Mekke döneminde nâzil olmuştur. 109 âyettir. Sûrenin 40, 94 ve 95. âyetlerinin Medîne döneminde indiği rivâyet edilmiştir. Sûre, 98. âyette sözü edilen Hz. Yunus ve kavmine atıftan dolayı bu adı almıştır. (H. T. FEYİZLİ, 1/207)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
10/1-2 TUHAF MI GELDİ?
1. Elif, Lâm, Râ. İşte bu (okuna)nlar hüküm ve hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir.
2. “İnsanları, (Allâh’ınazâbınakarşı) uyar ve îman edenlere de Rableri katından kendileri için yüksek derece ve makamlar olduğunu müjdele!” diye içlerinden bir adama vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki (Peygamberonlaraâyetleriokuyunca), kâfirler: “Bu mutlaka apaçık bir sihirbazdır.” dediler. [bk. 7/69; 38/4]
1-2. (2). İçlerinden bir adama ‘insanları uyar ve inananlara Rableri katında kendileri için (yüksek) bir doğruluk derecesi olduğunu müjdele’ diye vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı deldi?‘ Nesefi şöyle der: Onlar (Araplar veya onlardan inkâr edenler) Allah insanlara Resul olarak göndermek üzere Ebû Talib’in yetiminden başka bir kimseyi bulamamış olması, hayret edilecek bir şey! (S. HAVVÂ, 6/358)
Kadem-i sıdk: Peygamber (s) efendimizin Allah katındaki yakınlığı, şefaat makâmı, müttakilerin cennetlerde sıdk makâmına girmeleri için delil ve önderleri olmasını ifâde eden özel bir deyimdir. (ELMALILI, 4/441)
Kadem-i Sıdk: İleri gitmek, yüksek makam sâhibi olmak demektir. Mecâz ı Mürsel türünden, ileri gitmek hakkında kullanılmıştır. (..) Bu gibi kelimelerin ileri geçmelerinden maksat, onlar cennete erken gireceklerdir. Hadis: Çünkü peygamber (s) şöyle buyurmuştur: Bizler (dünyâda) en son gelenleriz, fakat kıyâmet gününde en ileri geçecek olanlarız.’ (S. HAVVÂ, 6/358, 359)
10/3-6 RABBİNİZ ALLAH
3. Şüphe yok ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (altıdevrede) yaratan ve Arş’ı hükmü altına alan, (her) işi düzenli olarak idâre eden Allah’tır. O’nun izni olmadan hiçbir şefaatçi (şefaatte) bulunamaz. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur. O hâlde (gereğigibi) O’na kulluk edin. Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?
4. (Ey İnsanlar!) Allâh’ın gerçek bir vaadi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Çünkü O, halkı önce yaratır, sonra îman edip sâlih amel işleyenlere adâletle karşılığını vermek için onları (mahşerde) iâde eder (diriltir). Küfre sapanlara gelince, onlara da kâfir olmaları sebebiyle kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap vardır. [krş. 70/22-35]
5. Güneşi bir ışık, ayı da (aydınlık) bir nur yapan; yılların sayısını ve hesâbını bilmeniz için aya menziller (uğraklar ve duraklar) düzenleyip koyan O’dur. Allah bunları ancak hak ile (bir amaca yönelik olarak) yaratmıştır. O, bilen bir kavim için âyetlerini geniş geniş açıklar. [krş. 36/38-39]
6. Gece ile gündüzün (uzayıpkısalarak) birbiri ardınca gelmesinde, Allâh’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (düşünenve) Allâh’a saygı duyup, emrine uygun yaşamak isteyen bir toplum için elbet (O’nunbirliğinevekudretinedâir) nice deliller (ibretler) vardır. [krş. 3/190]
3-6. (3).‘Şüphesiz Rabbiniz (O) Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı.‘ Her ne ise, bu altı gün; kendisinin dışında başka hiçbir kaynaktan bilgi alınmaması gereken yalnız Yüce Allâh’ın bildiği gayb konularından biridir. Biz bu konuda bize bildirilenlerle yetinip, bu sınırları aşmamalıyız. Bu altı günün burada söz konusu edilmesinin amacı, bu evrene başından sonuna kadar egemen olan, plânlama, idâre ve düzenin hikmetine dikkat çekmektir. (S. KUTUB, 5/475)
‘Sonra arşa istivâ etti.’ İbn-i Kesir, Arş yaratılmışların en büyüğü ve bütün yaratılmışların tavanıdır. Arş, gaybî bir mahlûktur, ona îman etmek farzdır. Konu ile ilgili etraflı açıklamalara girişemeyiz. (S. HAVVÂ, 6/360)
Bütün bu kâinat mülkünü hükmü altına aldı, yaratılmış ne varsa (zerreler, kürreler, cisimler, ruhlar, kuvvet, enerji, güç, saltanat) hepsinin üstünde hüküm ve saltanatını icraya başladı. (ELMALILI, 4/444)
Buâyette geçen ‘sonra’ kelimesi, zaman aşımını ifâde etmez. Mânevi olan uzaklığı ifâde eder. Burada zamânın hiçbir etkisinden söz edilemez. Yüce Allâh’ın daha önce olmadığı hâlde sonradan meydana gelen hiçbir hâlinden ve durumundan söz edilemez. Yüce Allah, yer ve zamanla ilgili olaylardan, değişimlerden münezzehtir. Onun içindir ki, biz burada ‘sonra’ kavramının mânevi uzaklık anlamında olduğunu kesin söyleyebiliriz. (S. KUTUB, 5/476)
‘O tedbir eder (yönetir)’ Arşından arzına varıncaya kadar, gerek cüzi, gerek külli, kâinâtın bütün işlerini tedbir ediyor, yönetiyor ve yönlendiriyor. Her şeyin hükümranlığını elinde tutuyor. (ELMALILI, 4/444)
‘O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez.’ Yâni O izin verirse, O’ndan izin çıkarsa, ancak o zaman bir şefaat eden bulunabilir. Şefaat etmekle izinli kılınanlar da ancak şefaate lâyık olanlara şefaat edebileceklerdir ki, bu liyâkatin ilk şartı îmandır. (ELMALILI, 4/445)
Allah Teâlâ, âhirette diğer peygamberler, özellikle Hz. Peygamber olmak üzere, bâzı kullarına şefaat izni verecektir. (KUR’AN YOLU, 3/83)
Âyet-i kerîmede Rabbimiz’in Allah olduğu belirtiliyor. Çünkü insanlar üzerinde hâkimiyet kuran ve Allâh’ı dışlayarak rablık taslayanlar, kendi emirlerine insanları boyun eğdiren, kulluk ettiren nice Firavun ve krallar geçmiştir. Bunun için Allah, kendisinin Rab olduğunu beyan ederek kendisine kulluğu emrediyor (10/28-30). Kurtuluşa erenler de kulluğunu, Rableri Allah olarak, yerine getirenler olacaktır. [bk. 41/30; 46/13] (H. T. FEYİZLİ, 1/207)
‘O’na ibâdet ediniz.’ Yâni, O’nun birliğini, biricikliğini bilerek, O’nu gerçek mâbud tanıyarak, ululayarak yalnızca O’na ibâdet ediniz. Taştan, ağaçtan yapılmış şekil ve sûretler şöyle dursun, ne bir meleği, ne bir nebiyi O’na ortak koşmayınız, O’nun indirdiği vahiy âyetlerine îman ediniz ve âyetlerinin hükümlerine uyunuz. (ELMALILI, 4/445)
Yüce Allah, insanları yalnız kendisine ibâdet etmeleri için yaratmış (51/56), peygamberler gönderip kendisine ibâdet etmelerini emretmiştir. (16/36, 21/25) Îman edip sâlih amelleri işlemek, farz, vacip ve sünnet görevleri yapmak, haram ve mekruhları terk etmek Allâh’a ibâdet etmektir. (İ. KARAGÖZ 3/278)
‘Siz hiç düşünüp öğüt almıyor musunuz?’ soru cümlesi ‘düşünüp öğüt alın’ anlamındadır. ‘Tezekkü’ anmak, hatırlamak, düşünmek demektir. Yüce Allah, gökleri ve yeri yarattığını, bütün mülkün ve hükümranlığın kendisine âit olduğunu, varlık âlemini yönettiğini ve şefaatin ancak Allâh’ın izni ile olduğunu bildirdikten sonra, düşünüp ibret almaya dâvet etmesi, Allah’tan başka bir yaratıcının olamayacağının bilinmesi gerektiğini ifâde eder. Çünkü, müşriklerin, yaratıcı olarak Allâh’ın varlığını kabul ettikleri (23/86-87, 43/87) hâlde şefaatçi olur(10/18) ve kendilerini Allâh’a yaklaştırır(39/3) inancı ile putlara tapmaları, düşünmemelerininve anlamamalarının göstergesidir. Âyette, bundan vazgeçilmesi emredilmektedir. (İ. KARAGÖZ 3/278, 279).
Mâdem tüm egemenlik Allâh’ındır, insan O’nun emirlerine boyun eğmeli, O’nun yolunu izlemeli ve ne kendi nefsinin egemenliğni ne de bir başkasının egemenliğini O’nun egemenliği üstünde tanımamalıdır. (MEVDÛDİ, 2/287)
(4).‘Hepinizin dönüşü sâdece O’nadır. Allâh’ın gerçek olarak verdiği sözdür.’ Allâh’a îman, âhiret gününe îmanı da gerektirir. Allâh’ı tanıyan, âhiret gününe de îman eder. Yüce Allâh’ın ilmini ve kudretini tanıyan bir kimse, öldükten sonra tekrar diriltilmeyi ve hesâba çekilmeyi garip karşılamaz.
Çağımızın ana hastalığı, Allah’tan ve âhiret gününden gâfil olmaktır. Bu gafletin tedâvisi zikirdir, Allâh’ı ve âhireti hatırlamaktır, Kur’an’ı okumaktır, ilimdir. Âmil âlimlerle, Allah rızâsını isteyenlerle, dünyâya iltifat etmeyip, âhireti arzu edenlerle birlikte olmaktır. (S. HAVVÂ, 6/363, 364)
Kur’an’da pek çok âyette kâfirlerin cehennem halkı olduğu ve cehennemde farklı şekillerde cezâlandırılacağı bildirilmektedir. (56/42-43) Bu âyette inkâr etmeleri sebebiyle kâfirlere, kaynar sudan içecek ve elem veren azap olduğu bildirilmektedir. ‘(Allahgörevlimeleklereşöyleemirverir: ‘Tutun o kâfiri, cehennemin ortasına sürükleyin onu, sonra başının üstüne kaynar su azâbından dökün’ (44/47-48). ‘İnkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden coplar vardır. Her ne zaman cehennemden, o kederden çıkmak isteseler oraya geri döndürülürler ve onlara, ‘’tadın ateş azâbını’’ denir.’ (22/19–22; İ.KARAGÖZ3/280, 281).
(5).‘Yılların sayısını ve (vakitlerin) hesâbı(nı) bilmeniz için ona konaklar düzenleyen O’dur.’ Güneş ve ay sâyesinde yılları, ayları, günleri bilmeniz, yıllarla ve aylarla ifâde edilen süre ve vakitlerin hesâbını bilmenizdir. Güneş vâsıtası ile güneş senesi, ay vâsıtası ile ay senesi bilinir. (S. HAVVÂ, 6/364)
‘Yılların sayısını ve’ oruç, hac, fitre, namaz ve daha başka farzlardan ibâret dîniniz ve dünyânızın düzenini sağlayan ayların, günlerin, gecelerin ve saatlerin vakitlerinin ‘hesâbını bilmeniz için ona konaklar düzenleyen O’ dur.’ (İ. H. BURSEVİ, 8/34)
Güneş ile ay’ın yaratılması hak ile yâni hikmet ve amaca yöneliktir. Güneş ve ay, kendiliğinden oluşmuş değil, Allah tarafından yaratılmıştır. Güneş ve ay, gelişigüzel ve tesâdüf eseri olarak veya bir oyun olsun diye yaratılmış da değildir. (3/190, 44/38) Yüce Allah bunları, hak ile hikmetle yaratmıştır. (İ. KARAGÖZ 3/283)
(6).‘Gece ile gündüzün değişip durmasında.’ Gece ile gündüzün her birinin ötekinin ardından gelerek ‘değişip durmasında’ yâhut renklerindeki değişikliklerde, arka arkaya gelmesinde, biri gidince ötekinin gelmesinde, gecikme olmamasında, eksilip artmaktaki değişikliklerinde, ‘Allâh’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde takvâ sâhibi bir toplum için nice alâmetler vardır.’ Gökteki yaratıklar ve yerdeki yaratıklarda hayret verici durum ve delillerde ‘sakınan’ Allâh’ın azabından, gazabından, cezâsından sakınmak sûretiyle Allah’tan korkan ‘bir topluluk için âyetler’ kudretine delâlet eden belgeler ‘vardır.’ (S. HAVVÂ, 6/365)
‘ve Allâh’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde,’ yüksekte güneş ve ay ve diğer yıldızlar, gök cisimleri ve bunlardaki ziyâ ve nur, miktar, yörünge., hareket ve çekim konuları ve yerüstü ve yeraltı zenginlikleri ile dünyâmızdaki bütün olup bitenlerde hepsinin en küçük zerresindeki özelliklere varıncaya kadar bütün varlık çeşitlerinde sakınan bir topluluk için deliller vardır.’’ (ELMALILI, 4/450)
10/7-10 ATEŞ EHLİ – CENNET EHLİ
7-8. (Âhirette) bize kavuşmayı ummayan, (sâdece) dünyâ hayâtından hoşlanıp (gönlü) onunla yatışıp rahatlayan ve bir de âyetlerimizden gâfil olanlar var ya! İşte, onların kazandıkları (günahları)ndan dolayı, varacakları yer ateştir.
9. İman edip, sâlih (sevaplı) amel işleyenlere gelince: Rableri, îmanları sebebiyle onları, alt tarafından ırmaklar akan nîmet dolu cennetlerine eriştirir.
10. Onların oradaki duâları: “Sübhânekellâhümme” (Allâh’ım! Senianarvesenihertürlünoksanlıktantenzihederiz) demeleridir. Orada (birbirineiyilik) temennileri: “Selâm” ve duâlarının sonu da: “Elhamdülillâhi Rabbi’lâlemîn” (ÂlemlerinRabbiolanAllâh’ahamdolsun) demeleridir. [krş. 13/23-24; 33/44; 36/58; 56/25-26]
7-10. (7).‘(Âhirette) bize kavuşmayı ummayan, (sâdece) dünyâ hayâtından hoşlanıp (gönlü) onunla yatışıp rahatlayan ve bir de âyetlerimizden gâfil olanlar var ya! İşte, onların kazandıkları (günahları)ndan dolayı, varacakları yer ateştir.’ Bu tip insanlar dünyâperest, materyalist kimselerdir. Allâh’a karşı sorumluluk duymaz, âhirete inanmaz, hevâ ve hevesine göre yaşar, aklınca, menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Bunlara Dehriyyûn da denilir. [krş. 6/29-30; 7/51; 23/37-42; 45/24; 64/7] (H. T. FEYİZLİ, 1/208)
(10).‘Onların oradaki duâları (yâni cennetteki duâları) her türlü eksiklikten uzaksın Allâh’ım..’ ‘Dirlik temennileri selâm.’ Yâni biri ötekine ‘selâm’ diyerek selâmlaşmalarıdır. Veya meleklerin onlara vereceği selâm budur yâhut Allâh’ın onlara vereceği selâm bu şekilde olacaktır. (S. HAVVÂ, 6/367)
‘Duâlarının sonu da ‘Âlemlerin Rabbine hamdolsun’ sözleridir. Nesefi’ye göre, Denildiğine göre onların sözlerinin başlangıcı tesbih sonu da tahmid (Allâh’a hamd) etmektir. Allâh’ı tâzim ve tenzih ile sözlerine başlarlar. O’na şükür ve senâ ile sona erdirirler. Bu başlangıç ve son arasında da diledikleri şekilde konuşurlar.
‘Oradaki duâları ‘münezzehsin Allâh’ım’dır.’ Buyruğu ile ilgili olarak bana şöyle bildirildi: Yanlarından bir kuş geçer ve canları onu çekecek olursa ‘sübhânekellâhümme’ derler. İşte bu, onların duâları ve istekleridir. Hemen melek, canlarının çektiği o şeyi, onlara getirir, onlara selâm verir, onlar da meleğin selâmını alırlar. İşte ‘dirlik temennileri’ selâmdır’ buyruğu bunu ifâde etmektedir. Onlar merleklerin getirdiklerini yedikten sonra, Rableri olan Allâh’a duâ ederler. (S. HAVVÂ, 6/367)
10/11-12 İNSANIN TABİATI
11. Şâyet Allah insanların hayrı çabukça istedikleri gibi, şerri de (istediklerinde) acele verseydi, elbette onların ecelleri(ningelmesi)ne hükmedilirdi. Ama bize kavuşmayı ummayanları biz azgınlıkları / isyanları içinde şaşkın şaşkın bocalar hâlde bırakırız. [bk. 2/15; 8/32]
12. İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, gerek yan yatarken gerek otururken gerek ayakta iken (herhâlinde) bize duâ eder. Fakat kendisinden sıkıntısını açıp kaldırıverince, sanki kendisine dokunan o sıkıntı için bize duâ etmemiş gibi (şükürveitaatibırakıp) gider (yinegünahlaradalar). İşte ölçüsüz davranan (vehaddiaşan)lara yapmakta oldukları şeyler, böyle süslü (câzip) gelmiştir. [krş. 11/10-11; 41/50-51]
11-12. (11).‘İnsanların hayrı acele istemeleri gibi, Allah da onlara şerri acele verseydi, süreleri hemen bitirilmiş olurdu.’ Müşriklerden kimisi, ‘Ey Allâh’ım! Bu Kur’an senin nezdinden gelmiş, gerçek bir kitap ise, gökten üzerimize taş yağdır. Veya bize can yakıcı bir azap ver’ diye kendi aleyhlerinde bedduâ etmişti. Enfal 8/32 âyet bunun üzerine inmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/363)
Daha önceleri peygamberlerin mesajlarını yalanlayan milletlerin başlarına geldiği gibi, onların başına da köklerini kazıyarak ve onları yok edecek bir cezâ gönderilmemişti. Çünkü yüce Allah, onların çoğunun eninde sonunda İslâm dinine gireceğini, onlarla yeryüzüne yayılacağını biliyordu. Nitekim Mekke’nin fethinden sonra bu gerçekleşti. Tâ ki, onlar işin böyle sonuçlanacağını bilmiyorlardı, bilmeden O’na meydan okuyorlardı. Allâh’ın onlar için dilediği gerçek iyilikten haberleri yoktu. (S. KUTUB, 5/485)
Hadis: Hz. Câbir (r) den, Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Kendinize bedduâ etmeyiniz, çocuklarınıza bedduâ etmeyiniz, mallarınıza bedduâ etmeyiniz, çünkü bedduâ ederken, Allâh’ın sizin duânızı kabul edeceği bir âna rast gelebilirsiniz.’ (el Bezzâr’ın Müsned’inden, S. HAVVÂ, 6/369)
(12).‘Fakat kendisinden sıkıntısını açıp kaldırıverince, sanki kendisine dokunan o sıkıntı için bize duâ etmemiş gibi (şükür ve itaati bırakıp) gider (yine günahlara dalar)’ Âyet-i kerîmede, rahatlıkta duâyı terk edip, sıkıntılı zamanlarda bedduâya başvuran kimseler yerilmektedir. Kâmil mümine yakışan rahatlık zamanında da, sıkıntılı zamanlarında da yüce Mevlâ’sına yalvarıp yakarmaktır. Böylesi, duânın kabûlü açısından daha ümit vericidir. (S. HAVVÂ, 6/372)
Hadis: Sıkıntılı ve kederli zamanlarında Yüce Allâh’ın duâsını kabul etmesini arzulayan kimse, bolluk zamanlarında çokça duâ etsin.’ (Tirmizi’den, S. HAVVÂ, 6/372)
10/13-14 NASIL DAVRANACAĞINIZA BAKALIM DİYE
13,14. (Ey Muhammed Ümmeti!) Andolsun ki sizden önceki devirler(degelennesiller)i de, peygamberleri onlara açık delil (vemûcize)ler getirdikleri hâlde zulmettikleri ve îman etmeyecek oldukları için yok etmiştik. İşte suçlular toplumunu böyle cezâlandırırız. 14. Sonra onların ardından sizi yeryüzünde hâlîfeler yaptık (hâkimkıldık) ki bakalım nasıl işler yapacaksınız.
13-14 (13).‘Andolsun ki, zulmettikleri için sizden önce birçok nesilleri helâk ettik.’ Ölçüyü çiğneme, haddini aşma ve şirk anlamına gelen zulüm onları felâkete sürüklemiştir. İşte onların sonu buydu. Müşrik Araplar, Arap yarımadasında Âd’ın, Semûd’un ve Lût kavminin yaşadıkları bölgelerde, onların kalıntılarını gözleri ile görüyorlardı. (S. KUTUB, 5/487)
(14).‘Ki nasıl amel yapacaksınız bakalım, görelim diye.’ Yâni nice devirlerin helâke uğratılmasından sonra, sizin onların yerine halîfe tâyin edilip geçirilmenizin ve dünyâya getirilmenizin hikmeti eğlenmeniz değil, irâdenizle ortaya koyduğunuz emek ve gayretleriniz, faaliyetleriniz ve çalışmalarınızdır. ‘Hanginiz daha iyi işler yapıyor diye sizi sınamak içindir.’ (Mülk 67/2) âyetinin de işâret ettiği gibi, en güzel amellere çalışmanız sorumluluğunuzdur. Çalışmalarınızı gözeteceğiniz en büyük maksat, ameli güzelleştirmenizdir. Çünkü sizin amellerinizden ortaya çıkacak güzellik Allâh’ın nazarına sunulacak, O’nun takdîrini ve beğenisini kazandığında, O’nun emriyle o güzel ameller karşılığında ‘naim cennetleri’ verilecek ve size ebedi saadetler sunulacak. İşte bundan dolayı iyilik yapan ve yaptığı iyiliği en güzel şekilde yapmaya çalışan muhsinlere daha ileriki âyetlerde de görüleceği üzere ‘En güzellere daha fazlasıyla en güzel karşılık vardır.’ (Yunus 10/26) vaadi böylece yerine gelmiş olacak. (ELMALILI, 4/456)
‘Allâh’ın imtihan etmesi’ tecrübe ile bilmesi anlamında değildir. Bu, ‘imtihan işlemi’ anlamına bir istiâredir. Çünkü Allâh’ın tecrübe ile bilmeye ihtiyâcı yoktur. (İ. KARAGÖZ 3/294)
10/15-17 BİZE KAVUŞMAYI UMMAYANLAR
15. Âyetlerimiz onlara, apaçık deliller hâlinde okunduğu zaman, (âhirette) bize kavuşmayı ummayanlar (Peygamber’e): “Ya (bize) bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu(nhoşumuzagitmeyenyerlerini) değiştir.” dediler. (Ey Peygamberim! Onlara) De ki: “Kendiliğimden onu değiştirmem (aslâmümkün) olmaz. Ben sâdece bana vahyedilene uyar (onubildirir)im. Eğer Rabbime karşı gelirsem, şüphesiz o büyük günün azâbından korkarım.”
16. (Ey Peygamberim!) De ki: “Allah dileseydi (Kur’ân’ıbanaindirmez, bende) onu size okumazdım ve (Allah) onu size bildirmezdi. (Bilinki) ben, bundan önce aranızda (okumayazmabilmeden) bir ömür sürdüm. (Böylebirşeyyapamayacağımı) hiç düşünmüyor musunuz?”
17. Allah adına yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim vardır? Şüphesiz günahkârlar (zâlim, kâfir ve müşrikler), kurtuluşa eremezler.
15-17. (15).‘Bir Kur’an getir veya onu değiştir, dediler. De ki onu kendiliğimden değiştiremem.’ Böyle bir şey, benim için helâl değildir. Yâni bu iş bana bırakılmış değildir. Ben sâdece emre itaat eden bir kulum. Allah’tan aldıklarımı size tebliğ eden bir Rasûlüm.
‘Ben ancak bana vahy olunana uyarım.’ Herhangi bir fazlalık, eksiklik olmaksızın, sâdece Allâh’ın bana vahy ettiğine uyarım. Çünkü benim size getirdiğim Allah’tandır. Kendiliğimden onu uydurmuyorum. Ki değiştirmem söz konusu olsun. (S. HAVVÂ, 6/374)
Peygamberimiz (s), Kur’an hükümlerini bizzat kendisi uygulamış, bu şekilde hem Kur’an hükümlerini tebliğ etmiş, hem uygulayarak öğretmiş, hem de örneklik etmiştir. Kur’an’da birçok âyette yüce Allah, hem peygamberimize, hem onun şahsında bütün müminlere Kur’an hükümlerinin uygulanmasınıemretmiştir: ‘(EyPeygamberim!’ Sen sana vahyedilene sımsıkı sarıl’ (43/43) ‘Ben ancak bana vahyedilene uyarım de’ (46/9, İ. KARAGÖZ 3/297).
(16).‘De ki, Allah dileseydi ben onu size okumazdım.’ Ümmi, kimseden bir şey öğrenmemiş, ilim adamları ile görüşmemiş, onlarla oturup kalkmamış bir kişi bütün kitapları gölgede bırakan bir kitap okuyor. Bütün sözleri gölgeleyen bir söz getiriyor ve her şeyde üstünlük sağlıyor. Bu kitapta, öyle mûcizeler, îcazlar var ki, bunları tümüyle hiç kimse kuşatamaz. (S. HAVVÂ, 6/374) ‘ve onu size hiç bildirmezdi.’
(17).‘Allâh’a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayanlardan daha zâlim kim olabilir?’ Kur’ân-ı Kerîm’i yalan sayanlardan daha zâlim kim olabilir? Bu işe kalkışanlardan daha büyük zâlim yoktur. Bundan daha büyük bir suç, bundan daha büyük bir zulüm olamaz. (S. HAVVÂ, 6/375)
Allâh’ın yarattığı ve indirdiği âyetleri veya delilleri inkâr etmek veya onun asılsız olduğunu, yalan olduğunu söylemek, iftirânın en zâlîmane yapılmış olanıdır. Ki, biri bâtıla hak demek zulmü, diğeri hakka bâtıl demek zulmüdür. Peygamberlik taklidine kalkışmak, müşriklik etmek birinci şıktan (zulüm), Kur’ân’ı ve peygamberi inkâr etmek ise ikinci şıktan olan zulümdür. (ELMALILI, 4/462)
‘Yalan’ aslı ve gerçeği bulunmayan uydurma söz demektir. Özü itibâriyle yalan, bir cürüm yâni suçtur. ‘İftirâ’ yalanın daha zâlimce olanı, Allâh’a karşı yalan ve iftirâ ise, en zâlimce olanıdır. Allâh’ın âyetlerini yâni Kur’ân’ın helâl ve haram, emir ve yasak, ilke ve hükümleriniinkâr etmek veya Kur’ân’ın asılsız ve yalan olduğunu söylemek, yalan, iftirâ ve zulümdür. Bâtıla hak demek de, hakka bâtıl demek de zulümdür. Allâh’a ortak koşmak, yalan, iftirâ ve zulümolduğu gibi, Hz. Muhammed (s)’den sonra peygamberlik iddiâ etmek de yalan, iftirâ ve zulümdür. (İ. KARAGÖZ 3/300, 301)
Bir insanın kurtuluşa erebilmesi içinöncelikle mümin olması, sâlih ameller işlemesi, farz görevleri yapması ve haramlardan sakınması gerekir. Mümin olmak, kurtuluşa ermenin ön şartıdır. (23/1, 2/3-4, 7/157, İ. KARAGÖZ 3/301)
10/18-20 İNSANLARIN İHTİLÂFI
18. Onlar (müşrikler), Allâh’ı bırakıp kendilerine zarar ve fayda sağlamayan şeylere taparlar ve: “Bunlar, Allah yanında şefaatçilerimizdir.” derler. De ki: “Siz Allâh’a, göklerde ve yerde O’nun bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O, onların ortak tuttukları şeylerden çok uzak ve yücedir.
19. İnsanlar ancak (tevhiddîninebağlı) bir tek ümmet idi. Sonra (şirke, küfrevebâtılyollarasapıp) ayrılığa düştüler. Eğer (hesabınkıyâmettegörüleceğinedâir) Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında elbette azap hükmü verilirdi.
20. (Müşrikler🙂 “O’na, Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Gayb(eâitişler), Allâh’a mahsustur; (îman etmezseniz azâbı) bekleyin. Ben de sizinle berâber bekleyenlerdenim.” [bk. 6/4-10; 8/32]
18-20. (18).‘ve bunlar Allah katında bizim şefaatçimizdir, derler.’ Müşrikler, Allâh’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’na ibâdette başkalarını ortak koşarlar. (S. HAVVÂ, 6/381)
Bütün putperestlik felsefesi, aşağıda dört şekil içinde özetlenebilir: (a) Müşrikler her bir iklim için yüce ruhlardan birer belli ruh vardır, diye inanıyorlardı. Bundan dolayı, onlar adına birer put yapıp dikiyorlardı. (b) Yıldızlara tapıyorlardı. O yıldızlar adına diktikleri putlara tapıyorlardı. (c) Putlara âit bâzı tılsımlar uyduruyorlardı ve tılsımlarda bir takım esrarlı güçlerin bulunduğuna inanıyorlardı. (d) Büyük saydıkları kimselerin sûretlerini yapıyorlar ve bu timsallere saygı gösteriyor ve tapınıyorlardı. (ELMALILI, 4/462, 463)
Peygamberimizinilkmuhâtaplarıolan Mekkeliler, Allah adında bir yüce ilâh tanıyorlar, O’nun kendilerini (43/87), gökleri ve yeryüzünüyaratanın, gökten yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltenin (29/61, 63)., ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaranın, kâinâtı yönetenin (10/31) rızık verenin (34/24) ve Kâbenin Rabbinin (106/3) Allah olduğunu kabul ediyorlardı. SıkıntılıvezorzamanlarındaAllâh’asığınıyorlar (29/65), ancak Allâh’ın tekliğini kabul etmiyorlardı. (38/5, İ. KARAGÖZ 3/301, 302)
Putların insanlara fayda ve zararı olmaz. Müşrikler, putlara kendilerini Allâh’a yaklaştırır (39/8) inancı ile korku veya menfaat düşüncesiyle tapıyorlardı. Yüce Allah, âyette müşriklerintaptıkları putların tapanlara faydasının da zararının da olamayacağını bildirmektedir. Taştan, mermerden, çamurdan, ağaçtan ve sâir malzemeden yapılan cansız varlıkların insana ne faydası olur ki? Bu, akılsızlık ve ahmaklıktır. (İ. KARAGÖZ 3/302).
(19).‘İnsanlar sâdece bir tek ümmettiler. Sonra ayrılığa düştüler.’ Übey b. Ka’b’a göre insanlık başlangıçta ‘ümmet-i hidâyet’ yâni hak bir inanç üzere idi. Ancak daha sonra aralarında görüş ayrılıkları ortaya çıkmaya başladı. Şâyet Rabbinin katından daha önce verilmiş bir söz olmasaydı, ayrılığa düştükleri konuda aralarında hüküm verilir, iş bitirilirdi. İşte bu vaad-i ilâhi gereği Yüce Allah onlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. (Nesefi’den, M. DEMİRCİ, 1/626)
‘Daha sonra ayrılığa düştüler.’ Bir kısmı tevhid inancını bıraktı, şirke geçti, sapıtmalar ve yoldan çıkmalar başladı. Türlü türlü mâbudlar peşine düşüp, birbirleriyle ayrılığa ve vuruşmaya başladılar. (ELMALILI, 4/464)
‘Eğer Rabbin tarafından verilen bir söz olmasaydı’ cümlesindeki ‘söz’ ile maksat, inkâr veya isyan edenlerin cezâsının âhirete bırakılmasıdır. İnsanların inkâr ve isyanları sebebiyle cezâları hemen dünyâda verilseydikesinlikle helâk edilirlerdi. (7/34, 10/11, 15/45) ‘İhtilâfa düştükleri hususlarda aralarında kesinlikle hüküm verilirdi’ cümlesi, bu anlamı ifâde eder. ‘İnsanların ihtilâf ettiği hususlar’ ile maksat, hak dinde ayrılığa düşmeleridir. (İ. KARAGÖZ 3/304, 305)
(20).‘O’na Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil mi? diyorlar.’ Yüce Allâh’ın sünneti şu şekilde cereyan edegelmiştir: O kâfirlere, teklif ettikleri mûcizeleri gösterecek, sonra da onlar küfürleri üzere ısrar edecek olurlarsa, onları toptan helâk edecektir. Çünkü O, kimi zaman mûcize gösterir, kimi zaman da göstermez, O’nun bütün fiillerinde sonsuz hikmetler vardır. (S. HAVVÂ, 6/382)
Peygamberimizin en büyük mucizesiise Kur’an’dır. Ancak Mekkeli müşrikler, Kur’ân’ın mucize oluşunugöremiyorlar, somut mucizeler göstermesini istiyorlardı. Meselâ ‘Ona bir melek indirilseydi’ (25/7), ‘Kendisine bir hazîne verilseydi veya ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı’ (25/8), ‘Mûsâ’ya verilen mâcizelerin benzeriona da verilmeliydi’ (28/48) diyorlar, Safâ tepesinin altına dönüşmesini ve benzeri taleplerde bulunuyorlardı. (İ. KARAGÖZ 3/305, 306).
‘De ki, Gayb ancak Allâh’a mahsustur. O hâlde bekleyin.’ Gayb, melekût âlemidir. Allâh’ın indirmesiyle âyetler oradan iner ve izhar etmesiyle mûcizeler oradan ortaya çıkar. O âlem Allâh’a mahsustur. Dilediği zaman ve dilediği gibi âyetler oradan, ancak O’nun hükmüyle iner. (İ. H. BURSEVİ, 8/71)
Gayb Allâh’a âittir. Bununla maksat, gelecekte olup bitecekler, tamâmen Allâh’ın irâdesinde olmasıdır. Allah ne isterse o olur. ‘Mûcizeler ancak Allah katındadır’ (29/50, 51). Peygamber ancak bir uyarıcıdır, kendiliğinden mucize getiremez. (17/59, İ. KARAGÖZ 3/306)
10/21-23 BOLLUKTA VE DARLIKTA İNSAN
21. Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan (kıtlıktan) sonra insanlara, bir rahmet (bolluk) tattıracak olsak (birdebakarsınki) âyetlerimiz (vedin) hakkında yine gizli bir plân kurmuşlar (alaya almışlardı). (Ey Peygamberim!) De ki: “Allâh’ın hîlenize karşılık vermesi daha çabuktur.” Elçilerimiz (melekler) kurduğunuz hîle (vedüzen)leri şüphesiz yazmaktadırlar.
22. (Ey İnsanlar!) Sizi karada ve denizde gezdiren ancak O’dur. Hatta gemilerde bulunduğunuz zaman(ıhatırlayın), o (gemiler), içinde bulunan (yolcu)ları hoş bir rüzgârla yüzüp götürdüğü ve onlar da bununla sevindikleri sırada, şiddetli bir fırtına gelip çatar; dalga her taraftan onları kuşatır (hücumeder). Artık onlar kendilerinin tamâmen kuşatıldıkları (vekesinkurtulamayacakları)nı sandıkları sırada artık dini, yalnız Allâh’a has kılarak O’na duâ ederler: “Andolsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız.” derler. [krş. 10/12]
23. Fakat (Allah) onları kurtarınca, hemen yeryüzünde yine haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey insanlar! Dünyâ hayatının geçici/değersiz menfaati için (yaptığınız) taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz ancak bizedir. Biz de yapmış olduklarınızı (mahşer yerinde) size haber vereceğiz.
21-23. (21).‘İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırdığımız zaman hemen âyetlerimize hîle kurarlar.’ Bu âyet Mekke’liler hakkında inmiştir. Nitekim Mekke’de yedi yıl yağmur yağmamış, müthiş bir kıtlık hüküm sürmüş, nice insan ve hayvanlar telef olmuştu. Sonunda Allah, bol yağmur verince, refah baş göstermiş ve insanların yüzü gülmüştü. Ancak Mekke müşrikleri bu bereketi Allah’tan bilecekleri yerde, yıldızların ve putların lütfu olarak algılamış ve yine Kur’ân âyetlerini alaya almaya başlamışlardı. (H. DÖNDÜREN, 1/364)
(22).‘Ona dinlerini hâlis kılarak…. Allâh’a yalvarırlar.’’ İkrime, gemiye binip, fırtına onları yakalayınca yüce Allâh’a yalvarıp yakarmaya ve O’nun birliğini itirâfa başladılar. O, ‘Bu da ne oluyor?’ diyesorunca, şöyle cevap verdiler: Buöylebiryerdirki, burada Allah’tan başkasının faydası olmaz’ İkrime şöyle dedi: ‘İşte bu, Muhammed’in bizi kendisine çağırdığı ilâhıdır. Haydi geri dönelim’ dedi ve İslâm’a girdi. (..) Âyetin zahirinden maksadın, sâdece yüce Allâh’a ihlasla duâ edilmesi olmadığını, aynı zamanda ibâdetin de O’na özgü olması gerektiğini ifâde etmektedir. (S. HAVVÂ, 6/389)
Çünkü inkâr edip günah işleyenler, insanlara zulmedenler, dînî kurallara riâyet etmeyenler, dünyâ ve âhirette bunun cezâsını kendileri çekerler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Kim Allâh’a ve peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu içerisinde ebedî kalacağı cehennemateşine sokar.’ (4/14). ‘Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır.’ (4/123, İ. KARAGÖZ 3/311)
(23).‘Ey insanlar! Yaptığınız taşkınlık ancak aleyhinizedir.’ Rasûlullah (s) şöyle buyurdu: Üç şey vardır ki, sâhiplerine geri döner: Birincisi kötü tuzaklar peşinde olmak, ikincisi ahdi bozmak, üçüncüsü de haddi aşmak. Daha sonra Hz. Peygamber, 10/23, 35/43 ve 48/10 âyetleri okudu. (Deylemi’den, S. HAVVÂ, 6/390)
‘.. sonunda dönüşünüz ancak bizedir.’ Her canlı gibi insan da ölümlüdür. (3/185, 29/57). Bir gün vakti saati gelince ölecek, bedeni aslı olan toprağa dönüşecek, ruhu yaşamay devam edecektir. Allâh’ın emri ile İsrâfil’in Sûr’a birinci defâ üflemesi ile kıyâmet kopacak, Allâh’ın dilediklerinin dışında bütün canlılar ölecek, ikinci defâ sûra üflemesi ile bütün insanlar dirilecek ((39/69), mahşer yerinde toplanacak, hesaba çekilecek. Sonuçta müminler cennete, kâfirler cehenneme gireceklerdir. (İ. KARAGÖZ 3/311, 312)
‘ .. size bütün yaptıklarınızı haber vereceğiz.’ Yüce Allah, insanların iyi veya kötü, sevap veya günah, adâlet veya zulüm, hayır veya şer, küçük veya büyük, az veya çok bütün yaptıklarını yazıcı meleklerine yazdırmaktadır. (50/17-18, 82/10-12) Meleklerin yazdıkları bu kitaplar, insanların sağ ve sol ellerine verilecektir. (69/19-25). İnsanlar, bu kitaptadünyâda yaptıklarını hazır bulacak ve görecektir. (99/7-8). Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘(Mahşer yerinde) kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. ‘Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki, küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş’ derler.’ (18/49, İ. KARAGÖZ 3/312)
10/24 DÜNYÂ HAYÂTI
24. Dünyâ hayatının misâli gökten indirdiğimiz suyunki gibidir ki, insanların ve hayvanların yediği yeryüzü bitkileri onunla karış(ıpyetiş)ir. Nihâyet yeryüzü (bitkilerle) ziynetini takınıp süslendiği, sâhiplerinin de (oürünübiçmekvetoplamakiçin) ona muktedir olduklarını zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündüzün o yere emrimiz / hükmümüz (âfet) geliverir de, sanki dün (bitkilerlehiç) zengin olmamış gibi orayı (kökünden) biçilmiş hâle getiririz. İşte biz, düşünen bir toplum(unibretalması) için âyetleri geniş geniş açıklıyoruz. [krş. 10/24; 18/45; 39/21; 57/20]
24-24. Dünyâ hayâtının geçiciliği. Dünyâ hayâtının mîsâli, gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Azı fayda veren, çoğu da helâk eden bir su gibidir. O bakımdan, nasıl gerekli azığı almak kaçınılmaz ise, artanı da terk etmek esastır. (S. HAVVÂ, 6/392)
Hz. Peygamber (s)’e dünyânın ne olduğu sorulunca, şöyle buyurmuş: Dünyâ’n seni Rabbinden alıkoyan her şeydir. (Dâvud’u Tâi’nin benzer bir sözü var, İ. H. BURSEVİ, 8/89)
Malı toplamak ve elde tutmak kişiyi helâk eder. Zekât düşmeyen, nisâp altında kalan mal, dibinde tortu bırakmayan su gibidir. Nisâp mikdârı mal, karşıya geçit vermeyen nehir gibidir. Karşıya geçebilmek için köprü gerekir. O da zekâttır. Köprünün bakımı için infak gerekir. Köprüde bozukluk olduğunda, kantar kantar yığılmış malların dalgaları, köprüyü su altında bırakır. Hz. Peygamber, ‘Zekât İslâm’ın köprüsüdür’ buyurmuştur. (S. HAVVÂ, 6/392)
10/25-26 ALLAH SELÂM YURDUNA ÇAĞIRIR
25. Allah, (kullarını) selâmet yurduna (cennetinikazanmaya) çağırır ve O, dilediğini (samîminiyetlerisebebiyle) doğru yola iletir.
26. İyilik edenler ve sâlih amelleri en güzel şekilde yapanlara daha güzeli (olan cennet) ve fazlası (Allâh’ın cemâlini müşâhede) vardır. Onların yüzlerini (kendilerinimahcupedecek) ne bir toz (leke) ne de bir aşağılık kaplar. İşte onlar cennet ehlidirler, onlar orada ebedî kalacaklardır. [bk. 55/60]
25-26. (25).‘Allah esenlik (selâm) yurduna çağırır ve dilediğini doğru bir yola iletir.’ Cennetin isimlerinden biri ‘Dârü ‘sselâm’dır. Ona bu ismin verilmesi, oraya girenlerin her türlü âfet ve musibetten selâmete ermesinden ötürüdür. Cennetin başı ihsan, ortası rızâ, sonu da Hakk’a kavuşmaktır. Cennet aynı zamanda selâmlaşma yurdudur. Çünkü orada Allah kullarına selâm verir, melekler de selâm verir, kendi aralrında da hep selâmlaşır dururlar. (bk. Vâkıa 56/25-26, Ö. ÇELİK, 2/491)
‘..ve dilediğini esenlik yurduna (cennete) iletir.’ Dilediği kimseyi İslâm’a veya cennetin yolunda yürümeye başarılı kılar, Anlam şudur: Allah bütün kulları selâm yurduna çağırır, fakat oraya ancak hidâyet bulmuş olanlar girebilir. Yüce Allâh’ın çağrısı Rasûlü vâsıtasıyla bütün insanlara geneldir. Ve bu yolu herkese gösterir. Hidâyet ise, o elçiyi gönderenin başarı ihsan etmesi ve inâyeti ile lütfundan gelen özel bir ikramdır. (S. HAVVÂ, 6/393)
(..) Selam yurdu ilemaksat cennettir. Cennet, selâm yurdudur. Çünkü cennette selâmet, esenlik, güven, huzur, nîmet ve mutluluk vardır. Cennette müminler; sevgi, saygı, barış, esenlik, huzur, sükun, refah ve mutluluk içerisinde olurlar. Sıkıntı, darlık, yokluk, hastalık, kötülük, âfet ve musibet yaşamazlar. (İ. KARAGÖZ 3/314)
‘Sırât-ı Müstakim: Dosdoğru yol’ Resûl-i Ekrem (s) dosdoğru yolu bir örnekle şöyle anlatır: ‘Bir yol var; yolun iki kenarında kapıları açık iki duvar var; kapıların üzerinde ise perdeler var. Yolun başında bir dâvetçi, onun üzerinde de ikinci bir dâvetçi: ‘Allah kullarını her bakımdan emniyet ve esenlik yurduna dâvet eder ve kimi dilerse onu doğru yola eriştirir’ diye seslenir. Yolun iki kenarındaki kapılar Allâh’ın koyduğu yasaklardır. Bir kimse perdeyi kaldırmadan Allâh’ın koyduğu yasakları çiğnemez. Yolun başındaki davetçinin üzerindeki ikinci dâvetçi Rabbinin vâizi olan vicdandır.’ (Tirmizi, Ahmed b. Hanbel’den Ö. ÇELİK, 2/492)
(26).‘Sâlih ameller işleyenlere sürekli daha iyisi ve fazlası verilir.’ Allah Rasûlü (s) 26. Âyette geçen ‘hüsnâ’yı cennet, ‘ziyâde’yi ise Allâh’ı görmek olarak şöyle açıklamıştır: ‘Cennetlikler cennete girdikten sonra, şânı yüce ve mübârek olan Allah şöyle buyuracak: ‘Size daha fazlasını vermemi istediğiniz bir şey var mı?’ Onlar: ‘Yüzlerimizi ağartmadın mı, bizi cennete koymadın mı, cehennem ateşinden korumadın mı?’ diyecekler. Bunun üzerine Yüce Allah hicâbı açacak: Onlara aziz ve celil olan Rablerine bakmaktan daha çok sevdikleri bir şey verilmiş olmayacaktır.’ Bir rivâyete göre Efendimiz (s), bu açıklamadan sonra: ‘İyi ve güzel işler yapan müminlere mükâfatların en güzeli ve bir de tahmin edemeyeceğiniz fazlası vardır.’ (Yûnus 10/26) âyetini okumuştur. (Müslim, Tirmizi’den, Ö. ÇELİK, 2/493)
Hadis: Daha iyisi cennettir. Fazlası ise Aziz ve Celil olan Allâh’ın yüzüne bakmaktır. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim’den, S. HAVVÂ, 6/398)
Hadis: Sahâbi Cerir b. Abdullah ® şöyle demiştir: Biz yanında iken Rasûlullah (s), dolunay hâlinde iken Ay’a baktı ve şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz siz şu Ay’ı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz ve Allâh’ı gördüğünüz sıradaizdiham da yapmayacaksınız.’ (Buhâri Mevâkit 16, Müslim Îman 81; İ. KARAGÖZ 3/315, 316)
‘Onların yüzlerine ne kara, toz toprak ve leke bulaşır, ne de zillet, aşağılık ve horluk.’ Îman edip sâlih amelleri en güzel biçimde yapanların her bakımdan alınları ak, yüzleri pak ve aydınlık olacaktır. (3/107). Can sıkacak, utandıracak, yüz kızartacak, haysiyet kıracak, küçük düşürecek, her türlü leke ve kederden emin ve sâlim olacaklardır. (İ. KARAGÖZ 3/316)
10/27 KÖTÜ İŞLER YAPANLAR
27. Kötülük (günah) kazananların cezâsı, yaptıkları kötülük kadardır; kendilerini de bir aşağılık kaplayacaktır. Onları Allah’(ınazâbın)a karşı hiçbir koruyucu yoktur. Onların yüzleri, sanki gecenin karanlık bir parçasıyla örtülmüştür. İşte onlar cehennem ehlidirler, orada ebedî kalacaklardır. [bk. 42/45; 3/106-107]
27-27. ‘Kötülük (günah) kazananların cezâsı.’ Allâh’ın yaratışındaki gâyenin dışına çıkıp şirk, küfür ve isyan gibi kötülüklere çalışmış, kötü ameller, çirkin huylar kazanmış olanlara ise, ‘yaptıkları kötülük kadardır.’ Yâni hasenatta olduğu gibi bir artma söz konusu değildir. İyiliğe daha fazla ihsanda bulunulduğu hâlde, günahta adâletle işlem yapılması esastır. (ELMALILI, 4/472)
İnkâr edip isyan edenleri âhirette zillet, aşağılık ve eziklik kaplar, kendilerini kuşatan büyük bir zillet ve horluk içinde kalırlar: ‘Ateşe sunulurkenkâfirlerin zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli olarak baktıklarını görürsün.’ (42/45). ‘Sakın Allâh’ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları ancak, gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.’ (14/42, İ. KARAGÖZ 3/318)
10/28-30 KIYÂMETTE MÜŞRİKLER VE PUTLARI
28, 29. O gün (kıyâmette) onları hep bir araya toplayacağız, sonra (Allâh’a) eş tutanlara: “Siz ve ortaklarınız yerlerinizde kalın!” diyeceğiz. Artık aralarını tamâmen ayırmışızdır. Ortakları da: “Siz (dünyâda) bize hiç tapmıyor (aslındakendiarzularınızatapıyor)dunuz. Şimdi sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter. Doğrusu sizin bize tapmanızdan hiç mi hiç haberimiz yoktu.” derler. [krş. 19/82; 28/63; 46/5-6]
30. İşte orada herkes, önceden (dünyâda) yaptığı şeyleri bilecektir. (Artık) hepsi gerçek Mevlâları olan Allâh’a döndürülürler, uydurdukları (putlar) da kendilerinden kaybolup gider. [bk. 17/13-14]
28-30. (28).‘O gün (kıyâmette) onları hep bir araya toplayacağız, sonra (Allâh’a) eş tutanlara ‘Siz ve ortaklarınız yerlerinizde kalın’ diyeceğiz.’ Ortaklarınız: Müşrikler, senelik gider bütçesi olarak hayvan ve mahsullerinin bir kısmını, Allah ile denk tuttukları, hatta Allah’tan daha fazla sevip, saygı duydukları putlar adına harcama yapmaya ayırırlardı. Bunun için onlara ‘ortakları’ denilmiştir. (6/136) (H. T. FEYİZLİ, 1/211)
Allâh’ın herşeye gücü yeter. Âhirette insanların dilleri yerine organları konuştuğu (41/20-21) gibi, diğer varlıklar da, putlar da konuşacaktır. Meselâ yeryüzü kıyâmet günü konuşacaktır: ‘İşte o gün yer, kendi haberlerini anlatacaktır.’ (99/4, İ. KARAGÖZ 3/320)
Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de, , hak dînin disiplininden kaçmak, , dünyâ hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır. Yâni, onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi, menfaat ve arzularına tapmaktadırlar. (KUR’AN YOLU, 3/96, 97)
10/31-33 SAKINMIYOR MUSUNUZ?
31. (Rasûlüm! Müşriklere) de ki: “Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Kulak ve gözler(iyaratmay)a kimin gücü yeter? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim (belirlibir) düzen içinde yönetiyor?” Duraksamadan hemen: “Allah” diyecekler. O hâlde hâlâ (emrineâsîolmaktan) sakınmaz mısınız? (Sakının.) [bk. 9/31; krş. 3/189]
32. İşte O (herşeyegücüyeten) Allah, sizin gerçek Rabbinizdir. Haktan sonra sapıklıktan başka ne olabilir ki? Öyleyse nasıl oluyor da (Haktan) döndürülüyorsunuz? [krş. 1/4; 2/42]
33. (Ey Peygamberim!) İşte böylece yoldan sapmış (fâsık)lara karşı Rabbinizin: “Artık onlar îman etmezler.” sözü gerçekleşmiş oldu. [krş. 39/71]
31-33. (31). ‘(Rasulüm onlara) de ki, ‘Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Yeryüzünde rızıklar… Yeraltında rızıklar var. Suyun üzerinde rızıklar… Suyun derinliklerinde rızıklar var. Güneş ışınlarında, ay ışığında rızıklar var. Hattâ kokuşmuş çürümüş toprakta bile birtakım ilâçlar ve panzehirler olduğu keşfedilmiştir! (S. KUTUB, 5/502)
Hayâtı devam ettiren rızıkların hem gökle ilgili hem de yere âit şartlarla ilişkisi vardır. Semâvi şartların ilk akla geleni yağmur, güneş ışığı ve ısısıdır; bunlar olmadan hiçbir canlı varlığını sürdüremez. Yere âit olanlar ise kısaca canlı ve cansız tabiat varlıklarıyla orada yaşamaya imkân veren nîmetler, ortam ve şartlardır. Bütün bunları veren ve elverişli kılan da lütuf ve merhamet sâhibi Allah’tır. Ama eğer Allah insanoğluna gerek semâvi gerekse yere âit imkânlardan yararlanmak için lüzumlu olan donanımı sağlamasaydı bu nîmetlerin hiçbir anlamı olmazdı. (KUR’AN YOLU, 3/98, 99)
‘Ya da kulakların ve gözlerin sâhibi kimdir?’ Gözün yapısı, damarları, görülen varlıkları algılama şekli veya kulağın yapısı, bölümleri ve ses dalgalarını ve titreşimlerini algılama yöntemi, başlıbaşına baş döndüren bir dünyadır. Bunlar, modern çağda insanlar tarafından îcad edilen bilumum mûcizeleri ile ortaya konan en hassas cihazlarla karşılaştırıldığında akılları durdurmaktadır! (S. KUTUB, 5/502)
‘Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idâre ediyor?’ Topraktan canlıyı, canlıdan da toprağı, câhilden âlimi, kâfirden mümini, müminden de kâfiri çıkaran kimdir? ‘Her işi düzenleyen kimdir?’ Kâinatın bütün işlerini çekip çeviren, yöneten kimdir? ‘Onlar (müşrikler) Allah diyecekler.’ Bu şekilde rızık veren, ihsanlarda bulunan kâinâtın işlerini çekip çeviren Allah, nasıl olur da bir vahiy indirmez, bir elçi göndermez. (S. HAVVÂ, 6/400)
Cansız nesnelerden canlıları, canlılardan cansızları meselâ erkeğin tohumuile kadının yumurtasının birleşmesi ile insanları, insanlarda sperm ve yumurtayı, ağaçta çekirdeği, yumurtadan tavuğu, tavuktan yumurtayı çıkarıp yaratsn yüce Allah’tır. (İ. KARAGÖZ 3/324)
Bu insan denen ilginç varlık hücrenin neresindeydi? Kaynakları ve bölgeleri açısından mâzinin değişik alanlarına uzanan kalıtım yolu ile kendisine geçmiş bulunan yüz hatları ve ayırıcı özellikleri nerede gizliydi? Ses telleri, gözünün bakışları, boynunun sağa sola çevrilişi, sinirlerin, damarların yetenekleri, erkeklik – dişilik, âile ve anne – babanın kalıtım yoluyla geçen karakterleri neredeydi? Sıfatları, yüz hatları ve belirgin işâretleri, alâmetleri neredeydi, nerede? (..) Bugün hâlâ insanlar, ölümün ve hayâtın, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmanın sırlarını keşfetmeye, elementlerin ölüme veya hayâta dönüşme aşamalarında olduğunu tesbit etmeye çalışmaktadır… Bu da her gün, her zaman yukarıdaki sorunun alanını, derinliğini ve kapsamlılığını genişletmektedir. Pişirme ve kızartma ile ölen yemeğin canlı bedende, canlı bir kana dönüşmesi, bu canlı olan kanın içerdeki yanma neticesinde ölü artıklara dönüşmesi, gerçekten hayretengiz bir olaydır! Bu konuda bilim ilerledikçe, insanın hayreti daha da artmaktadır. Bu olaylar gecenin her saatinde ve gündüzün her ânında durmadan devam etmektedir. Gerçekten hayat, insanın bütün varlığına soru işâretleri yönelten, insanları etkisi altına alan kapalı muammadır. Bu soruların hepsine ancakhayâtı veren bir ilâhın varlığı kabul edildiğinde sağlıklı cevap verilebilir! (S. KUTUB, 5/503, 504)
Allâh’ın ‘bütün işleri yöneten’ olması, tek ilâh olduğunu, başka ilâhlar bulunmadığını, deist düşüncedeki insanlarıniddiâ ettiği gibi, varlık âlemini yaratıp, bir düzene koyduktan sonra kenara çekilmediğini, varlıklarla ilgisini kesmediğini (55/29), bütün yaratılmışları çerçeveleyen arşa hâkim olduğunu, her yarattığını ve her işi yönettiğini ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 3/324)
‘O hâlde de ki; korkmuyor musunuz?’ Bu böyle iken, siz nasıl oluyor da O’nun kahrından korkmaz, O’na karşı şirk ve isyandan, emirlerine karşı gelmekten sakınmaz, başınıza gelecek felâketten kendinizi korumaz, başkalarını bırakıp O’nun himâyesine ve korunmasına girmezsiniz. (ELMALILI, 4/477)
(32).’İşte gerçek Rabbiniz Allah budur. Gerçekten sonra, sapıklıktan başka ne var?’ Yâni hak ile sapıklık arasında ortada kalan bir şey yoktur. Hakkı kim aşarsa sapıklığın içerisine düşer. Allah haktır. O’nun dışındaki bütün mâbudlar ise bâtıldır. O’nun Rasûlü haktır. Buna ters düşen her şey bâtıldır. O’nun vahyi haktır. Buna aykırı olan her şey bâtıldır. Yüce Allâh’a kulluk haktır. O’nun dışında kime olursa olsun, kulluk bâtıldır. (S. HAVVÂ, 6/403)
‘Allâh’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?’ cümlesi, bilgi almaya yönelik değil, ‘Allâh’a karşı gelmekten sakının’ anlamında emirdir. Sakınılması istenen şey ise, Allâh’a ortaklar koşmak, îman etmeyip inkâr etmektir. (İ. KARAGÖZ 3/325)
‘Nasıl Haktan döndürülüyorsunuz?’ hitâbı, müşriklere yöneliktir. Çünkü müşrikler, Allâh’ın yaratan, rızık veren ve varlık âlemini yöneten olduğunu kabul ettikleri hâlde, îman etmemekte ısrar ettiler: ‘Nasıl Haktan döndürülüyorsunuz?’ soru cümlesi, bilgi almaya yönelik değil, kınamaya yöneliktir. (İ. KARAGÖZ 3/325)
(33).‘Böylece Rabbinin, yoldan çıkanlar için söylediği ‘onlar inanmazlar’ sözü gerçekleşmiş oldu.’ Îman etmek isteyen kimse, önce fâsıklığın bir tecellisi olan kibiri terk etmek sûretiyle kendisini fâsıklıktan arındırması gerekir. (S. HAVVÂ, 6/404)
Allâh’ın mutlak yasası (sünnetullah) şudur: Doğru yoldan sapıp, isyan ve günahkârlıkta ısrar edenler, bu durumlarını devam ettirdikleri sürece îmandan mahrum kalacaklardır. Buna karşılık akıllarını başlarına toplayanlar, îmân ile şereflenmişlerdir. (KUR’AN YOLU, 3/100)
‘Rabbinin sözü’ ilemaksat, Allâh’ın ezeldeki müşriklerin çoğunun îman etmeyeceği bilgisi ve sözüdür. Yüce Allah Kur’an’da insanların ‘çoğu îman etmez’ (11/17), ‘çoğu kâfirdir’ (16/83) (..) buyurmuştur. YüceAllahgeçmişibildiğigibi, geleceği de bilir. Îman edecekleri bildiği gibi, îman etmeyecekleri de bilir. (İ. KARAGÖZ 3/325)
10/34-36 NASIL HÜKMEDİYORSUNUZ?
34. (Resûlüm! Müşriklere) De ki: “(Allâh’a) ortak (tanıdık)larınız içinde, ilk defa yaratan, (öldükten) sonra onu (kıyâmette) aynen iâde edip dirilten var mıdır?” De ki: “Ancak Allah ilk defâ yaratıp, sonra onu (kıyâmette ölüleri) aynen iâde ederek diriltir. Öyleyse (doğruyoldan) nasıl döndürülüyorsunuz?”
35. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ortak (tanıdığınızput)larınızdan doğruya götürecek olan var mı?” (Cevapveremezler.) De ki: “Ancak Allah doğruya eriştirir. O hâlde gerçeğe eriştiren (Allah) mı uyulmaya daha layıktır, yoksa (kendisi) götürülmedikçe doğru yolu bulamayan (uydurmailâhlar) mı? Öyleyse ne oluyor size! Nasıl (yanlış) hükmediyor (putlaraveputlaştırılanlarabağlılıkgösteriyor)sunuz?”
36. Onların (müşriklerin) çoğu, zandan başkasına uymuyor(lar). Zan ise (ilimve) gerçekten hiçbir şey ifâde etmez. Hiç şüphesiz, Allah yaptıkları şeyleri hakkıyla bilendir.
34-36. (34).‘De ki; Allah ilk baştan yaratır.’ Daha önce bir yaratma olmadan hiçbir mahlûkun aracılığına ve yardımına muhtaç olmadan yaratılışı tâ ilk başlangıç noktasından yapar, ilk olarak yaratır. Allah vâcibü ‘l vücûd ve ve lizâtihi hakk olduğundan yaratması ve işi, kadim olan zat ve sıfatından başka hiçbir şart ve sebebe ihtiyaç göstermez. O. herşeyden daha önce olan bir kadim ve evveldir. Ve herşey ondan sonradır. Yaratmaya anck O başlayabilir. Olmayanı ancak O meydana getirir. Yaratma işini, bütün yönleriyle ve ilkeleriyle O ortaya koyabilir. Basit bir dumandan toz, tozdan taş ve toprak, taştan da bina yapar gibi ölüden diri, cemâdat denilen katı maddelerden birtakım canlılar yaratır. Katı maddeden, başka bir katı madde, insandan başka bir insan üretmek gibi, diriden diri çıkarmakla kalmaz, hiçbir canlı hücrecik yokken, sudan hayat yapmak, çamurdan – topraktan ilk bitkiyi, ilk hayvanı, ilk insanı ortaya çıkarmak gibi, her biri tabiat ilke ve olayları açısından bile imkânsız görülen ve tabiat kanunlarını altüst eden yepyeni bir yaratılış şekliyle yaratır. Her biri tabiatüstü bir etkiyi gerektiren ilkleri yaratır. (ELMALILI, 4/481)
‘Sonra onu iâde eder.’ Yaratılışı bir yerden, bir noktadan başlatır ve bir sonuca ulaştırır. Bu ilk âlemde yarattığını bir nihâyete ve âkıbete erdirir, verdiği yaratılış akışını kesip helâk eder, kendinden başlattığı yaratılışı alıp kendine ircâ eder ve sonra yeni baştan yaratmayla başka bir varoluş âleminde onu yeniden diriltip iâde eder. Allah, işte böyle yaratılışın başlangıcına da sonuna da hâkimdir. (ELMALILI, 4/481, 482)
(35).‘Ancak Allah doğruya eriştirir.’ Allâh’ın insanlara hidâyeti, dört şekilde olur: (1). Her mükellef insana akıl, kâbiliyet, anlayış ve zarûri bilgiler vermesi ile (20/50, 87/1), (2). Göndediği peygamberler ve indirdiği kitaplar vâsıtasıyla insanlara doğru yolu göstermesi ile, (21/73). (3). Doğru yola gelmek isteyeni bu isteğinde başarılı kılması ile47/17). (4). Ahirette cennete koyması ile. (47/5-6). Bu dört hidâyet sırasıyla birbirine bağlıdır. Birincisi olmadan ikincisi (olmaz), ikinci olmadan üçüncüsü (olmaz). Üçüncü olmadan dördüncüsü hâsıl olmaz. (İ. KARAGÖZ 3/328).
(36).‘Zan ise (ilimve) gerçekten hiçbir şey ifâde etmez.’ Bu âyette, gerçeği araştırmağa teşvik vardır. Kâdi Beyzâvi’ye göre âyet, ilmi, ana kaynağından öğrenmenin vâcip olduğuna, taklit ve zan ile yetinmenin caiz olmadığına delildir. (H. DÖNDÜREN, 1/364) (..) Amelî konularda taklit sahihtir ve bunlarda zan ile yetinmek mümkündür. (S. HAVVÂ, 6/406, Âlûsi’den)
Dinve îman konularında kuşku ve ihtimâle yer yoktur. Zan, inanç konusunda delil olmaz. Kesin bilgi olması gerekir. Kesin bilginin, ya tecrübi bilgiye ve gözleme veya sâdık habere yâni âyet ve hasîse dayanması gerekir. (..) ‘Zan hak nâmına hiçbir şey ifâde etmez’ cümlesi, genel ve evrensel bir ilmî kuralın ifâdesidir. Bu cümle ile insanların inanç, düşünce ve hayatlarını her türlü şüphe, hurâfe ve temelsiz bilgiden arındırarak sürdürmeleri gerektiğine işâret vardır. (İ. KARAGÖZ 3/330).
‘Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar.’ Müşrikler, putların tanrıları olduğu konusunda zandan başka şeye uymuyorlar. Atalarını taklit ediyorlar. ‘Onların çoğu’ ifâdesinde bâzı müşriklerin, putperestliği bâtıl olduğuna inanıyorlar, ama inatları yüzünden kabul etmediklerini anlaşılıyor. (İ. H. BURSEVİ, 8/117)
Âyetten anlaşıldığına göre, bâzı müşrikler aslında Allâh’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği, âhiret hayâtı gibi temel itikâdi konularda Peygamber’in bildirdirdiklerinin doğruluğunu; putlarının işe yaramaz nesneler olduğunu biliyorlardı. Ne var ki, mevki ve itibarlarının sarsılacağı, menfaatlerinin zedeleneceği gibi kaygılarla bunları muhâfaza ediyor, İslâm’a ve Resûlullah’a karşı düşmanlık besliyorlardı. (KUR’AN YOLU, 3/101)
10/37-39 KUR’ÂN UYDURULMUŞ DEĞİLDİR
37. Bu Kur’ân, Allah’tan (indirilmişolup) başkası tarafından uydurulmuş değildir. Fakat o, önceki (ilâhîkitap)ların da (aslını) tasdik eder ve (Levh–iMahfûz’dayazılmış) Kitab’ı açıklar. Onda aslâ şüphe yoktur, âlemlerin Rabbi tarafından (indirilmiş)tir.
38. Yoksa: “Onu (Peygamber’in) kendisi uydurdu” mu diyorlar? (Ey Peygamberim! Onlara) De ki: “Eğer iddiânızda doğru iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, gücünüzün yettiği kim varsa onları da (yardımınıza) çağırın!” [krş. 2/23-24; 11/13; 17/88]
39. Hayır! (Oinkârcılar,) ilmini kavrayamadıkları ve hakikati / yorumu kendilerine gelmemiş olan Kur’ân’ı yalanladılar. Onlardan öncekiler de tıpkı böyle (peygamberlerini) yalanlamışlardı. İşte bak zâlimlerin sonu nice oldu?
37-39. (37).‘Bu Kur’ân, Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş değildir.’ Yâni, yüceliği ile îcâzıyla, mûcizelerinin çokluğu ile Kur’ân gibi kelâmın, yalandan Allâh’a nisbet edilmesini akıl kabul etmez. Bu Kur’ân fesâhatı ile belâgatiyla, güzelliğiyle, kapsadıklarıyla, ancak Allah tarafından indirilmiş olabilir. (S. HAVVÂ, 6/406)
‘Bilâkis o, kendinden önce gelenleri onaylar.’ Bunun için indirilmiştir. Daha önce gelmiş olan kitapları doğrulayıcıdır ve onlar üzerinde hâkimdir. O kitaplarda meydana gelmiş değişiklikleri ve tahrifleri açıklamaktadır. (S. HAVVÂ, 6/406)
‘ve kitabı uzun uzun’ farz kılınmış olan hükümleri ve şeriatları geniş geniş ‘açıklar. Bunda şüphe yoktur, âlemlerin Rabbinden gelmiştir.’ Hükümler, helâl ve haramlar, onda rahatlatıcı bir biçimde, yeterli ve hak olarak açıklanmıştır. Onun âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından geldiğinde en ufak bir şüphe yoktur. (S. HAVVÂ, 6/407)
(38).‘Onun benzeri bir sûre getirin.’ Kur’ân’ın îcâzı, sâdece sözleri, ifâdeleri, söyleniş tarzı ile sınırlı değildir. Bu konularda deneyimi, uzmanlığı bulunanların somut biçimde görebilecekleri gibi, onun îcâzı sınırsız bir îcâzdır. Bu vecizliği – îcâzı Kur’ân’ın sistemlerinde, yasalarında, psikolojisinde ve her alanında gözlemek mümkündür. (S. KUTUB, 5/510)
(39).‘Hayır onlar, bilgisini kavrayamadıkları, henüz yorumu da kendilerine bildirilmemiş olan Kur’ân’ı yalanladılar.’ Kur’ân, nazım, mânâ ve gaybdan haber vermesi yönünden âciz bırakıcıdır. Müşrikler, Kur’an nazmını iyice düşünmeden, bâzısı dünyâda, bâzısı âhirette ortaya çıkacak istikbal ile ilgili haberleri, meydana gelmesini beklemeden (Kur’ân’ı) yalanladılar. (İ. H. BURSEVİ, 8/123)
Onlar bu kitap üzerinde düşünmeden, indirdiği haberlerin durumunu bilmeden, atalarını taklit ederek, gelişigüzel yalanlayıverdiler. Kur’ân’ın yüce değerini, îcâzını sonradan anladıkları hâlde, kıskançlık ve azgınlıkları sebebiyle, yalanlamakta ısrar ettiler.
‘Zâlimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!’ Haksız yere Rasûlullah’ı yalanladıkları için, onları nasıl helâk ettiğimizi bir düşün. Onlar, Rasullerimizi büyüklük tasladıkları, küfür, inat ve bilgisizlikleri sebebiyle yalanlamışlardı. (S. HAVVÂ, 6/412)
‘Zâlimlerin âkıbeti’ ilemaksat, peygamberlerini ve onlara verilen kitapları yalanlayan, hak dîni kabul etmeyen ve günah bataklığına saplananları dünyâda kıtlık, yokluk ve hastalık gibi âfetlerle cezâlandırması, deprem, kasırga ve benzeri âfetlerle helâk etmesidir. (İ. KARAGÖZ 3/332)
10/40-44 KİMİ ONA İNANIR, KİMİ DE İNANMAZ
40. İçlerinde ona (Kur’ân’a) inananlar da var, inanmayanlar da var. Rabbin (oKur’ân’akarşı) bozgunculuk yapanları çok iyi bilendir.
41. (Rasûlüm!) Şâyet hâlâ seni yalanlarlar (getirdiklerinikabullenmezler) ise de ki: “Benim işim bana, sizin işiniz de size âittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” [bk. 109/1-6]
42. (Ey Peygamberim!) İçlerinden sen(inokuduğun)a kulak verenler de vardır. Fakat sağır(laşmış)lara sen mi işittireceksin? Akıllarını kullanıp anla(makiste)miyorlarsa! [krş. 2/18]
43. (Ey Peygamberim!) İçlerinden sana (vemûcizelerine) bakanlar da var. Fakat (hakikati) göremiyorlarsa, körlere doğru yolu sen nasıl göstereceksin?
44. Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler. [krş. 4/79]
40-44. (40).‘İçlerinde ona (Kur’ân’a) inananlar da var, inanmayanlar da var.’ Rabbin kimin hidâyeti hak ettiğini en iyi bilendir. O bakımdan hak edeni hidâyete iletir. Kimin de dalâleti hak ettiğini bilir. Bunlar da fesat çıkaranlardır. Bu gibi kimseleri dalâlette bırakır. O aslâ zulmetmeyen âdildir. (S. HAVVÂ, 6/412)
Putperest Arapların içinde Kur’ân’a inanmayanlar veya onun doğruluğundan şüphelenenlerin yanında, Kur’ân’ın gerçekleri ifâde ettiğine inananlar da vardı. Onlar, sosyal statülerinin ve menfaatlerinin sarsılacağı gibi psikolojik sebeplerle (Kur’ân’ı) reddediyorlardı. (KUR’AN YOLU, 3/105)
(41).‘Eğer onlar seni yalanladılarsa, de ki: Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız da size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.’ Hz. Peygamberin görevi tebliğden ibârettir. Bu da müjdeleme ve uyarmadır. Hidâyet Allah’tandır. Bir tebliğci kendine düşeni yaptıktan sonra, toplumun inanmamasından dolayı sorumluluğu bulunmaz. (H. DÖNDÜREN, 1/364)
Bu âyet sorumluluğun kişiselliği ilkesini ifâde etmektedir. (..) Burada herkesin eyleminin kendisini bağladığı, mükâfat ya da cezâ olsun, sonucun kendisine âit olacağı bildirilmektedir. (KUR’AN YOLU, 3/106)
(42).‘İçlerinden sana kulak verip dinleyenler de vardır. Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın? Fakat körleri sen mi yola getireceksin?’ Putperest Araplar, Allah Rasûlü’nü yalancılıkla itham etmişlerdir. Bu suçlamaları, onların kalplerinin hidâyete kapalı olduğuna işâret eder. Onlar, gerçeği kavrama niyeti taşımamışlar, akıllarını kullanmamışlardır. İnsanlarda iyi niyet, irâde ve gayret olmayınca, yalnızca Hz. Peygamberin çabası, onların hidâyete ermeleri için yeterli olmamıştır. (KUR’AN YOLU, 3/106)
‘İçlerinden sana (vemûcizelerine) bakanlar da var. Fakat (gerçeği) göremiyorlarsa, körlere doğru yolu sen nasıl göstereceksin?’ Bir insanın gerçekleri görebilmesi, doğru bilgi ve inanca, güzel ve erdemli yaşayışa ulaşabilmesi ve mümin olabilmesi için (a). İyi bir rehberden yararlanması, (b). İyi niyetle aklını, basiretini, irâdesini, idrâkini, gerçekleri anlamada, gözlerini gerçeği görmede, kulaklarını gerçeği duymada kullanması ve gönlünü îmâna açması, (c). Allâh’ın da bu kimseye hidâyet etmesi ve ona îmânı nasip etmesi gerekir. Bu şartlar birleşmezse peygamber de dâhil kimse kimseyi mümin yapamaz. Îmâna zorlamak ise, hiç mümkün değildir. Peygamberin görevi, insanları îmâna zorlamak değil, İslâm’ı sâdece tebliğ etmektir. (İ. KARAGÖZ 3/335)
‘Şüphesiz Allah, insanlara hiç zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.’ Bu âyet göstermektedir ki, kulun kesbi vardır. Cebriyye’nin iddiâ ettiği gibi, seçme hürriyeti tamâmen elinden çekilip alınmamıştır. Başına gelen herşey, kendi tarafından gelir. (İ. H. BURSEVİ, 8/130)
Allâh’ın dünyâ ve âhirette hiçbir kimseye zerre kadar zulmetmemesi (4/40), günahsız ve suçsuz yere kimseyi cezâlandırmaması ve azap etmemesi; îman, ibâdet ve sâlih amellerinin sevâbını eksiksiz vermesi demektir. Yüce Allah, insanları suçsuz yere cezalandırmaz, ancak suç işlediklerinde cezâlandırır. Suç karşılığı verilen cezâ zulüm değil, adâlettir. (İ. KARAGÖZ 3/336)
Kur’an’da ‘nefse zulüm’ ile şirk, küfür, nifak ve müminlerin işlediği her türlü günah ifâde edilmiştir. İnsanların kendilerine zulümleri, küfür yâni inkâr etmeleri, tekzip yâni peygamberleri ve âyetleri yalanlamaları, şirk yâni Allâh’a ortak koşmaları, nifak yâni ikiyüzlülük yapmaları ve isyan etmeleri ile olur. (2/54, 7/16, 23, 177; 14/45, 16/33, 118; 18/35, 28/16; İ. KARAGÖZ 3/336, 337)
10/45-47 ONLARIN DÖNÜŞÜ BİZEDİR
45. (Allah) insanları, o gün (kıyâmetgünü) sanki (dünyâda) gündüzün bir saati kadar bir süre kalmışlar gibi bir araya toplayacak, (onlarda) kendi aralarında birbirlerini tanıyacaklar. (Fakat) Allâh’a kavuşmayı yalanlayıp da doğru yola gelmeyenler, elbette büyük zarara uğramış (olacak)lardır. [bk. 20/104; 23/112-114]
46. (Rasûlüm!) Onları tehdit ettiğimiz (azâb)ın bâzısını sana dünyâda göstersek veya (onugörmeden) seni vefat ettirsek bile, sonunda onların dönüşleri ancak bizedir (ozamanhâllerinigörürsün.) Elbette Allah, onların yaptıklarına şâhittir.
47. Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği (ve kavmi peygamberlerini yalanladığı) zaman, aralarında adâletle hükmedilir ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. [bk. 39/69]
45-47. (45).‘İnsanları bir araya toplayacağı gün, sanki onlar sâdece gündüzün görüşüp tartıştıkları bir saat kadar (dünyâda) kalmış gibi olurlar.’ Sanki birbirinden pek kısa bir süre önce ayrılmışlar, yekdiğerini unutmamışlardır. Fakat bu durum, ilk toplanma sırasında böyle olacaktır. Daha sonra karşılaşacakları şiddet yüzünden tanışma kesilecektir. Hesaplaşma korkusu ile en yakın hısımlar bile birbirinden kaçacaktır. (H. DÖNDÜREN, 1/365)
(..) Mahşer hâlkı (..) orada birbirlerini tanıyacaklardır. Fakat iyilerle kötülerin birbirini tanıması farklı olacaktır. Kötülerin tanışmaları birbirlerini azarlamak ve rezil rüsvâ etmek şeklinde gerçekleşecektir. Biri diğreine ‘beni sen saptırdın, sen azdırdın, küfre girmeme sen sebep oldun’ diyecek, birbirlerine lânet okuyacak ve aleyhlerinde bedduâ edeceklerdir. (bk. Sebe 34/31-33; A’raf 7/38; Ahzâb 33/67). Müminlerin tanışmaları ise, birbirlerine dostluk, şefkat ve merhamet için olacaktır. (Ö. ÇELİK, 2/501)
(46).’Onlara vadettiğimiz azâbın bir kısmını sana gösterirsek veya seni alsak da onların dönüşü bize olacaktır.’ Hz. Peygambere, daha hayatta iken gösterilecek, inkârcılara yönelik cezâ, onların yenilgileridir. Nitekim Hz. Peygamber, putperestlere karşı Mekke’nin fethedilmesine kadar (uzanan) büyük zaferler elde etmiştir. Âyet, putperestlerin yenilgilerinin Rasûlullah vefat ettikten sonra da süreceğine işâret etmektedir. (KUR’AN YOLU, 3/109)
(47).‘Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri gelince aralarında adâletle hükmolunur.’ Kıyâmet gününde her bir ümmetin kendisine mensup olacağı bir Rasûlü olacaktır, ümmet o Rasûlün adı ile çağrılacaktır. Rasulleri, onların küfür ya da îmanlarına şâhitlik etmek üzere geldiklerinde, aralarında adâletle hükmedilecek, onlara aslâ zulüm edilmeyecektir. (S. HAVVÂ, 6/429)
Cenâb-ı Hak ‘Biz, peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.’ (İsrâ 17/15) hükmü gereği insanları sorumlu tutmak için her ümmete bir peygamber gönderir. Peygamberin dâveti karşısında îman edenler kurtulurlar, îman etmeyenler ise azâba uğrarlar. Dünyâda olduğu gibi, aynı şekilde kıyâmet günü de her ümmetin kendilerine şâhitlik edeceği bir peygamberi vardır. Onlar mahşer günü şâhit olarak getirilecek ve onların beyanlarına göre ümmetleri hakkında adâletle hüküm verilecektir. (bk. Nisâ 4/41; Zümer 39/69). (Ö. ÇELİK, 2/502)
10/48-53 ALLÂH’IN AZÂBI
48. ‘(Kâfirler🙂 “Eğer dediğiniz doğru ise bu vaad (edilenazap) ne zaman?” derler.’
49. (Rasûlüm!) De ki: “Allâh’ın dilemesi dışında, ben kendi kendime (bile) ne bir zarar ne bir fayda (vermegücüne) sâhibim.” Her toplum için bir ecel vardır. Ecelleri geldiği zaman, artık bir an geri de kalamazlar, ileri de geçemezler. [bk. 63/11]
50. (Ey Peygamberim!) De ki: “O’nun azâbı geceleyin veya gündüzün size gelirse ne yapabilirsiniz? (hiçbir şey yapamazsınız,) O hâlde kâfirler, ne diye azâbın gelmesine acele ediyorlar!
51. (Yoksaazap) gerçekleştikten sonra mı îman edeceksiniz? (Ozamansize: “Önceden) o azâbın gelmesini acele isterken, şimdi mi îman ediyorsunuz?” (denilecek.)
52. Sonra o (kendilerine) zulmeden (küfürveşirkleölen)lere: “Ebedî azâbı tadın! Siz kazandığınızdan başkasıyla mı cezâlandırılacaksınız? (Cezânızancakyaptığınızakarşılıktır.)” denilir.
53. (Rasûlüm!) “O (müşrikler, kıyâmetveazap) gerçek midir?” diye sana sorarlar. De ki: “Evet, Rabbim hakkı için elbette o gerçektir. Siz (Allâh’ıbundan) âciz bırak(ıpkurtul)acak değilsiniz.” [bk. 34/3; 64/7]
48-53. (48).‘(Kâfirler🙂 “Eğer dediğiniz doğru ise bu vaad (edilenazap) ne zaman?” derler.’ Her peygamber gibi Hz. Muhammed (s) de, putlara tapan muhâtaplarına îman etmeyenlerin, şirk, inkâr ve zulme devam edenlerin dünyâda âfet ve musîbetlere mâruz kalabileceklerini, âhirette ise cehenneme atılacaklarını bildirdi. Müşrikler, bu tehdit ne zaman gelecek? Eğer doğru söylüyorsanız bir an önce gelsin. ‘Eğer şu Kur’an senin katından hak bir kitap ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem veren bir azap getir.’ (8/32)diyorlardı. (İ. KARAGÖZ 3/341)
(49).‘Her toplum için bir süre vardır.’ Levh-i mahfuzda yazılmış, azap için vakti bilinen bir süre vardır. ‘Süreleri gelip çatınca’ yâni azap edilecekleri vakit gelince ‘ne bir an geciktirlirler, ne de öne alınırlar.’ (S. HAVVÂ, 6/430)
(50).‘De ki: Allâh’ın’ acele gelmesini istediğiniz ‘azâbı size gece’ yâni dinlendiğiniz, uykuda olup hiçbir şeyin farkına varamayacağınız bir anda ‘veya gündüzün’ yâni geçiminizi elde etmek ve kazanç sağlamakla uğraşırken ‘gelirse ne yaparsınız?’ Bana ‘söyleyin, suçlular ne diye onu acele istiyorlar?’ (..) Azâbın tümü hoşlanılmayacak ve nefret edilmesi gereken bir şeydir. Siz onun neresini acele gelsin diye istiyorsunuz? Hâlbuki onun bir kısmı dahi acele gelsin diye istenmemelidir. (S. HAVVÂ, 6/430)
(51).‘(Azap) gerçekleştikten sonra mı ona inanacaksınız? (..) Azâbın vukuundan sonra îman etmeleri hâlinde azarlanmak üzere onlara şöyle denilecektir: ‘Şimdi mi? Hani siz onu acele isteyip duruyordunuz.’ Üstelik, yalanlayarak ve alaylı bir üslûpla azâbın çabuklaştırılmasını istiyordunuz. ‘Sonra’ küfür, yalanlamak ve şüphe ve red ile kendilerine zulmeden zâlimlere: sonsuzluk’ süreklilik ‘azâbını tadın, yaptıklarınızın cezâsından başka bir karşılık mı görüyorsunuz, denilir.’ Sizin gördüğünüz bu karşılık, şirk, yalanlama ve alay etmenizin karşılığıdır. (S. HAVVÂ, 6/430)
‘Sonra o (kendilerine) zulmeden (küfürveşirkleölen)lere: “Ebedî azâbı tadın! Siz kazandığınızdan başkasıyla mı cezâlandırılacaksınız?” denilir.’ Âhirette kâfirlere cehennem bekçileri tarafından ‘ebedî cehennemi tadın’ ve ‘siz ancak kazandığınız günah sebebiyle cezâlandırılıyorsunuz’ diye hitap edilerek, çekecekleri cezâlarının niteliği ve sebebi bildirilir. ‘Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, ‘’İşte bu yalanladığınız ateştir, bu Kur’an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi gerçeği göremiyormuşsunuz, girin oraya, dayanın ya da dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yaptıklarınız günahların karşılığı veriliyor’’ denir.’ (52/13-16; İ. KARAGÖZ 3/343, 344)
(53).‘Onlar sana: O gerçek midir? diye sorarlar.’ Yâni öldükten sonra dirilmek, Kıyâmet ve azap veya daha önce vâdedilmiş olan azap, gerçekten olacak mıdır? İfâdenin takdiri şöyledir: ‘Senin bize vâdettiğin azap ve öldükten sonra dirilmek gerçekten hak mıdır?’ diye sana soruyorlar. Şüphe yok ki, onların bu şekilde soru sormaları da inkâr ve alay yolludur veya şüpheden kaynaklanmaktadır. (S. HAVVÂ, 6/431)
‘De ki: Evet Rabbim hakkı için o gerçektir.’ Azap kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. ‘Siz âciz bırakamazsınız.’ (..) Sizler Allah’tan kaçıp ökdükten sonra diriltilmekten kendinizi kurtaramazsınız. Sizin toprak oluşunuz, nasıl sizi yoktan var ettiyse, tekrar diriltilmenizden yana Allâh’ı âciz bırakacak değildir. (S. HAVVÂ, 6/431)
‘Siz Allâh’ı âciz bırakabilecek kimseler değilsiniz.’ Allâh’ın herşeye gücü yeter. Her emir ve irâdesini yerine getirir. Hiçbir varlık Allâh’ı âciz bırakamaz. Yüce Allah, ne diyorsa doğrudur. İnkâr ve isyan edenlere âfet ve musibet verebileceği ve âhirette cehennemde cezâlandırılacağı bilgileri haktır. Allâh’ın cezalandırmasına kimse engel olamaz ve O’nu kimse âciz bırakamaz. (İ. KARAGÖZ 3/345)
10/54-56 ALLÂH’IN VAADİ GERÇEKTİR
54. (Küfüryolunasaparak) zulmeden herkes, yeryüzündeki herşeye sâhip olsa, (azaptankurtulmakiçin) elbette onu fidye verirdi. Onlar azâbı görünce, (duydukları) pişmanlığı açıklarlar. Artık onlar (için) haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adâletle hüküm verilir.
55. (Ey insanlar!) Haberiniz olsun ki göklerde ve yerdeki herşey şüphesiz Allâh’ındır. Yine iyi bilin ki Allâh’ın vaadi gerçektir, fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
56. O, hem diriltir hem öldürür ve ancak O’na döndürüleceksiniz. (Kıyâmet kopunca diriltilecek ve mahşer yerinde toplanacaksınız.)
54-56. (54).‘Nefsine zulmeden herbir kimse, dünyâda ne varsa kendisinin olsaydı, onu fedâ etmek isterdi.’ Kendisini kurtarmak için fidye olarak verirdi. O hâlde şu anda kendinizi kurtarmaya bakınız. (S. HAVVÂ, 6/431)
‘Onlar azâbı görünce pişmanlığı açıklarlar.’ (..) İnkârcılar, âhirette yargılanmaları sırasında çeşitli hâllerle karşılaştıkça dünyâda yapıp ettikleri yüzünden pişmanlık ve üzüntülerini dile getirecekler; burada ifâde edildiği üzere, içine atılacakları cehennem azâbını karşılarında görmek gibi bâzı durumlarda da korku ve dehşetten dilleri tutulacak, pişmanlıklarını dile getirmeye bile tâkat, güç bulamayacaklardır. (KUR’AN YOLU, 3/112)
‘Zâlimler azâbı gördüklerinde pişmanlık duyarlar.’ Kur’an’da kâfirlerin pişmanlıklarını şöyle dile getirecekleri bildirilmektedir: ‘Keşke Müslüman olsaydık.’ (15/2). ‘Keşke Allâh’a ve peygambere itaat etseydik.’ (33/66). ‘Keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak.’ (6/27). ‘Keşke falanı dost edinmeseydim.’ (25/28; bk. 65/29, 78/40, 89/24; İ. KARAGÖZ 3/345, 346).
Hadis: (..) Kıyâmet günü inkârcıya: ‘Yeryüzünü dolduracak kadar altının olsaydı, şu azaptan kurtulmak için hepsini fedâ eder miydin? Diye sorulacak; o da: ‘Evet, fedâ ederdim’ diyecek. Bunun üzerine ona: ‘Yalan söylüyorsun, dünyâdayken senden çok daha azı istenmişti’ denecek. (Buhâri Enbiyâ 1; Müslim Kıyâmet 51’den Ö. ÇELİK, 2/505)
(55).‘İyi bil ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allâh’ındır. İyi bil ki, Allâh’ın vaadi gerçektir. O hem diriltir, hem de öldürür ve sâdece O’na döndürüleceksiniz.’ Evren ve hayâtın kaderine toplu bakış getiren bu iki âyet, yüce kudretin âhiret hayâtının gerçekleşmesini imkânsız görmenin saçmalığına işâret etmektedir. Allâh’ın olacağını bildirdiği şey gerçektir. Âhiret gerçekleşecek, hesaplar orada görülecektir. Aksini düşünmek, Allâh’ın âciz olduğunu ve sözünde durmayacağını kabul etmek anlamına gelir. (KUR’AN YOLU, 3/113)
‘Allâh’ın vaadi’ ile maksat, kıyâmetin kopması, insanların diriltilmesi, hesaba çekilmesi, müminlerin cennete, kâfirlerin cehenneme girmesi ve benzeri bu konuda Kur’an’da verilen bilgilerdir. Bütün bilgiler ve vaadler, kesinlikle doğrudur. (İ. KARAGÖZ 3/348).
İsrâfil ikinci defâ sûra üfleyince bütün ölüleri Allah diriltecektir: ‘O yaşatır ve diriltir.’ (44/8, 7/258). ‘Allah sizi yarattı, sonra sizi kıyâmet kopunca öldürecektir.’ (16/20). ‘Şüphesiz Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltecektir.’ (22/7; bk. 53/44; İ. KARAGÖZ 3/348). )
10/57-60 ÖĞÜT, ŞİFA VE RAHMET
57. Ey insanlar! Rabbinizden size, bir öğüt, göğüslerde olan (mânevi hastalık)lara bir şifâ, inananlara bir yol gösterici ve bir rahmet (olanKur’ân) gelmiştir. [krş. 17/82; 41/44]
58. (Ey Peygamberim! Müminlere) De ki: “(İnsanlar) ancak bununla, Allâh’ın lütfu ve rahmeti (olanİslâmveKur’ân) ile sevinsinler. Bu (Kur’an) onların toplayıp durdukları (mal, mülk, servet vb. bütündünyâlık) şeylerden hayırlıdır.”
59. (Ey Peygamberim!) De ki: “Baksanıza, Allah size rızık olarak ne indirdi ise siz ondan (kimini) haram ve (kimini) helâl yaptınız.” De ki: “Bu hususta Allah mı size izin verdi, yoksa siz Allâh’a iftira mı ediyorsunuz?”
60. (Helâli haram sayarak) Allâh’a yalan uydurup iftirâ edenlerin kıyâmet günü (uğrayacaklarıâkıbetleri) hakkında zanları (vebeklentileri) nedir? Şüphesiz Allah, insanlara karşı (azâbıerteleyip, kâfiredemü’minedenîmetvermesiyle) lütuf sâhibidir. Fakat onların çoğu (buna) şükretmezler.
57-60. (57).‘Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt …. gelmiştir.’ Yâni içinde leh ve aleyhinize olanların açıklandığı bir kitap gelmiştir. Allah bu kitabı, okuyup da üzerinde düşünen kimseler için yasaklardan alıkoyucu, eğitici, iyiliğe teşvik edici kılmıştır. Kur’ân-ı Kerim, bütün hususları öğüt üslûbu ile dile getirmektedir. (S. HAVVÂ, 6/437)
‘Göğüslerde olanlara bir şifa…’ Kalplerdeki bozuk inanışları, şüphe ve tereddütleri giderir. Onlardaki pislik ve kirlilikleri izâle eder / giderir. Kur’ân’ın özelliği: O insan kalbini her türlü hastalıktan kurtarır. İnsan kalbini küfür, şüphe, kin, haset vb. hastalıklardan kurtarır, şifâ olur. (S. HAVVÂ, 6/437) (..) (Kur’ân) cehâlet, şüphe, şirk, münâfıklık ve diğer bozuk inançlardan oluşan kalp hastalıklarına deva(dır) (İ. H. BURSEVİ, 8/148)
Sakın kalbine, çağın hastalığı olan materyalizm (dünyâ sevgisi), dünyâya meyletme hastalığı girmesin. (S. HAVVÂ, 6/438)
‘.. ve insanlara bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir.’ İnsan bu Kur’ân-ı Kerim’den istîdâdı ve îmânı kadar alır, kâfir ve münâfıkların ise bu Kur’ân’dan bir payları yoktur. (S. HAVVÂ, 6/437)
Kur’ân-ı Kerîm; en güzel ahlâkı öğütleyen, şirk, küfür ve nifak gibi mânevî hastalıkları gideren, hayat nizâmını, dünyâ ve âhiret saâdetini bildiren hidâyet ve rahmettir. Ancak kalplerin Kur’ân’a açık olması lazımdır. Sıkıntı ve stresin giderilmesi için de bol Kur’ân okunmalıdır. (H. T. FEYİZLİ, 1/214)
(58).‘De ki: Allâh’ın lütfuyla ve rahmetiyle (evet) işte onunla ferahlansınlar.’ Übey b. Ka’b’dan rivâyete göre, Nebi (s) bu âyeti okumuş, onda geçen ‘Allâh’ın lütuf ve rahmetini Kur’ân ve İslâm olarak açıklamıştır. (H. DÖNDÜREN, 1/365)
Allah Teâlâ sanki şöyle buyuruyor: Ey kulum! Yaptığın itaat (ameller) ve hizmetlere güvenme. Sen sâdece, benim lütuf ve rahmetime güven. (İ. H. BURSEVİ, 8/149)
‘Allâh’ın lütfu ve rahmeti ile sevinsinler.’ (..) Müminler Kur’an ve İslâm ile dünyâ hayâtını düzene koyar, iyi ve dürüst bir hayat yaşar, kendisini kötülüklerden korur; dünyâ sınavını, Allâh’ın rızâsını ve cennetini kazanırlar. Müminlerin dünyevî nîmet ve imkânlardan duyulan sevincin şımarıklık ve azgınlığa dönüşmemesi için bunları veren yüce Allah olduğunu bilmeleri gerekir. Aksi takdirde bu sevinç, şımarıklık ve azgınlığa dönüşebilir. (27/36, 40/75). Îman ve İslâm bilinci ile örtüşmeyen sevinçler, insanları baştan çıkarabilir. (İ. KARAGÖZ 3/351)
(59).‘De ki : ‘Baksanıza Allâh’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız.’ Demek oluyor ki, Allâh’ın yasak kıldığı şeyleri helâl / serbest yapmak, emrettiklerini de haram / yasak yapmak kimsenin hakkı değildir. (H. T. FEYİZLİ, 1/214)
Rızık, Allâh’ın rızkıdır. Mal O’nun malıdır. Mülk O’nun mülküdür. O hâlde haram ve helâl kılacak olan da O’dur. (S. HAVVÂ, 6/439)
‘Bu konuda Allah mı size izin verdi, yoksa siz Allâh’a iftirâ mı ediyorsunuz?’ soru cümlesi, bilgi almaya yönelik değil, istifhâm–ı inkâridir, yâni Allah böyle bir izin vermemiştir; siz kendiniz bunu uyduruyor ve Allâh’a iftirâ ediyorsunuz, denilmektedir. (..) Allâh’ın insanlar için var ettiği rızıkları, delile dayanmadanharam kılmak, Kur’ân’a aykırı bir davranıştır. Helâl ve haram konusunda yegâne delil, âyet ve sahih hadislerdir. (İ. KARAGÖZ 3/352).
(60).‘Allah adına hüküm mü uyduruyorsunuz?’ Putperest Araplar, (En’am 6/136) ziraat ürünleri ile hayvanların bir bölümünü putları için ayırır, kendileri için haram sayarlardı. Âyetin asıl maksadı, putperestlerin bâzı rızıkları keyfi olarak haram saymalarıdır. Hâlbuki ilke olarak Allâh’ın verdiği rızıkların hepsi helâldir. Haram hükmünü koyma yetkisi Allâh’a âittir. (KUR’AN YOLU, 3/116)
10/61 ALLÂH’A ZERRE BİLE GİZLİ KALMAZ
61. (Ey Peygamberim!) Sen her ne hâlde bulunsan, Kur’ an’dan her ne okusan ve siz her ne iş yapsanız ona daldığınız an, (bilinki) biz sizi görüyoruz. Ne yerde ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbin(inbilgisin)den gizli değildir. Ne bundan daha küçük ne de daha büyük, hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Levh–iMahfûz’dayazılı) olmasın. [bk. 6/59; 11/6]
61-61.‘Yerde ve gökte’ maddenin mükemmel en küçük parçası olan ‘zerre ağırlığınca bir şey dahi Rabbinden gizli değildir.’ Bu buyrukta gök ile yerin zikredilmesi, Yüce Allâh’ın bilgisinin herşeyi kuşattığının delîlidir. ‘bundan daha küçüğü’ elektron, nötron veya proton gibi ‘de’ molekül ve ‘daha büyüğü’ gibi şeyler ‘de şüphesiz apaçık bir kitaptadır.’ Bu ise Levh-i Mahfuz’dur. (S. HAVVÂ, 6/439, 440) O hâlde ey inkârcılar, yaptığınız zulmün yanınıza kâr kalacağını zannetmeyin ve siz Ey Müslümanlar, umudunuzu yitirmeden, yılgınlığa kapılmadan yolunuza devam edin! (M. KISA, 1/232)
(..) Şu denilmek istenir: ‘Biz büyük bir sabır ve dirençle Hakikat Mesajını iletmek ve insanları ıslah etmek için yaptıklarının hepsini görmekteyiz. Şundan emin ol ki, görevini icrâ ederken nasıl çabaladığını, düşmanlarının sana karşı neler yaptıklarını yakînen biliyoruz.’ Öte yandan da Elçi’nin düşmanlarının uyarılması amaçlanır: ‘Zannetmeyin ki, Hak Nebi’ye insanlık kurtarıcısına karşı yaptıklarınızı bilmiyoruz. Kurduğunuz bütün düzenleri, onun önüne koyduğunuz bütün engelleri görmekteyiz. Üstelik bu yaptıklarınızı da ayrıntılı ve sağlam biçimde kayda geçiriyoruz. Bu yüzden dikkatli olun; bu yaptıklarınızın hesâbının sizden sorulmayacağı zannına kapılmayın.’ (MEVDÛDİ, 2/321)
10/62-64 ALLÂH’IN DOSTLARI
62, 63, 64. (Ey müminler!) Haberiniz olsun ki Allâh’ın dostlarına hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir. 63. Onlar, (Allâh’a) îman eden ve emirlerine uygun yaşayanlardır. 64. Onlar için dünyâ hayâtında da âhiret hayâtında da müjde(ler) vardır. Allâh’ın sözlerinde aslâ değişme yoktur. İşte bu (müjdeyeerişmek) en büyük başarıdır.
62-64. ‘Haberiniz olsun ki, Allâh’ın velîlerine (dostlarına) hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.’ Evliyâullah unvânı, Allâh’a dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için birbirlerine destek olanlar gibi mânâlara gelebilir. Velâyet, muhabbet, dostluk, yardım, vekâleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifâde eder. (..) Rasûlullâh’a evliyâullah’ın kimler olduğu sorulmuş, o da şöyle buyurmuştur: ‘görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır’ Yakınlarında bulunmak, hâlleri, duruş ve davranışları derhâl Allâh’ı hatırlatır. Bunların dünyâ malına, kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Allah uğrunda, birbirlerini seven kimseler’ oldukları rivâyet olunmuştur. (İbn-i Mâce’den, ELMALILI, 4/494, 495)
Kerâmet, erkeklerin hay(ı)zıdır. Her kim kerâmetlere aldanırsa, bataklıkta ölür. Velîye en büyük zararı dokunan kerâmetler ise, şöhreti gerektiren türden olanlarıdır. Çünkü şöhret bir âfettir. (..) Esrarü’l Kur’ân’da velâyetin ancak dört makamla tamamlanacağı belirtilmiştir. Birincisi muhabbet, ikincisi şevk, üçüncüsü aşk, dördüncüsü de marifet makamıdır. Muhabbet, ancak cemâlin keşfi ile, şevk visâl meltemlerinin koklanması ile, aşk nurların yaklaşması ile gerçekleşir, marifet de ancak sohbet ile olur. (S. HAVVÂ, 6/447, Âlûsi’den)
Yukarıdaki âyet-i kerîmede bildirildiği gibi velî, îman edip takvâya ermiş kimselerdir. Bunu biraz açıklamak gerekirse, “İman etmek” kelimesi tefekkür kuvvetinin mükemmelliğine; “takvâya ermek” tâbiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işârettir. Demek oluyor ki bir kulun, Allahu Teâlâ’ya yakın olması / Allâhu Teâlâ’nın kendisinin velîsi olması için, kelâmcıların da beyanına göre, delillere dayalı dosdoğru îman / inanç içinde olup (kalbini mârifetullah ile doldurması) Allâh’ın rızasına / İslâm’ın esaslarına göre sâlih amel yapması gerekir. Allahu Teâlâ da kendisine îman edenlerin / teslim olanların dostu olup onları karanlıktan aydınlığa çıkaracağını (2/257), âhiret hayatı için korku, dünyâ hayatı için üzüntü duymayacağını bildirmekte ve her iki hayat için müjdeler vermektedir. [bk. 41/30] (H. T. FEYİZLİ, 1/215)
‘Onlar îman edip de takvâya ermiş olanlardır.’ Tam bir îman ile ilâhi emirleri ve hükümleri îfâ ve yerine getirmeye devam ederler. Kendilerinden Allah rızâsına aykırı bir hâl, bir durum sadır olmaması için dikkat ederler, her türlü haramdan ve şüpheli şeylerden sakınırlar. (ELMALILI, 4/495)
‘Dünyâ hayâtında da âhirette de onlara müjde vardır.’ Dünyâdaki müjde, sâlih rüyâdır. Ya da meleklerin mümin kimseye rûhunun alınması esnasında verdikleri cennet ve mağfiret müjdesidir. Âhiretteki müjde ise, meleklerin şu buyruklarda işâret edilen müjdeler ile onları karşılamasıdır. ( 21/107 ve 57/12 âyetler) (S. HAVVÂ, 6/440)
Ancak Râzi’nin de belirttiği gibi, müjde kelimesi ‘insanın yüzünü güldürecek şekilde sevindiren haber’ anlamına geldiğine göre, insanı bu şekilde mutlu edecek olan her şey bu âyetin kapsamına girer. Allah dostlarının gerek dünyâ hayâtında gerekse âhirette kendileri için müjde değeri taşıyan bütün iyi ve güzel şeyleri elde etmesi âyette ‘en büyük kazanç’ şeklinde nitelenmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/118)
‘Allâh’ın sözlerinde hiçbir değişme olmaz.’ ‘Allâh’ın kelimeleri’ ile maksat, hükümleri, vaadleri ve müjdeleridir. Allâh’ın bu vaadlerinde ve müjdeli sözlerinde hiçbir değişme olmaz. Allâh’ın sözünü değiştirecek, O’nun karârını uygulamadan kaldıracak hiçbir kimseve kuvvet yoktur. Meselâ Allâh’ın ‘korkmaz ve mahzun olmaz’ dediğini korkutacakve mahzun edecek hiçbir güç yoktur. Allah aslâ verdiği sözden dönmez, verdiği sözü mutlaka yerine getirir. (İ. KARAGÖZ 3/357)
10/65-67 GÖKLERDE VE YERDE NE VARSA HEPSİ ALLÂH’INDIR
65. (Resûlüm!) O (inanmaya)nların sözü (veövünmeleri) seni üzmesin. Çünkü bütün üstünlük Allâh’ındır. O (herşeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.
66. (Ey İnsanlar!) İyi bilesiniz ki göklerde ve yerdekiler(inhepsi) şüphesiz Allâh’ındır. Allah’tan başkalarına tapanlar bile (gerçekteAllâh’a) ortak yaptıklarına tâbi olmazlar. Onlar ancak zan ve tahmîne uymakta ve sâdece yalan uydurup söylemektedir(ler).
67. Geceyi, dinlenesiniz diye sizin için (karanlık) kılan, (çalışıpkazanmanıziçinde) gündüzü aydınlık kılan O’dur. Şüphesiz bunda, dinleyen bir topluluk için (büyük) ibretler vardır.
65-67. (65).‘Habîbim, onların lâfları seni üzmesin.’ Yâni, kâfirlerin ortaklarına, yakın adamlarına, mallarına ve mevkilerine güvenerek sana ezâ ve cefâ etmeleri, seni üzmesin. Sen bunlardan dolayı üzülme. ‘İzzet tümüyle Allâh’ındır.’ Şurası kesindir ki, bütün izzet, yâni güç, kuvvet, şan ve şeref Allâh’ındır. Bütün kudret ve üstünlük, hâkimiyet ve yücelik O’nundur. (..) Onların güvendikleri bütün kuvvetler de aslında yine Allâh’ındır. O dilediği zaman hepsini ellerinden alır. (ELMALILI, 4/497)
‘Kâfirlerin sözleri’ ile maksat, peygamberimizi yalancılık ve büyücülük ile itham etmeleri (38/4), Kur’ân’ı uydurduğunu söylemeleri (52/33, 34) ve Kur’ân’a eskilerin masalları (8/31, 38/4, 68/2) demeleridir. Peygamberimiz (s) hem bu ithamlara hem de Mekkelilerin îman etmemelerine çok üzülüyordu. (İ. KARAGÖZ 3/357).
(66).‘İyi bilin ki göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi Allâh’ındır.’ Melekler, insanlar, cinler ve akıl sâhibi bütün varlıklar Allâh’ın kulu ve mülküdür. Şu hâlde kâfirlerin bütün güvendikleri ve taptıkları şeyler Allâh’ın mülkü olduğu gibi kendileri de öyledir. ‘Allah’tan başkasına tapanlar dahi, Allâh’a ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar, ancak zanna uymuş oluyorlar,’ vehim ve hayâl peşinde koşarak kendi ortaklarınıAllâh’ın ortakları sanırlar ve yok yere onlara tanrılık pâyesi vermiş olurlar. Böyle yapmakla ve onlara tapmakla Allah’tan yakalarını kurtaracaklarını sanırlar. (ELMALILI, 4/498)
(67).‘Size geceyi onda dinlenesiniz diye ve gündüzü de aydınlık olarak yaratandır. Kulak veren insanlar için bunlarda ibretler vardır.’ Bu âyetleri düşünerek ve öğüt alarak, dinleyip ibret alan ve bunların, yaratanın, takdir edenin, işleri çekip çevirenin azametine delil olduğunu farkeden kimseler için, bu âyetler Allâh’ın tekliğinin kesin kanıtlarıdır. (S. HAVVÂ, 6/441, 442)
Gece ve gündüz, hareket ve sükûn zıt olgulardır. Cisimler, kendiliklerinden ve sırf kendi özellikleri ile ne sükûndan harekete, ne de hareketten sükûna geçebilirler. Aydınlık ve karanlığın, hareket ve sükûnetin yaratıcısı ve yöneticisi Allah’tır. Gece ile gündüzün böyle düzenlenmiş olmasında, bu aydınlık ve karanlığın peşpeşe gelişinde, bu sükûn ve harekette işitme özelliği olup dinleyecek olan bir topluluk için pekçok âyetler ve ibretler vardır. (İ. KARAGÖZ 3/360)
10/68-70. ALLAH HAKKINDA YALAN UYDURANLAR İFLÂH OLMAZLAR
68. (Kâfirler🙂 “Allah çocuk edindi.” dediler. Hâşâ! O, bundan uzak ve yücedir. O (hiçbirşeye) muhtaç değildir. Göklerde ve yerde olan herşey sâdece O’nundur. (Ey mümşrikler!) Bu (çocuksâhibiolma) konus(un)da yanınızda hiçbir (ilmî) delil yoktur. Siz, Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? [bk. 19/89-93]
69. (Ey Peygamberim!) De ki: “Allâh’a karşı (böyle) yalan uyduranlar (aslâ) kurtuluşa eremezlar.”
70. (Onlariçin) dünyâda biraz faydalanma vardır; nihâyetinde, dönüşleri ancak bizedir. Sonra, kâfir olduklarından dolayı o çok şiddetli azâbı onlara tattıracağız.
68-70. (68).‘Allah çocuk edindi’ dediler. Hâşâ! Allah bundan münezzehtir. O, müstağnidir.’ Hıristiyanlar Meryem oğlu Îsâ için ‘Mesih, Allâh’ın oğludur’; Yahûdîler ‘Üzeyir Allâh’ın oğludur’ (9/31), Arap müşrikler ise ‘Melekler Allâh’ın kızlarıdır’ (16/57). Allâh’a oğul ve kız isnad etmek, aynı zamanda anne, baba ve eş isnad etmektir. Allâh’ın anası, babası, eşi ve dolayısıyla oğlu ve kızı yoktur. Allâh’a çocuk isnad etmek, yalan söylemek (ve) Allâh’a iftirâ etmektir. (3/361)
‘Allâh’a karşı bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?’ cümlesi, istifhâm-ı inkâri olup, Allâh’a çocuk isnâdı, tamamen uydurma ve iftirâdır. Aslı olmayan bir itham demektir. (İ. KARAGÖZ 3/361).
‘Tanrının oğlu, kızı’ gibi sözlerle Allâh’a çocuk isnad etmek, şirk içeren dinlerde yaygın bir anlayıştır. Putperest Araplarda da Meleklerin Allâh’ın kızları olduğu inancı vardı. (Nahl, 16/57) Onların bâzıları, melekleri, dişi cinlerin seçkinleri olarak kabul eder, bâzıları da cinlere taparlardı. (KUR’AN YOLU, 3/121)
‘Sübhânallah, hâşâ!’ Hiç yaratıcı baba olur mu? Çünkü doğurma bir üreme (..) ve bir noksanlıktır, evlât edinme de bir ihtiyaçtan dolayıdır. (ELMALILI, 4/500) Allâh’ın böyle bir ihtiyâcı yoktur.
‘Sonra, kâfir olduklarından dolayı o çok şiddetli azâbı onlara tattıracağız.’ Cehennemde hâfirlere büyük, acıtıcı, alçaltıcı ve çok kötü bir azap; ateşten elbiseler, demirden kamçılar ve kaynar sudan içecekler vardır. Üzerlerine kaynar su dökülür, boyunlarına halkalar vurulur, derileri ateşte yandıkça azâbı tadıp durmaları için yenilenir, azaptan kurtulamazlar. Onlara yardım eden de bulunmaz(16/106, 5/36, 4/56, 102; 45/11, 22/19-21, 10/4, 36/8, 21/39; İ. KARAGÖZ 3/363)
10/71-74 NUH (A.S.)’IN HABERİ
71. (Ey Peygamberim!) Müşriklere) Nûh’un haberini oku. Hani o kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam ve Allâh’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (bilinki) ben ancak Allâh’a güvenip dayandım. Haydi siz ortaklarınızla birlikte (banayapacağınız) işiniz hakkında ittifak edip karar verin! Sonra yapacağınız işiniz, size bir tasa olmasın. Sonra (o hükmünüzü) bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.” [bk. 11/25-48]
72. “Eğer (benimîmanadâvetimden) yüz çeviriyorsanız (nediyeyim), zâten ben sizden hiçbir karşılık istemedim. Benim mükâfâtımı ancak Allah verecektir ve bana müslümanlardan olmam emredildi.”
73. Yine de (hâlkı) onu yalanladılar. Biz de hem onu hem de gemide onunla berâber bulunanları kurtardık ve bunları, onların yerine (yeryüzünde) hükümran kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları da (suda) boğduk. (Ey Peygamberim!) Bak, (Allâh’ınazabıyla) uyarılan (fakatinanmayan)ların sonu nasıl olmuştur?
74. Sonra onun ardından, (birçok) peygamberi kendi kavimlerine gönderdik. (Bunlarda) onlara apaçık âyet (delilvemûcize)ler getirdiler. Ama berikiler, daha önce yalan saydıkları şeye bir türlü inanmıyorlardı. İşte sürekli haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.
71-74. (72).‘ve bana Müslümanlardan olmam emredildi.’ İbni Kesir, İslâm’ın her bir Rasûlün, her bir nebînin dini olduğunu kaydetmektedir. Kur’ân-ı Kerim’den delilleri de şunlardır: (a) Mâide 5/48: (Peygamberimize hitaben) ‘Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol (İbn-i Abbas’ın dediği üzere bir sünnet ve takip edeceğiniz bir yol) tâyin ettik. (b) (Yûnus 10/72) Hz. Nuh demektedir: ‘Ben Müslümanlardan olmakla emrolundum. (c) İbrâhim (a.s.) ve Yâkup (a.s.) da şöyle demişlerdi: (2/131, 132) ‘Rabbi ona teslim ol dediği zaman o da ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti. İbrâhim de bunu oğullarına da vasiyet etti. (d) Yakup (a.s.)(2/132) Yakup da ‘Ey oğullarım, Allah sizin için bu dini beğenip seçti, o hâlde siz ancak Müslümanlar olarak can verin. (dedi) (e) Hz. Yûsuf (a.s.) şöyle demiştir (12/21) Bu dünyâda ve öteki dünyâda koruyucum sensin, beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler topluluğuna kat.’ (f) Mûsâ (a.s.) (10/84) şöyle demişti: Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allâh’a îman etmiş ve teslim olmuşsanız, O’na tevekkül edin.’ (..) (S. HAVVÂ, 6/456)
(73).‘Âyetlerimizi yalanlayanları suda boğduk.’ Hz. Nâh’a îman etmeyen, onu delilikle ve yalancılıklaitham eden kavmi, Nûh’u taşlamakla tehdit etmiştir (26/116). Nuh (as) kavmininbu tehdidine karşı olarak, ‘Ben Allâh’a güvendim ve dayandım, sizden korkmuyorum, bana ne yapacağınızı ortaklarınızla birlikte kararlaştırın, bana yapacasğınız size dert olmasın! Bana yapacağınızı yapın ve bana mühlet vermeyin. Benden yüz çevirirseniz çevirin. Ben zâten sizden hiçbir istemedim. Benim ücretim ancak Allâh’a âittir. Bana Müslümanlardan olmam emredildi’ demiştir. Nuh (as) tebliğine devam etmiş (11/28-31, 26/105-115). Uzun mücâdeleler sonunda kavminin putperestlikten vaz geçmediğini görünce, kâfirleri cezâlandırması için Allâh’a duâ etmiştir. (26/118, 119, 71/1-28, İ. KARAGÖZ 3/365)
(74).‘Nûh’un ardından biz, daha pekçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik.’ Hûd, Sâlih ve Şuayb (as) gibi Rasuller gönderdik. ‘Onlara apaçık âyetler getirdiler.’ Getirdiklerinin doğruluğuna dâir de delil, burhan ve mûcizelerle geldiler. (S. HAVVÂ, 6/457)
‘Fakat onlar bir defa yalan dediklerine sonuna kadar bir türlü inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.’ (..) Katıksız ve düşmanca yalanlamaları sebebiyle geçmiş ümmetlerden yalanlayıcıların da kalplerini Allah mühürlediği gibi, onlardan sonra gelip onlara benzeyenlerin kalplerini de öylece mühürler(iz). Bu buyruk, Peygamberlerin ve Resûllerin sonuncusu, Resûllerin efendisi Muhammed (sa)’i yalanlayan kimselere yönelik oldukça büyük bir uyarıdır. (S. HAVVÂ, 6/457)
10/75-82 MÛSÂ (A.S.) VE SİHİRBAZLAR
75. Sonra, onların ardından da Mûsâ ile Hârun’u âyetlerimizle birlikte Firavun ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik. (Onlardainanmahusûsunda) büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.
76. Onlara tarafımızdan hak (mûcize) gelince: “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir.” dediler.
77. Mûsâ (onlara): “Size hak (mûcize) gelince dil mi uzatırsınız? Bir sihir mi bu? (Bilinki) sihirbazlar umduklarına / kurtuluşa eremezler.” dedi.
78. Dediler ki: “Sen, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan bizi çeviresin de yeryüzünde otorite / büyüklük yalnız ikinize kalsın diye mi bize geldin? Biz ikinize de aslâ îman edecek değiliz.”
79. Firavun: “Bilgili (ve mahâretli) bütün sihirbazları bana getirin.” dedi.
80. Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara: “Atın atacağınız şeyleri (ortaya)!” dedi.
81. Onlar (hünerleriniortaya) atınca Mûsâ: “(Meydana) getirdiğiniz şey sihirdir, Allah şüphesiz ki onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozgunculuk yapan (hîlekâr)ların işini rast getirmez.” dedi.
82. Günahkârlar hoşlanmasa da Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir.
75-82. (75).‘Sonra onların ardından Mûsâ ve Hârun’u mûcizelerimizle Firavun’a ve adamlarına gönderdik.’ ‘Âyetlerimiz’lemaksat, Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizedir. (Bu) dokuz mucize şunlardır: (1). Hz. Mûsâ’nın âsâsının büyük bir yılana dönüşmesidir (20/17-23), (2). Elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olması (7/108, 20/22,23), (3). Denizin yarılıp yol açılması (10/90), (4-7). Allâh’ın İsrâiloğullarına çekirge, ekin böceği, kurbağa ve kan göndermesi (7/133), (8). Taştan su fışkırması (2/50, 60, 74), (9). Allâh’ın Sînâ Dağını İsrâiloğullarının tepelerine bir bulut gibi kaldırması(dır) (2/63).
Firavun’un erkek çocuklarını tek tek öldürttüğü bir dönemde, Hz. Mûsâ’nın bizzat onun sarayında ve himâyesinde büyütülmüş olması başlı başına bir mûcizedir. Ve ilâhi irâdenin mutlak gücünün açık bir göstergesidir. Fakat onlar, îmân çağrısını kibirlerine yedirememişlerdi. Hz. Mûsâ’nın getirdiği mûcizeleri sihir diye itham etmişlerdi. Fakat asıl engel, ellerinde tuttukları nüfuz ve gücün kendilerinden alınması endişesiydi. (KUR’AN YOLU, 3/126)
(81).‘(İplerini ve değneklerini ortaya) atınca Mûsâ: (Meydana) getirdiğiniz şey sihirdir. Allah, şüphesiz ki onu boşa çıkaracaktır.’ Bu âyet, büyücülük ve sihirbazcılığın bir fesatçılıktan ve göz boyamadan ibaret olduğuna delâlet eder. (H. DÖNDÜREN, 1/365)
‘Allah, elbette fesatçıların işini düzeltmez.’ Fesatçıların yaptıkları işler, kesinlikle ıslah olmaz. Bize düşen, fesatçıları ıslâha nisbet etmemek, onların yaptıklarına aldanmamaktır. Allâh’ın şeriatına aykırı her neye dâvet ederse etsin, o kimse fesat çıkaran kimsedir. Allâh’a dâvete karşı savaş açan herkes fesatçıdır. Onun hiçbir işine aldanmamalıyız. (S. HAVVÂ, 6/460)
Bu konuşmaların hemen ardından Mûsâ âsâsını yere attı. Büyük bir yılana dönüşen asâ, sihirbazların yılan gibi gösterdikleri iplerini ve değneklerini birer birer yutup yok etti. Bu mûcize karşısında sihirbazlar derhâl îman edip secdeye kapandılar. (Ö. ÇELİK, 2/518)
10/83-87 MÛSÂ (A.S.) VE KAVMİ
83. Firavun ve ileri gelen (zorba)ların kendilerine işkence yapmaları korkusu sebebiyle Mûsâ’ya (başlangıçta) kavminin bir kısım gençlerinden başkası inanmadı. Çünkü Firavun, o yerde (Mısır’da) cidden ululuk taslayan (birzorba) ve gerçekten aşırı gidenlerdendi.
84. Mûsâ dedi ki: “Ey kavmim! Şâyet Allâh’a (gerçekten) inandıysanız ve O’na teslim olmuş iseniz, artık ancak O’na güvenip dayanın.”
85, 86. (Îman edenlerde) “Biz ancak Allâh’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Zâlim kavm(inzulmüneuğratmak)la bizi imtihan (konusu) yapma! Bizi, rahmetinle o inkârcılar toplumundan kurtar.” dediler.
87. Mûsâ’ya ve kardeşine: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın; o evlerinizi kıblegâh (mescid) yapın ve namazı da dosdoğru kılın. (EyMûsâ! Artık) îman edenlere (kurtulacaklarını) müjdele!” diye vahyettik.
83-87. (83).Denildiğine göre Hz. Mûsâ döneminde bulunan Firavn, II. Ramses’tir. Mısır’daki arkeolojik eserlerde de kaydedildiğine göre, yayınladığı bir genelge ile tanrılığını ilân etmiştir. (S. HAVVÂ, 6/462)
‘Sonunda Mûsâ’ya kendi kavminin (gençlerinden) başka –Firavun ve çevresinin korkusu ile – îman eden olmadı.’ Hz. Mûsâ’ya gençler inanma cesâreti göstermişti. Hz. Muhammed de (a.s.) aynı durumla karşılaşmıştı. İslâm uğruna, zulme ve baskıya cesâretle göğüs geren ilk Müslümanlar gençlerdi. İlk sahâbiler arasında Resûlullah ile yaşıt olan tek sahâbi Ammar b. Yasir, ondan daha yaşlı olan sahâbi Ubeyde b. Haris Muttalibi idi. (MEVDÛDİ, 2/330, 331)
(84).‘Mûsâ dedi ki, ‘Ey kavmim, eğer Allâh’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız sâdece O’na tevekkül edin.‘ Kur’ân-ı Kerim, ibâdet ile tevekkülü bir arada zikretmesi, birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkili olduklarını ortaya koymaktadır. İslâm dâvetçileri, eğiticileri kalplerini ibâdete bağlamaları, ibâdete alıştırmaları îcap etmektedir / gerekmektedir ki, gerçek tevekküle sâhip olsunlar. Böylelikle, hayâtın çeşitli aşamalarının yüklerini ve sorumluluklarını taşıyabilsinler, katlanabilsinler. (S. HAVVÂ, 6/464)
(87).‘Evlerinizi kıble(ye dönük mescidler) hâline getirin’ ifâdesi bence şu anlama gelmektedir: ‘Bu evleri cemaatla namazın kılındığı ortak mekânlar ve toplantılarınızın yapıldığı merkezi yerler hâline getirin.’ İfâdenin akabinde ‘namazı ikâme edin’ emrinin gelmesi namazlarını tek tek değil, cemaatle kılmaları yolundaki îmâya delâlet eder. Çünkü Kur’an’daki ‘ikâmetü ‘ssalât’ ifâdesi namazın topluca kılınması anlamında kullanılmıştır. (MEVDÛDİ, 2/333)
‘(Ey İsrâiloğulları) Evlerinizi mescidler yapın, namaz kılın ve…’ Hz. Mûsâ’nın –ibâdet ederken Kudüs yönüne dönmesi emri gelmeden önce- Hz. İbrâhim’in kıblesi olan Kâbe’ye yönelmekte olduğu ve âyette geçen kıble kelimesiyle Kâbe’nin kastedildiği kanaatini taşıyanlar bulunmakla berâber, burada maksadın Beytü’l Makdis olduğu yorumunu yapan müfessirler de vardır. (KUR’AN YOLU, 3/132)
10/88-89 MÛSÂ (A.S.)’IN BEDDUÂSI
88. Mûsâ (duâedip): “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, Firavun’a ve ileri gelen yandaşlarına dünyâ hayâtında (nice) ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Bunlar, senin yolundan saptırmaları için (kullanılmakta)dır. Ey Rabbimiz! Onların mallarını silip belirsiz hâle getir (yoket) ve kalplerine şiddetle darlık ver (bunalsınlar). Çünkü onlar, acıklı azâbı görünceye kadar îman etmezler” dedi. [krş. 43/33-35]
89. (Allah) buyurdu ki: “İkinizin de duâsı kabul edildi. Yine doğruluğa (vedoğruyolaçağırmaya) devam edin ve (hakkı) bilmezlerin yoluna aslâ uymayın.”
88-89. (88). ‘Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver.’ Bir peygamber, Allâh’ın izni olmadan kavmine bedduâda bulunamaz. Allah da, onlar arasında îman edecek hiç kimsenin bulunmadığını bildiği için buna müsâade eder. Nitekim Hz. Nûh’un kavmine bedduâda bulunması da böyle olmuştur. (KUR’AN YOLU, 3/133)
Ebu Hanîfe’den rivâyetle başkasının küfrüne rızâ küfürdür. Ebu Mansur Mâtüridi’den yapılan nakle göre, konu ihtilâflıdır. Küfüre, küfür olduğu için rızâ küfürdür. Ancak, küfüre, küfür olduğundan değil de, Allâh’ın kaza ve kaderinin eserlerinden birisi olduğu için rızâ ise küfür değildir. (..) Bâzı kimseler, bu âyet-i kerimeyi, Allah bu kişiden intikam alsın diye temenni yoluyla yapılması şartıyla, belli bir kişinin küfrüne bedduâ etmenin küfür sayılmayacağına delil göstermişlerdir. (S. HAVVÂ, 6/467)
(89).‘Allah: İkinizin duâsı kabul olundu, buyurdu.’ İbn-i Kesir der ki: İmama uyan kimselerin imamın fâtihayı okumasının akabinde âmîn demesi, onu okumak ayarındadır. Çünkü Hz. Mûsâ, duâ etmiş, Hz. Hârunda âmin emişti, diyen kimseler, görüşlerine delil olarak gösterebilirler. (S. HAVVÂ, 6/468)
10/90-93 FİRAVUN’UN BOĞULMASI
90. İsrâiloğulları’nı (Kızıl)deniz’den geçirdik. Firavun ve askerleri de saldırmak ve zulmetmek için onların arkalarına düştü (vedenizedaldı). Nihâyet boğulma durumuna gelince (Firavunşöyle) dedi: “Ben, İsrâiloğulları’nın inandığından başka hiçbir ilâh olmadığına inandım, artık ben (O’na) teslim olanlardanım.” [bk. 20/78; 40/84-85]
91. “Şimdi mi (îmanediyorsun)? Hâlbuki sen bundan önce isyan etmiş ve (böylece) fesatçılardan olmuştun.”
92. (Ey Firavun!) “Bugün de biz, senden sonrakilere ibret olması için cesedini (batıpgitmekten) kurtar(ıpsâhileat)acağız.” Yine de insanlardan çoğu bizim âyetlerimizden hakikaten gafildirler. [krş. 7/103; 10/90-92; 43/55-56]
93. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’nı çok güzel bir yere yerleştirdik Onlara temiz, güzel, hoş rızıklar verdik. Onlar, ancak kendilerine ilim (Tevrat) gelinceye kadar ayrılığa düşmediler (deilimgeldiktensonraayrılığadüştüler). Şüphesiz Rabbin kıyâmet günü, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. [krş. 20/80-81]
90- 93. (90). ‘… boğulacağı anda Firavun: ‘Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım.’ İslâm ümmeti, Firavun’un kurtulmadığı ve onun îmânının makbul olmadığı üzerinde icmâ etmişlerdir. Bunun sebebi ise, eğer herhangi bir kavme îman etmeden önce azap gelecek olursa, azâbın geldiği esnada îman etmelerinin makbul olmayacağı şeklindeki Yüce Allâh’ın sünnetidir. (Mümin, 40/84, 85. Âyetler) (S. HAVVÂ, 6/470)
(92).‘Bugün de biz senden sonrakilere ibret olması için cesedini kurtaracağız.’ 92’nciâyetten ise, Hz. Mûsâ’ya karşı direnen ve denizde boğulan bu Firavun‘un cesedinin mumyalanmadan, bir mûcize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde mumyalanmadığı hâlde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum‘da muhafaza edilen bu cesedin en az 3 000 yıllık olduğu tespit edilmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/135)
İbn-i Abbas‘tan: Nebi (s) Medîne’ye gelince Yahûdiler Aşûre orucu tutuyor ve ‘Bugün Mûsâ‘nın Firavun‘a üstün geldiği gündür’ diyorlardı. Bunun üzerine Nebi (s) ashâbına dedi ki: Siz Mûsâ‘ya onlardan daha yakınsınız. Bu yüzden oruç tutunuz.’ (Buhâri, H. DÖNDÜREN, 1/366)
İşte bu, genel olarak bir kural oluşturan ve kaydedilmesi gereken düşüncelerden birisidir: Rasûlullah (s) kendisinden önceki bir rasul ile alâkası bulunan her bir ilişkiyi benimsiyor idi. Çünkü bizler, her bir rasûle bütün insanlardan daha yakınız. (S. HAVVÂ, 6/471, 472)
(93).‘Andolsun biz İsrâiloğullarını’ Tîh ile onları cezalandırdıktan sonra ‘üstün’ şerefli ‘bir yere yerleştirdik.’ Orada konaklamalarını sağladık. Çünkü yüce Allah onlara uzun bir dönem Arz-ı Mukaddes’i vermiş, ellerinde bırakmıştı. ‘onları tertemiz ve hoş nîmetlerle rızıklandırdık.’ Hem tabiat itibariyle hem de şer’an hoşa giden faydalı, temiz, helâl rızıklarla onları rızıklandırdık. (S. HAVVÂ, 6/474, 475)
‘Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler.’ (..) İsrâiloğulları, ulaştıkları ilmin sonucunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bu da kendilerine yeterince açık ilâhibildirimyapıldığıve bu hususta hiçbir mazeretlerinin olmadığı hâlde, sırf kendi kusurları sebebiyle, çıkar düşüncesi vebeşeritutkularuğruna ayrılığa düştükleri anlamına gelmektedir. Târihi bilgilere göre ilâhi vahye muhatap olan İsrâiloğulları, vahyin kendileri için sağlamış olduğu aydınlığı değerlendirip barış ve uygarlık yolunda ilerlemek yerine, şahsi ihtiraslarıyla akl-ı selimi dışlamalarının, özellikle çıkar çatışmaları üzerine temellenen bölünmelerin neticesinde anlaşmazlıklarla yüzyüze gelmişlerdir. (M. DEMİRCİ 1/651, KUR’AN YOLU 1/525’e atıfla)
10/94-97 SAKIN YALANLAYANLARDAN OLMA
94, 95. (Rasûlüm) Eğer sen, sana indirdiğimiz (geçmişpeygamberlerinhaberlerin)den (ufakbir) şüphe ediyorsan, senden önceki (indirdiğimiz) Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyanlara sor. Ama andolsun ki Rabbinden gerçek (olan Kur’an) gelmiştir. O hâlde aslâ şüphe edenlerden olma! [bk. 7/157] 95. Sakın Allâh’ın âyetlerinden şüphe edenlerden olma! Yoksa (dünyâveâhirette) ziyâna uğrayanlardan olursun.
96, 97. (Küfürveinkârlarıyla) Rabbinin (azap) kelimesi üzerlerine hak olanlar, kendilerine her türlü mucizeler gelse bile, acıklı azâbı görünceye kadar inanmazlar.
94-97. (94).‘Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce kitabı okuyanlara sor.’ Sen onlardan Yüce Allâh’ın birçok rasuller göndemiş olduğunu ve rasullere sana indirilmiş vahyin benzeri vahiyleri indirmiş olduğunu öğrenmiş olacaksın. (S. HAVVÂ, 6/479)
Burada, dînî konularda herhangi bir şüphe içerisinde bocalayanların ilim ehline giderek bu problemini hâlletmeye çalışması gerektiğine de dikkat çekilmektedir. (İ. H. BURSEVİ, 8/229)
(96).‘Onlara bütün mûcizeler gelmiş olsa bile, acı azâbı görünceye kadar (inanmazlar)’ Bir kısım insanların ilâhi kânun gereği helâk olacakları haber verilmekte, onların îman etmesi için olağanüstü çaba gösteren Rasûlullah ve müminler teselli edilmektedir. Bu gibi kimselerin azâbı görmedikçe îman etmeyecekleri ifâde edilmektedir. Allâh’ın ezeli ilmiyle, onların îman etmeyeceklerini bilmesi, imtihan düzenini bozan bir husus değildir. (KUR’AN YOLU, 3/137)
‘Onlara her türlü âyet gelse bile’ onlar îman etmezler. ‘Elem verici azâbı görünceye kadar’ İşte o zaman îman ederler. Fakat îmanlarının onlara faydası olmayacaktır. Çünkü Yüce Allâh’ın sünneti şudur: O azâbı gönderdi mi, hiçbir îmanın faydası olmayacaktır. Ancak, bundan sâdece bir tek olay müstesnadır ki, bu da Hz. Yunus ‘un kavminin olayıdır. (S. HAVVÂ, 6/480)
10/98 YÛNUS(A.S.)’IN KAVMİ
98. Fakat o (azâbıgördükleri) vakit inanıp da îmanları kendilerine fayda veren bir memleket (halkı) olsaydı ya! Ancak Yunus’un kavmi hâriçtir. (Çünkü) bunlar (azâbıngeleceğiniseziphemen îman edince, dünyâ hayâtında rezil ve rüsvâ olma azâbını onlardan kaldırdık ve onları bir zamâna kadar (yaşatıp) faydalandırdık. [bk. 37/139-148]
98-98. ‘Keşke bir ülke hâlkı îman etseydi de, îmânı kendilerine fayda verseydi. Yalnız Yûnus (as) ın kavmi müstesnâ.’ Rivâyet edilir ki Yûnus (a.s.) Musul yakınlarındaki Ninova’ya peygamber gönderilmiştir. Ninova, Musul bölgesinde, Dicle nehrinin kıyısında bir kasabadır. Ninova’lılar ise, Yunus (a.s.)ı yalanlayıp bunda ısrar ettiler. (İ. H. BURSEVİ, 8/233, 234)
‘..o alçaltıcı azâbı üzerlerinden kaldırdık.’ Şu hâlde, ey Müslüman! Sakın sen de Yûnus gibi aceleci davranıp da, bütün insanların öyle çabucak inanmalarını bekleme! İnanmıyorlar diye ümitsizliğe kapılma, onları inandırmak için Allâh’ın senden istemediği, görevin olmayan şeyler peşinde koşma! (En’am 6/35) Zîrâ inkâra şartlanmış olanlar, sen onlara en büyük mûcizeleri göstermiş olsan bile, inkârsılıktan vazgeçmeyeceklerdir. (M. KISA, 1/236)
Yunus peygamberin kavmi onu inkâr edince, kavminin helâk olacağını anladı ve onları bırakarak deniz yolculuğuna çıktı. Kavmi, onun haber verdiği azâbın belirtilerini görünce yaptıklarına pişman oldu ve azâbın gelmesi için Allâh’a duâ etti. (H. DÖNDÜREN, 1/366)
Fakat şehirler îman etmediler. Onlardan ancak çok küçük bir grup îman etmişti. Dolayısıyla o şehirlerin onların egemen sıfatı imansızlık sıfatıdır. Bu kuralın dışına tek bir kasaba çıkabilmiştir. Burada kasabadan maksat toplumdur. Toplumun burada kasaba şeklinde adlandırılması gösteriyor ki, peygamberlik misyonu taşıyan peygamberler, göçebe hayâtı yaşayan kitlelere değil, uygar kentlerde yaşayantoplumlara gönderilmişlerdir. (S. KUTUB, 5/569)(27 Mart 2014 târihinde bilgisâyar ortamına kaydedildi.)
10/99-103 ALLÂH’IN İZNİ OLMADAN KİMSE İNANAMAZ
99. (Ey Peygamberim!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi îman ederdi! (Amaonlarıkendiirâdelerinebıraktı.) O hâlde insanları, mü’min olmaları için sen mi zorlayacaksın? [bk. 2/256; 11/118-119; 16/93; 18/29; 32/13; 76/3-4]
100. Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. (Allah), murdarlığı (azâbı / rezilliği, Allahiçin) aklını kullanmayanlara verir. [krş. 67/10]
101. (Ey Peygamberim! Kâfirlere) De ki: “Göklerde ve yerde neler var bakın!” Ama bunca âyetler (ibretler) ve uyarmalar, inanmayacak bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.
102. Onlar (Müşrikler) , kendilerinden önce gelip geçmiş (ümmet)lerin (başlarınagelenacı) günlerinin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: “Haydi bekleyin, ben de sizinle berâber bekleyenlerdenim!”
103. Sonunda azap gelince, peygamberlerimizi ve îman edenleri kurtarırız. Böylece üzerimize düşen bir borç olarak mü’minleri kurtarırız.
99-103. (99). ‘Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi îman ederdi! ‘O hâlde insanları, mümin olmaları için sen mi zorlayacaksın? Allah, dinde yâni îmanda zorlamadı, irade hürriyeti ve tercih hakkı verdi, özgür bıraktı. İsteyen Müslüman olur gereğini yapar, isteyen de kâfirlikte kalır. Kimi de bunların arasında fasık ve münâfık olur. (2/256, 3/19, 76/3) Dünyâda Kur’ân’ın / İslâm’ın yolundan sapmış olanlar, âhirette bu suçun kendilerinde olduğunu itiraf edeceklerdir. (7/23, 28/16, 34/50) (H. T. FEYİZLİ, 1/219)
‘Öyleyse insanları îman etsinler diye sen mi zorlayacaksın? Yâni senin böyle bir görevin yoktur ve bundan dolayı da tasalanma. Çünkü dinde zorlama yoktur, hidâyeti yaratmak Allâh’ın işidir. Allâh’ın sünneti de fasıklara, zâlimlere, büyüklük taslayanlara, zorbalara hidâyet vermemek şeklinde cereyan edegelmiştir. (S. HAVVÂ, 6/481)
Ancak yüce Allah, peygamberler aracılığıyla hakkı ve doğruyu bildirmiş, kimseyi îmânazorlamamıştır. Çünkü ‘Dinde zorlama yoktur.’ (2/256). ‘(Ey Peygamberim!) De ki: Hak Rabbinizden gelmiştir, artık dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin.’ (18/29) âyetiyle insanların îman edip etmemekte özgür olduklarını bildirmiştir. Peygamberin görevi de insanları îmâna zorlamak değil (88/21-22), sâdece tebliğ etmektir. (13/40; İ. KARAGÖZ 3/380).
(100).‘Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. (Allah), murdarlığı (azâbı/rezilliği, Allahiçin) aklını kullanmayanlara verir.’ “Allâh’ın izni olmadıkça hiç kimse îman edemez.” demek, “herkes O’nun irade ve iznine muhtaç” demektir. Muhtaçlık ise O’ndan ihlâsla istemeyi ve iznine lâyık olmayı gerektirir. Yoksa îman etmemek, O’nun izin vermediğinden değildir. (H. T. FEYİZLİ, 1/219)
Şânı yüce Allâh’ın bilgisi her şeyi kuşatıcıdır. Her bir insanın neler yapacağını ezelden beri bilmiştir. O bunu, adâletinin bir gereği olarak dilemiş, kudretiyle ortaya çıkarmıştır. İlim, keşfedicidir, cebredici değildir. İnsan ise muhayyerdir. Hidâyeti tercih eden bir kimse, onun sebeplerini de yerine getirdiği takdirde Allah onu hidâyete başarılı kılar. Sapıklığı seçip, hidâyetin sebeplerini reddeden bir kimseye de Allah dalâleti kolaylaştırır. (Leyl, 92/5-10) (S. HAVVÂ, 6/484)
‘Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir kimse îman edemez’ cümlesi, Allâh’ın insanlar üzerindeki mutlak tasarrufunu ifâde eder. Ancak îman etmek isteyenlere Allah engel olmaz, aksine bundan râzı olur. (İ. KARAGÖZ 3/381).
10/104-109 ALLAH’TAN BAŞKASINA YALVARMA
104, 105, 106. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dînim hakkında şüphe içinde iseniz, ben Allah’tan başka sizin taptıklarınıza tapmam. Ben ancak sizi öldürecek olan Allâh’a kulluk ederim. Ben mü’minlerden olmakla emrolundum.” 105. “Ve yüzünü hanîf (Allâh’ıbirleyici) olarak dîne çevir. Sakın müşriklerden olma!” 106. “Allah’tan başkasına, sana ne fayda ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarıp tapma / tapınma! Eğer (bunu) yaparsan o takdirde şüphesiz ki sen, (kendine) zulüm edenlerden olursun.” (diyeemrolundum). [bk. 25/68]
107. (Ey Peygamberim!) Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa artık onu, kendisinden başka kaldıracak (hiçbirgüç) yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu geri çevirecek hiçbir kuvvet de yoktur. (O,) kullarından dilediğini buna eriştirir. O çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
108. (Ey Peygamberim!) De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden size hak (PeygamberveKur’ân) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiş olur. Kim de (haktan) saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin üzerinizde bir vekil (vebekçi) değilim.”
109. (Rasûlüm!) Sana vahyedilene uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
104-109. (104).‘Bilin ki, Allah’tan başka taptıklarınıza ibâdet etmem.’ ‘Allah’tan başka taptıklarınıza’: İster put, ister insan, ister varlık, ister toplum, ister mânevi bir şey, ister maddi bir şey, isterse de başka bir şey olsun, onların hiç birisine ibâdet etmem. (S. HAVVÂ, 6/488)
(105).‘Ve yüzünü hanif olarak dîne çevir.’ Sen Allâh’ın sana emrettiği şeye yönelerek dosdoğru yolu izle veya Allâh’ın dînine doğru dosdoğru git, sağasolailtifatetme, ibâdetini yalnızca Allâh’a tahsis et, sâdece O’na ihlâsla ibâdet et. Hanif de bütünüyle şirkten uzaklaşan, ayrılan, demektir. ‘Sakın müşriklerden olma, diye emrolundum.’ İtikâden, amelen, konum ve tavır olarak, davranış ve yaşayışınla aslâ müşriklerden olmamak emri de bana verilmiş bulunuyor. (S. HAVVÂ, 6/488)
(107).‘Allah sana’ fakirlik, hastalık, darlık veya buna benzer ‘bir sıkıntı dokundurursa’ isâbet ettirirse ‘onu yine O’ndan’ yâni Allah’tan ‘başka giderecek’ senden onu kaldıracak kimse ‘yoktur. Sana’ âfiyet, zenginlik veya yeryüzünde hâlife kılmak gibi ‘bir iyilik dilediği takdirde O’nun lütfunu’ dilediğini gerçekleştirmeyi ‘engelleyecek de yoktur. O bunu’ yâni bu hayrı ‘kullarından dilediğine eriştirir.’ (S. HAVVÂ, 6/489)
İyilik, servet, sağlık ve bolluk gibi bütün nîmetler, Allâh’ın kudretinin eseri olduğu gibi; kötülük, yoksulluk, hastalık, kıtlık ve pahalılık gibi bütün musibetler de Allâh’ın kudretinin sonucudur. Bütün bunlar, ancak Allâh’ın dilemesi, izin vermesi ve var etmesi ile olur. Bununla birlikte musibet ve kötülüklerin insanın başına gelmesinde insanların kendi davranışlarının etkisi vardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Sana gelen her iyilik Allâh’ın lütfu iledir. Sana gelen her kötülük de kendi (işlediğin günah) sebebiyledir.’ (4/79). (..) İyiliği de kötülüğü de yaratan Allah’tır. Ancak iyilik Allâh’ın bir lütfu ve ihsânı, kötülük ise insanın maddî veya mânevi hatâsının netîcesidir. Şu âyet bunun açık delîlidir: ‘Başınıza gelen musibetler, kendi ellerinizin yaptığı (hatâlar) sebebiyledir.’ (42/30; İ. KARAGÖZ 3/386).
(108).‘ve ben sizin başınızda bir bekçi değilim.’ Sizi hidâyete yönelmeye mecbur etmek üzere görevlendirilmiş bir koruyucunuz değilim. Veya siz mümin olmadıkça, sizden dolayı sorumlu tutulacak değilim. Yâni ben, sizin îmânınızdan sorumlu olmam, ben sizin için sâdece bir uyarıcıyım, hidâyetise Allah’tandır. (S. HAVVÂ, 6/491) Sâdece vahiy ve risâleti tebliğ edip, hatırlatmak ve öğüt vermek emredilmiştir. (İ. H. BURSEVİ, 8/253)
‘(Rasûlüm!) Sana vahyedilene uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.’ ‘Sana vahyedilene uy’ emri, Peygamberin sahsında bütün müminlere yöneliktir. Peygambere emir, aynı zamanda müminlere emirdir. Başka âyetlerde müminlere Allah’tan indirilene uymaları emredilmektedir: ‘(Ey müminler!) ‘Allâh’ın indirdiğine uyun’ (2/170). ‘(Ey müminler!) Rabbinizden size indirilene uyun.’ (7/3, 31/21). ‘Kur’ân’a uyun’ emri, herhangi bir şarta ve kayda bağlanmadan mutlak olarak zikredilmiştir. Bu itibarla, Kur’an’daki tüm emirler aksi bir delil ve karîne bulunmadıkça bağlayıcıdır, uygulanması gerekir. (İ. KARAGÖZ 3/388).