Sûre 123 âyettir. 12, 17, 114 üncü âyetler Medîne’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. 50-60 arası âyetlerde Hûd (a.s.)’ın hayâtı anlatıldığından, sûreye bu ad verilmiştir. Hûd’dan başka Nuh, Sâlih, İbrâhim, Lût, Şuayb ve Mûsâ (a.s.) gibi peygamberlerin kıssalarından da söz edilir. (H. DÖNDÜREN, 1/366)
Hadis: Hûd sûresi ve Vâkıa, Hâkka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvir gibi kardeşleri beni ihtiyarlattı’. (Tirmizi’den Ö. ÇELİK, 2/533)
Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adıyla
11/1-5 YALNIZ ALLÂH’A KULLUK
1-2. Elif. Lâm. Râ. (Bu,) öyle bir Kitap’tır ki âyetleri, hikmet sâhibi, her şeyden haberi olan (Allah) tarafından sağlamlaştırılmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye (herşeyonda) açıklanmıştır. (Ey Peygamberim! Deki🙂 “Şüphesiz ben size, O’nun tarafından (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”
3. (Ey İnsanlar!) “Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki sizi belirlenmiş bir vakte kadar (dünyâda) güzel bir geçimle faydalandırsın ve her erdemli / iyi hareket sâhibine de (lâyıkolduğu) ihsânını / mükâfâtını fazlasıyla versin. Eğer (îmandan) yüz çevirirseniz, elbette ben, sizin için büyük günün azâbından korkarım.”
4. (Ey insanlar!) Dönüşünüz ancak Allâh’adır. O her şeye kâdirdir.
5. (Ey müminler!) Haberiniz olsun ki (münâfıklar, müşriklerkinlerinden,) O (Allâh’ınRasûlü’)nden gizlenmek için göğüslerini çevirir / görmezden gelirler. Yine haberiniz olsun ki (gizlenmekiçin) örtülerine büründükleri zaman da (Allahonların) neyi gizlediklerini ve neyi açığa çıkardıklarını bilir. Çünkü O sînelerin özünü bilendir.
1-5. (1).’Elif, lâm, râ. Bu, âyetleri muhkem kılınmış sonra da Hakîm ve Habîr olan (yâniAllah) tarafından uzun uzadıya açıklanmış bir kitaptır.’ ‘âyetleri muhkem kılınmış: Muhkem, yâni her bakımdan boşluktan uzak, bozulmak ihtimâli olmayan, gâyet sağlam ve muntazam veya hakîm yâni yüce hikmetleri içeren, hikmet nizâmı ile düzenlenmiş. (ELMALILI, 4/513)
Yâni, bu kitabın âyetlerinde hükümler, kıssalar, öğütler etraflı bir şekilde beyan edilmiştir. Kur’ân âyetleri, bir bakıma muhkemdir. Onlar için eksiklik, tutarsızlık, gevşeklik söz konusu değildir. Fussilet: Uzun uzadıya açıklanmış: Bölüm bölüm, sûre sûre, âyet âyet gibi kısımlara ayrılmış(tır) (S. HAVVÂ, 7/17)
Bu kitap, her hangi bir insan tarafından ortaya konmamış olup, Allah tarafından (..) açıklanmıştır. Âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların hem lâfız hem anlam bakımından bozukluk, eksiklik, noksanlık ve çelişkiden uzak olmasıdır. (KUR’AN YOLU, 3/145)
‘…Allah tarafından âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır.’ Âyetlerin ‘açıklanmış olması’ müfessirler tarafından başlıca üç şekilde yorumlanmıştır: (a) Kur’ân’ın sûrelere , sûrelerin âyetlere; âyetlerin de emir, yasak, helâl, haram, sevap, günah, cezâ ve benzeri çeşitli alanlarla ilgili hükümleri, öğüt, kıssa, haber, vaad ve uyarıları kapsayan içeriklere ayrılmış olması; Allâh’ın varlığı ve birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilip Allah huzûrunda toplanılacağına dâir delilleri içermesi(dir). (b) Kur’an âyetlerinde insanların dünyâ ve âhiret hayatlarında muhtaç oldukları şeylerin, helâl ve haramların ana hatlarıyla veya yerine göre ayrıntılı olarak açıklanmış olması(dır). (c) Kur’an âyetlerinin yirmiüç yılda ihtiyaçlara göre parça parça inmiş olması(dır). (ELMALILI’dan, KUR’AN YOLU, 3/146)
(2).‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.’ Kur’ân-ı Kerim’in muhkem ve uzun uzadıya açıklanması özellikleri, yüce Allâh’a ibâdet maksadını gerçekleştirmek içindir. İstiğfar ve ibâdet ise, birbirinden ayrılmaz şeylerdir. Kur’ân’daki teşrii hükümler, düzen ve direktiflerin, her türlü âdâbın maksadı, ibâdettir. ‘Ben cinleri ve insanları da ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.’ (Zariyat, 51/56; S. HAVVÂ, 7/20)
‘Şüphesiz ki ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.’ Âyet-i kerîmelerde uyarmanın müjdelemeden öne alınması, gâfil ve kâfirler hakkında uyarının müjdeye öncelikli olduğunun delîlidir. Nitekim Rasûlullah, İslâm’ın ilk dönemlerinde böyle yapıyordu. (..) Rasûlullah (s) Safâ tepesine çıkar, Kureyş’lileri şiddetli azabın gelip çatmasından önce, sizi uyaran kimseyim’ buyurmuştur. Mü’minler söz konusu olduğunda, müjdelemek öne alınır. (S. HAVVÂ, 7/20, 21)
(3).‘Bir de Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O’na tevbe edin.’ Hadis: ‘Rabbinize tevbe ediniz. Allâh’a yemin ederim, ben hergün Rabbime yüz defa tevbe ediyorum. (Müslim ve Ebû Dâvud’dan, S. HAVVÂ, 7/21)
Hadis: Benim kalbim de bâzan (başka şeylerle) meşgul olur. O kadar ki, günde yüz defa istiğfar ederim’ (Müslim, Ebû Dâvud’dan, S. HAVVÂ, 7/21)
‘Her fazilet sâhibine hak ettiğini versin’ Yüce Allah bu âyette, emrine uygun bir hayat tarzı yaşayan müminlere – her birey için söz konusu olmasa da – maddî nîmetler yanında mânevi imkânlar da vâdetmektedir. Nitekim Allah Teâlâ: ‘Erkek ve kadın mümin olarak kim iyi amel yaparsa onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfâtını yaptıklarının en güzetiyle veririz.’ (Nahl 16/97) âyetinde, buyruklarına göre hareket eden müminlere mutlu ve müreffeh bir hayat yaşatacağını açıkça beyan etmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, takvânın gereğini ve tevbenin şartlarınıyerine getirenlerin mutlu bir hayat sürmeleri, bu tür bireylerin oluşturduğu toplumların mutlu ve müreffeh olacağı anlamına gelmektedir. Buna karşılık Allâh’a isyan eden ve inkâr içinde yaşayanlar hayattan güzel bir şekilde yararlanamaz; maddi bakımdan bolluk içerisinde yüzseler de mânevi bakımdan huzur ve sükûn bulamazlar. Böyle olunca da söz konusu insanların oluşturduğu toplumlarda fazîletin yerini rezîlet alır ve oralarda ahlâktan, mâneviyattan ve erdemden aslâ söz edilemez. (M. DEMİRCİ, 1/662)
Yüce Allah îman edip sâlih amel işleyenlere yaptığı iyi amellerinin on katından (6/160) 700 katı hattâ daha fazlası ile karşılık verir. (2/261). Günah işleyenlere ise, sâdece misliyle cezâ verir. (42/40). Küfür ve şirk üzere ölen kimseler için âhirette verilecek hiçbir pay yoktur. (2/200, 3/77). Çünkü onlar, yaptıkları iyi işlerin ve iyiliklerin karşılığını dünyâda alırlar. (11/15, 46/20; İ. KARAGÖZ 3/393).
Hadis: Her kim bir kötülük işlerse, bu onun aleyhine bir kötülük olarak yazılır. Her kim bir iyilik işlerse, onun lehine on iyilik olarak yazılır.’ (Hadisin devamı var, İbn Cerir’den, S. HAVVÂ, 7/21)
(4).‘Allâh’a dönüş’ ile maksat, ölümden sonra kıyâmet kopunca insanların diriltilmesi, mahşer yerinde toplanıp hesaba çekilmesi; sonuçta müminlerin cennete, kâfirlerin cehenneme gitmesidir. (İ. KARAGÖZ 3/394).
(5).‘Görmüyor musunuz, onlar düşmanlıklarını gizlemek için göğüslerini çeviriyorlar.’ Müşriklerin Hz. Peygamber’e sırtlarını dönmeleri mecâzi anlamda olup,onun Allah’tan getirdiği gerçekleri kabul etmediklerini, bu çağrıya kulak vermediklerini ifâde etmekte, aynı zamanda akıl ve kalplerini bâtıl inançlarla örtmüş olduklarına, bu sebeple gerçeklere karşı kapalı ve duyarsız kaldıklarına işâret etmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Nûh’un dâvetini kabul etmeyen inkârcıların davranışları hakkında da bu tür ifâdeler kullanılmıştır. (krş. Nûh 71/7; KUR’AN YOLU, 3/147)
11/6-8 İNSANIN İMTİHÂNI
6. Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allâh’a âit olmasın. (Allah) onların (dünyâda) duracağı yeri de, emânet edileceği (toprağaverileceği) yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitapta (Levh–iMahfûz’da)dır. [krş. 2/28; 6/59, 98; 29/17]
7. (Ey insanlar!) Arş’ı su(danibaretolankâinat) üzerinde (herşeyikuşatmış) iken, hanginizin amelinin (sevapça) daha güzel olacağı husûsunda sizi sınamak için gökleri ve yeri altı aşamada yaratan O’dur. (Rasûlüm! Böyleiken) eğer sen küfre sapanlara: “Muhakkak ki siz ölümden sonra dirileceksiniz.” demiş olsan, onlar mutlaka: “Bu (Kur’an), apaçık bir sihirden (aldatmadan) başka bir şey değildir.” derler. [bk. 18/7; 21/35; 41/11-12; 67/2]
8. (Ey Peygamberim!) Andolsun ki onlardan (müşriklerden) azâbı sayılı (az) bir vakte kadar geciktirsek, mutlaka onlar: “Onu alıkoyan nedir (gelseya)?” derler. Haberiniz olsun ki o (azap) onlara geldiği gün, artık kendilerinden geriye çevrilecek değildir. Kendisiyle alay etmekte oldukları (azap) onları kuşatacaktır.
6-8. (6).’Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allâh’a âit olmasın.’ Gerek insan, gerek diğer canlıların rızkı, kuvveti, gıdası ve beslenmesi, yaşamak için gerekli olan bütün şartlar ve sebepler Allâh’a âittir, Ondandır. Tabii ve irâdi olarak o canlının o rızka kavuşması Allâh’ın yükümlülüğü altındadır. (ELMALILI, 4/518)
(Allah) onun durduğu ve emânet bırakıldığı yeri bilir.’ Karar ettiği yeri de bilir, emâneten bulunduğu yeri de bilir. Durduğu, oturduğu yeri de bilir, gezdiği dolaştığı yeri de bilir. Sulbü de rahimi de bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri de bilir. Ona göre rızkını verir. (ELMALILI, 4/519)
Apaçık kitap: Levh-i mahfuz. (KUR’AN YOLU, 3/148, ELMALILI, 4/519)
(7).‘Gökleri ve yeri altı aşamada yaratan O’dur.’ ‘Arşı su üstünde idi.’ Burada arşın ve suyun, göklerin ve yerin yaratılmasından önce yaratılmış olduğuna dâir bir delil vardır. Arş üstte, su da altta idi. (S. HAVVÂ, 7/23, 24)
Burada anlatılan arşın mahiyeti bilinmediği gibi, suyun içeriği de bilinmediği için Allâh’ın arşının su üzerinde olması’ müteşabih kalmakta, bundan maksadın ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir. (KUR’AN YOLU, 3/149)
(..) Söz konusu âyette Rab Teâlâ hayat için en zarûri madde olan suyu yarattıktan sonra gökleri ve yeri de altı günde hâlkettiğinden söz etmiştir. Yâni bu ifâde ile anlatılmak istenen ELMALILI’nın da dediği gibi ilk yaratılış meselesidir. Nitekim Hz. Peygaamber (s)’in de buyurduğu gibi: ‘Allah vardı ve O’nunla berâber hiçbir şey yoktu.’ (Buhâri) Ancak Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratmayı murad edince, her ikisine de ‘isteyerek veya istemeyerek gelin’ diye emir verdi. Onlar da ‘isteyerek geldik’ diyerek oluşumlarını tamamladılar. (Fussilet 41/11). Böylece ‘arşı su üzerinde idi’ ifâdesinin, göklerin ve yerin altı günde yaratılışından bahseden mecâzi bir söz olduğu anlaşılmış oldu. Yaratılışın ardından da ‘Sonra Allah arşa istivâ etti.’ (Araf 7/54) buyurarak, Yüce Allah kâinâtın idâresini kendi tasarrufu altına aldı. (M. DEMİRCİ, 1/666)
Arş kavramı, yücelik ve yükseklik ifâde eder. ‘Arş’ bütün âlemi kuşatan, içeriğini insan aklının kavrayamadığı, altında gökler, cennet, sidre ve kürsü bulunan bir varlıktır. Arş, ‘saltanat tahtı’ anlamından alınmış, hükümdarlık ve saltanattan kinayedir. ‘Allâh’ın arşı’ demek, O’nun hükümranlığı ve saltanatı, hâkimiyeti ve iktidârı demektir. (İ. KARAGÖZ 3/398)
Kur’ân’da yeryüzünde ne varsa insanlar için yaratıldığı (2/29), göklerde ve yerde bulunan her varlık, insanın emrine verildiği (Câsiye 45/13), insan ise kulluk etmek için yaratıldığı (Zâriyat 51/56) sonuçta göklerin, yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Allâh’a kulluk etmeye imkân vermek için yaratıldığı anlaşılmıştır. Nitekim yer ve göklerin insanlığa hizmetinin yanında dâimâ yüce Allâh’ı tesbih ettiği de bildirilmiştir. (bk. İsrâ 17/44) Buna göre insan dışındaki varlıklar da ilâhi irâdeye boyun eğerek bir mânâda O’na boyun eğmektedirler. (KUR’AN YOLU, 3/149)
Hadis: ‘Allah vardı, O’ndan başka hiçbir şey yoktu. Arş’ı su üzerinde idi. Herşeyi Levh-i Mahfuz’da yazdı. Gökleri ve yeri yarattı.’ (Buhâri Bed’ül Halk 1; İ. KARAGÖZ 3/399).
Hadis: ‘Allah yaratıkların kaderlerini, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce takdir etti. O zaman Arş’ı su üzerinde idi.’ (Müslim Kader 16; İ. KARAGÖZ 3/399)
(8).‘Sayılı bir süreye kadar üzerlerinden azâbı erteleyecek olsak: ‘Bunu’ yâni azâbı inmekten ‘alıkoyan da ne? Derler.’ Yâni onlar müminlere şunu söylemek isterler: Sizin bu söyledikleriniz kesinlikle doğru değildir. Şâyet doğru olsaydı azâba uğratılmış olmalıydık. Ancak böyle diyenlere cevap şudur: ‘Dikkat edin, onlara azâbın geldiği gün aslâ onlardan geri çevrilemeyecek’ kimse onu önleyemeyecek, bertaraf edemeyecek ‘alaya aldıkları şey’ olan azap ‘onları çepeçevre kuşatacaktır.’ Üzerlerine inecek, her taraflarını kaplayacaktır. İşte bu buyruk onların ‘Bunu alıkoyan da ne?’ şeklindeki sözlerini alay yollu söylediklerinin delilidir. (S. HAVVÂ, 7/25)
Mekkeli müşrikler, âhirethayâtını ve inkâr edenlerin cehennemde cezâlandırılacağını, Allâh’ın peygamberlerini ve dînini yalanlayanlarınbaşlarına âfetler geldiği haberlerini alay ederek, cezanın hemen gelmesini istiyorlardı. Hattâ bâzıları: ‘Ey Allâh’ım! Eğer şu Kur’an senin katından inmiş hak ise, hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir.’ (8/32) diyorlar, gelmesini istediği azap gelmeyince alay ederek ‘azâbın gelmesine ne engel oluyor?’ diye soruyorlardı. Âyette azâbın hemen gelmemesi: ‘Ey Peygamberim! Sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi’ (8/32) şeklinde beyan edilmektedir. Bu âyette ise, ‘azâbın geldiği günartık onlardan azâbın uzaklaştırılmayacağı ve alay ettikleri azâbın kendilerini çepeçevre kuşatacağı’ bildirilmektedir. (İ. KARAGÖZ 3/401, 402)
11/9-11 NİMETLERLE İMTİHAN
9. Andolsun ki biz, insana tarafımızdan bir rahmet (sağlıkveservetgibibirnîmet) tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak, muhakkak o, (hemenöncekinîmetleriunutan) çok ümitsiz ve çok nankör bir kimse olur.
10. Yine andolsun ki kendisine dokunan zarar (vesıkıntı)dan sonra, ona nîmeti (verahatı) tattırırsak mutlaka (insan): “Başımdan kötülükler gitti.” der (şükrüunutur). Doğrusu o, böbürlenir ve şımarır durur.
11. Ancak (sıkıntılara) sabredip sâlih amellerde bulunanlar böyle değildir. İşte, gerçek mağfiret ve büyük mükâfat onlar içindir.
9-11. (9).‘Andolsun ki biz, insana tarafımızdan bir rahmet (sağlık, güvenlik, üstün makam, zenginlik gibi nîmetler) tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak, muhakkak o, (hemenöncekinîmetleriunutan) çok ümitsiz ve çok nankör bir kimse olur.’ Gelecek hakkında bütün ümidini yitirir. ‘Allah yine verir’ demez. Geçmişi de hemen unutur. ‘Bugün vermediyse dün vermişti’ deyip şükretmez. Büsbütün nankör biri oluverir. Daha önce verilmiş olan nîmetlerin hepsini toptan inkâr etmeye varıncaya kadar ileri gider. Günaha girer, tevbe ve istiğfar etmek hatırına gelmez. (ELMALILI, 4/527)
(10).‘Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nîmet tattırsak’ meselâ hasta iken iyileşir, fakir iken zenginleşiverir, zayıf iken güçlenir, azledildikten sonra yeniden önemli bir göreve atanır. (ELMALILI, 4/527) ‘mutlaka kötülük benden gitti der’ musîbetler uzaklaştı der, şükretmez, öğüt almaz. (S. HAVVÂ, 7/25)
‘sevinir, övünür’ Sevinçlidir ve şımarır. Allah korkusu hatırına bile gelmez olur. Şükredeceği yerde caka satar, gururlanır.(..) Hâsılı insan, dünyâda nîmetten veya zorluktan boş kalmaz, bolluk veya yokluk içinde ömür sürer: Bâzan yoklukla sınanır, bâzan bollukla sınanır. Ve insanoğlu yaratılıştan gelen bir özellikle rahmetten, nîmetten zevk alır, onun kaybından dolayı da üzüntü duyar, acı çeker. (..) Buna karşılık yokluk ve sıkıntı tecrübesi gördüğü hâldebir nîmet tadınca, bir daha hiç acı çekmeyecekmiş gibi ve o nîmet sırf kendisinin emeği ve buluşu imiş gibi, artık geleceğinden emin olarak ferahlanır, övünür, şımarır, kibirlenir ve böbürlenir. İşte daha yukarıda sözü edilen Kur’an ve kutsal şeylerle alay etme psikolojisi de bu ruh hâli ile ilgilidir. (ELMALILI, 4/527, 528)
Her iki durum da mümin hesabına ayrı birer hayırdır. Peygamberimiz (s) buyurduğu gibi böyle bir durum, böyle çift bir mutluluk sâdece müminler için söz konusudur. (S. KUTUB, 6/45, 46)
Hadis: ‘Müminin durumu gıpta ve hayranlık vericidir. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sâdecemüminde vardır. Sevinecek bir şeye erişse şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa sabreder, bu da onun için hayır olur. (Müslim Zühd 64’den, Ö. ÇELİK, 2/541)
(11).‘Sâdece sabredip de sâlih ameller işleyenler böyle değildir.’ Onlar sıkıntılı mihnet zamanlarında ümit kesmezler, nankörlük etmezler. Bu sıkıntılı zamanların geçip gitmesinden sonra rahatladıkları zaman da böbürlenmezler, azmazlar. İşte bundan dolayı onlar Allâh’ın ihsan ve bağışına lâyık olurlar: ‘İşte onlara’ günahları dolayısıyla ‘mağfiret ve büyük ecir’ olan cennet ‘vardır.’ (S. HAVVÂ, 7/26)
11/12-14 KUR’ÂN MEYDAN OKUYOR
12. (Ey Rasûlüm!) Belki sen, (putperestlerin🙂 “Ona bir hazîne indirilmeli veya berâberinde bir melek gelmeli değil miydi?” demelerinden dolayı göğsün daralarak sana vahyolunanın bir kısmını (duyurmayı) neredeyse terk edecektin. (Şunubilki) sen ancak (Allâh’ınazâbınakarşı) bir uyarıcısın. Allah ise herşeye hakkıyla vekildir (onlarıncezâsınıOverecektir). [bk. 15/97-98; 25/7-8]
13. Yoksa Kur’ân’ı kendisi uydurmuş mu diyorlar? (Ey Peygamberim!) De ki: “Öyleyse siz de uydurulmuş olarak onun benzeri on sûre getirin. Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri de (yardıma) çağırın; eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz.” [krş. 2/23-24; 10/38; 17/88]
14. (Ey müminler!) Şâyet onlar (müşrikler) bu dâvetinizi kabul etmezlerse, bilin ki o (Kur’ân), ancak Allâh’ın ilmi (veizni) ile indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık müslüman (oluyor) musunuz?
12-14. (12).‘Onunla göğsün daralır.’ Yâni o vahyolunan âyetlerin bir kısmını onlara okuyup tebliğ ederken belki sıkılırsın. Nitekim Mekke’nin ileri gelenleri ‘Şu Mekke dağları altın oluverse ya’ demişlerdi. Diğer bir kısımları da ‘Berâberinde bir melek gelip onun peygamberliğine şahitlik etse de görsek ya’ diyorlardı. Fakat sakın sıkılma ve bırakma. Sana ne vahyolunuyorsa onlara oku ve tebliğ et. Onların ileri geri konuşmalarına hiç önem verme. (ELMALILI, 4/528)
Bu buyruklarda Allâh’ın kitâbını bütünüyle veya bir kısmını ‘insanlar ne der?’ korkusuyla terk eden herkes için büyük bir ders vardır. (S. HAVVÂ, 7/29)
‘Sen ancak bir uyarıcısın.’ Senin sâdece, gelen vahiy ile onları uyarmak, tebliğ etmek görevin vardır. Onlar senin tebliğini reddetseler, küçümseseler bile aldırış etme, üzülme. Sen bundan sorumlu olmazsın. (S. HAVVÂ, 7/29)
‘Allah, her şeye vekildir.’ Her hususta ona tevekkül et ve güven. O seni korur, dilerse hazîne de gönderir, melek te gönderir. Nitekim daha sonra Bedir savaşında bir tâne değil, binlerce melek gönderdi. (ELMALILI, 4/528)
(13).‘Öyleyse siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.’ Müşriklerden, bu âyetle ilgili on sûre getirmeleri istendi. Buna güçleri yetmediği için, bu meydan okuma Bakara 2/23 ve Yunus 10/35 âyetlerle bir sûreye indirildi. Buna da güçleri yetmeyince silâha sarıldılar. Fakat bunda da başarılı olamadılar. (H. DÖNDÜREN, 1/387)
Mislihi: güzellikte, akıcılıkta, lâfızda, üslûpta, fesâhatta, belâğat ve mânâsında onun gibi olan ‘uydurma on sûre meydana getirin.’ (S. HAVVÂ, 7/29)
(14).‘Bilin ki’ ey kâfirler ‘o’ Kur’ân-ı Kerim ‘ancak Allâh’ın ilmiyle indirilmiştir.’ ‘artık Müslüman oldunuz mu?’ Yâni teslim olunuz. İslâm’a giriniz, demektir. Bu, şuna delildir: Kur’ân-ı Kerîm’in îcâzını kabul etmek, iki şeyi gerektirir: Birisi, Allâh-ü Teâlâ’nın tevhid edilmesi, diğeri de teslim olunması. İşte ibâdet te budur. (S. HAVVÂ, 7/30)
‘..artık Müslüman olacak mısınız?’ soru cümlesi, emir anlamında olup, ‘müslüman olun’ demektir. Kur’ân’ın sûrelerinin on sûre getirmekten âciz kalınca, Kur’ân’ın Allah sözü olduğu ortaya çıktığı için, Kur’an’da verilen bilgilerin kabul edilmesi, bu çerçevede Allâh’ın tek ilâh, Kur’ân’ın hak kitap, Hz. Muhammed’in hak peygamber ve İslâm’ın hak din olduğunu kabul edip Müslüman olmak gerekir. (İ. KARAGÖZ 3/407).
11/15-17 DÜNYÂ HAYATINI VE SÜSÜNÜ İSTEYENLER
15. Kimler (yalnız) dünyâ hayâtını ve onun süs (vesaltanat)ını isterse, orada onlara çalışıp yaptıklarının karşılığını tastamam veririz. Onlar orada (hiçbir) eksikliğe uğratılmazlar. [bk. 17/18-21; 42/20]
16. İşte (dünyâ hayâtını ve süsünü isteyen) o kimseler için âhirette ateşten başka bir şey yoktur. (Dünyâda) yaptıkları (iyi) şeyler heder olup gitmiştir. Zâten bütün yapageldikleri şeyler boştur.
17. Rabbinden gelen ve açık bir delil (olan Kur’an)a dayanan kimse (sâdece dünyâ nîmetlerini isteyen ve îman etmeyen kimseler) gibi olur mu? Hâlbuki Cibril, Kur’ân’ı Allah’tan alıp (Muhammed’e) okuyor. Daha önce önder ve rahmet olan Mûsâ’nın kitabı (Tevrat da, Muhammed’in peygamber olarak geleceğini bildirmişti. Peygamber ve müminler,) Kur’ân’a îman ederler, (bu kimseler için cennet vardır) Gruplardan kim Kur’ân’ı iıkâr ederse, onun vaad olunan yeri ateştir. (Ey Peygamberim!) Kur’ân’ın Allah sözü olduğunda hiç şüphen olmasın. Şüphesiz hak olan Kur’an, Rabbin tarafından (indirilmiştir). Fakat insanların çoğu îman etmezler.
15-17. (15).‘Kim dünyâ hayatını ve süsünü isterse onlara oradaki işlerinin karşılığını tam olarak veririz.’ Yâni, dünyâ hayatını güzelleştirip, süsleyen sağlık, emniyet, rızık bolluğu, evlât çokluğu, baş olmak ve benzer şeyleri isterse, dünyâ hayâtının semerelerini kendilerine tam olarak veririz. (İ. H. BURSEVİ, 8/308)
‘İşte âhiret, onlara ateşten başka bir şey yoktur.’ ‘ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır, işleri hep bâtıl olmuştur.’ Bu âyet, kâfirler hakkındadır. Kâfirlerin iyilik, akraba hukûkuna riâyet, sadaka, köprü inşa etme vb. amelleri, Müslüman olmaları durumunda makbuldür. Bu amelleri nedeniyle azapları hafifletilmez. (İ. H. BURSEVİ, 8/309)
Onların yaptıklarının karşılığı sevap olmayacaktır. Çünkü onlar, yaptıklarıyla Allâh’ın rızâsını ve âhiret yurdunu istememişlerdir. İstedikleri şey dünyâ idi. Dünyâda da istekleri tas tamam verilmiştir. Esâsen, bâtıl olan amelin sevabı olmaz.
Bu iki âyet-i kerîme, ameli ile dünyâ hayâtını isteyen herkes hakkında geneldir. İster kâfir olsun, ister Müslüman, durum değişmez. (S. HAVVÂ, 7/31)
‘Rabbi katından açık bir delile dayanan kimse, hiç ötekiler gibi olur mu?’ Yâni o şımarık ve alaycı kâfirlerle bütün bu îman özelliklerine sâhip olan kimse benzer olabilir mi? (ELMALILI, 4/531)
Yâni dünyâ hayâtını isteyen kimse, Rabbinden apaçık bir delil üzere olan kimse gibi olabilir mi? Bu gibi kimseler, makam ve mevki itibâriyle birbirine eşit olamayacakları gibi, Rablerinden bir delil üzere bulunmayanlar, öbürlerine yakın dahi olamazlar. Yâni her iki kesim arasında açık seçik bir fark vardır. (S. HAVVÂ, 7/32)
(16).(..)Bir ibâdetin Allahkatında değer kazanabilmesi için dört şartın birlikte bulunması gerekir: (a). Îman, (..) (b). Niyet, (..), (c). İhlâs, (..) (ç). Kur’an ve sünnete uygunluk. (..) Herhangi bir ibâdette bu dört şart bulunmazsa o ibâdet boşa gider, geçersiz olur. (İ. KARAGÖZ 3/409).
(17).‘Bu delîli de Rabbinden gelen bir şâhit izliyor; ayrıca ondan önce de bir önder ve rahmet olarak Mûsâ’nın Kitabı var.’ ‘Ardınca gelen delil’den kasıt, Allâh’ın peygamberlere vahyetmiş olduğu tertemiz şeriatlerdir. Bu şeriatlerin tamamlayıcısı, düzenleyicisi ve sonuncusu Muhammed (s)’in şerîatıdır ki, Kur’ân–ı Kerim bizlerebuşerîatıbildirmiştir. (S. HAVVÂ, 7/32)
‘Muhâtapları ona inanırlar; çeşitli gruplardan onu inkâr edenlerin varacağı yer ise cehennem ateşidir.’ Âyet Peygamberimiz (s)’i ve Kur’ân-ı Kerim’i inkâr edenlerin kesinlikle cehenneme gideceğini beyan eder. Nitekim Allah Resûlü (s) bu konuya şöyle açıklık getirmektedir: ‘Muhammed’in nefsi Kudret Eli’nde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, Kur’ân’ın dâvetine muhâtap olan bu ümmetten herhangi bir kimse; yahûdi veya hıristiyan olsun, peygamberliğimi işitip de sonra benimle gönderilen Kur’ân’a îman etmeksizin ölürse, hiç şüphesiz cehennemliklerden olur.’ (Müslim’den Ö. ÇELİK, 2/545)
‘Bundan şüpheniz olmasın; bu rabbin tarafından bildirilmiş bir gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar.’ Akıl, bu dînin lehine şâhitlik etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in îcâzı bu dînin lehine şâhitlik etmektedir. Ondan önce indirilmiş olan vahiyler, bu dînin lehine şâhitlik etmektedir. Bu durumda olan bir dîne îman etmeyi, ancak zâlim, mütekebbir ve azgınlar terk eder. (S. HAVVÂ, 7/33)
11/18-24 HİÇ EŞİT OLURLAR MI?
18. Allâh’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? İşte bunlar Rablerinin huzûruna arzolunacaklar, şâhit (olan melek)ler de: “İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır.” diyecek. Haberiniz olsun ki Allâh’ın lâneti zâlimler üzerinedir.
19. O (müşrik)ler, (insanları) Allâh’ın yolundan çevirirler ve onu eğri (göstermek) isterler. Hem onlar, âhireti de inkâr ederler.
20, 21. Müşrikler, yeryüzünde (Allâh’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan başka (sığınabilecekleri) dostları da yoktur. Onların azâbı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (ilâhîhakikatleri) işitmeye tahammül edemez ve (gerçeği) görmezlerdi. İşte onlar kendilerine yazık eden kimselerdir. Uydurmakta oldukları (sahtetanrıları) da artık onlardan uzaklaşmışlardır.
22. Elbette, âhirette en çok zarara uğrayanlar onlardır.
23. Îan edip sâlih amel işleyenler ve Rablerine gönülden boyun eğenler var ya, işte onlar cennet ehlidirler. Onlar orada dâimî kalacaklardır.
24. Bu iki grubun (küfresapanlarla, mü’minlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işitenin durumu gibidir. Bunların hâli hiç, eşit / aynı olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?
18-24. (18).‘Allâh’a yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Âyette geçen ‘suâl’, bilgi edinme anlamında değil, sorgulamaanlamında bir suâldir. Allâh’ın bilgi edinmek için sormaya ihtiyâcı yoktur. Çünkü Allah, insanların yaptıkları herşeyi bilmektedir: ‘Andolsun onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz.’ (7/7) ‘O gün Allah insanların hepsini diriltecek ve onlara yaptıklarını bildirecektir.’ (58/6) âyetleri bunun beyanıdır. (İ. KARAGÖZ 3/412)
Onlar (hesaba çekilmek üzere) Rablerine sunulacaklar, şahitler (melekler) de: İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır, diyecekler.’ (..) Bu zâlimler âhirette Allâh’ın huzûruna çıkarılacaklar ve dünyâda işledikleri zulmün hesâbını vereceklerdir. O zaman şâhitler yâni melekler, peygamberler, âlimler, sâlih müminler (krş. Nahl 16/84; Nisâ 4/41) bunların Allâh’a karşı yalan uydurup iftirâ ettiklerine dâir şâhitlik edecekler ve bunların Allâh’ın lânetine uğramalarını isteyeceklerdir. Çünkü bunlar yukarıda anlatılan suçları yanında, insanları Allah yolundan alıkoymaya, bu dosdoğru yolu eğri büğrü göstermeye çalışan ve âhireti inkâr eden kimselerdir. (KU’AN YOLU, 3/159, 160)
‘ve şâhitler; Rablerine yalan uyduranlar bunlardır, derler.’ Yâni melekler ve peygamberler arasından şâhitlik edecek olan kimseler, ‘evlât ve ortak edindi’ diyerek Allâh’a yalan iftirâda bulunanlar işte bunlardır, diye şâhitlik edeceklerdir. (S. HAVVÂ, 7/38)
(19).‘Müşrikler insanları Allah yolun (İslâm)dan alıkoyan ve Allah yolunu eğri göstermek isteyen kimselerdir.’ İslâm’ı eğri göstermek, dînin hükümlerini beğenmemek ve eleştirmek inkârdır. (..) Âhiretin varlığını kabul etmek, mümin olmak için olmazsa olmaz şarttır. Âhirete îman etmeyen kimse, kâfir olur. (i. KARAGÖZ3/414)
(20).‘Bunlar yeryüzünde’ O’nu ‘âciz bırakacak değillerdir.’ Bilâkis onlar her zaman için O yüce zâtın kahr-u galebesi altında, O’nun kabzasında ve egemenliği altındadırlar. Dilediği takdirde âhiretten önce, dünyâ hayâtında da onlardan intikam almaya kâdirdir. ‘Allah’tan başka velileri de yoktur.’ Kendilerini Allâh’ın azâbından kurtaracak, bu azâbı engelleyecek yardımcıları da yoktur. Hiç kimse onları dost edinerek onlara yardımcı olmayı üzerine almaz. Allâh’ın cezâsından korumaya çalışmaz. Fakat O, sâdece onlara süre vermeyi ve onlara vereceği cezâyı o güne kadar ertelemeyi murad etmiştir, o kadar. (S. HAVVÂ, 7/39)
‘onların azâbı kat kat verilecektir.’ Daha bu dünyâda nice belâlarla yüzyüze gelecekler, toplumu her türlü ahlâksızlık baştanbaşa saracak, yaratılış amacını unutan ve mutluluğu yalnızca maddede arayan gönüller, hiçbir zaman gerçek huzûru bulamayacak. Fakat inkârcılar asıl cezâyı âhirette çekecekler ve kendilerine aslâ merhamet gösterilmeyecek. (M. KISA, 1/241)
(21).‘İşte bunlar kendilerine yazık edenler’ Çünkü bunlar kızgın bir ateşe yerleştirildiler. Orada azap göreceklerdir. Bir göz açıp kırpacak bir süre kadar dahi kızgın azâbın harâreti aslâ azalmayacak ve azaplarına ara verilmeyecektir. ‘Uydurdukları şeyler’ allı pullu sözler, inanç ve diğer hususlara dâir bâtıllar(dır). (S. HAVVÂ, 7/39)
(23).‘Doğrusu îman eden sâlih ameller işleyen ve Rablerine boyun eğenler.. İşte cennetlik olanlar onlardır. Orada temelli kalacaklardır.’ Bunlar (..) îman eden, sâlih ameller işleyen kimselerdir. Kalpleriyle îman edip organlarıyla, sözleri ve fiilleriyle sâlih amel işleyen kimselerdir. İtaatle îman ederek, münkerleri terk ederek hem kavli hem de fiili sâlih ameller işlerler. İşte bundan dolayı onlar, yüksek köşkler, dizilmiş tahtlar, meyvelerinin toplanması için ağaçlarının dalları yakınlaştırılmış bahçeler, yükseltilmiş döşekler, hayırlı ve güzel eşler, türlü çeşitli meyveler, canlarının çektiği yiyecekler, göklerin ve yerin yaratıcısınabakmak, O’nu görmek gibi sayısız nîmetlerin mîrasçısı olacaklar ve onlar bu nîmetler içerisinde ebedî kalacaklardır. (S. HAVVÂ, 7/40)
(24).‘Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?’ Kör ve sağır kâfirlerdir, gören ve işiten ise müminlerdir. Bu benzetmenin sebebi şudur: Kâfirler, Allâh’ın yarattığı varlıklara ibret nazarı ile bakmadıkları, kendilerine okunan âyetleri düşünmek için dinlemedikleri için gözleri kör, kulakları sağır gibi olmuştur. (İ. H. BURSEVİ, 8/327)
11/25-36 NUH (A.S.) VE KAVMİ
25, 26. ‘Andolsun ki biz, Nûh’u da (peygamberolarak) kavmine gönderdik. (O:) “Şüphesiz ben sizin için (azâbakarşı) apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına ibâdet etmeyin. Gerçekten ben, size (gelecek) acıklı bir günün azabından korkuyorum.” (demişti).
27. Kavminin inkârcı ileri gelenleri de: “Biz, seni, ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Basit ve dar görüşlü aşağı (insan)larımızdan başkasının sana uyduğunu da görmüyoruz. Sizde, bize karşı bir üstünlük olduğunu da görmüyoruz. Aksine biz, sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz.” dediler.
28. (Nûh) dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bana, ya ben Rabbim’den (dâvâmıispatiçinverilen) açık bir delil üzerinde isem ve (Rabbim) bana katından bir rahmet (peygamberlik) vermiş, size de bu gizli bırakılmışsa, siz ondan hoşlanmadığınız hâlde, biz sizi îmâna mı zorlayacağız?”
29. “Ey kavmim! (Tebliğimdendolayı) sizden bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım Allah’tan başkasına âit değildir. Ve (sizaşağıgörüyorsunuzdiye) ben inananları kovacak değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben, sizi câhillik eden bir topluluk olarak görüyorum.”
30. “Ey kavmim! Ben onları kovarsam, Allâh’ın (azab)ından kim koruyacak? Hiç düşünmez misiniz?”
31. “Ben size: ‘Allâh’ın hazîneleri benim yanımdadır.’ demiyorum. (Benkendiliğimden) gaybı da bilmem. Doğrusu ben bir meleğim de demiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü (mü’min) kimseler için: ‘Allah onlara aslâ bir hayır vermeyecek.’ de diyemem. Allah onların içlerinde olan şeyleri çok iyi bilir. (Eğeronları, sizîmanedeceksinizdiyekovarsam) o takdirde ben mutlaka zâlimlerden olurum.”
32. Dediler ki: “Ey Nuh! Gerçekten bizimle (dininedâvette) mücâdele ettin; üstelik bizimle mücâdelende çok ileri gittin. Şâyet doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin (oacıklıazâb)ı bize getir!”
33. (Nuh🙂 “Onu size, dilerse ancak Allah getirir, (O’nu) âciz bırakacak değilsiniz.”
34. “Eğer Allah, sizi (buâsîhâlinizdendolayı) sapıklıkta bırakmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir ve ancak O’na döndürüleceksiniz.”
35. (Rasûlüm!) Yoksa o (Kur’ân’ı Muhammed), “kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Ben onu kendim uydurmuşsam suçum bana âittir. Hâlbuki ben işlediğiniz suçlardan uzağım.”
36. Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden îman etmiş kimselerden başkası (artıkasla) inanmayacak. O hâlde sen, onların yapmakta olduklarına üzülme!”
25-36. (25).‘Andolsun ki biz, Nûh’u da (peygamberolarak) kavmine gönderdik. (O): ‘Şüphesiz ben sizin için (azaba karşı) apaçık bir uyarıcıyım.’ Nuh(a.s.) kendilerinden sağlam söz alınan beş büyük peygamberin ilkidir. (33/7, 46/35) 950 yıl yaşamış ve Allâh’ın dînine dâvet etmiştir. (29/14), putperest olan kavmi onun dâvetini kabul etmeyip, kendisini sapkınlıkla itham etti. (7/60), taşlayarak öldüreceklerine dâir onu tehdit ettiler (26/116),’Artık yenik düştüm, yardımını esirgeme’ diye Allâh’a yalvardı (54/10), ‘müminleri kurtar’ diye duâ etti, gemiye binenler kurtulurken, diğerleri tûfanda boğuldular (26/117-120) (KUR’AN YOLU, 3/163, 164)
(27).‘Bunun üzerine kavminden kâfir olanların elebaşıları… ve içimizde ancak bizim ayaktakımının o da işin başında düşünmeden sana uyduklarını görüyoruz.’ Müminleri ayaktakımı olarak görmelerinin sebebi, fakir oluşlarıdır. Onlara göre şerefli kimseler, mevkii ve malı olan kimselerdir. (S. HAVVÂ, 7/47, Nesefi’den) (Şereflilik: zenginlik, kabile genişliği, adamlarının çokluğu (anlamındadır). (KUR’AN YOLU, 3/165)
Mele’: Kur’ân’daki mele’ sözcüğü, ileri gelenler, eşraf ve elit tabaka anlamlarına gelir. Târih boyunca peygamberlerin karşısına hep elit zümrenin çıktığı görülür. Genelde iktidar nîmetini elinde tutan bu grup, menfaatlerini kaybetmemek için peygambere karşı çıkar, inançlı olan kesimi küçümserlerdi. (H. DÖNDÜREN, 1/387)
Peygamberlere inananların çoğu, adil ve eşitlikçi toplumsal düzen, âhirette ebedi mutluluk vaadi nedenleri ile köle, yoksul ve ezilenlerden oluşuyordu. Peygamberlerin üstlendikleri görev ıslahatçı karakter taşıyor olmasıyla, imtiyazlı kişiler tarafından hoş karşılanmıyordu. (KUR’AN YOLU, 3/165)
‘Hattâ biz sizi yalancı sanıyoruz.’ Hz. Nûh’un kavminin söyledikleri, bütün çağlar boyunca kâfirlerin söyledikleridir. Îman ehlini bayağılıkla, kısır görüşlülükle, herhangi bir meziyete sâhip olmamakla, İslâm’a bağlanmak iddiasında da yalancılıkla itham ederler. (S. HAVVÂ, 7/47, 48)
(28).‘Siz ondan hoşlanmadığınız hâlde, biz sizi îmâna mı zorlayacağız?’ Bu soru ile dindezorlamaolmadığına ve peygamberlerin görevinin sâdece tebliğ etmek olduğuna dikkat çekmektedir. Nitekim hiçbir peygamber dinde zorlamaya başvurmamıştır. Bu da onların hak peygamber olduklarını gösteren delillerden biridir. (KUR’AN YOLU, 3/165, 166)
(29).‘Îman edenleri de kovacak değilim.’ Târih boyunca inkârcı toplumların ileri gelenleri peygambere inanan fakirleri küçümsemişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber zamânındaki ileri gelen müşrikler de ona inanan fakirlere karşı aynı davranışı sergilemişlerdi. (En’am 6/52) (KUR’AN YOLU, 3/166)
(..) Allah katında insanların değeri, mal varlıklarına, makam ve mevkilerine göre değil; îman, ibâdet ve sâlih amellerine göredir. Bu itibarla fakir diye müminleri küçük görmek ve onları kovmak, hak dîne, akl-ı selîme ve insan onuruna aykırıdır. (İ. KARAGÖZ 3/422).
(31).‘(Eğer onları, siz îman edeceksiniz diye kovarsam) o takdirde ben, mutlaka zâlimlerden olurum.’ Hz. Nuh bu sözleriyle sarsılmaz Rabbâni konumu da öğretmiş ve bu arada bizlere de müminleri, kâfirlere değişmememizi, müminlerin durumu ne olursa olsun, bu konuda pazarlığa girişmememizi öğretmiş olmaktadır. Bu, dâvetçiler için çok büyük bir derstir. Bâzen onların çağrılarını en alt seviyedeki kimseler kabul edebilir. Fakat bu gibi kimselerin dâvetçinin yanında en değerli insanlar olması gerekir. Onları bırakıp başkalarına eğilim göstermemesi gerekir. (S. HAVVÂ, 7/50, 51)
Câhil müşriklerin anlayışına göre, bir kimsenin peygamber olabilmesi için zengin olması, gaybı bilmesi, özellikle melek olması gerekir. Nitekim Hz. Peygamber zamânındaki müşrikler de, bir dağı altın kütlesi hâline getirmesini, kayıp şeyleri bulmasını, şifâsız hastaları iyileştirmesini ve gökten melek indirip kendileriyle konuşturmasını istemişlerdi. (En’am 6/50) (KUR’AN YOLU, 3/167)
(34).‘Eğer allah sizi azgınlık içinde bırakmak istiyorsa…’ (Bu âyeti) ‘Allâh’ın azdırması’ şeklinde anlamak ve anlamlandırmak doğru değildir. Çünkü Allah, hiçbir kimsenin kâfir, azgın, sapık ve isyankâr olmasını istemez. Bu, yüce Allâh’ın peygamberler aracılığıyla insanları îman, ibâdet ve itaate dâvet etmesiyle bağdaşmaz. (İ. KARAGÖZ 3/425).
(36).‘O hâlde sen, onların yapmakta olduklarına üzülme.’ Hz. Nuh uzun süre kavmini dâvet etmesine rağmen çok az kimse îman etti. Kavmi onunla alay etti, (Peygamberliği bırakıp marangozluğa başladığını iddia ettiler, (..) cinnet getirmiş olduğunu ilân etti, taşa tutarak öldürmekle tehdit etti (Müminûn, 23/25, Şuarâ 26/116), çaresiz kalan Hz. Nuh, inkârcıların yok edilmesini Allah’tan niyaz etti (23/26, 26/117-118, 71/26-27) Yüce Allah onun duâsını kabul edip, inkârcıların tamâmını yok edeceğini peygamberine bildirdi. (21/76, 37/75; KUR’AN YOLU, 3/171)
11/37-49 NUH TÛFÂNI
37. “Gözetimimiz (altında) ve vahyimizle gemiyi yap! Zulmedenler hakkında da (kurtulmalarıiçin) benden bir istekte bulunma! Çünkü onlar (suda) boğulacaklardır.” [bk. 54/10; 71/26]
38. (Nuh) gemiyi yapıyordu; kavminin (inkârcı) birtakım ileri gelenleri de ona uğradıkça, onunla alay ediyorlardı. (O) dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız edin (bakalım!) Biz de sizinle, sizin alay ettiğiniz gibi alay edeceğiz.
39. (Nuh kavmine şöyle dedi:) Kendisini rezil (veperişan) edecek bir azâbın kime geleceğini ve sürekli azâbın kimin üzerine ineceğini yakında görüp öğreneceksiniz.”
40. Nihâyet buyruğumuz gelip tandır kaynadığı, (yeryüzündesularınkaynayıpfışkırdığı) zaman Nuh’a: “(Hayvanların) her birinden (erkeklidişili) birer çifti, hakkında (boğulmalarıiçin) söz geçmiş olanlar dışında çoluk çocuğunu ve îman edenleri içine yükle.” dedik. Zâten berâberinde bulunan az sayıdaki kimseden başkası îman etmemişti. [krş. 23/27; 26/119-121; 54/11-14]
41. (Nuh) dedi ki: “Binin (geminin) içine. Onun akıp gitmesi de, (demiratıp) durması da Allâh’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”
42. O (gemi) onlarla dağlar gibi dalgalar içinde seyrederken, Nuh, bir kenara çekilmiş durmakta olan oğluna: “Ey oğulcuğum! Bizimle berâber (gemiye) bin, kâfirlerle berâber olma!” diye seslendi.
43. (Oğlu) dedi ki: “(Hayır!) Beni sudan koruyacak (yüksek) bir dağa sığınacağım.” (Nuhda): “Bugün Allâh’ın (azap) emrinden kendisinin esirgediğinden başka hiçbir korunacak yoktur.” dedi. Ve aralarına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.
44. (Nihâyet🙂 “Ey yeryüzü! Suyunu yut! Ey gök! Suyunu tut!” denildi. Su çekildi, (helâkolmalarıiçin) iş bitirildi, (gemide) Cûdî (dağının) üzerine oturdu ve zâlimler topluluğu için: “Uzak olsunlar (yokolupgitsinler!)” denildi.
45. Nuh Rabbine şöyle seslendi: “Ey Rabbim! Benim oğlum da elbette benim âilemdendir. Elbette ki senin (âilemikurtarma) vaadin haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin.” [bk. 69/11-12; 54/13-14; 95/8]
46. (Allah) buyurdu ki: “Ey Nuh! O (oğlun, inanmayıpâsîolduğundan) senin âilenden değildir. Doğrusu o(nunyaptığı), iyi bir iş değildir. O hâlde, bilgin olmayan şeyi benden isteme! Doğrusu ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim.”
47. (Nuh) dedi ki: “Ey Rabbim! Bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyâna uğrayanlardan olurum.”
48. Denildi ki: “Ey Nuh! Sana ve berâberinde olanlardan (geleceknicemü’min) ümmetlere bizden selâmet ve bereketlerle (gemiden) in. (Onlarınbirkısmındandagelecek) öyle birtakım (kâfir) ümmetler vardır ki biz onları da (dünyâdanbirsüre) faydalandıracağız, sonra onlara tarafımızdan acıklı bir azap dokunacaktır.”
49. (Rasûlüm!) İşte bunlar, gayb haberinlerdendir ki sana onları vahyediyoruz. Onları, bundan evvel ne sen biliyordun ne de kavmin. O hâlde (zorluk ve eziyetlere karşı) sabret; şüphesiz ki (mutlu) son, takvâya eren (Allâh’ınemirlerinitutup, günahlardansakınan)larındır.
37-49. (40).‘Nihâyet buyruğumuz gelip tandır kaynadığı zaman.’ Abdullah b. Abbas ve Dahhâk’a göre tennûr, yeryüzü demektir. Buna göre ‘fâre ‘ttennûr’ sözüyle kastedilen, yeryüzünün fokur fokur kaynayarak sularının fışkırmasıdır. (M. DEMİRCİ, 1/683)
Yer ve göklerin kapıları açıldı. Yerden sular fışkırıyor, gökten sular boşalıyordu. Bu durum Kamer sûresinde şöyle tasvir edilir: ‘Derken göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık. Yerden de sular fışkırttık; derken sular önceden belirlenmiş bir iş için birleşti.’ (Kamer 54/11-12). Allah Nûh’a erkekli dişili olmak üzere hayvanlardan birer çiftini gemiye bindirmesini inkârları sebebiyle boğulmayı hak edenler dışında kalan âile efrâdını ve diğer îman edenleri de gemiye almasını buyurdu. (KUR’AN YOLU, 3/172)
‘(her canlı türünden) birer çifti ve hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan âile halkını ve inananları gemiye al, dedik.’ Hakkında hüküm verilenler ile anlatılmak istenen haklarında cehennem ehli olduklarına dâir hüküm verilmiş olanlardır. Onlar hakkında bu hükmün veriliş sebebi ise, bu kimselerin Allâh’ın takdir ve irâdesi ile küfrü seçeceklerinin bilinmesidir. (S. HAVVÂ, 7/53-54)
‘Zâten onunla berâber pek az kimse inanmıştı.’ Aralarında 950 yıl gibi bir süre kalmış olmasına rağmen ona ancak çok az kimse inanmıştı. Onun bu kadar uzun bir süre aralarında kaldığını ileride Ankebut sûresinde de göreceğiz. (29/14) Hz. Nuh ile birlikte gemiye binen kimselerin sayısını belirten Rasûlümüzden gelmiş bir rivâyetyoktur. (S. HAVVÂ, 7/54)
(41).‘Ona binin dedi. Yürümesi de durması da Allâh’ın adıyladır.’ Bu buyruktan, bütün peygamberlerin işlerine besmele ile başlamak şeklindeki sünnetini(n olduğunu) anlamaktayız. Bu bakımdan bizim şeriatımızda da hayırlı işlerin başında besmele çekmek müstehaptır. (S. HAVVÂ, 7/60)
(43).‘(Nuhda) Bugün Allâh’ın (azap) emrinden kendisinin esirgediğinden başka hiçbir korunacak yoktur.’ ‘Ancak Allâh’ın merhamet ettikleri müstesna’, ki bunlar da gemide bulunanlardır. Bu ifâdeden, söz konusu tûfânın, genel olduğu anlaşılıyor ki, meşhur olan da budur. Nitekim Nuh sûresinde Hz. Nûh’un duâsı ‘Ey Rabbim, kâfirlerden hiç birine yeryüzünde adım atacak bir yer bırakma! (Nuh, 71/26) şeklindedir. O devirde Hz. Nûh’un bütün insanlara mı yoksa, kendi kavmine mi peygamber gönderildiği söz konusu edilecektir ki, bu noktada ihtilaf vardır. Şurası kesindir ki, Hz. Nûh’un peygamber olarak gönderildiği kendi kavminin bulunduğu yerde tûfânın genelliği kesin, bunun ötesi zan ve tahmindir. (ELMALILI, 4/540, 541)
‘Ve yalnız onun (Nûh’un) soyunu kalıcı kıldık.’ (Sâffât, 37/77) meâlindeki âyet, suların o gün yeryüzünde mevcutolaninsanlarınyaşadığı bütün bölgeleri kapladığı kanaatini (ELMALILI) destekler (gibi) görünmektedir. Bu tûfânın alanı hakkında Kur’ân ve sünnette sarih ve kesin bir delil bulunmadığı için, bu ihtimâllerin her biri mümkündür. (Sâffât, 75/82) (KUR’AN YOLU, 3/173)
(44).‘Denildi ki: Ey arz suyunu yut! ve ey gök sen de tut, su çekildi, iş de bitti.’ (Allah da Hz. Nûh’a kavmini helâk edeceğine dâir vaadini gerçekleştirdi.) ‘Gemi Cûdî’ye oturdu.’ CûdîDağı, Güneydoğu Anadolu bölgesinde, Türkiye – Irak sınırına 15 km. uzaklıkta, Dicle ırmağı kıyısında bulunan Cizre’nin 32 km. kuzeydoğusunda, Şırnak il merkezine 17 km. mesâfededir. Cûdî dağının yapısı, konuyla ilgili târihi bilgiler ve rivâyetler, âyette belirtilen Cûdî dağının bu dağ olduğu kanâatini desteklemektedir. (KUR’AN YOLU, 3/173)
Nûh’un gemisi, Allâh’ın dilediği kadar su üzerinde kaldıktan sonra yüce Allah göklere suyu tutmasını, yerlere de suyu çekmesini emretti. Böylece sular çekildi. Hüküm yerini bulmuş oldu, gemi Cûdî dağında karaya oturdu. Hz. Nûh’un duâsında istediği gibiyeryüzünde yürüyen bir tek kâfir kalmamak üzere tamâmı yok olup gitti. Âyetteki ‘zâlimler’ ifâdesinden kavmin helâk oluş sebebinin zulüm yâni Allâh’a ortak koşup putlara tapmak ve peygambere isyân etmek olduğu anlaşılmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/173)
‘Zâlimler topluluğu Allâh’ın rahmetinden uzak olsun’ cümlesi, Allâh’ın zulme aslâ râzı olmadığını, zâlimlere merhamet etmeyeceğini beyan eder. Bu cümle, zâlimlere bedduâ edilebileceğini de ifâde eder. (İ. KARAGÖZ 3/433)
(46).‘(Allah) buyurdu ki: ‘Ey Nuh! O (oğlun, inanmayıp asi olduğundan) senin âilenden değildir.’ Bu âyete göre, İslâm’da bir âilenin ferdi sayılmak için kan hısımlığı ve evlilik akdinden doğan hısımlık yanında din birliği de gereklidir. Âile fertlerinin kimisinin kitap ehli olması, bu birliği bozmaz.Çünkükitapehlikadınlaevlilikcâiz görülmüştür. Hz. Nûh’un oğlu küfür ehli idi ve küfürle îman birleşmezdi. (H. DÖNDÜREN, 1/388)
‘… bu anlatılanlar sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz gaybe ilişkin haberlerdir.’ Okuduğumuz değerlendirme ve yorum âyeti, bu sûrede anlatılan peygamber hikâyelerinin bâzı amaçlarını gözlerimizin önüne seriyor. Bu amaçları şöyle sıralayabiliriz: (1) ‘Vahiy’ diye bir gerçek vardır. Müşrikler bu gerçeği inkâr ediyorlar. Sebebine gelince, bu peygamber hikâyeleri ‘gayb’ âleminin bir parçasıdırlar. Onları daha önce ne peygamberimiz ve ne de soydaşları bilmiyordu. (..) (2) İslâmî inanç sistemi, târih boyunca aynıdır, özdeştir. Bu özdeşlik, insanlığın ikinci atası Hz. Nûh’un dönemine kadar çıkıyor. Bütün bu târih süreci boyunca aynı inanç sistemi karşımıza çıkar. Öyle ki, bâzan ifâde biçimi bile nerdeyse aynıdır. (3) Peygamberlerin yalanlayıcıları, hep aynı itirazları, hep aynı suçlamaları tekrarlaya gelmişlerdir. Oysa birçok açık belgeler bu itirazları ve suçlamaları çürütmüştür. Fakat bir önceki kuşak döneminde asılsız oldukları kanıtlanan bu bayat suçlamalar ve itirazlar, bir sonraki kuşak tarafından sanki yeni sözlermiş gibi piyasaya sürülmektedir. (..) (4) İnsanlara yönelik müjdeler ve tehditler, noktası noktasına gerçekleşmektedir. Peygamberler, müjdelerinde ve tehditlerinde ne diyorlarsa aynen çıkmaktadır. Okuduğumuz peygamberin bu hikâyesi, bu gerçeğin târihi kanıtlarından biridir. (5) Yüce Allâh’ın yürürlükteki yasaları değişmiyor, hatır – gönül dinlemiyor, ayırım yapmıyor, sapma göstermiyor. Hep ‘takvâlılar’ kötülüklerden sakınanlar, mutlu sona eriyor. (..) (6) Gerek tek tek fertleri ve gerekse kuşakları birbirine bağlayan, kaynaştıran bağın ne olduğu vurgulanıyor. Bu bağ, inanç birliği bağıdır. Târih boyunca bütün müminleri tek Allâh’a ve tek Rabbe bağlayan bağdır. Bu bağın varolabilmesi için bütün müminlerin, yüce Allâh’ın ortaksız ve râkipsiz egemenliği altında birleşmeleri, bütünleşmeleri gerekir. (S. KUTUB, 6/82, 83)
11/50-60 HÛD (A.S.) VE ÂD KAVMİ
50. Âd (kavmin)e de, kardeşleri Hûd’u (peygamberolarakgönderdik). “Ey kavmim!” dedi, “Allâh’a kulluk edin. Zâten sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ama siz (putları ilâh edinerek Allâh’a ortakkoşmakla) iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.”
51. “Ey kavmim! (SiziuyarmamAllahiçinolup) bundan dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfâtım ancak beni yaratana âittir. Hâlâ gerçeği anlamayacak mısınız?”
52. “Ey milletim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra O’na tevbe edin (O’nayönelin) ki üzerinize gökten bol bol rahmet (vebereket) göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın (siziçoğaltsın). Artık siz de günahkârlar olarak (Allah’tan) yüz çevirip durmayın.” [krş. 71/11]
53. Âd kavmi kâfirleri) Dediler ki: “Ey Hûd! Bize bir delil getirmedin. Biz, senin sözünden dolayı tanrılarımızı terk edecek değiliz. Sana inanacak da değiliz.”
54, 55. “Biz (seninsözleriniçin) ancak ‘Tanrılarımızdan biri, seni fenâ hâlde çarpmıştır.’ deriz.” (Hûd) dedi ki: “Şüphesiz ben Allâh’ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki ben, O’na ortak koştuklarınızdan elbette uzağım. Artık hepiniz bana tuzak kurun, sonra (elinizdengelirse) mühlet de vermeyin.”
56. “Şüphesiz ben; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a güvenip dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun alnından tutmuş (onuhükmüvedenetiminealmış) olmasın. Şüphesiz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir. [bk. 10/71]
57. (Îman etmekten) “Yüz çevirseniz bile artık ben, kendisiyle (görevli) gönderildiğim şeyi, size tebliğ ettim. Rabbim, sizin dışınızda bir kavmi yerinize getirir, siz de O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Rabbim her şeyi koruy(upgözet)endir.”
58. (Helâk) emrimiz gelince Hûd’u ve berâberindeki îman edenleri tarafımızdan (büyük) bir merhamet eseri olarak (helâkolmaktan) kurtardık. Üstelik onları (âhirettede) pek ağır bir azaptan kurtardık.
59. İşte bu Âd (kavmi), Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine isyan ettiler ve (Allah’tanyüzçevirmiş) inatçı her zorbanın emrine uydular.
60. Onlar bu dünyâda, (şiddetlirüzgâra) ve kıyâmet gününde de lânet (cezâsın)a tâbi tutuldular. Haberiniz olsun ki Âd (kavmi), Rablerine nankörlük ettiler. Biliniz ki Hûd’un kavmi Âd (yokolupAllâh’ınrahmetinden) uzak olmuştur. [krş. 41/15-16; 69/6-7]
50-60. (50).‘Ad (kavmin)e de, kardeşleri Hûd’u (peygamber olarak gönderdik)’ Hz. Nuh’tansonratârihsahnesineçıkmışolanbukavim, Yemen’de Uman – Hadramut arasında yaşamış bir Arap toplumudur. Kur’ân’da Hz. Hûd’un Ahkaf bölgesinde yaşayan bir kavme peygamber olarak gönderildiği anlatılmaktadır. Kur’ân’ın verdiği bilgilere göre bunlar İrem adında bir şehir kurmuş, muhteşem sarayları, bağları, bahçeleri vardı. Ancak, doğru yoldan sapmış, putperest olmuşlar, peygamberlerini dinlemedikleri için helâk olup, târih sahnesinden silindiler. (KUR’AN YOLU, 3/177-178)
(51).‘Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemem.’ Bu ihtârı, hemen her peygamberin kıssasında görürüz. Çünkü samîmiyet, ihlâs ve doğruluk, peygamberliğin ve nasihatın birinci şartı ve hak ile bâtılın en esaslı farkıdır. (ELMALILI, 4/546)
(52).’Ey kavmim! Rabbinize istiğfar edin, sonra O’na tevbe edin ki, gökten üzerinize bol bol rahmet göndersin, gücünüze güç katsın.’ Hadis: Kim istiğfâra devam ederse Allah onun her türlü kederini açar, her sıkıntısından bir çıkış yolu gösterir ve ummadığı yerden ona rızık ihsan eder.
Nesefi ‘nin kaydettiği bir olay: Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan (r) Muâviye’nin yanına gitmişti. Muâviye’nin perdedarlarından biri: ‘Benim çocuğum olmuyor, bana bir şey öğret’ dedi. Hz. Hasan ona, istiğfara devam etmesini söyledi. Adamın on tane oğlu oldu. Daha sonra Hz. Muâviye’yi ziyâret eden Hz. Hasan’a ‘Bunu ne diye tavsiye ettiğini sordu, o da, ‘Hûd’un ‘Gücünüze güç katsın’ (52. Âyet) ile Nûh’un ‘mallarla oğullarla size yardım eder’ (Nûh 71/12) sözünü hiç duymadın mı? (S. HAVVÂ, 7/88, 89)
(53).‘Dediler ki, Ey Hûd, sen bize bir beyyine ile gelmedin’ Tıpkı Mekke müşrikleri de Rasûlullah’a indirilen âyetleri, âyet ve delil saymamışlar, ‘Ne olurdu ona bir başka âyet indirilseydi.’ (Yûnus, 10/20) ‘Ne olurdu ona bir hazine indirilseydi ve berâberinde bir melek gelseydi.’ (Hûd, 11/12) demelerine benzer. (ELMALILI, 4/547)
(56).‘Hiçbir kımıldayan canlı yoktur ki, Rabbim onun alnını tutmuş olmasın.’ Yâni hepsinin alın yazısı, yaşaması ve yönetilmesi O’nun kudret elindedir. Bütün ipler O’nun elindedir. Her şey O’nun mülkiyetinde ve tasarrufundadır. (ELMALILI, 4/548)
Rabbim doğru yoldadır, her vyaptığı doğrudur. ‘Allâh’ın yolunun dosdoğru yol olması’ndan maksat, O’nun hüküm ve tasarruflarının tamâmen doğru, adâlete uygun; zulüm, hatâ ve yanlışlıktan uzak olmasıdır. (İ. KARAGÖZ 3/443)
(58).‘Emrimiz gelince (kasıt kısır rüzgârdır. Allah, onları hiçbir kimse kalmamak üzere helâk etmişti.) Hûd’u ve berâberindeki müminleri tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık.’ Amelleri ile değil, lütfumuzla onları koruduk veya kendilerine ihsân ettiğimiz îman sâyesinde onları koruduk. (S. HAVVÂ, 7/75)
‘ve biz bunları koyu, katı bir azaptan kurtardık.’ Söz konusu galiz azap ‘semum’ azâbıdır ki, bu bir rîh-i sarsar (dondurucu bir fırtına) idi, evlerini, mallarını yıkıp, sürükleyip götürüyordu, her şeyi silip süpürüyordu. (ELMALILI, 4/548)
Sonunda insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yerlere seriverdi. (Kamer, 54/19-20, Hâkka, 69/6-7) Yedi gece, sekiz gündüz süren uğultulu rüzgârda muhteşem saraylar, köşkler yerle bir oldu. (KUR’AN YOLU, 3/179, 180)
Hadis: ‘Sizden hiçbirinizin ameli kurtuluşa ulaştıramaz.’ Sahâbe; ‘Seni de mi, ey Allâh’ın Rasûlü?’ diyesordular. Hz. Peygamber (s), ‘Evet, beni de. Ancak Rabbimin rahmeti ve lütfu ile bana ihsanda bulundu.’ (Ahmed, İ. KARAGÖZ 3/445)
11/61-68 SÂLİH (A.S.) VE SEMÛD KAVMİ
61. Semûd (kavmine) de kardeşleri Sâlih’i gönderdik. (Sâlih) dedi ki: “Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Çünkü sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. O sizi (önce) topraktan meydana getirmiş ve size orada ömür sürüp îmâr etmeyi istemiştir. O hâlde O’ndan bağışlama dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz ki Rabbim (size) çok yakındır. O, (duâları) kabul edendir.” [krş. 26/146-158]
62. (Semud kavmi kâfirleri) Dediler ki: “Ey Sâlih! Sen bundan evvel bizim aramızda kendisinden ümit beslenen (iyibirkişi) idin. (Şimdi) babalarımızın taptığı şeye tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden, endişelendiren bir şüphe içindeyiz.”
63. (Sâlih, onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bana, ya ben Rabbimden açık bir delil (vemûcize) üzerinde isem ve O bana kendisinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, ben de O’na âsî olursam, Allâh’(ınazâbın)a karşı bana kim yardım eder? Sizin de bana zararımı artırmaktan başka bir katkınız olmaz.”
64. “Ey kavmim! İşte size bir âyet (mûcize) olarak Allâh’ın şu dişi devesi! Öyleyse onu (serbest) bırakın. Allâh’ın arzında otlasın. Ona kötü maksatla el dokundurmayın. Sonra yakın bir azap sizi yakalayıverir.”
65. (Semud kavminin azgın kâfirleri) Yine de onu (ayaklarındanbiçerek) öldürdüler. Bunun üzerine (Sâlih) dedi ki: “Yurdunuzda üç gün (daha) faydalanın (artıksonunuzgelmiştir). Bu, yalanlanmayacak bir tehdittir.”
66. Nihâyet(azap) emrimiz gelince, Sâlih’i ve berâberindeki îman edenleri tarafımızdan bir merhametle (helâkolmaktanve) o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin çok kuvvetlidir, mutlak gâliptir.
67. O zâlim (inkârcı)ları ise, korkunç bir ses yakalayıverdi de yurtlarında çökekaldılar. [Krş. 7/78]
68. Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. Haberiniz olsun ki Semûd (kavmi) Rablerine nankörlük ettiler/kâfir oldular. Bilin ki Semûd (yokolupAllâh’ınrahmetinden) uzak olmuştur.
61-68. (61).‘Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim, Allâh’a ibâdet edin, sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.’ Semûdkavmi, soyu kesilmiş eski bir Arap kabilesi olup, Sûriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr (mevkiin)de yaşamışlardır. Sâlih (a.s.) Semûd’un soyundan olup, Hûd (a.s.)’dan sonra Arap ırkından gelmiş ikinci peygamber olduğuna inanılmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/182)
‘(Yalnız) Allâh’a ibâdetediniz.’ YalnızcaAllâh’aibâdet ediniz. İştebu, Hz. Âdem’den, son peygamber Hz. Muhammed’e (s) kadar bütün Rasullerin dâvetidir. ‘Ondan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin.’ Bütün Rasullerinin yolunun tek olduğunu görüyoruz. İbâdet, af dilemek, bağışlanma istemek. (S. HAVVÂ, 7/79)
Hz. Nûh’un hatırlatması öğüt ile birlikte, Hz. Hûd’un hatırlatması bir çeşit azar ile birlikte, Hz. Sâlih’in hatırlatması ise nîmetlerin de birlikte hatırlatılması şeklinde oluyordu. Bunların her birisi izlenecek yollardır. Her birisinin muhâtapları vardır. Hiçbir zaman bir kıssa öbürünün tekrarı değildir. Çünkü her bir kavmin ayrı bir karakteri ve farklı bir cezâsı vardır. Her bir kavme ayrı bir karakteri ve her bir kavmin değişik bir cezâsı bulunmaktadır. (S. HAVVÂ, 7/79)
(64).‘Ey kavmim! Bu Allâh’ın dişi devesidir, size bir mûcize olarak verildi. Bırakın onu da Allâh’ın toprağında otlasın. Ona kötü maksatla ilişmeyin. Yoksa sizi pek yakın bir azap yakalayıverir.’ Semud kavmi, Sâlih (as)’ı yalanladılar ((91/13-14) ve ona ‘Sen ancak büyülemişlerdensin, sen de ancak bizim gibi bir beşersin, eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir’ dediler. (26/141, 153, 154). Kavminin bu isteği üzerine Sâlih (as), kendisine bir mucize vermesi için yüce Allâh’a duâ etti. Bunun üzerine yüce Allah, büyük bir kayadan bir deve var etti. Sâlih (as), kavmine istedikleri mucizenin taştan çıkan dişi deve olduğunu ve ona zarar vermemelerini, aksi takdirde kendilerini Allâh’ın cezâlandıracağını ve helâk edeceğini söyledi. (İ. KARAGÖZ 3/451).
‘Zulmedenleri o çığlık tuttu.’ A’raf sûresinde sarsıntı azâbı ile yakalandıklarından söz edilmişti. Göründüğü kadarıyla (Allah en iyi bilendir) onlar zelzele ve bayıltıcı çığlıklar ile helâk edilmişlerdir. (S. HAVVÂ, 7/82)
‘Korkunç ses’ diye çevrilen sayha kelimesi yerine (A’raf sûresinde) (7/78) ‘deprem’ anlamına gelen racfe kelimesinin kullanılmış olmasından felâketin deprem olduğu anlaşılmaktadır. (KUR’AN YOLU, 3/183)
Böylelikle Hz. Sâlih’in kavmi sayha (çığlık) ile, Hz. Hûd’un kavmi fırtına ile, Hz. Nûh’un kavmi tûfan ile helâk oldu, sonları geldi. Nihâyette Hz. Nuh, Hz. Hûd ve Hz. Sâlih kurtuldu. İşte Allâh’a ibâdete, O’ndan bağışlanma dilemeye dâvet edenler için en büyük ders. (S. HAVVÂ, 7/82, 83)
11/69-76 İBRÂHİM (A.S.) VE ALLÂH’IN ELÇİLERİ
69. Andolsun ki (insan suretindeki melek) elçilerimiz, İbrâhim’e (birevlât) müjde(si) ile gelip “selâm” dediler. O da “selâm” dedi; çok geçmeden (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. [bk. 15/52-62; 51/26-27]
70. (Fakatİbrâhim,) ellerinin ona (yemeğe) uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve onlardan yana içine bir korku düştü. Onlar: “Korkma, biz (meleğiz) Lût kavmine gönderildik.” dediler.
71. (İbrâhim’in) karısı (Sâra) ayakta iken (çocuğu olacağını duyunca) güldü. Biz ona da (omeleklerle) İshak’ı, İshak’ın ardından da (torunu) Yâkub’u müjdeledik. [krş. 19/49; 21/72]
72. (İbrâhim’inkarısı🙂 “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, şu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Doğrusu bu pek şaşılacak bir şey!” dedi.
73. (Elçimelekler) dediler ki: “Allâh’ın işinden dolayı hayrete mi düşüyorsun? Ey ev hâlkı! Allâh’ın rahmeti ve bereketi üzerinizedir. Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şânı yücedir.”
74. İbrâhim’den korku gidip kendisine (çocuklailgili) müjde gelince, Lût kavmi hakkında (affedilmeleriiçin) bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.
75. Çünkü İbrâhim, hakikaten çok yumuşak huylu, çok duygulu ve ‘kendisini Allâh’a vermiş’ bir kimseydi.
76. (Elçilerimiz🙂 “Ey İbrâhim! Bundan vazgeç (tartışma), çünkü Rabbinin emri gelmiştir. Onlara artık geri çevrilmez bir azap muhakkak gelecektir.” dediler.
69-76. (69).‘Andolsun ki, elçilerimiz (melekler) İbrâhim’e (birevlât) müjde(si) ile gelip ‘selâm’ dediler.’ Hz. İbrâhim’e gelen elçiler meleklerdir. İbn-i Abbas’a göre bunlar Cebrâil (a.s.) ve iki melektir. Kimilerine göre bu ikisi Mikâil ve İsrâfil (a.s.) idi. Bunlar Hz. İbrâhim ve eşi Sare’ye İshak adında bir çocuk müjdelemek ve ayrıca Lût (a.s.) kavmine gelecek olan helâkı bildirmek üzere gelmişlerdi. (H. DÖNDÜREN, 1/388)
(71).‘Biz de ona İshak’ı müjdeledik. İshak’ın ardından da Yâkub’u.’ Onun (Sare’nin) çocuğu yoktu. İbrâhim (a.s.)’ın başka hanımındanİsmailadındakioğluvardı. (..) Bu âyet-i kerime, boğazlanması emredilenin Hz. İsmail olduğuna delil gösterilmiştir ve boğazlanması emredilenin Hz. İshak olmasına imkân olmadığı belirtilmiştir. Çünkü onun doğuş müjdesi verilmekte, ondan da Hz. Yâkub’un doğacağı belirtilmektedir. O hâlde doğacağı vadedilen Yâkub adındaki oğlu, henüz doğmadan Hz. İshak’ın (kurban edilmesi) kesilmesi nasıl emredilebilir? (S. HAVVÂ, 7/92)
‘Karısı (Sâre) ayakta olduğu hâlde, güldü.’ Buradan anlaşıldığına göre meleklerin insan kılığında ziyâreti haberini aldığında ev hâlkı tedirgin olmuş, bu yüzden Hz. İbrâhim’in (as) eşi de konunun ne olduğunu öğrenmek amacıyla oraya gelmişti. Meleklerin kendi kavmini değil, Hz. Lût’un kavmini cezâlandırmak üzere geldiklerini öğrenince rahatlayarak memnun oldu. (MEVDÛDİ, 2/383) (..) Korkunun gitmesi sebebiyle sevinerek güldü. Yâhut kötülük işleyen bir kavmin helâk olacağından dolayı veya azâbın yaklaşmış olmakla birlikte Lût kavminin gafletinden dolayı güldü. Ona da ay hâli kesilmiş olmasına rağmen çocuk doğurabileceği müjdesi verilerek mükâfatlandırıldı: ‘Biz de ona İshak’ı müjdeledik…’ (S. HAVVÂ, 7/92)
Katâde demiştir ki, Hz. İbrâhim’in hanımı, Lût kavminin başlarına gelecek azaptan habersiz olmasına gülmüştü. (Taberi’den, M. DEMİRCİ, 1/699)
(74).‘İbrâhim’den korku gidip kendisine (çocuklailgili) müjde gelince, Lût kavmi hakkında (affedilmeleriiçin) bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.’ Hz. Lût, İbrâhim (a.s.)’ın amcasının oğlu olup, aynı dönemde peygamberlik yaptılar. Hz. Lût, İbrâhim (a.s.)’ın bulunduğu kasabaya dört fersah uzaklıkta olan ve Lût kavminin bulunduğu ‘Sedum’ veya ‘Sodom’ kasabasında idi. Hz. İbrâhim, gelecek azâbın Hz. Lût’a ve îman edenlere de dokunacağını düşünerek, azâbın kaldırılması için Allâh’a yakarıyordu. (H. DÖNDÜREN, 1/389)
(75).‘Çünkü İbrâhim, çok yumuşak huylu, çok duygulu ve kendisini Allâh’a vermiş bir kimse idi.’ Bu âyette Hz. İbrâhim, üç niteliği ile övülmektedir. Hâlim (iyi huylu), evvah (iyi kalpli), münib (kendisini Allâh’a vermiş) demektir. Bu nitelikler, kalp inceliğine kalp yumuşaklığına ve merhamete delâlet etmektedir. (S. HAVVÂ, 7/93)
11/77-83 LÛT (A.S.) VE KAVMİ
77. O elçilerimiz, (delikanlışeklinde) Lût’a gelince, (Lût) onlar yüzünden endişelendi ve göğsü daraldı (sapıkkavmionlarakötülük yapar diye üzüldü) ve: “Bu çok çetin bir gündür.” dedi.
78. Kavmi de (konukları ile sapık ilişki için) alelacele koşarak ona geldi. Onlar, daha önceden de o çirkin (sapık) işleri yapıyorlardı. (Lût) dedi ki: “Ey kavmim! İşte bu (şehirdekikızlar) benim kızlarım, (elçileredokunmayın) onlar(ınikâhlamanız) sizin için daha temizdir. Allâh’a hürmetiniz olsun / azâbından sakının, misâfirlerim yanında beni utandırmayın. İçinizde aklı başında bir adam yok mu?” dedi. [bk. 15/71; 26/165-166]
79. (Sapık ilişki için gelenler) Dediler ki: “Senin kızların üzerinde hiç bir gözümüz yok. Sen, bizim ne istediğimizi biliyorsun.”
80. (Lût🙂 “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı veya güçlü bir desteğe dayanabilseydim.” dedi.
81. (Elçimelekler) dediler ki: “Ey Lût! Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana aslâ ulaş(ıpdokun)amazlar; gecenin bir kısmında hemen âile fertlerinle yürü (buradançık). Sizden hiçbiri (buemirden) geride kalmasın. Ancak karın hâriçtir. Çünkü onlara erişen (azap), ona da erişecektir. Onlara vaadedilen vakit sabah vaktidir. Sabah da yakındır, değil mi?” [bk. 15/63-66]
82, 83. (Azap) emrimiz gelince (oyerin) üstünü altına getirdik ve üzerine de pişirilmiş balçıktan yapılıp istif edilmiş ve Rabbinin katında (nereyevekimeisâbetedeceği) damgalanmış taş(lar) yağdırdık. O taşlar, (herzaman) zâlimlerden de uzaklaşmış değildir. [krş. 105/1-5]
77-83. (77).‘Ne zaman ki elçilerimiz Lût’a geldiler.’ ‘ve onlar daha önceden kötülük yapıyorlardı.’ Yâni, utanıp sıkılmıyorlardı. Çirkin işler yapa geliyorlardı, buna alışmışlardı. Utanma duyguları silinmişti, hayâları kalmamıştı, Onun için hiç utanmadan ve arlanmadan fenâlık niyeti ile koşup, Lût’a kadar gelmişlerdi. (ELMALILI, 4/555)
‘(Lût) dedi ki: Ey kavmim! İşte şunlar kızlarım (elçileredokunmayın) onlar(ınikâhlamanız) sizin için daha temizdir.’ Yâni onlardan istediğinizi nikâh edip, güzel güzel alırsınız, pisliğe ve günaha bulaşmazsınız. Bir peygamber, ümmetinin babası durumunda olduğundan,, sevgi ve şefkatten dolayı ‘kızlarım’ demiştir. (ELMALILI, 4/555)
O zaman için, mümin hanımların, kâfir erkeklerle evlendirilmeleri câiz idi. Nitekim bu ümmetin ilk dönemlerinde de hüküm böyle idi. Rasûlullah (s) iki kızını kâfir olan Ebû Leheb’in oğlu Utbe ile Ebu’l As’a nikâhlamıştı. (S. HAVVÂ, 7/95).
(83).‘Ne zaman ki emrimiz geldi, o ülkenin üstünü altına çevirdik ve üzerlerine yağdırdık,‘ ‘Siccildendir’: kil taşından, (..) ve taşlaşmış. Yâni her taşın kime ve nereye isâbet edeceği ezelde takdir edilmiş, sûretine nakşedilip, işlenmiştir. (ELMALILI, 4/556)
Elçiler Hz. Lût’a kavmini helâk etmek için geldiklerini bildirdiler. Bu arada bir mûcize olarak Allah, sarkıntılık etmek isteyenlerin gözlerini kör etti. (Kamer, 54/37) Melekler Hz. Lût’un karısı dışındaki âile fertlerini alarak, gecenin bir vakti şehri terk etmesini istediler. Tan yerinin ağarması, azâbın gelmekte olduğunu haber veriyordu. Nitekim güneş doğarken korkunç bir gürültü yakalamış, ardından şiddetli bir depremle şehir alt üst olmuş, üzerlerine taş yağmış, yok olup gitmişlerdir. (Hicr, 15/73-74; KUR’AN YOLU, 3/188, 189)
Lût kavmi, kadınları bırakıp erkeklerle (sapık) ilişki kurdukları (27/55), fuhuş yaptıkları (7/80), Hz. Lût’u yalanladıkları (26/160), isyan ettikleri (69/10), bozgunculuk yaptıkları (29/30), mücrim. (15/58), müsrif (7/81), câhil (27/55) oldukları, haddi aştıkları. (26/166), günahkâr, kâfir ve ahlâken kötü bir kavim (21/74) oldukları için helâk edilöiştir. (İ. KARAGÖZ 3/460).
Hadis: ‘Her kimin Lût kavminin işini işlediğini görürseniz, yapanı da yapılanı da öldürünüz. (İbn-i Abbas’tan, Sünen sâhipleri merfû olarak) İmam Ebu Hanife’ye göre, yüksekçe bir yerden atılır ve arkasından taşlanır. (S. HAVVÂ, 7/97)
11/84-95 ŞUAYB (A.S.) VE MEDYEN HÂLKI
84. Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik, onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur (olamazda). Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın! Çünkü ben, sizi bir hayır (vebolluk) içinde görüyorum. Şüphesiz ben, sizi kuşatacak bir günün azâbından korkuyorum.” [krş. 7/85-93]
85. “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam olarak, adâletle yerine getirin, insanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin ve yeryüzünde (Allâh’ınkoyduğusosyalilkelerideğiştirerek) bozgunculuk yapmayın, kargaşa çıkarmayın!”
86. “(Eykavmim!) Eğer îman eden kimseler iseniz, Allâh’ın bıraktığı (helâlkazanç) sizin için daha hayırlıdır. (Yinedehileyaparsanız,) ben sizin üzerinize bir bekçi (veazaptankoruyucu) değilim.”
87. Dediler ki: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptıkları şeylerden veya mallarımızdan istediğimiz gibi harcamaktan vazgeçmemizi, senin namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen, elbet yumuşak huylu, aklı başında (biradam)sın.”
88. (Şuayb) dedi ki: “Ey kavmim! Ya ben Rabbimden bir delil ile (gelmiş) isem ve (O) kendinden bana güzel bir rızık (helâlkazanç) lütfetmişse? (BudurumdaO’nahıyânetedebilirmiyim?) Size yasak ettiğim şeyleri (kendimyaparak) size aykırı davranmak da istemiyorum. Sâdece, gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım, ancak Allah(‘ınyardımı) iledir. Ancak O’na güvenip dayandım ve yalnız O’na yönelirim.”
89. “Ey hâlkım! Bana karşı gelmeniz (vedüşmanlığınız) sakın sizin başınıza da, Nuh kavminin veya Hûd kavminin ya da Sâlih kavminin başlarına gelenin benzeri bir felâketi getirmesin! Lût kavmi sizden pek uzak değildir.”
90. “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz ki Rabbim çok merhamet eden, (inananları) çok sevendir.”
91. (Kavminin kâfirleri) Dediler ki: “Ey Şuayb! Söylediğin şeylerden birçoğunu anlamıyoruz ve seni içimizde hakikaten zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı seni kesin taşlayarak öldürürdük. Sen bizden üstün de değilsin.”
92. (Şuayb) dedi ki: “Ey kavmim! Benim kabilem size göre Allah’tan daha mı üstündür ki O’na (veemrine) sırt çeviriyorsunuz? Şüphesiz ki Rabbim(inilmibütün) yaptıklarınızı kuşatıcıdır.”
93. “Ey hâlkım! Gücünüzün yettiğini (sonunakadar) yapın. Şüphesiz ben de (görevimi) yapacağım. Kendisini rezil eden bir azâbın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Artık (oazâbı) gözleyin. Ben de sizinle berâber (onu) gözlemekteyim.”
94. Nihâyet (azap) emrimiz gelince Şuayb’ı ve berâberindeki îman edenleri, tarafımızdan bir merhametle kurtardık. Zulmeden (inkârcı)ları, korkunç bir ses yakaladı da yurtlarında dizüstü yığılıp kaldılar.
95. Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. Haberiniz olsun ki Semûd hâlkının (yokolupAllâh’ınrahmetinden) uzaklaştığı gibi, Medyen hâlkı da öylece uzaklaşıp gitti. [krş. 7/85-91]
84-95. (84).‘Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Medyen, hicaz bölgesi ile Suriye ticâret yolu üzerinde, Akabe körfezine yakın bir yerleşim merkezi idi. Şuayb (a.s.) ise, Medyen ve Eyke hâlkına gönderilmiş bir peygamberdi. Medyen hâlkı, putperestliğinin yanında, toplumsal ahlâk, özellikle ticâret ahlâkı bakımından da bozulmuştu. Hz. Şuayb, ölçüyü, tartıyı eksik tutmamalarını, adâletle ölçüp tartmalarını, fesat çıkarmamalarını emretti. (KUR’AN YOLU, 3/192) Medyenliler, bir Arap kabilesidir. (S. HAVVÂ, 7/103)
‘Şüphesiz ben sizi bir bolluk ile görüyorum.’ Yâni nîmet ve bolluk içinde görünüyorsunuz, bu da hakkınızda hayırdır. Bunun gereği haksızlık etmek değil, insanların hakkını, hukûkunu gözetmektir. Hâlkın yararına hizmet etmektir ve Allâh’a şükretmektir. Şu hâlde ölçüyü ve tartıyı noksan yapıp da hayrı berbat etmeyin. (ELMALILI, 4/559, 560)
(86).‘(Eykavmim) Eğer îman eden kimseler iseniz, Allâh’ın bıraktığı (helâlkazanç) sizin için daha hayırlıdır.’ Bakıyyetullah: Haramını attıktan sonra, Allâh’ın helâlinden size ihsan edeceği temiz ve helâl bakiyye, helâl kazançtan size kalan ‘sizin için daha hayırlıdır.’ Müfsitlikle, haksızlıkla, eksik ölçüp, yanlış tartmakla toplayacağınız haram fazlalardan, sonuç olarak daha kârlı, daha faydalıdır. (ELMALILI, 4/560)
‘Ben sizin başınızda bir bekçi (,gözcü ve denetçi) değilim’ cümlesi ile, dinde zorlama olmadığını, kendi irâdeleri ile îman etmeleri gerektiğini, insanlara karşı yaptıkları eksik ölçü ve tartma gibi insan haklarını ihlâllerini denetleme gibi bir görevim olmadığını, kendisinin sâdece dîni tebliğ ve açıklama görevi olduğunu bildirmiştir. (İ. KARAGÖZ 3/465)
(87).Azarlayıcı bir üslûpla ‘Dediler ki: Ey Şuayb! Senin namazın mı babalarımızın taptıklarını terk etmemizi ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmaktan vaz geçmemizi sana emrediyor.’ el Hasen dedi ki: Evet, Allâh’a yemin ederim onun namazı, onların atalarına taptıklarını terk etmelerini emretmektedir. Onlar işte bu şekilde kendilerine emir ve yasaklar verilmesine karşı çıkıyorlar ve dilediklerine ibâdet etmekte özgür olduklarını kabul ediyorlar. Kendileri için benimsedikleri ekonomik düzende – zâlim dahi olsa – özgür olduklarını ileri sürüyorlardı. Böyle bir üslûp, her zaman ve mekândaki kâfirlerin üslûbudur. Arkasından alay yollu şöyle demeye kalkıştılar: ‘Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu birisin.’ (S. HAVVÂ, 7/104)
‘..yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.’ Ne var ki, birtek Allâh’a kulluğa başladıktan sonra tamamen değiştin. Eğer mâbedinde uslu uslu ibâdetini yapacaksan, buna bir itirâzımız yok; fakat kıldığın namaz seni bizimle mücadeleye sevk edecekse, böyle bir namaza aslâ izin vermeyiz! (M. KISA, 1/249)
Müşrikler, bu söylemleri ile atalarından tevârüs eden bâtıl dîne ve putlara tapmaya devam edeceklerini, alışverişte istedikleri gibi hareket edeceklerini açıkça dile getirmişler., ‘Sen yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.’ cümlesi ile Hz. Şuayb’ı övmeyi değil, kendilerine karışmaması gerektiğini, yerleşmiş gelenek ve göreneklere karşı çıkmasının doğru olmadığını ifâde etmişler ve bu şekilde üstü örtülü olarak alay etmişlerdir. (İ. KARAGÖZ 3/466).
(88).’Dedi ki: Ey kavmim! Ban Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O bana kendisinden güzel bir rızık ihsân etmiş ise ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere kendim aykırı hareket etmek istemem. Benim bütün isteğim, sâdece gücümün yettiği kadar ıslah etmekten ibârettir. Başarım ise ancak Allah’tandır. O’na tevekkül ettim ve O’na yöneliyorum.’ Şuayb bu ifâdeleriyle – aynı zamanda – mürşid-i kâmilde (ya da İslâm dâvetçisinde, İ. KARAGÖZ) bulunması gereken vasıfları da özetlemiş bulunmaktadır: (a) Mürşidin her şeyden önce bir delile yâni Allah’tan gönderilmiş bir kitaba dayanması, (b) İnsanlara söylediklerini öncelikle kendi nefsinde yaşaması, (c) Başkalarına ettiği nasihatlere kendisi aykırı davranmaması, (d) Sözü ile özü, kalbi ile ameli birbirine uyması, (e) Islahatçı, yapıcı ve düzeltici olması; iyiliğin hâkim olması için elinden geldiğince çaba göstermesi, (f) Başarının yalnız Allah’tan geldiğine inanması, sâdece O’na güvenip dayanması, sıkıntı ve başarısızlıklar karşısında ümitsizliğe kapılmamasıdır. (KUR’AN YOLU, 3/194)
Çünkü helâl kazanç, her türlü hîleden uzak olup, hakka sebatta, sâlih amel ve takvâda, güzel ibâdette, temiz toplum oluşmasında çok önemlidir. Hiçbir kânûnun ve kânun adamının ulaşamadığı yerde bile, Allâh’ın emrettiği helâl kazanç ve Allâh’a karşı sorumluluk duygusu geliştikçe kalbin bozulması ve toplumun kirli kazanç temini önlenecek ve toplum temiz hâle gelecektir. Bütün peygamberlerin görev ve amacı budur. (H. T. FEYİZLİ, 1/230)
(91).‘… eğer kabîlen olmasaydı seni mutlaka taşlayarak öldürürdük.’ (..) Medyen hâlkı, Şuayb’ın kabilesinden çekiniyordu. Bu yüzden demişlerdi ki: ‘Eğer senin kabilen olmasaydı, biz mutlaka seni öldürürdük.’ Öyle görünüyor ki, Medyenliler Şuayb’den değil, bağlı bulunduğu aşiretten çekinerek ona zarar vermeye kalkışamıyorlardı. (..) ama kabilesinin gücü, Medyenlilerin cesâretini kırmıştı. (M. DEMİRCİ, 1/712)
(92).‘Dedi ki: Ey kavmim! Benim kavmim size göre Allah’tan daha mı üstün?’ Ey kavmim, ben sâdece Allâh’a dayandım. O’na güvendim. Başarımı yalnızca O’ndan bekliyorum. Benim değer ve kuvvetim, yalnız Allah iledir. Benim, birkaç yakınım, Allah’tan daha değerli değildir. ‘Siz Allâh’ı unutup, arkanıza attınız.’ O’na ve emirlerine hiç değer vermediniz. Çünkü ancak O’na dayanan ve ancak O’nun emriyle hareket eden bana da önem vermediniz. O’nun vahyi ile bildirdiğim öğütlerime kulak vermediniz. (ELMALILI, 4/564)
Mekke müşrikleri de, Allâh’ın varlığını itiraf ettikleri hâlde putlarını O’ndan önde tutuyorlardı. Allah yerine önde tutulan varlıklar, hatta arzu ve istekler de birer ilâh, put durumundadır. (H. T. FEYİZLİ, 1/231)
(94).‘O zulüm edenleri de çığlık yakaladı.’ Araf ve Ankebut sûrelerinde ise ‘racfe’ ‘onları zelzele yakaladı.’ (7/91, 29/37) buyurulmuştur ki, racfe: zelzele, deprem demektir. Demek ki, müthiş bir çığlık ile zelzeleye yakalandılar. (ELMALILI, 4/564)
(95).‘Evet, defolup gitti, o Medyen.’ ‘Semûd’un defolup gittiği gibi.’ Zira Semûd kavmi de, böyle bir çığlık ve zelzele ile helâk edilmişti. Ancak deniliyor ki, Semûd’un çığlığı üstlerinden, Medyen’in çığlığı altlarından gelmişti. (ELMALILI, 4/565)
11/96-99 MÛSÂ (A.S.) VE FİRAVUN
96, 97. Andolsun ki biz, Mûsâ’yı âyetlerimizle (mûcizelerimizle) ve apaçık bir delille Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik. (Amayinedeonlarbizimemrimizedeğil) Firavun’un emrine uydular. Firavun’un emri (işi, sistemveyönetimiarzuvehevâsınagöreolup) hiç de isâbetli / doğru değildi. [bk. 79/21-26]
98. Kıyâmet günü (Firavun) kavminin önüne düşer, artık onları ateşe götürür. Vardıkları yer ne kötü yerdir! [bk. 2/166-167]
99. (Firavun ve adamları) burada da, kıyâmet gününde de lânet (cezâsın)a tâbi tutuldular. Verilen bu destek ne kötü bir destektir.
96-99. (96).‘ve andolsun ki, Mûsâ’yı da âyetlerimizle gönderdik.’ Buradaki ‘âyetlerimizle’ ifâdesinden murat Tevrat değil, Araf sûresinde geçen dokuz mûcizedir ki, bunlar: asâ, beyaz el, tûfan, çekirge, böcek, kurbağa, kan, kıtlık ve deniz yarılması(..) olaylarıdır. (ELMALILI, 4/566)
‘Hâlbuki Firavun’un emri isâbetli değildi.’ Onun emir ve düzeninde doğruluk ve hidâyetten eser yoktu. Onun düzeni baştan başa sapıklık, bilgisizlik ve inattı. (S. HAVVÂ, 7/115)
Bütün peygamberlerin tevhid mücâdelesi, Firavun benzerleri ve ona uyanlarla olmuştur. Firavun, ilâhi hükümleri kabul etmeyip, hükümranlığı sâyesinde tanrılığını ilân etmiş ve Allâh’a râkip bir tavır almıştı. (H. T. FEYİZLİ, 1/231)
Firavun, Yaratan’ı ve âhireti inkâr eden bir inançsız idi. Nâziât sûresinde (79/24) geleceği gibi: ’Ben sizin en yüce Rabbinizim’ diyor ve kendinden üstün bir Rabbin varlığını kabul etmiyordu. (ELMALILI, 4/567)
Firavun ve çevresindekiler inkârcılıkta direnmeleri nedeni ile sonları, önceki kavimlerin sonuna benzemiştir. (KUR’AN YOLU, 3/196)
(98).‘O kıyâmet gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir o varılan yer.’ İşte bu Firavun, dünyâda kavminin önüne düşerek, hayra götürmeyen yanlış kararlarıyla onları Hz. Mûsâ’nın peşinde Kızıldeniz’de kendisiyle berâber boğduğu gibi (bk. Tâhâ 20/78-79). kıyâmet günü de onların önüne geçecek, yangınlarını dindirip ciğerlerini serinletecek su yerine, tıpkı bir davar sürüsünün suya götürülmesi gibi, onları yakıp kavuracak cehennem ateşine götürecektir. Nitekim bir âyet-i kerimede: ‘Kıyâmet gününde her insan topluluğunu önderleriyle birlikte çağıracağız.’ (İsrâ 17/71) buyrulur. İşte Firavun emrinin âkıbeti böyle ciğer yakan hazin bir âkıbet, ona uyanlar da böyle bedbaht kimseler olacaktır. Ö. ÇELİK, 2/581)
11/100-104 ZULMEDEN KAVİMLERİN AKIBETİ
100. (Rasûlüm!) İşte bu sana anlattığımız, (oyokolan) memleketlerin haberlerindendir. Onlardan (eserleri) ayakta kalan da var, biçilmiş ekin (gibiyok) olan da vardır.
101. (Ey Peygamberim!) Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar (inkârveisyanetmekle) kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiği zaman, Allah’tan başka yalvar(ıptapın)dıkları ilâhları onlara hiçbir fayda sağlamadı ve onların ziyanlarını artırdı.
102. İşte (hâlkıilâhîemirdençıktığındandolayı) zâlimleşen memleketleri (azapla) yakaladığı zaman Rabbinin yakalayışı (veyokedişi) böyledir. Şüphesiz ki O’nun yakalaması (cezâsı) çok acıklı, çok şiddetlidir.
103. Bu (anlatıla)nda, âhiret azâbından korkan kimseler için elbette ibretler vardır. O (kıyâmetgünü), bütün insanların bir araya toplanacağı bir gündür. O (herşeye) şâhitlik edilen bir gündür.
104. Biz, o (kıyâmet) günü(nü) ancak sayılı bir süreye kadar erteleriz.
100-104. (102).‘İşte zâlimleşen memleketleri yakaladığı zaman Rabbinin yakalayışı böyledir.’ Allah Teâlâ, sonradan gelenlere mühim bir ders ve günahlardan sakınmaya vesile olacak dehşetli bir ibret olması için, zulmeden o belde hâlklarını azâbıyla yakalamıştır. Gerçekten de Allah Teâlâ’nın yakalaması, çok acı verici ve çok çetindir. Nitekim Rasûlullah (s) ‘Şüphesiz ki Allah, zâlime mühlet verir, fakat sonunda onu yakaladı mı bir daha da bırakmaz’ buyurmuş, sonra da Hûd sûresi 102. Âyeti okumuştur. (Buhâri, Müslim’den Ö. ÇELİK, 2/582)
‘.. ibretler vardır.’ Helâk edilen toplumlarda, âhiret azâbından korkan kimseler için ibret ve öğütler vardır. Bu ibret ve öğüt, bu toplumların niçin helâk edildiklerini bilmek, (mümkünse) (..) kalıntılarını görmek ve onların yaptıklarından uzak durmak şeklinde gerçekleşir. Çünkü yüce Allah, aynı suçu işleyenleri, her zaman cezalandırabilir. (İ. KARAGÖZ 3/476)
(103).‘O (herşeye) şahitlik edilen bir gündür.’ Yâni olmamak ihtimâli yoktur. O günde herşeye şehâdet edilerek, çok şâhit bulunacak. Çünkü bütün canlılar, bütün varlıklar, yerde ve göklerde bulunanlar orada şâhit olacak. Bütün diller, eller ve ayaklar kendi yaptıklarına şahitlik edecektir. (ELMALILI, 5/10)
11/105-109. HOŞBAHTLAR VE BEDBAHTLAR
105. O gün gelince hiç kimse, O’nun izni olmadan konuşamaz. Onların kimi bedbaht kimi de mesuttur. [bk. 20/108; 42/7; 78/38]
106-107. Bedbaht olanlar ateştedirler. Orada onların (çokfecî) iniltili ve haykırışlı nefes alıp vermeleri vardır ki (onlar), gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır; ancak Rabbinin (çıkarmayı) dilediği hâriçtir. Çünkü Rabbin dilediğini istediği gibi yapandır.
108. Mesut olanlar ise cennettedirler. Rabbinin dilediği hâriç, gökler ve yer durdukça, hiçbir zaman kesilmeyen bir lütuf olarak orada ebedî kalacaklardır.
109. (Ey Peygamberim!) Artık onların taptıkları (putların bâtıl oldukları)ndan şüphen olmasın. Onlar da önceden babalarının taptığı gibi putlara tapıyorlar. Biz de elbette onların (azaptan) paylarını eksiksiz vereceğiz.
105-109. (105).‘O gün gelince hiç kimse, O’nun izni olmadan konuşamaz.’ Yalan söyleyecek olanlar konuşamaz, ancak doğruyu söyleyecek olanlar konuşabilirler. ‘İnsanlar, Cebrâil’in ve meleklerin saf duracakları gün, Allâh’a hitap edemezler. Ancak Rahmân’ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilirler.’ (78/37-38). Âyetin birinci cümlesinde insan, cin ve meleklerin Allah ile konuşamayacakları, ikinci cümlesinde ise Allâh’ın izin verdiği ve doğruyu söyleyecek olan kimselerin konuşacakları bildirilmektedir. (..) İnsanlar, Allah izin verince ancak günahlarını ikrar etmek, birbirlerini kınamak ve cehenneme gitmelerine sebep olacak günahları birbirlerine atmak için konuşabilirler. Kendilerini temize çıkaracak bir konuşma yapamazlar, dünyâda işledikleri günahları inkâr ve itiraz edecek konuşma yapamazlar. (İ. KARAGÖZ 3/478, 479).
Bununla berâber, bu izin de herkese ve her yere âit bir izin değildir. Bugünün öyle yerleri vardır ki, bütün insanların nutku tutulur, bir özür dilemek için izin verilmez. ‘İşte o gün kimi bedbaht, kimi mutludur.’ Hiç konuşturulmayanlar bedbaht, sefil ve perişandır. Konuşmasına izin verilenler ise, mutlu ve bahtiyardırlar. (ELMALILI, 5/11)
Hadis: ‘Ehl-i tevhidden bâzı insanlara cehennemde azap edilecek ve nihâyet cehennemde kömür gibi olacaklardır. Sonra kendilerine rahmet ulaşacak ve cehennemden çıkarılarak, cennet kapılarına bırakılacaklardır. Cennet ehli onların üzerine su serpecek, sel birikintisinde çalı çırpının bitmesi gibi bitecekler, sonra cennete gireceklerdir. (Tirmizi Cehennem 8; İ. KARAGÖZ 3/480)
Hadis: Şefaat ile ilgili Buhâri ve Müslim’de yer alan hadiste de şöyle buyurulmaktadır: O gün ancak Rasullerin duâsı da ‘Allâh’ım esenlik ver, esenlik ver’ şeklinde olacaktır. (S. HAVVÂ, 7/120)
(106).‘Bedbaht olanlar ateştedirler.’ ‘Mesut olanlar ise, cennettedirler.’ Bedbahtlar, iki türlüdür: Bunların bir kısmında, îman vardır, diğer bir kısmının kalplerinde ise hiçbir şekilde îman yoktur. Tüm bedbahtler, ebediyen cehennemde kalmayacaklardır. Kalplerinde îman bulunanlar, cehennemde uzun süre kaldıktan sonra çıkartılacaklardır. (..) Mutlu olacaklar ise iki türlüdür: Kimileri baştan beri cennete gireceklerdir, kimilerinin de cennete girmesi sonradan olacaktır. Bunların cennete sonradan girmeleri, ya Araf’ta kalacak olmalarından ya da azap gördükten sonra, cehennemden kurtulacak olmalarındandır. (S. HAVVÂ, 7/121)
‘Göklerle yerin ayakta durması’ sözü, Kur’an âyetlerinin açıkça haber verdiği gibi (bk. Cin 72/23) ebediliği beyan eder. Çünkü burada sözü edilen ‘gökler ve yer’, şu an mevcut olan gökler ve yer değil, ‘Kıyâmet günü yer başka bir yerle, gökler de başka göklerle değiştirilir.’ (İbrâhim 14/48) âyetinde belirtildiği üzere, âhiret âlemine mahsus yaratılacak olan ‘gökler ve yer’ olacaktır. Âhiret âlemi ebedi olduğu gibi, o âlemin gökleri ve yeri de ebedi olacaktır. Dolayısıyla bu ifâde, gerçek anlamda bir ebedilikten söz eder. Nitekim cennetliklerle ilgili gelen ‘kesintisi olmayan bir ihsan’ kaydı da bunu destekler. ‘Rabbinin dilediği müstesnâ’ kaydına gelince, Allah Teâlâ’yı bağlayan, O’nu bâzı şeyleri yapmaya mecbur eden hiçbir güç, hiçbir kânun yoktur. Her şey O’nun dilemesine bağlıdır. (Ö. ÇELİK 2/585)
‘Allah dilediğni yapar.’ Deist düşüncedeki insanların dediği gibi yüce Allah, kâinâtı yaratıp düzene koyduktan sonra kenara çekilmiş değil, sürekli faaliyet hâlindedir; yaratmaya, yönetmeye ve rızık vermeye devam etmektedir. ‘O her gün bir iştedir.’ (55/29) Allah ne istese onu yapar. Bu husûsu ifâde eden onlarca âyet vardır: ‘Allah dilediğini yapar.’ (22/14, 2/253). ‘Allah istediğini yapar.’ (22/18; İ. KARAGÖZ 3/481).
(109).Şimdi geçmişteki o kıssalar, gelecekteki bu âkıbetler sana bildirilmekle Ey Muhammed! ‘Artık şunların, şu yukarıdan beri anlatılan müşriklerin tanrı diye taptıkları putlardan hiçbir şüphen olmasın,’ hepsi boştur. ‘Bundan önce ataları nasıl tapıyor idiyseler bunlar da başka değil, aynen öyle tapıyorlar.’ Yâni boşu boşuna tapmaya devam ediyorlar. Yukarıda beyan olunduğu üzere ‘Allâh’ı bırakıp da taptıkları o şeyler kendilerine zerre kadar fayda sağlamadı.’ (Hûd 11/101) âyetinde bildirildiği şekilde, bunların ataları putlara tapmakla nasıl zarardan başka birşey görmedilerse, bunlar da tıpkı öyle olacaktır. ‘ve elbette biz, bunların nasiplerini eksiksiz olarak kendilerine ödeyeceğiz.’ Yâni ecelleri gelinceye kadar dünyâ hayâtındaki kısmetlerini kesmeyeceğiz, sonra da âhirette hak ettikleri cezâlarını da vereceğiz. (ELMALILI, 5/14, 15)
11/110-111 ATALARI TAKLİD
110. (Ey Peygamberim!) Andolsun ki biz, Mûsâ’ya Kitab’ı verdik de o(naîmanhususu)nda ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden (cezâlarınınâhiretekalmasıhakkında) bir söz geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm verilir (onlardayokolupgiderler)di. (Rasûlüm!) Kesinlikle (bil) ki o (kâfirvemüşrikola)nlar Kur’ân hakkında bir tereddüt ve şüphe içindedir(ler).
111. Şüphesiz Rabbin her birinin amellerinin karşılığını elbette tam verecektir. Çünkü O, onların yaptıklarından hakkıyla haberi olandır.
110-111. (110).‘Eğer Rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz olmasaydı, işleri bitirilirdi.’ ‘Daha önce verilmiş söz’denmaksat, Allâh’ın kitap hakkında ihtilâfa düşenleri hemen cezâlandırmamasıdır. Belirlenen zaman gelinceye kadar beklemesi ve kıyâmet gününe kadar onlara mühlet vereceğine dâir sözüdür. (..) O’nun isimlerinden biri de, çok sabırlı anlamına gelen saburdur; acele etmez, ezelde takdir edilmiş olan zamânın gelmesini bekler, zamânı geldiğinde dilerse şiddetle cezalandırır ve suçluların işini bitirir. (krş. Tâhâ 20/129; KUR’AN YOLU, 3/204)
11/112-115. İSTİKÂMET VE NAMAZ
112. (Rasûlüm!) O hâlde sen berâberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (aslâilâhîsınırındışınaçıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
113. (Ey müminler!) Zulüm (vehaksızlık) edenlere de sakın meyletmeyin / güvenip dayanmayın! Sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.
114. (Ey Peygamberim!) Gündüzün iki tarafında (öğleveikindide) ve gecenin (gündüze) yakın (üç) vaktinde (akşam, yatsıvesabahda) dosdoğru namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler (beşvakitnamazınsevâbı, aradaki) kötülükleri (küçükgünahları) giderir. İşte bu, düşünen, Allâh’ı ananlara bir öğüt / bir hatırlatmadır.
115. (Ey Peygamberim!) Sabret. Çünkü Allah ‘iyilik yapan, iyi harekette bulunan’ların mükâfâtını zâyi etmez.
112-115. (112). (1) ‘O hâlde sen (Rasûlüm) berâberindeki tevbe edenlerle birlikte, emrolunduğun gibi istikâmet üzere (dosdoğru) ol.’ İbn-i Abbas’tan rivâyete göre, ‘Hûd sûresi beni ihtiyarlattı’ buyurmuştur. İbni Abbas şöyle der: Rasûlullah (s) için Kur’ân’da bu âyetten daha şiddetli ve daha meşakkatli hiçbir âyet inmemiştir.(H. DÖNDÜREN, 1/389)
Vahyolunan emrin tebliğinde, icrâsında, uygulamasında yılmadan dosdoğru olmaya devam et. (..) Bu âyette ‘beni ihtiyarlattı’ dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikâmet emrinin kendisi ile ilgili olan kısmından ziyâde, ümmeti ile ilgili olan kısmı olsa gerektir. (ELMALILI, 5/18)
(2) ‘ve azmayın’ Allâh’ın belirlediği sınırı aşıp ta, onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp ta ifrat ve tefrite sapmayın. Aşırı gitmeyin. (ELMALILI, 5/18)
Peygamberimiz, bu âyetteki yüce Allâh’ın, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” hitâbının dehşetini ve etkisini öyle derinden hissetmişti ki bunun üzerine: “Hûd sûresi saçımı ağarttı.” (Hadis, Tirmizi) buyurmuştu. Çünkü Allâh’ı gerçek anlamıyla tanımak ve bilmek; emirlerinin gereğine ve rızâsına uymayı tam anlamıyla (ihmalsiz, aşırısız) yerine getirmeye bütün benliği ile özen göstermek demektir. (H. T. FEYİZLİ, 1/233)
İstikâmet üzere olan kimseye ‘müstakim’ denir. Bir kimsenin müstakim olabilmesi için (a). Şirk koşmadan Allâh’a îman edip, ibâdet etmesi (3/51), (b). Peygambere uyması ve onu örnek edinmesi ((43/61), (c). Kur’an hükümlerini uygulaması (46/30) gerekir. (İ. KARAGÖZ 3/484)
(113).(3) ‘Zulüm (vehaksızlık) edenlere de sakın meyletmeyin / dayanıp güvenmeyin.’ Zulüm ve haksızlık yapanlara herhangi bir şekilde destek vermek, yakınlık gösterip yaltaklanmak şöyle dursun, meyil bile etmeyin, yüz vermeyin, ilgi göstermeyin. (ELMALILI, 5/18)
Zulüm, din (itikat) ve ahlak kuralları ile belirlenen sınırları aşmak, adâlet, hakkâniyet, eşitlik ilkelerine aykırı davranmaktır.(..) İtikâden zulüm: şirk, inkâr, günahkârlık, Allâh’ın koyduğu sınırları çiğneme ve aşmadır. Şirk, büyük bir zulümdür. Allâh’ın kanunlarını çiğneyenler zâlimlerdir, kâfirler zâlimlerin kendileridir. (31/13; 2/229, 254) (..) Ahlâken zulüm: Haddi aşmak, başkasının hakkını ihlal etmek, başkasına zarar vermektir. Yüce Allah, zulmün her türlüsünü haram kılmıştır. (KUR’AN YOLU, 3/205)
Yüce Allah ‘zâlimlere meyletmeyin’ cümlesi ile, zâlimlerin inanç, düşünce ve görüşlerini benimsemeyi, onlara destek vermeyi, onları sevmeyi, onlara itaat etmeyi, onların sohbetlerine katılmayı, Allah ve peygamberinin emrine uygun davranmayan kimsenin yanında yer almayı yasaklamaktadır. Kâfire de günah işleyen mümine de inkâr ve günahında destek verilmez. (İ. KARAGÖZ 3/486).
Hadis: ‘Allâh’a isyan konusunda insana itaat olmaz. İtaat ancak mâruf (İslâm’a ve aklı selîme uygun olan şeylerde) olur.’ (Müslim İmâre 39; buyurmuştur. (İ. KARAGÖZ 3/487)
Şüphe yok ki en büyük zulüm, Allâh’ın kitabının hükümlerini askıya almak ve reddetmektir. Müslümanım diyen birçok kimsenin Allâh’ın kitâbını askıya alan ve reddeden birçok kimseye meylettiğini görmekteyiz. Allâh’ın kullarına haksızlık da zulmün türlerindendir. Zulmün bütün türlerini işleyenlere meyletmek, yakınlaşmak caiz değildir. Aksine onlara düşmanlık farzdır. (S. HAVVÂ, 7/133)
‘Allah müminlerin velîsidir’ demek, müminleri sever, amellerinin karşılığını tam verir, onları kötülüklerden korur, onlara yardım eder, îman üzere sâbit kılar, onlardan râzı ve hoşnut olur, demektir. Müminlerin gerçek dostu Allah’tır. Bu konuda Kur’an’da bir çok âyet vardır: (2/107, 9/116, 29/22, 45/19) (..) Mümin Kur’an ve sünnete ne kadar uyarve günahlardan ne kadar sakınırsa, o nispette Allâh’ın dostluğunu elde eder. (İ. KARAGÖZ 3/487).
(114).(4) ‘Gündüzün iki tarafında (öğleveikindide) ve gecenin(gündüze) yakın (üç) vaktinde (akşam, yatsıvesabahta) dosdoğru namaz kıl.’ ‘Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.’ Günahları gideren iyiliklerin en büyüğü ise, beş vakit namazdır. Hadis-i Şerifte de ‘Kötülüğün ardından iyiliği yetiştir ki, onu silsin.’ Diye buyurmaktadır. (S. HAVVÂ, 7/127-128)
Hadis: ‘Büyük günahlardan uzak durulduğu takdirde, bir namaz diğer namaza kadar günahlara kefarettir.’ (Müslim Tahâret 16’dan Ö. ÇELİK, 2/590)
(115).(5) ‘sabret’ Yüce Allah, bu sayılan emir ve yasakların sonunda sabır emrini vermektedir. Çünkü bu emir ve yasakların hiç biri sabır olmaksızın yerine getirilemez. Dosdoğru olmak, Allâh’ın sınırlarının yanında durmak, zâlimlere meyletmemek, namazları kılmak ancak sabırla (sebat) mümkündür. (S. HAVVÂ, 7/128)
Hayır olan fiillerde, Hz. Peygamber muhâtap kılınmış, sakınca oluşturan işlerde (çoğul kalıp) ümmet muhâtap alınmıştır. Peygamberden sakıncalı eylem sadır olmayacağından, nehiyler tekil değil, çoğul (ümmete hitaben) gelmiştir. (ELMALILI, 5/21)
Sabır et! Bu emirlerin icrâ ve yerine getirilmesi sırasında karşı karşıya kalacağın acılara katlan ve zâlimlere karşı yardımı ve başarıyı hiç acele etmeden bekle. (ELMALILI, 5/21)
11/116-120. PEYGAMBERLERİN HABERLERİ
116. (Ey müminler!) Sizden önceki devirlerde ‘akıl ve fazîlet’ sâhibi olanların yeryüzünde (ilâhîbuyruklarakarşıyapılan) bozgunculuğa engel olmaları gerekmez miydi? Ancak onlardan (bugöreviyaptığıiçin) kurtardığımız kimseler (pek) azdır. Zâlim olanlar ise, kendilerine sağlanan refah içinde şımarıp azdılar ve böylece kâfir kimseler oldular.
117. Rabbin -hâlkı (birbirlerinigünahlardanvekötülüklerden) ıslah edip dururlarken- o memleketleri haksız yere (âfetvefelâketlerle) yok edecek değildir.
118, 119. (Ey Peygamberim!) Eğer Rabbin dileseydi, (bütün) insanları bir tek millet yapardı (Fakatİslâm’da / Kur’ân’dabirleşmelerinivesâlihamellerdeyarışmalarınıtercihlerinebıraktı). Ama onlar, (menfaatleridoğrultusunda) ihtilâf etmeye devam edeceklerdir. [bk. 2/208; 10/99; 11/7; 16/93; 67/2] 119. Ancak Rabbinin rahmetine nâil olanlar hâriçtir. Zâten (Allah), onları bunun için (iradeözgürlüğüvererek) yaratmıştır. Böylece Rabbinin: “Andolsun ki ben, cehennemi tümüyle insan ve cinlerden dolduracağım.” sözü gerçekleşecektir. [krş. 6/149; 42/8]
120. (Ey Peygamberim!) Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini takviye edecek herşeyi sana anlatıyoruz. Bunda (busûrede) de sana gerçeği bildirme, mü’minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.
116-120. (116).‘Kasabaların hâlkı ıslah edici olsaydı, Rabbin haksız yere onları yok etmezdi.’ Yâni bir memleketin ahâlisi, (idare eden ve edilen) zulme meydan vermeyen sâlih ve ıslahatçı kimseler (var) iken, Allah zulüm ile o memleketi helâk etmez. Bunun için sâlih olmak kâfi gelmez, ayrıca ıslah edicilerin de olması gerekir. (ELMALILI, 5/23)
Nitekim ‘İçimizde sâlihler var iken, yine de helâk olur muyuz?’ diye Rasûlullâh’a sorulduğunda, o da ‘Evet, eğer pislik çoğalırsa’ diye cevap vermiştir.(Buhâri, Müslim, Tirmizi’den, ELMALILI, 5/23)
Hadis: ‘İnsanlar zâlim kimseyi gördüğü zaman, onu zulümden men etmezlerse Allah, en yakın zamanda herkesi, (zâlimi de zulme engel olmayanları da) cezâlandırır.’ (Ebû Dâvud Melâhim 27, İ. KARAGÖZ 3/492)
(117).‘Rabbin -halkı ıslah edip dururlarken- o memleketleri haksız yere yok edecek değildir.’ İnsanların kendini ve diğerlerini ıslah edip her türlü günahlardan ve en büyük günah olan şirkten kurtarması, hâlklar ve milletler için helâki önleyecek bir emniyet süpabı niteliğindedir. (H. T. FEYİZLİ, 1/233)
(118).‘Rabbin dileseydi, elbette bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Onlar ihtilâf edici bir hâlde devam edip, gideceklerdir.’ Allâh’ın insanları ihtilâfa uygun hâlleriyle yaratması, kendisine kulluk etmekle, cennetin veya âsi olmakla cehennemin yolunu seçmeleri içindir. (H. T. FEYİZLİ, 1/234)
(119).‘Rabbinin ‘Andolsun ki cehennemi hem insanlar hem cinlerle dolduracağım’ sözü kesinleşti.’ Allah insanoğlunu seçmevetercihetmeyetenekleriyle donatılmış olarak yaratmış, cennet ve cehennemin yollarını açık bırakmıştır. İnsan ancak özgür irâdesiyle tercihine ve bu yöndeki gayretine göre bunlardan birine girmeye hak kazanacaktır. Allâh’ın verdiği akıl nîmetini iyi kullanan ve O’nun merhameti gereği lütfedip gösterdiği doğru yolu tercih edenler cennete, Allâh’ın gösterdiği doğru yolu tanımayan, nefsine ve şeytana uyup eğri yolu tercih eden ve bu yolda ısrar edenler ise cehenneme gireceklerdir. (KUR’AN YOLU, 3/207)
(120).‘… müminlere de bir öğüt ve hatırlatma vardır.’ Peygamber ve kavimlerinin kıssalarısâdece yaşanmış olayları soyut olarak anlatmak, hikâye etmek için değil; ibret olması, müminlerin ondan öğüt almaları ve helâk edilenlerin yaptıkları hatâları yapmamaları içindir. Anlatılan her kıssanın sonunda bu husus dile getirilmiştir. Meselâ, Nuh peygamberin kavmi ile ilgili kıssanın sonunda şöyle denilmiştir: ‘Nuh kavminin kıssasını bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış görsünler diye.’ (54/15-16). (..) Nuh kavminin ve diğer kavimlerin helâkine sebep olan şeyler hangi toplumda bulunursa, o toplum da aynı âkıbete uğrayabilir. (İ. KARAGÖZ 3/495)
11/121-123. ELİNİZDEN GELENİ YAPIN
121, 122. (Ey Peygamberim!) Îman etmeyenlere de ki: “Gücünüzün yettiğini (elinizdengeleni) yapın. Biz de (tebliğvazifemizi) yapmaktayız.” 122. “(İnkârveisyânınızınâkıbetini) bekleyin Doğrusu biz de (îmânımızın ve sâlih amellerimizin mükâfâtını) beklemekteyiz.”
123. Göklerin ve yerin gaybı(nıbilmek) Allâh’a âittir. Bütün işler ancak O’na döndürülür. (Ey Peygamberim!) O hâlde O’na kulluk et. O’na güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.
121-123. (122).“(İnkârveisyânınızınâkıbetini) bekleyiniz.” Dinin aleyhine planlar hazırlayanlara karşı, Allâh’ın da güç yetmez çeşitli azap planları vardır. (H. T. FEYİZLİ, 1/234)
(123).‘Göklerin ve yerin gaybı(nıbilmek) Allâh’a âittir.’ Göklerdeki ve yerdeki bütün gizlilikler, bütün sırlar yalnızca Allâh’a âittir. Onları bilmek de Allâh’a mahsustur. Yâni gayb olan gizli sırları yaratmak, îcâd etmek, bilmek ve bildirmek, zamânı gelince açığa çıkarmak, vs. bütün bu hususlar, gayb ile ilgili bütün işlemler Allâh’a mahsustur. Bütün külli varlıkları, bütün cüz’i parçacıkları, varı ve yoğu, hâzırları ve gâipleri, olmuşları ve olacakları bilen ancak O’dur. O’na gizli olan hiçbir şey yoktur. (ELMALILI, 5/25)
‘..ve emir bütünüyle O’na döndürülür.’ Bütün emirler, hükümler ve işler, hepsi, hepsi O’na döndürülür. Hâzırda veya gâipde hiçbir emir yoktur ki, O’na dayanmasın. O’na dayandırılmadan hakkında bir hüküm verilmek mümkün olabilsin. O’na dayandırılmadan iki kere iki dört eder demek bile mümkün olmaz. (ELMALILI, 5/25, 26)
‘O hâlde O’na kulluk et. O’na güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan aslâ habersiz değildir.’ Yüce Allâh’ın kulu olmayı ve O’nun rızâsına kavuşmayı isteyenlerin, Kehf sûresinin 110. âyetinde buyurulduğu gibi sâlih amel (O’nun rızâsına uygun iş ve hareket)te bulunması, sonra da O’na tevekkül etmesi, teslimiyet göstermesi lazımdır. (H. T. FEYİZLİ, 1/234)
‘Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.’ Allah ne yaptığını ve ne yapacağını bilir; yaratıkların hallerine ve ihtiyaçlarına vâkıftır. Hiçbir yaratığını ihmâl etmez. Hepsini görüp gözetir, rızıklarını verir. İnsanların îmanlarını, sâlih amellerini, hayır ve hasenâtını bilir, mükâfâtını bilir. Şirk, küfür, nifak ve isyanlarından haberi olur. Tevbe etmeyenleri cezalandırır. Yüce Allah yerin, göğün, canlı cansız bütün varlıkların her hâl ve tavırlarını, iç ve dış bütün özellikleriyle bilir. (İ. KARAGÖZ 3/497).