Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. 28, 29 ve 30. âyetlerinin Medîne döneminde inmiş olduğu rivâyet edilir. (H. T. FEYİZLİ, 1/254)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
14/1-3 ÖYLE BİR KİTAP Kİ…
1. Elif, Lâm, Râ. Bu (Kur’ân, öyle) bir Kitap’dır ki onu sana; insanları Rablerinin izniyle (inkâr, dalâlet, şüphe ve cehâlet) karanlıklardan aydınlığa; eşsiz gâlip ve övgüye lâyık olan (Allâh’)ın yoluna çıkarman için indirdik. [krş. 16/44, 89]
2. O Allah ki göklerde olan ve yerde olan şeyler(inhepsi) ancak O’nundur. (Uğrayacakları) şiddetli azaptan dolayı küfre sapanların vay hâline!
3. O (küfresapa)nlar, âhirete tercih ettikleri dünyâ hayatını severler. (İnsanları) Allâh’ın yolundan alıkoyarlar ve onu (oyolu) eğri (ve çelişkili) göstermek isterler. İşte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler. [bk. 3/99; 7/45, 86; 11/17]
1-3. (1).‘Elif, lâm, râ. Bu (Kur’ân, öyle) bir kitaptır ki, onu sana, insanları Rab’lerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa… çıkarman için indirdik.’ Hz. Peygambere indirilen kitaptan maksat Kur’ân’dır. İnsanlığın karanlıklardan aydınlığa geçişi, toplumun nizâmı, sosyal düzeni ve adâleti Kur’ân ile olmuş ve toplumdaki ilahi hâkimiyet de yine Kur’ân’la sağlanmıştır. Çünkü Kur’ân, hayat nizâmı, dünyâ ve âhiret saadeti için gelmiştir.(2/257) (KUR’AN YOLU, 3/302, H. T. FEYİZLİ 1/254)
‘Karanlıklardan aydınlığa…’ Sapıklıktan, şaşkınlıktan hidâyete ve doğruluğa, şehvetin, bilgisizliğin, küfrün, şirkin karanlıklarından İslâm’ın nuruna, aydınlığına.. (S. HAVVÂ, 7/360)
Karanlığın çoğul gelmesi, küfür, sapıklık ve cehâlet yollarının pek çok olduğuna, aydınlığın tekil gelmesi ise, îman ve hidâyet yolunun tek olduğunu gösterir. (Ö. ÇELİK, 2/698)
(3).’O (küfresapa)nlar, âhirete tercih ettikleri dünyâ hayâtını severler. (İnsanları) Allâh’ın yolundan alıkoyarlar ve onu (oyolu) eğri göstermek isterler.’ Yüce Allah, kâfirleri üç vasıf ile nitelemektedir: (a) Bunlar, dünyâ hayâtını âhirete tercih ederler, (b) Allah yolundan alıkoyarlar, (c) Onun eğrilmesini isterler. (Şüpheler ortaya atarlar, hile ve desiselere başvururlar. (S. HAVVÂ, 7/362, Ö. ÇELİK, 2/699)
Âyette dünyâ hayâtını ölçülü olarak sevenler değil, onu âhiret hayâtına tercih edenler kınanmıştır. Kur’ân, insanın hayâtı ve dünyâ nîmetlerini sevmesini yasaklamamış, aksine dünyâ nîmetlerinin insan için yaratıldığını bildirmiş, ondan en güzel şekilde faydalanmasını teşvik etmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/302)
‘ve onun da eğriliğini isterler.’ Doğruluktan hoşlanmazlar. Allah yoluna eğri derler. Düzenbazlıkla insanları sapıtmaya, doğru dîni eğmeye, bozmaya ve değiştirmeye çalışır, aydınlığı karanlık, karanlığı aydınlık görmek ve göstermek isterler. (ELMALILI, 5/167) ‘Allah yolunu eğri ve çelişkili göstermek’ ile maksat, İslâm dînini (..) çeşitli yöntemlerle; söz, yazı, davranış vb. ile çelişkili olduğunu iddiâ etmek, eleştirmek, çağa hitap etmediğini, yanlış ve uygulamaz olduğunu iddiâ etmektir. (İ. KARAGÖZ 3/664)
‘İnsanları Allah yolundan alıkoymak’ en büyük günahlardan biridir. (4/167; İ. KARAÖZ 3/664).
Hadis: ‘Ümmetim üzerine korktuğum şeylerin en korkulu olanı, insanları doğru yoldan saptıran liderlerdir.’ (Ahmed No 4/478; İ. KARAGÖZ 3/664)
14/4-8 ŞÜKREDERSENİZ ARTIRIRIM
4. Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye ancak kendi hâlkının diliyle gönderdik. Artık Allah, dilediğini (amelleriningereğiolarak) sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, eşsiz güç, mutlak hüküm ve hikmet sâhibidir.
5. Andolsun ki biz Mûsâ’yı da: “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allâh’ın (felâketvenîmet) günlerini hatırlat.” diye âyet (vemûcize)lerimizle gönderdik. Bunda çokça sabreden, çokça şükreden herkes için âyetler (dersvericiişâretler) vardır.
6. Hani, Mûsâ kavmine: “Allâh’ın size bahşettiği nîmetleri hatırlayın. Kadınlarınızı (kızlarınızı) sağ bırakıp da oğullarınızı boğazlayarak sizi işkencenin en kötüsüne çarptıran firavun tâifesinden sizi O kurtardı. Bunda (size) Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.” demişti. [bk. 7/126]
7. Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrederseniz, elbette size (nîmetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azâbım çok çetindir.” [krş. 2/152; 18/29; 47/15]
8. Mûsâ yine dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde olanların tamâmı, toptan nankörlük etseniz bile (Allâh’a hiçbir zarar veremezsiniz), şüphesiz ki Allah zengindir. O, hakkıyla övülmeye lâyıktır.” [bk. 39/7]
4-8. (4).‘Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye ancak kendi hâlkının diliyle gönderdik.’ Kur’ân’ı tebliğ etmekle görevli Hz. Peygamber ve kavmi Arap olduğu için Kur’ân Arapça olarak gönderilmiştir. Fakat bu durum, onun sâdece Araplara indirilmiş olduğunu göstermez. (KUR’AN YOLU, 3/303)
‘Artık Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir.’ O’ndan hidâyet alan kişi, bu hidâyeti kendi çabası ile kazanmıştır, hidâyetten sapan kimse ise sapıklığı kendisi seçtiği için, doğru yoldan ayrılmıştır. (MEVDÛDİ, 2/505)
(5).‘Andolsun ki biz Mûsâ’yı da: ‘Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allâh’ın (felâket ve nîmet) günlerini hatırlat’ diye âyet (vemûcize)lerimizle gönderdik.’ Şuarâ (26/17) buyurduğu üzere Mûsâ’nın Kavmi, İsrailoğulları idi. İsrailoğulları da Mısır’da bulunuyordu. Yûsuf’tan sonra Mısır’ın idâresi kötüleşmiş, İsrailoğulları Firavun âilesinin zulmü ve işkencesi altında, ne yapacağını şaşırmış, cahillik ve sapıklık, zayıflık ve zillet ve ümitsizlik gibi, türlü türlü karanlıklar içinde kalmış idi. (ELMALILI, 5/170)
‘Allâh’ın Günlerini hatırlat’ diye âyetlerimizle gönderdik’ Onları Firavun’un esâreti, tahakkümü, zulmü ve baskısı altından kurtarmasını, düşmanlarından koruyup geçmeleri için denizi yarmasını, bulutlarla onları gölgelendirerek üzerlerine MenniveSelvayı indirmesini ve daha pek çok nîmetleri hatırlat anlamındadır. (İbn-i Kesir’den, S. HAVVÂ, 7/365)
Buna göre Allâh’ın günlerinin hatırlatılmasında hem uyarma, hem müjdeleme, hem kötü bir sonla korkutma, hem de hayırlı bir âkıbet ile ümitlendirme vardır. Allâh’ın özel bir şekilde vuku bulan kahır, öfke ve helâk tecellîleri korkutmakta; nîmet, lütuf ve ihsan tecellîleri ise ümit vermektedir. Bunlardan birincisi sabrı hatırlatırken, diğeri de şükrü akla getirmektedir. Dolayısıyla bu büyük olayların hatırlatılmasında herkes için ibretler bulunmakla berâber özellikle çok sabredenve çok şükredenler için daha mühim dersler, daha ince hikmetler yer almaktadır. (Ö. ÇELİK, 2/701)
‘karanlıklardan aydınlığa’: Küfür, cehâlet, şüphe ve benzeri gibi, tam bir karanlık olan sapıklık çeşitlerinden, îman, ilim, yakîn ve benzeri olan aydınlığa hidâyete çıkar. (İ. H. BURSEVİ, 10/22)
‘Bunda çokça sabreden, çokça şükreden herkes için âyetler (dersvericiişâretler) vardır.’
İman, iki yarıdır: (Birinci) yarısı sabır, (Sabır îmanın yarısıdır. Hadis i Şerif) (İkinci) yarısı da şükürdür. Şüphesiz sabır ve şükür, eden her mümin için âyetler vardır. (Nesefi’den S. HAVVÂ, 7/366)
Hadis: Rasûlullah şöyle buyurmuştur: Müminin bütün işi hayret vericidir. Allahonabirşeyihükmettiğizaman, mutlaka onun için hayırlı olur. Başına bir sıkıntı gelip çattığında sabreder, bu onun için hayırlı olur. Sevindirici bir durum isâbet ettiği zaman şükreder, bu da onun için hayırlı olur. (S. HAVVÂ, 7/366)
(6).‘.. Allâh’ın size olan nîmetini anın’ Hz. Mûsâ’dan İsrâiloğullarına hatırlatmasını istediği nîmetler, Allâh’ın Firavun âilesinin işkence etme ve erkek çocukları öldürüpkız çocuklarını sağ bırakması zulmünden ve denizde boğulmaktan kurtarması, buzağıya tapma günahlarını affetmesi, Tih çölünde bulutla gölgelemesi, kudret helvası ve bıldırcın eti lütfetmesi, peygamber göndermesi ve Tevrat ile rehberlik etmesidir. (İ. KARAGÖZ 3/669)
(7).‘Hani Rabbiniz (size) şöyle bildirmişti: Andolsun ki eğer, şükrederseniz, elbette size (nîmetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok çetindir.’ Şükür, nîmet vereni tanımak, ona saygı duymak ve verilen nîmeti, o nîmetin yaratılış gâyesi ve veriliş hikmeti istikâmetinde kullanmaktır. Malın şükrü, muhtaçlara yardım etmek, ilmin şükrü bunu bilmeyenlere öğretmek, sağlığın şükrü ise, ibâdet ve hizmet etmektir. (Ö. ÇELİK, 2/702)
Allâh’a karşı şükrü yerine getirmek; emirlerine itaat, zikir ve verdiğinden vermekle gerçekleşir. Şükrü yerine getirmek, Rabb’ın rahmetinin, şefkat ve iltifatının şükür sâhibine yönelmesini sağlar, basîreti açar. Şükrü yerine getirmek, nîmetleri verenin tanındığına ve kalpteki îmânın dinamikliğine işârettir/delildir. Yediğimiz, içtiğimiz helâl rızıklar son derece kıymetli bir hazîne olduğu hâlde, şükrü yerine getirmeme / şükürsüzlük, onları, hayvânî zevklerin tatmin edildiği ve sorumluluğu ağır olan nesneler hâline getirir. Şükürsüzlük nankörlüğe, nankörlük ise nîmetin er geç elden gitmesine, helâk ve azâba sebep olur.) [bk. 2/152-153] (H. T. FEYİZLİ, 1/255)
‘Eğer şükrederseniz ben de size (nîmetimi) daha çok vereceğim.’ Mâverdi demiştir ki; muhtemelen bu âyette Yüce Allâh’ın artırılmasını vaad ettiği karşılık hem dünyâ hem de âhiret nîmetleridir. (M. DEMİRCİ, 2/89)
‘.. eğer nîmete nankörlük ederseniz..’ Yüce Allah, nîmetlere şükredenlere daha çok nîmet verdiği gibi, nankörlük edenleri de cezalandırır, nîmetlerden mahrum bırakır. Nîmete nankörlük etmek, nîmetin yok olmasına sebep olur. Îman etmeyen, farz görevleri yapmayan ve haram işleyen kimseler, Allâh’ın nîmetlerine nankörlük etmiş olurlar. Meselâ zekâtını vermeyen veya servetini kumarda tüketen veya malını ve mülkünü israf eden kimse, nîmete nankörlük etmiş olur. (İ. KARAGÖZ 3/671)
14/9-12 NEDEN ALLÂH’A DAYANIP GÜVENMEYELİM?
9. (Ey İsrâiloğulları!) Sizden önce geçenlerden Nuh, Âd, Semûd kavminin ve onlardan sonra ancak Allâh’ın bildiği kavimlerin haberleri size gelmedi mi? Peygamberleri, onlara mûcizeler getirdi de onlar ellerini onların (orasûllerin) ağızlarına karşı çevirip: “Biz, sizinle (bizetebliğiçin) gönderilmiş olan herşeyi inkâr ettik. Çünkü (sizin) bize yaptığınız dâvetin içeriğinden derin bir şüphe ve endişe içindeyiz.” dediler.
10. Peygamberleri de (onlara): “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında mı şüphe (içindesiniz)? Hâlbuki O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir vakte kadar bırak(ıpyaşat)mak için (hakdîne) çağırıyor.” dediler. (Onlarda🙂 “Siz de bizim gibi bir insandan başka (birşey) değilsiniz; bizi atalarımızın taptıkları (tanrıları)ndan vazgeçirmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin.” demişlerdi.
11. Rasulleri de onlara dediler ki: “(Evet) biz de sizin gibi sâdece birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine nîmetini lütfeder (peygamberlik verir). Allâh’ın izni olmadan bizim, size (istediğinizgibi, kesin) bir mûcize getirmemize imkân yoktur. İnananlar artık ancak Allâh’a güvenip dayansın(lar).”
12. “(O, inkâr, günah, azaptan kurtulma) yollarımızı bize dosdoğru göstermişken, biz ne diye Allâh’a güvenip dayanmayalım? Bize yaptığınız eziyete karşı elbette dayanıp direneceğiz (yılmayacağız). O hâlde tevekkül eden (mü’min)ler, yalnız Allâh’a güvenip dayansınlar.”
9-12. (9).’Sizden önce geçenlerden Nûh, Âd, Semûd kavminin ve onlardan sonra ancak Allâh’ın bildiği kavimlerin haberleri size gelmedi mi?’ Buna göre Kur’ân’da zikredilmeyen ve târih belgeleri içinde yer almayan birçok topluluklar da geçmiştir. (25/38, 40/78) Bu yüzden nesep ilminin iz sürerek Hz. Âdem’e kadar ulaştırması mümkün olmaz. (..) (H. DÖNDÜREN, 1/418)
‘Peygamberleri onlara mûcizeler getirdi de, onlar ellerini onların (orasullerin) ağızlarına karşı çevirip (götürüp)…’ Son iki âyette görülüyor ki gerek kâfir, gerek müşrik, gerek münâfık toplum veya gruplar, Allâh’a gereği gibi inanmadıkları için peygamberlerin Allah’tan getirdikleri hakikatler karşısında büyüklenip inanmayı kabullenemediklerinden, kâh öfkelenip yumruk hâlinde parmaklarını ısırmışlar (3/119), kâh yapılan tebliği ve tevhîde dâveti işitmemek için parmaklarıyla kulaklarını kapamışlardır (71/7). Mekkeliler’den Kur’ân karşıtları, ya Hz. Peygamber’den gizlenmişler, kaçmışlar (11/5; 9/127) veya“Kur’ân’ı dinlemeyin, dinletmeyin onu düşündürmeye fırsat vermeyin, bunun için de, gürültü, şamata yapın” (41/26), demişler, bunu yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Burada da aynı eylemin bir benzeri görülmektedir. Bütün devirlerde bu grupların, yüce Allah’tan gelen gerçekleri açık veya gizli susturma kin ve plânları görülmüştür. (H. T. FEYİZLİ, 1/255)
(11).‘Müminler sâdece Allâh’a dayanıp, güvenmelidirler.’ Tevekkül, işi bütün işlerin sâhibine havâle etmek, O’na bel bağlamak, dayanıp güvenmek, bir sıkıntıyla karşılaştığında onu Allâh’a isyan sayılacak bir şeyle savmaya çalışmamaktır. (Ö. ÇELİK, 2/705)
14/13-17 İNATÇI ZORBA HELÂK OLDU
13. İnkâr edenler, peygamberlerine: “Andolsun ki ya sizi yurdumuzdan çıkarırız ya da mutlaka dînimize dönersiniz.” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “O zâlimleri muhakkak helâk edeceğiz.”
14. “Ve onlardan sonra o yere sizi yerleştireceğiz. Bu (sözüm, benimyücelik) makâmımdan korkan ve tehdidimden sakınanlar içindir.”
15. (Peygamberler), yardım (vezafer) istediler; (Allâh’ınyardımıüzerine) her inatçı zorba hüsrâna uğradı.
16, 17. (Bunun) ardından da (onlara) cehennem vardır. (Oradaonlara) irinli su içirilir. 17. (Kâfir) Onu zorla yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her taraftan ona ölüm gelecek. Ancak yine de ölmeyecek. (Bunun) ardından da şiddetli bir azap vardır. [bk. 18/29; 47/15]
13-17. (13).‘İnkâr edenler, peygamberlerine: “Andolsun ki ya sizi yurdumuzdan çıkarırız ya da mutlaka dînimize dönersiniz.” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “O zâlimleri muhakkak helâk edeceğiz.” Allâh’ın dînine ve peygamberine karşı cephe alan küfür grubu, mü’minlere dinlerini yaşama yollarını kapamak ve onları sindirmek için her ne kadar kötülük yapma planları hazırlasalar da Allâh’ın planı hepsine gâlip gelecektir.) [bk. 2/120] (H. T. FEYİZLİ, 1/256)
(14).‘..ve onlardan sonra o yere sizi yerleştireceğiz.’ Bu âyet-i kerîmede, daha hicret emri öncesinde Mekke’de iken Rasûlullah’ın da – diğer peygamberlerin başına geldiği gibi- memleketinden hicret edeceğine, sonra onu çıkaranların yurduna mâlik olacağına işâret vardır. (H. T. FEYİZLİ, 1/256)
Bu (sözüm, benimyücelik) makâmımdan korkan ve tehdîdimden sakınanlar içindir.’ Bu âyette yer alan ‘makâmım’ ifâdesi şu anlamlara gelir: (a) Allah Teâla’nın, kullarını denetleyip, gözetlemesi, (b) Kulların kıyâmet günü hesap için O’nun huzûrunda durması, (c) Cenâb-ı Hakk’ın sürekli olarak adâlet ve doğruluk üzerinde ısrar etmesi. (Ö. ÇELİK, 2/706)
(15).‘(Peygamberler Allah’tan) yardım (ve zafer) istediler; (Allâh’ın yardımı üzerine) her inatçı zorba perişan olup hüsrâna uğradılar. ‘ Daha önceki kâfirler peygamberlerine karşı çıktılar, helâk oldular ve yerlerine müminler geçti. Bu sûrenin indirildiği dönemde, Mekke müşrikleri ve Kureyşlileri uyarmak için (eski kavimler) anlatılmaktadır. Bu uyarı on beş yıl sonra gerçekleşecek ve tüm Arabistan’da bir tek müşrik kalmayacaktı. (MEVDÛDİ, 2/511)
(16).‘(Bunun) ardından da (onlara) cehennem vardır. (Orada onlara) irinli su içirilir.’ ‘irinli su içirilir’ buyruğununanlamı şudur: Cehennem’de onun tek içeceği, kaynar su ve irin olacaktır. Birincisi alabildiğine kaynar ve sıcak, ikincisi ise oldukça soğuk ve pis olacaktır. (Sâd sûresi, 38/57-58) Mücâhid ve İkrime’ye göre, (es Sadid): irin ve kan karışımıdır, Katâde’ye göre ise es Sadid: Cehennem’deki kâfirin etinden ve derisinden akan akıntılardır. Katâde’den başka bir rivâyette ise, Sadid kâfirin karnından çıkan irin ve kana karışmış sudur. (S. HAVVÂ, 7/380)
(17).‘Onu yudumlamaya çalışır, fakat boğazından geçiremez.’ Hadis: ‘O su kendisine yaklaştırıldığı zaman, ondan tiksinir. İyice yaklaştırılınca da yüzünü pişirip, başının derilerini döker. İçtiğinde ise, bağırsaklarını delip, arkasından çıkar. )Tirmizi’den İ. H. BURSEVİ, 10/50)
‘ve her yandan ona ölüm gelir’ cümlesi, azap ve sıkıntıdan ölecel hâle gelir, demektir. Ancak cennette de cehennemde de ölüm yoktur. Bu husûsu ifâde eden birçok âyet vardır: ‘cehennemde kâfir ne ölüp (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.’ (87/11-13, 20/74; İ. KARAGÖZ 3/679))
14/18-20. O DİLERSE
18. Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları (iyi) işler, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül (yığının)a benzer. (Onların) kazandıklarından hiçbir şey ellerine geçmez. İşte, (haktan) uzak olan sapıklık budur. [bk. 3/117]
19, 20. (Ey Peygamberim!) Allâh’ın gökleri ve yeri hak ile (yerliyerince) yarattığını (düşünüpgerçeği) görmedin mi? Eğer (O) dilerse sizi yok eder, (yerinizeîmanlıveitaateden) yepyeni bir halk getirir. Bu da Allâh’a güç değildir. [bk. 5/54; 6/89; 47/38]
18-20. (18).‘Rablerini inkâr edenlerin amelleri, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer.’ Kâfirlerin amelleri ise, onların dünyâda iken yaptıkları akrabalık bağlarına riâyet etmek, köle âzâd etmek, esirleri kurtarmak, misâfirlere yemek yedirmek ve buna benzer güzel ve ahlâki davranışlardır. Bunların amelleri hiçbir şey ifâde etmemektedir, çünkü Allâh’a ve Rasûlü’ne îman temeline dayanmamaktadır. Onların amelleri fırtınalı bir günün rüzgârının savurduğu küle benzetilmiştir. (S. HAVVÂ, 7/377)
Burada kâfirlerin amelleri küle, kıyâmet günü fırtınalı güne, kâfirlerin inkârları da o külü savuran rüzgâra benzetilmiştir. (Ö. ÇELİK, 2/708)
(..) İnanmayanların dünyâ hayâtında ortaya koydukları güzel eserler, (ve buluşlar) insanlar için fayda sağlayan hizmetler değerli olmakla berâber, Allâh’a ve âhirete inanmadan yapıldığı takdirdekarşılıkları da dünyâda alınacak, âhirette sâhiplerine bir fayda sağlamayacaktır. Zâten bunları yapanların da amacı dünyâ hayâtıyla sınırlıdır. (KUR’AN YOLU, 3/310, 311)
(20).‘Allâh’ın gökleri ve yeri hak ile (yerliyerince) yarattığını (düşünüpgerçeği) görmedin mi?’ Gökleri, dünyâyı ve dünyadaki küçük büyük, canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan Allah’tır. Her varlık, Allâh’ın muhteşem birer eseri ve aynı zamanda varlığının birer delilidir. Yüce Allah, ğeygamberin şahsında bütün insanlar tarafından, göklerin ve yerdeki varlıkların gözlenmesini, incelenmesini ve gerçeklerin görülmesini ve bilinmesini istemektedir. (İ. KARAGÖZ 3/681)
14/21-23 ALLAH GERÇEĞİ VADETTİ
21. (Mahşerde insanların) hepsi Allâh’ın huzûruna çıkacaklar; güçsüzler tâifesi, büyüklük taslayan (yöneticiveönder)lere: “Doğrusu biz (dünyâdadineaykırıişlerde) size uymuştuk, şimdi siz, Allâh’ın azâbından (herhangi) bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” diyecekler. Onlar da: “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola götürürdük. Artık sızlansak da sabretsek de bizim için birdir; kaç(ıpsığınıl)acak bir yerimiz yoktur.” derler. [bk. 7/38-39; 33/66-68; 40/47-48]
22. İş bitirilince (kullaraâitilâhîhükümverilince) şeytan (cehennemdekilere): “Doğrusu Allah size gerçeği vaadetmişti, ben de size (‘istediğinizgibiyaşayın, korkmayın, âhiretyoktur’diye) vaadetmiştim. Sonra sözümden cay(ıpsiziyüzüstübırak)tım. Benim sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetim / baskı gücüm yoktu. Ben sizi sâdece (inkârveisyâna) çağırdım, siz de hemen bana uyup geldiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Esâsen evvelce beni (Allâh’a) ortak tutmanızı da kabul etmemiştim.” der. Elbette (böyle) zâlimlere, pek acıklı bir azap vardır. [bk. 4/117-120; 59/16]
23. İman edip de sâlih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere konulacaklar. Orada (birbirlerine) dilek, iltifat ve duâları “selâm”dır (esenlikdilemektir). [krş. 36/55-58]
21-23. (21).‘..Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı, biz de sizi iletirdik.’ Âyet bilgi, sosyal statü, ekonomik imkân gibi yönlerden güçlü ve etkin durumda bulunanların, bu özelliklerine paralel sorumlulukları da bulunduğunu hatırlatması yanında şartları ve konumları itibâriyle zayıf olanların da önder ve rehberlerini seçmekte, onlara uymakta akıllı ve dikkatli hareket etmeleri husûsunda herkesi uyarmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/314)
‘Şimdi siz Allâh’ın azâbından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?’ şeklindeki soru, kâfir önderlerin bunu yapıp yapamayacaklarınıöğrenmeye yönelik değil, onları kınamaya yöneliktir. (40/47, 48). Çünkü liderlerine tâbi olan kâfirler, kâfir liderlerin artık Allâh’ın azâbından kendilerini dahi kurtaramayacaklarını anlamışlardır. (İ. KARAGÖZ 3/683)
‘Allah bize hidâyet etmedi, eğer hidâyet etseydi biz de sizi doğru yola iletirdik’ cümlesi, kâfirlerin azaptan kurtuluş yolu aradıklarını, ancak bulamadıklarını da ifâde eder. Âyetlerde kâfirlerin âhirette azaptan kurtulmak için fidye vermek isteyecekleri, ancak kabul edilmeyeceği bildirilmektedir. (2/48, 123; 3/91; 10/54; İ. KARAGÖZ 3/683, 684)
(22).‘.. benim sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetim yoktu..’ Şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Onun görevi, insanın sağından, solundan, önünden, arkasından gelip, vesvese vererek onu Allâh’a kulluk yolundan saptırmaya çalışmaktır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk, çeşitli âyetlerde ‘şeytana tapmayın’ (Yâsîn, 36/60), ‘sakın şeytan sizi aldatmasın’ (A’raf, 7/27) uyarılarında bulunmuştur.
Şeytan’ın ihlâsa erdirilmiş kullar üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktur. Onları azdırıp yoldan çıkarmaya güç yetiremez. Çünkü onlar, îman ve sâlih amellerle Allâh’ı dost edindikleri için şeytanın vesvesesine tabi olma tehlikesine düşmezler. (bk. Sâd, 38/82-83) (Ö. ÇELİK, 2/711)
(23).Konu ile ilgili âyetlere göre cennete girebilmek için îman olmazsa olmaz şarttır. İlâve olarak sâlih amel işlenmesi ve takvâlı olunması gerekmektedir. Takvâlı olabikmek için de îman edip sâlih amel işlemek ve haramlardan uzak durmak şarttır. Sâlih amel, mümin iyi bir niyetle, samimi olarak Allâh’a ve Rasûlüne itaat olan, İslâm’a ve akl-ı selîme uygun olarak yapılan her türlü ameldir. (..)Âyette îman edenler ve sâlih amel işleyenler cennete girer denilmemiş, ‘Allâh’ın emri ile girilir’ denilmiştir. Bu da cennete girmenin ilâhi bir lütuf olduğu anlamına gelir. (İ. KARAGÖZ 3/687).
Cennette ırmaklar vardır: ‘Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır.’ (47/15). ‘İçlerinde akan iki pınar vardır.’ (55/50). ‘İçlerinde kaynayan iki pınar vaedır.’ (55/66; İ. KARAGÖZ 3/688).
14/24-27 DEVAMLI MEYVE VEREN SÖZ
24, 25. (Ey Peygamberim!) Görmedin mi! Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. 25. Ki o (ağaç), Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah insanlara düşünüp ibret alsınlar diye (işteböyle) misâller verir.
26. (Küfürveinkârcılıkgibi) kötü bir sözün durumu da (gövdesi) yerin üstünden kolayca kesilip koparılan, bu sebeple yerinde durması mümkün olmayan kötü bir ağaç gibidir.
27. Allah (şirkvetâğûtureddederek) îman edenleri, dünyâda ve âhirette sağlam bir söz (olankelime–işehâdet) üzere sâbit tutar. Allah (küfresapan) zâlimleri de sapıklıkta bırakır. Allah dilediğini yapar. [bk. 2/256 vedipnotu; 4/48; 5/72]
24-27. (24).‘Güzel söz’, kelime-i tevhiddir. (Lâ ilâhe illa’llah sözü) Yâni, Allah’tan başka ilâh olmadığına şâhitlik etmektir. Kur’ân, tesbîhat, hamd etme, mağfiret dileme, tevbe etme, İslâm’a dâvet etme gibi hakkı ifâde eden sözler, bu kelimenin kapsamındadır. (İ. H. BURSEVİ, 10/73)
Bu âyet-i kerîmede geçen “güzel söz”ü Allahu Teâlâ, bizim anlamamız için, kökü sağlam, sâbit, yıkılmayan, kurumayan, dalları yer ve gök semâsını tutmuş, meyvesi güzel olan bir ağaca benzetmektedir. Müfessirlerin açıklamasına göre, bu güzel söz; “kelime–i tevhid / kelime-i şehâdet”, bu ağaç ise “mârifetullah” ağacıdır. Benzeyen, benzetilenin özelliğini taşır. Bu bakımdan mârifetullah (Allah bilinci) ağacı kimin kalbine dikilir, orada ne kadar kuvvetli kök salar ve ne kadar güzel gelişip meyvelerini verirse o insan artık özüyle, sözüyle, ahlâk ve davranışlarıyla kemâle ulaşır. Allâh’a kulluk görevini yerine getirir, şirkten ve tâğûttan uzaklaşır. Yalnız Allâh’ın rızâsına uygun iş ve hareketlerde bulunur. Bu sâyede de dünyâ ve âhiret saâdetini hazırlamış olur. [bk. 22/24] Aşağıdaki âyet-i kerîmede belirtildiği gibi kalpte/düşünce ve duygudaki kötü kelime ise küfür olup Allâh’ı ve O’nun hüküm ve hâkimiyetini tanımama sözüdür ki her türlü fitne, fesat, musibet ve felâketin kaynağı olup bu da dünyâ ve âhiret bedbahtlığına sebep olur.) (H. T. FEYİZLİ, 1/257)
(25).‘O ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir, durur.’ Güzele talip olan insanlar, dillerini kelime-i tevhid, sözlerin en güzeli Kur’ân’ı okumaya ve hep güzel sözler söylemeye alıştırmalıdırlar. Âyet-i kerimede şöyle buyurulur: ‘Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler.’ (İsrâ, 17/53; Ö. ÇELİK, 2/713)
Meyve veren ağacınkurumaması için nasıl sulama ve budama gibi bakıma ihtiyâcı varsa, kalpteki îmânın da aynı şekilde sâlih amel, güzel ahlâk ve takvâya ihtiyâcı vardır. Eğer mümin, faydalı ilim, güzel amel, sâlih amel, zikir, takvâ, ihlâs ve tefekkür ile îmânın besşemezse zayıflayabilir hattâ yok olabilir. Yüce Allah, meyveli ağaç örneğini insanlar gerçeği anlasınlar, ibret alsınlar, îman ve ibâdet etsinler diye vermektedir. (İ. KARAGÖZ 3/689)
(26).‘Çirkin bir sözün’ küfür, şirk ve dalâlet sözüdür ‘misâli ise, yerden koparılmış kökü olmayan, sebatsız, kötü bir ağaca benzer.’ (..) İşte küfür de böyledir. İnsan fıtratında aslı yoktur. İşe yarar bir dalı ve hoş bir meyvesi de yoktur. Bundan dolayı kâfirin hiçbir ameli yükselmez ve kabul edilmez. Böylece kâfirin sözleri herhangi bir delil ile desteklenemeyen, sebâtı olmayan çürümeye mahkûm bir söz olarak temsil edilmektedir. (S. HAVVÂ, 7/392)
‘Kötü söz’ ile maksar, inkâr ve şirktir. Âyette inkâr etmek, bu ağaca benzetilmiştir. Nasıl sökülmüş ve kurumaya yüz tutmuş ağaç faydalı olmazsa, aynı şekilde kâfir insan da böyledir. Kurumuş ağaç meyve vermediği için insanlar katında değeri olmadığı gibi, kâfirin de Allah katında değeri olmaz. Sökülmüş ve kurumuş ağaçnasıl meyve vermezsekâfirin de sâlih amel, ibâdet, zikir, duâ, ihlâs ve takvâ gibi amelleri olmaz. (İ. KARAGÖZ 3/690)
(27).‘Allah îman edenleri, dünyâda ve âhirette sağlam bir söz (olan kelime-i şehâdet) üzere sâbit tutar.’ ‘âhirette sabit tutar’ Burada âhiret ile kastedilen kabir olduğu, bu âyetin kabir azâbı ve nîmeti hakkında indiği nakledilmiştir. (Buhâri) Ölümü yaklaşan hastaya ve kabre konulan kişiye münker ve nekir adlı iki meleğin sorgusu kolaylık olsun diye, kabri başında telkin verilir. Kabirde Rabbi, dini, peygamberi hakkındaki sorulara olumlu cevap verenlerin kabrinin genişletilip, tatlı bir uykuya dalacakları, cevap veremeyen inkârcılar için sıkıntılı bir kabir kelimeler anlatamaz. (H. DÖNDÜREN, 1/419)
14/28-30 NE KÖTÜ KARARGÂH
28, 29. (Ey Peygamberim!) Allâh’ın (îman) nîmetini, küfürle değiştirenleri ve halklarını helâk yurduna yâni cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? Onlar(ınhepsi) oraya girecekler. Orası ne kötü bir duraktır!
30. (Kâfirler insanları) Allah yolu (İslâm)dan saptırmak için Allâh’a ortaklar koştular. (Ey Peygamberim!) De ki: (Ey müşrikler!) Bir süre daha (dünyâ nîmetlerinden) faydalanın. Şüphesiz gideceğiniz yer cehennem ateşidir. (2/22, 165; 38/5)
28-30. (28).‘Allâh’ın nîmetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?’ (..) Her ne kadar mânâ bütün kâfirleri kapsıyor ise de, Şânı Yüce Allah, Muhammed (s)’i bütün insanlara bir nîmet olmak üzere göndermiştir. Bu nîmetin şükrünü gereği gibi yerine getiren bir kimse cennete girer, bu nîmeti reddedip inkâr eden kimse de cehennem girer. (İbn Kesir’den S. HAVVÂ, 7/408)
Bu âyetlerde üç husûsa dikkat çekilmektedir: (a) ‘Allâh’ın nîmetine nankörlükle karşılık veren, sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenler.’ Şükür, nîmetlerin artmasına sebep olur. Nankörlük ise, nîmetlerin yok olmasına sebeptir. (b) ‘Onlar cehenneme girecekler.’ Kötü arkadaş, insanıcehennemesürükler. Bu sebeple ihlâslı, sünnete göre yaşayan mümin kullar, küfür, bid’at, nifak ehli ile sohbet ve berâberlikten sakınılmalıdır. (c) Cehennem, şerli kimselerin yerleştiği pek fenâ bir karargâhtır. Azâbın şiddetini kelimeler anlatamaz. ‘Orası kötü bir yerleşim yeridir.’ (Ö. ÇELİK, 2/714, İ. H. BURSEVİ, 10/85)
‘Allâh’ın nîmetine nankörlükle karşılık verenler..’ ‘Allâh’ın nîmeti ile maksat, Hz. Muhammed (s)’in peygamber gönderilmesi ve Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesidir. İnkâr ve şirki; Allâh’ın birliği, Hz. Muhammed (s)’in peygamber ve Kur’ân’ın hak kitap olduğuna îman ile inkârı değişenler Mekkeli müşriklerdir. (İ. KARAGÖZ 3/693)
‘.. cehennem ne kötü bir yerdir.’ Cehennem çok kötü bir yerdir. Çünkü cehennemde ateşte yakma, üzerlerine kaynar su dökme (22/19-20), kaynar su (6/70) ve irin içirilme (38/57), acı ve kötü kokulu dikenli bitki yedirilme(88/6-7), demir sopa ile dövülme (22/21) ve benzeri cezâlar vardır. (İ. KARAGÖZ 3/694)
‘Kâfirler Allâh’a ortaklar koştular.’ ‘endâd’ , ortaklar, ilâh diye tapılan putlar demektir. Arap müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putlarıilâh diye Allâh’a denk tutuyorlardı. Böyle bir inanç şirktir, şirk ise en büyük zulümdür. (İ. KARAGÖZ 3/694)
14/31 MÜ’MİNLERE SÖYLE
31. (Ey Peygamberim!) İman eden kullarıma söyle: Namazı dosdoğru kılsınlar, içinde dostluğun ve alışverişin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allahiçin) gizli ve açık olarak infak etsin (harcasın)lar.
31-31 ‘Namazı kılsınlar’ Onu vaktinde edâ etsinler. Hudutlarına, rükûlarına, secdelerine dikkat ederek îfâ etsinler / yerine getirsinler. ‘Kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli – açık harcasınlar.’ Zekâtların verilmesi, Allâh’a yakınlaştıran ameller için harcamalarda bulunulması gibi tüm harcamalar infak emri kapsamındadır. Nafile infakların gizli yapılması daha hayırlıdır. Farz olanların ise, açıktan yapılması daha faziletlidir. Ancak her iki durumda da, maslahat için değişiklik yapılabilir. (S. HAVVÂ, 7/404)
‘Kâfirlere hiçbir dostluğun fayda vermediği bir gün…’ (..) Bu anlamda âhirette kimsenin dostu olmaz, kimse kimsenin günahını yüklenmez, sevabından vermez ve alacağından vaz geçmez. (3/68, 6/51)Âhirette müminler için şefaat var, kâfirler için olmadığı gibi, dostluk da böyledir. (İ. KARAGÖZ 3/697)
14/32-34 O ALLAH Kİ!..
32. Allah, gökleri ve yeri yaratandır, semâdan yağmur indirip onunla sizin için rızık olarak meyve (vemahsul)ler çıkarandır, emri ile denizde akıp gitmesi için gemileri istifâdenize veren, ırmakları da istifâdenize verendir.
33. Âdetleri üzere (düzenlibirşekildeyörüngelerinde) seyreden güneşi ve ayı sizin istifâdenize sunan, geceyi ve gündüzü size faydalı kılan O’dur. [bk. 7/54; 25/13; 36/37-40; 39/5]
34. (Ey insanlar! OAllah), kendisinden isteyebileceğiniz her şeyden size verdi. Öyle ki Allâh’ın nîmetini sayacak olsanız, sayamazsınız. (Bunarağmen) doğrusu (kâfir) insan (yinede) çok zâlim, çok nankördür.
32-34. (32).‘Allah O’dur ki, gökleri ve yeri yaratıp’ bulutlardan ‘su indirdi de onunla size rızık olmak üzere mahsuller çıkardı.’ Bütün bunları yapana elbette namaz kılarak ibâdet etmek yaraşır, verdiği rızıktan infakta bulunarak O’na itaat etmek gerekir. ‘Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri sizin emrinize verdi ve sizi nehirleri de emrinize verdi.’ İşte bütün bunlarda sizin için rızıklar vardır. O hâlde namaz kılarak ve size verdiği rızıktan infakta bulunarak O’na şükrediniz. (S. HAVVÂ, 7/404, 405)
(..) Yeryüzündekicanlıvarlıkların sudan yaratıldığı (Enbiyâ 21/30) suyun bunlar için hayat kaynağı olduğu, özellikle yağmurun canlılar ve bitkilerin yaşayıp gelişmesindeki rolü, aynı yağmurla sulandığı hâlde çeşit çeşit bitki ve ürünler veren yeryüzünün bu muhteşem zenginliği göz önünde bulundurulduğunda, bu mimetlere şükretmenin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/319)
(33).‘Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur.’ Allah tüm bunları insanlara yararlı olacak kânunlara bağlamıştır. Eğer med cezir ya da gel git belirli fizik kânunlarına bağlı olmasaydı denizcilik olmazdı.; bir nehir belli kânunlara bağlı olmasaydı ondan kanallar açmak imkânsız olurdu; aynı şekilde gök cisimleri (güneş, ay vs.) yeryüzü, gece ve gündüz belirli sâbit kurallara bağlı olmasaydı, değil medeni bir hayat, hayâtın idâmesi bile söz konusu olamazdı. (MEVDÛDİ, 2/519)
Sizin geçiminizi sağlamanız ve uyuyup dinlenmeniz için de gece gündüz peşpeşe gelirler. (..) Bütün bunlar da namaz kılmak, infak etmek suretiyle şükrü gerektiren şeylerdir. (S. HAVVÂ, 7/405)
(34).‘Size istediğinizi veren O’dur.’ O size hayâtınız, hayâtınızın gelişmesi ve ilerlemesi için gerekli olan herşeyi sağlamıştır. (MEVDÛDİ, 2/521) ‘Allâh’ın nîmetini sayacak olursanız bitiremezsiniz.’ Saymaya gücünüz yetmez, sonuna kadar ulaşamazsınız. Hattâ bunları toplu olarak özetleyerek dahi yapmaya kalkışsanız yapamazsınız. Ya tek tek ve tafsilâtlı bir şekilde nasıl sayabilirsiniz? (S. HAVVÂ, 7/405)
Elbette ki Allâh’ın lûtfettiği nîmetler bunlardan ibâret değildir. O, insana maddi ve mânevi daha nice nîmetler bahşetmiştir. Nitekim 34. Âyette Allah insanların istediği herşeyi verdiğini, bu nîmetlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ifâde buyurmuştur. Bütün bu nîmetlerden faydalanan insanoğlunun her an Allâh’a şükretmesi gerektiği hâlde o, nîmetleri vereni görmezlikden gelerek nankörlük etmekte, O’na ortak koşmaktadır. Bu sebeple Allah ‘İnsanoğlu çok zâlim, çok nankördür!’ buyurarak onun fıtratındaki olumsuz özelliklerine dikkat çekmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/319)
14/35-41 HİÇ BİR ŞEY ALLÂH’A GİZLİ KALMAZ
35. Hani İbrâhim (hanımıHâcerileoğluİsmâil’iMekkeyöresineyerleştirip) şöyle demişti: “Ey Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”
36. “Ey Rabbim! Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Artık kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse (onusanabırakırım). Şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”
37. “Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bâzısını, senin mukaddes evin (olanBeytullâh’ın) yanında, ekinsiz (çorak) bir vâdiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı ikâme etsinler (oradadiyeböyleyaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları (çeşitli) meyveler ile rızıklandır ki sana şükretsinler.”
38. “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allâh’a gizli kalmaz.” [krş. 2/126]
39. “Yaşlılığıma rağmen bana, İsmâil ve İshâk’ı veren Allâh’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duâyı (elbette) işitendir (kabuledendir).”
40. “Ey Rabbim! Beni ve neslimden (gelecekleri) de namazı gereği gibi kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duâmı kabul buyur.”
41. “Ey Rabbimiz! Hesâbın görüleceği kıyâmet gününde beni, annemi, babamı ve tüm mü’minleri bağışla.”
35-41. (36).“Ey Rabbim! Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Artık kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse (onusanabırakırım).’ İbn-i Kesir şöyle der: Burada meselenin Allâh’ın irâdesine havâle edilmesinden öte bir şey yoktur. Yoksa Allah-ü Teâla’nın, peygambere isyan edene mağfiret etmesinin câiz olduğunu kastetmek söz konusu değildir. Yâni Yüce Allâh’ın şirke bağışlama ile karşılık vermesi düşünülemez. Ehl-i sünnete göre, Yüce Allâh’ın bütün günahları bağışlaması aklen câizdir. Ancak, kendisi şirki bağışlamayacağını bildirdiğinden, şirkin bağışlanması imkânsızdır. (S. HAVVÂ, 7/409)
‘Kim de bana karşı gelirse, elbetteki sen çok bağışlayıcısın, engin merhamet sâhibisin.’ (..) Kur’ân’ın genel perspektifine göre kâfirlerin bağışlanması da yine tevbeye bağlıdır. Yâni tevbe etmeden küfür üzere ölen bir kimse ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Bu durumda günahların bağışlanıp kurtuluşa erme husûsunda müşrikle kâfir arasında bir fark söz konusu değildir. O hâlde ‘kim bana ısyan ederse, sen bağışlayıcısın, merhamet sâhibisin.’ İfâdesinden anlaşılan kısaca şudur: Tevhid inancına karşı çıkarak isyan eden kimselere tevbe fırsatı verip onları bağışlayacak yegâne otorite, sonsuz af ve merhamet sâhibi olan Allah’tır. Bu bakımdan herşeyin nihâi hükmü ancak O’na âittir. (M. DEMİRCİ, 2/102)
Îman konusunda peygambere muhâlefet eden kâfir, amel konusunda muhâlefet eden isyankâr olur. Yüce Allah, îman etmezse kâfiri aslâ affetmez. (47/31), îman ettiği hâlde amelde eksiği olanı isterse affedebilir ((2/204): ‘Kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse ey Rabbim! Şüphesiz sen çok bağışlayansın, çok merhamet edensin’ cümlesi bu anlama işâret eder. Ve ‘Çok bağışlayansın, çok merhamet edensin’ cümlesibuna delâlet eder. (İ. KARAGÖZ 3/703)
(37).‘..çocuklarımdan kimini’ Hz. İsmâil ve ondan doğacak olanlardır. ‘ekinsiz bir vadiye’ Mekke vâdisine. Bu vâdide, hiçbir şekilde ekin bitmezdi. Burada mukaddes evden kasıt, Allâh’ın evi’dir. Ona muharrem denilmesinin sebebi, ona herhangi bir şekilde saldırıda bulunmayı haram kılması dolayısı iledir. (S. HAVVÂ, 7/407)
Hz. İbrâhim, ikinci eşi Hâcer ve küçük yaştaki oğlu İsmâil’i Filistin’den, şimdiki Mekke’nin bulunduğu yere getirmiş ve onları Allâh’ın emri ile orada bırakmıştı. Cenâb-ı Hak, onlara zemzem suyunu lûtfetmiş, oraya gelen göçebe Cürhümi Arap kabilesi, çevreyi beğenerek yerleşmiş, Hz. İsmâil onların arasında yetişmiştir. (H. DÖNDÜREN, 1/419)
Eşi Hâcer ve oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp, tarıma elverişsiz, çorak vadiye yerleştirdi. Bu esnâda bu vâdinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde hâline gelmesi için Allâh’a duâ etti. (Bakara, 2/126) Allah, Hz. İbrâhim’in bu duâsını kabul ederek, Mekke’yi güvenli bir şehir hâline getirmiş, dünyânın muhtelif yerlerinde yetiştirilen ürünler, hac, umre, panayır vb. nedenlerle buraya getirilmesini sağlamıştır. (Kasas, 28/57, Ankebut, 29/67, Al-i İmran, 3/96) (KUR’AN YOLU, 3/321, 322)
(40).‘Rabbim! Beni ve zürriyetimi namazı dosdoğru kılanlardan eyle! Rabbimiz, duâlarımızı kabul buyur.’ ‘Rabbimiz! Hesâbın görüleceği kıyâmet gününde beni, annemi, babamı ve tüm müminleri bağışla.’ Bu duâ, Hz. İbrâhim’in babasına istiğfar etmekten nehyedilmesinden önce idi. (bk. 9/113, 114; H. T. FEYİZLİ, 1/259)
Hz. İbrâhim bir taraftan kendisinin ve zürriyetinin böyle bir ibâdet ve hesap şuuru içinde Allâh’a kul olmasını Rabbinden niyaz ederken, diğer taraftan da engin gönlünde herkese karşı taşıdığı sınırsız şefkat ve merhametin bir göstergesi olarak duâsını kendisi, zürriyeti, ana – babasıyla birlikte bütün ümmete şâmil kılmıştır. Bu, onun sâdece kendini ve yakın akrabâsını düşünen bir kişi değil, bütün ümmetin derdiyle dertlenen büyük bir peygamber, seçkin bir insan olduğunu gösterir. Bu yönden de geriden gelen müminlere güzel bir nümûne olmaktadır. (Ö. ÇELİK, 2/720)
14/42-46 ZÂLİMLERDEN HABERSİZ SANMA!
42. (EyRasûlüm!) Allâh’ı zâlimlerin yaptığı şeylerden sakın habersiz zannetme! Ancak (Allah) onları, gözlerin (dehşetten) dışarı fırlayacağı bir güne (kadar) erteliyor (zamantanıyor).
43. (Kabirlerinden diriltildiği günonlar) başlarını göğe dikerek, gözleri kendilerine dön(üpbak)amayacak şekilde koşup dururlar. Artık onların kalpleri (kafalarıdehşettendolayı) bomboştur.
44. (EyMuhammed!) İnsanları, kendilerine azâbın geleceği o günü haber verip uyar. Çünkü zulmedenler (ogün): “Ey Rabbimiz! Bize kısa bir süre tanı (bizi dünyaya döndür) de senin çağrına uyalım, peygamberlere tâbi olalım.” derler. (Fakatboşunadır. Ozamankendilerineşöyledenilir🙂 “Önceden (dünyâda) sizin için dirilme olmadığına dâir yemin etmiyor muydunuz?”
45. Siz (üstelik, ÂdveSemûdkavimlerigibi) kendilerine zulmedenlerin yerlerine yerleştiniz. Onlara ne (azaplar) ettiğimiz size açıklanmıştı ve size (bunadâirbirçok) misâller de göstermiştik.
46. (Kendilerine zulmeden kâfirler) hîle ve tuzaklarını kurdular. Onların hîle ve tuzakları Allah katında bilinmektedir ve onlara cezâları verilecektir. Kaldı ki, onların tuzakları ile dağlar yok olacak değildir.
42-46. (42).‘(EyRasul!) Allâh’ı zâlimlerin yaptığı şeylerden sakın habersiz zannetme’! Allah-ü Teâlâ’nın zâlimleri hemen cezâlandırmayıp mühlet vermesi, onlara tevbe etme imkânı tanımak, tevbe etmedikleri takdirde âhirette gereken cezâyı vermek içindir. (KUR’AN YOLU, 3/324)
(43).‘(Kabirlerinden diriltileceklerigünonlar) başlarını göğe dikerek, gözleri kendilerine dön(üpbak)amayacak şekilde koşup dururlar. Artık onların kalpleri (kafalarıdehşettendolayı) bomboştur.’ Onların gözleri dışarı doğru fırlamış olacak, sürekli bakıp duracak, bir an bile gözlerini kırpmayacaklardır. Bunun sebebi, içinde bulundukları durumun dehşeti, düşünce ve korkunun etkisinde kalmalarıdır. Çünkü onların başına gelecek olan felâketler, dehşetler, onları bu hâle getirecektir. (S. HAVVÂ, 7/412)
İsrâfil ikinci defâ sûra üflediği zaman kâfirler, müşrikler ve azgınlar, sessizce (20/108-111) sıkıntıları yüzlerine aksetmiş durumda (70/43), boyunlarını develer gibi önlerine uzatmış, başları yukarıda ve gözleri bir noktaya dikilmiş olarak çağrıldıkları yere doğru(54/8) hızlıca giderler. (İ. KARAGÖZ 3/705)
(44).‘Önceden (dünyâda) sizin için hiçbir zeval olmadığına (sonunuzungelmeyeceğine) dâir yemin etmiyor muydunuz’? İnkârcı zâlimler, bu yeminleriyle öldükten sonra dirilme olmayacağını ve herhangi bir cezâya çarptırılmayacaklarını iddiâ ediyorlardı. (Nahl, 16/38) Oysa onlardan önce de, peygamberlerine karşı çıkan Nûh, Âd, Semûd gibi kavimlerin başlarına felâketler gelmişti. (KUR’AN YOLU, 3/325)
İnsanlardünyâda gizli ve âşikâr bütün yaptıkları ve bütün sırları ortaya çıkacak (86/9), herkes yaptığını amel defterinde yazılı bulacak(18/49), müşrikler cehenneme atılırken, keşke Allâh’ın âyetlerini yalanlamasaydık, keşke müminlerden olsaydık, keşke bir daha dünyaya döndürülmekmümkün olsa da döndürülseydik ve müminlerden olsaydık diyetemenni edeceklerdir. (6/27, 18/42, 33/66). Ancak bu, mümkün olmayacaktır. (İ. KARAGÖZ 3/706)
(46).‘Hâl böyleyken yine de onlar, (peygamberlerekarşı) tuzaklar kurdular. Hâlbuki onların tuzaklarının (karşılığı) Allah katındadır. (hilelerinikendialeyhlerineçevirir)’ Kur’ân-ı Kerim bize inkârcıların Hz. Peygamber zamânında bu tür tuzaklar kurmaya çalıştıklarını haber vermiştir. (Enfal, 8/30) ‘Onların tuzakları ile dağlar yıkılıp yok olacak değildi’ ifâdesi, Allâh’ın dininin yıkılmayacağını belirtmek içindir. Zira Allah-ü Teâlâ, gönderdiği kitabı koruyacağını (Hicr, 15/9) ve peygamberlere yardım edeceğini, onları zafere kavuşturacağını (40/51; 58/21) vaad etmiştir. (KUR’AN YOLU, 3/326)
14/47-52 KİMSENİN YAPTIĞI YANINA KALMAZ
47. (Ey Peygamberim!) O hâlde aslâ, Allâh’ın peygamberlerine verdiği sözden döneceğini sanma! Şüphesiz Allah mutlak gâlip, intikam sâhibi (herkesinhakettiğicezâyıverici)dir.
48. Öyle bir gün gelecek ki yer başka yere; gökler de (başkagöklere) değiştirilecek, (insanlarınhepsikabirlerindenkalkıp) her şeye üstün gelen tek Allâh’ın huzûruna çıkacaklar. [krş. 11/106-107]
49. (Ey Peygamberim!) O gün günahkârların, kelepçelerle birbirine bağlanmış olduğunu görürsün.
50. Onların gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir.
51. (Bütünbunlar,) Allâh’ın herkese (hayırveşerolarak) kazandığının karşılığını vermesi içindir. Allah hesâbı çok çabuk görendir.
52. Bu (Kur’an), onunla (insanların) uyarılmaları, (Allâh’ın) ancak bir tek ilâh olduğunu bilmeleri ve akıl sâhiplerinin de düşünüp öğüt almaları için, insanlara bir bildirimdir.
47-52. (48). ‘O gün, yer başka bir yerle değiştirilir, gökler de.’ Kıyâmet günü, yeryüzünün dağları yerinden sökülüp, birbirine çarptırılarak unufak olacak, denizleri kaynatılacak, taşacak, yeryüzü dümdüz olacak, üzerinde hiçbir eğrilik, girinti ve çıkıntı olmayacaktır. (Ö. ÇELİK, 2/722, 723)
‘Gökler de öyle. (değişecek) yarılacak ve çatlayacak, güneş ve ay tutulup dürülecek, yıldızları söndürülüp dağıtılarak dürülecek, başka göklere dönüştürülecek. Yâni kıyâmet kopacak. Bu dünyânın yeri ve gökleri yerine, âhiret yeri, âhiret gökleri kurulacak. (ELMALILI, 5/185)
‘ve hepsi Allah için ortaya çıkacaklar.’ Yâni bütün hâlk, özellikle o zâlimler durdukları kabirlerinden yürütülecek, gizli amelleri Arasat meydanına dökülecek, hiçbir yerde gizlenemeyecekler, Allâh’ın hüküm ve cezâsı için mahkemeye çıkacaklar. (ELMALILI, 5/185)
Hadis: ‘Kıyâmetgünündeinsanlar beyaz, hiç ayak basılmamış ve âdetâ has undan yapılmış çöreğe benzeyen ve henüz kimsenin tanımadığı bir meydanda toplanacaktır.’ (Buhâri Rikak 44, Müslim Münâfikin 28’den Ö. ÇELİK, 2/723)
(50).‘Gömlekleri katrandan.’ Cehennemliklere katran sürülecek ve o, basbayağı onların donu, gömleği olacak. Ve bu şekilde kendilerinde dört çeşit azap toplanacak ki, bunlar: çirkin renk, pis koku, şiddetli harâret ve süratle tutuşma kâbiliyeti. Ancak unutulmaması gerekir ki, bütün yeryüzü ve gökleri ile âlemin değiştiği o gün, eşyânın özellikleri ve vasıfları da bambaşka bir hâlde değişmiş olacaktır. Bundan dolayı o günkü katran, bugün bildiğimiz katranla karşılaştırılamayacak ve belirlenemeyecek bir şeydir. (ELMALILI, 5/186)
(52).‘Bu (Kur’ân) insanlara bir tebliğdir. Hem de onunla (insanların) uyarılmaları, (Allâh’ın) ancak bir tek ilâh olduğunu bilmeleri ve akıl sâhiplerinin de düşünüp öğüt almaları içindir.’ Hiç kuşkusuz Allah’dan başka ilâh olmadığına şâhitlik etmenin karşıtı olan Allâh’a ortak koşma (şirk), hayâtın her alanında sâdece Allâh’a itaat edilmeyen, sâdece O’na boyun eğilmeyen her rejimin, her yönetim biçiminin varlığında somutlaşmaktadır. Görünüm ve içerik itibariyle şirkin ortaya çıkması için kulun, hayâtın herhangi bir alanında Allâh’a boyun eğerken, başka alanlarda Allah’tan başkasına boyun eğmesi yeterlidir. (..) O’nun tek bir ilâh olduğuna inanarak Allâh’a yönelip abdest, tahâret, namaz, oruç, hac ve benzeri ibâdet şekillerinde Allâh’a boyun eğerken, aynı zamanda ekonomik, siyâsi ve sosyal hayâtında Allah’tan başkasının koyduğu kânunlara boyun eğen, değer yargılarında ve toplumsal ölçülerinde Allah’tan başkasının ortaya koyduğu düşünce ve kavramlara uyan, –Allâh’ın şerîatına karşı çıkarak – (..) beşeri rablere uyan bir kul açık şekliyle şirk işlemektedir. Allâh’a ortak koşmaktadır. ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allâh’ın peygamberidir’ (Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Rasûlullah) şehadetinin ifâde ettiği en belirgin gerçeğe karşı çıkmaktadır. İşte günümüzde büyük bir umursamazlıkla ve boşvermişlikle bu şirki işleyen insanlık bu gerçekten habersizdir. (S. KUTUB, 6/449)