlâhe İllâllah’, ‘Sübhâne’llah’ ve ‘El hamdü Lillâh’ diyebilir, duâ edebilir, Kur’an okuyabilir, duruma göre namaz kılabilir. (İ. KARAGÖZ 1/691, 692).
Akl–ı selîm, günahlarla veya tevhîdi bozan şeylerle kirlenmemiş, vahiyle birleşen, buna göre düşünebilen, nefsin esîri olmayan akıl anlamındadır. (H. T. FEYİZLİ, 1/74)
Akıl sâhipleri Allâh’ı anarken gâfil olmazlar, gönülleri ilâhi denetim (bilinci) ile doludur. (ELMALILI, 2/484) İmran b. Husayn (Buhâri – Müslim) rivâyeti ile zikirden maksat namazdır. Allah Rasûlü ayakta namaz kıl, gücün yetmiyorsa oturarak, ona da gücün yetmiyorsa yanının üzerine yatarak kıl buyurmuştur. (S. HAVVÂ, 2/558 )
(b) “Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler” Yaratanın azametini, kudretini, ilmini, hikmetini, irâdesini, rahmetini egemenliğini düşünürler. (S. HAVVÂ, 2/558)
192, 193, 194. Bu âyetler yukarıda sözü geçen akıl sâhiplerinin yakarışları duâlarından söz etmekedir.
(194).‘…kıyâmet gününde bizi rezil rüsvâ etme…’ Müminler bunu talep ederken Cenâb-ı Hakk’ın şu vaadine dayanıyorlar: ‘…O gün Allah Peygamber’i ve onunla berâberindeki müminleri utandırmayacak, hayal kırıklığına uğratmayacaktır..’ Onlar Allâh’a: Mâdem ki sen Habîb-i Ekrem’inle birlikte îman edenleri de utandırmayacağını müjdeliyorsun, işte biz de îman ediyoruz, ey Rabbimiz bizleri de o gün rezil rüsvâ eyleme’ diyorlar. Bu hâlleriyle de Allâh’a güvendiklerini ve O’na karşı hüsn-ü zan beslediklerini ortaya koyuyorlar. (Ö. ÇELİK, 1/530)
(195).‘Nihâyet Rableri duâlarına şöyle karşılık verdi: ‘Gerek erkek olsun, gerek dişi olsun çalışanın hiçbir işini boşa çıkarmam…’ Bu âyet, Ümmü Seleme (r)’nın Hz. Peygambere “ Biz Allâh’ın hicret konusunda hiç kadınlardan söz ettiğini işitmiyoruz, diye sorması üzerine inmiştir. Yukarıda, fikir üreten ve aklını kullanan müminlerin duâsı verildikten sonra, duâya cevap olarak bu âyet inmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/142)
Allah bu âyeti indirerek kadınların amellerinin karşılığı konusunda erkeklerden geri tutulmadığını haber vermiştir. Çünkü onlar da eziyet ve işkencelere katlanmışlar, hicret etmişlerdir. Savaşlara gelince Müslüman hanımlar cihâda katılarak, sevaptan paylarını alırlar. Nitekim Hz. Peygamber zamânında hanımlar savaşlara katılmışlardır, postalara bakma, yaralıları tedâvi etme, askere su verme vb. hizmetler gördükleri, hatta gerektiğinde düşmanla yiğitçe vuruştukları bilinmektedir. (KUR’ÂN YOLU, 1/743)
3/196-200 EBEDİ SAÂDET
196. (Ey Peygamberim!) Küfre sapan/inkâr edenlerin (görünüşterefahiçinde) diyar diyar dönüp dolaşmaları sakın seni aldatmasın!
197. Bu (inanmayanlarınrefahı), pek kısa bir faydalanma ve eğlence! Sonra varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!
198. Fakat Rablerinin emirlerine uygun yaşayanlar için alt tarafından ırmaklar akan cennetler vardır. Allâh’ın bir ikrâmı olarak orada ebedî kalacaklardır. Allah katında olan (nîmet)ler, iyi (insan)lar için daha hayırlıdır.
199. Gerçekten Ehl-i Kitap’tan öyleleri var ki Allâh’a, size indirilen (Kur’ân’)a, kendilerine indirilen (kitap)lara Allâh’a büyük bir saygı duyarak inanırlar. (Onlar,) Allâh’ın âyetlerini az bir değere (dünyâlıkmenfaate) satmazlar. İşte onlara Rableri katında ödüller vardır. Elbette Allah, hesâbı çok çabuk görendir. [krş. 2/121]
200. Ey îman edenler! (Nefsinizinarzularına, çeşitlizorluklara, hertürlüdüşmanlarınızakarşı) dayanın, sabır ve sebat yarışına girin, murâbıt olun (nöbethâlindeimişgibibekleyin, cihâdahazırlıklıolun) ve Allah’tan korkun (emirlerineuygunyaşayın) ki kurtuluşa eresiniz.
196-200. (196).“Küfredenlerin diyar diyar dönüp dolaşmaları sakın seni aldatmasın” Onların içinde bulundukları nîmetler sevinç, türlü menfaatler, lezzetler, otoriteler seni aldatmasın. (…)
Onların diyar diyar dolaşmaları, az bir geçimdir. Âhiret nimetleri karşılığında basit ve değersizdir. Özü itibâriyle değersizdir, çünkü gelip geçicidir. (S. HAVVÂ, 2/560)
(197).‘.. az bir geçim.’ Onların diyar diyar dönüp dolaşmaları az bir geçimdir. (..) Özü itibariyle değersizdir; çünkü gelip geçicidir ve çünkü her geçici olan şey, ‘az’dır. (S. HAVVÂ, 2/560)
Bâzı müminlerin, bâzı müşriklerin ve inkârcıların geniş maddî imkânlar içinde olduklarını görüp “Onlar huzûr içinde, biz ise sıkıntı içindeyiz.” demeleri üzerine yüce Allah gerek peygamberin şahsında burada, gerek diğer âyetlerde (2/200-201; 17/18-19; 43/33-35) müminlerin izleyecekleri hareket tarzını açıklamaktadır. Buradaki hitap, Peygamber Efendimiz’in şahsında bütün mü’minleredir. (H. T. FEYİZLİ, 1/75)
Hadis: ‘Allâh’a yemin ederim ki, dünyâ nîmetleri âhiret nîmetlerine göre, ancak sizden birinin şehâdet parmağını denize daldırıp su alması gibidir. Kişi, parmağının denizden ne kadar su aldığına bir baksın.’ (Müslim Cennet 55’den İ. KARAGÖZ 1/697)
(199).Bu âyet yukarıdaki Âl-i İmran 3/113. ‘hepsi bir değil’ âyetinin de bir açıklaması gibidir. Mûsevi iken Müslüman olan Abdulah bin Selâm ve arkadaşlarını veya Îsevi iken Müslüman olan Necran’dan kırk, Habeş’ten otuz, Rumlar’dan sekiz, toplam seksen zâtın İslâm’ları dolayısı ile indiği rivâyet edilmiştir. (ELMALILI, 2/489, 490)
Ehl-i kitaptan olup da, Allâh’ın birliğine, Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’a ve ondan önceki peygamberlere indirilen kitaplara îman edenler ve Allâh’a içtenlikle saygı duyup, onun âyetlerini dünyâ menfaatleri ile değiştirmeyenler cennete gireceklerdir. (KUR’ÂN YOLU, 1/745)
(200).‘Ey imân edenler! Sabredin, sebat gösterin, ribat yapın / nöbet tutun ve Allah’tan korkun ki felâh bulasınız.’ Ey îmân edenler, siz telaş etmeyiniz, sabırlı olunuz. Sabır üç derecedir: musîbette sabır, tâatte sabır, günahta sabır. Ve sabırda Allâh’ın düşmaları ile yarışıp onların üstüne çıkınız. Düşmanınıza karşı atını bağlayıp gözetleyiniz ve nöbet edîniz. (..) Murâbıt: Allah yolunda silâh altında bulunan ve kışla ve karakollarda duran ve nevbet bekleyen askerler demektir. (ELMALILI, 2/490, 491)
‘sebat gösterin / kararlılıkta yarışın’ ‘sâbirû’ emrini ‘birbirinizle kararlılıkta yarışın yâhut ‘birbirinize tahammül edin’ şeklinde tercüme etmek mümkündür. Çünkü ‘ve sâbirû’ bilindiği gibi sabır kökünden müfâale / ortaklık kalıbında gelmiş bir kelimedir. Bu kalıp da özelliği gereği, yapılan işlerin karşılıklı olmasını gerekli kılmaktadır. O bakımdan ‘müsâbere’ kişinin kendisiyle başkası arasında meydana gelen olumsuz durumlara göğüs germesi ve katlanması demektir. (M. DEMİRCİ, 1/249)
‘Ribat yapın’ Allâh’ın düşmanları ile savaşmayı gözetleyerek hudutlarda kalın, ikâmet edin. Yâhut da mescidlerde şeytanla savaşa hazır olarak ribat yapın. (S. HAVVÂ, 2/561)
Hadis: ‘Allah yolunda bir gün nöbet tutmak, dünyâ ve içinde olanlardan daha hayırlıdır.’ (Buhâri Cihad 73’den İ. KARAGÖZ 1/701)
Hz. Peygamber, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemeyi mecâzi anlamda ‘nöbet bekleme’ olarak isimlendirdiği için (Müslim, Tirmizi) bâzı müfessirler burada ribâtı bu anlamda yorumlamışlardır. (..) Bununla birlikte, namaz ibâdetinin kişiyi kötülüklerden koruyucu özelliğe sâhip bulunduğu düşünüldüğünde âyetin hakikat olarak her iki anlamı da kucaklayacak mâhiyette olduğu kabul edilebilir. Çünkü nöbetlerin biri vatanı düşmandan, diğeriise nefsi kötü davranışlardan korumaya yöneliktir. Nitekim âyetin, aynı zamanda sûrenin son cümlesinde kurtuluşa ermek için takvânın emredilmiş olması, âyetin her iki anlamı içerdiğine işâret eder. (KUR’ÂN YOLU, 1/746)
Hadîs: Hz. Peygamberin teheccüd namazında Âl-i İmran sûresinin son on âyetini okuduğu kaydetilmektedir. (Buhâri Tefsir 3/18-26’dan KUR’ÂN YOLU, 1/747)